“...
T.C. Anayasasında devletin nitelikleri sayılırken hukuk devleti olduğu belirtilmiş, kanunsuz suç ve cezalandırmanın olmayacağı düzenlenmiştir. Suç ve cezada kanunilik ilkesi suç ve suçun unsurlarının, suç konusunun ve suçu oluşturan şeylerin kanunda tanımlanması, temel niteliklerin belirlenmesini gerektirir.
Suç ve cezada kanunilik ilkesi. Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında vurgulanmış, kapsamı konusunda içtihat oluşturulmuştur. Bu kararlardan;
14.1.2015 gün 2014/100 E., 2015/6 K. sayılı kararında:
“...Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçının, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir Belirlilik ilkesi, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade çimektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır.
Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz”; üçüncü fıkrasında da “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur. “ denilerek “suç ve cezanın kanuniliği” ilkesi getirilmiştir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan hu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmakladır... Bu açıdan kanunun metni, bireylerin hangi somut fiil ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belirli bir açıklık ve kesinlikle öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Bu nedenle, belirli bir kesinlik içinde kamında hangi fiile hangi hukuksal yaptırımın bağlandığının bireyler tarafından bilinmesi ve eylemlerin sonuçlarının öngörülebilmesi gerekir.
24.5.2012 gün 2011/129 E., 2012/81 K. sayılı kararında,
Anayasa Mahkemesi’nin bir başka karan olan 2000/5 Esas ve 2003/65 Karar ve 18.06.2003 tarihli kararında ‘Suç ve cezaların yasayla belirlenmesi, çağdaş ceza hukukunun temel ilkelerinden biridir. Günümüzde bu ilkeye Uluslararası Hukukta ve İnsan Haklan belgelerimle de yer verilmektedir. İlkenin esası, kişilerin yasak eylemleri ve bunlar karşılığında verilecek cezaları önceden bilmelerini sağlamak düşüncesine dayanmaktadır. Suç ve cezaların yalnızca yasa ile konulup kaldırılması da yeterli olmayıp kuralların kuşkuya yer vermeyecek biçimde açık ve sınırlarının da belli olması gerekir’ ... Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘belirlilik’tir: Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığım, bunların hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, ‘Kimse, ... kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz’ denilerek ‘suçun kanuniliği’, üçüncü fıkrasında da ‘Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur’ denilerek, ‘cezanın kanuniliği’ ilkesi getirilmiştir. Anayasalla öngörülen suçta ve cezada kanunilik ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da teme! ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa’nın 38. maddesine paralel olarak 5237 sayılı Kanun’un 2. maddesinde yer alan ‘suçla ve cezada kanunilik’ ilkesi uyarınca, hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yasada gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Bu ilke, aynı zamanda temel hak ve özgürlükleri en geniş biçimiyle gerçekleştirip güvence altına almakla yükümlü olan hukuk devletinin esas aldığı değerlerden olup, uluslararası hukukta ve insan haklan belgelerinde de özel bir vere ve öneme sahip bulunmaktadır. Ceza yaptırımına bağlanan fiilin kanunun ‘açıkça’ suç sayması şartına bağlanmış olmasıyla, suç ve cezalara dair düzenlemelerin şekli bakımdan kanım biçiminde çıkarılması yeterli olmayıp, bunların içerik bakımından da belirli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmaları gerekir. Bu açıdan kanunun metni, bireylerin hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belirli bir açıklık ve kesinlikle öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Bu nedenle belirli bir kesinlik içinde kanunda hangi eyleme hangi hukuksa! yaptırımın bağlandığının bireyler tarafından bilinmesi ve eylemlerin sonuçlarının öngörülebilmesi gerekir...”
... BAŞVURUSU (Başvuru Numarası: 2012/731) Karar Tarihi: 15/10/2014
“Suçta ve cezada kanunilik Anayasa ve AİHS’de güvence altına alınmış temel bir ilkedir (B. No:2013/849. 15/4/2014, § 28). Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz: kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
AİHS’nin “Kanunsuz ceza olmaz” kenar başlıklı 7. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir eylem veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Aynı hiçimde, suçun işlendiği sırada uygulanabilir olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.”
Anayasa’nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinde kanunla düzenleme ilkesine pek çok maddede ayrı ayrı yer verildiği gibi. 13. maddede ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin genel ilkelerde de sınırlamaların “ancak kanunla” yapılabileceği kurala bağlanmıştır. Anayasanın suç ve cezaları düzenleyen 38. maddesinde de (§ 35) “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” özel olarak güvence altına alınmıştır. (B. No: 2013/849, 15/4/201.4, § 31). Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse. ... kanunun suç savmadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçla kanunilik”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek, “cezada kanunilik” ilkeleri güvence altına alınmıştır. Anayasada öngörülen “suçla ve cezada kanunilik ilkesi”, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmakladır. Anayasa’nın 38. maddesine paralel olarak 5237 sayılı Kanun’un 2. maddesinde düzenlenen “suçta ve cezada, kanunilik ilkesi” uyarınca, hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olmasını gerektirmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bitmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmakladır (AYM, E. 2010/69, K.2011/116. K. T. 7/7/2011). Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, hukuk devletinin kurucu unsurlarındandır Kanunilik ilkesi, genel olarak bütün hak ve özgürlüklerin düzenlenmesinde, temel bir güvence oluşturmanın yanı sıra, suç ve cezaların belirlenmesi bakımından özel bir anlam ve öneme sahip olup, bu kapsamda kişilerin kanunen yasaklanmamış veya yaptırtma bağlanmamış fiillerden dolayı keyfi bir şekilde suçlanmaları ve cezalandırılmaları önlenmekle, buna ek olarak, suçlanan kişinin lehine olan düzenlemelerin geriye etkili olarak uygulanması sağlanmaktadır. (B. No: 2013/849. 15/4/2014, § 32). Kamu otoritesinin ve bunun bir sonucu olan ceza verme yetkisinin keyfi ve hukuk dışı amaçlarla kullanılmasının önlenebilmesi, kanunilik ilkesinin katı bir şekilde uygulanmasıyla mümkün olabilir. Bu doğrultuda, kamu otoritesini temsil eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin, bu ilkeye saygılı hareket etmeleri: suç ve cezalara ilişkin kanuni düzenlemelerin sınırlarının, yasama organı tarafından belirgin bir şekilde çizilmesi, yürütme organının sınırları kanunla belirlenmiş bir yetkiye dayanmaksızın, düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza ihdas etmemesi, ceza hukukunu uygulamakla görevli yargı organın da kanunlarda belirlenen suç ve cezaların kapsamını yorum yoluyla genişletmemesi gerekir (B. No: 2013/849, 15/4/2014. § 32).
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti”nin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir lakım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup: birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzeni ey ehil ir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM. E.2009/51, K. 2010/73. K.T. 20/5/2010: AY M. E.2009/21, K.2011/16. K.T 13/1/2011: AYM. E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011: AYM. E.2011/18, K.2012/53, K.T 11/4/2012).
Hukuk devletinde, bireylerin belirli bir zaman diliminde hangi fiillerin suç olarak tanımlandığı ve hangi cezai yaptırımlara bağlandığım bilip öngörebilmeleri, bir başka ifadeyle ceza hukuku kurallarının öngörülebilir ve erişilebilir olması şarttır. Aksi takdirde. “Ceza kanunlarını bilmemek, mazeret sayılmaz” şeklinde ifade edilen ceza hukuku prensibinin hayata geçirilmesi mümkün olmayacaktır. ‘Zira ceza sorumluluğu, kişinin fiilinin bilincinde olduğu ve özgür iradesiyle suç olan bu fiili işlediği varsayımına dayanır. Bu nedenle, kişinin işlediği fiilden sorumlu tutulabilmesi için, hangi fiillerin suç olduğunun kanunlarda açıkça gösterilmesi gereklidir ‘(AYM. E. 1991/18, K. 1992/20. K.T. 31/3/1992).
Ceza yaptırımına bağlanan fiilin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi şartı, suç ve cezalara dair düzenlemelerin şeklî balamdan kanım biçiminde çıkarılmasının yeterli olmadığı, bunların içerik bakımından da belli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmaları gerekliğini ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerekliğinde hukuki yardım almak sureliyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte, öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metnini tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM. E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012)’“
Kanunların genellikle ikinci maddelerindeki tanımlar hukuk devleti ve kanunilik ilkelerinin gereğidir. Bu tanımlarla konu, amaç, kapsam ortaya konur, içerik yönünden kuşkunun önlenmesi amaçlanır.
Yasada bıçak, kama, saldırma, hançer, pala, kılıç, kasatura, süngü, sivri uçlu ve oluklu bıçak, boğma teli, muşta isim olarak belirtilmiş, ancak fiziki ve teknik özellikleri ortaya konmamış, başkalarından ayıracak, kuşku yaratmayacak şekilde nitelikleri belirtilmemiştir. Belirsiz olarak bırakılmış, nitelikleri ve biçimsel özellikleri, ne olmaları gerektiği konusunda açıklama veya nerede tanımının olduğu hükmü konmamıştır. Örneğin, hangi bıçaklar bulundurulabilir, hangi bıçaklar bulundurulamaz belli değildir. Cebinde 3 cm kesici bölümü olan bir bıçak bulunan kişi suç işlemiş midir sorusu cevapsızdır.
Gerek 6136 sayılı yasada gerekse de Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelikte bulundurulmasının suç oluşturacağı belirtilen bıçak, kılıç, kama vs. aletlerin tanımı yapılmamış, hangi ölçü ve nitelikte olanların suç olacağı yasayla düzenlenmediğinden belirlilik ilkesine uygun davranılmamış, suç konusu aletlerle ilgili olarak belirlilik ilkesi yönünden eksik bırakılmıştır.
Soruşturma ve yargılama makamları aletleri bilirkişilere veya bilirkişi kurumlarına göndererek rapor istenmekte, objektif bir tanım ve ölçüleri olmadığı için sübjektif değerlendirmeye davalı raporlara bağlı olarak davalar sonuçlanmaktadır. Bu raporlar objektifi bilimsel ve teknik standart ve ölçüleri olmadığından denetlenememektedir.
Yasada tanımlama olmadığı için, suç nitelemesi, kişilere, yere, konuma, zamana ve sübjektif bakışa göre değişebilmektedir. Bu değerlendirmenin de somut denetleme imkanı bulunmamaktadır. Bu da ceza hukukunun evrensel ilkesi “suç ve cezanın kanuniliği” ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Bilirkişilere göre suç nitelendirilmektedir. Bıçak vb. aletlerdeki suç nitelemeleri, yer, kişi ve zamana göre farklılık gösterebildiğinden, öngörülebilirlik ve kesinlik ilkelerine de aykırılık oluşturmaktadır.
6136 sayılı yasanın 15/1 maddesindeki “Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak 4 üncü maddede yazılı olan bıçak veya diğer aletleri veya benzerlerini” cümlesinin kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesiyle, belirlilik ilkelerine uygun olmadığı, özellikle “veya benzerleri” kavramının tümüyle belirsizliğe neden olduğu, bu nedenle 6136 sayılı Yasanın 4/1 maddesi ve 15/1 maddesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2, ve 38. maddelerine aykırı olduğu inancı oluşmuştur.
SONUÇ ve İSTEM
6136 sayılı Kanunun 4/1 maddesinde belirtilmiş eşyaların aynı kanunda tanımlarının yapılmadığı, suçun niteliğinin tespitiyle ilgili olarak bilirkişi tespiti gerektiği, 6136 sayılı Kanunun 4/1 maddesinde suça konu eşyalarla birlikte “Özel nitelikteki benzer aletler” sözlerine dayalı olarak aynı kanun 15. maddesinde ceza hükmü düzenlendiği, 6136 sayılı Kanunun 15/1 maddesinde geçen “4. madde de yazılı olan bıçak veya diğer aletleri veya benzerlerini” sözleriyle suçun unsurlarının belirtildiği, özellikle tanımlanmayan ve suç aleti olarak nitelenen aletlerle ilgili olmak düzenlenen hükmün ve yasa metinlerinde geçen “Benzerleri” kavramının Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerindeki “Hukuk devleti ve suç ve cezada kanunilik ilkesine” aykırı olduğu, 6136 sayılı Kanun’un 4/1 maddesiyle 15/1 maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu, iptali gerektiği inancıyla Yüksek Mahkemenin takdirlerine sunulur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2018/154
Karar Sayısı : 2019/11
Karar Tarihi : 14/3/2019
R.G. Tarih – Sayı : 25/4/2019 – 30755
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İzmir 28. Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un;
A. 12/6/1979 tarihli ve 2249 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 4. maddesinin birinci fıkrasının,
B. 2249 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle değiştirilen 15. maddesinin 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 158. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının,
Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanığın, ihbar üzerine aracında bulunan bıçak nedeniyle cezalandırılması talebiyle açılan davada itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN VE İLGİLİ GÖRÜLEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. İptali İstenen Kanun Hükümleri
Kanun’un 4. ve 15. maddelerinin itiraz konusu birinci fıkraları şöyledir:
“Ülke içinde kama, hançer, saldırma, şişli baston, sustalı çakı, pala, kılıç, kasatura, süngü, sivri uçlu ve oluklu bıçaklar, topuz, topuzlu kamçı, boğma teli veya zinciri, muşta ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin yapımı yasaktır.”
“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak 4 üncü maddede yazılı olan bıçak veya diğer aletleri veya benzerlerini satanlar, satmaya aracılık edenler, satın alanlar, taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis ve yirmibeş günden az olmamak üzere adlî para cezasına hükmolunur.”
B. İlgili Görülen Kanun Hükümleri
Kanun’un ilgili görülen 5. ve 14. maddelerinin birinci fıkraları şöyledir:
“Yurda sokulması ve yapımı yasaklanan ve 4 ncü maddenin 1 nci fıkrası kapsamına giren bıçak ve aletlerin satılması, satın alınması, taşınması ve bulundurulması yasaktır.”
“Her kim, bu Kanun hükümlerine aykırı olarak 4 üncü maddede yazılı olan bıçak veya başkaca aletler yahut benzerlerini ülkeye sokar, sokmaya kalkışır veya bunların ülkeye sokulmasına aracılık eder veya bunları ülkede yapar veya bir yerden diğer bir yere taşır veya yollar veya taşımaya aracılık ederse iki yıldan beş yıla kadar hapis ve ikiyüz günden az olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır. Suç konusu bıçak ve aletlerin niteliği veya sayı olarak azlığı halinde verilecek ceza yarısına kadar indirilir.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Recep KÖMÜRCÜ, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 20/2/2018 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, öncelikle davada uygulanacak kural ve başvuruya engel durum sorunları görüşülmüştür.
2. Anayasa’nın 152. ile 30//3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddelerine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda, bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali istenen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, Kanun’un 4. ve 15. maddelerinin birinci fıkralarının iptalini talep etmiştir.
4. 6136 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında bazı aletlerin yapımı yasaklanmakta; 15. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu aletlerin satılması, satılmasına aracılık edilmesi, satın alınması, taşınması ve bulundurulması da cezai yaptırıma bağlanmaktadır. Anılan aletlerden davaya konu olayda söz konusu olan, kriminal rapora göre kılıç benzeri iken iddianame ve başvuru gerekçesi uyarınca bıçaktır. Öte yandan 4. maddenin birinci fıkrasında yer alan “…ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin…” ibaresi anılan fıkrada sayma yoluyla belirtilmeyen fakat fıkra kapsamında yapımı yasak olan aletleri tanımlayan genel kural niteliğindedir. Dolayısıyla, davada uygulanacak kural fıkranın tamamı olmayıp “…kılıç,…”, “…sivri uçlu ve oluklu bıçaklar,…” ve “…ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin…” ibareleridir. Bu nedenle itiraz konusu kuralın yukarıda belirtilen ibareleri dışında kalan kısmı uygulanacak kural değildir.
5. Diğer yandan Anayasa’nın “Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” başlığını taşıyan 152. maddesinin son fıkrasında “Anayasa Mahkemesinin işin esasına girerek verdiği red kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı iddiasıyla tekrar başvuruda bulunulamaz” hükmüne yer verilmiştir. 6216 sayılı Kanun’un “Başvuruya engel durumlar” başlığını taşıyan 41. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da “Mahkemenin işin esasına girerek verdiği ret kararının Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on yıl geçmedikçe aynı kanun hükmünün Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla itiraz başvurusu yapılamaz” denilmiştir.
6. 6136 sayılı Kanun’un 12/6/1979 tarihli ve 2249 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle değiştirilen 15. maddesinin 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 158. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusu, Anayasa Mahkemesinin 16/1/2014 tarihli ve E.2013/61, K.2014/3 sayılı kararıyla esastan reddedilmiş ve bu karar 29/5/2014 tarihli ve 29014 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesince işin esasına girilerek reddedilen kural hakkında yeni bir başvurunun yapılabilmesi için önceki kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı 29/5/2014 tarihinden başlayarak geçmesi gereken on yıllık süre henüz dolmamıştır.
7. Açıklanan nedenlerle 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un;
A. 12/6/1979 tarihli ve 2249 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 4. maddesinin birinci fıkrasının;
1. “...kılıç,...” , “...sivri uçlu ve oluklu bıçaklar,...” ve “...ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin...” ibarelerinin esasının incelenmesine,
2. Kalan bölümünün itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma imkânı bulunmadığından bu bölüme yönelik başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE,
B. 2249 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle değiştirilen 15. maddesinin 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 158. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrasının iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusunun, Anayasa’nın 152. maddesinin dördüncü fıkrası ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 41. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. ESASIN İNCELENMESİ
8. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ergin ERGÜL tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu ve ilgili görülen kanun hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Sınırlama Sorunu
9. Anayasa’nın 152. ve 6216 sayılı Kanun’un 40. maddelerine göre Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurular itiraz yoluna başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulayacağı kanun kuralı ile sınırlıdır.
10. 6136 sayılı Kanun’un 2249 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 4. maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Ülke içinde kama, hançer, saldırma, şişli baston, sustalı çakı, pala, kılıç, kasatura, süngü, sivri uçlu ve oluklu bıçaklar, topuz, topuzlu kamçı, boğma teli veya zinciri, muşta ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin yapımı yasaktır.”
11. 6136 sayılı Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasında da bu Kanun hükümlerine aykırı olarak 4. maddede yazılı olan bıçak veya diğer aletleri ya da benzerlerini satanlar, satmaya aracılık edenler, satın alanlar, taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında cezaya hükmolunacağı öngörülmüştür.
12. İtiraz yoluna başvuran mahkemede görülmekte olan davanın konusu, Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasında yaptırıma bağlanan ve Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında sayılan veya tanımlanan aletleri bulundurma fiiline ilişkindir. Bir başka ifadeyle Kanun’un 4. maddesinde sayılan veya tanımlanan aletleri içeren kural ancak Kanun’un 15. maddesi bağlamında uygulanma imkânına sahip olup Kanun’un 4. maddesinin bağımsız olarak davada uygulanması söz konusu değildir.
13. Diğer yandan 6136 sayılı Kanun’un 2249 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle değiştirilen 5. maddesinin birinci fıkrasında “Yurda sokulması ve yapımı yasaklanan ve 4 ncü maddenin 1 nci fıkrası kapsamına giren bıçak ve aletlerin satılması, satın alınması, taşınması ve bulundurulması yasaktır” hükmüne yer verilmiştir. Kanun’un 5728 sayılı Kanun’un 157. maddesiyle değiştirilen 14. maddesinin birinci fıkrasında da “Her kim, bu Kanun hükümlerine aykırı olarak 4 üncü maddede yazılı olan bıçak veya başkaca aletler yahut benzerlerini ülkeye sokar, sokmaya kalkışır veya bunların ülkeye sokulmasına aracılık eder veya bunları ülkede yapar veya bir yerden diğer bir yere taşır veya yollar veya taşımaya aracılık ederse iki yıldan beş yıla kadar hapis ve ikiyüz günden az olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır. Suç konusu bıçak ve aletlerin niteliği veya sayı olarak azlığı halinde verilecek ceza yarısına kadar indirilir” denilmek suretiyle itiraz konusu kurala atıfta bulunulmuştur. Dolayısıyla itiraz konusu kural, Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasının yanı sıra Kanun’un 5. ve 14. maddelerinin birinci fıkraları yönünden de geçerli ortak kural niteliği taşımaktadır.
14. Açıklanan nedenlerle, 6136 sayılı Kanun’un 2249 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 4. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “...kılıç,...” , “...sivri uçlu ve oluklu bıçaklar,...” ve “...ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin...” ibarelerinin esasına ilişkin incelemenin 6136 sayılı Kanun’un 2249 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle değiştirilen 15. maddesinin 5728 sayılı Kanun’un 158. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrası yönünden yapılmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B. İtirazın Gerekçesi
15. Başvuru kararında özetle; 6136 sayılı Kanun’un 15. maddesinin 4. maddeye yapmış olduğu atıf uyarınca bulundurulması yasak olan aletlerin “kama, hançer, saldırma, şişli baston, sustalı çakı, pala, kılıç, kasatura, süngü, sivri uçlu ve oluklu bıçaklar, topuz, topuzlu kamçı, boğma teli veya zinciri, muşta ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletler” biçiminde belirtilmesinin idareye sınırı belirli olmayan geniş bir takdir yetkisi tanınması sonucunu doğurduğu, Kanun’un 15. maddesinde yer alan suç tanımında “...4 üncü maddede yazılı olan bıçak veya diğer aletleri veya benzerlerini…” ifadesine yer verilmek suretiyle de belirsizliğe neden olunduğu belirtilerek kuralın Anayasanın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
C. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
16. Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrası ülke içinde kama, hançer, saldırma, şişli baston, sustalı çakı, pala, kılıç, kasatura, süngü, sivri uçlu ve oluklu bıçaklar, topuz, topuzlu kamçı, boğma teli veya zinciri, muşta ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin yapımının yasaklanmasını öngörmektedir. Anılan fıkrada yer alan “...kılıç,...” , “...sivri uçlu ve oluklu bıçaklar,...” ve “...ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin...” ibareleri itiraz konusu kuralı oluşturup kural, Kanun’un “4 üncü maddede yazılı olan bıçak veya diğer aletleri veya benzerlerini satanlar, satmaya aracılık edenler, satın alanlar, taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında” cezai müeyyideyi düzenleyen 15. maddesinin birinci fıkrası yönünden incelenmiştir.
17. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
18. Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Belirlilik ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade etmektedir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır. Yasal düzenlemeye dayanılarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olması koşuluyla yargısal içtihatlar ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Asıl olan, muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır.
19. Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek suçun kanuniliği; üçüncü fıkrasında da “Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek cezanın kanuniliği ilkesi hükme bağlanmıştır. Anayasa’da öngörülen suçta ve cezada kanunilik ilkesi insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
20. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca hangi fiillerin suç sayıldığının ve bu fiillere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanunda gösterilmesi; kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir.
21. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul edilebileceği ve ceza sistemini tamamlayan müesseseleri belirleme konularında anayasal sınırlar içerisinde takdir yetkisine sahiptir.
22. Kanun’un 15. maddesinin birinci fıkrasında sayılan veya tanımlanan aletler gerek toplumsal düzeni tehlikeye düşürebilecek gerekse de bireylerin yaşamı ve vücut bütünlüğü açısından zarar veya tehlike doğurmaya elverişli araçlardır. İtiraz konusu kuralla korunmak istenen hukuki yararın hem kamu düzeni ve güvenliğinin hem de kişilerin yaşamının ve vücut bütünlüğünün korunmasına yönelik olduğu açıktır.
23. İtiraz konusu kuralın sayma yoluyla belirttiği aletler, kişiler ve hukuk uygulayıcıları yönünden tereddüde yer bırakmayacak şekilde açık, anlaşılabilir ve uygulanabilir şekilde belirlenmiştir. Kuralda “…ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin…” ibaresine yer verilmesi ise kanun yapma tekniğinin doğasından kaynaklanmaktadır. Zira kanun hükümlerinin genel ve soyut olması, somut olayın özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın bünyesinde barındırma, bir başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca ulaştıracak herhangi bir çözümü dışlamasını önleme ihtiyacından ileri gelmektedir. Yasaklanan aletlerin kanunla tanımlanmış olması ve tanımı yapılan aletlerin veya benzerlerinden hangisine uygun bulunduğunun kesin biçimde yargı kararları ile saptanabilmesi karşısında söz konusu kuralda bir belirsizlik ve öngörülemezlikten söz edilemeyeceği gibi suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırı bir yön de bulunmamaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir
IV. HÜKÜM
10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’un 12/6/1979 tarihli ve 2249 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 4. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “...kılıç,...” , “...sivri uçlu ve oluklu bıçaklar,...” ve “...ile salt saldırı ve savunmada kullanılmak üzere özel nitelikteki benzeri aletlerin...” ibarelerinin;
A. Esasına ilişkin incelemenin 6136 sayılı Kanun’un 2249 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle değiştirilen 15. maddesinin 23/1/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 158. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrası yönünden yapılmasına,
B. 6136 sayılı Kanun’un 2249 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle değiştirilen 15. maddesinin 5728 sayılı Kanun’un 158. maddesiyle değiştirilen birinci fıkrası yönünden Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve itirazın REDDİNE,
14/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Recep KÖMÜRCÜ
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Yıldız SEFERİNOĞLU