Esas Sayısı : 2017/20
Karar Sayısı : 2018/75
“…
A. 6754 Sayılı Kanun Hükümlerinin
Anayasa’ya Aykırılık Gerekçesi
1) 6754 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci
fıkrasının (a) bendi ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya
aykırılığı
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 4 üncü maddesiyle
Bilirkişilik Danışma Kurulunun kurulması öngörülmektedir.
Bilirkişilik Danışma Kurulunun görevleri, Kanun’un 5. maddesinde
düzenlenmiştir. Buna göre, Danışma Kurulunun görevleri şunlardır:
a) Bilirkişilik hizmetlerinin yürütülmesinde yaşanan sorunlar hakkında
çözüm önerilerinde bulunmak.
b) Daire Başkanlığının görev alanına giren konular hakkında önerilerde
bulunmak.
c) Daire Başkanlığının ve bölge kurullarının yıllık faaliyetleri
hakkında önerilerde bulunmak.
ç) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
Kanun’un 4 üncü maddesinin 1 inci fıkrasında, Danışma Kurulu üyeleri
sayılmıştır. Bu üyeler arasında Adalet Bakanlığı Müsteşarı da yer almaktadır.
Danışma Kurulunun diğer üyeleri; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Genel Sekreteri, Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürü, Adalet Bakanlığı
Ceza İşleri Genel Müdürü, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından Yargıtay
ceza ve hukuk dairelerinden seçilen birer üye olmak üzere toplam iki kişi,
Danıştay Başkanlık Kurulu tarafından Danıştay idari dava daireleri ve vergi
dava dairelerinden seçilen birer üye olmak üzere toplam iki kişi, Yükseköğretim
Kurulu tarafından üniversitelerin öğretim üyeleri arasından seçilen toplam üç
kişi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci Dairesi tarafından, istekleri
bulunan, bölge adliye ve bölge idare mahkemelerinde görev yapan birer hâkim
olmak üzere seçilen toplam iki kişi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Birinci
Dairesi tarafından, istekleri bulunan ve birinci sınıf olan; adli yargı ilk
derece hukuk ve ceza mahkemelerinde görev yapan birer hâkim, bir Cumhuriyet
savcısı ve idari yargı ilk derece idare ve vergi mahkemelerinde görev yapan
birer hâkim olmak üzere seçilen toplam beş kişi, Adalet Bakanlığı tarafından
Adlî Tıp Kurumunda görev yapanlar arasından seçilen bir kişi, Bilim, Sanayi ve
Teknoloji Bakanlığı tarafından Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunda
görev yapanlar arasından seçilen bir kişi, İçişleri Bakanlığı tarafından
Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Kriminal Daire Başkanlığında ve Emniyet
Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığında görev yapanlar arasından birer
olmak üzere seçilen toplam iki kişi, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu
tarafından avukatlar arasından seçilen bir kişi, Türk Mühendis ve Mimar Odaları
Birliği Yönetim Kurulu tarafından mühendis veya mimarlar arasından seçilen bir
kişi, Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler ve Yeminli Mali Müşavirler
Odaları Birliği Yönetim Kurulu tarafından serbest muhasebeci mali müşavir veya
yeminli mali müşavirler arasından seçilen bir kişi, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği Yönetim Kurulu tarafından seçilen bir kişi, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları
Konfederasyonu Yönetim Kurulu tarafından seçilen bir kişi ve Türk Tabipleri
Birliği Yönetim Kurulu tarafından seçilen bir kişi şeklinde belirlenmiştir.
Adalet Bakanı Müsteşarı Danışma Kurulu’nda üye olmanın yanı sıra Kanun’un
4. maddesinin 3. fıkrasının ilk cümlesi ile Danışma Kurulu Başkanı’nın Adalet
Bakanı Müsteşarı olduğu belirtilmiştir.
İptali talep edilen ibareler siyasi bir kimliğe sahip
bulunan Adalet Bakanlığı Müsteşarını, Bilirkişi Danışma Kurulu üyesi ve aynı
zamanda bu Kurulun Başkanıdır.
Bilirkişilik görevi tıpkı hakimlik görevi gibi,
bağımsız ve tarafsız olmayı gerektirir. Anayasanın 138. maddesi mahkemelerin
bağımsızlığını düzenlemektedir. Mahkemelerin bağımsızlığı sadece hakimlerin
bağımsızlığı anlamına gelmemektedir. Mahkemelerin bağımsızlığı kavramı, kararın
oluşmasına teknik uzmanlık ve bilgisiyle katkı veren yargılama süreçlerindeki
aktörlerden bilirkişileri de içermektedir. Mahkemelerin bağımsızlığı hiçbir
organ, makam, merci veya kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere
emir ve talimat verememesini; genelge gönderememesini; tavsiye ve telkinde
bulunamamasını kapsamaktadır. Kurul üyesi ve Bilirkişi Danışma
Kurulunun başkanı olan Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Kanun uyarınca
bilirkişilerin listede olup olmamasına dahi karar verecektir. Yargılama
sürecinde kararı şekillendirecek bilirkişi raporunu hazırlayan bilirkişileri
listeye alma, listeden çıkarma gibi yetkilerle donatılmak suretiyle de yürütmeye
teslim edilmiş bir kurulun bağımsız olması gereken yargılama sürecini
etkileyecektir. Ayrıca Kurulun görevleri arasında Adalet Bakanlığı Hukuk
İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Bilirkişilik Daire Başkanlığının
görev alanına giren konular hakkında önerilerde bulunmak da yer almaktadır. Yargı görevinin bir parçası olan bilirkişilik görevinin bağımsızlığı
ve tarafsızlığının sağlanması, hukuk devletinin gerekliliklerinde biridir.
Adalet Bakanlığı Müsteşarının üyesi ve başkanı olduğu
bu kurul yürütmenin yargıya müdahalesinin kanuni zemini anlamına gelmektedir.
Ayrıca, Anayasa’nın hakimler bakımından
getirdiği bağımsızlık ve tarafsızlık güvencesi bilirkişiler bakımından da
geçerlidir. Nitekim, bu amaçla yasalarımızda bilirkişinin
bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik düzenlemelere yer
verilmiştir. Adalet Bakanlığı Müsteşarının, Bilirkişilik Danışma Kurulunın
üyesi ve Başkanı olması, bilirkişilik görevinin bağımsızlığı ve tarafsızlığına
gölge düşürmektedir.
Bilirkişilik görevi ve bu görev kapsamında bilirkişinin
görüşü, delilleri değerlendirme aracı olarak muhakemenin adil bir karar ile
neticelendirilebilmesi ve maddi gerçeğe erişilmesi bakımından hayati önem
taşımaktadır. Bu sebeple bilirkişi, uzman olduğu alanda görüşüne
başvurulduğunda, hiçbir makam tarafından kendisine emir ve talimat verilemez.
Bilirkişiler, yalnızca görevlendirildikleri konularla sınırlı olarak, tıpkı
hâkimler gibi belirli güvencelere sahiptirler. Bilirkişiler, hiçbir makamdan,
özellikle yasama, yürütme ve yargı organlarından[1]
emir ve talimat alamazlar.
Bilirkişi aynı zamanda tarafsız olmalıdır. Tarafsızlık, bilirkişide
olması gereken en önemli özelliklerden biridir. Nitekim, bunu sağlamak üzere,
hâkimler gibi bilirkişiler bakımından da ret ve çekinme hükümleri
öngörülmüştür.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bilirkişinin reddi” başlıklı 69. maddesinde;
“(1) Hâkimin reddini gerektiren sebepler, bilirkişi hakkında da geçerlidir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii
veya kanunî temsilci, ret hakkını kullanabilirler. Hâkim veya mahkeme
tarafından atanan bilirkişinin adı ve soyadı, engel sebepler olmadıkça ret
hakkına sahip olanlara bildirilir.
(3) Ret istemini davayı görmekte olan hâkim veya mahkeme inceler.
Soruşturma evresinde, Cumhuriyet savcısınca kabul edilmeyen ret istemi sulh
ceza hâkimince incelenir. Reddi isteyen kişi, bunun nedenini, dayandığı
olguları göstererek açıklamakla yükümlüdür.” hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü gibi, bilirkişinin reddi sebepleri konusunda, Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda bağımsız hükümlere yer verilmemiş, bu hususta hakimin
reddini gerektiren sebeplere atıf yapılmıştır. Buna göre, hâkimin reddini
gerektiren sebepler, bilirkişi hakkında da geçerlidir (m.69/1)[2]. Hakimin davaya
bakamayacağı haller, bilirkişi bakımından da red sebebidir. Örneğin, bilirkişi,
suçtan kendisi zarar görmüşse ya da görevlendirildiği soruşturma veya
kovuşturmada, şüpheli, sanık veya mağdur olan kişilerle arasında evlilik,
vesayet veya kayyımlık ilişkisi mevcutsa, bilirkişinin reddi istenebilir. Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun 22/1-h maddesi uyarınca, aynı davada tanık olarak
dinlenen kişinin de, bilirkişi olarak dinlenmesi mümkün değildir[3]. Bilirkişinin,
tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 70. maddesi bilirkişilik görevinden
çekinmeyi de düzenlemiştir. Buna göre; “tanıklıktan çekinmeyi gerektirecek
sebepler bilirkişiler hakkında da geçerlidir. Bilirkişi, geçerli diğer
sebeplerle de görüş bildirmekten çekinebilir”.
Bu yasal düzenlemeler, bilirkişinin tarafsızlığını sağlamak üzere
kabul edilmiştir. Tarafsızlığı iki şekilde anlamak gerekir. Birincisi,
bilirkişinin davanın tarafı bulunan bir kurum ya da kuruluşla idari ya da
hukuki bir bağ içinde bulunmaması olarak nitelendirebileceğimiz “şekli anlamda
tarafsızlık”tır[4].
Örneğin Ceza Muhakemesi Kanunu’nda kamu görevlilerinin, bağlı bulundukları
kurumla ilgili davalarda bilirkişi olarak görevlendirilemeyecekleri
belirtilmiştir (m.64/3)[5].
İkincisi ise bilirkişinin, görüşüne başvurulan konuya ilişkin olarak,
tarafların adil yargılanma haklarını zedeleyecek ve adli mercileri yanlış yöne
sevk edecek şekilde herhangi bir tarafın lehine ya da aleyhine görüş beyan
etmemesi şeklinde ifade edebileceğimiz “maddi anlamda tarafsızlık”tır. Kuşkusuz
bu ikinci halde, bilirkişinin kendisine verilen görev ya da sorulan sorular
kapsamında, özel veya teknik bilgi gerektiren hususlardaki görüşü bu kapsamda
değerlendirilemez[6].
Yargıtayın muhtelif içtihatlarında da bilirkişinin tarafsızlığına
vurgu yapılarak “tarafsız bilirkişi” deyiminin sıklıkla kullanıldığı
görülmektedir[7].
Türk Ceza Kanununun 277. maddesinde düzenlenen “yargı görevi yapanı,
bilirkişiyi veya tanığın etkilemeye teşebbüs suçu” ve Türk Ceza Kanunu’nun 288.
maddesinde düzenlenen “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu” ile de bilirkişiyi
baskı altına alma, etkileme amacıyla yapılan birtakım davranışlar yaptırıma
bağlanmıştır. Tüm bu suç tipleri dikkate alındığında, hukukumuzda bilirkişinin
bağımsızlığı ve tarafsızlığının koruma altına alındığı şüphesizdir.
Anayasa’nın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denilerek, hukuk devleti
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında sayılmıştır.
Hukuk devleti, en basit tanımıyla, devletin iş ve eylemlerinin hukukla
sınırlanması demektir. Anayasa Mahkemesine göre hukuk devleti; “… eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin
önkoşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk
devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” (Anayasa Mahkemesi Kararı, 2015/94
E. 2016/27K., 07.04.2016).
Ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, iptali talep
edilen ibareler, yargı görevinin bir unsurunu oluşturan bilirkişilik görevinin
bağımsız ve tarafsızlığını zedelediğinden Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen
hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. Anayasanın 2. maddesinde güvenceye
alınan hukuk devleti, “… eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık olan devlettir.” (AYM., 07.04.2016, 2015/94, 2016/27).
Anayasa tarafından güvence altına alınan mahkemelerin bağımsızlığına yönelik
doğrudan müdahale anlamına gelen düzenleme, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınmamış olunması, insan haklarına saygıyı zedeleyen, insan
haklarını değil koruyup güçlendirme insan haklarının en önemli koruma
mekanizması olan yargıya müdahale anlamına gelmektedir. Bu sebeple düzenleme
Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil
eder, iptali gerekir.
Öte yandan hukuk devletinde, bireyin en önemli
güvencelerinden birini de “hak arama hürriyeti” oluşturmaktadır. Anayasa'nın 36. maddesi, yargı mercilerine davacı ve davalı
olarak başvurabilme ve kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil
yargılanma hakkına sahip olduğu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri
öngörmemiştir. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, temel bir haktır.
Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Bilirkişilik kurumu da, muhakemenin adil bir neticeyle
sonuçlandırılması bakımından önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Hukuk,
ceza ve idari pek çok yargılamada, dava konusu uyuşmazlığın çözümü bilirkişi
görüşü yardımıyla mümkün olabilmekte, hatta bilirkişi raporlarında ileri
sürülen görüşler, yargılama merci tarafından uyuşmazlığın çözülüp kesip bir
yargıya ulaştırılmasında çoğu zaman birinci derecede rol oynamaktadır. Bu
sebeple, muhakemenin adil bir şekilde neticelenmesi açısından, bilirkişinin
bağımsız ve tarafsız olması hayati önem taşımaktadır. Bilirkişinin
bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedeleyici düzenlemeler sebebiyle, bilirkişilik kurumunun düzenlemesinde siyasi öğeler ve maksatlar ön
plana çıktığında, yargılamaların bundan olumsuz bir şekilde etkileneceği
açıktır. Bu sebeple, bireylerin
hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı yönünden bilirkişilik kurumunun
her türlü siyasi baskıdan ari bir şekilde düzenlenmesi çok önemlidir. Bu durumu
zedeleyici düzenlemeler, adil yargılamayı etkileyebilecek bir mahiyet arz
ettiğinden, bireylerin Anayasa’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkına
müdahale niteliği taşıyacaktır.
6754 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasının
(a) bendi ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi Anayasa’nın 2., 36. ve 138. maddelerine
aykırıdır, iptali gerekir.
2) 6754 sayılı Kanun’un 10. maddesinin dördüncü
fıkrasında yer alan “hukuk alanı dışında” ibaresinin Anayasa’ya
aykırılığı
İptali talep edilen düzenleme, hukuk öğrenimi görmüş kişilerin
bilirkişilik siciline ve listesine eklenmesini ancak hukuk alanı dışında ayrı
bir uzmanlığa sahip olduğunu ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmesi
koşuluna bağlamaktadır.
Özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda, uyuşmazlığın çözümüne
katkı sağlamak üzere belirli bir konunun tetkiki için muhakeme makamlarınca
görevlendirilen ve bilgisiyle, uzmanlığıyla yahut hayat tecrübeleriyle,
görevlendirildiği konuya ilişkin olgu ve olayları değerlendirip sonuç
çıkarabilen ve bu suretle delillerin değerlendirilmesinde muhakeme makamlarına
yardımcı olan kimseye bilirkişi denir. Bilirkişi tarafından yapılan görev ise
bilirkişilik olarak adlandırılmaktadır. Çözümü uzmanlık gerektiren konulara
ilişkin, yetkili mercilerin görevlendirmesi üzerine, bilirkişinin sunduğu
görüşe de bilirkişi mütalaası (görüşü) adı verilir.
6754 sayılı Kanun’un 10. maddesi,
bilirkişiliğe kabul şartlarını düzenlemektedir. Buna göre, bilirkişilik
faaliyetinde bulunacak gerçek kişilerde şu şartlar aranmaktadır: a) 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53. maddesinde belirtilen süreler
geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıldan fazla süreyle
hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar,
Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas,
ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık, gerçeğe aykırı bilirkişilik veya
tercümanlık yapma, yalan tanıklık ve yalan yere yemin suçlarından mahkûm
olmamak.
b) Daha önce kendi isteği dışında
bilirkişilik sicilinden çıkarılmamış olmak.
c) Disiplin yönünden meslekten veya
memuriyetten çıkarılmamış ya da sanat icrasından veya mesleki faaliyetten
geçici ya da sürekli olarak yasaklanmamış olmak.
ç) Başka bir bölge kurulunun listesine
kayıtlı olmamak.
d) Bilirkişilik temel eğitimini tamamlamak.
e) Bilirkişilik yapacağı uzmanlık alanında
en az beş yıl fiilen çalışmış olmak ya da daha fazla çalışma süresi belirlenmiş
ise bu süre kadar fiilen çalışmış olmak.
f) Meslek mensubu olarak görev yapabilmek
için mevzuat tarafından aranan şartları haiz olmak ve mesleğini yapabilmek için
gerekli olan uzmanlık alanını gösteren diploma, mesleki yeterlilik belgesi,
uzmanlık belgesi veya benzeri belgeye sahip olmak.
g) Bilirkişilik temel ve alt uzmanlık
alanlarına göre belirlenen yeterlilik koşullarını taşımak.
10. maddenin dördüncü fıkrasına göre ise
hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip
olduğunu ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmediği takdirde,
bilirkişilik siciline ve listesine kaydedilemeyeceği kabul edilmektedir.
Bilirkişi, uyuşmazlığın esasını oluşturan
ya da tali özellik taşıyan bir konuda, mesleki tecrübelerini, teknik bilgisini
kullanarak muhakeme makamlarına yardımcı olmaktadır. Hâkim, olayın sübutuna
ilişkin, mevcut delillerin değerlendirilmesinde, bilirkişinin görüşünden
yararlanır. Hâkimlerin teknik sahalarda uzman olmalarına imkân yoktur. Hüküm
verebilmek için delil muhtevasının öğrenilmesi gerekir. Bu nedenle hâkim, diğer
delillerle birlikte çoğu kez bilimsel ve teknik bilgilere de ihtiyaç duyar.
Muhtaç olunan bu teknik ve bilimsel bilgilerin, uzman olan kişi ve kurumlardan
sağlanması yoluna gidilir. Bilirkişi olay hakkında bilgi sahibi değildir. Onun
katkısı teknik sahadaki bilgisiyle istişari yardımda bulunmaktır. Çünkü hâkim,
kendi teknik bilgisi ile delil muhtevasını öğrenemez. Bu özellikleri itibariyle
bilirkişinin, yargılama makamlarının yardımcısı olduğu ifade edilmelidir.
Bilirkişiliğe, çözümü uzmanlığı, özel veya
teknik bilgiyi gerektiren konularda başvurulabilir. Bu sebeple, 6754
sayılı Kanun’un 3/3 maddesinde; “genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik
mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda
bilirkişiye başvurulamaz” hükmüne yer verilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun
63. maddesinin birinci fıkrası uyarınca da; “genel bilgi veya tecrübeyle ya da
hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan
konularda bilirkişiye başvurulamaz”. Aynı kurala, Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun
266. maddesinin birinci fıkrasında da rastlamak mümkündür.
Görüldüğü gibi, bu kural 6754 sayılı Kanun
ile mevzuatımıza girmiş değildir. 6754 sayılı Kanun öncesindeki dönemde ve hali
hazırda Ceza Muhakemesi Kanunu ve Hukuk Muhakemesi Kanunu’nda yer alan bir
kuraldır. Bununla birlikte, tatbikatımızda hukuki bir problemin çözümü için de
bilirkişiye başvurulmaktadır. Bu uygulamanın tatbikamızda geçerlik ve yaygınlık
kazanmasının çeşitli sebepleri vardır. Hakimlik mesleğine ilişkin eğitimlerin
kalitesinin yeterli olmaması, mahkemelerin yeteri kadar ihtisaslaşmaması, iş
yükünün fazlalığı, hâkimlerin dosyayı yeteri ve gereği kadar inceleyememeleri,
mahkemelerin verecekleri karara gerekçe oluşturmak istemesi, hatalı karar
vermekten çekinmeleri gibi hususlar uygulamada mahkemeleri, hukuki konularda da
bilirkişi görüşüne müracaat etmeye iten sebeplerden yalnızca bazılarıdır.
Bu sebeple kuralın, hukukun özel bir
uzmanlık gerektirmeyen ve hâkimin genel hukuk bilgisiyle çözümleyebileceği
konularla sınırlı olarak yorumlanması ve bu şekilde tatbik edilmesi kaçınılmazdır.
Hukukun ihtisaslaşma gerektiren (örneğin sermaye piyasası hukuku, çocuk hukuku,
bankacılık hukuku, fikri mülkiyet hukuku, marka hukuku, aktüerya, iş alacakları
tazminat hesapları, sigortacılık işlemleri gibi) bazı alanlarında ise, hâkimin
genel hukuk bilgisiyle çözemeyeceği ve/veya o alana özgü teknik bilgilerin
hukuki yorumuna ihtiyaç duyulduğu pek çok durumla karşılaşılabilir. Bu gibi
hallerde hâkim, ihtisaslaşma gerektiren konularda ortaya çıkan sorunların
çözümü için pek tabi hukukçu bilirkişiye başvurabilmelidir, nitekim uygulamada
da bu şekilde cereyan etmektedir.
Yargıtay içtihatlarında da isabetli
olarak, hukukun ihtisaslaşma gerektiren bazı alanlarında, konusunda uzman
hukukçu bilirkişinin görevlendirilebileceği kabul edilmektedir. Bankacılık
zimmeti suçuna ilişkin bir kararında, Yargıtay 7. Ceza Dairesi; “sanığın zimmet
eylemleri sırasında bankadaki görevinin ne olduğunun, zimmet suçunun faili olup
olamayacağının belirlenebilmesi için, saptanması gerekir. Dosyanın,
üniversitelerde bankacılık konusunda uzmanlaşmış bir öğretim görevlisi, bir
ceza hukukçusu ile bankacılık konusunda fiilen görev yaparak uzmanlaşmış bir
kişiden oluşturulacak bilirkişi heyetine verilerek; zimmete konu her bir
işlemin normal bir denetimle ortaya çıkarılabilecek nitelikte olup olmadığı,
müşterilere karşı her bir eyleminin ayrı ayrı tespiti, basit ve nitelikli
zimmet olarak mal edinilen miktarların da ayrı ayrı saptanıp sonucuna göre
karar verilmesi gerekir”
şeklinde hüküm kurmuştur.
Bunun gibi, Yargıtay’ın, sermaye piyasası hukuku, marka hukuku alanlarında,
hukukçu bilirkişinin tayin edilebileceğini belirten kararları vardır.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, hukukun
ihtisaslaşma gerektiren bazı alanlarında teknik kavramların hukuki yorumuna
ihtiyaç duyulabileceği gibi, bu durumlar bilhassa Türk Ceza Kanunu’nda yer alan
suç tipleri bakımından da pek tabi mümkün olabilir. Örneğin, ihaleye fesat
karıştırma suçunda (Türk Ceza Kanunu m. 235), suçun unsurlarının sağlıklı bir
şekilde tespiti için, ihale mevzuatının iyi bilinmesinde fayda vardır. Ancak
ceza hâkiminden, ihale mevzuatını çok iyi bilmesi beklenemez. Benzer şekilde,
bilişim sistemine girme suçunda (Türk Ceza Kanunu m.243) da, bilişim sistemi
kavramının Türk Ceza Kanunu anlamında kapsamı belirlenmeden, suçun unsurları
hakkında bir değerlendirme yapabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, bu türdeki
suçların unsurlarının tespitinde, bazı teknik kavramların hukuki olarak
yorumlanması gereği ortaya çıkabilir. Bu durumlarda da, konusunda uzman hukukçu
kişilerin (gerekirse konusunda uzman teknik bilirkişi ile birlikte) bilirkişi
olarak tayin edilebileceği şüphesizdir.
Bu bakımdan, 6754 sayılı Kanun’un 3/3
maddesinde; “genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği
hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz” kuralı,
hukukçuların bilirkişilik yapamayacağı şeklinde yorumlanmamalı, bu hükümden
böyle bir sonuç çıkartılmamalıdır.
6754 sayılı Kanun’un 10. maddenin dördüncü
fıkrasında yer alan, “hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı dışında ayrı
bir uzmanlığa sahip olduğunu ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmediği
takdirde, bilirkişilik siciline ve listesine kaydedilemeyeceği” yönündeki hüküm
bu yönüyle sakıncalıdır. Çünkü bu düzenleme, belirlilik ilkesi yönünden
mahzurlar taşımaktadır. Düzenlemenin lafzı itibariyle açık ve belirlilik
ilkesine uygun olmaması sebebiyle, hukukçu kimselerin bilirkişilik yapamayacağı
şeklinde bir algılama ve yoruma yol açabilecek niteliktedir. Halbuki, yukarıda
izah ettiğimiz gibi, hukukçu kimseler de bilirkişilik yapabilir. Bu yönüyle,
getirilmek istenen ile hükmün düzenleme tarz arasında bir uyumsuzluk söz konusu
olduğu açıktır. Düzenlemenin
konuluş gayesi göz önüne alındığında, hükümde “hukuk alanı dışında” ibaresi yerine, belirlilik ve açıklık
ilkelerine uygun şekilde “temel hukuk bilgisi dışında, ayrı ve özel bir uzmanlığa
sahip olduğunu” şeklinde bir ibareye yer verilmesi gerekirdi.
Yasaların belirlilik ve açıklık ilkesine
uygun şekilde düzenlenmesi, hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Anayasanın
2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti, “… eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa'nın 2.
maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri
kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk devletinin sağlamakla
yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerekli kılar” (AYM., 07.04.2016, 2015/94, 2016/27).
6754 sayılı Kanun’un 10. maddenin dördüncü
fıkrasında yer alan, “hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı dışında ayrı
bir uzmanlığa sahip olduğunu ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını
belgelendirmediği takdirde, bilirkişilik siciline ve listesine
kaydedilemeyeceği” yönündeki hüküm, hukukçu kimselerin bilirkişilik
yapamayacağı şeklinde bir algılama ve yoruma yol açabileceğinden, yasaların
belirlilik ilkesine uygun şekilde düzenlenmesi gerekliliğine ve bu anlamda Anayasa’nın
2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Öte yandan, hükmün belirlilik ilkesine
uygun bir tarzda düzenlenmemiş olması sebebiyle, getirilen hüküm kapsamında
hukukçu kimselerin bilirkişilik yapamayacağı şeklinde bir algılama ve yorum
ortaya çıkabileceğinden, bu durum uygulamada, bireylerin hak arama hürriyetleri
yönünden bir sınırlamaya yol açacaktır.
Hak arama özgürlüğünü düzenleyen
Anayasa'nın 36. maddesiyle yargı mercilerine davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma
hakkına sahip olduğu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri
öngörmemiştir.
Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma
hakkı, temel bir haktır. Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasını ve
korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Getirilen düzenleme,
lafzı itibariyle, bireylerin tarafı oldukları davalarda, muhakemenin
sonuçlandırılması ve adil bir yargılamanın gerçekleştirilebilmesi bakımından,
uyuşmazlık konusuyla ilgili hukukçu bilirkişinin görüşünü talep etme hakkını ortadan
kaldırabilecek niteliktedir. Zira, davanın tarafları, haklılıklarını tescil
etmek, ileri sürdükleri savları desteklemek ve nihayetinde muhakemenin adil bir
şekilde sonuçlanmasına sağlamak için hukukun özel bir alanında uzman hukukçu
bilirkişinin görüşünün alınmasını muhakeme makamlarından talep ettiklerinde ve
bu talep getirilen düzenleme gerekçe gösterilerek reddedildiğinde, bilirkişilik
kurumu işlevselliğini yitirecek, Kanun ile getirilen düzenleme de amacına
ulaşamamış olacaktır. Keza yargılama makamları da, uyuşmazlığın çözümü
bakımından tali bir hukuki uyuşmazlık gündeme geldiğinde, iptali istenen
düzenleme nedeniyle, uyuşmazlığın çözümü için hukukçu bilirkişilerin görüşünü
almaktan imtina edebilecektir. Getirilen düzenleme bu şekilde yorumlanıp uygulandığında,
yargılama makamlarının yardımcısı olan bilirkişilik kurumundan beklenen fayda
sağlanamamış olacak ve yargılamanın adil bir şekilde sonuçlandırılmasına katkı
sağlanamayacaktır. Yargılamaların adil bir şekilde sonuçlandırılmasına önemli
bir engel teşkil edecek bu durum, aynı zamanda bireylerin adil yargılanma hakkı
kapsamında hak arama hürriyetlerinin ihlali anlamını da taşıyacak olması
bakımından Anayasa’nın 36. maddesine aykırılık teşkil eder, iptali gerekir.
6754 sayılı Kanun’un 10. maddesinin dördüncü
fıkrasında yer alan “hukuk alanı dışında” ibaresi Anayasa’nın 2. ve 36.
maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Anayasa Mahkemesinin 6754 sayılı Kanun’un
Anayasaya aykırı gördüğümüz maddelerinin anayasa uygunluğunu incelemesi ve
esastan karara bağlaması zaman alabilecektir. Yargı denetimi yürütme organının
hukuk devleti sınırları içinde kalmasını sağlayan en etkili araçtır. Olağanüstü
hallerde yargı denetiminin önemi daha da artmakta, devlet organlarının
işlemlerinin yargı denetimine bağlı tutulması, yasama organının Anayasanın
çizdiği sınırlar içinde kalmasını sağlamak ve temel hak ve özgürlüklerin
korunması bakımından özellikle önem taşımaktadır.
İptalini istediğimiz 6754 sayılı
Kanun hükümlerinin uygulanmasının insan haklarına saygılı demokratik hukuk
devleti ilkesine, Anayasanın üstünlüğüne ve bağlayıcılığına aykırılık oluşturan
sonradan giderilmesi olanaksız durumların ortaya çıkmasına neden olacağı ve
zararlar doğuracağı açık olduğundan, ayrıca Anayasa Mahkemesinin yapacağı
inceleme sonucunda iptal kararı vermesi durumunda bu kararının sonuçsuz
kalmaması amacıyla kararın Resmî Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğün
durdurulması istemiyle iptal davası açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
24.11.2016 tarihli ve 29898 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan, 6754 sayılı “Bilirkişilik Kanunu”nun;
1) 4. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi ile üçüncü fıkrasının
birinci cümlesinin Anayasa’nın 2., 36. ve 138. maddelerine,
2) 10. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “hukuk alanı dışında”
ibaresinin Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine,
aykırı olduklarından iptallerine ve
uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı
için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar
verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”
Esas Sayısı : 2018/4
Karar Sayısı : 2018/1
“...
Davacı vekili ibraz etmiş olduğu dava dilekçesinde özetle; müvekkil
kurum sigortalısının 19/02/2002 tarihinde, davalı ile aralarında geçen bir
kavga sırasında ateşli silahla yaralanması sonucu aynı tarihte vefat ettiğini,
müvekkil kurum tarafından müteveffa sigortalının hak sahiplerine toplam
21.047,29 TL tutarında peşin sermaye değerli gelir bağlandığını ve 60,00 TL
cenaze masrafı ödendiğini; sigortalının ölümü nedeni ile açılan Bakırköy 5.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilgili dosyası üzerinden davalının kasten adam öldürme
suçundan cezalandırılmasına karar verildiğini, kararın Yargıtay denetiminden
geçerek kesinleştiğini beyanla HMK madde 107/1 gereğince şimdilik 5.006,00 TL’nin
gelir onay ve ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsili ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıdan tahsiline karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili ibraz etmiş olduğu cevap dilekçesinde özetle; davacı
tarafından Aylık Kesme + İstirdat yapılması gerekirken, 6100 sayılı HMK ve
yerleşik Yargıtay İçtihatlarına aykırı olarak Belirsiz Alacak Davası açılmış
olduğundan reddi gerektiğini, davacının talep etmiş olduğu alacakların ancak 3.
kişilerden talep edilebilecek olduğunu, müvekkil davalının üçüncü kişi
olmadığını, bu sebeple davacı kurum tarafından yapılan peşin sermaye
değerlerinin müvekkil davalıdan talep edilemeyeceğini, davacının müvekkil
aleyhine yapmış olduğu borçlandırıcı işlemin geçersiz olduğunu, davanın
zamanaşımına uğramış olduğunu beyanla davanın reddi ile yargılama giderleri ve
vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep
etmiştir.
İTİRAZA KONU UYGULAMA
Mahkememizin iş bu yargılama dosyasında; davacı tarafın, suça konu
olayın maktulü olan sigortalı müteveffanın mirasçılarına yapmış olduğu
ödemelerden kaynaklı olarak, kusuru doğrultusunda, rucü ederek borçlu-sanıktan
alacaklarını talep ettiği; bu alacak iddialarının da hesaplama neticesinde
belirlenebilir olması sebebiyle hesap bilirkişisi görevlendirilmesine karar
verildiği; hesap bilirkişisinin de, iş ve sosyal güvenlik mevzuatının kapsamlı
ve geniş yapısından kaynaklı olarak yargıtay içtihatları ve hukuki teknik
konuların daha iyi değerlendirilebilmesi ve yargılamaya konu ceza mahkumiyeti
kararı içerisinde haksız tahrik hükümleri uygulandığı, bu hususunda hesaplamada
değişkenliğe sebebiyet verebileceği için de hukuk öğrenimi görmüş hesap
bilirkişisi olmasına karar verildiği; İstanbul Bilirkişilik Bölge Kurulunun
26/12/2017 tarihli 2018 yılı bilirkişiliğe kabul edilenleri ilan ederek
belirlediği; Bölge Kurulunun belirlediği ilan içerisinde mahkememiz
yargılamalarında hesap bilirkişisi olarak görevlendirilebilecek, daha önce
mahkememizce çalışılan hukuk öğrenimi görmüş herhangi bir kişinin bulunmadığı
görülmüş; ilgili ilanda hukuk öğrenimi görmüş kişilerin bilirkişi listesinde
yer almamasının nedeni olarak da, 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 10/4.
maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266/1. maddesinin son
cümlesindeki hükümlerinin varlığı (uygulaması) olduğu, mahkememizce
anlaşılmıştır.
Bu kanun maddelerinin varlığı, yürürlüğü sebebiyle hukuk öğrenimi
görmüş hesap bilirkişilerinin mahkememizce görevlendirilemeyeceği anlaşılarak,
ara karardan rücu edilmiştir.
Mahkememizce, hukuk öğrenimi görmüş hesap bilirkişisi görevlendirilememesi
ve Bilirkişilik Daire Başkanlığınca ayrıca iş ve sosyal güvenlik hesaplamaları
yönünden alt uzmanlık başlığı oluşturulmaması ve Bölge Kurulunun da uygulamaya
yönelik iş ve sosyal güvenlik hesaplamaları açısından bilirkişileri
belirlemediği görülerek, liste dışından görevlendirme yapılması mahkememizce
düşünülmüşse de; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268/2. maddesi ile
6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6. maddesi uyarınca, liste dışından
görevlendirilmenin, ancak yine belirlenen listenin oluşturulmasına esas
uzmanlık alanları yönünden olabileceği, Daire Başkanlığı tarafından belirlenen
uzmanlık alanı dışına çıkılamayacağı anlaşılarak görevlendirme yapılamamış ve
hesap bilirkişisi görevlendirme ara kararından da rücu edilmiştir. 6754 sayılı
Bilirkişilik Kanununun Temel İlkeler başlıklı “Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi
ile bu Sisteme entegre bilişim sistemleri veya yazılımlar vasıtasıyla
ulaşılabilen bilgiler veya çözülebilen sorunlar için bilirkişiye başvurulamaz.”
şeklindeki 3/8. maddesi mahkememizce düşünülerek, uyap sistemine entegre edilen
yargılamaya konu hesap raporunun oluşturulmasını gerektirecek herhangi bir
bilişim sistemi veya yazılımı olup olmadığı kontrol edilmiş, mahkememizce
yapılan kontrol sonrasında uyap sisteminde yargılamaya konu uyuşmazlığı çözecek
şekilde bir bilişim sistemi veya yazılımı olmadığı görülmüş; bu haliyle davacı
tarafın iddiasına konu hesaplamanın yapılması açısından fiili ve kanuni
sınırlamanın-yasaklamanın olduğu, davacı tarafın iddiasının hesaplanmasının
mümkün olmadığı ve mahkememizce serbestçe hukuk öğrenimi görmüş hesap bilirkişi
görevlendirme ve seçim hakkının kullanılamadığı tespit edilmiştir.
Yukarıda belirtilen durumların yaşanması neticesinde, aşağıdaki kanun
maddelerinin Anayasaya aykırı olduğu kanaatine varılarak, itiraz başvurusuna
gidilmiştir.
İTİRAZA KONU KANUN MADDELERİ
1) 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 10/4. maddesi; “Hukuk öğrenimi
görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu ve
birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmediği takdirde, bilirkişilik
siciline ve listesine kaydedilemez.” şeklinde düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde; hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı
dışında başka bir uzmanlığını belgelendirmesi halinde ve yine hukuk alanı dışındaki
uzmanlık alanına yönelik olarak bilirkişilik yapabileceği; hüküm kurma
yetkisinin mühnhasıran Anayasa normu olması sebebiyle hâkimlerde olduğu; çözümü
uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında bilirkişiye
başvurulmaması gerektiği; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerin hâkim
tarafından yapılması gerektiği; gereksiz yere bilirkişi atamaları yapılarak
yargılama masraflarının ve sürelerinin arttırıldığı sebepleri ile bilirkişi
kurumunu gerçek fonksiyonuna ulaştırmak ve bilirkişi adaleti kavramı ve
uygulamasını ortadan kaldırmak için, iş bu düzenlemenin getirildiği
belirtilmiştir.
Bilirkişi Yönetmeliğinin 38/4. maddesi de, yukarıda belirtilen kanun
maddesi ile aynı hükümleri içerir şekildedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266/1. maddesinin son
cümlesi; “(Ek cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler,
hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe,
bilirkişi olarak görevlendirilemez.” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen Kanun ve yönetmelik maddeleri içerisinde “ayrı bir
uzmanlık” ibaresinin yer aldığı; ancak çıkartılan bilirkişi yönetmeliğinde de
bu uzmanlığı oluşturacak belgelerin ne olduğu belirtilmemiştir.
Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığı tarafından yayınlanan
29 Kasım 2017 Tarihli Bilirkişiliğe Kabule ve Bilirkişilik Başvuru Usul ve
Esaslarına İlişkin Duyurunun Başvuru Şartları Başlığının 3. maddesi; “ Hukuk
öğrenimi görmüş kişiler EK-1 de yer alan temel ve alt uzmanlık alanlarında,
birinci maddede aranan şartları taşımak ve temel ve alt uzmanlık alanlarına
göre EK-2 de yer alan niteliklere sahip olmak kaydıyla, bilirkişilik sicili ve
bilirkişi listelerine kayıt için başvuruda bulunabilirler. ” şeklindedir.
İlgili duyuru ile Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, bilirkişi sicili ve
bilirkişi listesine kayıt olabilmesi için aranan şartlar belirtilmiştir.
İlgili duyurunun EK-2 başlıklı listesi içeriğinin incelenmesinde;
Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk alanı dışında bilirkişi sicili ve
bilirkişi listesine kayıt olabilmesi için, “ayrı bir uzmanlık” şartının, Hukuk
Eğitimi dışındaki başka bir Lisans ya da Önlisans diploması ile mümkün olacağı
belirtilmiştir.
2) 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun Temel İlkeler başlıklı 3/8.
maddesi; “Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi ile bu Sisteme entegre bilişim
sistemleri veya yazılımlar vasıtasıyla ulaşılabilen bilgiler veya çözülebilen
sorunlar için bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
3) 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6. maddesi; “Bölge kurulunun hazırladığı
listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi bulunmaması hâlinde,
diğer bölge kurulları bilirkişilik listelerinden, burada da bulunmaması
hâlinde, 10 uncu maddenin (d), (e) ve (f) bentleri hariç birinci fıkrasında yer
alan şartları taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi
görevlendirilebilir. Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge
kuruluna bildirilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
4) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268/2. maddesi; “Bölge
kurulunun hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi
bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurullarının listelerinden; burada da
bulunmaması hâlinde, Bilirkişilik Kanununun 10 uncu maddesinin (d), (e) ve (f)
bentleri hariç birinci fıkrasında yer alan şartları da taşımak kaydıyla
listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir. Listelerin dışından
görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.” şeklinde
düzenlenmiştir.
ANAYASAYA AYKIRILIK MADDELERİ
1) Bu yukarıda belirtilen düzenlemeler ışığında; Hukuk öğrenimi görmüş
kişilerin, ancak hukuk eğitimi dışındaki başka bir Lisans ya da Önlisans
diplomasına sahip olmaları halinde, bilirkişi sicili ve bilirkişi listesine
kayıt olunacağı ve hukuk alanı dışında bilirkişi olarak görevlendirilebileceği;
bilirkişilerin taşıması gereken şartlar ve görevlendirme ve seçilme usulleri
düzenlenmiştir.
- 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 10/4. maddesi,
- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266/1. maddesinin “Hukuk
öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu
belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.” şeklindeki son
cümlesi,
- 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 3/8. maddesinin “veya çözülebilen
sorunlar” şeklindeki ibaresi,
- 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6. maddesinin “uzmanlık
dalında” şeklindeki ibaresi,
- 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268/2. maddesinin “uzmanlık
dalında” şeklindeki ibaresi,
Aşağıda ayrıntıları açıklanacağı üzere,
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Cumhuriyetin
Nitelikleri başlıklı 2. maddesi olan “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” şeklindeki hükmüne;
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Yargı Yetkisi başlıklı
9. maddesi olan “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız
mahkemelerce kullanılır.” şeklindeki hükmüne;
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’ sının Kanun Önünde Eşitlik
başlıklı 10/5. maddesi olan “Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde (…) (2) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar.” şeklindeki hükmüne;
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’ sının Temel Hak ve
Hürriyetlerin Sınırlanması başlıklı 13. maddesi olan “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” şeklindeki hükmüne;
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’ sının Hak Arama Hürriyeti
başlıklı 36/1. maddesi olan “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir.” şeklindeki hükmüne;
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’ sının Çalışma Hakkı ve
Ödevi başlıklı 48. ve 49/1-2. maddesi olan “Çalışma, herkesin hakkı ve
ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını
geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek,
işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını
sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” şeklindeki hükmüne;
- 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Mahkemelerin
Bağımsızlığı başlıklı 138/1 ve 2. maddesi olan “Hakimler, görevlerinde
bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine
göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” şeklindeki hükmüne AYKIRILIK TEŞKİL
ETMEKTE ve İPTALLERİ GEREKMEKTEDİR.
2) Aykırılık itirazlarından önce; mahkememiz ve diğer ihtisas hukuk
mahkemeleri yargılamaları ve hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, hukuk
yargılamalarındaki bilirkişiliği hakkında açıklama yapmak gerekirse;
Günümüzde, hukuk eğitiminin kendisi, tek başına bir ‘uzmanlık alanı’dır.
Özellikle Özel Hukuk ve Kamu Hukukunun alt başlıklarında yer alan ve kendine
özgü kuralları ve yargılama usulleri olan hukuk dalları bizatihi özel uzmanlık
alanlarıdır. Hukuk Fakültelerinde her dersin öğretim üyesi; o derse ilişkin
hukuk dalında yüksek lisans, doktora eğitimini tamamlayıp, akademik titre sahip
olmakta ve eğitimini aldığı hukuk dalında ders vermekte, bu dalın uzmanı
sayılmaktadır. Bu durumun da gösterdiği gibi; hukuk eğitimi daha üniversite
yıllarından itibaren ayrılmakta ve farklı farklı uzmanlık alanlarına
bölünmektedir. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, belirtilen bu uzmanlık alanlarına
ilişkin üniversite yıllarında temel eğitimlerini almakta olup; meslek hayatları
içinde kendilerini geliştirerek temel eğitimlerini, uzmanlık alanlarına
dönüştürmektedirler.
Mahkememiz nezdinde anlatmak gerekirse de; Ülkemizde son 20 yıl
içerisindeki İş ve Sosyal Güvenlik Hukukundan kaynaklı yargılamaların sayısının
artması ve yargılamanın mahiyetinin ve öneminin özel bir uzmanlığı
gerektirmesi, Yargıtay Hukuk Dairelerine gelen dosya sayısının yaklaşık %40’ının
iş yargılamalarından kaynaklı olması sebepleriyle İş Mahkemesi şeklinde ihtisas
mahkemelerinin ihdas edildiği; İş Mahkemeleri içerisinde de, bireysel işçilik
alacakları ile ilgili uyuşmazlıklarda ve Sosyal Güvenlik hakları ile ilgili
uyuşmazlıklarda yetkili İş Mahkemeleri şeklinde de ayrımlara gidilmiştir. Bu
düzenlemelerden de anlaşıldığı üzere, İş Mahkemeleri uzmanlık gerektiren özel
ihtisas mahkemeleridir. Bunun yanı sıra, diğer ihtisas mahkemeleri (İcra, Aile,
Ticaret, Tüketici, Fikri Sinai) de, uzmanlık gerektiren özel mahkemelerdir.
Ayrıca, Yargıtay’ın da kendi içerisinde; ihtisaslaşma ile farklı
farklı yargılama konularına bakan daireler şeklinde örgütlendiği, bu durumun da
yapılan yargılamaların uzmanlık gerektirmesinden kaynaklandığı; aksi takdirde,
her dairenin her türlü uyuşmazlığa bakması halinin oluşacağı; bu durumun
uzmanlaşmama, içtihat birliğinin oluşturulamaması ve hukuki güvenirlilik
ilkesinin zedelenmesi sonuçlarını da doğuracağı açıktır.
İş Mahkemelerinde görevlendirilen hakimler; yıllar içerisinde, içerik
olarak birbirinden farklı binlerce dava görüp, iş yargılamalarında
uzmanlaşmakta ve ayrıca Türkiye Adalet Akademisi, Yargıtay ve Hakimler ve
Savcılar Kurulu tarafından değişik zamanlarda meslek içi eğitimlere alınarak,
uzmanlıklarını geliştirmektedirler.
Bilirkişiler yönünden ise; yıllarca iş ve sosyal güvenlik yargılaması
içerisinde yer alan, iş ve sosyal güvenlik hukuku alanında görev yapan serbest
veya kamu çalışanları arasından seçildikleri; öncelikle hukukçu, hukukçunun
uzmanlık alanının dışında spesifik mali konuların bulunması halinde de (Defter
ve Belge İncelemesi vb.) mali müşavir ya da muhasebe işlemlerinden anlayan
başka kişilerin görevlendirildiği görülmektedir.
Bilirkişi olarak, Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin
görevlendirilmesinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266/1/1. ve 2.
cümledeki “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren
hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin
oy ve görüşünün alınmasına karar verir. (Değişik cümle: 3/11/2016-6754/49 md.)
Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî
bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”
şeklindeki hükmüne ve 279/4. “Bilirkişi, raporunda ve sözlü açıklamaları
sırasında çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar
dışında açıklama yapamaz; hâkim tarafından yapılması gereken hukuki
nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.” şeklindeki hükmüne aykırı olduğu
şeklindeki gerekçeler ile yasaklayıcı-sınırlayıcı kanuni düzenlemeler
yapılmışsa da, bu şekilde bir görevlendirmenin aslında herhangi bir hükme
aykırılık teşkil etmediği açıktır. Şöyle ki;
İş ve Sosyal Güvenlik Mahkemelerinde hesap bilirkişiliği yapan hukuk
öğrenimi görmüş kişilerin, hesap raporlarında; muhasebesel bir inceleme
yaparken, iş ve sosyal güvenlik mevzuatının kapsamlı ve geniş yapısından
kaynaklı olarak yargıtay içtihatları ve hukuki teknik konuları değerlendirilip
(zamanaşımı ve hakdüşürücü süre vb.) rapor sundukları bilinmektedir. Daha
doğrusu, işin gerekliliğinden kaynaklı olarak hesap raporu sunulabilmesi için,
iş hukukunun doktrinsel ve içtihatsal özel bilgilerine sahip olmak bir
zorunluluktur. Sunulan raporlarda, dosya içerisindeki başka delillerden (Tanık,
emsal ücret araştırması vb.) belli başlı kabuller yapılarak, bir
değerlendirme(örneğin ihtilaflı ücret - hizmet süresi gibi) ve sonuca
varılmaktadır. Bu tür kabullerin yapılması da, mevzuatsal ve içtihatsal bilgi
neticesinde oluşan değerlendirmeyi barındırmaktadır. Bu değerlendirmeler
yapılmadan, hüküm kurmaya yeter düzeyde bir raporun ortaya çıkması mümkün
değildir.
Mahkemelerimizde bilirkişi olarak görev alan hukuk öğrenimi görmüş
kişilerin, raporlarında yapmış oldukları kabul ve analizler, hesap raporuna
ilişkin neticenin ortaya çıkmasına yöneliktir. Ayrıca bu kabul ve analizler,
hakimler tarafından raporun mevzuata ve içtihatlara uygun düzenlenip
düzenlenmediğinin kontrolünün yapılması noktasında da önem arz etmektedir.
Bu bilirkişiler; talep ve savunmaları yargılama sırasında toparlayıp,
hakimin hükmünü oluşturabileceği şekilde, yargılamaya uygun hal aldırılarak rapor
sunmaktadırlar. Açıkçası, hukuk öğrenimi görmüş bilirkişilerin sunmuş olduğu
raporlar; davacı/davacı vekili, davalı/davalı vekili ve hakimin anlayacağı
hukuk dilinde yazılmış raporlardır. Yüksek Yargıtay’ ın, hukuk öğrenimi görmüş
kişilerin bilirkişi olarak yargılama dosyalarında görevlendirilmesini de, bir
çok kararında yerleşik içtihatları ile belirttiği de bilinmektedir.
Yukarıda anlatıldığı üzere eğitimi ve yargılaması özel ve teknik
uzmanlığı gerektiren bir mahkemenin, 6100 sayılı HMK bağlamında delil olarak
sayılan bilirkişisinin de, uzman olması gerekmektedir. Bu durumda ancak,
yukarıda sebepleri belirtildiği üzere asıl olarak hukuk öğrenimi görmüş; arızi
olarak, hukuk öğrenimi dışında eğitim almış kişilerce, kendilerini iş hukuku
dalında yetiştirmeleri ve iş yargılamalarında yer almaları ile mümkündür.
Bilirkişi olarak görev alan hukuk öğrenimi görmüş kişilerin,
yargılamaların içinde başka sıfatlarla (Avukat ve Arabulucu gibi) da yer aldığı
değerlendirilerek; hakların zayi olmaması, yargılama süresinin uzamaması, ek
veya başka raporlara sebebiyet verilmemesi, tarafların fazladan yargılama
giderine mahkum olmaması, işin ehli olmayan ve hukuk eğitimi dışında başka bir
eğitime sahip bilirkişiler tarafından verilecek raporların hüküm kurmaya
yeterli olmama ihtimali, adil yargılanma hakkının korunması ve hukukun ancak
hukukçular eliyle geliştirilmesi mümkün ve elzem olmasından da, hukuk öğrenimi
görmüş hesap bilirkişilerinin varlığı önem arz etmektedir.
Kanunun gerekçesinde belirtildiği üzere, bilirkişi adaleti kavramı ve
uygulamasını ortadan kaldırmak amacıyla yasaklayıcı-sınırlayıcı kanuni
düzenleme yapılmışsa da, bu tespitin aslında tam anlamıyla gerçeği yansıtmayıp,
uygulamadan uzak olduğu; mahkemelerin salt bilirkişi raporlarına göre hüküm
kurmadıkları; yargılama sırasında tarafların delillerinin toplanıp,
tanıklarının yargılamaya konu taleplere yönelik olarak mahkeme hakimi
tarafından gözlemlenerek dinlendiği; bu işlemlerden sonra bilirkişiye dosyadaki
talepler yönünden hesaplama yapılması için dosyanın tevdi edildiği; raporun
sunulması sonrasında, bilirkişi raporlarının taraflara tebliğe çıkarıldığı,
taraflarca raporda gördükleri aykırılıklara itirazda bulunulduğu, mahkeme
hakimi tarafından itirazlara değer verilip ek rapor aldırıldığı, ek raporun da
tarafların itirazı olup olupmadığı noktasında yine tebliğe çıkarılmasının
mevzuatsal bir zorunluluk olduğu; yani bilirkişi raporu delilinin yargılama
sırasında bir süreç içerisinde oluştuğu; bu süreç neticesinde hakim nezdinde
dava dilekçesi, cevap dilekçesi, toplanan deliller, taraf-tanık beyanları, usul
kuralları, bilirkişi raporu ve itiraz dilekçeleri sentezlenip bir hükme
varıldığı ve ayrıca bilirkişi raporlarına aykırı veya değiştirilmiş şekilde
hükümlerin de, yargılama sırasında oluştuğu da bilinmektedir.
Yargılamaların salt bilirkişi raporundan oluştuğu şeklindeki yanlış
algının, yine bilirkişi adaleti kavramı altında başka bir yanlış kavramı
doğurduğu; bilirkişi raporunun öncesindeki ve sonrasındaki yargılama
aşamalarının, hükmün oluşmasında büyük bir etkisinin bulunmasına rağmen, sanki
etkisiz bir aşamaymış gibi bir sonuç çıkartıldığı görülmektedir.
Ayrıca, verilen hükümlerin başka hakimlerin gözüyle de İstinaf ve
Yargıtay incelemesine tabi olduğu; bu kanun yollarından geçtikten sonra, hukuka
uygun olması halinde onandığı, hukuka aykırı olması halinde de bozulduğu
bilinmektedir.
Yargılamaların salt bilirkişi raporuna göre oluştuğu şeklindeki
algının, yanlış olduğunun bir başka örneği de; İstinaf Mahkemelerince yeniden
hüküm kurulması ve Yargıtay Dairelerince bozma kararları verilmesidir. Salt
bilirkişi raporuna göre hüküm kurulsaydı ve bilirkişi adaleti ile yargılama
sonlandırılsaydı, yeniden hüküm kurulması ve bozma kararları verilmesi mümkün
olmayıp, üst dereceli mahkemelerce onay makamı şeklinde tasdik yapılması
gerekirdi.
Ayrıca tüm hakimlere yönelik olarak; tüm dosya içeriğindeki
yargılamaya konu usul veya esasa teşkil edecek iddia veya beyanları ele
almadan, salt bilirkişi raporuna göre hüküm verdiği; aslında hükmü hakim değil
de, bilirkişinin verdiği şeklindeki yanlış değerlendirme; binlerce derdest
dosya ile iş yükü altında ezilen yerel mahkeme hakimlerine, denetim yapan
istinaf mahkemesi hakimlerine ve Yargıtay Üye ve Daire Başkanlarına karşı da,
empati ve sağduyu içermeyen bir yaklaşımdır.
ANAYASAYA AYKIRILIK İTİRAZLARI
1) 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 10/4. maddesi ve 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266/1-son cümlesi yönünden değerlendirme;
a) Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti insan haklarına
saygılı olan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri
hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan devlettir.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun, hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği
olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “elverişlilik”,
“gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik” getirilen kuralın ulaşılmak istenen amaç için
elverişli olmasını, “gereklilik” getirilen kuralın ulaşılmak istenen amaç
bakımından gerekli olmasını, “orantılılık” ise getirilen kural ile
ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir
kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında
da “ölçülülük ilkesi” gereğince makul bir dengenin bulunması
zorunludur.
Kanunun gerekçesinde ulaşılmak istenen amaçlara; hukuk öğrenimi görmüş
kişilerin, hukuk alanı dışında bilirkişi olarak görevlendirilmesi, hukuk alanı
dışına çıkartılması halinde ulaşılacağı kastının, orantılılık ve ölçülülük
ilkeleri ile bağdaşmadığı; gerekçede ulaşılmak istenen amaçların bu yasak ile
çözülemeyeceği; hakimlerin hukuki görüş almasının engelleme yolunun, bir meslek
grubunun yok sayılması olmadığı; salt hukuki görüş alınması yönünde kanuna
aykırı bilirkişi görevlendirilmesi yapılması halinde, idari yaptırımlar ile bu
durumun engellenebileceği ve ayrıca kanunun gerekçesindeki ulaşılmak istenen
amaçların bu hal ile de gerçekleşebileceği; 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun
37. maddesi ile de 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunun 63. maddesine, Bilirkişi
seçimi ve görevlendirmesi sırasında kanunlarla belirlenen kurallara uyulmaması
halinde uyarma cezası ile cezalandırılacağı düzenlemesinin getirildiği; bu
düzenlemenin kamu yararına, hukuk devleti(orantılılık - ölçülülük) ilkesine ve
kanunun gerekçesine daha uygun olduğu da ortadadır.
- Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel
gereklerinden biri de hiç kuşkusuz kazanılmış haklara saygı
gösterilmesidir. Kazanılmış haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir
sonucu olup, hukukun genel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kazanılmış hak,
özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli
nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel
hakkın korunmasıdır. Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın,
yeni kanundan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen
elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan,
kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır.
Bir meslek grubuna yönelik fiili kanuni yasaklama-sınırlama şeklindeki
yukarıdaki düzenlemeler, kazanılmış hak ilkesini de ihlal etmektedir. Bu kanuni
düzenleme öncesinde, yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen
elde edilmiş olan bilirkişilik hakkı-mesleği, yokmuş sayılarak bir düzenleme
yapılmıştır. 2017 yılı ve öncesinde bilirkişi listelerine hukuk
yargılamalarındaki hesap bilirkişiliği alanında yazılan veya yazılmaya hak
kazanan, tüm hukuk öğrenimi görmüş kişilerin kazanılmış hakları ihlal
edilmiştir.
- Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde çalışma hürriyeti ve hakkı
güvence altına alınmıştır. Şüphesiz anılan maddelerle güvence altına alınan
hürriyet ve hak, sadece kişilerin özel sektördeki çalışmalarını değil kamudaki
çalışmalarını da kapsamaktadır.
Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin, bilirkişi sicili ve bilirkişi
listesine kayıt olabilmesi için, “ayrı bir uzmanlık” şartı olarak, hukuk
eğitimi dışındaki başka bir lisans ya da önlisans diplomasına sahip olmasına
şart kılınması halinin, pratikte gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü, zor ama
varlığı güç veren bir eğitim olan hukuk eğitimini alıp, meslek hayatına
başlayan bir kişinin, hukuk alanı dışında başka bir diplomaya sahip olması ya
da buna gerek duyması istisnai bir durumdur. Ülkemizin ekonomik durumu ve refah
seviyesi düşünüldüğünde; insanlar tek bir üniversiteden mezun olup, iş hayatına
başlayıp hemen geçimlerini sağlamaya çalışmakta ve toplumda sosyal statü elde
etmeye çabalamaktadırlar. Hukuk Fakültesi gibi, varlığı birçok meslek yönünden
tek başına yeterli kabul edilen bir lisans eğitiminin; ayrıca yanında, farklı
bir lisans ya da önlisans mezuniyeti istenmesi şartı, ülke gerçekleri,
toplumsal yapı ve hukuk eğitiminin içeriği ile de örtüşmemektedir.
Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin alternatif çözüm yolları olan
arabulucuk veya uzlaştırmacı gibi müesseselerde yer almaları teşvik
edilip(Arabulucu, sadece hukuk öğrenimi görmüş kişilerden olmakta.),
istenmesine rağmen; asıl yargılama içerisinde yer alan bilirkişilik müessesinde
yer verilmemesi de, çelişkili bir haldir.
Ülkemizde hakimlik, avukatlık, noterlik gibi hukuk fakültesi
mezunlarının yapmış olduğu herhangi bir işi yapmayıp, sadece bilirkişilik yapan
hukuk öğrenimi görmüş kişilerin varlığı azımsanmayacak kadar çoktur. Bu kişiler
geçimlerini, bu yolla sağlamaktadırlar. Bu kişilere yönelik, kanuni
yasaklama-sınırlama ekonomik olarak mahvolmaları sonucu ile onları karşı
karşıya bırakacaktır. Bu durum da, hukuk devletlerinde, herhangi bir kanuni
uygulamanın sonucu olarak da kabul edilebilecek bir şey değildir.
Yukarıda açıklanan sebepler ve ülkemizdeki hukuk fakültesinden mezun
olan kişilerin sayısı ve toplumsal bir sorun olarak varlığını sürdüren işssiz
hukuk fakültesi mezunları gerçeği karşısında; 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu
ile meslek olduğu belirtilen bilirkişilik müessesinin, hukukçulara yönelik
kanuni uygulamalar ile fiilen yasaklanması hali, Anayasının 49 . maddesinde
düzenlenen, devletin işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak
yükümlülüğünün de ihlali anlamına gelmektedir.
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca çalışma hürriyeti; demokratik bir
toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca bu sınırlama; hakkın
özüne dokunamayacağı gibi, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Bu sebeplerle belirlilik, kamu yararı, orantılılık ve ölçülülük
ilkeleri ile bağdaşmayan, bir meslek grubunu yok sayan ve bu gruba yönelik
fiili kanuni yasaklama-sınırlama getiren, hakkın varlığını-özünü etkileyen;
toplum düzeninin gereklerine, çalışma hak ve ödevine aykırı ve kazanılmış
hakları ihlal eder şekildeki yukarıdaki kanuni düzenlemeler, Anayasanın 2.,
13., 48. ve 49. maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
b) Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi; hukuksal
durumları aynı olanlar arasında, hukuksal eşitliği öngörmüştür. Eşitlik
ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara aynı
kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır.
Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin; hukuk fakültesi diplomasına sahip
olmalarına, hukuk biliminin alt uzmanlık dalı olan İş Hukuku yargılamalarına
Avukat veya Arabulucu sıfatları ile katılıp, tecrübelenip ve uzmanlaşmış
olmalarına rağmen; Hukuk öğrenimi görmemiş, farklı bir alanda diploması olan,
İş Hukuku yargılamalarında herhangi bir sıfatla yer almayan kişilerden geri
plana itilip, bilirkişilik yapması engellenmektedir.
Bu sebeplerle hukukçuların, İş Hukuku yargılamaları için gerekli ve
daha fazla niteliğe sahip olmalarına rağmen, uzmanlık yönünden daha eksik
meslek ve kişi gruplarından geri plana bırakılması; diğer meslek gruplarının
lisans eğitimleri tek başına bilirkişilik için yeterli sayılırken, hukuk
öğrenimi görmüş kişilerin lisans eğitimlerinin sayılmaması şeklindeki
yukarıdaki kanuni düzenlemeler, Anayasanın 10. maddesine aykırılık teşkil
etmektedir.
c) Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.” denilerek, yargı mercilerine davacı ve davalı olarak
başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma
hakkı güvence altına alınmıştır.
İş Mahkemesi yargılamalarının yukarıda anlatıldığı üzere teknik
niteliği sebebiyle davacı taraflarca alacaklarının hesaplanması noktasında, iş
ve sosyal güvenlik mevzuatının kapsamlı ve geniş yapısından kaynaklı olarak
yargıtay içtihatları ve hukuki teknik konuların değerlendirilip bir rapor
sunulması gerçeği karşısında; haklarının zayi olmaması, yargılama süresinin
uzamaması, ek veya başka raporlara sebebiyet verilmemesi, her ihtimalin
değerlendirilmesi ve yargılamaya vakıf bir gözce de değerlendirilme yapılarak
rapor sunulması için hukuk öğrenimi görmüş kişilerin hesap bilirkişisi olarak
görevlendirilmesi ve rapor sunması talep edebilme hakkının, kanunun bu
yasaklayıcı maddeleri sebebiyle ortadan kaldırıldığı; davacı tarafça
iddiasının, meşru iddia araçları ile serbest bir şekilde ortaya konulamadığı ve
tartışılamadığı bir durumun oluştuğu, bu haliyle de adil yargılanma ilkesine
aykırı bir yargılamanın ortaya çıkacağı aşikardır.
Açıklanan sebeplerin davalı taraflar yönünden de geçerli olduğu;
savunmanın, meşru savunma araçları ile serbest bir şekilde ortaya konulamadığı
ve tartışılamadığı bir yargılamanın da oluşacağı bir gerçektir.
Bu sebeplerle tarafların meşru iddia/savunma araçları ile serbest bir
şekilde delillerinin tartışılma haklarının elinden alındığı yukarıdaki kanuni
düzenlemeler, Anayasanın 36. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
d) Bilirkişi delili; görevlendirilmesi ve seçimi noktasında Türk
Hukukunda, yargılama faaliyetidir. Yargılama yetkisi de, Türk Milleti adına
bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılmaktadır. Yargılamayı yürüten ve
yargılamanın neticelenmesi için, Anayasanın 141/4. maddesi uyarınca mümkün olan
süratle hareket eden mahkeme hakimi, yargılamanın mahiyetine göre hükmün
oluşmasına en çok gerekli olduğuna inandığı bilirkişiyi görevlendirme yetkisine
serbestçe sahip olmalıdır. Bu yetkisi, bağımsızlığının bir neticesi
niteliğindedir. Bu yetkisinin sınırlandırılması, tek elden yürütülmesi,
bağımsızlık ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Karşılaştırmalı hukuk açısından değerlendirme yapıldığında da; Alman
Hukuk Muhakemeleri Kanunun Sachverständigenauswahl (Bilirkişilerin Seçimi)
başlıklı 404/1. maddesi, “ Die Auswahl der zuzuziehenden Sachverständigen und
die Bestimmung ihrer Anzahlerfolgt durch dasProzessgericht.(Görevlendirilecek
bilirkişileri ve sayılarını o davaya bakan mahkeme belirler.) ” şeklindedir.
Türk ve Alman hukukunda da; Bilirkişi seçimi ve görevlendirilmesinin,
yargılama faaliyeti olduğu kanuni düzenlemelerden anlaşılmaktadır.
Bu sebeplerle mahkeme hakiminin serbestçe bilirkişi görevlendirme ve
seçim hakkının elinden alındığı, bir meslek grubuna yönelik fiili kanuni
yasaklama-sınırlama şeklindeki kanuni düzenlemeler, Anayasanın 9. ve 138.
maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
2) 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 3/8. maddesinin “veya
çözülebilen sorunlar” şeklindeki ibaresi,
Bilirkişi delili, hukuk yargılamasının bir safahati olan tahkikat
aşamasındaki, tarafların iddia ve savunmalarının tartışıldığı en önemli
delillerden bir tanesidir.
Adalet Bakanlığı Bilirkişilik Daire Başkanlığı tarafından yayınlanan
29 Kasım 2017 Tarihli Bilirkişiliğe Kabule ve Bilirkişilik Başvuru Usul ve
Esaslarına İlişkin Duyurusunun ekinde, bilirkişiye başvurulabilecek temel ve
alt uzmanlık alanları belirlenmiştir. Bu temel ve alt uzmanlık alanları
içerisinde; Muhasebe temel uzmanlık alanının belirtildiği, ancak İş ve Sosyal
Güvenlik hesaplamaları ya da yargılama sırasında hesap raporu gerektirir (İcra
- iflas, Aile, Kat Mülkiyeti, Ticaret, Tüketici veya uygulama ile oluşan başka
alacak hesaplamaları vb.) diğer hesaplamalar için alt uzmanlık alanı
oluşturulmadığı görülmüştür. Belirlenen bu uzmanlık alanlarının tahdidi olduğu,
bilirkişilerin temel ve alt uzmanlık alanlarına göre bilirkişilik listesine
kayıt edileceği hususu da, bilirkişilik yasal şartları arasında belirtilmiştir.
Yukarıda belirtilen yasal düzenleme ve yapılan ilan içeriği ile özel
uzmanlık gerektiren mahkememiz yargılamalarında alınan hesap raporlarının,
hakimler tarafından bizzat hesaplanmasının kanun koyucu tarafından hedeflendiği
anlaşılmaktadır.
İş yoğunlugu ve dosya sayıları bir yana olmakla, 6100 sayılı HMK’ nın ‘İspat
ve Deliller’e yönelik dördüncü kısmının, ‘Bilirkişi İncelemesi’ başlıklı
beşinci bölümünün, 266. vd. maddelerinde bilirkişilik müessesinin düzenlendiği;
hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün
olmayan, çözümü özel ve/veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan en
az birinin talebi üzerine yahut hâkim tarafından kendiliğinden, esasa etkili
maddî olgu ve olayın değerlendirilmesi ve/veya tespitiyle ilgili olmak üzere,
hüküm tesis ederken, hâkime yardımcı olmak amacıyla, oy ve görüşüne başvurulan ‘uzman’
kişi ya da kişileri; bilirkişilik müessesesi de, bu kişi ya da kişilerin
yürüttüğü faaliyet ile faaliyet sonucunda mahkemeye sunulan ‘bilirkişi raporu’nu
ifade ettiği anlaşılmaktadır. Kanuni düzenlemesinden de anlaşıldığı üzere; mahkememiz
yargılamalarındaki hesap raporları, yukarıdaki başlıklar içerisinde sebepleri
anlatıldığı üzere, çözümü özel bilgiyi gerektiren raporlardır ve bunun içinde
hesap bilirkişilerinin görevlendirilmesi gerekmektedir.
Yargılamanın bir sujesi olan Hakimin de; yargılamayı yürüten, hüküm
veren kişi olduğu, bilirkişi olmadığı ve bu sebeple de tarafların ispat aracı
olan bilirkişi delili neticesinde ortaya çıkacak raporu da, hazırlamasının
kanunen de mümkün olmadığı ve ayrıca hakimin tarafların delilinin yaratılması
için zorlanamayacağı da anayasal bir hükümdür.
Bilirkişi raporu sayesinde taraflar, mahkemenin hükmünün muhtemelen
hangi hukuki değerlendirme esas alınarak verileceğine dair, üzerinde düşünüp,
tartışabilecekleri; neden yanlış veya doğru bulduklarını anlatabilecekleri bir
zeminden haberdar olabilmekte, itirazlarını sunabilmekte ve hukuki dinlenme
haklarını kullanabilmektedirler. Aksi bir durum, bu hakkın ihlali sonucunu da
doğuracaktır.
Ayrıca, uyap sistemine entegre edilmiş yazılımlar kullanılarak ortaya
çıkarılacak raporlar; henüz hüküm verilmeden, mahkeme hakiminin kabulleri ile
ortaya çıkacağından, ihsası rey ve sonucunda hakimin reddi itirazları ile
karşılaşmaya da sebebiyet verecektir. Bu sebeple entegre edilen veya edilecek
yazılımların, ancak var olan raporların denetlenmesi amacıyla hakimin işini
kolaylaştıracak mahiyette kullanılmasının, uygulama açısından daha yararlı
olacağı bir gerçektir.
İhtisaslaşmanın bulunmadığı, uzman bilirkişilerin yer almadığı, her
türlü hukuki uyuşmazlığa tek bir mahkeme çatısı altında bakılan; ülkemizin son
döneminde yaşanan terör olaylarının neticesinde, yargı camiasında oluşan
mesleki tecrübe eksikliğinin yaşandığı mahkemelerde görev alan hakimlerin;
yıllık bakılacak dosya sayısı sınırlanmadan, ülke gerçekleri ve halihazırdaki
usul kuralları ile uyuşmayan, alt yapısı oluşturulmadan hayata geçirilen bu
düzenleme karşısında ve terfi kaygısı altında, var olan dosyalarının yargılama
sürelerinin artacağı; hukuk öğrenimi görmüş bilirkişilerin varlığının sorun
olarak addedilmesinden daha öncelikli ve elzem problemlerin olduğu
büyükşehirlerdeki, binlerce derdest dosya ile iş yükü altında olan ve müstemir
yetkileri uzmanlaşmadan sürekli değişen ihtisas yerel mahkeme hakimlerinin de,
dosyalarda hesaplar yapmaları sebebiyle iş yükünün, dosya sayılarının ve
yargılama sürelerinin adil yargılanma(makul sürede yargılanma) haklarını ihlal
edecek düzeyde, daha da artacağı gün gibi ortadadır.
Bu sebeplerle mahkeme hakiminin hukuk devletinin gereği olarak,
serbestçe bilirkişi görevlendirme ve seçim hakkının elinden alınarak, uyap
sistemindeki yazılımları kullanarak ya da kullanmadan da delil
yaratmasına(hesap yapmasına) zorlanması; bu zorlamanın da, bağımsızlık
ilkesinin ihlali anlamına gelmesi ve tarafların hukuki dinlenilme, makul sürede
yargılanma haklarının da ortadan kaldırılmasına sebebiyet vereceği görülerek;
yukarıdaki kanuni düzenleme, Anayasanın 2., 9., 36. ve 138. maddelerine
aykırılık teşkil etmektedir.
3) 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268/2. maddesinin ve 6754
sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6. maddesinin “uzmanlık dalında” şeklindeki
ibareleri,
6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 6/2-a,b maddeleri uyarınca,
Bilirkişilik Daire Başkanlığına, bilirkişilik hizmetlerine ilişkin temel ve alt
uzmanlık alanlarını tespit etmek ve temel ve alt uzmanlık alanlarına göre
bilirkişilerin sahip olması gereken nitelikleri belirlemek yetkileri
verilmiştir. Bilirkişilik müessesinin uzmanlaştırılması yönünden verilen bu
düzenleyici mahiyetteki yetkiler, kanunun varlık amacı ile uygun mahiyettedir.
Ayrıca, 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun Bilirkişiliğe Kabul
Şartlarını düzenleyen 10/1-ğ maddesine göre de; bilirkişi olabilmek için,
bilirkişilik temel ve alt uzmanlık alanlarına göre belirlenen yeterlilik
koşullarını taşımak gerekmektedir. Belirlenen bu uzmanlık alanlarının da
tahdidi olduğu; bilirkişilerin, temel ve alt uzmanlık alanlarına göre
bilirkişilik listesine kayıt edileceği de hüküm altına alınmıştır.
6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun, yukarıdaki hükümler neticesinde
oluşan temel ve alt uzmanlık alanlarının, düzenleyici - tahdidiliği
niteliğinin; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268/2. maddesinin ve
6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6. Maddesinin içeriğindeki “uzmanlık
dalında” şeklindeki ibarelerinin varlığı ile düzenleyici mahiyetinden
çıkarılıp, anayasal yargı yetkisini de barındıran bir hal aldığı
görülmektedir.
Şöyle ki;
İlgili maddelerin amacı; bilirkişilik listesinde mahkeme tarafından
görevlendirilebilecek bilirkişi bulunmaması halinde, listenin dışından
görevlendirme yapılmasıdır.
Ancak, kanun maddesi içeriğinde mahkeme hakiminin serbestçe seçim
yetkisinin sınırlandırıldığı; liste dışından seçilecek bilirkişinin de yine
tahdidi olarak belirlenen uzmanlık alanlarına yönelik olarak seçilebileceği,
uzmanlık alanları dışında görevlendirme yapılamayacağı şeklindedir. Yani seçim
yetkisi; bilirkişilik alanına yönelik olmayıp, bilirkişinin şahsına yönelik
olarak belirlenmiş ve sınırlandırılmıştır.
Eski kanuni düzenleme içeriğinde, bu şekilde sınırlandırma bulunmamaktaydı.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Bilirkişi delili; görevlendirilmesi ve
seçimi noktasında Türk Hukukunda, yargılama faaliyetidir. Yargılama yetkisi de,
Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılmaktadır.
Yargılamayı yürüten ve yargılamanın neticelenmesi için, Anayasanın 141/4.
maddesi uyarınca mümkün olan süratle hareket eden mahkeme hakimi, yargılamanın
mahiyetine göre hükmün oluşmasına en çok gerekli olduğuna inandığı bilirkişiyi,
bilirkişilik listesi ve sicili dışından, herhangi bir bilirkişilik alanı ile
sınırlamaya tabi olmaksızın görevlendirme yetkisine serbestçe sahip olmalıdır.
Bu yetkisi, bağımsızlığının bir neticesi niteliğindedir. Bu yetkisinin
sınırlandırılması, tek elden yürütülmesi, bağımsızlık ilkesinin ihlali anlamına
gelmektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 268/2. maddesinin ve 6754
sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6. maddesinin; “Kanununun 10 uncu maddesinin
(d), (e) ve (f) bentleri hariç birinci fıkrasında yer alan şartları da taşımak
kaydıyla” şeklindeki hükümleri dolayısıyla ayrıca liste dışı görevlendirme
yapılabilmesi için, kanunda belirtilen 3 şart hariç diğer şartların varlığı
gerekmektedir. Bu şartların arasında, 10/1-ğ maddesindeki; “bilirkişilik temel
ve alt uzmanlık alanlarına göre belirlenen yeterlilik koşullarını taşımak”
şartı da yer almaktadır. Ancak yukarıda belirtilen, “uzmanlık dalında”
şeklindeki kanuni ibarelerin iptali edilmesi halinde, 10/1-ğ maddesindeki şart
da, uzmanlık alanı dışında atama yapılabileceğinden, belirlenen uzmanlık
alanları dışındaki atamalara yönelik de herhangi bir yeterlilik koşulu
belirlenip, bulunmayacağından; zımni olarak aranmayacak ve dayanaksız
kalacaktır.
Yukarıdaki sebeplerle mahkeme hakiminin hukuk devletinin gereği
olarak, bilirkişilik listesi ve sicili dışından, herhangi bir bilirkişilik
alanı ile sınırlamaya tabi olmaksızın serbestçe bilirkişi görevlendirme ve
seçim hakkının, ölçülülük ilkesi ile bağdaşmayan bir şekilde elinden alınması;
bu durumun da, bağımsızlık ilkesinin ihlali anlamına gelmesi ve temel - alt
uzmanlık alanlarını ve bu alanlara yönelik yeterlilik koşullarını düzenleyen
hükümlerin, düzenleyicilik varlığını da aşar nitelikte, anayasal yargı
yetkisini de barındıran bir yetkiyi içermesi şeklindeki yukarıdaki kanuni
düzenleme, Anayasanın 2., 9. ve 138. maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
Yukarıdaki nedenlerle;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-) 2709 sayılı 1982 Anayasası’nın 2., 9., 10., 13., 36., 48., 49. ve
138. maddelerine aykırılık teşkil eden; 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun
10/4. maddesinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266/1. maddesinin
“Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip
olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.” şeklindeki
son cümlesinin, 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 3/8. maddesinin “veya
çözülebilen sorunlar” şeklindeki ibaresinin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanununun 268/2. maddesinin ve 6754 sayılı Bilirkişilik Kanununun 12/6.
Maddesinin “uzmanlık dalında” şeklindeki ibarelerinin iptali için 2709 sayılı
1982 Anayasası’nın 152. maddesi gereğince ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASINA,
2) Anayasaya açıkça aykırılığı hususunda, güçlü belirtilerin
bulunduğu; yürürlüğünün başlaması ile hukuk yargılamalarında uygulanmalardan
doğacak, sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi
için esas hakkında karar verilinceye kadar, yukarıdaki kanun maddelerinin;
mahkemelerin devir işlemlerini yapması sebebiyle genellikle ocak ayı içerisinde
duruşma koymamaları durumu ve Bilirkişilik listesine yazılma talepleri
26/12/2017 tarihinde reddedilen kişilerin 30 günlük itiraz sürelerinin olması,
bu haliyle de itirazların 26/01/2018 tarihi itibari ile karara bağlanmaya
başlanacağı hususu göz önüne alınarak, ÖNCELİKLE-ACİLEN YÜRÜRLÜKLERİNİN
DURDURULMASI HAKKINDA KARAR VERİLMESİ,
3-) Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davanın GERİ
BIRAKILMASINA,
4-) Anayasaya aykırılığın değerlendirilmesi için dosya içeriği ve
belgelerin onaylı birer suretinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
5-) 2709 sayılı 1982 Anayasası’nın 152/3. maddesinin hükmü gereği
dosyanın Anayasa Mahkemesine, gelişinden başlamak üzere beş ay içinde karar
verilmesinin beklenmesine, bu süre içinde karar verilmezse davanın yürürlükteki
kanun hükümlerine göre sonuçlandırılmasına karar verildi.”
Esas Sayısı : 2018/29
Karar Sayısı : 2018/29
“Davacı vekili ibraz etmiş olduğu dava dilekçesinde özetle; davacının
2008 yılından iş akdinin sona erdiği 18/08/2016 tarihine kadar, davalı iş
yerinde kapıcı olarak çalıştığını, aylık son ücretinin net 1.400 TL olduğunu,
Ağustos 2016 tarihine ait maaş alacağının ödenmediğini, davalı iş yerinde
haftalık normal mesaisinin haftanın 6 günü olmasına rağmen davacının çoğunlukla
haftanın 7 günü çalıştığını, davacının sabah 08,30 akşam 21,00 saatleri
arasında çalıştığını, mesai saatlerinin çoğunlukla uzadığını, fazla mesai
ücretlerinin ödenmediğini, davacının ulusal ve dini bayramların hepsinde
çalışmasına rağmen, bu günlere ait mesai ücretlerinin ödenmediğini, davacının
çalışma süresi boyunca hak ettiği yıllık izinlerin eksik kullandırıldığını ve
ücretlerinin de ödenmediğini, davalı iş yeri apartmanında toplam 94 daire bulunduğunu,
davacının davalı iş yerinin ve eklentisi olan otoparkın, bahçenin, sığınağın,
terasın, spor salonunun, saunanın temizliği ve bakımı, çöp toplama, iş yerinin
asansörünün bakımı, binanın su ve elektrik tamiratı, resepsiyon işlerini de
yaptığını, ayrıca davalı iş yerinin gün içinde servis işini yaptığını,
davacının davalı iş yerinde kapıcı olarak çalışmış olduğundan kapıcı dairesinin
davacıya tahsis edildiğini, davacının su, elektrik ve yakıt giderlerinin iş
yeri tarafından ödendiğini, davacının ihbar verilmeden ve hiçbir tazminat
ödenmeden işten çıkarıldığını, haksız ve gerekçesiz olarak işten çıkartılan
müvekkilinin kıdem tazminatının, ihbar tazminatının, ulusal bayram ve genel
tatil ücreti alacaklarının, fazla mesai alacaklarının, hafta tatili alacaklarının,
yıllık izin ücreti alacağının, ödenmeyen Ağustos 2016 tarihine ait maaş
alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili ibraz etmiş olduğu cevap dilekçesinde özetle; davacının
2008 tarihinden işten çıktığı tarihe kadar apartman görevlisi olarak çalıştığı
iddiasının gerçek dışı olduğunu, davacının bahse konu apartmanın inşaatında
inşaat işçisi olarak çalışıp, apartmanda oturum başladıktan sonra 05/04/2011
tarihinde apartman görevlisi olarak çalışmaya başladığını, davacının
çalıştığını iddia ettiği tarihlerde apartman olmadığını, apartman inşaatında
çalıştığı sürelerin kapıcı olarak çalıştığı sürelere eklenmesinin mümkün
olmadığı gibi işverenlerin de farklı olduğunu, davacının bordrosunda görünen
ücreti aldığını, davacının iş akdinin müvekkil işverenlik tarafından haklı
nedenle feshedildiğini, davacının kıdem, ihbar tazminatı, yıllık izin, fazla
mesai, resmi tatil ve bayram tatili alacağının bulunmadığını, bu nedenle
görülmekle olan davanın reddini talep etmiştir.
1.İTİRAZA KONU UYGULAMA
1.a- Dosyada 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ve 6100 sayılı Hukuk
Mahkemeleri Kanununda dava konusu uyuşmazlığa ilişkin tüm delillerin toplandığı
tespit edilmekle uyuşmazlığa konu işçilik alacaklarının tespiti hususunda
dosyanın bilirkişiye tevdii edilmesi aşamasına gelindiği, dava konusu
uyuşmazlık yönünden, fiili durum diğer bir deyişle somut olay ile maddi hukuku
örtüştürebilecek nitelik ve mantıkla bilirkişi raporu düzenleyebilecek uzmanlık
alanının yine İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku alanında uzmanlaşmış bu alanda
bilirkişilik yapan ve hukuk alanında eğitim görmüş bilirkişiler olduğu sabit
olduğundan, DOSYAYA HUKUK ALANINDA EĞİTİM GÖRMÜŞ/UZMANLIĞI OLAN HESAP BİLİRKİŞİ
GÖREVLENDİRMESİ YAPILMASI YÖNÜNDE ARA KARAR TAHDİS ETMEK YOLUNA GİDİLMEK
İSTENMİŞTİR.
1.b- UYAP Sisteminden yapılan incelemede 2018 yılı bilirkişi
listesinde “HUKUK” uzmanlık alanının bulunmadığı diğer taraftan yapılan
incelemede daha önce mahkememizde bilirkişi olarak uzmanlığına başvurulan
bilirkişilerin isimlerinin de bilirkişi listesinden bulunmadığı tespit
edilmiştir.
1.c- Celse arasında UYAP Sisteminde yapılan incelemede yapılan yasal
düzenlemelere paralel olarak “İşçi Alacakları Hesap Tablosu/Sistem Raporu” adı
altında eklenen hesap tablosunun uyuşmazlıkları hesaplamada yetersiz olduğu,
kaldı ki her somut uyuşmazlığı çözecek tek bir tablonun yeterli olmasının
mümkün olmadığı, yapılan tablonun hukukun somut değerlerine aykırı olduğu,
hukuk dallarının ve mahkememiz alanı özelinde İş Hukuku alanının her somut olaya
göre ayrı değerlendirmelere tabi olduğu, dosyalar kapsamında, işveren
kayıtlarının, işveren değişimlerinin, asıl işveren-alt işveren, işyeri devri,
işyeri değişikliği, işverenler arasındaki organik bağın tespiti, değişen
işverenler, işçi ücretlerinin, işçi sigortalılık sürelerinin fiili duruma uygun
tutulmaması, işçinin fiili ücretinin tespit edilmesi, fiili sigortalılık
süresinin tespit edilememesi, uzun sürelere yayılmış kayıt dişilik, ücret
bordroları, takograf kayıtları, çalışma programlan, puantaj kayıtları ve dava
konusuna göre dosyaya sunulmuş diğer çalışma belgeleri incelendikten sonra elde
edilen verilere ilişkin incelendikten ve tüm hukuki meseleler değerlendikten
sonra elde edilen verilere göre hesaplamaların yapılabildiği, uyap sisteminde
mevcut işçilik alacakları hesap programının ise bu verileri tespit etmede ya
da uygun verilere girilse dahi bazı hallerde doğru sonucu vermede yetersiz
olduğu hal böyle olunca Bilirkişilik Kanunu 3/8 maddesi yollamasıyla UYAP
ekranında bulunan “İşçi Alacakları Hesap Tablosu/Sistem Raporu” baz alınarak
hesaplama yapıldığında hesaplamanın doğru olamayacağı, doğru sonuca
varılamayacağı tespit edilmiştir.
1.d- Önceki uygulamanın aksine Mahkememizce dosyalara İş ve Sosyal
Güvenlik Hukuku alanında uzman hesap bilirkişi görevlendirmesi yapılamamasında
uygulamaya esas mevzuatın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 266/1-son
cümlesi, 268. maddesi, 6754 Bilirkişilik Kanunu (BK) 3/8 maddesi, 10/4.
maddesi, 12/6. maddesi olduğu tespit edilerek gerekçesi aşağıda belirtildiği
şekilde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluna (somut norm denetimi) başvurulmuştur.
2.ANAYASAYA AYKIRILIĞI İDDİA EDİLEN KANUN MADDELERİ
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu 3/8. maddesi: “Ulusal Yargı Ağı
Bilişim Sistemi ile bu Sisteme entegre bilişim sistemleri veya yazılımlar
vasıtasıyla ulaşılabilen bilgiler veya çözülebilen sorunlar için bilirkişiye
başvurulamaz.”
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu 10/4. maddesi: “Bilirkişilik Kanunu
10/4: Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa
sahip olduğunu ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmediği
takdirde, bilirkişilik siciline ve listesine kaydedilemez.”
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 266/1-son cümlesi: “(Ek cümle:
3/11/2016-6754/49 md.) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı
bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak
görevlendirilemez.”
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 268. maddesi: “Bölge kurulunun
hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi
bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurullarının listelerinden; burada da
bulunmaması hâlinde, Bilirkişilik Kanununun 10 uncu maddesinin (d), (e) ve (j)
bentleri hariç birinci fıkrasında yer alan şartları da taşımak kaydıyla
listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir. Listelerin dışından
görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.” hükmündeki “uzmanlık
dalında” ifadesinin,
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu 12/6. maddesi: “Bölge kurulunun
hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi
bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurulları bilirkişilik listelerinden, burada
da bulunmaması hâlinde, 10 uncu maddenin (ç), (d) ve (e) bentleri hariç birinci
fıkrasında yer alan şartları taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir.
Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.”
hükmündeki “uzmanlık dalında” ifadesinin,
1982 Anayasasının 2. maddesi: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
1982 Anayasasının 9. maddesi: “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına
bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.”
1982 Anayasasının 10. maddesi: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. “
1982 Anayasasının 13. maddesi: “Temel hak ve hürriyetler,
özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,
Anayasanın sözüne ve ruhuna demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
1982 Anayasasının 36/1. maddesi: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
1982 Anayasasının 48. maddesi: “Herkes, dilediği alanda çalışma ve
sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir. “
1982 Anayasasının 49. maddesi: “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
(Değişik fıkra: 3/10/2001-4709/19 md.)
Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek
için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği
önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak
için gerekli tedbirleri alır.”
1982 Anayasasının 138/I-II maddesi: “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye
ve telkinde bulunamaz.”
1982 Anayasasının 141/IV maddesi: “Davaların en az giderle ve mümkün
olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir. “
hükümlerine aykırılığı nedeniyle aşağıda belirtilen gerekçelerle
Anayasa Mahkemesine itiraz (somut norm demetimi) yoluna başvurulmuştur.
3. ANAYASAYA AYKIRILIK YÖNÜNDEN MADDELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
3.a- HMK 266/1-son cümlesi: “(Ek cümle: 3/11/2016-6754/49 md.) Hukuk
öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu
belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez” ve BK 10/4. maddesi “Hukuk
öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu
ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmediği takdirde,
bilirkişilik siciline ve listesine kaydedilemez.” maddeleri ile hukuk alanında
öğrenim görmüş kişilerin hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığı yoksa
bilirkişilik yapamayacakları özetle hukukçu bilirkişiye başvurulamayacağı
belirtilmiştir.
3.a.a- İtiraz başvurusunda bulunulan mahkeme olmamız itibariyle özelde
İş Mahkemelerinde ve genel olarak tüm mahkemelerde Hukukçu Bilirkişilik
müessesesine başvurulmaktadır. Zira bir hukuk dalındaki alt başlıklar bile
özellikle uzmanlık gerektirmektedir. Örneğin, bir Asliye Hukuk Hakimi daha önce
hiç karşılaşmadığı Deniz Hukuku alanındaki ayrıca uzmanlık gerektiren bir
uyuşmazlıkla karşı karşıya gelebilir, ya da bir Ticaret Mahkemesi Hakimi Mali
Müşavir Bilirkişi heyetinin yanında olayı hukuki dile dökebilmesi için ticaret
hukuku alanında ayrıca uzmanlığı olan bir hukukçu görüşü almak isteyebilir.
(Gerekçede yer alan sonraki örnekler ve dava türleri (mahkememiz özelinde) İş
Mahkemeleri yargılama konusu üzerine verilecektir.) Mahkemeler her halükarda
önlerine gelen uyuşmazlığın hukuki nitelendirmesini yapmak ve hukuki uyuşmazlığı
çözüme ulaştırmakla yükümlüdürler. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu,
m.31) Diğer bir deyişle, uygulamada hukuk eğitimi almış bilirkişiler genelde
daha özel bir konuda kendilerine yan bir uzmanlık alanı belirlemekte ve bu
konuda bilirkişilik yapmaktadırlar. “Hukuk” eğitimi almış bilirkişiler “hukuk”
un nasıl uygulanması gerektiğini değil, mahkemenin talep ettiği alanlarda
hukuka uygun şekilde hesaplama yapma, somut olayı mahkemeye açıklama ya da
mahkemenin verdiği diğer işleri yerine getirme görevlerini üstlenirler.
3.a.b- Ülkemizde mahkemelere görevlendirilen hakimlerin çoğu tek bir
hukuk alanının uzmanı değildir. Yapılan genel görevlendirmelere göre Hakimler
Savcılar Kurulu’nun takdiri ile mahkemelere hakim yetkilendirmesi yapılmakta
olup hakimlerin bu konuda inisiyatifi olmadığı gibi bu durum uygulamada
hakimlerin bir hukuk alanında uzmanlık oluşturamamalarına sebep olmaktadır.
Bununla birlikte uzmanlık mahkemelerinin olduğu yargı çevrelerinde iş yükü
fazlalığı, uzmanlık mahkemesi bulunmayan bölgelerde ise birçok hukuki
uyuşmazlığa genel yetkili mahkemelerde bakılması gibi ülkemiz yargısının
kendine has belirtilen durumları neticesinde bir konuda uzmanlaşmış hukukçu
bilirkişilere başvurmak yargı açısından zaruridir.
Anayasanın 141. Maddesinin 4. Fıkrası, davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu hüküm altına
almaktadır. Bu doğrultuda hukuk alanında uzmanlığı olmayan bilirkişilerden
alınan raporlar denetime elverişli olmamakta, mahkemenin talepleri çoğu zaman
karşılanmamakta veya anlaşılamamaktadır. Tekrar tekrar alınması muhtemel
raporla yargılamayı uzatacak ya da uyuşmazlığın yanlış çözümlenmesine sebebiyet
verecektir. Hakim usul ekonomisine uygun hareket etmek zorunda olduğundan
uygulamada sonuca en doğru, en az masrafla ve kısa sürede ulaşabileceği şekilde
bilirkişiler tayin etmektedir. Bu atanan bilirkişi hukukçu bilirkişi de
olabilir. Zira hakim önüne gelen uyuşmazlığa uygun delilleri kanunun gösterdiği
yöntemlerle toplamakla yükümlüdür. Dolayısıyla, bu hususlar usul ekonomisi
ilkesini düzenleyen Anayasanın 141. Maddesinin 4. fıkrasına aykırıdır
3.a.c- Anayasanın 138/11 maddesi “yargı bağımsızlığı” üst başlıklı
maddesinde “hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez....”
demektedir.
AİHM de konuya ilişkin kararında bir mahkemenin nitelikler arasında
bulunması gereken “tarafsızlık konusundaki yaklaşımı Saraiva de
Carvalho-Portekiz davasında (22.04.1994 tarihli karar, Seri Arıo.286-B s.38.
Paragraf 33) tanımlanmıştır. Mahkeme 6. maddenin 1. fıkrası bağlamında
tarafsızlığın mevcudiyetinin belirlenmesi için belli bir yargıcın söz konusu
davadaki kişisel kanaatine dayalı öznel bir test uygulaması ve bir de nesnel
test uygulanarak yargıca bu bağlamda hiç bir meşru şüpheye yer bırakmayacak
yeterlilikte güvenceler sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerektiğini
belirtir.
Açık anayasa düzenlemesine rağmen itiraz yoluna başvurulan kanun
maddelerinde hukuk öğrenimi görmüş kişilerin hukuk alanı dışında uzmanlığına
başvurmasının önüne geçilerek hakimlerin dosyalarda delil toplama yetkisi
kısıtlanmaktadır. Zira bir dava dosyasında hangi uzmanlık alanındaki
bilirkişiden görüş ve kanaat alınmasının uyuşmazlığı çözmeye yetkin olduğuna
karar verme yetkisi hakimde diğer bir deyişle bağımsız mahkemelerdedir.
Uyuşmazlığın çözümü konusunda mahkemelerin hangi yol ve yöntemlerle delil
toplayacağı kanunlarda belirtilmiş ve kısıtlanmıştır. HMK 266. madde ve devamı
hükümlerinde de bilirkişilik müessesesi belirtilmiştir. Önceki düzenlemede
hukuk alanında uzmanlığı olan kişilerin hukuki konularda bilirkişi olarak
görevlendirilmelerinde engel yok iken yeni düzenleme ile bu engel
getirilmiştir. Diğer taraftan düzenlemenin içeriği yargının içinde bulunduğu
somut durumuna uygun değildir.
1982 Anayasanın 2. maddesinde hukuk devleti ilkesinden
bahsedilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devletin temel niteliklerinden biri
olarak nitelenen “Hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları
koruyucu âdil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü
sayan, bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasa'ya uygun, bütün eylem
ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir” (Kemal Gözler, Türk
Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s. 169-178)
Bu anlamda kanunların kamu yararının sağlanmasını amaç edinmesi, genel
objektif ve adil kurallar içermesi hukuk devleti olmanın temel ilkeleridir. Bu
nedenle her ne kadar kanun koyucu yasaları yapmaya anayasal olarak yetkili
kılınmış ise de bu yetkisini kullanırken adalet ve kamu yararının sağlanması
gibi ölçütleri gözetir. İptali istenen yasal düzenlemeler, yargının içinde
bulunduğu ve yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen nedenlerle fiili duruma
uygun düşmediğinden kamu yararının gerçekleşmesinin sağlayacak nitelikte
değildir. Yargılamanın uzamasına, dosyalarda daha fazla masraf yapılmasına ve
vatandaşın adalete geç erişimini sağlayacak olan ilgili düzenlemeler hukuk
devleti ilkesine uygun olmadığı gibi Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı”na uygun
değildir. Adli yargılanma hakkının temel unsurlarından olan makul sürede
yargılanma hakkının da yukarıda belirtilen yeni düzenlemeler neticesinde ihlal
edileceği ve vatandaşların adalete geç erişiminin sağlanacağı sabittir.
3.a.d- Hukuk öğrenimi görmüş kişilerin hukuk alanında bilirkişilik
yapamayacakları kanunda düzenlenirken bu yasaklamaya ilişkin meşru bir açıklama
da kanunda ve kanunun açıklamasında yapılmamıştır. Uzun yıllardır sadece hukuk
alanında bilirkişilik yaparak çalışmasını sürdüren bu konuda uzmanlaşmış ve
hukukçu bilirkişilik işini profesyonel olarak yürüten birçok kişi de bu şekilde
çalışamaz hale getirilmekle ilgili düzenleme Anayasanın 48. maddesinde
belirtilen “çalışına ve sözleşme hürriyeti” ve 49. maddesinde belirtilen “çalışma
hakkı ve ödevi” hükümlerine aykırıdır.
3.b- HMK 268. maddesi “Bölge kurulunun hazırladığı listede bilgisine
başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi bulunmaması hâlinde, diğer bölge
kurullarının listelerinden; burada da bulunmaması hâlinde, Bilirkişilik
Kanununun 10 uncu maddesinin (d), (e) ve (f) bentleri hariç birinci fıkrasında
yer alan şartları da taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi
görevlendirilebilir. Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge
kuruluna bildirilir.” ve BK 12/6. maddesi “Bölge kurulunun hazırladığı listede
bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi bulunmaması hâlinde, diğer
bölge kurulları bilirkişilik listelerinden, burada da bulunmaması hâlinde, 10
uncu maddenin (ç), (d) ve (e) bentleri hariç birinci fıkrasında yer alan
şartları taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir.
Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.”
maddelerinde belirtilen “uzmanlık dalında” ifadesi ile özetle bölge kurulları
tarafından hazırlanacak listelerde görevlendirme yapılmak istenen uzmanlık
alanının belirtilmemesi halinde dışardan görevlendirme de yapılabileceği ancak
bu görevlendirmelerde de BK 10. madde d/e/f bentleri hariç bilirkişinin
belirtilen diğer özellikleri taşıması gerektiği belirtilmiştir. Bu haliyla
maddedeki belirtilen ifadesi gerekçemizin “3.a” ve alt başlıklarındaki
gerekçelerle itiraz yoluna başvurulan HMK 266/1-son cümlesi ve BK 10/4.
maddelerini destekler nitelikte olduğundan maddelerdeki “uzmanlık alanında”
düzenlemesinin yine Anayasanın 2,36, 48,49 ve 1JjjŞZüK maddeleri gereği iptali
gerekmektedir.
3.c- Bilirkişilik Kanunu 3/8. maddesi: “Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi ile bu
Sisteme entegre bilişim sistemleri veya yazılımlar vasıtasıyla
ulaşılabilen bilgiler veya çözülebilen sorunlar için bilirkişiye başvurulamaz.”
hükmü gereği UYAP' a entegre sistemlerde bilirkişiye başvurulamayacağı
belirtilmiş ise de İş Mahkemeleri yargı alanına ilişkin UYAP Sistemine
belirtilen yasal düzenlemeye paralel olarak “İşçi Alacakları Hesap
Tablosu/Sistem Raporu” adı altında eklenen hesap tablosunun uyuşmazlıkları
hesaplamada yetersiz olduğu tespit edilmekle, her somut uyuşmazlığı çözecek tek
bir tablonun yeterli olmasının mümkün olmadığı, yapılan tablonun hukukun somut
değerlerine aykırı olduğu, hukuk dallarının ve mahkememiz alanı özelinde İş
Hukuku alanının her somut olaya göre ayrı değerlendirmelere tabi olduğu,
dosyalar kapsamında, işveren kayıtlarının, işveren değişimlerinin, asıl
işveren-alt işveren, işyeri devri, işyeri değişikliği, işverenler arasındaki
organik bağın tespiti, değişen işverenler, işçi ücretlerinin, işçi sigortalılık
sürelerinin fiili duruma uygun tutulmaması, işçinin fiili ücretinin tespit
edilmesi, fiili sigortalılık süresinin tespit edilememesi, uzun sürelere
yayılmış kayıt dişilik, ücret bordroları, takograf kayıtları, çalışma
programları, puantaj kayıtları ve dava konusuna göre dosyaya sunulmuş diğer
çalışma belgeleri incelendikten sonra elde edilen verilere ilişkin incelendikten
ve tüm hukuki meseleler değerlendikten sonra elde edilen verilere göre
hesaplamaların yapılabildiği, uyap sisteminde mevcut işçilik alacakları hesap
programının ise bu verileri tespit etmede ya da uygun verilere girilse dahi
bazı hallerde doğru sonucu vermede yetersiz olduğu hal böyle olunca
Bilirkişilik Kanunu 3/8 maddesi yollamasıyla UYAP ekranında bulunan “İşçi
Alacakları Hesap Tablosu/Sistem Raporu” baz alınarak hesaplama yapıldığında
doğru alacak kalemleri elde edilememektedir.
3.c.a- Bununla birlikte hakimin görevi hesaplama yapmak değil “hukuk”u
uygulamaktır. Hakim önüne gelen hukuki uyuşmazlığı çözmekle yükümlüdür. Ancak
maaş bordrosu okumak, puantaj kayıtlarını çözümlemek, takograf bilirkişi
raporunu incelemek gibi işlemler hukuki bilgi ve tecrübe ile yapılabilecek
işler değildir. Ayrıca uzmanlık gerektirmektedir. Uygulamada bilirkişi tayin
edilen hukukçular çoğu zaman yıllardır aynı ve tek bir alt hukuk dalında
uzmanlaşmış kişilerdir. Bununla birlikte birinci bölge yargı çevresinde İş
Mahkemelerinin en az 1000 dosyası mevcuttur. En az 3 gün duruşma yapılmakta,
kalan günlerde karar yazımı, dosya delillerinin incelenmesi ve mahkemenin diğer
günlük idaresi ile ilgilenilmektedir. Mevcut iş yoğunluğunda dahi 3 ay
sonrasına duruşma verilebilen mahkemelerde UYAP sistemindeki alacak tablosunun
hesaplamaya uygun olduğu düşünülse dahi, her dosyada hakimin tüm verileri
inceleyerek hesaplama yapması ve alacak kalemlerini hesaplaması yargılamanın
telafi edilemez şekilde gecikmesine ve aksamasına sebep olacaktır.
Bu hali ile dava konusu uyuşmazlığın çözümü, davacı tarafın iddiasına
konu alacakların hesaplanmasına yönelik, yargılamanın işleyişine uygun şekilde,
taraflar arasındaki hukuki olguya uygun ve HMK 266. ve devamı hükümleri
çerçevesinde tarafların denetimine açık delil niteliğinde rapor
düzenleyebilecek şekilde bilirkişi atanamadığı 266/1-3. cümlesi gereği “Ancak
genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî
bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” hükmüne
rağmen HMK 266/1-son cümlesi ve Bilirkişilik Kanunu 10/4. maddeleri gereği
hesap alanında uzman hukukçu bilirkişiye başvurulamaması bununla birlikte
uyuşmazlığın çözümü hususunda Bilirkişilik Kanunu 3/8. maddesinde gösterilen
hesaplama yönteminin ise işçilik alacaklarını hesaplamak hususunda yerinde ve
hukuki olguya uygun bir yöntem olmadığı gibi fahiş hatalar yaptığı tespit
edilmiştir.
3.c.b- Yukarıda sayılan kanuni düzenlemelerle uyuşmazlık çözümüne
gidilmesi halinde genel olarak tüm mahkemelerde ancak özellikle kamusal tarafı
da bulunan bir hukuk dalı olan İş Hukuku alanında yetkili olan İş
Mahkemelerinde uygulanması halinde neticesinde kamusal vicdanı rahatsız eden ve
uzun vadede yargıya olan güveni sarsacak sonuçlar ortaya çıkacaktır. Bunun
yanında bir an UYAP sistemine entegre edilen İşçilik Alacakları Hesap Tablosu”
ile doğru hesaplamalara ulaşılabildiği düşünülse de hakim tarafından UYAP
sisteminden elde edilen alacak kalemlerinin taraflara açıklanması halinde
hakimin “ihsası rey”de bulunacağı açıktır. Hakim bu şekilde hesapladığı
rakamları açıklamak suretiyle davacının alacak kalemlerinin tamamının ya da bir
kısmını kabul edeceğini/reddedeceğini de açıklamış olacaktır. Ancak hakimin
mahkemede taraflara görüşünü açıklaması HMK 25. madde gereği yasaklanmıştır.
Hakim belirtilen şekilde kendi yaptığı hesaplamayı açıklaması halinde “ihsası
rey” de bulunduğu her durumda özellikle davalı vekili tarafında HMK 36/a, b
hükümleri gereği “hakimin reddi” müessesesi ile karşılaşacaktır.
“AlHM, bağımsızlık konusunda davaya bakan yargı merciin bağımsız bir
görünüm verip vermediğini incelemektedir. (Sramek/Avusturya, Benthem/Hollanda,
Obermeier/ Avusturya ve İncal/Türkiye ve Çıraklar/ Türkiye) Mahkemenin bağımsız
olması ilkesi ile direkt ilgili olan tarafsız mahkeme olgusu sübjektif olarak,
Mahkeme yargıcı veya üyesinin birey olması nedeniyle kişisel tarafsızlığını
anlatmakta, objektif olarak kurum olması nedeniyle davacı ve davalı
taraflar üzerinde bıraktığı görünümü anlatmaktadır.” (Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi İçtihatları ışığında “Adil Yargılanma Hakkı , Selami Demirkol,
Danıştay Üyesi, www.damstay.gov.tr.,
s. 5)
Belirtilen sebeple Yargının bağımsızlığı taraflar açısından şüpheye
düşeceğinden Anayasanın 36. maddede belirtilen adil yargılanma hakkının
unsurlarından olan ve Anayasa’nın 9. maddesinde belirtilen Yargı yetkisinin
bağımsız mahkemelerce kullanılması şartına da aykırıdır.
3.c.c- Bununla birlikte hakimin UYAP sistemindeki mevcut program ile
hesapladığı işçilik alacaklarının neye göre hesaplandığı da taraflarca
denetlenemeyecektir. Örnek verecek olursak: hakim, UYAP Sistemi üzerinden fazla
mesai alacağını hesaplayarak taraflara açıkladığında, fazla mesai ücretinin
nasıl hesaplandığı, hangi tanıkların beyanlarının fazla mesai alacağı
hesaplanırken dikkate alındığı, ücretin ihtilaflı olması halinde ücretin tanık
anlatımlarına, taraf iddialarına, banka kayıtlarına, emsal ücret araştırması
verilerine göre mi belirlendiği, haftalık kaç saat fazla mesai yapıldığının
hesaplandığı, puantaj kayıtlarının ya da işyeri giriş çıkış verilerinin dikkate
alınıp alınamadığı gibi hususlar dava taraflarınca denetlenemeyecektir bu
hususlar Anayasanın 36. maddesinde belirtilen “iddia ve savunma hakkı” kısıtlanması
sonucunu doğuracaktır. AİHM’ye ‘‘...göre, Sözleşme, hakları teorik veya hayali
olarak değil, fakat pratik ve etkili bir biçimde güvence altına almayı
amaçlamıştır. Bu durum, demokratik bir toplumda öncelikli olarak yer verilen
adil yargılanma hakkının kapsamındaki savunma haklan bakımından özellikle
geçer\\d\r...(Artico/İtalya, 1980, TBB Dergisi, Sayı 55, 2004, s. 178)
3.c.d- Mevcut yasal düzenlemelerle, uygulamada ortaya çıkabilecek
ikinci seçenekte hakim yaptığı hesaplamayı taraflara karardan önce açıklayarak “ihsası
rey” de bulunmamak adına hesapladığı miktarları açıklamadan açılan dava
değerleri üzerinden karar verecektir. Bu halde dava değerinin
arttırılması/ıslahına ilişkin HMK 176 vd maddeleri fiilen ortadan kalkacaktır.
Ancak ülkemizde çalışma hayatında kayıt dişiliğin yüksek oranlarda olması dava
açıldığı tarihte talep edilen alacak kalemlerinin çoğu zaman belirsiz olmasına
sebep olmakta davacı işçi bu nedenle alacağını çoğu zaman belirsiz alacak
davası ya da kısmi dava olarak açabilmektedir. Kısmi ya da belirsiz alacak
davası olarak açılan işçilik alacağı davasında, hakimin dava açıldığı tarihteki
kısmi ya da belirsiz dava değerleri üzerinden karar vermesi işçilik
alacaklarının zamanaşımına uğramasına sebep olabileceği gibi ilk alacak davasından
bakiye kalan haklarını alabilmek için sürekli ek dava açmak zorunda kalmasına
sebep olacaktır. İşçinin hak arama hürriyeti (Any. 36. madde) yüksek oranda
engellenmiş olacaktır. Ancak yine Anayasanın “Temel Hak ve Hürriyetlerin
Sınırlandırılması” başlıklı 13. maddesinde “...Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı...” olarak temel hak ve hürriyetlerde sınırlama yapılamayacağı
açıkça belirtilmiştir. Ancak yapılan düzenlemeler işçi aleyhine işçinin yargıya
başvurmasını zorlaştıracak, adalete erişimini geciktirecek nitelikte olduğundan
hak arama hürriyetinde itiraz yoluna başvurulan düzenlemelerle yapılan bu yönde
bir kısıtlama Anayasanın 13. maddesinde belirtilen temel hak ve hürriyetlerde
yapılacak sınırlamaların Anayasanın öznüne ve ruhuna uygun olması ilkesine de
aykırıdır.
Bu şekilde bir kısıtlama işçinin hak arama hürriyetini kısıtladığı
şekilde aynı zamanda işçi aleyhine işleyen ve işçinin hak kaybına sebep
olabilecek bir yargı süreci ortaya çıkarmakla aynı zamanda Anayasanın 10. maddesinde
belirtilen “kanun önünde eşitlik ilkesine de aykırıdır.
“Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 1985’de verdiği Abdulaziz,
Cabales ve Balkandali v. UK davasında ayrımcılık şöyle açıklanmıştır: “Madde 14
anlamında ayrımcılık, genel olarak, sözleşme daha lehte muamele öngörmemesine
rağmen, bir kişi veya grubun, tam bir haklı neden olmaksızın diğerinden daha az
lehte muamele görmesidir.” Bu karardan yola çıkarak AİHM’nin ayrımcılığın
gerçekleşmiş olması için dört koşulun tespitini aradığı çıkarılabilir: Farklı
muamele, karşılaştırılabilecek durumda biriyle karşılaştırıldığında daha az
lehe muamele, objektif ve makul bir neden yokluğu, amaç ve araç arasında
ölçülülüğün bulunmaması. Anayasa Mahkemesinin yıllar içinde geliştirdiği
(aşağıda örneklendirilecek olan) haklı neden ölçütünün de temelde AİHM’nin
yaklaşımından çok uzakta olmadığı söylenebilir. Sonuç olarak kanun önünde
eşitlik ilkesi, muhataplarına bunu talep etme hakkı verirken devlete (yasama,
yürütme ve yargıya) da ayrımcılık yapmamak, yapılmasına izin vermemek ve
ayrımcılığı önlemek hatta ortadan kaldırmak için de gereken tedbirleri alma
yükümlülüğü vermektedir. (Yard. Doç. Dr. Jülide Gül Er-dem. Yargı Kararlarında
Kanun Önünde Eşitlik ilkesi ve Kadın Erkek Eşitliği, The Academi
elegance(Akademik Hassasiyetler, Makale Kabul Tarihi, 26.10.2012, s. 4)
“...Anayasa Mahkemesi’ne göre de “[ejşitlik ilkesi ve ayrımcılık
yasağı, bazen yan yana ve bazen de aynı şeyi ifade etmek üzere kullanılabilen
kavramlardır. Günümüzde eşitlik ilkesi insan haklarına ilişkin uluslararası
sözleşmelerin ayrılmaz parçasıdır. Başka bir deyişle eşitlik ilkesi ve
ayrımcılık yasağı, uluslararası hukukun en üstünde yer alan temel hukuk normu
olarak kabul edilmektedir. Bu itibarla eşitlik ilkesi, hem başlı başına bir hak
hem de diğer insan hak ve özgürlüklerinden yararlanılmasına hâkim, temel bir
ilke olarak kabul edilmelidir. Yard. Doç. Dr. Ulaş Karan, Bireysel Başvuru
Kararlarında Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik İlkesi, www.anayasa.gov.tr)
Çalışma hayatında haklarını ve alacaklarını zaten edinememiş olan işçi
yargılama sırasında da yukarıda belirtilen gerekçelerle adil yargılanma hakkı
sınırlanmış bir şekilde yargı karşısına geldiğinde somut olarak yargıya
başvurabilse de adalete ulaşım süreci sekteye uğrayacağından, eşitlik ilkesine
aykırı şekilde bu defa da yargılama süreci sebebi ile haklarına ulaşması
geciktirilmiş olacaktır.
Belirtilen düzenlemelerin gerek dava taraflarını gerek yargılamayı
olumsuz etkileyecek sonuçlar ortaya çıkaracağı tespit edilen ilgili kanuni
düzenlemeler aleyhinde yukarıda belirtilen açıklamalar gereği itiraz yolu ile
(somut norm denetimi) Anayasa Mahkemesine başvuru gereği hasıl olduğundan
aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Gerekçesi yukarıda Açıklandığı üzere:
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu 3/8. maddesi “Ulusal Yargı Ağı Bilişim
Sistemi ile bu Sisteme entegre bilişim sistemleri veya yazılımlar vasıtasıyla
ulaşılabilen bilgiler veya çözülebilen sorunlar için bilirkişiye başvurulamaz.”
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu 10/4. maddesinin “Bilirkişilik Kanunu
10/4: Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa
sahip olduğunu ve birinci fıkradaki şartları taşıdığını belgelendirmediği
takdirde, bilirkişilik siciline ve listesine kaydedilemez.”
6100 sayılı HMK 266/1-son cümlesinin “(Ek cümle: 3/11/2016-6754/49
md.) Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa
sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”
6100 sayılı HMK’nın 268. maddesi “Bölge kurulunun hazırladığı listede
bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi bulunmaması hâlinde, diğer
bölge kurullarının listelerinden; burada da bulunmaması hâlinde, Bilirkişilik
Kanununun 10 uncu maddesinin (d), (e) ve (f) bentleri hariç birinci fıkrasında
yer alan şartları da taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi
görevlendirilebilir. Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge
kuruluna bildirilir.” hükmündeki “uzmanlık dalında” ifadesinin,
6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu 12/6. maddesi” Bölge kurulunun
hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi
bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurulları bilirkişilik listelerinden, burada
da bulunmaması hâlinde, 10 uncu maddenin (ç), (d) ve (e) bentleri hariç birinci
fıkrasında yer alan şartları taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir.
Listelerin dışından görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.
hükmündeki “uzmanlık alanında” ifadesinin,
2709 sayılı 1982 Anayasasının 2, 9, 10, 13, 36, 48, 49 ve 138.
maddelerine aykırılık teşkil ettiği sonucuna varılarak yukarıda belirtilen kanun
maddelerinin 2709 sayılı 1982 Anayasası’nın 152. ve 153. maddeleri gereği “somut
norm denetimi” kapsamında İTİRAZ YOLUNA BAŞVURULMASINA,
Anayasaya açıkça aykırılığı hususunda güçlü belirtilerin olduğu,
yürürlüğün başlaması neticesinde hukuk yargılamasında ortaya çıkacak ve sonrada
giderilmesi olanaksız ya da güç durum ve zararların önlenmesi gereği esas
hakkında karar verilinceye kadar ÖNCELİKLE VE İDEVİLİKLE YÜRÜRLÜKLERİNİN
DURDURULMASI HAKKINDA KARAR VERİLMESİNE,
Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar DAVANIN GERİ
BIRAKILMASINA,
Anayasaya aykırılığın değerlendirilmesi gereği dava dosyası ve
eklerinin onaylı birer suretinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine,
1982 Anayasası’nın 152/3. Maddesi gereği dosyanın Anayasa Mahkemesince
işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde karar verilmesinin
beklenilmesine, bu süre içinde karar verilmezse davanın yürürlükteki kanun
hükümlerine göre sonuçlandırılmasına karar verildi.”
“Ş..
Hakimi olarak görev yapan sanığın, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme ve
yaralamaya sebebiyet vermek suçlarından 1. Asliye Ceza Mahkemesine açılan;
1995/594 Esas sayılı davaya ilişkin yargılama nedeniyle yapılan keşif sonrası
bilirkişice düzenlenen 11.8.1995 günlü raporda olayın kaza olmayıp şüpheli bir
durum arzettiği bildirilmesine rağmen, raporun 2. sayfasına kendi el yazısı ile
trafik kazası olarak nitelenmesini ve sanıklara ne şekilde kusur oranı
verileceğini belirtip "Dikkate alınarak" ibaresini eklediği, bunun
üzerine bilirkişinin de bu davaya ait raporun 2. sayfasını sanık hakimin
yazdığı şekilde düzenlediği, 1996/309 Esas sayılı dosyada bilirkişiye aynı
şekilde tariflerde bulunarak raporunu değiştirmesini istediği, 24.5.1996 günlü
bu raporda da, kusur oranlarını kendi el yazısı ile değiştirip bilirkişiye iade
ederek ondan temize çekip getirmesini istediği, bilirkişinin de bu istek
doğrultusunda raporu yeniden düzenleyip mahkemeye verdiği ve sanığın bu suretle
iki kez görevde yetkiyi kötüye kullandığı; 1995/594 sayılı dosyadaki bilirkişi
raporunun değiştirilen aslının 2. sayfasındaki el yazısının kendisine ait
olduğuna dair sanığın kabulü, tanık olarak dinlenilen bilirkişi H.Ş.`nin
aşamalardaki anlatımı ve soruşturma sırasında ibraz ettiği her iki davaya ait
ve suça konu rapor asılları diğer tanıkların anlatımları, savunma, soruşturma
dosyası, müfettiş raporu ve tüm dosya kapsamıyla sabit görülmüştür. Bu
itibarla, aleyhe temyiz bulunmadığı nazara alınarak cezayı hafifleten
nedenlerin nelerden ibaret olduğuna ilişkin gerekçe göstermeyen 4. Ceza
Dairesince verilen hükümlerde bu eleştiri dışında bir isabetsizlik
görülmediğinden temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan
mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir” Yarg. CGK., 24.3.1998,
1998/4-58, 1998/116.
“Raporu hükme
dayanak yapılan bilirkişi orman mühendisi Z. Ç.'ın Aybastı Orman Şefliği'nde
orman muhafaza memuru olarak görev yapması sebebiyle tarafsız sayılamayacağı
gözetilmeden düzenlenen rapora itibarla yazılı şekilde hüküm kurulması” Yarg.
3. CD., 2.11.2006, 2006/1917, 2006/8012; “Bilirkişi olarak mahkemece
tayin edilen ve raporu hükme dayanak yapılan orman mühendisi Vedat'ın Orman
Bakanlığına bağlı ağaçlandırma Müdürlüğünde görevli olduğunun keşif zaptında
tespit edilen kimliğinden anlaşılmasına, dolayısıyla tarafsız sayılamayacağının
Yargıtay Hukuk ve Ceza Dairelerinin yerleşmiş içtihatlarında da orman ve
ormancılıkla ilgili davalarda bilirkişilerin serbest orman mühendislerinden
seçilmesi gerektiğinin benimsenmesine göre ağaçlandırma müdürlüğünde çalışan ve
tarafsız olmayan bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm tesisi” Yarg.
3. CD., 21.10.2003, 2003/4729, 2003/6258; “Suça konu eserlerin
tarafsız bilirkişiye tevdii ile özellik ve niteliklerinin belirlenmesi
gerekirken, müdahil idareye bağımlı bilirkişilerce düzenlenen rapora
dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması” Yarg. 11. CD., 24.3.1999,
1999/1497, 1999/3099.
Tarafsızlık,
bilirkişi yemininde zikredilen hususlardan biridir. İl adli yargı adalet
komisyonları tarafından düzenlenen listelere kaydedilen bilirkişiler, komisyon
huzurunda "Görevimi adalete bağlı kalarak, bilim ve fenne uygun olarak,
tarafsızlıkla yerine getireceğime namusum ve vicdanım üzerine yemin
ederim" sözlerini tekrarlayarak yemin ederler. Listelerde yer almamış
bilirkişiler ise, görevlendirildiklerinde kendilerini atamış olan merci
huzurunda Kanun’da öngörülen biçimde yemin ederler.
“Sanığın aşamalarda
suça konu yerin köy tüzel kişiliğine ait olmadığını savunması ve teknik
bilirkişi raporunda tescil dışı bırakılan yer olduğu belirtilen suça konu
taşınmazın T.C.K.nun 154/2. maddesinde sayılan öteden beri köylünün ortak
yararlanmasına terk edilmiş mera, harman yeri, yol ve sulak gibi yerlerden olup
olmadığı ve niteliği, kuşkuya neden olmayacak şekilde belirlenmediğinden,
taşınmazın vasfı tarafsız bilirkişi ve tanıklardan sorulup kesin
olarak saptandıktan sonra sanığın hukuki durumunun tayini gerektiğinin
gözetilmemesi” Yarg. 8. CD., 11.10.2012, 2011/9688, 2012/30336; “Suç
konusu eserler üzerinde tarafsız bilirkişi incelemesi yaptırılarak,
eserlerin tasnif ve tescile tabi olup olmadıkları, müzelik veya etüdlük durumda
bulunup bulunmadıklarının tesbiti gerekirken, hazırlık soruşturması sırasında
müze elemanlarınca düzenlenen yeminsiz mütalaaya dayanılarak hüküm kurulması”
Yarg. 11. CD., 8.10.1996, 1996/1850, 1996/1722; “Dava konusu
yabancı menşeli sigaralardan; Tekel tarafından ithal edilmeyenlerin, konusunda
uzman tarafsız bilirkişi marifetiyle CİF değerlerinin tesbit
ettirilmesi, Tekel tarafından ithal edilenlerin ise, bildirilen CİF değerlerine
göre Gümrük İdaresi'ne, gümrüklenmiş değerlerinin hesaplattırılarak hükme esas
alınması gerekirken, Tekel tarafından bildirilen CİF değerlerin dikkate
alınmaması ve davada taraf olan Gümrük İdaresi'nin müdahale müzekkeresi ekinde
gönderdiği kaçak eşyaya mahsus tesbit varakasındaki CİF ve gümrüklenmiş
değerler üzerinden eksik soruşturmayla yazılı şekilde hüküm tesisi” Yarg. 7.
CD., 9.5.1994, 1994/3307, 1994/5436; “Sanıklarda bulanan silahlarla,
taciz atışında elde edilen birkaç boş kovanın irtibatlı olması tek başına TCK.
125. maddesindeki suçun oluşumu için yeterli değildir. Kaldı ki yaptırılan
ekspertiz raporu da tarafsız bilirkişi raporu değildir” Yarg.
CGK., 17.2.1998, 1998/9-11, 1998/35.