“...
23/01/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 684 sayılı
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname 01/02/2018 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülerek
yasalaşmıştır. 08/03/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan 7074sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair
Kanun” ile 15 Temmuz darbe girişimi dâhil 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
kapsamında terör eylemleri veya terörle mücadele görevleri sırasında
yaralananlardan bu yaralanmalara bağlı olarak malul olmadıkları için aylık
bağlanmayanlara aylık bağlanması, Merkez Bankasının Kamu İhale Kanunu'ndan
istisna kapsamının genişletilmesi, kamu ihalelerine girmekten terör bağlantısı
nedeniyle yasaklanacaklara ilişkin bildirimlerin Emniyet Genel Müdürlüğünce
yapılması, MİT Müsteşarlığının sadece yurt dışı bağlantılı kişi ve kuruluşlarla
ilgili bildirim yapması, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan
yapılan yardımların terörle mücadele kapsamında zarar görenlere ödenen
tazminattan mahsubu uygulamasına son verilmesi, terörle bağlantılı ihraççıların
hukuka aykırı, sermayeyi ve malvarlığını azaltıcı işlemleri hakkında açılan
davalarda Sermaye Piyasası Kurulunun yüksek meblağlı harç ve teminat ödemekten
korunması, ön ödemeli konut satış sözleşmelerinde tüketicinin gerekçe
göstermeden sözleşmeden dönmesi durumunda ödenecek tazminat miktarının sözleşme
tarihinden itibaren belli cayma sürelerinde kademeli olarak artırılması, terör
ve örgütlü suçlarda olağanüstü hâl süresince otuz gün olarak düzenlenen gözaltı
süresinin yedi güne indirilmesi, kanıtların toplanmasındaki güçlük veya şüpheli
sayısının çokluğu nedeniyle bu sürenin yedi gün uzatılabilmesi, yakalanan
şüphelinin yetkili adli merci önüne çıkarılmasındaki azami sürenin yedi gün
olarak düzenlenmesi, bu sürenin zorunlu durumlarda yedi gün uzatılabilmesi ve
gözaltındaki şüphelinin müdafii ile görüşme hakkının Cumhuriyet savcısının
kararıyla beş gün süreyle kısıtlanabilmesine ilişkin hükmün yürürlükten
kaldırılması öngörülmektedir.
Dava konusu düzenleme Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar
kurulu tarafından OHAL KHK’si olarak çıkarılmış ve TBMM tarafından onaylanarak
yasa adı altında yayımlanmıştır. Ancak aşağıda açıklanacak nedenlerle söz
konusu düzenleme yok hükmündedir ve Anayasa Mahkemesinin bu yokluğu tespit
etmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi yokluk tezine katılmazsa gene aşağıda
ayrıntılı olarak açıklanacak nedenlerle dava konusu düzenleme şekle aykırılık
dolayısıyla Mahkemece iptal edilmelidir. Aşağıda belirtilecek yokluk
nedenlerinin iptali istenen düzenlemenin hem TBMM tarafından onaylanması
öncesine ilişkin boyutları hem de onaylama aşaması sonrasına ilişkin boyutları
bulunmaktadır. Belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin önüne daha önce yetki
ve şekil sakatlıklarının bu derece ağır olduğu bir metin gelmemiştir. Bu
nedenle “yokluk” iddiamızın öncelikle değerlendirilmesi zorunludur.
A. İptali İstenen Düzenlemenin TBMM Onayı Öncesine İlişkin Yokluk
Nedenleri
Dava konusu düzenleme pek çok nedenle yok hükmündedir.
1. İptali İstenen Düzenleme Yetki Gaspı Suretiyle Çıkarılmıştır
Öncelikle Anayasa ile olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna tanınan yetkinin tamamen dışına
çıkarak olağanüstü hal ile ilgisi olmayan ve olağanüstü hal süresini aşacak
şekilde kanunlarda değişiklik yaparak sürekli uygulanacak kurallar öngörmüştür.
Anayasa tarafından Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna
olağanüstü hal süresini aşan kalıcı düzenlemeler yapma yetkisi verilmemiştir.
Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait yasama yetkinin açıkça gaspı anlamına
gelmektedir ve Anayasa Mahkemesinin çeşitli defalar belirttiği gibi yetki gaspı
suretiyle yapılmış düzenlemeler yoklukla maluldür.
Çağdaş demokrasilerde olağanüstü yönetim usulleri devletin ya da
ulusun varlığına yönelmiş olağanüstü bir tehdit veya tehlikenin mevcudiyeti
halinde, bu tehdit ve tehlikenin olağan tedbirlerle ortadan kaldırılamayacak
derecede ciddi olması durumunda bu tehdit veya tehlikeyi ortadan kaldırmayı ve
olağan düzene dönmeyi amaçlayan rejimlerdir. Bir başka ifadeyle, olağanüstü
yönetimler anayasal düzeni korumak ve savunmak amacı taşıyan rejimlerdir. Bütün
olağanüstü yönetim usulleri gibi, olağanüstü hal de çağdaş anayasal
demokrasilerde geçici nitelikte olan hukuki ve anayasal bir rejimdir. Bunun
anlamı, olağanüstü halin yürütme organına istediğini yapma olanağını tanıyan
keyfi bir rejim olmamasıdır. Olağanüstü hal, anayasal demokratik rejimin askıya
alınması değil, devletin veya ulusun varlığına yönelik ciddi bir tehdit veya
tehlikenin hızlı bir şekilde ortadan kaldırılması ve en kısa sürede olağan
hukuk düzenine dönülmesini sağlamak amacıyla geçici bir süreyle yürütme
organına hızlı ve etkili tedbirler alma ve temel hak ve özgürlüklere müdahale
olanağı verir. Ancak Anayasa bu yetkilerin sınırını açık bir şekilde çizmiştir
ve yürütme organının hukuk devleti dışına çıkmasına olanak tanımaz. Yürütme organı,
olağanüstü hallerde de çerçevesi ve sınırları anayasa ve kanunlarla çizilen
sınırlar içinde hareket etmek zorundadır.
Olağanüstü hallerin amacı, olağanüstü hal ilanına neden olan durumu en
kısa sürede ortadan kaldıracak tedbirleri almak ve olağanüstü hal ilanı öncesi
döneme geri dönmektir. Olağanüstü hal yönetimini, anayasal düzeni ve hukuk
sistemini yeniden düzenlemenin bir aracı olarak kullanmak olağanüstü hal
yönetiminin mahiyetiyle bağdaşmaz. Bu nedenle olağanüstü hal döneminde yürütme
organının alacağı tedbirler geçici ve istisnai nitelik taşımalıdır. Bu önlemler
olağanüstü hal sona erdikten sonra da etkisini sürdürecek nitelikte olamaz, bir
başka ifadeyle olağan dönemde de uygulanamaz.
1982 Anayasası 121. maddesinde olağanüstü hallerde yürütme organına
özel bir yetki vererek Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar
kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma olanağı tanımıştır. Ancak bu kanun
hükmünde kararnamelerin Anayasanın 91. maddesinde düzenlenen KHK’lardan önemli
farklılıkları vardır ve Cem Eroğul’un deyimiyle bunlar arasında ad benzerliği
dışında hiçbir benzerlik yoktur (bkz. Cem Eroğul, “Anayasa Mahkemesi Kararları
Işığında Olağanüstü Yasa Gücünde Kararnamelerin TBMM’ce Onaylanması” Ankara
Üniversitesi, SBF Dergisi, Cilt 54, Sayı 4, s. 38). 121. maddeye göre
olağanüstü hallerde kanun hükmünde kararnameler Cumhurbaşkanı başkanlığında
toplanan bakanlar kurulu tarafından çıkarılır. Bu kanun hükmünde kararnameler
bir yetki yasasına dayanmaz. Bu kanun hükmünde kararnameler, Anayasa’nın 91. maddesinde
olağan dönemlerdeki kanun hükmünde kararnameler için getirilmiş konu
sınırlamasına bağlı değildir. Anayasa’nın 91. maddesinin olağan kanun hükmünde
kararnameler için koyduğu konu sınırlandırmalarına bağlı olmadıklarından, bu
tür kanun hükmünde kararnamelerle temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile
siyasî haklar ve ödevler de düzenlenebilir. Ancak bu hükmün aşağıda
açıklanacağı gibi 121/2. madde ile birlikte yorumlanması gerekir. Ayrıca bu
kararnameler ile yalnızca olağanüstü halin gerektirdiği tedbirler alınabilir.
Dolayısıyla bu KHK’lar ile yapılacak düzenlemeler olağanüstü halin konusu,
kapsamı ve süresiyle sınırlı tedbirler alınabilir ve bunu aşan düzenleme
yapılamaz. Aşağıda açıklanacağı gibi aslında bu düzenlemelere kanun hükmünde
kararname denilmesi yanıltıcıdır. Bunlarla sürekli ve genel düzenlemeler
yapılması mümkün olmadığından bunların kanun hükmünde olduğunu söylemeye de
olanak bulunmamaktadır (bkz. Cem Eroğul, age, s. 38).
Öncelikle Anayasa’nın 121. maddesinin ikinci fıkrasında belli konuların
Olağanüstü Hal Kanununda düzenleneceği belirtilmiştir. Buna göre “119. madde
uyarınca ilan edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal
ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı
geçerli olmak üzere Anayasa’nın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel
hak hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin
gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne surette alınacağı, kamu hizmeti
görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi
değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri Olağan Üstü Hal
Kanununda düzenlenir”. Burada sayılan belirli konuların Olağanüstü Hal
Yasası’nda düzenlenmesi zorunlu olduğundan bu konular KHK’larla
düzenlenemeyecektir (Merih Öden, “Anayasa Mahkemesi Ve Olağanüstü Hal Ve
Sıkıyönetim Kanun Hükmünde Kararnamelerinin Anayasaya Uygunluğunun Yargısal
Denetimi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.58, S.3 (2009), s.
664)
Dolayısıyla temel hakları sınırlayan ya da durdurun düzenlemeler
doğrudan OHAL KHK’leri ile yapılamaz. Ancak Olağanüstü Hal Kanununda yapılan
düzenlemelerin somut uygulaması niteliğindeki düzenlemeler OHAL KHK’si ile
yapılabilir. Bir örnek vermek gerekirse Anayasanın 19. maddesinde güvence
altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının olağanüstü hal dönemlerinde nasıl
kısıtlanacağı ancak OHAL Kanunu ile düzenlenebilir. Mesela gözaltı süresinin ne
kadar uzatılabileceği ancak OHAL Kanunu ile düzenlenebilir. OHAL KHK’si ile ise
ancak kanunda belirtilen süreyi aşmamak üzere somut OHAL döneminde gözaltı
süresinin ne kadar uygulanacağı düzenlenebilir. Yani OHAL KHK’leri ile ancak
temel haklar doğrudan düzenlenemez, ancak OHAL Kanununun uygulamasını gösteren
düzenlemeler yapılabilir. Anayasanın 121/2 maddesinin doğal ve mantıki sonucu
budur. Bunun sonucu olarak OHAL KHK’leri ile Olağanüstü Hal Kanununda
değişiklik yapılması da mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi bunu açık bir
şekilde belirtmiştir (bkz. AYM Kararı, E. 1990/25, K. 1991/1, K.T. 10.1.1991;
E. 1991/6, K. 1991/20, K.T. 3.7.1991).
İkinci olarak, Anayasa’nın 121/3. maddesi gereğince olağanüstü hal
kanun hükmünde kararnameleri “olağanüstü halin gerekli kıldığı konular”da
çıkarılabilir. Dolayısıyla olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi çıkarma
yetkisi konu bakımından sınırlıdır. Bir düzenlemenin olağanüstü halin gerekli
kıldığı bir konu olup olmadığı, Anayasanın konuyla ilgili bütün maddeleri (md.
119., 120., 121., 15. vb) göz önünde bulundurularak yapılır.Olağanüstü hal
kanun hükmünde kararnamelerinin “olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda”
olağanüstü halin amacı ve nedenleriyle sınırlı olarak çıkarılmaları gerekir.
Anayasa Mahkemesi de olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin amaç ve
kapsamını demokratik hukuk devletine uygun olarak yukarıdaki biçimde
belirlemiştir. Yüce Mahkemeye göre, olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnameleriyle getirilen düzenlemeler olağanüstü halin amacını ve sınırlarını
aşmamalıdır. “Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri, Olağanüstü Hal
Yasası ile saptanan sistem içersinde ‘olağanüstü halin gerekli kıldığı
konularda’ uygulamaya yönelik olarak çıkartılabilir. Bu tür kanun hükmünde
kararnamelerle yalnızca olağanüstü hal ilânını gerektiren nedenler gözetilerek
bu nedenlerin ortadan kaldırılması için o duruma özgü kimi önlemler alınabilir.
Olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkartılabilecek KHK’lere
Anayasa’nın 121. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları birlikte incelendiğinde
başkaca işlevler yüklenemez. Bunun tersi bir anlayış; Anayasa ve Olağanüstü Hal
Yasası dışında yeni bir olağanüstü hal yönetimi yaratmaya neden olur. Oysa,
Anayasa, olağan anayasal düzenden ayrı ne gibi olağanüstü yönetimler
kurulabileceğini saptamış ve bunların statülerinin de yasayla düzenlenmesini
öngörmüştür. Olağanüstü yönetim usulleri; olağanüstü haller ve sıkıyönetim,
seferberlik ve savaş halinden ibarettir. Anayasa, bu olağanüstü yönetimlerin
hangi ilkelere göre düzenleneceğini açıkça göstermiştir. O halde, bu sayılanlar
dışında farklı bir olağanüstü yönetim usulü, yasayla dahi düzenlenemez."
(E. 1990/25, K.1991/1; E. 1991/6, K.1991/20).”
Üçüncü olarak, olağanüstü halin belirli bir bölge veya bölgelerde ilan
edilmesi halinde, çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler ile alınacak
önlemlerin sadece olağanüstü hal ilân edilen bölge için geçerli olması bölge
dışına taşırılmaması gerekir.
Dördüncü olarak, olağanüstü hal belirli bir süreyle de sınırlıdır.
Olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda çıkartılan kanun hükmünde
kararnameler, bu hallerin ilân edildiği bölgelerde ve ancak bunların devamı
süresince uygulanabilirler. Kanun hükmünde kararnameler ile getirilen
kuralların nasıl olağanüstü hal öncesine uygulanmaları olanaksız ise olağanüstü
hal sonrasında da uygulanmaları veya başka bir zamanda veya yerde olağanüstü
hal ilânı durumunda uygulanmak üzere geçerliklerini korumaları olanaksızdır.
Son olarak, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi çıkarma yetkisi
olağanüstü hal bölgesi ve süresiyle sınırlı olduğundan, Anayasa Mahkemesinin de
isabetle belirttiği üzere, “… olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile,
yasalarda değişiklik yapılamaz. Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile
getirilen kuralların olağanüstü hal bölgeleri dışında veya olağanüstü halin
sona ermesinden sonra da uygulanmalarının devamı isteniyorsa bu konudaki düzenlemenin
yasa ile yapılması zorunludur. Çünkü olağanüstü hal bölgesi veya bölgeleri
dışında veya olağanüstü halin sona ermesinden sonra da uygulanmalarına devam
edilmesi istenilen kuralların içerdiği konular ‘olağanüstü halin gerekli
kıldığı konular’ olamaz.” (E. 1990/25, K.1991/1; E. 1991/6, K.1991/20). Bir
başka ifadeyle, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleriyle yürürlükteki
kanunlarda genel ve sürekli değişiklik yapılamaz. Olağanüstü hal ve
sıkıyönetimin kanunla belirlenmiş statülerinde olağanüstü hal ve sıkıyönetim
kanun hükmünde kararnameleriyle değişiklik yapılması, ayrıca Anayasa’nın 6.
maddesindeki “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz” hükmüne, 7. maddesindeki yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesine, Başlangıç kısmındaki “… Kuvvetler ayırımının, … belli Devlet
yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve
işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” temel
ilkesine ve 11. maddesindeki Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesine de
aykırılık oluşturur (E. 1991/6, K.1991/20).
Özetlemek gerekirse, OHAL KHK’leri ile Anayasanın 15. maddesine aykırı
düzenleme yapılamaz, temel haklar sınırlandırılamaz ve durdurulamaz; Olağanüstü
Hal Kanununun uygulaması niteliğinde düzenlemeler yapılabilir ancak Olağanüstü
Hal kanununda değişiklik yapılamaz; Anayasanın kanunla düzenlenmesini emrettiği
konularda düzenleme yapılamaz mesela, suç ve cezalar düzenlenemez; Olağanüstü
halin konusunu, süresini ve kapsamını aşan düzenlemeler yapılamaz bunun sonucu
olarak olağanüstü hal süresini aşan tedbirler alınamayacağı gibi, kanunlarda
genel ve sürekli değişiklikler yapılamaz ve uygulaması olağanüstü halin
süresini aşan genel ve sürekli düzenlemeler de yapılamaz. Olağanüstü halin ilan
edildiği bölgenin dışında uygulanacak tedbir alınamaz ve düzenlemeler yapılamaz
(Bkz. Cem Eroğul, age. s.39)
Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında açıkça ifade edildiği üzere
Anayasa, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna OHAL KHK’sı
adı altında, kanunlarda genel ve sürekli değişiklik yapma, ya da sürekli olarak
uygulanacak kurallar koyma yetkisi vermemiştir ve yetkinin bu şekilde
kullanılması açıkça TBMM’ye ait yasama yetkisinin gaspı anlamına gelir. Anayasa
Mahkemesi yetki gaspı suretiyle yapılan düzenlemelerin yokluk ile malul
olduğunu kabul etmiştir. Mahkeme yokluk ölçütlerini şu şekilde belirlemiştir:
Bir kanunun yokluğundan söz edilebilmesi ise yasama organının bu
yönde bir iradesinin olmaması ya da anayasal düzende yasama organına verilmeyen
bir yetkinin fonksiyon gaspı suretiyle kullanılması gibi hukuk âleminde hiçbir
zaman varlık kazanamayacak olan durumlarda mümkündür. Kuvvetler ayrılığı ilkesi
gereğince yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarını yerine getiren yasama,
yürütme ve yargı organlarından birinin, diğerinin yerine geçmesi sonucunu
doğuracak şekilde karar almaları “fonksiyon gaspına” yol açacağından, yasama
organının, yasama fonksiyonu kapsamında yer almayan hususlarda “kanun” adı
altında yapacağı düzenlemelerin hukuk âleminde varlık kazanabilmesi mümkün
olmayacaktır. Belirtilen haller dışında kalan, kanunların veya kanun
hükümlerinin Anayasa'ya uygunluk denetimi kapsamında incelenmesi gereken
hususlarda Anayasa'ya aykırılığının saptanması ise ilgili kanun veya kanun
hükümlerinin yokluğunu değil, iptalini gerekli kılar.” (AYM Kararı: E.2014/57,
K.2014/81, K.T. 10/04/2014, R.G. 14/05/2014t., 29000s.)
Mahkemenin bu kararında yasama organı için belirtilen fonksiyon
gaspının yürütme organı için de geçerli olduğu açıktır. Dolayısıyla hem
olağanüstü halin gerekleriyle uyumlu olmayan hem de kanunlarda genel ve sürekli
değişiklik yapan iptali istenen düzenleme fonksiyon gaspı suretiyle çıkarılmış
olup yok hükmündedir.
Anayasanın Başlangıcına, 2., 6., 7., 11. ve 121. maddelerine açıkça
aykırı olarak fonksiyon gasbı suretiyle çıkarılan dava konusu düzenlemenin
yokluğunun tespitine karar verilmesi gerekir.
2. (Cumhurbaşkanlığı Başkanlığında Toplanan) Bakanlar Kurulunun
İradesi Oluşmadan Dava Konusu Düzenleme Çıkarılmıştır, Bu Nedenle Yok
Hükmündedir
KHK, hukuki niteliği itibariyle bir kolektif işlem türüdür. Kolektif
işlemlerde gerçekleştirilen işlemlerin hukuk dünyasında var olabilmesi için o
işlemi gerçekleştirmeye yetkili olan organda yer alan bireylerin iradelerinin
tümünün aynı zamanda ve aynı doğrultuda açıklanmış olması gerekmektedir.
Bakanlar Kurulu’nun iradesinin oluşmasına dair birbiriyle de bağlantılı iki
sorun vardır.
İlk olarak, söz konusu iradenin somut olayda oluşmuş sayılabilmesi
için, KHK’lerin ana metinleriyle birlikte, kurum kapatma ve ihraç kararlarında
isimlerin tek tek okunmuş olması gerekir. Ne var ki her bir KHK’nin kapsamının
genişliği ye ekli olan ihraç ve kapatma listelerinin yüksek miktardaki sayıları
dikkate alındığında, ilgili Bakanlar Kurulu toplantısında bu düzenlemelerin
tamamının ve ekli listelerde yer alan isimlerin okunmadığına dair ciddi
emareler bulunmaktadır. Sırf bu nedenle dahi Bakanlar Kurulu’nun iradesinin
oluşmamış olduğu söylenebilir.
Bakanlar Kurulu tarafından bir oylama yapılmış olması da iradenin
oluştuğu anlamına gelmemektedir. KHK’lere ekli ihraç ve kapatma listelerindeki
isimlerin tek tek okunmadığına ilişkin en inandırıcı kanıt bizzat Başbakan
Binali Yıldırım’dan gelmiştir:
“Takdir edersiniz ki önümüze gelen binlerce listeyi kontrol edip,
doğru yanlış yapıldığını bilemeyiz. …Samimiyetle söylüyorum. Tek tek olaylarla
ilgilenmedim. 100 bin kişi diyor ki bana da bak ona da bak. Mümkün değil.
Hassasiyet gözetiyoruz. Geneline bakıyoruz. Kamuoyundaki etkilere göre önlem
alıyoruz. Başka yöntem bulamadık.”
Yine aynı doğrultuda Yıldırım’ın şu sözleri, ekli ihraç listelerinin
Başbakan başta olmak üzere altında imzası bulunan bakanlar kurulu üyeleri ve
Cumhurbaşkanı tarafından okunmadığına dair aksi ispatlanamayacak bir kanıt
niteliğindedir.
“Takdir edersiniz ki biz önümüze gelen binlerce listeyi inceleyip,
'Efendim buradan kim hakkında işlem yapıldı. Doğru mu yapıldı, yanlış mı
yapıldı? 'Böyle bir mekanizmamız yok, yapamayız da. Ancak ne zaman bilgimiz
oluyor biliyorsunuz? Bunlar olduktan sonra haberlerde çıkıyor, sizler tabii
araştırıyorsunuz bilinen isimleri, çıkıyor ondan sonra haberimiz oluyor. Bu da
gayet doğal."
Söz konusu düzenlemelerin tamamının ve ekli listelerdeki isimlerin
Bakanlar Kurulu üyeleri ve Cumhurbaşkanı tarafından okunmasının zaten hayatın
olağan akışına da uygun olmadığı Başbakanın şu sözlerinden anlaşılmaktadır:
“İnsan kapasitesinin yeteceği bir şey değil. Bu hassasiyeti gözetmemiz
lazım. Bu bir hak, hukuk meselesi yani birinin konusuyla ilgilenip, diğerini
görmezden gelirsek orada da adaletsiz bir durum ortaya çıkar mı? Geneline
bakıyoruz. Şikayetleri, kamuoyunda oluşturduğu etkileri dikkate alarak, önlem
almaya çalışıyoruz. Başka türlü bir yöntem bulamadık doğrusu.".
İkinci sorun ise, anılan Bakanlar Kurulu toplantı tarihleri ile ardı
ardına çıkarılan KHK’lerin Resmi Gazete’de yayımlanma tarihleri arasındaki
tutarsızlıklardır. Bir dizi KHK Resmi Gazete’de farklı tarihlerde yayımlanmış
olmasına rağmen, bu kararnamelerin kabul edildiği Bakanlar kurulu toplantısı
tarihi 2 Ocak 2017 olarak görülmektedir. Bu kararnameler sayıları ve Resmi
Gazete’de yayımlanma tarihleri sırasına göre şu şekildedir:
679, 680 ve 681 Sayılı KHK’lar, Resmi Gazete yayınlanma tarihi: 6 Ocak
2017
683, 684 ve 685 Sayılı KHK’lar, Resmi Gazete yayınlanma tarihi:23 Ocak
2017
686 Sayılı KHK, Resmi Gazete yayımlanma tarihi: 7 Şubat 2017
687 Sayılı KHK, Resmi Gazete yayımlanma tarihi:9 Şubat 2017
Bu görünüm karşısında, anılan KHK’lerin kabul edilmesi aşamasında ayrı
ayrı KHK çıkarılmadığı, 2 Ocak tarihinde gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu
toplantısında (belki de boş kâğıda) bakanların imzalarının alınarak, KHK’lerin
ve ek listelerinin sonradan eklendiği izlenimi uyanmaktadır. Nitekim şu haber
de bu izlenimi doğrular niteliktedir:
“CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2 Ocak’tan sonraki
kararnamelere ilişkin “Bu tarihten sonra yayımlanan bütün kararnameler usulsüz.
Süre ve kapsam bakımından sıkıntılar var. Bu kararnameler yetki bakımından da
sorunlu. Saray karar veriyor, bakanlar imza atıyor, geriye dönük imza hali söz
konusu, suçüstü haliyle karşı karşıyayız” dedi... Bunun en büyük kanıtlarından
biri de 2 Ocak toplantısına atfen bir kararnameyle ihraç edilenlerden bazıları,
aynı toplantıya atfen ilan edilen bir başka kararnameyle göreve iade ediliyor”
Özetle, tarihler arasındaki tutarsızlık ve Binali Yıldırım’ın sözleri,
KHK metinlerinin ve eklerinin KHK’nın altında imzası bulunan Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu dışındaki bir aktör veya organ tarafından hazırlandığına ve bu
eklerin 2 Ocak 2017 tarihinde belki de boş kağıda Bakanlar Kurulunun atmış
olduğu imzaya eklendiğine işaret etmektedir. Diğer yandan bir kararnameyle
ihraç edilen bir kişinin aynı toplantıda kabul edilen bir başka kararnameyle
iade edilmiş olması da, KHK metin ve eklerinin Bakanlar Kurulu üyeleri ve
Cumhurbaşkanı tarafından okunmadığına- ve evleviyetle- hazırlanmamış olduğuna
dair önemli bir kanıt teşkil etmektedir.
Burada önemle belirtmek gerekir ki, OHAL KHK’lerini çıkarmaya yetkili
olan makam Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanan bakanlar kuruludur. Öte yandan
bu yetkinin kullanılması aksi Anayasa’nı 121. maddesinde ayrıca
belirtilmediğine göre, karşı-imza kuralına tabidir. Anayasa’ya göre
“Cumhurbaşkanının, Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına
gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün
kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve
ilgili bakan sorumludur.”(Md. 105)
Bunun sonucu da anılan KHK’lerin altında isimleri yer alan Başbakan
ve Bakanlar Kurulu’nun hukuki ve siyasi açıdan KHK’lerin içeriğinden sorumlu
olmasıdır. Tüm bunlar dikkate alındığında Anayasa tarafından Bakanlar
Kurulu’nun başkanı olarak düzenlenen (Md.112) Başbakanın yukarıda anılan
ifadelerini; bakanlar kurulunun iradesinin oluşmadığının ilk elden itirafı
olarak okumak gerekir.
Bakanlar Kurulu 2 Ocakta toplandığı halde, ilerleyen hafta ve aylarda
ve farklı tarihlerde birden çok KHK çıkarıldığına göre, bunlar çok büyük
olasılıkla ek listeler (bürokratlar tarafından) hazırlandıkça 2 Ocak
toplantısında alınan imzaların sonradan gelen KHK’lere eklendiği ve bu nedenle
aslında Bakanlar Kurulu üyelerinin bu KHK’lerin altına imza atmamış oldukları
ihtimali oldukça yüksektir. Bu nedenle 2 Ocak sonrası tarihe sahip olan KHK’ler
açısından; adları belirtilmiş olsa da Bakanlar Kurulu üyelerinin ıslak
imzalarının bulunmamış olduğunu teyit edilmektedir.
Yukarıda belirtildiği gibi Anayasa Mahkemesinin içtihadına göre
yetkili organın iradesinin oluşmamış olması işlemin yokluğuna neden olur (AYM
Kararı: E.2014/57, K.2014/81, K.T. 10/04/2014, 14/05/2014 tarihli ve 29000
sayılı R.G.) Ayrıntılı olarak açıklanan nedenlerle iptali istenen düzenleme
Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplanan bakanlar kurulunun iradesi oluşmadan çıkarılan
düzenleme yok hükmündedir. Anayasa Mahkemesinin bu yokluğu tespit etmesi
gerekir.
3. Anayasa ve İçtüzükte Öngörülen Sürede Onaylanmayan KHK Yok
Hükmündedir
Anayasa’nın 121. maddesine göre OHAL KHK’larının Resmi Gazetede
yayınlandıkları gün TBMM’nin onayına sunulması gerekmektedir. Onaylanma süresi
ve usulünün düzenlenmesi ise İçtüzüğe bırakılmıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçTüzüğü’nün Olağanüstü hal ve sıkıyönetim kanun hükmündeki
kararnamelerinin görüşülmesi başlıklı 128. maddesi uyarınca;
“Anayasanın 121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve
İçtüzüğün kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre
ancak, komisyonlarda ve Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle,
kanun tasarı ve tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde
görüşülür ve karara bağlanır. Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri
tamamlanmayan kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya
Genel Kurul gündemine alınır.”
Görüldüğü gibi İçtüzüğün 128. maddesi onaylamanın 30 gün içinde
tamamlanmasını öngörmektedir. 30 gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından görüşülmeyen kanun hükmünde kararnamelerin hukuki durumuna ilişkin
olarak doktrinde bu KHK’ların kendiliğinden yürürlükten kalkacağı yönünde güçlü
bir görüş bulunmaktadır. Tanör-Yüzbaşıoğlu (1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa
Hukuku, (YKY, 2001), s.411) ve Teziç (Anayasa Hukuku, (Beta, 2003), s. 39) gibi
yazarlar 30 gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından görüşülmeyen
kanun hükmünde kararnamelerin kendiliğinden reddedilmiş sayılacağını ileri
sürmektedir. Bu yazarlara göre 30 gün içinde kabul, ret ve değiştirilerek kabul
edilmeyen KHK’lar kendiliklerinden yürürlükten kalkarlar ve yokluk ile
malûldürler. Bunların yokluğu her mahkeme tarafından saptanabilirler.
Kuzu (Olağanüstü Hal Kavramı ve Türk Anayasa Hukukunda Olağanüstü Hal
Rejimi (1993) s. 262) ve Gözler (Kanun Hükmünde Kararnamelerin Hukuki Rejimi
(Bursa, Ekin, 2000) s. 60) gibi başka bazı yazarlar ise otuz gün içinde
TBMM’ce onaylanmayan OHAL KHK’lerinin “idari işlem” olarak kalacaklarını ileri
sürmektedirler.
Bu görüşlerden hangisi kabul edilirse edilsin öngörülen 30 günlük süre
içinde OHAL KHK’larının TBMM tarafından onaylanmamış olması halinde bu
KHK’ların OHAL KHK’sı niteliğini kaybedeceği görülmektedir. Bu durumda 30
günlük süre geçmiş olmasına rağmen TBMM’ce onaylanmamış olan OHAL KHK’larının
sonradan onaylanmakla yeniden yürürlüğe gireceklerini söylemeye olanak
bulunmamaktadır.
Sonuç olarak yukarıda açıklanan her üç nedenle iptali istenen
düzenleme yok hükmündedir ve bu yokluğun Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi
gerekir.
B. TBMM Tarafından Onaylama Sonrasına İlişkin Yokluk Nedenleri
Yukarıda açıklandığı gibi OHAL KHK’ları ile ancak geçici tedbirler
alınabileceğinden, bunların kanun hükmünde olduğunu söylemeye olanak
bulunmamaktadır. Genel ve sürekli düzenlemeler yapması mümkün olmayan ve
kanunları değiştiremeyen bir işlemin maddi olarak kanun niteliğinde olduğu
söylenemez. Cem Eroğul’un isabetle belirttiği gibi Anayasa’nın 121. maddesinde
yer alan düzenlemenin doğal ve mantıki sonucu OHAL KHK’larının biçimsel olarak
yürütme işlemi olduğu gibi, maddi olarak da yürütme işlemi olarak kabul edilmesidir.
Anayasa’nın 91. maddesinde düzenlenen olağan KHK’lar biçimsel olarak yürütme
işlemi iken maddi anlamda yasama işlemidir ve genel ve sürekli olarak
uygulanmak üzere çıkarılırlar ve kanunlarda değişiklik yapabilirler. Oysa OHAL
KHK’ları doğaları gereği geçici olmak durumundadır ve sürekli etki doğuracak
şekilde çıkarılamazlar. Bunun sonucu olarak olağan KHK’lar ile OHAL KHK’larının
TBMM’ce onaylanması da tamamen farklı hukuki niteliğe sahiptir ve farklı
sonuçlar doğurur. Olağan KHK’ların TBMM tarafından onaylanması bir kanun yapma
işlemidir ve önüne gelen kanun tasarıları gibi bunları kanunların görüşülmesi
usulüne uygun olarak görüşür ve kabul eder, böylece ortaya yeni bir kanun
çıkar. Oysa geçici tedbirler niteliğindeki OHAL KHK’leri maddi açıdan bir
yürütme işlemidir ve bunların onama kararının bir meclis kararı ile alınması
gerekir (Bkz. Cem Eroğul, age. s.42). Zira Anayasa’nın 121. maddesinde
öngörülen TBMM onayı, bir yasalaştırma işlemi değil, siyasal denetim işlemidir.
Diğer bütün siyasal denetim işlemlerinde olduğu gibi bunun da bir kanunla
değil, meclis kararı ile alınması gerekir. Ancak bu şekilde Anayasanın 148.
maddesindeki OHAL KHK’lerinin denetimi yasağı anlamlı hale gelir. Zira Anayasa
Mahkemesinin yetkisi yasaları ve yasa gücündeki işlemleri denetlemektir.
Anayasa koyucu maddi anlamda yürütme işlemi olan OHAL KHK’lerini siyasi
denetime tabi tutmuştur.
TBMM onayının kanun şeklinde yapılması OHAL KHK’lerinin geçici
niteliği ile bağdaşmaz ve Anayasa’nın 121. maddesine aykırı olur. Çünkü kanun
ile onaylanması OHAL KHK’lerini OHAL süresini aşan sürekli ve genel
düzenlemelere dönüştürür ki, bu yasama yetkisinin Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna devri anlamına gelir ve fonksiyon
gaspı teşkil eder. Özellikle geçici tedbir niteliğinde olmayan ve sürekli
uygulanma olasılığı bulunan ve yukarıda açıklandığı gibi esasen Anayasa’nın
121. maddesinin Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna
tanımadığı kalıcı düzenlemelerin, TBMM tarafından kanun şeklinde onaylanması
yasama yetkisinin Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan bakanlar kuruluna
devri anlamına gelir ve Anayasa’nın 7. maddesine açık bir aykırılık oluşturur.
İptali istenen düzenleme kanun adı altında onaylanmak ve yayımlanmakla
hukuk düzeninde sürekli ve kalıcı bir nitelik kazanmıştır. Olağanüstü hal
kalksa dahi bu kurallar uygulanmaya devam edecektir. Bu da açıkça fonksiyon
gaspı olduğunu göstermektedir. Bu nedenle iptali istenen düzenleme yok
hükmündedir.
Geçici tedbir niteliğindeki düzenlemelerin kanun şeklinde onaylanması
ise onların geçici niteliği ile bağdaşmaz ve aşağıda açıklandığı üzere Anayasal
normlar hiyerarşisini ve hukuk düzeninin tutarlı normlardan oluşması ilkesini
altüst eder. Bu ise hukuk devleti ilkesinin temel koşullarından biri olan hukuk
düzeninin öngörülebilir ve tutarlı olması gereği ile bağdaşmaz. Nitekim 2016
yılına kadar hukuk düzenimizde kanunlaştırma şeklinde onaylanmış herhangi bir
OHAL KHK’si bulunmamaktadır. Onaylamanın kanun şeklinde yapılması ile OHAL KHK’sinin
akibetinin ne olduğu da belli değildir. OHAL KHK’sinin hala yürürlükte olduğuna
işaret eden bazı uygulamalar görülmektedir. Mesela, 8 Mart yasalarında daha
önce yasalaştırılmış olmasına rağmen atıfların yasaya değil KHK’ye yapılmaya
devam edildiği ve değişikliklerin yasalar üzerinde değil, KHK’ler üzerinde
yapıldığı görülmektedir. Bu da hukuk düzeninin alt üst olduğunun en somut
kanıtıdır.
Diğer taraftan yukarıda açıklandığı gibi Cumhurbaşkanının
başkanlığında toplanan bakanlar kurulu tarafından geçerli olarak çıkarılmamış
olan, dolayısıyla yok hükmünde olan düzenlemelerin TBMM tarafından onaylanmış
olması onları kendiliğinden geçerli hale getirmez. Yani geçerli bir onaylama
kararından söz edebilmek için öncelikle onaylanabilir nitelikte geçerli bir
işlemin bulunması gerekir. Oysa yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi
ortada onaylanabilecek nitelikte ve onaylamaya elverişli bir işlem
bulunmamaktadır. Bu nedenle geçerli olarak var olmayan bir işlemin onaylanması
mümkün değildir. Olmayan işlem onay ile varlık kazanmaz, yok olmaya devam eder.
Açıklanan nedenlerle Anayasa Mahkemesinin Anayasanın Başlangıcına, 2.,
6., 7., 11. ve 121. maddelerine açıkça aykırı olarak fonksiyon gaspı suretiyle
çıkarılan dava konusu düzenlemenin yokluğunun tespitine karar vermesi gerekir.
C. Eylemli İçtüzük Değişikliği Dolayısıyla TBMM’nin Onama Kararı
Geçersizdir
Olağanüstü kararnamelere ilişkin Anayasa ve İçtüzük özel bir yasalaşma
süreci öngörmüştür. Bu yasalaşma sürecinde ilk göze çarpan husus yasalaşma
sürecindeki süre şartıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Olağanüstü
hal ve sıkıyönetim kanun hükmündeki kararnamelerinin görüşülmesi başlıklı 128.
maddesi uyarınca;
“Anayasanın 121 ve 122 nci maddeleri gereğince çıkarılan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulan kanun hükmünde kararnameler, Anayasanın ve
İçtüzüğün kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi için koyduğu kurallara göre
ancak, komisyonlarda ve Genel Kurulda diğer kanun hükmünde kararnamelerle,
kanun tasarı ve tekliflerinden önce, ivedilikle en geç otuz gün içinde
görüşülür ve karara bağlanır. Komisyonlarda en geç yirmi gün içinde görüşmeleri
tamamlanmayan kanun hükmünde kararnameler Meclis Başkanlığınca doğrudan doğruya
Genel Kurul gündemine alınır.”
Ancak 684sayılı KHK’nin görüşülmesinde içtüzüğün zorunlu kıldığı usule
uyulmamıştır. 684sayılı KHK, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na sevk
edilmesinin ardından 30 günlük sürede Genel Kurul’da görüşülmemiştir. Yukarıda
yokluğa ilişkin savlarımızın kabul edilmemesi halinde İçtüzükteki yoruma açık
olmayacak netlikteki süre şartına uyulmaması, niteliği itibarıyla eylemli
içtüzük değişikliğidir. Daha somut bir ifadeyle, TBMM OHAL KHK’lerinin
görüşülmesinde 30 günlük zaman sınırını ihlal etmek yoluyla konuya ilişkin
İçtüzük hükmünü (md. 128) fiili olarak ilga etmiştir. Anayasa Mahkemesi
T.B.M.M. İçtüzüğü’nü denetlemeye yetkili olduğuna göre, iş bu fiili İçtüzük
değişikliği de Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenebilir. Nitekim, Anayasa
Mahkemesi parlamento kararlarını eylemli İçtüzük değişikliği adı altında
denetlemiştir:
• Başkanlık Divanı’nın oluşumundaki usulsüzlükler (E.1973/43,
K.1973/39, k.t. 25.12.1973.)
• Cumhurbaşkanının seçiminde Anayasa ve onun doğrudan atıfta
bulunduğu İçtüzük kuralına uyulmaması (E.2007/45, K.2007/54, k.t.1.5.2007.)
• Bakanlar Kurulu göreve başlarken, güvenoyu için öngörülen karar
yeter sayısı hakkında Anayasa ve İçtüzük’te özel bir hüküm olmamasına rağmen,
bu hususta Genel Kurul kararı yoluyla, karar yetersayısı hakkındaki Anayasa’nın
ilgili genel hükmüne aykırı bir kuralın tesis edilmiş olması E.1996/19,
K.1996/13, k.t.14.5.1996).
• Olağanüstü hal ilanı ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de
bulunmasına ilişkin sürenin uzatılmasında Anayasa ve İçtüzükte herhangi bir
kural olmamasına rağmen Genel Kurul kararı yoluyla yeni bir uygulama
yaratılması(E.1996/20, K.1996/14, k.t.14.5.1996)
• Seçimlerin yenilenmesi kararının değiştirilmesi hakkındaki
önergenin usulde paralellik ilkesi uyarınca tekrar ilgili komisyonda
görüşülmeden doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasına ilişkin Genel Kurul
kararı. E.1996/21, K.1996/15, k.t.14.5.1996.
Bir başka deyişle; Anayasa Mahkemesi, temel hak ve özgürlükler ile
parlamenter demokrasi ilkelerine aykırı bulduğu kimi parlamento kararlarını,
eylemli İçtüzük değişikliği olarak değerlendirmiş ve bu konuda denetim yetkisi
önündeki anayasal sınırları aşarak Anayasa ve İçtüzük hükümlerine aykırı olarak
alınan kimi parlamento kararlarını denetlemiştir. Bu bağlam, 30 gün şartı başta
olmak üzere aynı zamanda İçtüzük kuralı da olan diğer kurallar için de
geçerlidir. Bunun yanında bu başlık altındaki eylemli İçtüzük değişikliğinin
dava açma süresi 10 değil, 60 gündür.
“Sessiz anayasa” olarak nitelendirilen TBMM İçtüzüğü ancak Anayasaya
uygun olarak değiştirilebilir. Eğer eylemli bir değişiklikle İçtüzük metni
değiştirilirse, bu durum TBMM kararını sadece İçtüzüğe değil, Anayasaya da
aykırı hale getirir. İş bu talebimizle, Anayasa Mahkemesi’nin parlamento
kararının usul saptırması yoluyla yargı denetiminden kaçırılmasının önüne geçme
içtihatlarına uygun olarak yapması gereken süre şartına uyulmaması sebebiyle
iptali gerekir.
D. OHAL KHK’ları İle “Anayasasızlaştırma” Sürecine Girilmiş, Anayasa
Askıya Alınmıştır
Yokluğunun tespiti ve iptali talep edilen bu kanun, içerdiği hükümler
bakımından, anayasada bir değişik yapmamakla birlikte, tam aksine hükümler
içermektedir. Bir başka deyişle, kimi hükümleri ile, Anayasanın “tam aksine
kurallar konulmakta ve çatışma durumunda da Anayasa hükümleri değil, bu
KHK’lerin hükümleri uygulanmaktadır.” (Kemal Gözler). Bu bağlamda, iş bu iptali
talep edilen kanun, maddi olarak anayasa değişikliği niteliğinde olduğu için
Anayasa’nın 148 ve 175. maddelerinin bir arada okunması suretiyle anayasaya
şekil bakımından aykırıdır.
Anayasa’nın 148. Maddesi, anayasa değişikliklerinin şekil bakımından
denetlenmesinde kanunlara nazaran daha geniş bir alan tanımaktadır. Buna göre
bir anayasa değişikliği en az 184 milletvekili tarafından yazılı olarak teklif
edilmeli, bu teklif iki kere görüşülmeli ve en az 330 oyla kabul edilmiş
olmalıdır. İşte Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerine ilişkin bu üç temel
aşamayı denetleyebildiğine göre, kanun niteliğini almış kanunların anayasa
değişikliği olarak tanımlanabilmesi halinde yukarıda bahsedilen tüm sakatlıklar
şekil bozukluğu olarak değerlendirilmelidir. Mademki kimi madde hükümleri
anayasa değişikliğidir, en az 184 milletvekili ile iki kere görüşülerek en az
330 oy alması gereken bir metin; TBMM’nin önüne Başbakan tarafından getirilmiş
ve sadece bir kere görüşülmüştür. Ayrıca ilgili kanunun TBMM’deki kabul oyları
da 330’dan düşüktür. Kaldı ki kabul oyları 330’un üzerinde olsa bile bu
oyların TBMM tamsayısının üçte ikisini (2/3) (367 MV) bulmadığı takdirde Cumhurbaşkanınca
yayımlanarak yürürlüğe konulması mümkün değildir. Cumhurbaşkanı bu tür anayasa
değişikliği kanunlarını ancak referanduma sunulmak üzere Resmi Gazete’de
yayımlayabilir.
1982 Anayasası gibi kazuistik anayasalar, kanunlara yol gösterici
genel ilkeler yanında doğrudan uygulanabilir kuralları da içermektedir.
Doğrudan uygulanabilir Anayasa kuralı demek ayrıca bir yasal düzenlemeye gerek
kalmaksızın bir Anayasa hükmünün hukuk dünyasında sonuç doğurmasıdır. 1982
Anayasası uyarınca Anayasa Mahkemesi önünde tanınan bireysel başvuru hakkı
çerçevesinde Anayasa Mahkemesi’nin anayasa hükümlerine doğrudan uyguladığını
düşündüğümüzde, 1982 Anayasasının anayasa hükümlerinin doğrudan
uygulanabileceğine cevaz verdiğini söylemek mümkündür.
OHAL döneminde doğrudan uygulanabilecek Anayasa kurallarının eylemli
olarak değiştirildiğine dair şu örnek verilebilir:
Terör örgütlerine üyelik, bunlarla irtibat, iltisak halinde bulunduğu
ileri sürülen yüksek öğretim mensuplarının ihracıyla ilgili olarak: Anayasa’nın
130’ncu maddesine göre “Üniversite yönetim ve denetim organları ile öğretim
elemanları; Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının
dışında kalan makamlarca her ne suretle olursa olsun görevlerinden
uzaklaştırılamazlar.” Bir taraftan bu maddedeki “her ne suretle olursa olsun”
vurgusu(nun), OHAL’de dokunulamaz çekirdek haklar kategorisine, özel nitelikte
(lex specialis) ek bir hak getireceği” ileri sürülebilir (Tolga Şirin, “Anayasa
Hükmünde Kararnameler”, Güncel Hukuk, Kasım 2016, Sayı 155). Kaldı ki yukarıda
açıklandığı gibi Anayasa’nın 15. maddesine göre OHAL sürecinde “temel hak ve
hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilmesi Anayasanın
121/2 maddesine göre ancak OHAL Kanunu yoluyla yapılabilir ve OHAL Kanununun da
Anayasa’ya aykırı olmaması gerekir. Bu açıdan bakıldığında, Anayasa’nın 130. maddesi
(a contrario) yüksek öğretim personel rejiminde doğrudan uygulanabilecek bir
anayasa kuralı getirmektedir: Üniversite yönetim ve denetim organları ile
öğretim elemanlarını görevden uzaklaştırmaya yetkili olan makam Yükseköğretim
Kurulu veya üniversitenin yetkili organlarıdır. Bu doğrultuda, bu norm alanına
giren işlemlerin iş bu kanunlaştırma süreciyle fiilen Cumhurbaşkanı
başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’na verilerek, Anayasa’nın 130.
maddesinin ilga ettiği dikkate alınmalıdır.
Daha önce 668, 669, 670 ve 671 sayılı KHK’lere dair yaptığımız
başvurulara dair Anayasa Mahkemesi’nin Kararları (AYM E:2016/166 K: 2016/159)
ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir:
- Mahkeme öncelikle, hukuk devletinin yargısal denetimi zorunlu
kıldığını belirtip, bazı durumların buna istisna getirdiğini anlatmıştır.
Mahkeme’ye göre Anayasa’nın 148. maddesinin birinci fıkrasının üçüncü cümlesi
de bu kapsamdadır.
- Mahkeme, Anayasa’nın 121. maddesinin ““Olağanüstü haller
Anayasamızda yeni bir şekilde düzenlenmiştir. Tabiî afet ve ekonomik kriz
hallerinde ve diğer hallerde hükümete yasama meclisinin denetimi altında kanun
hükmünde kararname çıkartma yetkisi verilmiştir… Bütün tasarruflar yasama meclisinin
denetimi altında düzenlenecektir.” şeklindeki gerekçesinin, anayasa koyucunun
olağanüstü dönem KHK’lerinin denetiminin parlamentoya bırakıldığını gösterdiği
düşüncesindedir.
- Yine Mahkeme’ye göre, Danışma Meclisinde Anayasa Komisyonu
Başkanının “Olağanüstü haller Anayasamızda yeni bir şekilde düzenlenmiştir.
Tabiî afet ve ekonomik kriz hallerinde ve diğer hallerde hükümete yasama
meclisinin denetimi altında kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisi
verilmiştir… Bütün tasarruflar yasama meclisinin denetimi altında
düzenlenecektir.” Şeklindeki ifadesi, kuralın gerekçesi mahiyetindeki
açıklamaları, Anayasa koyucunun olağanüstü dönem KHK’larının yargı denetimi
dışında bırakılmasını ve bu konuda sadece yasama meclisinin denetiminin
varlığını amaçladığını ortaya koymaktadır
- Mahkeme bu amaç doğrultusunda, Anayasa koyucunun olağanüstü dönem
KHK’larının yargı denetimi dışında bırakılmasını ve bu konuda sadece yasama
meclisinin denetiminin varlığını amaçladığını tespit etmektedir.
- Mahkeme 1990’lı yıllarda verdiği ve OHAL KHK’lerinin Anayasa’nın
121. maddesinde öngörülen KHK olup olmadığını belirlemek için yer, zaman ve
konu bakımından bu KHK’leri inceleyerek; bu 3 kriter açısından OHAL ile
bağdaşmayan KHK’leri iptal ettiği kararlarını eleştirmiştir. Mahkeme’ye göre
böyle bir inceleme mutlaka ilgili KHK’nin içeriğinin de incelenmesini
gerektirmektedir. Bu durumda da mahkeme, tıpkı olağan dönemde yapacağı gibi bir
anayasallık denetimi yapmak durumunda olacak ve bu tür bir yaklaşımla
olağanüstü hâl KHK’sı niteliğinde olan tüm kuralları bu kapsam dışına
çıkarabilecektir.
- Mahkeme, bu tür bir yaklaşımı da Anayasa’nın kimsenin kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına ilişkin 6. Maddesine
aykırı görmektedir.
- Mahkeme, daha sonra ise iptal davasının konusu olan OHAL
KHK’lerinin 15 Temmuz 2016 gecesi Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde
örgütlenmiş olan bir cunta tarafından demokratik anayasal düzeni cebir ve
şiddet kullanarak ortadan kaldırma teşebbüsü sonrasında ilan edilen olağanüstü
hâl kapsamında çıkarıldığını belirtmiştir.
- Tüm bu açıklamalar ışığında Mahkeme, iptal davası konusu olan
KHK’lerin iptal taleplerinin yetkisizlik sebebiyle reddine oybirliğiyle karar
vermiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesinin bu kararları ile
OHAL KHK’si adı altında her konunun herhangi bir yetki kanununa dayanmadan ve
hiçbir kamusal tartışmaya olanak tanınmadan yürütme organı tarafından
düzenlenmesinin önü açılmıştır. OHAL başlangıçta çok kısa bir süre için ilan
edilmiş ve hükümet yetkililerince en kısa sürede sona erdirileceği açıklanmış
olmasına rağmen kamu güvenliğine yönelik güncel bir tehdidin varlığı yönünde
hiçbir gerekçe göstermeden sürekli yenilenmiş ve son olarak altıncı kez üç ay
süreyle uzatılmıştır. Bu süreç boyunca bugüne kadar 31 KHK çıkarılmıştır. 1194
maddeden oluşan 31 KHK ile mevzuatta 1000 maddenin üzerinde yeni düzenleme
yapılmıştır. Onlarca kanunda OHAL ile ilgisi olmayan yüzlerce değişiklik
yapılmıştır. (bkz. KHK’ların Mevzuat Üzerindeki Etkileri Raporu, https://tr.boell.org/sites/default/files/ohal_rapor_web.pdf).
Bu KHK’lar ile yüz binden fazla kamu görevlisi herhangi bir savunma hakkı
verilmeden adil yargılanma ilkelerine uyulmadan kamu görevinden çıkarılmış,
binlerce dernek, vakıf, sendika, yayın organı kapatılmıştır (bkz. IHOP,
Olağanüstü Hal Tedbir ve Uygulamaları, Güncellenmiş Durum Raporu,
http://www.ihop.org.tr/wp-content/uploads/2018/01/OHALdurumraporu_31122017.pdf
)
Anayasa Mahkemesi, 2016 yılında verdiği yukarıda söz edilen
kararlarında anayasa koyucunun OHAL KHK’lerinin denetimini yasama organına
bıraktığını belirtmiştir. Bu tespit doğru olmakla birlikte, bu denetimin
işlevsel olması Anayasa Mahkemesinin Anayasayı ve anayasal temel hak ve
özgürlükleri koruma yönünde Anayasanın kendine verdiği yetkiyi etkin bir
şekilde kullanmasına bağlıdır. Zira yasama ve yürütme organlarının anayasaya
uygun davranmasını sağlamak Anayasa Mahkemesinin görevidir. Demokratik hukuk
devleti ilkesi, demokratik yöntemlerle seçilmiş organların anayasaya uygun
hareket etmesini zorunlu kılar. Yasama ve yürütmenin anayasaya uygun hareket
etmesi ise ancak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacak etkin bir anayasallık
denetimi ile sağlanabilir. Anayasa Mahkemesinin yasama ve yürütme organlarına
ne derece Anayasaya aykırı hareket ederlerse etsinler denetim yapmayacağı
konusunda açık güvence verecek kararlar vermesi halinde, bu organlardan
Anayasaya uygun hareket etmelerine beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda belirtilen kararlarından sonra
26 KHK daha çıkarılmış ve bunlar uzun süre boyunca TBMM tarafından görüşülerek
karara bağlanmamıştır. Bunların bir kısmının çıkarılmasının üzerinden bir buçuk
yıldan daha uzun bir süre geçtikten sonra tamamı bir hafta içinde TBMM’de
herhangi bir şekilde tartışılmadan sadece oylanarak kabul edilmiştir. Bu KHK’ler
ile pek çok bireyin temel hak ve özgürlüklerine önemli müdahaleler yapılmıştır
ve bu müdahalelerin hukuka uygunluğunun denetimi yapılamamıştır. Diğer taraftan
bu KHK’ler ile onlarca kanunda olağanüstü hal ile hiçbir ilgisi olmayan ve
olağanüstü halin süresiyle sınırlı olmayan yüzlerce değişiklik yapılmıştır.
Yasama yetkisi fiilen yürütme organı tarafından kullanılmıştır ve kullanılmaya
devam edilmektedir. Üniversite rektörlerinin seçiminden, kış lastiği takma
zorunluluğuna kadar pek çok konu yasama organı ve kamuoyu tarafından hiçbir
şekilde tartışılmadan doğrudan yürütme organı tarafından KHK ile
düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin fonksiyon gaspı suretiyle yapıldığı açıktır.
Parlamentoda tek başına çoğunluğa sahip iktidar partisi yasama yetkisini fiilen
kendi yöneticilerinden oluşan yürütme organına devretmiştir.
Bu durumda Anayasa Mahkemesinin 148. maddeye ilişkin yorumu ile
Anayasanın başta değiştirilemez hükümleri olmak üzere tamamının işlevsiz hale
getirilmesi mümkün hale gelmiştir. Mahkemenin bu yorumunun doğru olmadığı,
temel anayasal yorum ilkeleri ile bağdaşmadığı açıktır. Temel yorum
ilkelerinden biri sistematik yorum ilkesi olup, anayasal hükümlerin amaçlarını
da göz önünde tutarak bir bütün halinde ele alınmasını ve hükümlerin birbiriyle
uyumlu olarak yorumlanmasını gerektirir. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında
sistematik yorum ilkesine atıf yapmış ve sistematik yorumun teleolojik yorum
ile iç içe uygulanması gerektiğine işaret etmiştir. Yani bir normun anlamını
tespit ederken bir taraftan anayasanın bütünlüğü içinde diğer normlar
arasındaki bağlamını dikkate almayı aynı zamanda da bağlamı tespit ederken
normların amacının göz önünde tutulmasını gerekli görmüştür. Bir normun
teleolojisi de tek başına, diğer normlardan soyut olarak değil, bütün normların
ortak amacı dikkate alınarak tespit edilebilir. Mahkemeye göre “Anayasa kural
ve ilkeleri etki ve değer bakımından eşit olup hangi sebeple olursa olsun
birisinin diğerine üstün tutulmasına olanak bulunmadığından bunların bir arada
ve hukukun genel kuralları göz önünde tutularak uygulanmaları zorunludur.”
(E.2001/309, K.2002/91, K.T.15.10.2002). Bu çerçevede Anayasa’nın 148.
maddesinde yer alan olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinin şekil ve
esas bakımından denetlenemeyeceğine ilişkin hükmün Anayasa’nın 121., 15. ve
diğer maddelerinde olağanüstü hal yetkilerine ilişkin hükümlerle birlikte ele
alınması ve ancak bu maddelerde öngörülen sınırlar içinde kullanılan bir KHK
çıkarma yetkisinin anayasal denetim dışında tutulması, hem demokratik hukuk
devleti ilkesinin amacına uygun olacak hem de Anayasa’nın 15. ve 121 maddesinde
öngörülen kurallar ancak bu halde bir anlam ifade edecektir.
Anayasa koyucu bir taraftan kamu düzeni ve güvenliğinin olağan
tedbirlerle giderilemeyecek derecede bozulduğu durumlarda olağanüstü yetkiler
yoluyla tehdidin bir an önce savuşturulması için çıkarılacak KHK’ların
denetimini geçici olarak yasaklarken diğer taraftan bu yetkinin sadece mevcut
tehlikeyi ortadan kaldırmak için gerekli tedbirleri almak için kullanılmasını
ve bu yetki kullanılırken durumun gerektirdiği ölçünün aşılmamasını,
uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklere aykırı davranılmamasını ve
bazı haklara bu düzenlemeler yoluyla müdahale edilmemesini öngörmüştür. Bu hükümlerin
ortak amacının demokratik hukuk devletini güvence altına almak, demokrasiyi ve
hukuk devletini korumak olduğu açıktır. Demokratik hukuk devletinin özünde ise
bireysel temel hak ve özgürlüklerin korunması yer almaktadır. Yapılacak yorumun
bu amaç ile uyumlu olması zorunludur. Bir anayasa hükmünün, yürütme organına
keyfi ve sınırsız yetki verdiği şeklinde yorumlanması hem sistematik hem de
teleolojik yorum ilkelerine aykırı olacaktır. Böyle bir yorum, 148. maddenin
lafzının 15. ve 121. maddelere üstün tutulması hatta yukarıda açıklandığı gibi
anayasanın bütün diğer maddelerinin fiilen yok sayılması anlamına gelecektir ki
böyle bir sonuç saçma olacaktır. Hukuksal yorumun temel ilkelerinden birisi de
absürt sonuçlardan kaçınmaktır.
Ayrıca sistematik yorum ilkesinin bir sonucu da istisnaların dar
yorumlanmasıdır. Unutulmamalıdır ki 148. maddede OHAL KHK’leri için öngörülen
denetim yasağı bir istisna hükmüdür ve dar yorumlanmalıdır. Genel kural her
türlü yasal düzenlemenin anayasallık denetimine tabi tutulmasıdır. OHAL KHK’leri
bu genel kurala bir istisna teşkil etmektedir. Bu nedenle denetim yasağının
kapsamı dar yorumlanmalıdır. Oysa Mahkemenin sözü edilen yaklaşımıyla istisna
genel kural, hatta tek kural haline gelmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda sözü edilen OHAL KHK’lerine ilişkin
2016 tarihli kararlarda 148. maddenin anlamını ortaya koymak amacıyla tarihsel
yorum yöntemine başvurduğu ve söz konusu denetim yasağını Danışma Meclisinde
öneren üyenin “OHAL KHK’leri ile temel haklara müdahale imkânı tanındığı bu
nedenle denetlenmemeleri gerektiği” yönündeki açıklamalarına atıf yaparak
anayasa koyucunun bu düzenlemelerin denetlenmemesi yönünde bir iradesinin
olduğu sonucuna ulaştığı görülmektedir. Tarihsel yorum diğer yorum yöntemleri
ile metnin anlamının tespit edilememesi halinde başvurulabilecek yardımcı bir
yorum yöntemi olmakla birlikte, toplumun hızla değiştiği bir ortamda ihtiyatla
yaklaşılması gereken bir yöntemdir. Yukarıda belirtildiği gibi sistematik ve
teleolojik yorum yöntemleriyle 148. maddedeki denetim yasağının kapsamını
belirlemek mümkündür ve Anayasa Mahkemesi bu belirlemeyi 1991 yılında oldukça
başarılı bir şekilde ortaya koymuştur.
Diğer taraftan hukukun toplumsal gelişmelere uyumunu sağlayan önemli
bir yorum ilkesi de dinamik yorum yöntemidir. Dinamik yorum, bir normun
konulduğu andaki anlamından ziyade toplumsal gelişmeler dikkate alınarak normun
güncel anlamının ortaya konulmasını gerektirir. Bir darbe sonrasında, cunta
yönetiminin belirlediği ve hiçbir şekilde demokratik temsil kabiliyeti olmayan
bir danışma meclisinde yapılan ve modern anayasacılığın gerekleriyle hiçbir
şekilde bağdaşmayan bir açıklamanın bir istisna hükmünün kapsamının
belirlenmesinde temel dayanak olarak alınması üzüntü vericidir. Söz konusu
açıklamada OHAL KHK’leri ile temel haklara müdahale imkânı tanındığı için
denetim yapılmaması gerektiği ifade edilmiştir. Modern anayasacılığın özünde
temel hakların korunması amacı vardır. Anayasaların ve anayasa yargısının
varlık nedeni temel hakların korunmasıdır. Temel haklara en ağır müdahalelerin
yapıldığı olağanüstü hallerde bu müdahaleyi yapan düzenlemelerin denetim
dışında bırakılmasının anayasacılık düşüncesiyle hiçbir ilgisinin olmadığı,
hatta anti anayasacı bir yaklaşım olduğu açıktır. 1982 Anayasasında yer alan temel
hakları aşırı derecede kısıtlayan anti demokratik hükümlerin ayıklanması
amacıyla onlarca kez değişiklik yapılmış ve Anayasanın maddelerinin yarıdan
fazlası neredeyse tamamen yenilenmiştir. Demokratikleşme ve temel hakların
geliştirilmesi yönündeki bunca gelişmenin yok sayılarak bir istisna hükmünün,
35 yıl önce yapılmış ve anayasacılığın amaçlarına tamamen ters bir açıklamaya
dayalı olarak anlamlandırılmasının dinamik yorum ilkesi ile de bağdaşmadığı
açıktır.
Mahkemenin bu yeni içtihadındaki “amaçsal”, “sistematik” ve “dinamik”
yorum eksikliği, hukuk disiplininde, özellikle hukuki pozitivizm anlayışı
çerçevesinde bir ölçüye kadar haklı görülebileceği düşünülse de iş bu iptalini
talep ettiğimiz kanunun eylemli anayasa değişikliği olduğu düşüncesi tam da hukuki
pozitivizmin temel mantığı gereğidir. Hans Kelsen’e göre hukuk ahlak
kurallarından arındırılarak ele alınmalıdır. Hukuku ahlak kurallarına dayanarak
değerlendirmek politikleşme tehlikesini de getirir.
Hukuk biliminin konusu farklı hukuk kurallarının birbiriyle birleşerek
tek vücut halinde çalıştığı bir sistemdir. Bu sisteme de “hukuk düzeni” adı
verilir. Bu sistem bir tür piramit olarak yapılanmıştır. En tepede Anayasa,
onun altında kanunlar ve onun da altında idarenin düzenleyici işlemleri bulunur.
Aslında Anayasanın da üstünde bir “Temel Norm” vardır. Temel Normun ne olduğu
farklı yazarlar tarafından farklı yorumlansa da genel kanı tüm hukuk düzeninin
geçerliliğini sağlayan bir unsur olduğudur. (HansKelsen, Pure Theory of law;
translation from the Second German edition by Max Knight.Union, N.J. :Lawbook
Exchange, 2002, s. 72. ).
İşte bu sistemin mekanik işleyişi altta yer alan normun üstte yer alan
normun belirlediği usul ve şekillerle çıkarılması anlamına gelir. Burada iki
husus önemlidir. 1) Hukuk aynı fizik kurallarında olduğu gibi rasyonel bir
işleyişe sahip olan bir iç işleyişe sahiptir. Bu iç işleyiş içinde tek tek her
bir normun varlığı, yürürlüğü ve geçerliğinin üst normun varlığına bağlı olarak
tanımlanmasıdır. 2) Aynı rasyonel işleyiş tüm hukuk düzeni için geçerlidir ve
hukuk düzeni çökerse bu düzen içindeki her bir norm da çöker. Bu sistemi yıkma
denemeleri olabilir. Bunlara “devrim” adı verilir. Devrimler, şiddet yoluyla
gerçekleştiği gibi barışçıl yollarla da olabilir. Devrim başarıya ulaşırsa
temel normla birlikte tüm normlar hiyerarşisi çöker, ulaşamazsa mevcut hukuk
düzenindeki eylemine karşılık gelen normların yaptırımına maruz kalır.(Kelsen,
s. 209)
İş bu iptali talep edilen kanunun, bu anlamda getirdiği en büyük sorun
aynı normun, normlar hiyerarşisinde farklı kademelerdeki konumları aynı anda
işgal etmesidir. Bu aslında Kelsen’in ileri sürdüğü temel normun ve bu nedenle
tüm hukuk düzeninin çöküşü anlamına gelir. Bu duruma bir örnek olarak,
halihazırda OHAL KHK’leri ile ihraç edilen kamu personelinin durumu
verilebilir. Bu kişilere ait dosyalar OHAL komisyonu önündedir. OHAL
Komisyonu’nun yetkileri de yine kanunlaşan OHAL KHK’leri ile belirlendiğine
göre, bu haliyle ihraç listelerinin idari işlem mi kanun mu olduğu hususu
değerlendirilmelidir. Eğer kanun ise, OHAL komisyonunun vereceği karar Anayasa
Mahkemesinin yetkisinde olan kanunların esas açısından denetlenmesi yetkisini
kullanma anlamına gelecektir. Bu durum ve yarattığı sorunun çözümsüzlüğü hukuki
pozitivizmin sistematik yorumunun da ötesinde temel mantık kuralları açısından
da bir tür paradoks niteliğindedir. Bir yandan ihraç listeleri kanun haline
getirilmiş, diğer yandan OHAL komisyonuna iade yetkisi verilmek suretiyle her
bir ihraç işleminin idari işlem statüsünde olduğu düzenlenmiştir.
İkinci olarak 1982 Anayasasının ön gördüğü normlar hiyerarşisi
“tepetaklak olmuştur” . Anayasanın “tam aksine kurallar konulmakta ve çatışma
durumunda da Anayasa hükümleri değil, bu KHK’lerin hükümleri uygulanmaktadır.”
Sonuç olarak; Yüce Mahkeme’nin tüm bu ayrıntılı açıklamalarımız
doğrultusunda “torba kanunlaştırma” usulü ile peş peşe yasa numaraları
verilerek 8 Mart 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan kanunların tamamı
için “yokluk bildirimi”nde bulunması, eğer bunu yapmaz ise iptal etmesi
gerekir.
Yokluk bildirimi, OHAL KHK’leri denetimden kaçınırken Yüce Mahkemenin
başvurduğu tarihsel ve lafzi yorum yöntemi ile de tutarlı olacaktır. Zira,
Anayasa Mahkemesi 2016 sonrası içtihat değişikliği sonucu verdiği yukarıda adı
geçen kararlarında, özetle, “denetim yetkim olmadığına göre, konu bakımından
OHAL KHK’si olan ve olmayan ayrımını yapamam” demiştir. Şimdi ise AYM, OHAL KHK
başlığı altında yapılan işlemler dizisi üzerinde irdeleme, saptama, gözlem ve
değerlendirme yetkisine sahiptir. Bunlardan kaçınmak, kendi varlık nedenini
inkar etmek anlamına gelir.
İptal bakımından; Anayasa madde 2’de öngörülen hukuk devleti, şekli
anlamda, yani mekanizma olarak Anayasanın bütününe hakim bir kavramdır. Bu da,
hukuki yapılanma bakımından “normlar hiyerarşisi” kavramında somutlaşmaktadır.
8 Mart 2018’de yasa sayıları verilen bir dizi OHAL KHK’si, Olağanüstü Hal
Kanunu gibi bir dizi yasayı yürürlükten kaldırmış olmasının ötesinde,
Anayasa’nın da birçok maddesini etkisiz hale getirmiş ya da yürürlükten kaldırma
girişimi niteliği taşımaktadır. Bu da, mekanizma olarak hukuk devleti
iskeletine dayanan anayasal sistemin çökmesi anlamına gelmektedir ki, bunun
yaptırımını uygulamak, AYM’nin varlık nedenidir.
İş bu sebeple 08/03/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan 7074 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun”un öncelikle Anayasanın Başlangıcına, 2., 6., 7., 11. ve 121.
maddelerine açıkça aykırı olarak fonksiyon gaspı ve irade eksikliği suretiyle
çıkarılan dava konusu düzenlemenin yokluğunun tespitine karar vermesi, bu
görüşün kabul edilmemesi halinde eylemli içtüzük değişikliği ve eylemli anayasa
değişikliği dolayısıyla iptali gerekir.
III. SONUÇ VE İSTEM
08/03/2018 tarihli ve 30354 mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan
31/01/2018 tarih ve 7074 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine
Dair Kanun”un yok hükmünde sayılmasına, yok hükmünde sayılmadığı takdirde ise
şekil bakımından anayasaya aykırılıklarının değerlendirilerek iptaline karar
verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”