ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2015/41
Karar Sayısı : 2017/98
Karar Tarihi : 4.5.2017
R.G Tarih – Sayısı: 3.8.2017 – 30143
İPTAL
DAVALARINI AÇANLAR: TBMM Üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY,
Levent GÖK ile birlikte 119 milletvekili (E.2015/41)
TBMM Üyeleri M.
Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY, Levent GÖK ile birlikte 121 milletvekili
(E.2015/56)
TBMM Üyeleri M.
Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY, Levent GÖK ile birlikte 121 milletvekili
(E.2015/59)
İTİRAZ YOLUNA
BAŞVURAN: Sivas İdare Mahkemesi (E. 2015/78)
DAVALAR VE İTİRAZIN KONUSU: 27.3.2015 tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A- Dayanağını
oluşturan 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olarak görüşülmesine
ilişkin 18.2.2015 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın Anayasa’nın
88. ve 95. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline,
B-1- Bir kısım
maddeler üzerinde yapılan görüşmelerde oylamanın öngörülen çoğunlukla
yapılmadığına ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiasına dayalı olarak tümünün
şekil bakımından iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına,
2- Birden fazla
kanunda değişiklik yapan kanun kavramı bağlamında Anayasa’ya aykırılık
iddiasına dayalı olarak tümünün şekil bakımından iptaline ve yürürlüğünün
durdurulmasına,
3- Dayanağını
oluşturan 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olarak görüşülmesine
ilişkin 18.2.2015 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın Anayasa’ya
aykırı olduğu iddiasına dayalı olarak tümünün şekil bakımından iptaline ve
yürürlüğünün durdurulmasına,
C-1- 1.
maddesiyle 4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun
4/A maddesinin altıncı fıkrasına eklenen üçüncü cümlenin “…kişinin üstü ve
eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin
aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki
amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla
teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir…” bölümünün,
2- 2. maddesiyle
2559 sayılı Kanun’un 13. maddesinin;
a- Birinci
fıkrasına eklenen (H) bendinin,
b- Birinci
fıkrasının değiştirilen “eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına
alır, uzaklaştırır ya da…” bölümünün,
3- 3. maddesiyle
2559 sayılı Kanun’un 15. maddesine eklenen fıkranın birinci cümlesinde yer alan
“…ifadelerini…” ibaresi ile ikinci cümlesinin,
4- 4. maddesiyle
2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin;
a- Üçüncü
fıkrasının (b) bendine “…basınçlı…” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “… ve/veya boyalı… ” ibaresinin,
b- Yedinci
fıkrasına eklenen (d) bendinin,
5- 5. maddesiyle
değiştirilen 2559 sayılı Kanun’un ek 7. maddesinin;
a- İkinci fıkrasının
üçüncü cümlesinde yer alan “…kırk sekiz saat…” ibaresinin,
b- Üçüncü
fıkrasının,
6- 6. maddesiyle
değiştirilen 10.3.1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve
Yetkileri Kanunu’nun ek 5. maddesinin;
a- Birinci
fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…kırk sekiz saat…” ibaresinin,
b- İkinci
fıkrasının,
7- 7. maddesiyle
6.10.1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 23.
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “ … zincir…” ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen “…ve sapan…” ibaresinin,
8- 8. maddesiyle
değiştirilen 2911 sayılı Kanun’un 33. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinde yer alan “…ve sapan…” ile “…veya kimliklerini gizlemek
amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek …”
ibarelerinin,
9- 9. maddesiyle
2911 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. maddenin ikinci cümlesinin,
10- 13.
maddesiyle 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91.
maddesine eklenen (4) numaralı fıkranın;
a- Birinci
cümlesinin “…mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmi
dört saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde
bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen
suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı verilebilir.”
bölümünün,
b- Dördüncü ve
beşinci cümlelerinin,
11- 15.
maddesiyle 10.6.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesine
eklenen (G) fıkrasının birinci cümlesinin,
12- 16.
maddesiyle 5442 sayılı Kanun’un 66. maddesinin birinci fıkrasına eklenen
cümlenin,
13- 17.
maddesiyle değiştirilen 17.7.2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 13. maddesinin
üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin,
14- 21.
maddesiyle 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilât Kanunu’nun 13.
maddesine eklenen;
a- Üçüncü
fıkrada yer alan “…görev unvanlarına bakılmaksızın…”, “…gibi…” ve
“…atandıkları birim amirinin emrine alınabilirler” ibarelerinin,
b- Dördüncü
fıkrada yer alan “…görev unvanları arasında personelin görev yerini
değiştirmeye…” ibaresinin,
15- 22.
maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinin;
a- Yedinci ve
sekizinci fıkralarında yer alan “…liyakat koşullarını belirlemek ve
terfilerini önermek üzere…” ibarelerinin,
b- Onbirinci
fıkrasının (c) bendinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresinin,
c- Onüçüncü
fıkrasının;
ca- Birinci
cümlesinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresinin,
cb- İkinci
cümlesinin,
d- Onsekizinci
fıkrasında yer alan “Rütbe terfileri ve…” ibaresinin,
16- 23.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesine eklenen;
a- İkinci
fıkranın ikinci cümlesinin,
b- Üçüncü
fıkrada yer alan “…öğrenime devam edenler dâhil…” ibaresinin,
17- 29.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin birinci ve ikinci
fıkralarının,
18- 31.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 26. maddenin;
a- Üçüncü
fıkrasındaki tablonun “EN AZ BEKLEME SÜRELERİ” başlıklı bölümünün (B)
grubunda yer alan Komiser Yardımcısı rütbesi için öngörülen “6”,
Komiser rütbesi için öngörülen “6” ve Başkomiser rütbesi için öngörülen
“Yaş Haddi” ibarelerinin,
b- Dördüncü
fıkrasının;
ba- (a)
bendinin,
bb- (b) bendinde
yer alan “…bu grup için ayrı…” ve “…ve sözlü…” ibarelerinin,
c- Beşinci
fıkrasının,
19- 32.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 27. maddenin,
20- 33.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 28. maddenin birinci ve ikinci
fıkralarının,
21- 43.
maddesiyle 25.4.2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu’na
eklenen geçici 7. maddenin,
22- 50.
maddesiyle değiştirilen 2803 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendinin birinci cümlesinin,
23- 51.
maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 16.
maddesinin birinci fıkrasının birinci ve üçüncü cümlelerinin,
24- 58. maddesiyle
değiştirilen 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı
Kanunu’nun 8. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinin,
25- 61.
maddesiyle 2692 sayılı Kanun’a eklenen 21/A maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin,
26- 65. maddesiyle
değiştirilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 19. maddesinin,
Anayasa’nın
Başlangıç kısmı ile 2., 5., 7., 9.,10., 13., 17., 19., 20., 22., 23., 34.,
36., 37., 38., 42., 48., 49., 55., 60., 70., 88., 90., 95., 96., 123., 125.,
128., 129. ve 148. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebidir.
I- İPTALİ İSTENEN
KANUN HÜKÜMLERİ
İptali istenen kuralların yer aldığı 6638 sayılı Kanun’un;
1- 1. maddesiyle değiştirilen 2559 sayılı
Kanun’un “Durdurma ve kimlik sorma” başlıklı 4/A maddesi şöyledir:
“Polis,
kişileri ve araçları;
a) Bir suç
veya kabahatin işlenmesini önlemek,
b) Suç
işlendikten sonra kaçan faillerin yakalanmasını sağlamak, işlenen suç veya
kabahatlerin faillerinin kimliklerini tespit etmek,
c) Hakkında
yakalama emri ya da zorla getirme kararı verilmiş olan kişileri tespit etmek,
ç) Kişilerin
hayatı, vücut bütünlüğü veya malvarlığı bakımından ya da topluma yönelik mevcut
veya muhtemel bir tehlikeyi önlemek,
amacıyla
durdurabilir.
Durdurma
yetkisinin kullanılabilmesi için polisin tecrübesine ve içinde bulunulan
durumdan edindiği izlenime dayanan makul bir sebebin bulunması gerekir.
Süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfîlik oluşturacak şekilde durdurma
işlemi yapılamaz.
Polis, durdurduğu
kişiye durdurma sebebini bildirir ve durdurma sebebine ilişkin sorular
sorabilir; kimliğini veya bulundurulması gerekli diğer belgelerin ibraz
edilmesini isteyebilir.
Durdurma
süresi, durdurma sebebine esas teşkil eden işlemin gerçekleştirilmesi için
zorunlu olan süreden fazla olamaz.
Durdurma
sebebinin ortadan kalkması halinde kişilerin ve araçların ayrılmalarına izin
verilir.
Polis, durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya
tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin
varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına
yönelik gerekli tedbirleri alabilir. Bu amaçla kişinin üzerindeki elbisenin
çıkarılması veya aracın, dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin
açılması istenemez. (Ek cümleler: 27/3/2015-6638/1 md.) Ancak, el ile
dıştan kontrol hariç, kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan
bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı
tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk
amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü
emriyle yapılabilir. Kolluk amirinin kararı yirmi dört saat içinde görevli
hâkimin onayına sunulur. Bu fıkra kapsamında yapılan araç aramalarına ilişkin
olarak kişiye, arama gerekçesini de içeren bir belge verilir.
Bu Kanun ve
diğer kanunların verdiği görevlerin yerine getirilmesi sırasında, polis
tarafından gerekli işlemler için durdurulan kişiler ve araçlarla ilgili
hükümler saklıdır.
Polis,
görevini yerine getirirken, kendisinin polis olduğunu belirleyen belgeyi
gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabilir. Bu kişilere kimliğini
ispatlamaları hususunda gerekli kolaylık gösterilir.
Belgesinin
bulunmaması, açıklamada bulunmaktan kaçınması veya gerçeğe aykırı beyanda
bulunması dolayısıyla ya da sair surette kimliği belirlenemeyen kişi tutularak
durumdan derhâl Cumhuriyet savcısı haberdar edilir. Bu kişi, kimliği açık bir
şekilde anlaşılıncaya kadar gözaltına alınır ve gerekirse tutuklanır. Gözaltına
ve tutuklamaya karar verme yetkisi ve usûlü bakımından 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu hükümleri uygulanır.
Kimliğinin
tespiti amacıyla tutulan kişiye, kimliği tespit edildikten sonra ve talepte
bulunması halinde, bu amaçla tutulduğuna ve tutulma süresine dair bir belge
verilir. Kişinin kimliğinin belirlenmesi durumunda, bu nedenle gözaltına alınma
veya tutuklanma haline derhâl son verilir.
Nüfusa
kayıtlı olmadığı için kimliği tespit edilemeyen kişilerin nüfusa kayıtlarının
temini için gerekli işlemler yapıldıktan sonra, 5 inci maddeye göre fotoğraf ve
parmak izi tespit edilerek kayda alınır.
Kimliği
tespit edilemeyen kişinin yabancı olduğunun anlaşılması halinde, 5682 sayılı
Pasaport Kanunu ve 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri
Hakkında Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.”
2-
2. maddesiyle değiştirilen 2559 sayılı
Kanun’un 13. maddesi şöyledir:
“Polis,
A) Suçüstü
hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hâllerde suç işlendiğine veya
suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil
bulunan şüphelileri,
B) Haklarında
yetkili mercilerce verilen yakalama veya tutuklama kararı bulunanları,
C) Halkın
rahatını bozacak veya rezalet çıkaracak derecede sarhoş olanları veya sarhoşluk
hâlinde başkalarına saldıranları, yapılan uyarılara rağmen bu hareketlerine
devam edenler ile başkalarına saldırmaya yeltenenleri ve kavga edenleri,
D) Usulüne
aykırı şekilde ülkeye giren ya da haklarında sınır dışı etme veya geri verme
kararı alınanları,
E) Polisin
kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev
yapmasını engelleyenleri,
F) Bir
kurumda tedavi, eğitim ve ıslahı için kanunlarla ve bu Kanunun uygulanmasını
gösteren tüzükte belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirlerin yerine
getirilmesi amacıyla, toplum için tehlike teşkil eden akıl hastası, uyuşturucu
madde veya alkol bağımlısı serseri veya hastalık bulaştırabilecek kişileri,
G) Haklarında
gözetim altında ıslahına veya yetkili merci önüne çıkarılmasına karar verilen
küçükleri,
H) (Ek:
27/3/2015-6638/2 md.) Başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri,
eylemin
veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da
yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.
Yakalanması
belirli bir usule bağlanmış kişilerle ilgili kanun hükümleri saklıdır.
Yakalanan
kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin
sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.
Yakalanan
kişilere, yakalama sebebi herhalde yazılı ve bunun mümkün olmaması hâlinde
sözlü olarak derhâl; toplu suçlarda ise en geç bu kişiler hâkim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Kişinin
yakalandığı, istediği kanunî yakınlarına derhâl bildirilir.
Yakalananlardan,
A) Uyuşturucu
madde kullanmış olanlar ile sarhoş olanların,
B) Zor
kullanılarak yakalananların,
C) Haklarında
suç soruşturması yapılacak olan şüpheli ve sanıkların,
Yakalanma
anındaki sağlık durumları tabip raporuyla tespit edilir.
Yakalanan
kişilerden suç işlediği şüphesi altında olanlar adlî mercilere sevk edilir.
Haklarında ıslah veya tedavi tedbiri alınması gerekenler, ilgili kurum
yetkilileri tarafından teslim alınır. Yakalama sebebi ortadan kalkanlar derhâl
serbest bırakılır.”
3- 3. maddesiyle değiştirilen 2559 sayılı Kanun’un 15. maddesi şöyledir:
“Polis;
yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazımgelen kimseleri çağırır ve
kendilerine lüzumu olan şeyleri sorar.
(Ek:
16/6/1985 - 3233/5 md.; İptal: An. Mah.nin 26/11/1986 tarih ve 1985/8 E.,
1986/27 K. sayılı Kararı ile.)
(Ek fıkra:
27/3/2015-6638/3 md.) Polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini,
talepleri hâlinde ikamet ettikleri yerlerde veya işyerlerinde de alabilir. Bu
fıkranın kapsamı ile uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri
Bakanlığınca belirlenir.”
4- 4. maddesiyle değiştirilen 2559
sayılı Kanun’un “Zor ve silah kullanma” başlıklı 16. maddesi şöyledir:
“Polis,
görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla
ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
Zor kullanma
yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri
etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet,
maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.
İkinci
fıkrada yer alan;
a) Bedenî
kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya
kullandığı bedenî gücü,
b) Maddî güç;
polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında
kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı
gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet
araçlarını,
ifade eder.
Zor
kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya
zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz
önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.
Polis, zor
kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç
ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak,
toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile
kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve
tespit edilir.
Polis,
kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin
koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya
ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.
Polis;
a) Meşru
savunma hakkının kullanılması kapsamında,
b) Bedenî
kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu
direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,
c) Hakkında
tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş
olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla
ve sağlayacak ölçüde,
d) (Ek:
27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu
binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek
veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı,
yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya
saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz
kılacak ölçüde,
silah
kullanmaya yetkilidir.
Polis,
yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye
duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya
uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş
edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin
mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve
sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.
Polis,
direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini
kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde,
silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz
kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.”
5- 5.
maddesiyle değiştirilen 2559 sayılı Kanun’un ek 7. maddesi şöyledir: (Bu metin 2.1.2017 tarihli ve 680 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile yapılan değişiklikleri içermemektedir.)
“Polis,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel
güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri almak, emniyet ve asayişi
sağlamak üzere, ülke seviyesinde istihbarat faaliyetlerinde bulunur, bu amaçla
bilgi toplar, değerlendirir, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştırır.
Devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği yapar.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Birinci fıkrada belirtilen görevlerin yerine
getirilmesine yönelik olarak, 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun, casusluk suçları hariç, 250 nci maddesinin birinci fıkrasının (a),
(b) ve (c) bentlerinde yazılı suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla, hâkim
kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Emniyet Genel Müdürünün veya
İstihbarat Dairesi Başkanının yazılı emriyle, telekomünikasyon yoluyla yapılan
iletişim tespit edilebilir, dinlenebilir, sinyal bilgileri değerlendirilebilir,
kayda alınabilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde verilen yazılı emir,
yirmidört saat içinde yetkili ve görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim,
kararını en geç kırk sekiz saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim
tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir derhâl kaldırılır. Bu halde
dinlemenin içeriğine ilişkin kayıtlar en geç on gün içinde yok edilir; durum
bir tutanakla tespit olunur ve bu tutanak denetimde ibraz edilmek üzere
muhafaza edilir.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.; Değişik fıkra: 27/3/2015-6638/5 md.) Yetkili ve
görevli hâkim, Ankara ağır ceza mahkemesi üyesidir.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Kararda ve yazılı emirde, hakkında tedbir uygulanacak
kişinin kimliği, iletişim aracının türü, kullandığı telefon numaraları veya
iletişim bağlantısını tesbite imkân veren kodundan belirlenebilenler ile
tedbirin türü, kapsamı ve süresi ile tedbire başvurulmasını gerektiren nedenler
belirtilir. Kararlar, en fazla üç ay için verilebilir; bu süre aynı usûlle üçer
ayı geçmeyecek şekilde en fazla üç defa uzatılabilir. Ancak, terör örgütünün
faaliyeti çerçevesinde devam eden tehlikelere ilişkin olarak gerekli görülmesi
halinde, hâkim üç aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar
uzatılmasına karar verebilir.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Uygulanan tedbirin sona ermesi halinde, dinlemenin
içeriğine ilişkin kayıtlar en geç on gün içinde yok edilir. Durum bir tutanakla
tesbit olunur ve bu tutanak denetimde ibraz edilmek üzere muhafaza edilir.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) İstihbarat faaliyetlerinde, bu maddede belirtilen
suçların önlenmesi amacıyla ve hâkim kararı alınmak koşuluyla, teknik araçlarla
izleme yapılabilir. Ayrıca, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu hizmeti veren
kuruluşların ihtiyaç duyulan bilgi ve belgelerinden yararlanabilmek için
gerekçesini de göstermek suretiyle yazılı talepte bulunulabilir. Bu kurum ve
kuruluşların kanuni sebeplerle veya ticari sır gerekçesiyle bu bilgi ve
belgeleri vermemeleri halinde ancak hâkim kararı ile bu bilgi ve belgelerden yararlanılabilir.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Bu madde hükümlerine göre yürütülen faaliyetler
çerçevesinde elde edilen kayıtlar, birinci fıkrada belirtilen amaçlar dışında
kullanılamaz. Elde edilen bilgi ve kayıtların saklanmasında ve korunmasında gizlilik
ilkesi geçerlidir. Bu fıkra hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında, görev
sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca
doğrudan soruşturma yapılır.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Hâkim kararları ve yazılı emirler, Emniyet Genel
Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı görevlilerince yerine getirilir.
İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir
tutanakla saptanır.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.; Değişik fıkra: 27/3/2015-6638/5 md.) Bu maddede yer alan
faaliyetlerin denetimi; sıralı kurum amirleri, mülki idare amirleri, Emniyet
Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlığın teftiş elemanları tarafından yılda en az
bir defa yapılır. Bu faaliyetler Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından da denetlenebilir.
Bu kapsamda yapılan denetimlerin sonuçları bir rapor hâlinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi Güvenlik ve İstihbarat Komisyonuna sunulur.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.; Değişik: 15/8/2016-KHK-671/24 md.; Aynen kabul:
9/11/2016-6757/21 md.) Bu maddede belirtilen telekomünikasyon yoluyla yapılan
iletişime ilişkin işlemler ile 5271 sayılı Kanunun 135 inci maddesi kapsamında
yapılacak dinlemeler, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu bünyesinde tek bir
merkezden yürütülür.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Bu maddede belirlenen usûl ve esaslara aykırı dinlemeler
hukuken geçerli sayılmaz ve bu şekilde dinleme yapanlar hakkında 26.9.2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre işlem yapılır.
(Ek fıkra:
3/7/2005 – 5397/1 md.) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin esas ve usûller
Adalet, İçişleri ve Ulaştırma bakanlıklarının görüşü alınarak Başbakanlık
tarafından üç ay içinde çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
6- 6. maddesiyle değiştirilen 2803
sayılı Kanun’un ek 5. maddesi şöyledir:
“Jandarma, bu
Kanunun 7 nci maddesinin (a) bendine ilişkin görevleri yerine getirirken
önleyici ve koruyucu tedbirleri almak üzere, sadece kendi sorumluluk alanında
4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun, casusluk suçları
hariç, 250 nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentlerinde yazılı
suçların işlenmesinin önlenmesi amacıyla, hâkim kararı veya gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde Jandarma Genel Komutanı veya istihbarat başkanının
yazılı emriyle, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimi tespit edebilir,
dinleyebilir, sinyal bilgilerini değerlendirebilir, kayda alabilir.
Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde verilen yazılı emir, yirmidört saat
içinde yetkili ve görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını en geç kırk
sekiz saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar
verilmesi halinde tedbir derhâl kaldırılır. Bu halde dinlemenin içeriğine
ilişkin kayıtlar en geç on gün içinde yok edilir; durum bir tutanakla tespit
olunur ve bu tutanak denetimde ibraz edilmek üzere muhafaza edilir. Bu
işlemler, 4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun
ek 7 nci maddesinin onuncu fıkrası hükmüne göre kurulan merkez tarafından
yürütülür. 5271 sayılı Kanunun 135 inci maddesi kapsamında yapılacak dinlemeler
de bu merkez üzerinden yapılır.
(Değişik
ikinci fıkra: 27/3/2015-6638/6 md.) Yetkili ve görevli hâkim, Ankara ağır ceza
mahkemesi üyesidir.
Kararda ve
yazılı emirde, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının
türü, kullandığı telefon numaraları veya iletişim bağlantısını tespite imkân
veren kodundan belirlenebilenler ile tedbirin türü, kapsamı ve süresi ile
tedbire başvurulmasını gerektiren nedenler belirtilir. Kararlar, en fazla üç ay
için verilebilir; bu süre aynı usûlle üçer ayı geçmeyecek şekilde en fazla üç
defa uzatılabilir. Ancak, terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde devam eden
tehlikelere ilişkin olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim üç aydan fazla
olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
Uygulanan
tedbirin sona ermesi halinde, dinlemenin içeriğine ilişkin kayıtlar en geç on
gün içinde yok edilir; durum bir tutanakla tespit olunur ve bu tutanak
denetimde ibraz edilmek üzere muhafaza edilir.
Bu maddede
belirtilen suçların önlenmesi amacıyla ve hâkim kararı alınmak koşuluyla,
teknik araçlarla izleme yapılabilir. Ayrıca, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu
hizmeti veren kuruluşların ihtiyaç duyulan bilgi ve belgelerinden
yararlanabilmek için gerekçesini de göstermek suretiyle yazılı talepte
bulunulabilir. Bu kurum ve kuruluşların kanuni sebeplerle veya ticari sır
gerekçesiyle bu bilgi ve belgeleri vermemeleri halinde ancak hâkim kararı ile
bu bilgi ve belgelerden yararlanılabilir.
Bu madde
hükümlerine göre yürütülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar,
birinci fıkrada belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz. Elde edilen bilgi ve
kayıtların saklanmasında ve korunmasında gizlilik ilkesi geçerlidir. Bu fıkra
hükümlerine aykırı hareket edenler hakkında, görev sırasında veya görevden
dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır.
Hâkim
kararları ve yazılı emirler, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı
görevlilerince yerine getirilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat
ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır.
(Değişik
sekizinci fıkra: 27/3/2015-6638/6 md.) Bu maddede yer alan faaliyetlerin
denetimi; sıralı kurum amirleri, mülki idare amirleri, Jandarma Genel
Komutanlığı ve ilgili bakanlığın teftiş elemanları tarafından yılda en az bir
defa yapılır. Bu faaliyetler Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından da
denetlenebilir. Bu kapsamda yapılan denetimlerin sonuçları bir rapor hâlinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Güvenlik ve İstihbarat Komisyonuna sunulur.
Bu maddede
belirlenen usûl ve esaslara aykırı dinlemeler hukuken geçerli sayılmaz ve bu
şekilde dinleme yapanlar hakkında 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu hükümlerine göre işlem yapılır.
Bu maddenin
uygulanmasına ilişkin esas ve usûller, Adalet, İçişleri ve Ulaştırma
bakanlıklarının görüşü alınarak Başbakanlık tarafından üç ay içinde çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.”
7- 7. maddesiyle değiştirilen
2911 sayılı Kanun’un “Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri”
başlıklı 23. maddesi şöyledir:
a) 9 ve 10 uncu
madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş
için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;
b) (Değişik:
30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el
yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler
veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve
sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı
eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri
maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya
bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler
giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez
ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve
kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç
ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları
ile yayınlanarak,
c) 7 nci madde
hükümleri gözetilmeksizin,
d) 6 ve 10
uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,
e) 20 nci
maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere
uyulmaksızın,
f) 4 üncü
madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve
sınırları dışına çıkılarak,
g) Kanunların
suç saydığı maksatlar için,
h) Bildirimde
belirtilen amaç dışına çıkılarak,
i) Toplantı
ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya
ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,
j) (Değişik:
2/3/2014-6529/9 md.) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar
verilmesi hâlinde,
k) 21 inci
madde hükmüne aykırı olarak,
l) 3 üncü
maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan,
Yapılan
toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.”
8- 8. maddesiyle değiştirilen
2911 sayılı Kanun’un “Toplantı ve yürüyüşe silahlı katılanlar”
başlıklı 33. maddesi şöyledir:
“Toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine;
a) Ateşli
silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı
maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik
çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici
ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her
türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler taşıyarak veya
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair
unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan dört yıla kadar,
b) Yasadışı örgüt
ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu işaret ve amblemleri
üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek katılanlar ile
kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç
ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları
ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar,
hapis cezası
ile cezalandırılırlar.
Toplantı ve
gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olması halinde ve dağılmamak için direnildiği
takdirde, ayrıca 32 nci madde hükümlerine göre cezaya hükmolunur.”
9- 9. maddesiyle 2911 sayılı
Kanun’a eklenen “Rücu” başlıklı ek 1. madde şöyledir:
“Şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde
bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylarda kamu mallarına verilen zararlar
ile gerçek ve tüzel kişilerin mallarına verilen zararların Devlet tarafından
karşılanması hâlinde, ilgili idare ödeme nedeniyle genel hükümlere göre
sorumlulara rücu eder. Bu Kanun kapsamındaki rücu istemine ilişkin
zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır.”
10- 13. maddesiyle
değiştirilen 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı” başlıklı 91. maddesi şöyledir:
“(1) Yukarıdaki
maddeye göre yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa,
soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir.
(Değişik ikinci cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.) Gözaltı süresi, yakalama yerine
en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama
anından itibaren yirmidört saati geçemez.(Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/8 md.)
Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre
oniki saatten fazla olamaz.
(2) Gözaltına
alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu
işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır.
(3) Toplu
olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli
sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her
defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak
emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl
tebliğ edilir.
(4) (Ek:
27/3/2015-6638/13 md.) Suçüstü hâlleriyle sınırlı olmak kaydıyla; kişi hakkında
aşağıdaki bentlerde belirtilen suçlarda mülki amirlerce belirlenecek kolluk
amirleri tarafından yirmi dört saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak
kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar
sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına
alınma kararı verilebilir. Gözaltına alma nedeninin ortadan kalkması
hâlinde veya işlemlerin tamamlanması üzerine derhâl ve her hâlde en geç
yukarıda belirtilen sürelerin sonunda Cumhuriyet savcısına, yapılan işlemler
hakkında bilgi verilerek talimatı doğrultusunda hareket edilir. Kişi serbest
bırakılmazsa yukarıdaki fıkralara göre işlem yapılır. Ancak kişi en geç kırk
sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır.
Bu fıkra kapsamında kolluk tarafından gözaltına alınan kişiler hakkında da
gözaltına ilişkin hükümler uygulanır.
a) Toplumsal
olaylar sırasında işlenen cebir ve şiddet içeren suçlar.
b) 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Kasten
öldürme (madde 81, 82), taksirle öldürme (madde 85),
2. Kasten
yaralama (madde 86, 87),
3. Cinsel
saldırı (madde 102),
4. Çocukların
cinsel istismarı (madde 103),
5. Hırsızlık
(madde 141, 142),
6. Yağma
(madde 148, 149),
7. Uyuşturucu
veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
8. Bulaşıcı
hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma (madde 195),
9. Fuhuş
(madde 227),
10. Kötü
muamele (madde 232),
c) 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda yer alan suçlar.
d) 6/10/1983
tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 33 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen suçlar.
e) 10/6/1949
tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa dayanılarak ilan edilen sokağa çıkma
yasağını ihlal etme.
f) 21/3/2007
tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 3 üncü maddesinde
belirtilen suçlar.
(5) Yakalama
işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet
savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi,
eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı
sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi
evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır.
Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu
kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma
evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.
(6) Gözaltı
süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan
kişi hakkında yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde
edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle
yakalama işlemi uygulanamaz.
(7) Gözaltına
alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne
çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur.”
11- 15. maddesiyle 5442
sayılı Kanun’un 11. maddesine eklenen (G) fıkrası şöyledir:
“G) (Ek:
27/3/2015-6638/15 md.) Vali, lüzumu hâlinde, kolluk amir ve memurlarına suç
faillerinin bulunması için gereken emirleri verebilir. Kolluk bu emirleri,
mevzuatta belirlenen usule uygun olarak yerine getirir.”
12- 16. maddesiyle
değiştirilen 5442 sayılı Kanun’un 66. maddesi şöyledir:
“İl genel kurulu veya idare kurulları yahut en büyük mülkiye
amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye istinaden ittihaz ve usulen
tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik ve icrasına muhalefet eden
veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler, mahallî mülkî amir tarafından
Kabahatler Kanununun 32 nci maddesi hükmü uyarınca cezalandırılır. (Ek
cümle: 27/3/2015 - 6638/16 md.) Ancak, kamu düzenini ve güvenliğini veya
kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş
göstermesi hâlinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve
usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı davrananlar, üç aydan bir
yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”
13- 17. maddesiyle
değiştirilen 5233 sayılı Kanun’un “Zararın karşılanması” başlıklı
13. maddesi şöyledir:
“Sulhnamede belirlenen zararlar, sulhnamenin
imzalanmasından sonra valinin onayı üzerine ifa tarzına göre Bakanlık bütçesine
bu amaçla konulan ödenekten üç ay içerisinde karşılanır.
Bakanlık, ellibin Yeni Türk Lirasının üzerindeki aynî ifa veya
nakdî ödemelerin Bakan onayı ile yapılmasını kararlaştırabilir. Bu miktar, her
yıl 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri
uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılır.
(Değişik üçüncü fıkra: 27/3/2015-6638/17 md.) Devlet, ödeme
nedeniyle genel hükümlere göre sorumlulara rücu eder. Bu Kanun kapsamındaki
rücu istemine ilişkin zamanaşımı süreleri bir kat artırılarak uygulanır.”
14- 21. maddesiyle değiştirilen
3201 sayılı Kanun’un “Rütbeler, Meslek Dereceleri ve Görev
Unvanları” başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Emniyet hizmetleri sınıfı mensuplarının rütbeleri, meslek
dereceleri ve görev unvanları aşağıda gösterilmiştir.
Meslek
Rütbeler
|
Dereceleri
|
Görev Unvanları
|
Sınıf Üstü
Emniyet
Müdürü
Birinci Sınıf
|
Derece
Üstü
|
Emniyet Genel
Müdürü
|
Emniyet
Müdürü
|
1
|
(Değişik:
27/3/2015-6638/21 md.) Genel Müdür Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, Özel
Güvenlik Denetleme Başkanı, Polis Akademisi Başkanı, Merkez Emniyet Müdürü,
Emniyet Müşaviri
|
|
2
|
(Değişik:
27/3/2015-6638/21 md.) Daire Başkanı, Birinci Hukuk Müşaviri, İl Emniyet
Müdürü, Polis Başmüfettişi, Öğretim Görevlisi, Merkez Emniyet Müdürü, Polis
Moral Eğitim Merkezi Müdürü, Polis Akademisi Başkan Yardımcısı, Polis
Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürü, Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı, Teftiş
Kurulu Grup Amiri, Emniyet Müşaviri, Polis Meslek Yüksek Okulu
Müdürü, Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürü, Polis Eğitim Merkezi Müdürü, Uçuş
Kıymetlendirme Kurulu Üyesi, Pilot
|
İkinci Sınıf
Emniyet
Müdürü
|
3
|
(Değişik:
27/3/2015-6638/21 md.) Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürü, Daire
Başkan Yardımcısı, İl Emniyet Müdür Yardımcısı, Polis Müfettişi, Hukuk
Müşaviri, İlçe Emniyet Müdürü, Polis Akademisi Bölüm Başkanı, Polis Amirleri
Eğitimi Merkezi Müdür Yardımcısı, Polis Meslek Yüksek Okulu Müdür Yardımcısı,
Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı, Polis Eğitim Merkezi Müdür
Yardımcısı, Enstitü Sekreteri, Öğretim Görevlisi, Uçuş Kıymetlendirme Kurulu
Üyesi, Havacılık Müdürü, Pilot
|
Üçüncü Sınıf
Emniyet
Müdürü
|
4
|
Moral Eğitim
Merkezi Müdür Yardımcısı, Hukuk Müşaviri, Şube Müdürü, İlçe Emniyet Müdürü,
Öğretim Görevlisi, Pilot
|
Dördüncü
Sınıf
Emniyet
Müdürü
|
5
|
Şube Müdürü,
İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı, Hukuk Müşaviri, Şube Müdür Yardımcısı,
Öğretim Görevlisi, Pilot, İlçe Emniyet Müdürü
|
Emniyet Amiri
|
6
|
İlçe Emniyet
Amiri, Bürolar Amiri, Birlik Amiri, Çevik Kuvvet Grup Amiri, Ekipler Amiri,
Tim Amiri, İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı Büro Amiri, Trafik İstasyon Amiri,
Sınıflar Amiri, Öğretim Görevlisi, Pilot
|
Başkomiser
|
7
|
Karakol
Amiri, Büro Amiri, Çevik Kuvvet Grup Amiri, İlçe Emniyet Komiseri, Birlik
Amiri, Tim Amiri, Trafik İstasyon Amiri, Trafik Kayıt ve Tescil Büro Amiri,
Karakol Amir Yardımcısı, Sınıflar Amiri, Grup Amiri, Öğretim Görevlisi, Pilot
|
Komiser
|
8
|
Grup Amiri,
Ekip Amiri, Tim Amiri, Büro Amiri, Karakol Amir Yardımcısı, Sınıflar Amiri
Yardımcısı Sınıf Komiseri, Trafik İstasyonu Amir Yardımcısı, Öğretim
Görevlisi, Pilot
|
Komiser
Yardımcısı
|
9
|
Grup Amiri,
Ekip Amiri, Tim Amiri, Büro Amiri, Karakol Amir Yardımcısı, Sınıflar Amiri Yardımcısı,
Sınıf Komiseri, Öğretim Görevlisi, Pilot
|
Kıdemli
Başpolis
Memuru
|
10
|
Ekip Amiri,
Tim Amiri, Grup Amiri, Büro Amir Yardımcısı, Grup Amir Yardımcısı, Büro
Memuru, Ekip Memuru
|
Başpolis
Memuru
|
11
|
Ekip Amiri,
Tim Amiri, Devriye Amiri, Grup Amiri, Grup Amir Yardımcısı, Ekip Amir
Yardımcısı, Büro Amir Yardımcısı, Büro Memuru, Ekip Memuru
|
Polis Memuru
|
12
|
Büro Memuru,
Ekip Memuru, Tim Memuru, Karakol Memuru, Nokta Memuru, Devriye Memuru, Koruma
Memuru, Trafik Memuru, Telsiz Memuru, Memur
|
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/21 md.) İkinci Sınıf Emniyet Müdürü
rütbesinde olan polis amirleri; emniyet ve asayiş durumu, ekonomik, sosyal ve
kültürel özellikler, nüfus büyüklüğü, şehirleşme düzeyi gibi kriterler dikkate
alınarak belirlenecek ilçelere, ilçe emniyet müdürü olarak atanabilirler.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/21 md.) 2 nci, 3 üncü, 4 üncü, 5 inci ve
6 ncı meslek derecelerinde bulunan personel ihtiyaç hâlinde görev
unvanlarına bakılmaksızın araştırma, inceleme ve denetleme gibi
görevler verilmek üzere atandıkları birim amirinin emrine alınabilirler.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/21 md.) İdare, her rütbe ve meslek
derecesi karşısında gösterilen görev unvanları arasında personelin görev
yerini değiştirmeye yetkilidir.”
15- 22. maddesiyle
değiştirilen 3201 sayılı Kanun’un “Terfi ve atama” başlıklı 55. maddesi şöyledir:
“Polis amirleri, rütbe sırası ile Komiser Yardımcısı, Komiser,
Başkomiser, Emniyet Amiri, Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü, Üçüncü Sınıf Emniyet
Müdürü, İkinci Sınıf Emniyet Müdürü, Birinci Sınıf Emniyet Müdürü ve Sınıf Üstü
Emniyet Müdürüdür.
Polis amirlerinin, rütbelerde ve meslek derecelerinde zorunlu en
az bekleme süreleri rütbe sırası ile aşağıda gösterilmiştir.
RÜTBELER
|
MESLEK
DERECELERİ
|
EN AZ BEKLEME SÜRELERİ
|
Komiser Yardımcısı
|
9
|
4
|
Komiser
|
8
|
4
|
Başkomiser
|
7
|
3
|
Emniyet Amiri
|
6
|
3
|
Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü
|
5
|
2
|
|
Üçüncü Sınıf Emniyet Müdürü
|
4
|
2
|
|
İkinci Sınıf Emniyet Müdürü
|
3
|
1
|
|
Birinci Sınıf Emniyet Müdürü
|
2
|
2
|
|
Birinci Sınıf Emniyet Müdürü
|
1
|
Yaş Haddi
|
|
Sınıf Üstü Emniyet Müdürü
|
Derece Üstü
|
Yaş Haddi
|
|
|
|
|
|
|
Her amir rütbesinde bulunması gereken toplam kadro sayısı, emniyet
hizmetleri sınıfına ait toplam kadro sayısına göre, aşağıda hizalarında yer
alan oranlara karşılık gelen sayıyı geçemez. Hesaplamalarda küsurat dikkate
alınmaz.
RÜTBELER
|
ORANLAR
(On binde)
|
Birinci Sınıf Emniyet Müdürü
|
25
|
İkinci Sınıf Emniyet Müdürü
|
34
|
Üçüncü Sınıf Emniyet Müdürü
|
78
|
Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü
|
88
|
Emniyet Amiri
|
93
|
Başkomiser
|
291
|
Komiser
|
388
|
Komiser Yardımcısı
|
484
|
Rütbelere terfi ettirilecek personelin kurullarda görüşülmesi
kıdem sırasına göre, rütbelere terfiler ise bu maddede öngörülen sınav ve
eğitim şartı saklı kalmak üzere liyakate göre yapılır.
Kıdem sırasının tespitinde, bulunulan rütbeye terfi tarihi esas alınır.
Aynı tarihte terfi edenlerden performans değerlendirme puanı yüksek olanlar,
performans değerlendirme puanlarının eşitliği hâlinde bulunduğu rütbede aldığı
başarı ve üstün başarı belgesi fazla olanlar, başarı ve üstün başarı belgesinin
sayıca eşitliği hâlinde ise sicil numarası daha küçük olanlar diğerlerine göre
kıdemli sayılırlar.
Kıdem sırası, Emniyet Genel Müdürlüğünce her yıl mart ayında
Teşkilata duyurulur.
Komiser Yardımcısı, Komiser ve Başkomiserlerin liyakat
koşullarını belirlemek ve terfilerini önermek üzere Genel Müdürlük Merkez
Değerlendirme Kurulu oluşturulur. Bu Kurul, Emniyet Genel Müdürlüğü personel
işlerinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısının başkanlığında, Personel Dairesi
Başkanı, Birinci Hukuk Müşaviri ve Genel Müdürün uygun göreceği iki Daire
Başkanı ile Teftiş Kurulu Başkan Yardımcılarının birinden teşekkül eder.
Emniyet Amirleri ile Dördüncü ve Üçüncü Sınıf Emniyet Müdürlerinin
liyakat koşullarını belirlemek ve terfilerini önermek üzere Genel
Müdürlük Yüksek Değerlendirme Kurulu oluşturulur. Bu Kurul, Emniyet Genel
Müdürünün başkanlığında, Genel Müdür Yardımcıları, Teftiş Kurulu Başkanı, Polis
Akademisi Başkanı, Özel Güvenlik Denetleme Başkanı, Birinci Hukuk Müşaviri,
Personel Dairesi Başkanı ile Polis Başmüfettişleri arasından seçilecek bir
Polis Başmüfettişi ve İl Emniyet Müdürleri arasından seçilecek iki İl Emniyet
Müdüründen teşekkül eder. Bu Kurulda görev yapacak Polis Başmüfettişi ile İl
Emniyet Müdürlerinin seçimine ilişkin esaslar yönetmelikle düzenlenir.
Kurullar her yıl mayıs ayında toplanır ve kararlar oy çokluğu ile
alınır. Ancak Bakanın onayı ile kurullar, yıl içinde birden fazla toplanabilir
ve terfi değerlendirmesine karar verebilirler.
Terfiler, her yıl haziran ayında topluca yapılır. Ancak kurulların
yıl içinde birden fazla toplanması hâlinde, terfiler toplantının yapıldığı ay
sonunda yapılır.
Kurullarda personelin rütbe terfiinin görüşülebilmesi için;
a) Bulunulan rütbelerdeki en az bekleme sürelerinin tamamlanması,
b) Bekleme süresi içindeki yıl sayısı kadar iyi veya çok iyi
performans değerlendirme puanının alınması,
c) Yönetmeliğe uygun olarak yapılacak yazılı ve sözlü
sınavda başarılı olunması,
d) Polis Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek yöneticilikle ilgili
hizmet içi eğitimde başarılı olunması,
şarttır.
İkinci Sınıf Emniyet Müdürü rütbesinde en az bekleme süresini
tamamlayanlar, terfien Birinci Sınıf Emniyet Müdürü rütbesinde ikinci meslek
derecesi karşılığı görev unvanlarına atanabilirler.
İhtiyaç hâlinde meslekte fiilen iki yılını dolduran ve kırk beş yaşından
gün almamış lisans mezunu polis memurları, başpolis memurları ve kıdemli
başpolis memurları arasında yapılacak yazılı ve sözlü sınavda başarılı
olanlardan, Polis Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek ilk derece amirlik
eğitimini başarıyla bitirenler Komiser Yardımcılığı rütbesine atanır. Adaylarda
aranacak diğer nitelikler, sınavlara ve ilk derece amirlik eğitimine ilişkin
usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.
Polis amirlerinin bir üst rütbeye terfiinde, bu rütbedeki fiili
çalışma süresi esas alınır.
Mevzuat hükümlerine göre kazanılmış hak aylığında
değerlendirilmesi yapılan her türlü uzmanlık, yüksek lisans, doktora ve
avukatlık stajı rütbe kıdeminde değerlendirilmez. Ancak, bu Kanunun 13 üncü
maddesinde sayılan rütbeler içerisinde yapılan yurt dışı misyon koruma, yurt
dışı kurs ve diğer görevler sebebiyle geçirilen süreler ile tedavi ve istirahat
süreleri, hangi rütbede ifa edilmiş veya geçirilmiş ise o rütbedeki fiili
çalışma süresi içinde değerlendirilir. Ancak bu şekilde geçirilen sürelerin toplamda
üç yılı aşan kısmı rütbe terfilerinde değerlendirilmez. Emniyet Teşkilatına
girmeden önce yapılan askerlik hizmeti, atanılan ilk rütbede ve adaylığın
onanmasından sonra fiili çalışma süresinden sayılır.
Taksirli suçlar hariç, paraya çevrilse veya ertelense dahi alınan
hapis cezaları, aylıksız izinde geçen süreler, uzun ve kısa süreli durdurma
cezaları ile meslekten ve memuriyetten men cezaları, ceza süreleri kadar rütbe
terfiini geri bıraktırır. Her yetersiz performans değerlendirme puanı rütbe terfiini
bir yıl geciktirir.
Bir üst rütbeye terfi etmek için belirlenen diğer şartları
taşımakla birlikte, belirlenen rütbedeki kadrosuzluk nedeniyle terfi edemeyen
personele bir üst rütbeye terfi eden emsallerine ödenen ek gösterge, zam ve
tazminatlar ödenir.
Rütbe terfileri ve sınavlar ile meslek içi
yöneticilik eğitim kursları, eğitim tarih ve süreleri ile değerlendirme
kurullarının çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.
Bulundukları rütbelere terfi ettikleri tarihten itibaren beş yıl
içinde bir üst rütbeye terfi edemeyen Emniyet Amirleri ile Dördüncü, Üçüncü ve
İkinci Sınıf Emniyet Müdürleri, emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi
için gerekli şartları haiz olmaları kaydıyla, Yüksek Değerlendirme Kurulunun
teklifi ve Bakan onayı ile emekliye sevk edilirler.
Birinci Sınıf Emniyet Müdürlerinin bulundukları rütbedeki en fazla
bekleme süresi altı yıldır. Bu süre sonunda bir üst rütbeye veya meslek
derecesindeki göreve atanamayanlar, emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi
için gerekli şartları haiz olmaları kaydıyla, kadrosuzluk nedeniyle Yüksek
Değerlendirme Kurulunun teklifi ve Bakan onayı ile emekliye sevk edilirler.
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, Teftiş Kurulu Başkanı, Polis Akademisi Başkanı,
Özel Güvenlik Denetleme Başkanı, Birinci Hukuk Müşaviri, Daire Başkanı, İl
Emniyet Müdürü, Emniyet Müşaviri, Polis Moral Eğitim Merkezi Müdürü, Akademi
Başkan Yardımcısı, Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürü, Teftiş Kurulu Başkan
Yardımcısı, Teftiş Kurulu Grup Amiri, Polis Başmüfettişi, Polis Meslek Yüksek
Okulu Müdürü, Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürü ve Polis Eğitim Merkezi Müdürü
olarak fiilen görev yapanlardan, hizmet gerekleri nedeniyle kadrosuzluktan
emekliye sevk edilmesi uygun görülmeyenler hizmete devam ettirilirler. Bu
şekilde göreve devamı uygun görülenlerin durumu, iki yılda bir Yüksek
Değerlendirme Kurulu tarafından ayrıca karara bağlanır.
On dokuzuncu ve yirminci fıkra hükümlerine göre emekliliğe sevk
edilenlere, emekliye sevk edildikleri tarihi takip eden ay başından itibaren,
en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dâhil); Emniyet Amirlerine
%110’u, Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürlerine %120’si, Üçüncü Sınıf Emniyet
Müdürlerine %130’u, İkinci Sınıf Emniyet Müdürlerine %140’ı, Birinci Sınıf Emniyet
Müdürlerine %150’si oranında kadrosuzluk tazminatı, rütbelerinin ve makamının
yaş haddinden az olmamak üzere altmış yaşına kadar olan sürede Sosyal Güvenlik
Kurumunca ödenir. Verilecek emekli aylığı ve kadrosuzluk tazminatı toplamı,
Genel Müdürlükte aynı kadrodaki emsaline kadrosuna bağlı olarak mali haklar
kapsamında yapılan toplam ödemeyi geçemez. Bu tazminat, vergiye tabi değildir
ve yaş haddinden önce ölenlerin varislerine intikal etmez. Kadrosuzluk
tazminatı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca üçer aylık devreler hâlinde
faturası karşılığında Hazineden tahsil edilir.”
16- 23. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. madde
şöyledir:
“Lüzumu halinde Emniyet Umum Müdürü kadrosu bir
vali kadrosu ile tebdil edilebilir.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/23 md.) Emniyet Genel Müdürlüğü
merkez ve taşra teşkilatındaki tıbbi, teknik ve mali hizmetler veren daire
başkanlıkları ve şube müdürlüklerine ilişkin kadrolara, emniyet hizmetleri
sınıfı dışından da atama yapılabilir. Bu şekilde atama yapılan kadroların
hizmet sınıfı, atananların bu kadrolarda bulundukları süre boyunca genel idare
hizmetleri sınıfı olarak kabul edilir.
(Ek fıkra: 27/3/2015-6638/23 md.) Bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihte öğrenime devam edenler dâhil, bu Kanun ve 4652 sayılı
Polis Yüksek Öğretim Kanunu gereğince, polis eğitim kurumlarında ya da Emniyet
Genel Müdürlüğü adına diğer yükseköğretim kurumlarında öğrenim gören
öğrencilerin, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına Polis Memuru ve Komiser
Yardımcısı rütbelerine aday memur olarak atanmaları için öğrenim süresini
başarıyla tamamlamaları ve eğitim sonunda Polis Akademisi Başkanlığınca
yapılacak sınavda başarılı olmaları şarttır.”
17- 29. maddesiyle 3201
sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. madde şöyledir:
“Polis kolejinde öğrenime devam eden öğrenciler, Millî
Eğitim Bakanlığınca polis koleji giriş sınavının yapıldığı tarihte aldıkları
Ortaöğretim Yerleştirme Puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara
naklen kaydedilirler.
Polis kolejinde görev yapan eğitim öğretim hizmetleri
sınıfında yer alan personel, kadro derecelerine uygun öğretmen unvanlı
kadrolara atanmak üzere bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay
içinde Genel Müdürlük tarafından Millî Eğitim Bakanlığına bildirilir. Bunların
atamaları, bildirimi izleyen bir ay içinde yapılır ve atama işlemi yapılıncaya
kadar mali ve sosyal hakları, anılan birim tarafından ödenmeye devam olunur.
Mevcut amir rütbeleri için ihdas edilmiş bulunan kadro
sayılarının, 55 inci maddenin üçüncü fıkrasında her amir rütbesi için öngörülen
azami kadro sayısından fazla olması hâlinde, bu fazlalık giderilinceye kadar,
boşalan kadrolar herhangi bir işlem yapılmaksızın iptal edilmiş sayılır.”
18- 31. maddesiyle
3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 26. madde şöyledir:
“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce atanan polis
amirlerinin rütbelerde ve meslek derecelerinde zorunlu en az bekleme süreleri
ile (B) grubundan (A) grubuna geçiş işlemleri aşağıdaki hükümler çerçevesinde
yürütülür.
Polis amirlerinden Polis Akademisi mezunları, Polis
Akademisi mezunu sayılanlar ile Emniyet Genel Müdürlüğüne eleman yetiştirmek
üzere Polis Akademisi bünyesindeki en az dört yıllık fakülte ve yüksek
okullardan mezun olanlar (A), komiser yardımcılığı kursunu başarıyla bitirmiş
olanlar (B) grubunu oluşturur.
Polis amirlerinin, rütbelerde ve meslek derecelerinde
zorunlu en az bekleme süreleri rütbe sırası ile aşağıda gösterilmiştir.
RÜTBELER
|
MESLEK
DERECELERİ
|
EN
AZ BEKLEME SÜRELERİ
|
(A)
|
(B)
|
Komiser
Yardımcısı
|
9
|
4
|
6
|
Komiser
|
8
|
4
|
6
|
Başkomiser
|
7
|
3
|
Yaş
Haddi
|
Emniyet
Amiri
|
6
|
3
|
|
Dördüncü
Sınıf Emniyet Müdürü
|
5
|
2
|
|
Üçüncü Sınıf
Emniyet Müdürü
|
4
|
2
|
|
İkinci Sınıf
Emniyet Müdürü
|
3
|
1
|
|
Birinci
Sınıf Emniyet Müdürü
|
2
|
2
|
|
Birinci
Sınıf Emniyet Müdürü
|
1
|
Yaş
Haddi
|
|
Sınıf Üstü
Emniyet Müdürü
|
Derece
Üstü
|
Yaş
Haddi
|
|
(B) grubu polis amirlerinden en az dört yıllık
yükseköğretim kurumunu bitirenlerin (A) grubuna geçmeleri aşağıdaki şartlara
bağlıdır:
a) Başkomiser rütbesinde (A) grubu polis amirleri için
öngörülen en az bekleme süresi kadar çalışmış olmak.
b) Başkomiser rütbesinden Emniyet Amiri rütbesine terfide
bu grup için ayrı yapılacak yazılı ve sözlü sınav ile meslek içi
yöneticilik eğitiminde başarılı olmak.
c) Merkez Değerlendirme Kurulu kararıyla Emniyet Amiri
rütbesine terfi etmiş olmak.
(B) grubundan (A) grubuna geçecek olan amirlerin
sayısı, o yıl itibarıyla (A) grubundan Emniyet Amirliği rütbesine terfi
edenlerin sayısının %10’unu geçemez.”
19- 32. maddesiyle
3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 27. madde şöyledir:
“01/01/2015 tarihi itibarıyla, Birinci
Sınıf Emniyet Müdürü rütbesini ihraz edenlerden Emniyet Genel Müdür Yardımcısı,
Teftiş Kurulu Başkanı, Polis Akademisi Başkanı, Özel Güvenlik Denetleme
Başkanı, Birinci Hukuk Müşaviri, Daire Başkanı, İl Emniyet Müdürü, Emniyet Müşaviri,
Polis Moral Eğitim Merkezi Müdürü, Akademi Başkan Yardımcısı, Polis Amirleri
Eğitimi Merkezi Müdürü, Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı, Teftiş Kurulu Grup
Amiri, Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürü, Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürü ve
Polis Eğitim Merkezi Müdürü kadrolarında bulunanlar dışında kalanlar ile
01/01/2015 tarihi itibarıyla İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü
rütbesini ihraz edenlerden emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için
gerekli şartları haiz olanlar; bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
altı ay içinde Yüksek Değerlendirme Kurulunun teklifi ve İçişleri Bakanının
onayı ile resen emekliye sevk edilebilir. Bu şekilde emekliye sevk edilenler
hakkında da 55 inci maddenin yirmi birinci fıkrası hükümleri uygulanır.”
20- 33. maddesiyle
3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 28. madde şöyledir:
“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki son beş
yıl içinde disiplin kurullarınca meslekten veya Devlet memurluğundan çıkarma
cezasıyla tecziye edilmesi gerektiği hâlde 657 sayılı Kanunun 127 nci maddesine
göre ceza verme yetkisi zamanaşımına uğradığı için cezalandırılamayan Emniyet
Teşkilatı mensupları, bir ay içinde kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek
üzere İçişleri Bakanlığı tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.
Bu personelin, Devlet Personel Başkanlığınca
24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun 22
nci maddesinin ikinci, üçüncü, beşinci ve altıncı fıkralarında belirtilen esas
ve usuller çerçevesinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarına, Devlet Personel
Başkanlığına bildirim tarihinden itibaren kırk beş gün içinde atama teklifleri
yapılır. Bunlardan müdür ve üstü kadrolarda olanlar araştırmacı unvanlı
kadrolara, diğerleri ise Devlet Personel Başkanlığınca tespit edilen kadrolara
atanırlar. Personel nakledildiği kurumda göreve başlayıncaya kadar eski
kurumunda çalışmaya devam eder ve bu personelin her türlü mali ve sosyal
hakları çalıştıkları kurum tarafından karşılanır.
Bu madde kapsamında yer alan personele ilişkin kadrolar; atama
teklifi gerçekleştirilen kamu kurum ve kuruluşları tarafından ilgililere
ilişkin atama onaylarının alındığı tarih itibarıyla diğer kanunlardaki
hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme gerek kalmaksızın ihdas, tahsis ve
vize edilmiş sayılır. İhdas edilmiş sayılan memur kadroları, 13/12/1983 tarihli
ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli
cetvellerin ilgili bölümüne eklenmiş sayılır. Atama işlemi yapılan personele
ilişkin bilgiler ve bu bilgilerdeki değişiklikler, en geç on beş gün içinde
Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.”
21- 43. maddesiyle
4652 sayılı Kanun’a eklenen geçici 7. madde şöyledir:
“Bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihte başka bir işlem yapılmasına gerek
kalmaksızın Güvenlik Bilimleri Fakültesi, Polis Amirleri Eğitimi Merkezi
Müdürlüğüne dönüştürülür ve geçici 6 ncı madde hükümleri çerçevesinde yapılacak
atamalarla kadroları tamamlanır.
Fakülte
öğrencileri, Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek üniversitelerin
iktisadi ve idari bilimler fakültelerine tercihlerine göre yerleştirilirler.
Yerleştirme yapılacak fakültelerin kontenjanları ile yerleştirmeye ilişkin usul
ve esaslar Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenir.”
22- 50. maddesiyle
değiştirilen 2803 sayılı Kanun’un “General, subay, astsubay ve uzman
jandarmanın atanmaları” başlıklı 14. maddesi
şöyledir:
“a)
Jandarma Genel Komutanının atanması; Genelkurmay Başkanının teklifi, İçişleri
Bakanının inhası, Başbakanın imzalayacağı ve Cumhurbaşkanının onaylayacağı
müşterek kararname ile,
b)
Generallerin atanmaları; Jandarma Genel
Komutanının lüzum göstermesi, Genelkurmay Başkanının teklifi, İçişleri
Bakanının inhası, Başbakanın imzalayacağı ve Cumhurbaşkanın onaylayacağı
müşterek kararname ile,
c)
General rütbesinde olmayan daire başkanları ile il ve ilçe jandarma
komutanlarının atanmaları, yer değiştirmeleri ve geçici görevlendirmeleri
İçişleri Bakanınca yapılır. Gerektiğinde Jandarma Genel Komutanı da bu
konuda teklifte bulunabilir. Diğer subaylar ile astsubaylar ve uzman
jandarmaların atanmaları, yer değiştirmeleri ve geçici görevlendirmeleri
Jandarma Genel Komutanınca,
yapılır.
Birinci
fıkradaki (a) ve (b) bentlerinin uygulanmasında Genelkurmay Başkanının teklifi
üzerine İçişleri Bakanı inha işlemini yapmadığı takdirde, Genelkurmay Başkanı talebini
yazı ile Başbakana gönderir. Başbakan kararını yazı ile İçişleri Bakanına
bildirir.
Subaylar ile
ihtisaslaşma gereği olarak özel eğitim görmüş personel, nokta atamasına tabi
tutulur. Ancak nokta ataması yapılmayıp il jandarma komutanlıkları emrine
atanan astsubay ve uzman jandarmalardan emniyet ve asayiş görevi alacak
olanların istihdam yerleri ve il içi yer değiştirmeleri, il jandarma
komutanının teklifi üzerine valinin onayı ile belirlenir.”
23- 51. maddesiyle
değiştirilen 2803 sayılı Kanun’un “Görevden uzaklaştırma”
başlıklı 16. maddesi şöyledir:
“Askerî
nitelikte olmayan görevleri sebebiyle işledikleri iddia edilen bir suçtan
dolayı görevi başında kalmasında sakınca görülen jandarma personeli, İçişleri
Bakanı tarafından görevinden uzaklaştırılabilir. Gerektiğinde
Jandarma Genel Komutanı da bu konuda teklifte bulunabilir. İl jandarma
komutanı hariç olmak üzere il jandarma komutanlıklarında görevli personel, vali
tarafından görevden uzaklaştırılabilir. Gerektiğinde il jandarma komutanı
da bu konuda teklifte bulunabilir. Görevden uzaklaştırılan personel hakkında en
geç on gün içinde ön inceleme veya soruşturmaya başlanır.
25/10/1963
tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu,
27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu ve
31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunundaki
geçici olarak işten el çektirme, açığa çıkarma, açığa alınma ve geçici süre ile
görevden uzaklaştırmaya ilişkin hükümler ile Jandarma Genel Komutanının
görevden uzaklaştırılmasına dair özel hükümler saklıdır.
Sivil
memurların görevden uzaklaştırılmaları, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu hükümlerine tabidir.”
24- 58. maddesiyle
değiştirilen 2692 sayılı Kanun’un 8. maddesinin
üçüncü fıkrası şöyledir:
“(Değişik
üçüncü fıkra: 27/3/2015-6638/58 md) Amiraller haricinde, Sahil Güvenlik
Komutanlığı Kurmay Başkanı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı karargâhında görevli
başkanlar ile bölge komutanlarının atanmaları İçişleri Bakanınca yapılır. Gerektiğinde
Sahil Güvenlik Komutanı da bu konuda teklifte bulunabilir. Diğer subayların ve
astsubayların, Devlet memurlarının, uzman erbaşların ve sözleşmeli erbaş ve
erlerin atanmaları ile erbaş ve erlerin dağıtımları, Sahil Güvenlik Komutanınca
yapılır. Geçici 6 ncı madde hükümleri saklıdır.”
25- 61. maddesiyle
2692 sayılı Kanun’a eklenen “Görevden uzaklaştırma” başlıklı 21/A maddesi şöyledir:
“Askerî
nitelikte olmayan görevleri sebebiyle işledikleri iddia edilen bir suçtan
dolayı görevi başında kalmasında sakınca görülen Sahil Güvenlik Komutanlığı
personeli, İçişleri Bakanı tarafından görevinden uzaklaştırılabilir.
Gerektiğinde Sahil Güvenlik Komutanı da bu konuda teklifte bulunabilir.
Görevden uzaklaştırılan personel hakkında en geç on gün içinde ön inceleme veya
soruşturmaya başlanır. 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler
Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu, 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk
Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu ve 31/1/2013 tarihli ve 6413 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanununda yer alan geçici olarak işten el çektirme,
açığa çıkarma, açığa alınma ve geçici süre ile görevden uzaklaştırmaya ilişkin
hükümler saklıdır.
Sivil
memurların görevden uzaklaştırılmaları 657 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.”
26- 65. maddesiyle
değiştirilen 5442 sayılı Kanun’un 19. maddesi şöyledir:
“Vali,
general ve amiraller hariç olmak üzere Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığı personelinin askerî görevleri haricindeki diğer
görevlerini ilgilendiren disiplin suçları ortaya çıktığında, 31/1/2013 tarihli
ve 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu hükümleri çerçevesinde
uyarma, kınama, 8 güne kadar hizmete kısmi süreli devam ve 1/10’a kadar
aylıktan kesme cezalarını verebilir.”
II- İLK İNCELEME
1. Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca, E.2015/41 sayılı dosyanın 22.4.2015
tarihinde, E.2015/56 ve E.2015/59 sayılı dosyaların 17.6.2015 tarihinde,
E.2015/78 sayılı dosyanın ise 3.9.2015 tarihinde yapılan ilk inceleme
toplantılarında dosyalarda eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine, yürürlüğü durdurma taleplerinin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III-
BİRLEŞTİRME KARARLARI
A- E. 2015/56
Sayılı Dava Yönünden
2. 27.3.2015
tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat,
Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun’un;
A- 4. maddesiyle
4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16.
maddesinin;
1- Üçüncü fıkrasının
(b) bendine “…basınçlı…” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “…ve/veya
boyalı…” ibaresinin,
2- Yedinci
fıkrasına eklenen (d) bendinin,
B- 7. maddesiyle
6.10.1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 23.
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “…zincir…” ibaresinden sonra
gelmek üzere eklenen “…ve sapan…” ibaresinin,
C- 8. maddesiyle
değiştirilen 2911 sayılı Kanun’un 33. maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinde yer alan “…ve sapan…”, “…veya kimliklerini gizlemek amacıyla
yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek …”
ibarelerinin,
D- 22.
maddesiyle değiştirilen 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat
Kanunu’nun 55. maddesinin;
1- Onbirinci
fıkrasının (c) bendinde yer alan “…ve sözlü …” ibaresinin,
2- Onüçüncü
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresinin,
E- 23.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesine eklenen;
1- İkinci
fıkranın ikinci cümlesinin,
2- Üçüncü
fıkrada yer alan “…öğrenime devam edenler dâhil …” ibaresinin,
F- 29.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin birinci ve ikinci
fıkralarının,
G- 31.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 26. maddenin;
1- Üçüncü
fıkrasındaki tablonun “EN AZ BEKLEME SÜRELERİ” başlıklı bölümünün (B)
grubunda yer alan Komiser Yardımcısı rütbesi için öngörülen “6”,
Komiser rütbesi için öngörülen “6” ve Başkomiser rütbesi için öngörülen
“Yaş Haddi” ibarelerinin,
2- Dördüncü
fıkrasının;
a- (a)
bendinin,
b- (b)
bendinde yer alan “…bu grup için ayrı …” ve “…ve sözlü…”
ibarelerinin,
3- Beşinci
fıkrasının,
H- 33.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 28. maddenin birinci ve ikinci
fıkralarının,
I- 43.
maddesiyle 25.4.2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu’na
eklenen geçici 7. maddenin,
J- 50.
maddesiyle değiştirilen 10.3.1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat,
Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 14. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin
birinci cümlesinin,
K- 51. maddesiyle
2803 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 16. maddesinin birinci
fıkrasının birinci ve üçüncü cümlelerinin,
L- 58.
maddesiyle değiştirilen 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik
Komutanlığı Kanunu’nun 8. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinin,
M- 61.
maddesiyle 2692 sayılı Kanun’a eklenen 21/A maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesinin,
N- 65.
maddesiyle değiştirilen 10.6.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun
19. maddesinin,
iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle açılan davanın,
aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2015/41 sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, E.2015/56 sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas
incelemenin E.2015/41 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 17.6.2015 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B- E. 2015/59
Sayılı Dava Yönünden
3. 27.3.2015
tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat,
Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A- 21 maddesiyle
4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilât Kanunu’nun 13. maddesine
eklenen;
1- Üçüncü
fıkrada yer alan “…görev unvanlarına bakılmaksızın…”, “…gibi…” ve
“…atandıkları birim amirinin emrine alınabilirler” ibarelerinin,
2- Dördüncü
fıkrada yer alan “…görev unvanları arasında personelin görev yerini
değiştirmeye…” ibaresinin,
B- 22.
maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinin;
1- Yedinci ve
sekizinci fıkralarında yer alan “…liyakat koşullarını belirlemek ve
terfilerini önermek üzere …” ibarelerinin,
2- Onüçüncü
fıkrasının son (ikinci) cümlesinin,
3- Onsekizinci
fıkrasında yer alan “Rütbe terfileri ve …” ibaresinin,
C- 32.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 27. maddenin,
iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle açılan davanın,
aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2015/41 sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, E.2015/59 sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas
incelemenin E.2015/41 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 17.6.2015 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
C- E. 2015/78
Sayılı Başvuru Yönünden
4. 4.6.1937
tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’na, 27.3.2015 tarihli ve 6638
sayılı Kanun’un 32. maddesiyle eklenen geçici 27. maddenin birinci cümlesinde
yer alan “…kadrolarında bulunanlar dışında kalanlar ile 01/01/2015 tarihi
itibarıyla İkinci,…”, “…Sınıf Emniyet Müdürü rütbesini ihraz edenlerden…”
ve “…resen emekliye sevk edilebilir.” ibarelerinin iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz
başvurusunun, aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle E.2015/41 sayılı dava ile
BİRLEŞTİRİLMESİNE, E.2015/78 sayılı dosyanın esasının kapatılmasına, esas
incelemenin E.2015/41 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine, 3.9.2015 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV-
ESASIN İNCELENMESİ
5.
Dava dilekçeleri, Raportör Hamit YELKEN tarafından hazırlanan işin esasına
ilişkin rapor, dava konusu kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten
sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A-
6638 Sayılı Kanun’un Dayanağını Oluşturan 684 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın
Temel Kanun Olarak Görüşülmesine İlişkin 18.2.2015 Tarihli Türkiye Büyük Millet
Meclisi Kararının Anayasa’ya Aykırılığı İddiası
1-
İptal Talebinin Gerekçesi
6. Dava
dilekçesinde özetle, Anayasa’nın 88. maddesinde “Kanun tasarı ve
tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları
içtüzükle düzenlenir.”, 95. maddesinde ise “Türkiye Büyük Millet
Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre yürütür.”
hükümlerine yer verildiği, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İçtüzüğü’nün 91.
maddesi uyarınca bir teklif ya da tasarının temel kanun olarak görüşülebilmesi
için anılan maddede sayılan nitelikleri taşıması gerektiği, 6638 sayılı
Kanun’un dayanağını oluşturan 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın, söz konusu
maddede sayılan nitelikleri taşımadığı hâlde temel kanun olarak görüşülmesine
karar verildiği, bu yönüyle anılan kararın, yeni bir içtüzük düzenlemesi
niteliğinde olduğu ve İçtüzük’ün 91. maddesine, dolayısıyla Anayasa’nın 88. ve
95. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
7. Anayasa’nın
148. maddesinin birinci fıkrasında "Anayasa Mahkemesi, kanunların,
kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa
değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler."; 85.
maddesinde ise "Yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya
milletvekilliğinin düşmesine 84 üncü maddenin birinci, üçüncü veya dördüncü
fıkralarına göre karar verilmiş olması hallerinde, Meclis Genel Kurulu
kararının alındığı tarihten başlayarak yedi gün içerisinde ilgili milletvekili
veya bir diğer milletvekili, kararın, Anayasaya, kanuna veya İçtüzüğe
aykırılığı iddiasıyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Anayasa
Mahkemesi, iptal istemini onbeş gün içerisinde kesin karara bağlar."denilmektedir.
8. Anayasa’nın
85. maddesinde sözü edilen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya
milletvekilliğinin düşmesine ilişkin TBMM kararları ile Anayasa’nın 148.
maddesinde belirtilen TBMM İçtüzüğü’nün hukuki nitelikleri bakımından birer
parlamento kararı olduğunda duraksama bulunmamaktadır. Anayasa’da sayılarak
gösterilen bu kararlar dışında kalan parlamento kararları ise Anayasa’ya
uygunluk denetimine tabi değildir.
9. TBMM
İçtüzüğü’nün 91. maddesi, temel kanun olarak adlandırılan ve çeşitli nitelikleri
taşıyan kanun teklif ve tasarıları ile içtüzük tekliflerinin maddeler bazında
değil bölümler bazında görüşülmesini fakat her hâlükârda maddeler bazında
oylanmasını öngörerek anılan teklif ve tasarıların belli bir bütünlük içinde ve
daha kolay bir yasalaşma prosedürüne tabi kılınmasını hedeflemektedir. Hangi
niteliği taşıyan teklif ve tasarıların temel kanun kabul edilerek anılan
prosedürden yararlanabileceği de aynı maddede açıklanmıştır.
10. TBMM Genel
Kurulunca 18.2.2015 tarihli, 24. Dönem, 5. Yasama Yılının 57. Birleşiminde 684
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın anılan maddede belirtilen nitelikleri taşıdığı
kabul edilerek temel kanun olarak görüşülmesine karar verilmiştir. Söz konusu
TBMM Kararı’nın, 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın İçtüzük’ün 91. maddesinde
belirtilen koşullara uygun olduğuna yönelik, bir kere kullanılmakla tüketilen
bir işlem olduğu açık olup bunun İçtüzük’ün 91. maddesinde belirtilen usul ve
şartları değiştirmeye matuf düzenleyici bir işlem olarak nitelendirilmesi ve bu
nedenle anılan kararın bir içtüzük düzenlemesi niteliğinde görülmesi mümkün
değildir.
11. Öte yandan
TBMM İçtüzüğü’nün değiştirilme usulü ve hangi koşulları taşıyan değişikliklerin
geçerli bir içtüzük değişikliği olarak kabul edilebileceği İçtüzük’ün 181.
maddesinde açıklanmıştır. Buna göre TBMM İçtüzüğü’nde değişiklik yapılmasını
öngören tekliflerin, kanun teklifleri hakkındaki hükümler uygulanmak suretiyle
milletvekillerince yapılması, bu tekliflerin, Anayasa Komisyonunda
incelendikten sonra bu Komisyonun raporu esas alınmak üzere Genel Kurulda
görüşülerek sonuçlandırılması gerekmektedir. Ayrıca bu şekilde düzenlenen
içtüzük hükümlerinin yürürlüğe girebilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi
kararı olarak Resmî Gazete’de yayımlanması şarttır.
12. İptali talep
edilen TBMM Kararı’nın İçtüzük’ün anılan maddesinde belirtilen şekilde geçerli
bir düzenleyici işlem olarak İçtüzük’ün 91. maddesini değiştiren bir niteliğe
sahip olmadığı açık olup bu yönüyle de anılan Karar’ın bir içtüzük değişikliği
olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
13. Açıklanan
nedenlerle söz konusu TBMM Kararı’na ilişkin iptal talebinin görevsizlik
nedeniyle reddi gerekir.
B- Şekil Bakımından Anayasa’ya Aykırılık İddialarının
İncelenmesi
1- Bir Kısım
Maddeler Üzerinde Yapılan Görüşmelerde Oylamanın Öngörülen Çoğunlukla
Yapılmadığına İlişkin Anayasa’ya Aykırılık İddiası
a- İptal
Talebinin Gerekçesi
14. Dava
dilekçesinde özetle, 6638 sayılı Kanun’un, 18.2.2015 tarihli, 57. Birleşimde
alınan karar gereğince temel kanun olarak görüşüldüğü, görüşmelere ilişkin
21.2.2015 tarihli 60. Birleşimde temel yasa olarak görüşülen 684 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın 1. ve 2. maddeleri üzerinde verilmiş olan önergelerin
oylaması öncesinde ve madde oylaması sırasında yapılan toplantı ve karar yeter
sayısının tespiti taleplerinin Başkanlık Divanınca yerine getirilmediği,
dolayısıyla TBMM Genel Kurulunda karar oluşabilmesi için Anayasa’nın aradığı
toplantı ve karar yeter sayısının bulunup bulunmadığı bilinmeden Kanun’un son
oylamasının yapıldığı, bunun yeni bir İçtüzük düzenlemesi niteliği taşıdığı
belirtilerek iptali istenen Kanun’un tümünün şekil bakımından Anayasa’nın 88.,
95., 96. ve 148. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
15. Anayasa’nın
148. maddesinin ikinci fıkrasında, kanunların şekil bakımından denetlenmesinin
son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususu ile sınırlı
olduğu hükme bağlanmıştır.
16. Anayasa’nın
148. maddesinin gerekçesinde de Genel Kurul tarafından yapılan son oylamadan
önce vücut bulan şekil bozukluklarını Genel Kurulun bildiği veya bilmesi
gerektiğinin varsayıldığı belirtilerek son oylamadan önce yapılan şekil
bozukluklarının iptale neden olamayacağı ifade edilmiş ve “Genel Kurulun
oylama yapıp kanunu kabul etmesi, şekil bozukluğunu, o kanunu kabul etmemek
için yeterli neden saymadığı yolunda bir irade tecellisidir. En büyük organ
Genel Kuruldur. Onun iradesi hilafına bir sonuç çıkarmak hukukun ana esaslarına
aykırı düşer. Bu nedenle son oylamadan önceki şekil bozuklukları, iptal sebebi
sayılmamıştır.” denilmiştir.
17. Anayasa’nın
148. maddesinin açık hükmü ve gerekçesi karşısında, kanunların şekil bakımından
denetiminde son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı dışında bir
hususun esas alınmasına ve bu suretle kanunların şekil bakımından
denetimlerinin yapılabilmesine imkân bulunmamaktadır.
18. Anayasa’nın
“Toplantı ve karar yeter sayısı” başlıklı 96. maddesinin birinci
fıkrasında “Türkiye Büyük Millet Meclisi, yapacağı seçimler dâhil bütün
işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Anayasada başkaca bir hüküm yoksa toplantıya katılanların salt
çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye
tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Bu çerçevede TBMM’nin bütün işlerinde üye tam sayısının en az üçte biri olan
184 milletvekiliyle toplanması, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar
alması ve karar yeter sayısının hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin
bir fazlası olan 139 milletvekilinden az olmaması gerekmektedir.
19. 6638 sayılı
Kanun’un görüşülmesine ilişkin TBMM Genel Kurulu tutanaklarının incelenmesinden
Kanun Tasarısı’nın tümü üzerindeki oylamanın açık oylama yöntemiyle yapıldığı
ve kullanılan 231 oyun 199’unun kabul, 32’sinin ret olduğu ve son oylamanın
Anayasa’nın 96. maddesinde öngörülen çoğunlukla yapıldığı anlaşılmaktadır.
20. Açıklanan
nedenlerle son oylaması Anayasa’da öngörülen çoğunlukla yapılan 6638 sayılı
Kanun’un tümü, şekil bakımından Anayasa’nın 96. ve 148. maddelerine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
21. Kanun’un
şekil bakımından Anayasa’ya aykırılığı iddiasına gerekçe olarak dava
dilekçesinde gösterilen diğer hususlar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin
yetkisizliği nedeniyle iptal talebinin reddi gerekir.
2- Birden
Fazla Kanunda Değişiklik Yapan Kanun Kavramı Bağlamında Anayasa’ya Aykırılık
İddiası
a- İptal
Talebinin Gerekçesi
22. Dava
dilekçesinde özetle, iptali istenen Kanun’un 2559 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu’ndan 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu’na kadar pek çok
kanunda değişiklik yapan ve uygulamada “torba kanun” olarak adlandırılan
Kanun olduğu, bu uygulamada konu bakımından birbirleriyle hiç ilgisi olmayan
birden çok kanunda değişiklikler yapılabilmesinin hukuk devleti tanımında
ifadesini bulan “yasal belirlilik” ilkesiyle bağdaşmadığı, bu
değişiklikler yumağı içinde değişikliğin yapıldığı kanunu tespit edip yerli
yerine oturtmanın oldukça zorlaştığı ve ilgili mevzuata ulaşım kolaylığının
ortadan kalktığı, Anayasa’nın 148. maddesinde kanunların şekil bakımından
denetlenmesi son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığıyla
sınırlandırılmışsa da anılan kanun uygulamasının şekil bakımından değil usul
bakımından Anayasa’ya aykırılık teşkil ettiği, şekil ile usulün birbirinden
farklı olduğu, şeklin işlemin maddi varlığını ifade ettiği, bu yönüyle kanunun
yeter sayı ile oylanması, yazılı olması, Resmî Gazete’de yayımlanması gibi
hususların kanunların şekliyle ilgili olduğu, oysa usulün işlemin yapılma
sürecini ifade ettiği ve şekilden önce geldiği, bu yönüyle kanunun teklif
edilmesi, Komisyonca incelemesi ve Genel Kurulda müzakere edilmesinin kanunun
usulüyle ilgili olduğu belirtilerek iptali istenen Kanun’un tümünün, şekil
bakımından Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
23. Anayasa’nın
148. maddesinin birinci fıkrasında Anayasa Mahkemesinin kanunları, kanun
hükmünde kararnameleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nü Anayasa’ya
şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleme yetkisine sahip olduğu
belirtildikten sonra ikinci fıkrasında, şekil bakımından denetimin kapsamı
tanımlanmış ve bunun kanunların denetimi bakımından son oylamanın öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı, Anayasa değişikliklerinde ise teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları
ile sınırlı olduğu ifade edilmiştir.
24. Kanunların
esas bakımından Anayasa’ya uygunluk denetimi; kanunun içeriği, bir başka
ifadeyle kanunun maddi hukuk dünyasında yarattığı değişiklik bakımından
Anayasa’ya uygun olup olmadığını ifade etmektedir. Şekil bakımından uygunluk
ise teklif ve tasarıların kanunlaşabilmesi için diğer bir anlatımla maddi
olarak varlık kazanabilmesi için Anayasa’da öngörülen usullere uyulup
uyulmadığının denetimini ifade etmektedir. Bu yönüyle Anayasa’da öngörülen
toplantı, karar, teklif çoğunluğuna uyulup uyulmaması hususları şekil
bakımından denetim kapsamında kaldığı gibi kanunun teklif edilmesi,
komisyonlarca incelenmesi ve Genel Kurulda müzakere edilmesi süreçleri de şekil
bakımından denetim kapsamında kalmaktadır. Nitekim Anayasa’nın 148. maddesinin
ikinci fıkrasında Anayasa değişiklikleri bakımından şekil denetimi
tanımlanırken ivedilikle görüşülememe şartının da bu kapsamda kaldığı
belirtilerek şekil denetiminin, işlemin yapılma sürecini de içerdiği açıkça
ortaya konulmuştur. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları da aynı yöndedir.
25. İptali
istenen Kanun’la da birden fazla kanunda değişiklik yapılması usulünün
benimsendiği açıktır. Bu usulün uygulanmasının Anayasa’ya aykırılık teşkil
edeceği yolundaki iddia ise bir önceki paragrafta açıklanan nedenlerle Kanun’un
şekil bakımından denetimini gerektirmektedir. Daha önce belirtildiği üzere
Anayasa Mahkemesince kanunların şekil bakımından denetiminde son oylamanın
öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığından başka bir hususun esas alınmasına
ve bu suretle kanunların şekil bakımından denetimlerinin yapılabilmesine imkân
bulunmamaktadır.
26. Açıklanan
nedenlerle şekil bakımından Anayasa’ya aykırılık iddiasına yönelik olan ve
Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamı dışında kalan iptal talebinin
reddi gerekir.
3- Dayanağını
Oluşturan 684 Sıra Sayılı Kanun Tasarısı’nın Temel Kanun Olarak Görüşülmesine
İlişkin 18.2.2015 Tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın Anayasa’ya
Aykırı Olduğu İddiasına Dayalı Olarak Kanun’un Tümünün Şekil Bakımından
Anayasa’ya Aykırılığı İddiası
a- İptal
Talebinin Gerekçesi
27. Dava
dilekçesinde özetle, 18.2.2015 tarihli TBMM Kararı’yla 684 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın TBMM İçtüzüğü’nün 91. maddesine göre temel kanun olarak
görüşülmesine karar verildiği, ancak TBMM İçtüzüğü’nün anılan maddesinde bir
teklif ya da tasarının temel kanun olarak görüşülebilmesi için çeşitli
şartların arandığı, 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın söz konusu şartları
taşımamasına rağmen temel kanun olarak görüşülmesine karar verildiği,
Anayasa’nın 88. maddesinde “Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir.” hükmüne
yer verildiği, 95. maddesinde de “Türkiye Büyük Millet Meclisi,
çalışmalarını, kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütür.” hükmünün
bulunduğu, 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın TBMM İçtüzüğü’nün 91. maddesinde
sayılan şartları taşımadığından 18.2.2015 tarihli TBMM Kararı’nın yeni bir
İçtüzük düzenlemesi niteliğinde olduğu ve bu nedenle Anayasa’nın 88. ve 95.
maddelerine aykırı olduğu, esastan Anayasa’ya aykırı olan yeni içtüzük
düzenlemesi niteliğindeki 18.2.2015 tarihli TBMM Kararı ile 6638 sayılı
Kanun’un kanunlaşma sürecinin, birbirinden ayrılamayacak işlemler olduğu
belirtilmiş ve 18.2.2015 tarihli TBMM Kararı’nın ayrılmaz parçası niteliği
taşıyan 6638 sayılı Kanun’un tümünün, şekil bakımından Anayasa’ya aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
28. Anayasa
Mahkemesi içtihatları uyarınca bir kanun tasarısının TBMM’de yasalaşma usulü ve
sürecine ilişkin İçtüzük kuralları gereğince yapılan işlemler kanunun şekil
unsurunu oluşturmaktadır. Dava dilekçesinde, TBMM İçtüzüğü’nün eylemli ihlali
gerekçesine dayalı olarak dava konusu Kanun’un şekil bakımından iptali
istenmektedir. Bu yönüyle dava dilekçesindeki iptal talebi, Kanun’un yapılış
şekline yönelik olup iptali istenen Kanun’un şekil yönünden denetimini
gerektirmektedir.
29. Daha önce de
belirtildiği üzere Anayasa’nın 148. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesinin
kanunları şekil bakımından denetlemesi, son oylamanın öngörülen çoğunlukla
yapılıp yapılmadığı hususu ile sınırlı bulunmakta ve yapılan incelemede dava
konusu Kanun’un son oylamasının Anayasa’nın öngördüğü çoğunlukla yapıldığı
anlaşılmaktadır.
30. Açıklanan
nedenlerle şekil bakımından Anayasa’ya aykırılık iddiasına ilişkin olan ve
Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamı dışında kalan iptal talebinin
reddi gerekir.
C- Kanun’un Anayasa’ya Aykırılığı İleri Sürülen
Kurallarının İncelenmesi
1- Kanun’un 1. Maddesiyle 2559 Sayılı Kanun’un 4/A
Maddesinin Altıncı Fıkrasına Eklenen Üçüncü Cümlenin “…kişinin üstü ve
eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin
aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki
amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla
teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir…” Bölümünün İncelenmesi
a- İptal Talebinin Gerekçesi
31. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kural nedeniyle aramaya
muhatap olan kişinin neden arandığının kendisine yazılı bir belge ile ve
gerekçe gösterilerek önceden bildirilmemesinin keyfî uygulamalara neden
olacağı, kuralın Anayasa’nın 20. maddesinde yer alan ve arama yoluyla özel
hayata müdahale için her halükârda "yazılı emir" arayan
düzenlemeyi ihlal ettiği, acele hâllerde verilen sözlü emir üzerine yapılan
arama sonrası, suç unsuruna rastlanamaması hâlinde aramanın haksızlığı ortaya
çıkacağından kimsenin yazılı emir vermeyeceği, bunun da Anayasa’da güvence
altına alınan yazılı emrin uygulanamaması sonucunu doğuracağı, yazılı emir
şartı kalktığı için kişiler ve araçların herhangi bir polis memuru tarafından
keyfî olarak durdurulup aranabileceği, kuralla önleme aramasına karar verme
yetkisine sahip olanlarla adlî aramaya karar verenler arasındaki farkın
kaldırıldığı, bunun “ölçülülük” ilkesini ihlal ettiği, dava konusu
kuraldan önceki düzenlemeye göre polis, somut olayda bizzat durdurma yapan
kolluk personeli tarafından karşılaşılabilecek somut bir şüpheye göre sınırlı
bir biçimde kontrol yetkisini haizken dava konusu kuralla somut olarak
durdurulan kişi ile muhatap olmayan bir kolluk amiri tarafından ve henüz
durdurma bile yapılmamışken verilecek genel bir emir dâhilinde kişinin üzeri,
eşyası ve aracın dışarıdan bakıldığında görülemeyecek yerlerinin aranabilmesine
imkân tanındığı, bunun keyfîliğe neden olacağı, kuralın önleme aramasını
düzenleyen 2559 sayılı Kanun’un 9. maddesini işlevsiz hâle getirerek bu
aramayı, yazılı emirle her zaman, her yerde ve her durumda uygulanabilecek hâle
getirdiği, bunun ise hâkim kararına bağlı olarak yapılması gereken önleme
aramasını, kolluk amirinin yazılı emri ile uygulanabilecek hâle getireceği, Anayasa’nın
aramaya ilişkin hükümlerini içeren 20. maddesinde, aramanın kural olarak hâkim
kararıyla ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emriyle yapılabileceğinin öngörüldüğü, ancak kuralda arama için
hâkim kararı şartının düzenlenmediği ve gecikmesinde sakınca bulunan hâlden söz
edilmeksizin kolluk amirine yazılı arama emri verme yetkisinin tanındığı,
kuralla kolluk amirinin acele hallerde sözlü emir verebileceği yolunda
Anayasa’da hiçbir şekilde yer almayan bir yetkinin düzenlendiği, bunun
Anayasa’nın anılan hükümlerini ihlal ettiği, kuralda arama kararı verecek
yetkili merciin belirtilmeyerek bunun İçişleri Bakanlığı tarafından
belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amir tarafından tespit edileceğinin
düzenlendiği, bunun belirlilik ve yasama yetkisinin devredilmezliği ilkelerini
ihlal ettiği, kuralla kolluğa her aşamada ve her yerde arama tedbirine
başvurma imkânı verilmesinin Anayasa’nın kişi dokunulmazlığını güvence altına
alan 17. maddesini ihlal ettiği ve anılan hakka ölçüsüz bir müdahalede
bulunulmasına neden olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2., 7., 13., 17.
ve 20. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
32. Dava konusu bölümün yer aldığı kuralda, polisin silah veya
tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin
varlığı hâlinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacıyla,
durdurduğu kişi ve araçlar üzerinde arama yapabilmesi ve bunun koşulları
düzenlenmekte, bu çerçevede kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan
bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranmasının; İçişleri Bakanlığı
tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk
amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü
emriyle yapılabileceği öngörülmektedir.
33. Anayasa’nın 20. maddesinin ilk fıkrasında; herkesin özel hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile
hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; ikinci fıkrasında “Millî
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel
ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin
üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili
merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim,
kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el
koyma kendiliğinden kalkar.” hükmüne yer verilmiştir.
34. Buna göre bir kimsenin üstünün ve eşyasının aranabilmesi için
gecikmesinde sakınca bulunmayan hâllerde mutlaka yetkili hâkim kararının
bulunması, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ise yirmidört saat içinde
görevli hâkimin onayına sunulmak kaydıyla kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emrinin bulunması gerekmektedir.
35. Dava konusu kuralda, durdurulan kişilerin üstü ve eşyaları ile
araçlarının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması;
İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin
görevlendireceği kolluk amirinin yazılı emrine bırakılmakta böylece
gecikmesinde sakınca bulunmayan hâllerde de hâkim kararı olmaksızın arama
yapılmasına imkân tanınmaktadır. Anayasa’nın 20. maddesinin anılan hükmü açık
olup gecikmesinde sakınca bulunan bir hâl olmaksızın usulüne uygun verilmiş
hâkim kararı dışında başka bir merciin kararıyla arama yapılması mümkün
değildir. Dolayısıyla kural, bu yönüyle Anayasa’nın 20. maddesiyle
çelişmektedir.
36. Kuralda, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere
mülki amirin belirleyeceği kolluk amirinin sözlü emriyle de arama
yapılabileceği belirtilmektedir. Anayasa’nın 20. maddesinin anılan hükmü
uyarınca gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde dahi kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça arama yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla
kural bu yönüyle de Anayasa’nın 20. maddesini ihlal etmektedir.
37. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 20. maddesine aykırıdır.
İptali gerekir.
38. Kural, Anayasa’nın 20. maddesine aykırı bulunarak iptal
edildiğinden kuralın Anayasa’nın 2., 7., 13. ve 17. maddeleri yönünden
incelenmesine gerek görülmemiştir.
2- Kanun’un 2. Maddesiyle 2559 Sayılı Kanun’un 13.
Maddesinin Birinci Fıkrasına Eklenen (H) Bendi ile Aynı Fıkranın Değiştirilen
“eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya
da…” Bölümünün İncelenmesi
a- İptal Taleplerinin Gerekçesi
39. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarda polisin başkalarının can
güvenliğini tehlikeye düşürenleri eylemin veya durumun niteliğine göre koruma
altına alma, uzaklaştırma ve yakalama yetkisinin düzenlendiği, bu yetkinin
belirsiz olduğu ve polise keyfîlik tanıdığı, zira kurallarda yer alan “eylemin
veya durumun niteliği”, “koruma altına alma” ve “uzaklaştırma”
kavramlarının hukukumuzda tanımlanmamış, muğlak kavramlar olduğu, kişileri
uzaklaştırma ve koruma altına almanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile
seyahat ve yerleşme hürriyetini hukuka aykırı olarak ölçüsüzce sınırladığı
belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 13., 19. ve 23. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
40. Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olarak nitelendirilmiştir.
Hukuk devletinin temel ilkelerinden biri de “belirlilik”tir. Bu ilkeye
göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup birey, kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem
ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey
ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını
ayarlayabilir. Hukuk güvenliği; normların öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar.
41. Dava konusu
kurallarla 2559 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasında yakalama
tedbiri uygulanabilecek sınırlı sayıdaki kişilere başkalarının can güvenliğini
tehlikeye düşürenler de eklenmekte ve fıkrada belirtilen fiilleri işleyen
kişilere eylemin ve durumun niteliğine göre yakalama, koruma altına alma ve uzaklaştırma
tedbirlerinden birinin uygulanabileceği belirtilmektedir. Bu çerçevede kuralda
hangi fiilleri işleyen kişilere hangi tedbirlerin uygulanabileceği, tedbirlerin
türü ve anılan tedbirlerin belirlenmesinde esas alınması gereken kriter hem
kişiler hem de idare yönünden açık, anlaşılabilir ve uygulanabilir şekilde
tespit edilmiş bulunmaktadır.
42. Kurallarda
yer alan "eylemin veya durumun niteliği”, “koruma altına alma”
ve “uzaklaştırma” ibarelerinin soyut ve genel kavramlar olması ise
kuralların belirsizlik taşıdığı anlamına gelmemekte; yasa yapma tekniğinin
doğasından kaynaklanmaktadır. Zira yasa kurallarının genel ve soyut olması,
somut olayın özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın bünyesinde
barındırma, bir başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca ulaştıracak herhangi
bir çözümü dışlamasını önleme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda
eylemin ve durumun niteliğine göre bir olayda yakalama tedbirinin uygulanması
daha uygun olacakken bir başka olaydaki somut özellikler yakalama yerine
uzaklaştırma veya koruma altına alma tedbirinin uygulanmasını gerekli
kılabilir. Aynı şekilde somut olayın özellikleri koruma altına almanın veya
uzaklaştırmanın farklı şekillerde uygulanmasını gerektirebilir.
43. Ayrıca
Anayasa Mahkemesinin önceki içtihatlarında da belirlilik ilkesinin yalnızca
yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade ettiği,
yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir olma
gibi niteliklere ilişkin gereklilikleri karşılaması koşuluyla mahkeme
içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirliliğin
sağlanabileceği, aslolanın muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında
belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün
kılacak bir normun varlığı olduğu vurgulanmıştır. Dava konusu bent ve bölüm
anılan niteliklere sahip olup anılan kuralların belirsiz olduğu ve polise
keyfîlik tanıdığı söylenemez.
44. Anayasa’nın
19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında
şekil ve şartları kanunda gösterilmek kaydıyla kişilerin hürriyetinden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlandırılması, ancak Anayasa’nın anılan
maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz
konusu olabilir.
45. Buna göre
mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin
yerine getirilmesi, bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir
yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması, bir küçüğün
gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir
kararın yerine getirilmesi, toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası,
uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir
kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen
esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi, usulüne aykırı şekilde
ülkeye girmek isteyen veya giren ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri
verme kararı verilen bir kişinin yakalanması ve tutuklanması hâlleri dışında
kimsenin hürriyetinden yoksun bırakılması mümkün değildir.
46. Bunun
haricinde bir suç isnadına bağlı olarak hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişiler de kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen
diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilir ve yakalanabilirler. Hâkim kararı
olmaksızın yakalama ise ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde yapılabilir ve bunun şartları da yine ancak kanunla belirlenebilir.
47. Öte yandan
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlandırılabilmesi için Anayasa’nın 19.
maddesinde belirtilen koşulların yanı sıra temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması
gerekmektedir. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı, Anayasa’nın 19. maddesinde belirtilen nedenlere bağlı olarak kanunla ve
demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ancak getirilen
bu sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine de aykırı olamaz.
48. Ölçülülük
ilkesi, amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini
ifade eder. Ölçülülük aynı zamanda yasal önlemin sınırlama amacına ulaşmaya
elverişli olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı kapsamasını ve sınırlayıcı
önlemin zorunluluk taşımasını da içerir.
49. Bazı
koşullar altında yakalama tedbirine başvurulması temel hak ve özgürlüklerin
korunması ile adil ve etkili bir yargılamanın sağlanması amacıyla demokratik
toplum düzeni bakımından alınması gereken zorunlu tedbirlerdendir. Ancak
yakalama tedbirine başvurulmasının gerekli olması yeterli olmayıp bu tedbirin
uygulanmasının ölçülü de olması gerekir. Bu çerçevede yakalama ile ulaşılmak
istenen kamu yararı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında makul bir
dengenin bulunması gerekir.
50. Dava konusu
bentle 2559 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasında yakalama tedbiri
uygulanabilecek sınırlı sayıdaki kişilere başkalarının can güvenliğini
tehlikeye düşürenler de eklenmiş; böylece başkalarının can güvenliğini
tehlikeye düşürenler hakkında da hâkim kararı olmaksızın yakalama tedbirine
başvurulmasına imkân tanınmıştır. Ancak anılan fıkranın devamında yakalama
tedbiri uygulanacak kişilere eylemin veya durumun niteliğine göre koruma altına
alma ya da uzaklaştırma tedbirlerinden birinin uygulanabileceği
belirtilmektedir. Buna göre Kanun, anılan kişilere her durumda yakalama
tedbirinin uygulanmasına izin vermemekte, sadece eylemin ve durumun niteliğine
uygun olan tedbiri uygulayabilme imkânı tanımaktadır.
51. Anayasa’nın
19. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi kapsamında yakalama tedbiri,
ancak bir suç isnadı altında olan kişilere uygulanabilir. Yine bu tedbirin
uygulanabilmesi için bir suçüstü halinin veya gecikmesinde sakınca bulunan bir
hâlin bulunması gerekir. Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının son
cümlesinde yer alan “eylemin ve durumun niteliği” kriterinin bu anayasal
zorunluklarla birlikte ele alınması gerekmektedir. Bu yönüyle dava konusu (H)
bendinde yer alan “Başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşüren”
kişiler ancak suçüstü hâllerinde veya bir suç isnadı altında bulunmakla
birlikte gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin bulunması durumlarında
yakalanabileceklerdir. Bunun dışında anılan kişiler hakkında söz konusu bent
uyarınca yakalama yapılabilmesi mümkün değildir.
52. Dava konusu
bentle öngörülen kuralın ancak Anayasa’nın 19. maddesinde belirtilen koşullarda
yakalama tedbirine başvurulabilmesine izin verdiği ve kuralla öngörülen
tedbirin, başkalarının yaşam hakkının korunabilmesi amacıyla alınması gereken
zorunlu ve anılan amaca ulaşmaya elverişli bir tedbir olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca Kanun’da yakalama tedbirine ancak eylemin ve durumun niteliğine uygun
olması hâlinde başvurulabilmesine izin verildiğinden başkalarının yaşam
hakkının korunması ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında bulunması
gereken makul dengenin kuralda gözetildiği görülmektedir.
53. Bu yönüyle
dava konusu bent, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ölçülülük ilkesine aykırı
değildir.
54. Öte yandan
Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesine dava konusu “eylemin
veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da…”
bölümünün eklenmesi ile fıkrada belirtilen fiilleri işleyen kişilere eylemin ve
durumun niteliğine göre yakalama tedbiri yerine koruma altına alma veya
uzaklaştırma tedbirlerinin uygulanabilmesine imkân tanındığı görülmektedir.
55. Dava konusu
bölümün Anayasa’nın 19. maddesi yönünden incelenebilmesi için öncelikle koruma
altına alma ve uzaklaştırma tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
bir müdahale teşkil edip etmediğinin tespit edilmesi, bunun için de anılan
tedbirlerin kapsam ve niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir.
56. Dava konusu
bölümde yer alan koruma altına alma ve uzaklaştırma tedbirleri, Kanun’un 13.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen her bir fiil yönünden ancak uygulanma
imkânı olduğu ölçüde geçerlilik kazanabilecektir. Bu yönüyle fıkranın (A), (B),
(D), (F) ve (G) bentlerinde belirtilen fiilleri işleyenlere koruma altına alma
ve uzaklaştırma tedbirlerinden ziyade eylemin ve durumun niteliği gereği
yakalama yapılmasının uygun olacağı anlaşılmaktadır. Esasen söz konusu hâller
genel olarak Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrasında yakalama yapılabilecek
durumlar olarak açıkça sayıldığından bu durumlarda yakalama yapılmasının önünde
anayasal bir engel de bulunmamaktadır.
57. Bunun
dışında kalan bentlerdeki filleri işleyenler yönünden ise yakalama tedbirine
alternatif olarak “koruma altına alma” ve “uzaklaştırma”
tedbirlerinin uygulanmasının mümkün olabileceği anlaşılmaktadır.
58. Buna göre
fıkranın (C) bendinde belirtilen halkın rahatını bozacak veya rezalet çıkaracak
derecede sarhoş olanlara veya sarhoşluk hâlinde başkalarına saldıranlara, yapılan
uyarılara rağmen bu hareketlerine devam edenler ile başkalarına saldırmaya
yeltenenlere ve kavga edenlere, yine fıkranın (E) bendinde belirtilen polisin
kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenlere, direnenlere ve görev
yapmasını engelleyenlere, aynı şekilde (H) bendinde belirtilen başkalarının can
güvenliğini tehlikeye düşürenlere eylemin ve durumun niteliğine göre yakalama
tedbiri yerine koruma altına alma veya uzaklaştırma tedbirlerinden birinin
uygulanabilmesi mümkündür.
59. Anılan çerçevede
koruma altına alma tedbiri yönünden söz konusu fiiller incelendiğinde polisin
halkın rahatını bozacak veya rezalet çıkaracak derecede sarhoş olanlara veya
sarhoşluk hâlinde başkalarına saldıranlara, başkalarına saldırmaya yeltenenlere
ve kavga edenlere veya polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı
gelenlere, direnenlere ve görev yapmasını engelleyenlere veya başkalarının can
güvenliğini tehlikeye düşürenlere karşı uygulayacağı koruma altına alma
tedbirinin bu fiilleri işleyen kişilerin anılan fiilleri işlemekten men edecek
bir süre zarfında belli bir yerde alıkonulmalarını gerektirebileceği, bunun da
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına bir müdahale teşkil edebileceği
anlaşılmaktadır.
60. Anayasa’nın
19. maddesinde Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (C) ve (E)
bentlerinde belirtilen durumlarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının
sınırlandırılabilmesine izin verildiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Aynı şekilde Anayasa’nın 19. maddesinde, “başkalarının can güvenliğini
tehlikeye düşürme fiili” yönünden de bunun bir suça vücut vermesi ile
birlikte bir suçüstü hâlinin veya gecikmesinde sakınca bulunan bir hâlin
bulunması durumunda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sınırlandırma
getirilebilmesine imkân tanındığı açıktır.
61. Anılan
fiillere yönelik olarak koruma altına alma tedbirinin uygulanmasına izin
verilmesindeki amacın kişilerin başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve
özgürlüklerinin korunması olduğu ve bunun demokratik toplum düzeni yönünden
alınması gereken zorunlu tedbirler kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca
Kanun’da anılan tedbire ancak eylemin ve durumun niteliğine uygun olması
hâlinde başvurulabilmesine izin verildiğinden kuralın amacı ile bu amacın
gerçekleştirilmesi için öngörülen araç arasında elverişli ve orantılı bir
ilişki kurulduğu, böylece başkalarının temel hak ve özgürlüklerinin korunması
ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı arasında bulunması gereken makul dengenin
kuralda gözetildiği görülmektedir.
62. Bu çerçevede
dava konusu kuralla öngörülen koruma altına alma tedbirinin kişi hürriyeti ve
güvenliği hakkı ile ölçülülük ilkesini ihlal eden bir yönünün bulunmadığı
sonucuna ulaşılmaktadır.
63. Ayrıca
belirtmek gerekir ki koruma altına alma tedbiri her durumda söz konusu fiilleri
işleyen kişilerin belli bir yerde alıkonulmalarını gerektirmeyebilir.
Dolayısıyla bu hâllerde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede
bulunulması söz konusu olmayacağından kişiye anılan tedbirin uygulanması için
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan kişinin
suç isnadı altında bulunması, bir suçüstü hâlinin veya gecikmesinde sakınca
bulunan bir hâlin gerçekleşmesi şartlarının bulunması gerekmemektedir.
64. Uzaklaştırma
tedbiri yönünden söz konusu fiiller incelendiğinde ise polisin halkın rahatını
bozacak veya rezalet çıkaracak derecede sarhoş olanlara veya sarhoşluk hâlinde
başkalarına saldıranlara, başkalarına saldırmaya yeltenenlere ve kavga edenlere
veya polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenlere, direnenlere
ve görev yapmasını engelleyenlere ya da başkalarının can güvenliğini tehlikeye
düşürenlere karşı uygulayacağı uzaklaştırma tedbirinin, bu fiilleri işleyen
kişileri söz konusu fiilleri işlemekten alıkoyacak şekilde olay mahallinden
uzaklaştırması şeklinde vücut bulabileceği anlaşılmaktadır. Bunun kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkına bir müdahale niteliği taşımayacağı açıktır. Zira
bu tedbirde kişilerin kısıtlı bir alanda ihmal edilemeyecek bir süre için
tutulması söz konusu değildir. Dolayısıyla Kanun’da bu tedbirin öngörülmesinin
kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
65. Açıklanan
nedenlerle dava konusu bent ve bölüm, Anayasa’nın 2., 13. ve 19. maddelerine
aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
66. Kuralların,
Anayasa’nın 23. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
3-
Kanun’un 3. Maddesiyle 2559 Sayılı Kanun’un 15. Maddesine Eklenen Fıkranın
Birinci Cümlesinde Yer Alan “…ifadelerini…” İbaresi ile İkinci
Cümlesinin İncelenmesi
a-İptal
Taleplerinin Gerekçesi
67. Dava dilekçesinde özetle, 2559 sayılı Kanun’un 15. maddesinin
dava konusu kuralların da yer aldığı son fıkrasıyla polise müşteki, mağdur veya
tanık ifadelerini, talepleri hâlinde ikamet ettikleri yerlerde veya
işyerlerinde alabilme yetkisinin tanındığı, bu yetki tanınırken anılan fıkranın
birinci cümlesinde “ifadeleri” ibaresinin kullanıldığı, bunun ise polise
keyfîlik alanı yarattığı, zira düzenlemede müşteki, mağdur ve tanığın
ifadesinin alınmasından söz edildiği oysa ceza muhakemesinde bu kişilerin
beyanlarına başvurulmasının “ifade alma” olarak değil “bilgi alma”
olarak tanımlandığı ve ceza muhakemesi kuralları uyarınca sadece şüpheli ve
sanıkların ifadelerinin alınmasından söz edilebileceği, bu yönüyle “ifadeleri”
ibaresinin kastı aşan bir ibare olduğu, dava konusu kurallar nedeniyle kolluğun
ancak suç şüphesi ile yapılan bir soruşturma ile ilgili olarak hâkim kararıyla
girebileceği bir konuta “ifade almak” gibi her zaman suistimal
edilebilecek bir gerekçeyle girebileceği, bunun ise keyfîliğe neden olacağı,
öte yandan dava konusu kurallarla konutta ve işyerinde ifade alınması
uygulamasına ilişkin usul ve esasların İçişleri Bakanlığına bırakıldığı, bunun
ise yasama yetkisinin devredilmezliği ve hukuk devleti ilkelerini ihlal ettiği
belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2. ve 7. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
68. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
unsurlarından biri“belirlilik” ilkesidir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi
gerekir.
69. Anayasa’nın 7. maddesinde ise “Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
denilmiştir. Buna göre Anayasa’da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
mümkün değildir. Ancak yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı
tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte hukuksal tasarruflarda
bulunması hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı düşmez.
70. Dava konusu kurallarla, polise yürüttüğü soruşturmalara ilişkin
olarak ikamet ve işyerinde ifade alma yetkisi verilmekte ve kurallarda anılan
yetkiyi kimin, hangi koşullarda, hangi ceza muhakemesi süjeleri yönünden ve
hangi niteliğe sahip yerlerde kullanabileceği, hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek biçimde açık, net,
anlaşılır ve uygulanabilirşekilde düzenlendiği görülmektedir.
71. Kanun koyucununbu şekildekonuyla ilgili temel kuralları
belirleyip kanuni çerçeveyi çizdikten sonra bu çerçevenin içinde kalacak
hususların düzenlenmesini idareye bırakmasında, hukuki belirlilik ve yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkelerine aykırı düşen bir yön bulunmamaktadır.
72. Dava konusu kuralda yer alan “ifadeleri” ibaresinin,
teknik bir ceza muhakemesi terimi olarak değil genel sözlük anlamıyla ve ceza
muhakemesi süjelerinin kimliğinden bağımsız olarak müşteki, mağdur ve tanığın
beyanının alınmasını ifade etmek amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasa’da ceza muhakemesi süjelerinin soruşturma sırasında verdikleri
beyanların nasıl adlandırılacağı veya sınıflandırılacağı konusunda doğrudan bir
hüküm bulunmamakta, bu konuda düzenleme yapılması kanun koyucunun takdir
yetkisinde kalmaktadır.
73. Öte yandan madde gerekçesinin incelenmesinden dava konusu
kuralların düzenlenme amacının, müştekiye, mağdura ve tanığa ikametinde veya
işyerinde ifade verebilme imkânını sağlamak olduğu, böylece anılan kişilerin
işgücü ve zaman kayıplarının önlenmek istendiği anlaşılmaktadır. Bunun yanında
polisin söz konusu yetkiyi ancak ifade verecek kişinin talebiyle kullanabilecek
olması, anılan yetkinin keyfî olarak kullanılmasını önlemekte, dolayısıyla
anılan kuralların keyfîliğe neden olabilecek bir yönü bulunmamaktadır.
74. Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa’nın 2. ve 7.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
4-
Kanun’un 4. Maddesiyle 2559 Sayılı Kanun’un 16. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının
(b) Bendine “…basınçlı…” İbaresinden Sonra Gelmek Üzere Eklenen “… ve/veya
boyalı… ” İbaresi ile Yedinci Fıkrasına Eklenen (d) Bendinin İncelenmesi
a-
İptal Taleplerinin Gerekçesi
75. Dava dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarla polise toplumsal
olaylarda basınçlı suyun yanı sıra boyalı su kullanma yetkisinin verildiği,
bunun hukuka aykırı toplantı ve gösterileri dağıtma amacıyla değil barışçıl
toplantı ve gösterilere katılanları işaretleme amacıyla düzenlendiği, kuralın
bu yönüyle masumiyet karinesi ve hukuk devleti ilkesini ihlal ettiği, öte
yandan dava konusu kurallarla polise molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı,
boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs
edenlere karşı silah kullanma yetkisinin verildiği, böyle bir düzenleme
yapılmasına ihtiyaç olmadığı, zira 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde yer alan
mevcut hükümler ile Türk Ceza Kanunu’nun meşru müdafaaya ilişkin hükümlerinde,
anılan yetkinin zaten tanınmış olduğu, düzenlemenin silah kullanma vakalarını
artırarak yargısız infaz ve orantısız güç tartışmalarına neden olacağı,
kurallarla esasen insanların barışçıl toplantı ve gösterilere katılmalarının
önlenmesinin amaçlandığı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 17., 34. ve 38.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b-
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
76. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî
varlığı" başlıklı 17. maddesinde, herkesin yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, tıbbi zorunluluklar ve
kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı
belirtilmek suretiyle kişinin yaşam hakkı ile maddî ve manevî varlığını koruma
hakkı güvence altına alınmıştır.
77. Kişinin yaşam hakkı ile maddî ve manevî varlığını koruma hakkı,
birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarındandır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere yaşam ve vücut
bütünlüğü üzerindeki temel hak, devlete pozitif ve negatif yükümlülükler
yüklemektedir.
78. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin,
negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına
kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bunun
yanı sıra devlet, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm
bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse
kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek müdahalelere karşı koruma
yükümlülüğü altındadır. Devlet bireyin maddî ve manevî varlığını her türlü
tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür.
79. Anayasa’nın 34. maddesinde “Herkes, önceden izin almadan,
silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.”
denilmiştir. Anılan maddeyle güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına
duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamakta ve çoğulcu
demokrasilerin gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması,
korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır.
80. Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında,“Suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.”denilmektedir.Ceza
hukukunun temel ilkelerinden olan“suçsuzluk karinesi”, hakkında suç
isnadı bulunan bir kişinin, adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair
kesin hüküm tesis edilene kadar suçlu sayılmaması gerektiğini ifade etmekte ve
hukuk devleti ilkesinin bir gereğini oluşturmaktadır.Suçsuzluk karinesi
uyarınca bir kişinin suçlu olarak nitelendirilebilmesi ve hakkında ceza
hukukunun alanına giren yaptırımların uygulanabilmesi kesin hükümle mahkûm
olmasına bağlıdır.
81. 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin üçüncü fıkrasının (b)
bendinde yer alan dava konusu kuralda, polisin görevini engellemek üzere
direnen kişilere karşı boyalı su kullanabileceği hüküm altına alınmaktadır.
Kuralın madde gerekçesinde toplumsal olaylarda suç işleyenlerin tespitinde ve
bunların olaylar devam ederken suçüstü yakalanmasında güçlüklerle
karşılaşıldığı, kalabalık içinde yakalama işlemi yapılmasının hem kolluğun hem
de vatandaşların vücut bütünlüğü açısından tehlike oluşturabildiği, bu
nedenlerle suç şüphesi altındakilerin tespitine ve kalabalıklar dağıtıldıktan
sonra yakalama işleminin yapılabilmesine olanak tanımak amacıyla söz konusu
düzenlemenin yapıldığı belirtilmiştir. Buna göre dava konusu kuralın, toplumsal
olaylar sırasında suç işleme şüphesi altındaki kişileri tespit edilebilmek ve
yakalayabilmek amacıyla düzenlendiği anlaşılmaktadır.
82. Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti
olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
83. Hukuk devletinin temel hak ve özgürlükleri koruyan ve her alanda
adaletli bir hukuk düzeninin kurulmasını gerektiren karakteri, işlenen suçlar
nedeniyle temel hak ve özgürlükleri zedelenen kişilerin bu suçlar nedeniyle
etkili bir soruşturma ve kovuşturma yapılmasını ve maddî gerçeğin ortaya
çıkarılmasını isteme haklarını da bünyesinde barındırmaktadır. Bu yönüyle
devletin kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve suça ilişkin etkili
bir soruşturma ve kovuşturma yaparak maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamak
üzere suçüstü hâllerinde suç faillerine karşı güç kullanmasında anayasal ilke
ve kurallara aykırı düşen bir yön bulunmamaktadır. Ancak bu güç kullanımına
sadece zorunlu hallerde ve orantılı olmak kaydıyla başvurulabilir.
84. Dava konusu ibarenin bulunduğu kuralın lafzı ve gerekçesi nazara
alındığında, kuralla toplumsal olaylar sırasında barışçıl amaçlar dışında
hareket ederek suç teşkil eden eylemlerde bulunanların tespit edilmelerinin ve
yakalanmalarının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Kitlesel olaylarda suç işleyen
kişilerin tespitinde ve yakalanmasında yaşanan zorluklar, beraberinde bu tür
olaylarda suç işleyen kişilerin tespitine ve bunların yakalanmasına imkân
tanıyacak yöntemlerin geliştirilmesine neden olabilmektedir. Özellikle
toplumsal olaylarda kitlesel olarak hareket edilmesinin bu olaylar sırasında
kullanılacak yöntemlerin hassas olarak seçilmesi zorunluluğunu ortaya
çıkardığı, bu çerçevede bu tür olaylarda kalabalık içinde yakalama yapılmasının
fiziken imkânsız olabildiği ya da bunun kişilerin vücut bütünlükleri yönünden
tehlikelere neden olabildiği görülebilmektedir. Bu nedenlerle dava konusu
kuralda öngörülen yönteme başvurulmasının kitlesel olayların niteliğinden
kaynaklandığı anlaşılmakta olup bunun kuralın düzenleme amacının gerçekleşmesini
sağlamaya yönelik elverişli ve orantılı bir yöntem olmadığı söylenemez.
85. Dava konusu kuralla boyalı su sıkmanın, suç işleyen kişilerin
tespitine veya yakalanabilmelerine imkân tanımak üzere kullanılabilecek bir
yöntem olarak öngörüldüğü ve bunun uygulanmasının anılan kişilere suç ithamında
bulunulması sonucunu doğurabileceği açıktır. Ancak Anayasa Mahkemesinin Ömer
Osman Soylu (B. No: 2012/363, 5/3/2013, § 16) kararında da belirtildiği
üzere suçluluğu kesin hükümle sabit oluncaya kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı
anayasal bir esas olduğundan kişilerin ceza muhakemesi sürecinde suçla itham
edilmeleri veya suç şüphesini ifade eden kararlara veya işlemlere tabi
kılınmaları suçsuzluk karinesini ihlal etmez. Aksi durumda suçüstü hâlleri de
dâhil olmak üzere kimseye suç ithamında bulunulamayacağının veya kimse hakkında
soruşturma veya kovuşturma yapılamayacağının kabul edilmesi gerekir ki bunun
suçsuzluk karinesinin doğasına uygun düşmeyeceği aşikârdır.
86. Öte yandan 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin yedinci fıkrasının
dava konusu (d) bendinde polisin; kendisine veya başkalarına, işyerlerine,
konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve
kişilerin tek tek veya toplu hâlde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof,
patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran
veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve
etkisiz kılacak ölçüde silah kullanmaya yetkili olduğu düzenlenmektedir. Bu
kuralla başta yaşam ve vücut bütünlüğü hakları olmak üzere kişilerin temel hak
ve özgürlüklerinin korunmasının amaçlandığı açıktır.
87. Hukuk devletinin temel görevlerinden biri kişilerin temel hak ve
özgürlüklerini korumaktır. Bu çerçevede kolluk görevlilerine başta yaşam hakkı
olmak üzere kişilerin temel hak ve özgürlüklerine yönelen saldırıları etkisiz
kılmak amacıyla silah kullanma yetkisi verilmesinde anayasal kural ve ilkelere
aykırı düşen bir yön bulunmamaktadır. Ancak silah kullanımına sadece saldırının
engellenmesi gibi zorunluluk hâllerinde izin verilmesi ve bu yetkinin amacı
dışında orantısız bir şekilde kullanılmasını önleyecek yasal tedbirlerin
öngörülmesi gerekir.
88. Dava konusu kuralda, polise silah kullanma yetkisi verilirken bu
yetkinin ancak kuralda belirtilen nitelikteki saldırıları etkisiz kılmak
amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde kullanılabileceğinin hüküm altına alındığı,
böylece anılan yetkinin veriliş amacına aykırı ve orantısız bir şekilde
kullanılmasını engelleyecek güvenceye yer verildiği görülmektedir.
89. Dava konusu kurallar, toplumsal olaylar sırasında suç işleyen
kişilere yönelik hükümler içermekle veya toplumsal olaylara ilişkin olmakla
birlikte kuralların toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını sınırlayan bir yönü
bulunmamaktadır.
90. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 17., 34. ve 38.
maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
91. Engin YILDIRIM ve Hasan Tahsin GÖKCAN 2559 sayılı Kanun’un 16.
maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendine eklenen “…ve/veya boyalı…”
ibaresi yönünden bu görüşe katılmamışlardır.
5-
Kanun’un 5. Maddesiyle Değiştirilen 2559 Sayılı Kanun’un Ek 7. Maddesinin
İkinci Fıkrasının Üçüncü Cümlesinde Yer Alan “… kırk sekiz saat…”
İbaresi ile Üçüncü Fıkrasının ve 6. Maddesiyle Değiştirilen 2803 Sayılı
Kanun’un Ek 5. Maddesinin Birinci Fıkrasının Üçüncü Cümlesinde Yer Alan “…kırk
sekiz saat…” İbaresi ile İkinci Fıkrasının İncelenmesi
a-
İptal Taleplerinin Gerekçesi
92. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarda önleyici kolluk tedbiri kapsamında
iletişimin denetlenmesine karar verme yetkisinin Ankara ağır ceza mahkemesi
üyesine verildiği, ayrıca gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yetkili merci
tarafından verilen yazılı emrin hâkim tarafından onaylanma süresinin yirmi dört
saatten kırk sekiz saate çıkarıldığı, kurallarla anılan kararları verme
yetkisinin Ankara ağır ceza mahkemesi üyesine verilmesinin, bütün yurt
düzeyindeki dinlemelere siyasi iktidarın tayin ve tespit ettiği tek bir hâkimin
izin vermesi sonucunu doğurduğu, kuralların, yargı yetkisinin Türk Milleti
adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağını öngören Anayasa’nın 9. maddesi ile
kanunî hâkim ilkesini düzenleyen 37. maddesine aykırı olduğu zira iletişimin
tespiti, dinleme ve sinyal bilgilerinin değerlendirmesi konusunda yetkili ve
görevli hâkimin Ankara ağır ceza mahkemesi üyesi olarak belirlenmesinin,
mahkemenin yapacağı bir görevin hâkime devredilmesi anlamına geldiği,
Anayasa’nın 37. maddesinde hiç kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka
bir merci önüne çıkarılamayacağının hükme bağlandığı, oysa dava konusu
kurallarda iletişimin tespiti, dinleme ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi
konusunda yetkili ve görevli hâkimin Ankara ağır ceza mahkemesi üyesi olarak
belirlenmesiyle bu kuralın ihlal edildiği, adli dinleme kararı verilebilmesi
için ağır ceza mahkemesinin oybirliği ile karar vermesi öngörülmüşken dava
konusu kurallar gereği önleme dinlemesinin tek bir hâkimin kararıyla
yapılabilmesinin yerinde ve tutarlı bir düzenleme olmadığı belirtilerek
kuralların, Anayasa’nın 2., 9., 22. ve 37. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b-
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
93. 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 138.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
94. Dava konusu
kurallarda önleyici kolluk tedbiri kapsamında telekomünikasyon yoluyla yapılan
iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda
alınmasına karar verme yetkisi Ankara ağır ceza mahkemesi üyesine tanınmakta ve
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yetkili merci tarafından verilen yazılı
emrin hâkim tarafından onaylanma süresi yirmi dört saatten kırk sekiz saate
çıkarılmaktadır.
95. Anayasa’nın
“Yargı yetkisi” başlıklı 9. maddesinde, yargı yetkisinin, Türk Milleti
adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiş; “Kanuni hâkim
güvencesi” başlıklı 37. maddesinde ise “Hiç kimse kanunen tabi olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamaz."denilerek tabii hâkim ilkesi güvence
altına alınmıştır. Ancak anılan maddelerde yer alan “mahkeme” sözcüğü
dar ve teknik anlamda “mahkeme” olarak değil tüm yargı mercilerini
kapsayan bir üst kavram olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla bu hükümler mahkeme
sıfatını taşımayan yargı mercilerinin, bu kapsamda bağımsız hâkimlerin, yargı
yetkisini kullanamayacağı veya yargısal faaliyette bulunamayacağı anlamına
gelmemektedir.
96. Öte yandan
Anayasa Mahkemesinin 29.4.1993 tarihli ve E. 1992/39, K. 1993/19 sayılı
kararında da belirtildiği üzere Anayasa’da bağımsız mahkemeler neredeyse
bağımsız hâkimlerle eş anlamlı olacak şekilde kullanılmıştır. Bu çerçevede
Anayasa’nın 9. maddesinde "Yargı yetkisi bağımsız mahkemelerce
kullanılır" denilmişken 37. maddesinin başlığı “Kanuni hâkim
güvencesi” olarak belirlenmiştir. “Mahkemelerin bağımsızlığı”
başlıklı 138. maddesinde ise "Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar"
denilerek bu anlayış açık bir şekilde yansıtılmıştır.
97. Anayasa’nın
142. maddesinde de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve
yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınırken mahkeme
sözcüğü tüm yargı mercilerini kapsayan bir üst kavram olarak kullanılmıştır. Bu
yönüyle hukuk devletinde kanun koyucunun ceza yargılamasına ilişkin kurallar
belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, yapısı, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri hakkında Anayasa kurallarına bağlı olmak
koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisi bulunduğu gibi hangi dava
ve işlere hangi yargı mercilerinin bakacağını belirleme konusunda da takdir
yetkisinin bulunduğu açıktır.
98. Dolayısıyla
dava konusu kurallarla önleyici kolluk tedbiri kapsamında telekomünikasyon
yoluyla yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesi ve kayda alınması konularında karar alma görev ve yetkisinin
Ankara ağır ceza mahkemesi üyesine tanınmasında yargı yetkisinin bağımsız
mahkemelerce kullanılacağı yönündeki kuralı ihlal eden bir yön bulunmamaktadır.
99. Aynı
gerekçelerle kuralların, kişileri kanunen tabi kıldığı yargı merciinden başka
bir mercie tabi kılması söz konusu olmadığından kurallarda tabii hâkim
ilkesiyle çelişen bir yön de bulunmamaktadır.
100. Anayasa’nın
138. maddesinin birinci fıkrasında hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları
ve Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verecekleri, ikinci fıkrasında hiçbir organ, makam, merci veya kişinin, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat
veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı
belirtilerek hukuk devleti olmanın zorunlu bir gereği olan yargı bağımsızlığı
teminat altına alınmıştır.
101. Hukuk
devleti ilkesinin temel unsurlarından olan yargı bağımsızlığı, insan haklarının
ve özgürlüklerinin en etkin güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı; hâkimin
çekinmeden ve endişe duymadan, Anayasa’nın öngördüğü gereklerden başka herhangi
bir dış etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar verebilmesidir.
Bağımsızlığın demokratik bir toplumda, devlet yapısı içinde tüm kurum ve
kuruluşlar ile kişilere karşı sağlanması gerekir.
102. Dava konusu
kurallarda herhangi bir ayrım yapılmaksızın önleyici kolluk tedbiri kapsamında
telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi, sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınmasına karar verilmesi konularında
yetkili ve görevli hâkimin Ankara ağır ceza mahkemesi üyesi olduğu
belirtildiğinden Ankara ağır ceza mahkemesi üyelerinin tümünün bu konuda genel
yetkili ve görevli olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte 5235
sayılı Kanun’un 9. maddesi uyarınca Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK)
tarafından Ankara’daki ağır ceza mahkemelerinden birinin ihtisaslaşmanın sağlanması
amacıyla bu hususta özel olarak yetkilendirilmesi mümkün bulunmaktadır. Bu
durumda HSK tarafından belirlenen ilgili ağır ceza mahkemesinin üyeleri anılan
kararları almaya yetkili hâle gelebilmektedir. Ancak her durumda söz konusu
kararı alacak üyeler kanunla veya kanunun verdiği yetkiye istinaden bağımsız
yargı organları veya HSK tarafından belirlenmektedir.
103. Bu yönüyle
anılan kararları vermeye yetkili hâkimin, hâkim bağımsızlığı ilkesine aykırı
olacak şekilde belirlendiğinden söz edilemeyeceği gibi bunların hâkim
bağımsızlığı yönünden diğer mahkeme ve hâkimlerinden ayrılan bir yönünün
bulunduğu da söylenemez.
104. Hukuk
devletinde suç ve ceza yargılamasına ilişkin kurallar, Anayasa’nın konuya
ilişkin kuralları ile ülkenin sosyal ve kültürel yapısı, etik değerleri ve
ekonomik hayatın gereksinmeleri göz önüne alınarak saptanacak ceza siyasetine
göre belirlenir. Kanun koyucu, cezalandırma yetkisini kullanırken toplumda
hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunun hangi tür ve ölçüdeki ceza yaptırımı ile
karşılanacağı, nelerin ağırlaştırıcı veya hafifletici sebep olarak kabul
edilebileceği konusunda takdir yetkisine sahip olduğu gibi ceza yargılamasına
ilişkin kuralları belirleme ve bu çerçevede mahkemelerin kuruluşu, yapısı,
görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri hakkında da Anayasa
kurallarına bağlı olmak koşuluyla ihtiyaç duyduğu düzenlemeyi yapma yetkisine
sahiptir.
105. Bu
çerçevede kanun koyucunun yargılama mercilerinin görevlerini ve yargılama
usullerini belirleme konusundaki takdir yetkisi kapsamında dava konusu
kurallarla telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespitine, dinlenmesine,
sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ve kayda alınmasına karar verilmesi
görevini kurul halinde veya müstakil olarak çalışan bir mahkemeye veya hâkime
vermesinde hukuk devleti ilkesini ihlal eden bir yön bulunmamaktadır.
106. Diğer
yandan Anayasa’nın “Haberleşme hürriyeti” başlıklı 22. maddesinin
birinci fıkrasında “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin
gizliliği esastır.” denilmek suretiyle haberleşme hürriyeti güvence altına
alınmıştır. İkinci fıkrasında ise millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin
önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak
usulüne göre verilmiş hâkim kararıyla yine bu sebeplere bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla yetkili kılınmış merciin
yazılı emriyle bu özgürlüğün sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Ancak
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı
emriyle haberleşme hürriyeti sınırlandırıldığında aynı fıkra hükmü uyarınca söz
konusu kararın yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulması,
hâkimin de kararını kırk sekiz saat içinde açıklaması gerekmektedir.
107. Dava konusu
kurallarda da millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi ve
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması nedenleriyle haberleşme
hürriyetinin sınırlandırılmasına izin verilmekte ve bu kapsamda gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde yetkili merci tarafından verilen yazılı emrin hâkim
tarafından onaylanma süresi kırk sekiz saat olarak öngörülmektedir. Dava konusu
kurallarda düzenlenen kırk sekiz saatlik süre Anayasa’nın anılan hükmüyle aynı
şekilde düzenlenmiş olup kuralların Anayasa’yla çelişen bir yönü
bulunmamaktadır.
108. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 9., 22., 37. ve 138. maddelerine aykırı
değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
6- Kanun’un
7. Maddesiyle 2911 Sayılı Kanun’un 23. Maddesinin Birinci Fıkrasının (b)
Bendine “ …zincir…” İbaresinden Sonra Gelmek Üzere Eklenen
“…ve sapan…” İbaresinin ve 8. Maddesiyle Değiştirilen 2911 Sayılı
Kanun’un 33. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “…ve sapan…”
ile “…veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez
vesair unsurlarla örterek…” İbarelerinin İncelenmesi
a-İptal
Taleplerinin Gerekçesi
109. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarla toplu gösteri ve yürüyüşlerde sapan
bulundurma ve kimliği gizlemek amacıyla yüzü tamamen veya kısmen bez vesair
unsurlarla örtme fiillerinin suç olarak öngörüldüğü, bu kuralların ceza
tehdidiyle kişilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılmalarını engellemek
amacıyla düzenlendiği, kanunda kişilerin ateşli silahlarla yakalanması fiili
yönünden on iki ay hapis cezası öngörülmüşken kurallara konu suçlar yönünden
iki yıl altı aydan dört yıla kadar değişen hapis cezaları öngörülmesinin ölçülü
olmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
110. Dava konusu
kurallarla, sapan taşıyarak toplantı veya gösteri yürüyüşü yapılması, kanuna
aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü olarak nitelendirilerek yasaklanmakta ve
sapanla veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya
kısmen bezle örterek toplantı ve gösteriye katılmak suç kabul edilerek bu
fiilleri icra edenlerin iki yıl altı aydan dört yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılacağı öngörülmektedir.
111. Ceza
hukukunun toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve ekonomik yaşantısıyla
ilgili bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele amacıyla ceza ve ceza
muhakemesi alanında sistem tercihinde bulunulması devletin ceza siyaseti ile
ilgilidir. Bu bağlamda hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler
bakımından kanun koyucu, Anayasa’nın temel ilkelerine ve kurallarına bağlı
kalmak koşuluyla, toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç
sayıldıkları takdirde hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla
karşılanmaları gerektiği, hangi hâl ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da
hafifletici öge olarak kabul edileceği gibi konularda takdir yetkisine
sahiptir.
112. Bununla
birlikte kanun koyucu anılan takdir yetkisini kullanırken hukuk devleti
ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “elverişlilik”,
“gereklilik” ve“orantılılık”olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. “Elverişlilik” başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç
için elverişli olmasını,“gereklilik” başvurulan önlemin ulaşılmak
istenen amaç bakımından gerekli olmasını, “orantılılık” ise başvurulan
önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade
etmektedir. Bir kurala uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafından öngörülen
yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında “ölçülülük ilkesi”
gereğince makul bir dengenin bulunması gerekir.
113. Anayasa’nın
34. maddesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı düzenlenirken yalnızca
barışçıl amaçlarla yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşleri güvence altına
alınmış, bu çerçevede bu hakkın sadece silahsız ve saldırısız toplantı ve
gösteri yürüyüşlerini kapsadığı açıkça vurgulanmıştır.
114. 2911 sayılı
Kanun’un dava konusu kuralların da yer aldığı 23. ve 33. maddelerinde de bu
anlayışa uygun olarak anılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerine silahla katılmak
yasaklanmakta ve bu yürüyüşlere silahla katılmak suç olarak düzenlenerek cezai
müeyyideye bağlanmaktadır.
115. Bu bağlamda
Kanun’da ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar
dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler silah olarak
kabul edildiği gibi taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya
zincir, demir bilye gibi bereleyici ve boğucu araçlar da silah kabul
edilmiştir. Bu yönüyle Kanun’da genel olarak saldırı yapmaya elverişli
araçların silah olarak nitelendirildiği görülmektedir. Dava konusu kurallarla
silah kabul edilen sapan da bereleyici niteliği haiz olup saldırıda
kullanılmaya elverişli bir araçtır.
116. Öte yandan
kişilerin kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bezle
örterek toplantı ve gösteriye katılmasının suç olarak düzenlenmesindeki amacın,
kişilerin yüzlerinin tanınmamasından faydalanmak suretiyle gösteri ve
yürüyüşlerin barışçıl niteliğine zarar verecek eylemlerini engellemek olduğu
anlaşılmaktadır.
117. Bu
çerçevede kanun koyucunun kişilerin toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yüzünü
bezle örterek veya sapanla katılmasını suç olarak düzenlemesindeki amacın
toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin saldırısız ve barışçıl şekilde
gerçekleşmesini sağlamak olduğu açıktır. Bu nedenle toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine saldırıda kullanılmaya elverişli sapanla katılmanın veya
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü bezle örterek katılmanın
yasaklanmasının ve bu eylemlerin suç olarak düzenlenerek Kanun’da öngörülen
cezayla cezalandırılmasının, anılan amacı gerçekleştirmeye yönelik elverişli,
gerekli ve orantılı araçlar olmadığı söylenemez.
118. Esasen
toplum içinde yaşamanın zorunlu bir sonucu olarak, kişilerin hak ve özgürlüklerine
müdahale teşkil eden bir tedbir alınması öngörülürken, hak ve özgürlüklere
müdahalede bulunan tedbirin sağladığı toplumsal yararın ağırlığı yükseldikçe
kişilerin bu tedbire katlanma yükümlülüğü de artmaktadır. Bu yönüyle dava
konusu kuralla hangi saik ile yapıldığı önemli olmaksızın kişilerin toplantı ve
gösteri yürüyüşlerine kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini bezle örterek
katılmalarının yasaklanmasının, kamu düzenini ciddi bir şekilde tehlikeye sokan
terör ve şiddet eylemlerini önlemek amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Buradaki kamu yararının önemi karşısında söz konusu fiilin şekli bir suç olarak
düzenlenmesinin ölçülülük ilkesini ihlal etmediği sonucuna ulaşılmaktadır.
119. Dava konusu
fiillerin cezası belirlenirken toplantı ve gösteri yürüyüşleri gibi kitlesel
olaylarda meydana gelecek tehlikelerin bireysel eylemlerden çok daha ağır
sonuçlar doğurabilme potansiyeline sahip olmasının dikkate alındığı
anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kanun koyucunun anılan cezayla kitlesel olaylar
sırasında çıkacak ağır tehlikeleri önlemeye yönelik aldığı tedbirin, ulaşılmak
istenen amaç açısından elverişli, gerekli ve orantılı olmadığı ileri sürülemez.
Esas itibarıyla cezanın ölçülü olup olmadığı benzer filler yönünden kanunda
öngörülen cezaların kıyaslanması ile değil genel olarak öngörülen cezanın
ulaşılmak istenen amaç yönünden elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığıyla
ölçülebilir.
120. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı değildir. İptal
taleplerinin reddi gerekir.
121. Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Hasan
Tahsin GÖKCAN 2911 sayılı Kanun’un 33. maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde
yer alan “…veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen
bez vesair unsurlarla örterek …” ibaresi yönünden bu görüşe
katılmamışlardır.
7-
Kanun’un 9. Maddesiyle 2911 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 1. Maddenin İkinci
Cümlesi ile 17. Maddesiyle Değiştirilen 5233 Sayılı Kanun’un 13. Maddesinin
Üçüncü Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
a-İptal
Taleplerinin Gerekçesi
122. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarda 2911 ve 5233 sayılı kanunlar
kapsamındaki rücu istemine ilişkin zamanaşımı sürelerinin bir kat artırılarak
uygulanacağının düzenlendiği, genel hükümlerden ayrılmayı gerektiren bu
kuralların, adalet ve eşitlik ilkelerini ihlal ettiği belirtilerek kuralların,
Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
123. Anayasa’nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti insan haklarına saygılı olan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan
devlettir.
124. Kanunların
kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil
kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın
gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun, hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan
takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
125. Kanun
koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise“elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık”olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır.“Elverişlilik” getirilen kuralın
ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik” getirilen
kuralın ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını, “orantılılık”ise
getirilen kural ile ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade
etmektedir. Bir kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak istenen amaç arasında
da“ölçülülük ilkesi”gereğince makul bir dengenin bulunması zorunludur.
126. Dava konusu
kurallarda, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde
bozulmasına yol açabilecek niteliğe sahip toplumsal olaylarda; kamu mallarına,
gerçek ve tüzel kişilerin mallarına verilen zararlar ile terör eylemleri veya
terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara
uğrayan gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin zararlarının devlet
tarafından karşılandığı hâllerde devletin sorumlulara rücu etmesine ilişkin zamanaşımı
süreleri düzenlenmekte ve bu sürelerin genel hükümlere nazaran bir kat
artırılarak uygulanacağı öngörülmektedir.
127. Şiddet
olaylarının yaygınlaştığı, kamu düzeninin ciddi şekilde bozulduğu toplumsal
olaylar, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler
nedeniyle mala verilen zararlar ile diğer nedenlerle mala verilen zararlar
arasında mahiyet farkı bulunmaktadır. Birinci grup olaylar ve eylemler
nedeniyle mala verilen zararların farklı kurallara tabi kılınmasında anılan
olay ve eylemlerin kamu düzenini ciddi şekilde bozan niteliğinin dikkate
alındığı açık olup bu kurallarla kamu düzeninin korunması amaçlanmaktadır.
128. 2911 sayılı
Kanun’un ek 1. maddesinin birinci cümlesi, 5233 sayılı Kanun’un 13. maddesinin
üçüncü fıkrasının birinci cümlesi ve 6098 sayılı Kanun’un 73. maddesi uyarınca
mala verilen zararların devlet tarafından karşılandığı hâllerde, devletin sorumlulara
rücu etmesine ilişkin zamanaşımı süresi, tazminatın tamamının ödendiği ve
birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yıl ve her hâlde
tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yıldır. Dava konusu
kurallarla bu sürelerin şiddet olaylarının yaygınlaştığı ve kamu düzeninin
ciddi şekilde bozulduğu toplumsal olaylar, terör eylemleri ya da terörle
mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler dolayısıyla meydana gelen zararlar
nedeniyle bir misli artırılarak uygulanmasının, söz konusu haksız fiil failleri
üzerinde caydırıcı bir etki yaratma potansiyeli bulunmakta olup bunun kamu
düzeninin bozulmasını önleyici bir işlev olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Dolayısıyla dava konusu kurallarla anılan olaylar nedeniyle ortaya çıkan zararların
rücu edilmesine ilişkin zamanaşımı sürelerinin bir kat artırılarak
uygulanmasının, kuralların konuluş amacı olan kamu düzeninin korunması yönünden
elverişli, gerekli ve orantılı olmadığı söylenemez.
129. Öte yandan
Anayasa’nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı
olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar
karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali
yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
130. Dava konusu
kurallarda, şiddet olaylarının yaygınlaştığı ve kamu düzeninin ciddi şekilde
bozulduğu toplumsal olaylar sırasında, terör eylemleri yahut terörle mücadele
kapsamında yürütülen faaliyetler kapsamında verilen zararların sorumluları ile
diğer şekillerde mala zarar veren sorumlular arasında bir ayrıma gidilmektedir.
Ancak bu ayrıma gidilmesinde, anılan nitelikteki olaylarda mala zarar
verilmesinin kamu düzeni yönünden yarattığı zararın ağırlığının dikkate
alındığı anlaşılmaktadır. Anılan kişilerin eylemlerinin niteliği gözetildiğinde
bu kişilerin, diğer şekillerde mala zarar veren sorumlularla aynı hukuki
durumda bulunmadığı açık olduğundan dava konusu kurallar uyarınca anılan
kişiler arasında ayrım yapılarak bunların farklı kurallara tabi kılınmasında
eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez.
131. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir. İptal
taleplerinin reddi gerekir.
8-
Kanun’un 13. Maddesiyle 5271 Sayılı Kanun’un 91. Maddesine Eklenen (4) Numaralı
Fıkranın Birinci Cümlesinin “…mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri
tarafından yirmi dört saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu
düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında
ve toplu olarak işlenen suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı
verilebilir.” Bölümü ile Dördüncü ve Beşinci Cümlelerinin İncelenmesi
a-
İptal Taleplerinin Gerekçesi
132. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarla kişi hakkında belirli suçlarda,
mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmi dört saate kadar,
şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol
açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda kırk
sekiz saate kadar gözaltına alma yetkisinin tanındığı, böylece suç sonrası bir
durum olan ve adli yetkilerin kullanılmasını gerektiren olaylarda yürütmeyi
temsil eden valinin yetkilendirilerek Cumhuriyet savcısının devre dışı
bırakıldığı, bunun adli mercilerce kullanılması gereken bir yetkinin idare
tarafından kullanılması ve yargıya müdahale edilmesi sonucunu doğurarak
kuvvetler ayrılığı ilkesini ve Anayasa’nın 9. maddesinde ifade edilen yargı
yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı yönündeki kuralı ihlal ettiği,
anılan kurallarla toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmanın da “toplu olarak
işlenen suç” kategorisine alındığı ve barışçıl bir gösteriye katılan
kişilerin dört güne kadar gözaltına alınabilmesine imkân tanındığı, bunun
toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının kullanılmasını imkânsız hale
getirdiği, dava konusu kurallar uyarınca kolluğun Cumhuriyet savcısından izin
almaksızın hatta ona haber dahi vermeksizin gözaltı yetkisini kullanabilmesinin
ve Cumhuriyet savcısının bu işleme yönelik tasarruf yetkisinin bulunmamasının haksız
gözaltıları arttıracağı, kurallarda belirtilen “toplumsal olaylar sırasında
işlenen suçlar” ve “toplumsal olaylar” kavramlarının muğlak olduğu,
ayrıca kolluk amirinin emriyle uygulanacak gözaltılara karşı ilgili hâkimliğe
itiraz edilip edilmeyeceği hususunun açık olmadığı, bu yönüyle dava konusu
kuralların belirsiz olduğu ifade edilerek bunların, Anayasa’nın 2., 7., 8., 9.,
13. ve 34. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
133. 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesine uyarınca kurallar, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 19.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
134. 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 91. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer
alan dava konusu kurallarda; bazı suçlara ilişkin suçüstü hâlleriyle sınırlı olmak
kaydıyla mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmi dört
saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde
bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen
suçlarda ise kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı verilebileceği, bu
kapsamda gözaltına alınanların Cumhuriyet savcısının gözaltına alma yetkisiyle
beraber en geç kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda ise dört gün
içinde hâkim önüne çıkarılacağı düzenlenmekte ve bu fıkra kapsamında kolluk
tarafından gözaltına alınan kişiler hakkında da gözaltına ilişkin hükümlerin
uygulanacağı belirtilmektedir.
135. Anayasa’nın
19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında
şekil ve şartları kanunda gösterilmek kaydıyla kişilerin hürriyetinden mahrum
bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlandırılması, ancak Anayasa’nın anılan
maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz
konusu olabilir.
136. Anılan
maddenin üçüncü fıkrasında, suçüstü hâli veya gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde hâkim kararı olmaksızın yakalama tedbirine başvurulabileceği
belirtilmiş, böylece yakalama tedbirine kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını
sınırlayabilen bir istisna niteliği tanınmıştır. Ancak maddenin dördüncü ve
beşinci fıkraları uyarınca yakalanan kişilere, yakalama sebepleri ve haklarındaki
iddiaların her hâlde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak
derhâl, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesi
ve yakalanan kişilerin, tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için
gerekli süre hariç en geç kırk sekiz saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en
çok dört gün içinde hâkim önüne çıkarılması gerekmektedir.
137. Kimsenin,
bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılması mümkün değildir. Ayrıca maddenin altıncı ve sekizinci fıkraları
uyarınca kişinin yakalandığının yakınlarına derhâl bildirilmesi ve her ne
sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişinin, kısa sürede durumu hakkında
karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı hâlinde hemen serbest bırakılmasını
sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahip kılınması
gerekmektedir.
138. Anayasa’da
hâkim kararı olmaksızın kişinin hürriyetinden yoksun bırakılması genel olarak
yakalama şeklinde nitelendirilmiştir. Öğretide de yakalama ile gözaltı arasında
bir mahiyet farkı bulunmadığı belirtilmiştir. Bu yönüyle gözaltı tedbirinin
yakalamanın özel bir görünümü olduğu söylenebilir.
139. Dava konusu
kurallarda, bazı suçlara ilişkin suçüstü hâlleriyle sınırlı olmak kaydıyla
mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmi dört saate kadar,
şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol
açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda ise
kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı verilebileceği, bu kapsamda
gözaltına alınanların Cumhuriyet savcısının gözaltına alma yetkisiyle beraber
en geç kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda ise dört gün içinde hâkim
önüne çıkarılacağı belirtilmekle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü ve beşinci
fıkralarında belirtilen nedene ve sürelere uygun düzenlemeler yapıldığı
görülmektedir. Bu nedenle kuralların anılan fıkraları ihlal eden bir yönü
bulunmamaktadır.
140. Anayasa’nın
19. maddesinin dördüncü, altıncı ve sekizinci fıkraları yönünden ise dava
konusu kuralların yer aldığı CMK’nın 91. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son
cümlesinde “Bu fıkra kapsamında kolluk tarafından gözaltına alınan kişiler
hakkında da gözaltına ilişkin hükümler uygulanır.” denilmek suretiyle
kolluk amirinin emriyle yapılan gözaltılara da gözaltına ilişkin genel
hükümlerin uygulanacağı belirtilmektedir.
141. Bu kapsamda
CMK’nın 91. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca gözaltı kararı
verilebilmesi için temel iki koşul aranmaktadır. Bunlardan birincisi, bu
tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olması, ikincisi ise kişinin bir suç
işlediği şüphesini gösteren somut delillerin bulunmasıdır. CMK’ya göre bu iki
koşul gerçekleşmeden kişinin herhangi bir şekilde gözaltına alınması mümkün
değildir.
142. Yine gözaltına
alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı
emrine karşı yakalanan kişinin, müdafii veya kanuni temsilcisinin, eşi, birinci
veya ikinci derecede kan hısmının, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için
CMK’nın 91. maddenin (5) numaralı fıkrası uyarınca sulh ceza hâkimine başvurma
yetkisi bulunmaktadır.
143. Aynı
şekilde CMK’nın 95. maddesinin (1) numaralı fıkrasında şüpheli veya sanık
yakalandığında, gözaltına alındığında veya gözaltı süresi uzatıldığında
Cumhuriyet savcısının yazılı emriyle bir yakınına veya belirlediği bir kişiye
gecikmeksizin haber verilmesi gerekmektedir.
144. CMK’nın 90.
maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca kolluğun yakaladığı kişiye kanuni
haklarını derhâl bildirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Kanuni hakların başında
kişinin neyle suçlandığı ve neden yakalandığı hususları yer almakta olup bu
çerçevede yakalanan herkese yakalama sebepleri ve haklarındaki iddiaların
bildirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu anlayışı yansıtacak şekilde Yakalama,
Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği’nin 6. maddesinin dördüncü fıkrasında,
“Yakalanan kişiye, suç ayrımı gözetilmeksizin yakalama sebebi ve hakkındaki
iddialar ile susma ve müdafiden yararlanma, yakalanmaya itiraz etme hakları ile
diğer kanunî hakları ve itiraz hakkını nasıl kullanacağı, herhâlde yazılı,
bunun hemen mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl bildirilir.” hükmü
yer almaktadır.
145. Anılan
hükümlerin CMK’nın 91. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesi uyarınca
kolluk amirinin emriyle gözaltına alınanlar yönünden de uygulanması zorunludur.
Bu çerçevede Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü, altıncı ve sekizinci
fıkralarında belirtilen güvencelerin, dava konusu kurallarla öngörülen
gözaltılar için de aynen geçerli olduğu, dolayısıyla dava konusu kuralların bu
yönüyle de Anayasa’nın 19. maddesine aykırılık taşımadığı anlaşılmaktadır.
146. Bununla
birlikte kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlandırılabilmesi için
Anayasa’nın 19. maddesinde belirtilen koşulların yanı sıra temel hak ve hürriyetlerin
sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın 13. maddesine de uyulması
gerekmektedir. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca kişi hürriyeti ve güvenliği
hakkı, Anayasa’nın 19. maddesinde belirtilen nedenlere bağlı olarak kanunla ve
demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ancak getirilen
bu sınırlamalar hakkın özüne dokunamayacağı gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
147. Anayasal
açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük açısından farklılık
göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının
kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip amacına
ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması
gerekir. Ancak bu durumda sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun olduğu söylenebilir.
148. Ölçülülük
ise amaç ve araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini
ifade eder. Ölçülülük, aynı zamanda yasal önlemin sınırlama amacına ulaşmaya
elverişli olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı kapsamasını ve sınırlayıcı
önlemin demokratik toplum düzeni bakımından zorunluluk taşımasını da içeren bir
ilkedir.
149. Dava konusu
kurallarla kolluk amirine gözaltı yetkisi tanınmasındaki amacın soruşturmanın
etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Etkin
soruşturmanın ise maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve böylece suçla mücadele
edilerek kişilerin hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasında önemli
bir rol oynadığı tartışmasızdır. Bu yönüyle dava konusu kurallarla kişi
hürriyeti ve güvenliğine getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeni
bakımından alınması gereken tedbirler kapsamında kaldığı söylenebilir.
150. Bu sınırlama
getirilirken Kanun’da, sınırlandırma aracının sınırlandırma amacına uygun ve
orantılı şekilde kullanılmasını sağlayacak yasal önlemlere de yer verildiği,
böylece hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının özünün zedelenmesinin
önlendiği hem de bu hakkın korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi, temel hak
ve özgürlüklerin korunması ve kamu düzeninin sağlanması arasında bulunması
gereken makul dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır.
151. Bu bağlamda
Kanun’un 91. maddesinin (4) numaralı fıkrasıyla bu yetkinin sadece suçüstü
hâllerinde ve Kanun’da sınırlı sayıda belirtilen suç yönünden kullanılacağı
belirtilmiş, dolayısıyla yetkinin suçüstü olmayan hâllerde ve her türlü suç
yönünden uygulanmasına izin verilmemiştir. Yine bu yetki tüm kolluk görevlileri
ve amirlerine tanınmamış, bunun sadece mülki amirin önceden belirlediği kolluk
amirince kullanılacağı hüküm altına alınmıştır. Kanun’un 91. maddesinin (4)
numaralı fıkrasının son cümlesiyle yapılan atıf nedeniyle ise kolluk amirinin
emriyle yapılacak gözaltılarda da gözaltına ilişkin genel hükümlerin
uygulanacağı belirtilerek gözaltına ilişkin mevzuatta öngörülen tüm
güvencelerin kurala konu gözaltılarda da uygulanması teminat altına alınmıştır.
Bu çerçevede CMK’nın 91. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca diğer koşullar
oluşsa bile suç işlediği şüphesini gösteren somut deliller bulunmadan ve
soruşturma yönünden zorunluluk olmadan kolluk amirinin kişiyi gözaltına alması
engellenmiştir. Öte yandan gözaltı kararını kolluk amiri vermekle beraber bu
kararın hukuka uygunluğunun denetimini sağlamak üzere CMK’nın 91. maddesinin
(5) numaralı fıkrası uyarınca şüpheli veya yakınlarının bu karara karşı yargı
merciine başvurma imkânı sağlanmış, böylece anılan yetkinin keyfî olarak
kullanılmasını önleyecek güvence oluşturulmuştur. Aynı şekilde Cumhuriyet
savcısının da kolluk amirinin emriyle gözaltına alınan kişiyi, kendisinden
talep edilmesi halinde veya resen serbest bırakması mümkündür. Bunlar dışında
gözaltına alınan kişiye haklarının hatırlatılması, yakalandığından veya gözaltına
alındığından veya gözaltı süresinin uzatıldığından yakınlarının haberdar
edilmesi, gözaltı kararının yazılı olması gibi diğer tüm güvenceler dava konusu
kurallarla öngörülen gözaltılar yönünden de aynen sağlanmıştır.
152. Bu
yönleriyle dava konusu kurallarla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına getirilen
sınırlamanın, hakkın özünü zedelediğinden söz edilemeyeceği gibi demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı düştüğü de
söylenemez.
153. Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devleti olarak
nitelendirilmiştir. Hukuk devletinin temel unsurlarından biri de “belirlilik”
ilkesidir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi,
hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, kanundan, belirli bir kesinlik
içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri
öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir.
154. Hukuki
güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır.
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
155. Belirlilik
ilkesi ise yalnızca yasal belirliliği değil daha geniş anlamda hukuki
belirliliği de ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir,
bilinebilir ve öngörülebilir olma gibi niteliklere ilişkin gereklilikleri
karşılaması koşuluyla mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri
ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan, muhtemel muhataplarının mevcut
şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini
öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır.
156. Dava konusu
kurallarda yer alan “toplumsal olaylar sırasında işlenen suçlar” ve “toplumsal
olaylar” kavramları genel kavramlar olmakla birlikte belirsiz, bu yönüyle
öngörülemez nitelikte kavramlar değildir. Bunların hukuki niteliği ve objektif
anlamı, hukuk uygulayıcılarının yorumları ve özellikle görevli ve yetkili
mahkemelerin içtihatlarıyla belirlenebilecek durumdadır. Daha önce de
belirtildiği üzere esasen yasa kurallarının genel ve soyut olması, kanun yapma tekniğinin
doğasından ve somut olayın özelliğine göre değişebilecek tüm çözümleri kuralın
bünyesinde barındırma, bir başka ifadeyle kuralın amaca uygun sonuca
ulaştıracak herhangi bir çözümü dışlamasını önleme ihtiyacından
kaynaklanmaktadır. Bu yönüyle anılan kavramlar nedeniyle dava konusu kuralların
belirsizliğe neden olduğu söylenemez.
157. Öte yandan
CMK’nın 91. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca gözaltına alma ve gözaltı
süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan
kişi, müdafii veya kanuni temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede
kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurma
yetkisine sahip olduğu gibi kolluk amirinin talimatıyla gözaltına alınan
kişiler yönünden de bu yola başvurulması mümkündür. Zira kolluk amirinin
gözaltına alma yetkisini düzenleyen aynı maddenin (4) numaralı fıkrasının dava
konusu son cümlesinde “Bu fıkra kapsamında kolluk tarafından gözaltına
alınan kişiler hakkında da gözaltına ilişkin hükümler uygulanır.” denilmek
suretiyle bu husus açıkça düzenlenmiştir. Buna göre Cumhuriyet savcısının
yetkisi dâhilinde yapılan gözaltılarda uygulanan kuralların, kolluk amirinin
emriyle uygulanacak gözaltılarda da aynen uygulanması gerekmekte, bu yönüyle
kolluk amirinin emriyle yapılan gözaltılara karşı da sulh ceza hâkimliğine
itiraz edilebileceği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.
Dolayısıyla bu yönüyle de dava konusu kuralların belirsizliğe neden olduğundan
söz edilemez.
158. Hukuk
devletinin en temel gereklerinden biri de hiç kuşkusuz kuvvetler ayrılığı
ilkesidir. Nitekim Anayasa’nın 7. maddesinde yasama yetkisinin Türk milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve devredilemeyeceği; 8.
maddesinde yürütme yetki ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından kullanılacağı; 9. maddesinde de yargı yetkisinin Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce ifa edileceği belirtilerek temel bir anayasal tercih
olarak kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği açıkça ortaya konulmuştur.
Anayasa’nın Başlangıç kısmının dördüncü paragrafında ise “Kuvvetler
ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı
medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu” belirtilerek bu ilkenin mahiyeti açıklanmıştır.
159. Anayasa’da
yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı hüküm altına alınmakla
beraber yargı işlevinin ne olduğu tanımlanmamıştır. Doktrinde yargı işlevi,
genel olarak hukuki anlaşmazlıkların yargısal yöntemlerle çözüme kavuşturulması
fonksiyonu olarak nitelendirilmektedir.
160. Dava konusu
kurallarda düzenlenen suçüstü hâllerinde kişinin belli sürelerle gözaltına
alınması, başlı başına bir hukuki anlaşmazlığın yargısal yöntemlerle çözüme
kavuşturulması işlevi olarak nitelendirilemez. Bu yönüyle söz konusu tedbirin
mutlaka bağımsız mahkemelerce yerine getirilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır.
161. Kişi
hürriyeti ve güvenliği hakkının düzenlendiği Anayasa’nın 19. maddesinde de
suçüstü ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde hâkim kararı olmaksızın
kişinin yakalanabileceği, ancak serbest bırakılmaması hâlinde en geç kırk sekiz
saate, toplu suçlarda ise dört güne kadar tutulabileceği ifade edilerek anılan
hâllerde bu yetkinin hâkim ve mahkemeler dışındaki merciler tarafından
kullanılabilmesine izin verilmiştir. Nitekim bu hükümden yola çıkılarak CMK’nın
90. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarıyla suçüstü hâllerinde herkese,
tutuklama veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren acele hâllerde ise
kolluğa yakalama yetkisi tanınmıştır.
162. CMK’nın 91.
maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca gözaltı tedbirine kural olarak
Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilmektedir. Dava konusu kurallarla buna
bir istisna getirilmekte ve suçüstü hâliyle ve bazı suçlarla sınırlı olarak
Cumhuriyet savcısının yanı sıra mülki amirin belirlediği kolluk amirine de
gözaltına alma yetkisi tanınmaktadır.
163. Anayasa’da
gözaltına alma kararının Cumhuriyet savcısı tarafından verilmesi gerektiği
hususunda bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle yasama yetkisinin genelliği ve
asliliği ilkeleri gereğince Anayasa’da belirtilen güvencelere, koşullara ve
sürelere aykırı olmamak kaydıyla Cumhuriyet savcısının yanı sıra bu yetkinin
kolluk amirine de tanınıp tanınmayacağı hususu kanun koyucunun takdirinde
kalmaktadır.
164. Yargı
işlevine dâhil olmayan bu yetkinin il ve ilçe sınırları içinde hangi kolluk
amiri tarafından kullanılacağının belirlenmesi konusunda da Anayasa’da bir
sınırlama yer almamaktadır. Bu nedenle anılan yetkinin 5442 sayılı Kanun’un 11.
ve 32. maddeleri uyarınca il ve ilçe sınırları içindeki genel ve özel bütün
kolluk kuvvet ve teşkilatının amiri konumunda bulunan mülki amire tanınıp
tanınmaması hususu da kanun koyucunun takdirindedir.
165. Bu itibarla
dava konusu kuralların kuvvetler ayrılığı ve yargı yetkisinin bağımsız
mahkemelerce kullanılması ilkelerini ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
166. Ayrıca dava
konusu kurallarla sadece belli suçları işleyen kişilerin suçüstü hâlinde
gözaltına alınabilmesi düzenlenmektedir. Bunun dışında barışçıl bir toplantı ve
gösteri yürüyüşüne katılmanın suç olarak düzenlenmesi söz konusu değildir.
Dolayısıyla dava konusu kuralların Anayasa’nın 34. maddesini doğrudan sınırlayan
bir yönünden söz edilemez.
167. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 7., 8., 9., 13., 19. ve 34. maddelerine
aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
9-
Kanun’un 15. Maddesiyle 5442 Sayılı Kanun’un 11. Maddesine Eklenen (G) Fıkrasının
Birinci Cümlesinin İncelenmesi
a-
İptal Talebinin Gerekçesi
168. Dava
dilekçesinde özetle, suçun işlenmesinden sonra faillerin tespit edilmesinin
yargısal faaliyet kapsamında kaldığı ve bu konuda kolluğa emir verme yetkisinin
Cumhuriyet savcısına ait olduğu, dava konusu kuralla suç faillerinin bulunması
konusunda kolluğa emir verme yetkisinin valiye de tanınmasının Cumhuriyet
savcısına ait olan bu yetkinin valiye devredilmesi sonucunu doğurduğu, bunun
yürütmenin yargı alanına müdahale etmesi anlamına geldiği, dolayısıyla hukuk
devleti, güçler ayrılığı ve yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce
kullanılacağı ilkelerini ihlal ettiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın
Başlangıç kısmı ile 2., 7., 8. ve 9. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
169. Dava konusu
kuralda, valinin lüzumu hâlinde kolluk amir ve memurlarına suç faillerinin
bulunması için gereken emirleri verebileceği düzenlenmektedir.
170. CMK’nın
160. ve devamı maddeleri uyarınca kural olarak suçun işlenmesinden sonra suç
soruşturmasını yapma ve suç faillerini bulma görev ve yetkisi Cumhuriyet
savcısına aittir. Cumhuriyet savcısı bu görev ve yetkisini adli kolluk
görevlileri aracılığıyla yerine getirmekte olup anılan kolluk görevlileri bu
doğrultuda Cumhuriyet savcısının verdiği emirleri yerine getirmek zorundadır.
171. 5442 sayılı
Kanun’un 11. maddesinin (A) ve (C) fıkraları uyarınca ise il sınırları içinde
suç işlenmesini önleme görev ve sorumluluğu valiye aittir. Vali, bu görevini
yerine getirebilmek amacıyla il sınırları içindeki bütün kolluk kuvvetlerine
emir ve talimat verme yetkisine sahip olup bu bağlamda kolluğun ildeki en üst
amiri konumundadır.
172. Dava konusu
kuralda lüzumu hâlinde valinin kolluğa suç faillerinin bulunması için emir
verebileceği düzenlenmekte, böylece suçun işlenmesinden sonraki aşamaya ilişkin
olarak Cumhuriyet savcısının yanında valiye de adli kolluk amiri yetkisini
kullanabilme imkânı tanınmaktadır.
173. Dava konusu
kuralın yer aldığı fıkrada sadece valinin anılan yetkisi düzenlenmemekte,
kolluğun valinin bu emrini nasıl yerine getireceği de hüküm altına
alınmaktadır. Buna göre kolluk bu emirleri, mevzuatta belirlenen usule uygun
olarak yerine getirecektir. Hiç kuşkusuz fıkranın ikinci cümlesinde atıfta
bulunulan bu mevzuatın en önemli bölümünü, CMK ve CMK’ya dayalı olarak
çıkarılan alt düzenleyici işlemler oluşturmaktadır. Zira suçun kovuşturulması
ve suçluların tespiti usulleri genel bir kanun olarak CMK’da düzenlendiği gibi
kolluğun görev ve yetkilerini düzenleyen mevzuatta da kolluğun yetki ve
görevleri ikiye ayırılarak suçun işlenmesinden önceki önleyici kolluk
tedbirlerinin ilgili olduğu kanuna, suçun işlenmesinden sonraki görev ve
yetkilerin ise genel olarak CMK’ya göre yürütüleceği belirtilmektedir.
174. Bu
nedenlerle dava konusu kuralla valiye verilen yetki, sadece suç faillerinin
bulunmasına yönelik emir vermekten ibaret olup adli kolluk göreviyle ilgili
diğer emirleri vermeye yetkili kişi genel olarak Cumhuriyet savcısıdır. Zira
faillerin tespit edilmesi sırasında kullanılacak usul ve tedbirler ve akabinde
yapılacak işlemler, bir başka ifadeyle suç soruşturması CMK’da düzenlenmekte ve
bu Kanun’a göre soruşturmayı yönetme görev ve yetkisi Cumhuriyet savcısına
(soruşturma sırasındaki birçok koruma tedbirlerine karar verme yetkisi ise
hâkime) ait bulunmaktadır.
175. Ayrıca vali
bu yetkisini sadece “lüzumlu olması” halinde, yani madde gerekçesinde
belirtildiği üzere “acele tedbirlerin alınması” gereği ortaya çıktığında
kullanabilecektir.
176. Öte yandan
dava konusu kuralda suçun işlenmesinden sonra faillerin bulunması için gereken
emirleri verme yetkisinin kime ait olacağı düzenlenmekte olup suçun faillerinin
bulunması yönünde emir verilmesi başlı başına bir hukuki anlaşmazlığın yargısal
yöntemlerle çözüme kavuşturulması işlevi olarak nitelendirilemez. Bu yönüyle
söz konusu işlevin bağımsız mahkemelerce yerine getirilmesi zorunluluğu
bulunmamaktadır.
177. 5442 sayılı
Kanun’un 11. maddesinin (A) ve (C) fıkraları ile il sınırları içinde kamu
düzenini, kişi dokunulmazlığı ve güvenliğini koruma ile suç işlenmesini önleme
görev ve sorumluluğu valiye verilmiştir. Valinin bu görev ve sorumluluğunu
yerine getirebilmesi amacıyla lüzumlu hallerde Cumhuriyet savcısının yanı sıra
suç faillerinin bulunması için emri altındaki kolluk görevlilerine emir verme
yetkisine sahip kılınması, yargı yetkisinin kullanılması sonucunu doğurmamakta,
bu yönüyle anılan yetkinin verilmesinin hukuk devleti, güçler ayrılığı ve yargı
yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılması ilkelerini ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
178. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 7., 8. ve 9. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
10-
Kanun’un 16. Maddesiyle 5442 Sayılı Kanun’un 66. Maddesinin Birinci Fıkrasına
Eklenen Cümlenin İncelenmesi
a-İptal
Talebinin Gerekçesi
179. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kuralla idareye suçun unsurlarını belirleme
yetkisinin verildiği, bu durumun suçta ve cezada kanunilik ilkesini ihlal
ettiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
180. Dava konusu
kuralda, kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini
tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından
kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve
tedbirlere aykırı davrananların, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılacağı öngörülmektedir.
181. Anayasa’nın
38. maddesinin ilk fıkrasında “Kimse, ... kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz” denilerek “suçun kanuniliği”; üçüncü fıkrasında da
“ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur”
denilerek“cezanın kanuniliği”ilkesi getirilmiştir. Anayasa’da öngörülen
“suçta ve cezada kanunilik ilkesi” insan hak ve özgürlüklerini esas alan
bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden
birini oluşturmaktadır. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine
dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması
amaçlanmaktadır.
182. Bununla
birlikte Anayasa’nın 38. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere suçta ve
cezada kanunilik ilkesi, “kanun koyucunun açık suç hükmü koymasına, yani
fiili bildirmeden suç konusunu gösterip bunun müeyyidesini belirtmesine engel
değildir.” Öğretide suçun cezasını ve konusunu açıkça tanımlamış olmasına
rağmen suça vücut verecek somut fiilin ne olduğunu belirtmeyerek bunu idareye
bırakan kanun hükümlerine “çerçeve kanun” veya “açık ceza hükmü”
denmektedir. Bu tür hükümlere zamanın gereklerine göre sık sık değişik
tedbirler alınmasına veya alınan tedbirlerin kaldırılmasına lüzum görülen
hâllerde, yasama organının yapısı bakımından ağır işlemesi ve günlük olayları
izleyerek zamanında gerekli tedbirleri almasının güçlüğü nedeniyle birçok
çağdaş hukuk düzeninde yer verildiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin birçok
kararında da açık ceza hükmü düzenlemelerinin suç ve cezada kanunilik ilkesine
aykırı olmayacağı belirtilmiştir (10.12.1962 tarihli ve E. 1962/198, K.
1962/111 sayılı; 28.3.1963 tarihli ve E.1963/4, K.1963/71 sayılı; 7.6.1973
tarihli ve E.1973/12, K.1973/24 sayılı; 10.2.2004 tarihli ve E.2001/143,
K.2004/11 sayılı; 1.11.2012 tarihli ve E.2011/64, K.2012/168 sayılı kararlar).
Ancak “açık ceza hükmü”nün, Anayasa’nın 38. maddesine uygun kabul
edilebilmesi için suç konusunun ve müeyyidesinin tereddüte yer bırakmayacak
şekilde kanunda açıkça belirtilmesi ve kişilerin belirlenen somut suç fiilini
önceden bilmelerini sağlayacak kanuni güvencenin sağlanması gerekir. Ancak bu şekilde,
suçu belirleyen kuralın erişilebilir ve öngörülebilir olması sağlanabilir. Aksi
takdirde kişilerin yasaklanmış olan fiilleri önceden bilmeleri ve kendi
hareketlerini buna göre ayarlamaları mümkün olmayacak ve ceza sorumluluğu
bireylerin bilinçli tercihlerine bağlanmayarak birey özgürlüğünün güvence
altına alınması imkânı önemli ölçüde ortadan kaldırılmış olacaktır.
183. Dava konusu
kuralda da tipik bir “açık ceza hükmü”ne yer verildiği görülmektedir.
Zira “kamu düzenini ve güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini
tehlikeye düşürecek toplumsal olayların baş göstermesi hâlinde vali tarafından
kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve
tedbirlere aykırı davranış” biçimindeki suç konusu ile “üç aydan bir yıla
kadar hapis cezası” biçimindeki suç müeyyidesi (ceza), kanunda açıkça
gösterilmiş fakat suça vücut verecek somut fiilin ne olduğu belirtilmeyerek
bunu belirleme yetkisi idareye bırakılmıştır.
184. Kuralla bu
şekilde suçun cezası ve konusu açıkça belirtilerek somut suç fiilini belirleme
yetkisi idareye tanınırken kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan tüm karar ve
tedbirlere değil sadece usulüne uygun olarak ilan edilen karar ve tedbirlere
aykırı davranışın anılan suçu oluşturabileceğinin hüküm altına alınması,
kişilerin yasak fiilleri önceden bilmelerini sağlamakta, bu ise suçu belirleyen
kuralın erişilebilir ve öngörülebilir olmasını güvence altına almaktadır.
185. Bu şekilde
dava konusu kuralda suçun konusu ve cezası önceden açıkça belirtildiğine ve kişilerin
suç eylemini oluşturan somut fiilin ne olduğunu öngörebilmeleri güvence altına
alındığına göre dava konusu kuralın suçta ve cezada kanunilik ilkesini ihlal
eden bir yönünün bulunduğu söylenemez.
186. Ayrıca dava
konusu kural kapsamında kişilerin hukuka aykırı olarak alınan karar ve
tedbirleri Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca idari yargı yerlerine başvurmak
suretiyle iptal ettirme imkânının bulunması ve cezayı uygulamakla yetkili adli
mercilerin de alınan karar ve tedbirlerin hukuka aykırı olduğunu tespit
etmeleri halinde bunları uygulamama yetkisine sahip olmaları gözetildiğinde
kuralın keyfî olarak uygulanmasını engelleyecek yasal güvencelerin de bulunduğu
görülmektedir.
187. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 38. maddesine aykırı değildir. İptal talebinin
reddi gerekir.
188. Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.
11-
Kanun’un 21. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’un 13. Maddesine Eklenen Üçüncü
Fıkrada Yer Alan “…görev unvanlarına bakılmaksızın…”, “…gibi…” ve
“…atandıkları birim amirinin emrine alınabilirler” İbareleri ile
Dördüncü Fıkrada Yer Alan “…görev unvanları arasında personelin görev yerini
değiştirmeye…” İbaresinin İncelenmesi
a-İptal
Taleplerin Gerekçesi
189. Dava
dilekçesinde özetle, Anayasa’nın 128. maddesi uyarınca memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük
işlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği, oysa dava konusu “görev
unvanlarına bakılmaksızın”, “gibi” ve ‘‘atandıkları birim
amirinin emrine alınabilirler” ibareleri ile idareye sınırları belirsiz bir
düzenleme yetkisinin verildiği, kamu yararı gözetilmeksizin ayrımcı bir
yaklaşımla görev verilmek istenmeyen polis amirlerinin keyfî şekilde birim
amirinin emrinde sadece araştırma inceleme yaptırılması gibi, statülerine uygun
olmayan ve kanunda açık olarak tanımlanmamış işlerde görevlendirilebilmesine
imkân tanındığı, emniyet teşkilatının üst düzey yöneticilerinin yıllarca emek
vererek ve objektif kriterlere göre gösterdikleri üstün performans sonunda
atandıkları rütbe ve görev unvanlarının kazanılmış hak kabul edilerek güvence
altına alınması gerektiği, ayrıca kamu görevlilerinin hangi kadroda hangi
görevleri yapacaklarının kanunda açıkça belirlenmesi gerektiği, böyle bir
düzenleme yapılmaksızın araştırma ve inceleme gibi içeriği belirsiz bir göreve
yetişmiş elemanların atanmasının yolunun açılmasının “hukuki
öngörülebilirlik ve belirlilik” ilkelerini ihlal ettiği, ayrıca kamu
görevlilerinin birimlere atanmaları gerekirken “atandıkları birim amirinin
emrine alınabilirler” ifadesi ile doğrudan birim amirinin emrine verilerek
birimler yerine kişilerin emrine atanmasına imkân tanındığı, bu şekilde usulsüz
yer değişikliklerine yasal dayanak oluşturulduğu ve memurların idarenin eylem
ve işlemlerine karşı dava açma hakkının önü kapatılarak idarenin her türlü
eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu yönündeki anayasal kuralın
ihlal edildiği, dava konusu kurallarla çalışanların görev unvanları arasında
keyfî olarak değiştirme yapılması konusunda idareye sınırsız yetki verildiği
belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 125. ve 128. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
190. Anayasa’nın
128. maddesinin ikinci fıkrasına göre memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi gerekmektedir.
Kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına, genel, sınırsız,
esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilemez. Ancak kanunda
temel esasların belirlenerek çerçevesinin çizilmiş olması koşuluyla uzmanlık ve
teknik konulara ilişkin hususların düzenlenmesinin yürütme organına
bırakılması, Anayasa’nın 128. maddesine aykırılık oluşturmaz.
191. 3201 sayılı
Kanun’un dava konusu kuralların da yer aldığı 13. maddesinde emniyet hizmetleri
sınıfı mensuplarının rütbeleri, meslek dereceleri ve görev unvanları
düzenlenmektedir. Buna göre emniyet mensuplarının rütbeleri; sınıf üstü emniyet
müdürü, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıf emniyet müdürü, emniyet
amiri, başkomiser, komiser, komiser yardımcısı, kıdemli başpolis memuru,
başpolis memuru ve polis memuru olmak üzere oniki rütbeye ayrılmaktadır. Meslek
dereceleri 1’den 12’ye kadar değişen emniyet mensuplarının rütbelerine ve
meslek derecelerine göre hangi unvanda çalışabilecekleri de aynı maddedeki
tabloda gösterilmiş bulunmaktadır.
192. Kanun’un
13. maddesinin dava konusu ibarelerin yer aldığı üçüncü fıkrasında 2., 3., 4.,
5. ve 6. meslek derecelerinde bulunan personelin ihtiyaç hâlinde görev
unvanlarına bakılmaksızın araştırma, inceleme ve denetleme gibi görevler
verilmek üzere daha önce atanmış oldukları birim amirinin emrine
alınabilecekleri düzenlenmek suretiyle hangi meslek derecelerinde bulunan
personelin, ne tür görevler yapmak üzere, nerede görevlendirilebilecekleri hem
kişiler hem de idare yönünden açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel
olarak belirlenmiştir.
193. Aynı
maddenin dava konusu ibarenin yer aldığı dördüncü fıkrasında da idareye emniyet
personelinin görev yerini değiştirme yetkisi tanınmış, fakat bu yetki
verilirken idarenin ancak kanunla nitelikleri belirlenen rütbe ve meslek
derecesi karşısında gösterilen görev unvanları arasında personelin görev yerini
değiştirebileceği belirtilerek söz konusu yetkinin kapsamına, sınırlarına ve
konusuna ilişkin kanuni çerçeve belirlenmiştir.
194. Anılan bu
çerçeve içinde kamu hizmetinin daha iyi işlemesini sağlamak üzere uzmanlığa ve
idare tekniğine imkân tanımak amacıyla hangi personelin anılan işlerde
görevlendirileceği veya görev yerinin değiştirilebileceği hususunda idareye
takdir yetkisi tanınmasında, Anayasa’nın 2. ve 128. maddelerinde güvence altına
alınan belirlilik ve kanunilik ilkelerini ihlal eden bir yön bulunmamaktadır.
195. Dava konusu
ibarelerin de yer aldığı kurallarda anılan emniyet mensuplarının söz konusu
göreve alınması veya atanması değil alınabilmesi veya atanabilmesi
öngörülmektedir. Dolayısıyla dava konusu ibarelerin yer aldığı kuralların
doğrudan uygulanma kabiliyeti bulunmamakta, kuralların uygulanabilmesi için bir
idari işlemin tesis edilmesi gerekmektedir. Anayasa’nın 125. maddesi uyarınca
kural olarak tüm idari işlemlerde olduğu gibi anılan idari işlemler yönünden de
kişilerin yargı mercilerine başvurması mümkündür ve kurallarda söz konusu
başvurunun yapılmasını önleyen bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu yönüyle
idarenin kurallara konu işlemleri kamu yararı dışında keyfî amaçlarla
kullanılmasını engelleyecek yasal güvence de mevcut bulunmaktadır.
196. Öte yandan
Anayasa’nın 2. maddesindeki“hukuk devleti”ilkesi gereğince yasama
işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla
yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa’ya aykırılık sorunu çözümlenirken“kamu
yararı”konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme, yalnızca kanunun
kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu
yararının ne kadar gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini denetlemenin ise anayasa
yargısıyla bağdaşmayacağı ve bunun kanun koyucunun takdirinde olduğu açıktır.
197. Kanun
koyucu, kamu yararı ve hizmetin gereklerini dikkate alarak kamu görevlilerinin
statüsünde, unvanlarında, görev ve yetkilerinde değişiklikler yapabileceği gibi
konuya ilişkin temel kuralları ve kanuni çerçeveyi belirlemek koşuluyla
uzmanlığa ve idare tekniğine ilişkin hususlarda idareye de bu alanlarda
düzenleme yapma yetkisi verebilir.
198. Dava konusu
ibarelerin de yer aldığı 13. maddenin üçüncü fıkrasına ilişkin kuralın madde
gerekçesinde görev unvanlarının yönetim ağırlıklı olarak belirlendiği, bu
nedenle emniyet birimlerinin ihtiyacı olan araştırma, inceleme, geliştirme ve
denetleme gibi faaliyetlerin çoğu zaman gerektiği gibi yürütülemediği, bu tür
görevlerin ihtiyaç hâlinde mesleki bilgi ve tecrübeye sahip yöneticilerce
yapılmasını sağlayacak bir düzenlemeye ihtiyaç duyulduğu, yönetim kademelerinde
araştırma, geliştirme ve denetleme hizmetlerinden yararlanabilmek için birim
amirlerine bu konuda yetki verilmesi amacıyla söz konusu düzenlemenin yapıldığı
belirtilmiştir.
199. Aynı maddenin
dava konusu ibarenin de yer aldığı dördüncü fıkrasına ilişkin kuralın madde
gerekçesinde ise Kanun’da, rütbelerin karşısında gösterilen görev unvanlarının,
personelin bulunduğu rütbe itibariyle görev yapabileceği ya da yönetebileceği
birimlere göre belirlendiği, belirli bir rütbede bulunan personelin rütbesi
karşılığında sayılan görevlerden herhangi birini yapabilecek liyakate sahip
olduğunun öngörüldüğü, her rütbe terfiinde daha fazla görev ve sorumluluk almak
durumunda olan personelin farklı birimlerde istihdam edilerek kendisini üst
rütbelerdeki görevlere hazırlamasının temini bakımından idarenin, her rütbe ve
meslek derecesi karşılığında gösterilen görev unvanları arasında personelin
görev yerini değiştirmeye yetkili olduğu hususunda tereddüde meydan vermeyecek
şekilde kanuni belirliliğin sağlanması amacıyla anılan düzenlemenin yapıldığı
ifade edilmiştir.
200. Belirtilen
amaçların kamu yararına yönelik olmadığı söylenemez. Dava konusu ibarelerin yer
aldığı kurallara dayanılarak belli meslek derecelerinde bulunan personelin
ihtiyaç hâlinde görev unvanlarına bakılmaksızın araştırma, inceleme ve
denetleme gibi görevler verilmek üzere ve verilen görevin süresiyle sınırlı
olarak atanmış oldukları birim amirinin emrine alınmasına ve idarenin, her
rütbe ve meslek derecesi karşısında gösterilen görev unvanları arasında
personelin görev yerini değiştirmesine imkân tanınmasının kamu yararına uygun
olup olmadığı ise anayasallık denetiminin kapsamı dışındadır.
201. Anayasa’nın
2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden biri de
kazanılmış haklara saygı gösterilmesidir. Kazanılmış haklara saygı, hukuk
güvenliği ilkesinin bir sonucudur. Kazanılmış hak; kişinin bulunduğu statüden
doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş, kişisel alacak
niteliğine dönüşmüş haktır.
202. Belli
meslek derecelerinde bulunan emniyet personelinin ihtiyaç hâlinde araştırma,
inceleme ve denetleme gibi görevler verilmek üzere verilen görevin süresiyle
sınırlı olarak çalıştıkları birim amirinin emrine alınmasını düzenleyen
Kanun’un 13. maddesinin dava konusu ibareleri de içeren üçüncü fıkrasının
kazanılmış haklara saygı ilkesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Zira kuralla
idareye anılan emniyet teşkilatı mensuplarının bulundukları rütbelerinde,
meslek derecelerinde, kadrolarında, unvanlarında ve diğer özlük haklarında bir
değişiklik yapma yetkisi verilmemekte; bunların mevcut rütbe, derece, kadro,
unvan ve diğer özlük haklarını koruyarak belli bir görevi geçici olarak
yürütmek üzere görevlendirilebilmelerine imkân tanınmaktadır.
203. Aynı
maddenin dava konusu ibareyi de içeren dördüncü fıkrasıyla idarenin, her rütbe
ve meslek derecesi karşılığında gösterilen görev unvanları arasında personelin
görev yerini değiştirmeye yetkili kılınmasında da kazanılmış hakların ihlalinden
bahsedilemez. Zira anılan değişiklik, belli rütbe ve meslek dereceleri
karşısında gösterilen unvanlar arasında yer değişikliğine ilişkin olup idarenin
bu unvanlara ve birimlere atadığı kişileri meslek hayatları boyunca aynı
şekilde çalıştırma zorunluluğunun bulunmayacağı açıktır. Dolayısıyla bu kişiler
yönünden, bulundukları statülerden doğan, tahakkuk etmiş, kendileri yönünden
kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haklardan söz edilemez.
204. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 125. ve 128. maddelerine aykırı değildir.
İptal taleplerinin reddi gerekir.
12-
Kanun’un 22. Maddesiyle Değiştirilen 3201 Sayılı Kanun’un 55. Maddesinin
Yedinci ve Sekizinci Fıkralarında Yer Alan “…liyakat koşullarını belirlemek
ve terfilerini önermek üzere…” İbarelerinin, Onbirinci Fıkrasının (c)
Bendinde Yer Alan “…ve sözlü…” İbaresinin, Onüçüncü Fıkrasının Birinci
Cümlesinde Yer Alan “…ve sözlü…” İbaresinin, Aynı Fıkranın İkinci
Cümlesinin ve Onsekizinci Fıkrasında Yer Alan “Rütbe terfileri ve…” İbaresinin
İncelenmesi
a-İptal
Taleplerinin Gerekçesi
205. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarla emniyet amirlerinin liyakat
koşullarını belirleme ve terfilerini önermekle Emniyet Genel Müdürlüğü
bünyesinde iki ayrı Kurulun yetkilendirildiği, emniyet personelinin rütbe
terfilerinde; lisans mezunu polis memurları, başpolis memurları ve kıdemli
başpolis memurlarının Komiser Yardımcılığı rütbesine atanmalarında; Komiser
Yardımcısı rütbesine atanacak adaylarda aranacak nitelikler ile sınavlara; ilk
derece amirlik eğitimine ve polis amirlerinin rütbe terfilerine ait usul ve
esasların idare tarafından çıkartılacak olan yönetmelikle düzenlenmesinin
öngörüldüğü, oysa Anayasa’ya göre bu hususların kanunla belirlenmesi gerektiği,
bu yönüyle dava konusu kurallarla kanunilik, yasama yetkisinin devredilmezliği,
hukuki belirlilik ve idarenin kanuniliği ilkelerinin ihlal edildiği, öte yandan
objektif bir değerlendirme aracı olmayan sözlü sınav düzenlemesinin kamu
yararını amaçlamadığı ve idareye keyfîlik tanımak amacıyla öngörüldüğü, bu
durumun ise hukuk devleti ilkesini ihlal ettiği belirtilerek kuralların,
Anayasa’nın 2., 7., 123. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
206. Dava konusu
ibarelerin de yer aldığı 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinde polis amirlerinin
terfilerine ilişkin olarak liyakat koşullarını belirleme ve terfileri önerme
yetkisi Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Genel Müdürlük Merkez
Değerlendirme Kurulu ve Genel Müdürlük Yüksek Değerlendirme Kuruluna
verilmekte, anılan kurullarda personelin rütbe terfiinin görüşülebilmesi ve
ihtiyaç hâlinde lisans mezunu polis memurları, başpolis memurları ve kıdemli
başpolis memurlarının komiser yardımcılığına atanabilmeleri için Kanun’da
belirtilen diğer koşulların yanı sıra yönetmeliğe uygun olarak yapılacak yazılı
ve sözlü sınavda başarılı olma koşulu düzenlenmekte ve bu hususta adaylarda
aranacak diğer niteliklerin, sınavlara, ilk derece amirlik eğitimine ilişkin
usul ve esasların ve polis amirlerinin rütbe terfilerine ilişkin usul ve
esasların yönetmelikle düzenleneceği öngörülmektedir.
207. Anayasa’nın
128. maddesinin ikinci fıkrasında, memurların ve diğer kamu görevlilerinin
niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, hak ve yükümlülüklerinin,
aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği
belirtilerek memur ve kamu görevlilerinin özlük haklarında “kanunilik ilkesi”ne
yer verilmiştir. Bu ilke düzenlenen alanda temel ilkelerin kanunla konulmasını
ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmekte olup bu niteliği taşıyan bir
yasal düzenleme ile uzmanlık ve teknik konulara ilişkin hususların belirlenmesi
konusunda yürütme organına yetki verilmesi, söz konusu ilkeye aykırılık
oluşturmaz.
208.
Anayasa’nın 7. maddesinde de “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmiştir. Buna göre
Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi mümkün değildir. Ancak
kanunda temel esasların belirlenerek çerçevesinin çizilmiş olması koşuluyla
uzmanlık ve teknik konulara ilişkin hususların düzenlenmesinin yürütme organına
bırakılması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme
organının yasama organı tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte
hukuksal tasarruflarda bulunması, hukuk devletinin belirlilik ilkesine de
aykırı değildir.
209. 3201 sayılı
Kanun’un 55. maddesinin onbirinci fıkrasında polis amirlerinin rütbe
terfilerinin gerçekleştirilebilmesi için aranan koşullar belirlenmiştir. Buna
göre bir polis amirinin bir üst rütbeye atanabilmesi için öncelikle bulunduğu
rütbede Kanun’da düzenlenen en az bekleme süresini tamamlaması, bekleme süresi
içindeki yıl sayısı kadar iyi veya çok iyi performans değerlendirme puanı
alması, yönetmeliğe uygun olarak yapılacak yazılı ve sözlü sınav ile Polis
Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek yöneticilikle ilgili hizmet içi eğitimde
başarılı olması gerekmektedir. Aksi takdirde kişinin rütbe terfiinin ilgili
kurulda görüşülmesi mümkün değildir.
210. Bunun
dışında aynı maddenin onaltıncı fıkrası uyarınca taksirli suçlar hariç, paraya
çevrilse veya ertelense dahi hapis cezası alan, aylıksız izin geçiren, uzun ve
kısa süreli durdurma cezası veya meslekten ve memuriyetten men cezası alan
polis amirlerinin aldıkları ceza süreleri veya kullandıkları aylıksız izin
süreleri kadar zaman geçmedikçe rütbe terfii yapmaları mümkün değildir. Keza
her yetersiz performans değerlendirme puanının rütbe terfiini bir yıl
geciktireceği öngörülmüştür.
211. Polis
amirlerinin terfi edebilmeleri için bu şartları taşımaları yeterli olmayıp aynı
maddenin dördüncü fıkrası uyarınca bunların yanı sıra liyakatli olmaları da
gerekmektedir. Kanun’da söz konusu liyakat koşullarını belirleme ve polis
amirlerinin terfi tekliflerini hangi merciin yapacağı ve bu merciin kimlerden
oluşacağı da terfi edecek rütbelere göre belirlenmiş durumdadır.
212. Öte yandan
Kanun’da ihtiyaç hâlinde polis memurları, başpolis memurları ve kıdemli
başpolis memurlarının komiser yardımcılığına atanabilmeleri için aranan
koşullar da belirlenmiştir. Buna göre meslekte fiilen iki yılını doldurmuş,
kırk beş yaşından gün almamış, lisans mezunu, yazılı ve sözlü sınavda başarılı
olan ve Polis Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek ilk derece amirlik eğitimini
başarıyla bitiren polis memurları, başpolis memurları ve kıdemli başpolis
memurları komiser yardımcısı olarak atanabilecektir.
213. Bu
yönleriyle Kanun’da polis amirlerinin rütbe terfilerine ve polis memurlarının komiser
yardımcılığına atanmasına ilişkin temel kurallarınhem kişiler hem de idare
yönünden açık ve uygulanabilirşekilde düzenlendiği anlaşılmaktadır. Ancak
fıkrada bu koşullar sınırlı biçimde sayılmamış, fıkranın dava konusu son
cümlesinde adaylarda aranacak diğer niteliklere ilişkin usul ve esasların
yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.
214. Buna göre
anılan fıkrada belirtilen koşullar bulunması gereken asgari koşullar olup
idarenin bu koşullar dışında normun mahiyetine uygun başka koşullar düzenleyebilmesi
mümkündür. Ancak bu koşullar fıkrada belirtilen koşullara aykırı veya bu
koşulları etkisiz hâle getirecek nitelikte olamayacaktır. Zira normlar
hiyerarşisi gereği bir yönetmelik hükmüyle kanun hükmüne aykırı düzenlemeler
yapılması mümkün değildir. Bu yönüyle dava konusu kurallarla polis memurlarının
komiser yardımcılığına atanmasına ilişkin temel kuralların ve yasal çerçevenin
kanunla belirlendiği ancak belirlenen bu şartlar dışında idare tekniği yönünden
adaylarda başka koşulların da aranmasının gerekebileceği gözetilerek idareye
anılan diğer koşulları düzenleme yetkisinin verildiği görülmektedir.
215. Kanun
koyucununbu şekilde polis amirlerinin terfiine ve polis memurlarının komiser
yardımcılığına atanmasına ilişkin temel kuralları saptayıp yasal çerçeveyi
çizdikten sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin olan; liyakat koşullarını
belirleme ve terfileri önerme yetkisini Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde
kurulan Genel Müdürlük Merkez Değerlendirme Kurulu ve Genel Müdürlük Yüksek
Değerlendirme Kuruluna bırakmasında ve anılan personelin rütbe terfilerine,
sınavlarına, ilk derece amirlik eğitimine, polis memurlarının komiser
yardımcılığına atanmasına ilişkin olarak kanunda belirtilen koşullara aykırı
düşmeyecek ve onları etkisiz hale getirmeyecek şekilde adaylarda aranacak diğer
koşullara ilişkin çalışma usul ve esasları ile yazılı ve sözlü sınavların
ayrıntılarına yönelik düzenleme yetkisini idareye bırakmasında belirlilik,
yasama yetkisinin devredilmezliği ve kanunilik ilkelerine aykırı düşen bir yön
bulunmamaktadır.
216. Anayasa’nın
128. maddesi uyarınca memurların ve diğer kamu görevlilerinin niteliklerini,
atanmalarını, görev ve yetkilerini belirleme yetkisi kanun koyucuya aittir ve
kanun koyucunun bu yetki kapsamında memur ve diğer kamu görevlilerinin atama ve
terfi koşullarını düzenlemesi mümkündür. Bu çerçevede dava konusu kurallarla
kamu yararı amacıyla polis amirlerinin rütbe terfii ve ihtiyaç hâlinde polis
memurlarının komiser yardımcılığına atanabilmeleri için Kanun’da belirtilen
diğer koşulların yanı sıra sözlü sınav koşulunun öngörülmesinde de anayasal
kuralları ihlal eden bir yön bulunmamaktadır. Bu koşulun öngörülmesiyle kamu
yararının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise subjektif bir husus olup
anayasallık denetiminin kapsamı dışında kalmaktadır.
217. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı değildir.
İptal taleplerinin reddi gerekir.
218. Kuralların
Anayasa’nın 123. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
13-
Kanun’un 23. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’un Ek 1. Maddesine Eklenen İkinci
Fıkranın İkinci Cümlesi ile Üçüncü Fıkrada Yer Alan “ …öğrenime devam
edenler dâhil…” İbaresinin İncelenmesi
a- İkinci
Fıkranın İkinci Cümlesi
aa-İptal
Talebinin Gerekçesi
219. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kuralla Emniyet Genel Müdürlüğü merkez ve
taşra teşkilatındaki tıbbi, teknik ve mali hizmetler veren daire başkanlıkları
ve şube müdürlüklerine ilişkin kadrolara atanacakların; meslek unvanları ebe,
hemşire, hekim, mühendis, mimar vb. olsa da anılan kadrolarda bulundukları
sürece genel idare hizmetleri sınıfından sayılıp mali haklarının genel idare
hizmetleri sınıfı üzerinden ödenmesinin öngörüldüğü, bu düzenlemenin amacının
anılan kişilere daha düşük maaş verilmesi olduğu, bunun adalete ve hakkaniyete
uygun olmadığı ve kamu yararıyla bağdaşmadığı, ayrıca kuralın Anayasa’nın 10.
ve 55. maddelerinde güvence altına alınan eşitlik, eşit işe eşit ücret ve
ücrette adalet sağlanması ilkeleriyle de bağdaşmadığı belirtilerek Anayasa’nın
2., 10. ve 55. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
ab- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
220. 3201 sayılı
Kanun’un ek 1. maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde Emniyet Genel
Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatındaki tıbbi, teknik ve mali hizmetler veren
daire başkanlıkları ve şube müdürlüklerine ilişkin kadrolara, emniyet
hizmetleri sınıfı dışından da atama yapılabileceği düzenlenmekte; aynı fıkranın
dava konusu ikinci cümlesinde ise bu şekilde atama yapılan kadroların hizmet
sınıfının, atananların bu kadrolarda bulundukları süre boyunca genel idare
hizmetleri sınıfı olarak kabul edileceği belirtilmektedir.
221. Anayasa’nın
128. maddesi uyarınca memurların ve diğer kamu görevlilerinin niteliklerini,
atanmalarını, görev ve yetkilerini belirleme yetkisi kanun koyucuya ait olup
kanun koyucunun bu çerçevede memur ve diğer kamu görevlilerinin kadrolarını ve
bu kadrolara bağlı hizmet sınıflarını tespit etme hususunda takdir yetkisi
bulunmaktadır.
222. Ancak
kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif,
adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti
olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
223. Dava konusu
kuralda Emniyet Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatında yer alan daire
başkanlığı ve şube müdürlüğüne ilişkin bazı kadroların hizmet sınıfları
düzenlenmektedir.
224. Hizmet
sınıfları genel olarak 657 sayılı Kanun’un 36. maddesinde düzenlenmiş olup bu
maddede anılan sınıfların hangi görevleri ifa edenleri kapsadığı açıkça
gösterilmiştir.
225. Söz konusu
maddeye göre emniyet hizmetleri sınıfı; özel kanunlarına göre çarşı ve mahalle
bekçisi, polis, komiser muavini, komiser, başkomiser, emniyet müfettişi, polis
müfettişi, emniyet amiri ve emniyet müdürü sıfatını kazanmış emniyet
mensuplarından oluşmaktadır.
226. 3201 sayılı
Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasında ise emniyet hizmetleri sınıfı
mensuplarının rütbeleri, meslek dereceleri ve görev unvanları gösterilmiştir.
Buna göre, daire başkanları ancak birinci sınıf emniyet müdürlerinden, şube
müdürleri ise üçüncü ve dördüncü sınıf emniyet müdürlerinden atanabilmektedir.
Kuralda herhangi bir ayrım yapılmadığından görevi ifa eden daire başkanlığı
veya şube müdürlüğünün niteliği önemli olmaksızın bu görevlere mutlaka anılan
emniyet sınıfı rütbelerindeki kişilerin atanması gerekmektedir. Bu bağlamda
Emniyet Teşkilatının doğrudan güvenlik hizmetine yönelik görev yapan ana hizmet
alanı içerisinde kalan örneğin Asayiş Daire Başkanlığına veya İstihbarat Daire
Başkanlığına birinci sınıf emniyet müdürlerinden atama yapılması mecburiyeti
bulunduğu gibi Teşkilatın ana hizmet alanı kapsamında kalmayan, destek
hizmetleri denebilecek örneğin İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığına veya İkmal ve
Bakım Dairesi Başkanlığına da birinci sınıf emniyet müdürlerinden atama
yapılması gerekmektedir. Benzeri durum şube müdürleri için de geçerlidir.
227. 3201 sayılı
Kanun’un ek 1. maddesinin dava konusu cümlenin de yer aldığı ikinci fıkrasıyla
bu kurala bir istisna getirilmekte ve anılan fıkranın birinci cümlesiyle
Emniyet Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatındaki tıbbi, teknik ve mali
hizmetler veren daire başkanlıkları ve şube müdürlüklerine ilişkin kadrolara,
emniyet hizmetleri sınıfı dışından da atama yapılabilmesine imkân
tanınmaktadır.
228. Buna göre
merkez ve taşra teşkilatındaki tıbbi, teknik ve mali hizmetler veren daire
başkanlıkları ve şube müdürlüklerine ilişkin kadrolara atanacak kişilerin,
emniyet hizmetleri sınıfına dâhil olmaları mecburiyeti bulunmamakta olup anılan
kadrolara emniyet hizmetleri sınıfında bulunmayan kişiler de atanabilecektir.
229. Aynı
fıkranın dava konusu ikinci cümlesinde ise bu şekilde atama yapılan kadroların
hizmet sınıfının, atananların bu kadrolarda bulundukları süre boyunca genel
idare hizmetleri sınıfı olarak kabul edileceği düzenlenmektedir. Bu çerçevede
kural olarak söz konusu kadroların hizmet sınıfı emniyet hizmetleri sınıfıyken
buraya emniyet hizmetleri sınıfı dışından atama yapılması durumunda bu şekilde
atanan kişiler söz konusu kadroda bulundukları sürece kadronun hizmet sınıfı
genel idare hizmeti olarak kabul edilecektir.
230. 657 sayılı
Kanun’un 36. maddesi uyarınca kural olarak tüm kamu kurum ve kuruluşlarındaki
yöneticilik kadrolarında çalışan kişiler meslek unvanları ne olursa olsun genel
idare hizmetleri sınıfı kapsamında görev ifa etmektedirler. Bir başka ifadeyle
anılan madde gereği yöneticiler, genel idare hizmetleri sınıfı kapsamında
kalmaktadırlar. Bu bağlamda örneğin teknik hizmetler sınıfında çalışan bir
mühendis de daire başkanlığı veya şube müdürlüğü gibi bir yöneticilik kadrosuna
atandığında artık genel idare hizmetleri sınıfına geçmekte ve bu sınıfın mali
haklarından yararlanmaktadır.
231. Ancak bu
genel kurala bazı kurum ve kuruluşlar yönünden istisnalar getirilmiştir. Bu
istisnalardan biri de Emniyet Genel Müdürlüğü olup 3201 sayılı Kanun’da bu
teşkilat bünyesindeki daire başkanlığı şube müdürlüğü gibi yönetici kadrolarına
sadece emniyet hizmetleri sınıfında olanların atanabileceği kuralına yer
verilmiştir. Böylece Emniyet Teşkilatı, anılan konuda 657 sayılı Kanun’un genel
sisteminden ayrılmıştır. Dava konusu kural, bazı yönetici kadroları yönünden bu
genel kurala dönüşü ifade etmektedir. Bir diğer deyişle aslında dava konusu
kuralla daha önce tanınan istisna alanının daraltılması ve genel kurala uygun
bir düzenleme yapılması söz konusudur.
232. Madde
gerekçesinde de “Emniyet Genel Müdürlüğü merkez teşkilatında doğrudan
güvenlik hizmetine yönelik görev yapan ana hizmet birimlerinin yanında tamamen
tıbbi, teknik ve mali hizmetler veren birimler de bulunmaktadır. Güvenlik
hizmeti veren birimlerin emniyet hizmetleri sınıfı personeli tarafından
yönetilmesi zaruret arz etmekle beraber, teknik ve mali hizmet veren birimlere
emniyet hizmetleri sınıfı dışından da atama yapılmasında yarar görülmektedir.” denilmiş
ve “Bu fıkra ile emniyet hizmetleri sınıfı personeli tarafından yürütülen
tıbbi, teknik ve mali işlere ilişkin yönetim kademelerine, ihtiyaç duyulduğunda
diğer hizmet sınıflarından da atama yapılabilmesine imkân” sağlamak
amacıyla dava konusu kuralın düzenlendiği ifade edilmiştir.
233. Buna göre
kuralın düzenlenme amacı, teknik uzmanlıklar gerektiren ve polisin görev ve
uzmanlığı kapsamında kalmayan yönetim kademelerine emniyet hizmetleri
sınıfından atama mecburiyetinin kaldırılarak buralara anılan alanların
uzmanlarının atanabilmesine imkân sağlamaktır. Bunun söz konusu alanlarda
uzmanlığa dayalı yönetimin işlerlik kazanmasına katkı sunacak bir önlem olarak
değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede anılan amacın kamu yararına
yönelik olmadığı söylenemeyeceği gibi anılan amacı gerçekleştirmek üzere
emniyet hizmetleri sınıfı dışından atama yapılan kadroların hizmet
sınıflarının, diğer tüm kurum ve kuruluşların yönetici kadrolarına uygulanan
genel kural gereği genel idare hizmeti sınıfı olarak belirlenmesinde adalet ve
hakkaniyet ilkelerini ihlal eden bir yön de bulunmamaktadır.
234. Öte yandan
Anayasa’nın 10. maddesinde kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir.
Eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile
eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı
durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle,
aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun
karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve
uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi
zedelenmez.
235. Anayasa’nın
55. maddesinin ikinci fıkrasında ise “Devlet, çalışanların yaptıkları işe
uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan
yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.” denilmek suretiyle ücrette
adalet sağlanması ilkesine yer verilmiştir.
236. Dava konusu
kural gereği Emniyet Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatındaki tıbbi,
teknik ve mali hizmetler veren daire başkanlıkları ve şube müdürlüklerine
ilişkin kadrolara, emniyet hizmetleri sınıfı dışından atama yapıldığında bu
kadroların hizmet sınıfının, atananların bu kadrolarda bulundukları süre
boyunca genel idare hizmetleri sınıfı olarak kabul edilmesi, 657 sayılı
Kanun’un 36. maddesi uyarınca tüm kamu kurum ve kuruluşlarına uygulanan genel
kuralın bir yansıması olup bununla aynı hukuki durumda olan kamu görevlileri
arasında bir ayrım yapılmamaktadır. Bir başka ifadeyle dava konusu kuralla
Emniyet Teşkilatının yönetim kademelerine atanan kişilerin hizmet sınıfı ve
mali haklarıyla diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yönetim kademelerine atanan
kişilerin hizmet sınıfı ve mali hakları arasında bir farklılık
oluşturulmamakta, bunların aynı hizmet sınıfında çalışmaları öngörülmektedir.
Dolayısıyla dava konusu kuralın eşitlik ve ücrette adalet sağlanması ilkelerini
ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
237. Emniyet
teşkilatındaki aynı yöneticilik kadrolarına ancak belli rütbelere sahip emniyet
hizmetleri sınıfına tabi polis amirlerinin atanabilmesi ve bu sınıfın mali
haklarından yararlandırılmaları ise dava konusu kuralın konusu olmayıp 3201
sayılı Kanun’un 13. maddesinden kaynaklanmaktadır.
238. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 10. ve 55. maddelerine aykırı değildir. İptal
talebinin reddi gerekir.
b- Üçüncü
Fıkrada Yer Alan “ …öğrenime devam edenler dâhil…” İbaresi
ba- İptal
Talebinin Gerekçesi
239. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu ibarenin de yer aldığı kuralla polis eğitim
kurumlarında ya da Emniyet Genel Müdürlüğü adına diğer yükseköğretim
kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına
Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı rütbelerine aday memur olarak atanabilmeleri
için Polis Akademisi Başkanlığınca düzenlenecek sınavda başarılı olma koşulunun
öngörüldüğü, oysa anılan öğrencilerin söz konusu okullara kayıt yaptırdıkları
sırada bu koşulun bulunmadığı, bu yönüyle dava konusu ibarenin kazanılmış
haklara saygı ilkesini, dolayısıyla hukuk güvenliği ilkesini ihlal ettiği
belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
bb-
Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
240. 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 48. ve 49.
maddeleri yönünden de incelenmiştir.
241. Dava konusu
ibarenin de yer aldığı 3201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesinin üçüncü fıkrasında,
3201 sayılı Kanun ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu gereğince, polis
eğitim kurumlarında ya da Emniyet Genel Müdürlüğü adına diğer yükseköğretim
kurumlarında öğrenim gören öğrencilerin, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına
Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı rütbelerine aday memur olarak atanabilmeleri
için öğrenim sürelerini başarıyla tamamlamaları ve eğitim sonunda Polis
Akademisi Başkanlığınca yapılacak sınavda başarılı olma koşulları
düzenlenmektedir.
242. Anayasa’nın
48. ve 49. maddelerinde çalışma hürriyeti ve hakkı güvence altına alınmıştır.
Şüphesiz anılan maddelerle güvence altına alınan hürriyet ve hak, sadece
kişilerin özel sektördeki çalışmalarını değil kamudaki çalışmalarını da
kapsamaktadır. Dava konusu kuralla bu hürriyet ve hakka ilişkin doğrudan bir
düzenleme yapılmamakla birlikte kuralın bu hürriyet ve hakka ilişkin kazanılmış
haklara ve meşru beklentilere yönelik bir müdahale taşıyıp taşımadığının
incelenmesi gerekmektedir.
243. Anayasa’nın
2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden biride hiç
kuşkusuz kazanılmış haklara saygı gösterilmesidir.Kazanılmış haklara saygı,
hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucu olup hukukun genel ilkelerinden birini
oluşturmaktadır. Kazanılmış hak, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel
olarak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel yasa kurallarının bireylere
uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunmasıdır. Kazanılmış bir
haktan söz edilebilmesi için bu hakkın, yeni kanundan önce yürürlükte olan
kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir.
Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş
ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır.
244. Dava konusu
ibarenin de yer aldığı kuralla Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı rütbelerine
aday memur olarak atanabilmenin koşulları düzenlenmekte olup kurala konu
öğrencilerin memuriyet hakkını kazanılmış bir hak olarak elde etmedikleri, zira
bunların henüz memuriyete atanmadıkları ve memuriyetin bunlar yönünden bütün
sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş kişisel bir hakka dönüşmediği açıktır. Bu
yönüyle kuralın çalışma hürriyeti ve hakkı kapsamında kazanılmış haklara saygı
ilkesiyle ilgisi bulunmamaktadır.
245. Diğer
taraftan hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri olan hukuk güvenliği
ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Kanunlara
güvenerek hayatını yönlendiren, hukuki iş ve işlemlere girişen bireyin bu
kanunların uygulanmasına devam edileceği yolunda oluşan beklentisinin mümkün
olduğunca korunması hukuki güvenlik ilkesinin gereğidir.
246. Ancak
güvenin korunması, mevcut bir hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında da
değerlendirilmemelidir. Hukuki güvenliğin mevcut bir hukuki durum için
dokunulmazlık şeklinde algılanması, dinamik toplum yapısının kurallarla statik,
durağan hâle getirilmesi sonucunu doğurur ki bu da toplumun çağın gerisinde
kalmasına neden olabilir. Bu nedenle kanun koyucu, Anayasa’da öngörülen
kurallar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu görevine giriş
koşullarıyla ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı değişiklikler yapabilir
ve bu değişiklikler kişilerin beklentilerini etkileyebilir.
247. Bir
beklentinin hukuken koruma görebilmesinin ön koşullarından biri beklentinin
haklı (meşru) beklenti seviyesine ulaşmasıdır. Haklı beklenti, bireyin
kendisine güvenerek hareket ettiği lehine olan bir kanunda öngörülemez bir
değişiklik yapılması ve bu öngörülemez değişikliğin herkes yönünden objektif
olarak beklenebilecek bir beklentiyi sonuçsuz bırakması şartlarının birlikte
gerçekleşmesi durumunda gündeme gelmektedir. Ancak bir beklentinin hukuken
korunabilmesi için anılan koşulların gerçekleşmesi yeterli olmayıp bu
beklentinin korunmasına engel teşkil eden bir kamu yararının da bulunmaması
gerekmektedir. Bu yönüyle anayasa yargısında kişi yararıyla kamu yararının
karşı karşıya geldiği durumlarda ancak önemli bir kamu yararının bulunmadığı
durumlarda haklı beklentinin korunması kabul edilebilir. Aksi takdirde kanun
koyucunun kamu yararını gerçekleştirmek üzere değişen koşulara göre yeni
politikalar belirlemesi imkânı önemli ölçüde zedelenebilir.
248. Dava konusu
ibarenin yer aldığı kuralla Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı rütbelerine aday
memur olarak atanabilmenin koşulları arasına Polis Akademisi Başkanlığınca
düzenlenecek sınavda başarılı olma koşulu da eklenmiş ve bu koşul Kanun’un
Resmi Gazete yayımlandığı tarihte öğrenime devam eden öğrenciler için de
geçerli kılınmıştır.
249. Madde
gerekçesinde bu koşulun adayların yeterliliklerini tespit etmek amacıyla
düzenlendiği belirtilmektedir. Kamu hizmetinin etkin ve verimli bir şekilde
işleyebilmesini sağlamak üzere kamu görevine alınacak kişilerin
yeterliliklerini tespit etmek amacıyla sınav aracına başvurulmasının anılan
amaca ulaşılması yönünden uygun bir araç olmadığı söylenemez.
250. Öte yandan
Kanun’da daha önce sınav koşuluna yer verilmemiş olmasının, yeterliliği ve
liyakati ölçme konusunda en uygun araçlardan biri olarak kabul edilen ve birçok
alanda uygulanan sınav koşuluna bir daha başvurulmayacağı yolunda objektif bir
beklentiye neden olması da düşünülemez.
251. Bu nedenle
dava konusu ibarenin yer aldığı kuralla Polis Memuru ve Komiser Yardımcısı
rütbelerine aday memur olarak atanabilmenin koşulları arasına sınavda başarılı
olma koşulunun eklenmesi biçimindeki değişikliğin öngörülemezliğinden söz
edilemez. Bu cihetle dava konusu kuralla kişilerin meşru beklentileri aleyhine
bir düzenleme yapılması söz konusu olmadığından kuralın kişilerin çalışma hürriyeti
ve haklarına yönelik hukuki güvenliklerini ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
252. Ayrıca dava
konusu kuralın öğrenime devam eden öğrenciler yönünden de geçerli kılınmasının,
kişilerin meşru beklentilerini etkilediği kabul edilse bile anılan düzenleme
emniyet hizmetlerinin daha iyi işlemesi amacıyla öngörülmektedir. Anılan
hizmetlerin hem kamu güvenliği hem de bireylerin kişisel güvenlikleri yönünden
taşıdığı kritik önem ve adaylık için aranan kriterlere sahip öğrencilere yerine
getirilmesi mümkün olmayan bir külfet yüklenmediği de dikkate alındığında bu
yönüyle de kuralın hukuki güvenlik ilkesine aykırı olduğu söylenemez.
253. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 48. ve 49. maddelerine aykırı değildir. İptal
talebinin reddi gerekir.
14-
Kanun’un 29. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 24. Maddenin Birinci
ve İkinci Fıkraları ile 43. Maddesiyle 4652 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 7.
Maddenin İncelenmesi
a-İptal Taleplerinin Gerekçesi
254. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarla Polis Koleji öğrencilerinin mezun
olduklarında doğrudan sınavsız olarak Güvenlik Bilimleri Fakültesine girme,
Güvenlik Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin ise mezun olduklarında doğrudan
sınavsız olarak Emniyet Genel Müdürlüğünün komiser yardımcılığı kadrolarına
atanma haklarının ortadan kaldırıldığı, bu durumun anılan kişilerin kazanılmış
haklarını ve meşru beklentilerini ihlal ettiği, öte yandan hukuk devletinde
yasaların kamu yararına dayanması, adalet ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi
gerektiği, kurallarla kamu yararının değil özel çıkarların korunmasının
amaçlandığı ve bunların adalet ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurduğu,
uluslararası insan hakları metinlerinde de güvence altına alınan eğitim ve
çalışma haklarının özüne müdahale edildiği ve bunların ölçüsüz bir şekilde
sınırlandırıldığı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın 2., 13., 42., 48 ve 90.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
255. 6216 sayılı
Kanun’un 43. maddesi uyarınca kurallar, ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 49. ve 70.
maddeleri yönünden de incelenmiştir.
256. 3201 sayılı
Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin dava konusu birinci ve ikinci fıkralarında
Polis Kolejinin kapatılması nedeniyle burada öğrenime devam eden öğrencilerin,
Millî Eğitim Bakanlığınca Polis Koleji giriş sınavının yapıldığı tarihte
aldıkları ortaöğretim yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun
okullara naklen kaydedilecekleri, Polis Kolejinde görev yapan eğitim öğretim
hizmetleri sınıfında yer alan personelin kadro derecelerine uygun öğretmen
unvanlı kadrolara atanmak üzere 4.4.2015 tarihinden itibaren bir ay içinde
Genel Müdürlük tarafından Milli Eğitim Bakanlığına bildirileceği, bunların
atamalarının bildirimi izleyen bir ay içinde yapılacağı ve atama işlemi
yapılıncaya kadar mali ve sosyal haklarının anılan birim tarafından ödenmeye
devam olunacağı öngörülmektedir.
257. 4652 sayılı
Kanun’un dava konusu geçici 7. maddesinde ise maddenin yürürlüğe girdiği
4.4.2015 tarihinde başka bir işlem yapılmasına gerek kalmaksızın Güvenlik
Bilimleri Fakültesinin Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğüne
dönüştürüleceği ve bu nedenle anılan Fakülte öğrencilerinin Yükseköğretim
Kurulu tarafından belirlenecek üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler
fakültelerine tercihlerine göre yerleştirilecekleri, yerleştirme yapılacak
fakültelerin kontenjanları ile yerleştirmeye ilişkin usul ve esasların
Yükseköğretim Kurulu tarafından belirleneceği belirtilmektedir.
258. 3201 sayılı
Kanun’un 19. maddesinde düzenlenen ve Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı, lise
seviyesinde polis kolejleri açılacağını düzenleyen hüküm, 6638 sayılı Kanun’un
47. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.
259. Yine
Güvenlik Bilimleri Fakültesinin esas öğrenci kaynağını Polis Koleji
öğrencilerinin oluşturduğu yönündeki 4652 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile
anılan Fakültede lisans eğitimi öğretimini, özellikle Fakülteyi başarı ile
tamamlayan öğrencilere lisans diploması verileceği ve bunların 3201 sayılı
Emniyet Teşkilatı Kanunu ile tespit edilen rütbedeki amir sınıfına nasbedilerek
ihtiyaç duyulan kadrolara atanacağını düzenleyen aynı Kanun’un 19., 20. ve 21.
maddeleri, 6638 sayılı Kanun’un 37. ve 48. maddeleriyle yürürlükten
kaldırılmıştır.
260. Anılan
değişiklikler yapılmadan önce Polis Koleji öğrencileri Güvenlik Bilimleri
Fakültesinin esas öğrenci kaynağını oluşturmakta ve fakülteyi başarıyla
tamamlayanlar polis amiri olarak atanmaktaydılar. Söz konusu değişikliklerle
Polis Kolejine, Güvenlik Bilimleri Fakültesine ve bu Fakülteyi bitirenlerin
sınava tabi tutulmaksızın doğrudan polis amiri kadrolarına atanmasına ilişkin
hükümler yürürlükten kaldırılmış ve 4652 sayılı Kanun’un geçici 9. maddesi
uyarınca kural olarak Emniyet Teşkilatının ilk kademe amir ihtiyacının lisans
mezunları arasından Kamu Personeli Seçme Sınavında Bakanlıkça belirlenecek
taban puanını almış, yönetmelikle belirlenecek diğer şartları taşıyan ve
yapılacak sınavda başarılı olanlar arasından atanması öngörülmüştür.
261. Dava konusu
kurallarda ise Polis Kolejinin kapatılması ve Güvenlik Bilimleri Fakültesinin
Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğüne dönüştürülmesi nedeniyle bu eğitim
kurumlarında öğrenimine devam eden öğrencilere ilişkin geçiş hükümlerine yer
verilmiştir. Kurallarda Polis Kolejinde öğrenime devam eden öğrencilerin,
durumlarına uygun okullara naklen kaydedilmeleri, Güvenlik Bilimleri Fakültesi
öğrencilerinin ise Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek usul ve
esaslara göre aynı Kurul tarafından belirlenen üniversitelerin iktisadi ve
idari bilimler fakültelerine tercihlerine göre yerleştirilmeleri öngörülmüştür.
262. Bu
değişiklikler yapılırken Polis Koleji veya Güvenlik Bilimleri Fakültesinde
öğrenimine devam eden öğrenciler yönünden, yeni sistem uyarınca oluşturulan
polis amirliğine alım koşulları yönünden bir istisna tanınmamıştır. Dolayısıyla
dava konusu kurallarda kamu hizmetine alım koşullarıyla ilgili doğrudan bir
düzenleme yapılmamış olmakla birlikte bu kuralların Kanun’un yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla Polis Koleji veya Güvenlik Bilimleri Fakültesinde öğrenimine
devam eden öğrenciler yönünden bir istisna öngörmemesi nedeniyle anılan konuyla
ilgisiz hükümler olmadıkları görülmektedir.
263. Anayasa’nın
kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen 70. maddesinin birinci fıkrasında,“Her
Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.”denilmiş; ikinci fıkrasında
ise“Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım
gözetilemez.”hükmüne yer verilmiştir. Buna göre kamu hizmetine alınmada
hangi koşulların aranacağı hususu kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında
kalmaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde
kullanması ve özellikle bu yetkiyi kullanırken görevin gerektirdiği
niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetmemesi gerekmektedir.
264. Kanun
koyucu emniyet hizmetlerine ilişkin kamu görevlerini yürütecek kamu
personelinin mesleğe kabulünde değişik alternatifler arasından kamu yararına
uygun olanını tercih etme yetkisine sahiptir. Bu yönüyle 6638 sayılı Kanun’un
belirtilen hükümleriyle polis amirliği mesleğine giriş koşullarında değişiklik
yapılmak suretiyle bu mesleğe girişte Güvenlik Bilimleri Fakültesi mezunu olma
şartı yerine lisans mezunları arasından Kamu Personeli Seçme Sınavında belirli
bir puan alanlar arasından yapılacak sınavda başarılı olanların bu mesleğe
kabul edilmeleri yönünde yeni bir sisteme geçilmesinde kanun koyucunun takdir
yetkisi bulunmaktadır.
265. Esasen hem
6638 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerden önceki mesleğe alım koşulları,
hem de 6638 sayılı Kanun’dan sonraki mesleğe alım koşullarında Anayasa’nın 70.
maddesinde belirtilen “görevin gerektirdiği niteliklerden başka koşullar
aranmaması” kriterine aykırı düşen bir yön öngörülmediği açık olduğundan
kanun koyucunun anılan sistemlerden birini tercih etme konusundaki takdir
yetkisini kullanmasını sınırlayan anayasal bir engel bulunmamaktadır.
266. Bu nedenle
6638 sayılı Kanun’un anılan hükümleriyle yeni bir mesleğe kabul sistemi
benimsenirken dava konusu kurallarla değişikliğin yapıldığı tarihte Polis
Kolejinde veya Güvenlik Bilimleri Fakültesinde öğrenci olanlar yönünden
istisnai bir düzenlemeye yer verilmeyip bunlara da yeni sistemin alım
koşullarının uygulanmasında Anayasa’nın 70. maddesinde belirtilen “görevin
gerektirdiği niteliklerden başka koşullar aranmaması” kriterine aykırı
düşen bir yön bulunmamaktadır.
267. Anayasa’nın
48. ve 49. maddelerinde çalışma hürriyeti ve hakkı güvence altına alınmıştır.
Şüphesiz anılan maddelerle güvence altına alınan hürriyet ve hak, sadece
kişilerin özel sektördeki çalışmalarını değil kamudaki çalışmalarını da
kapsamaktadır. Dava konusu kurallarla bu hürriyet ve hakka ilişkin doğrudan bir
düzenleme yapılmamakla birlikte kuralların bu hürriyet ve hakka ilişkin
kazanılmış haklara ve meşru beklentilere yönelik bir müdahale taşıyıp
taşımadığının incelenmesi gerekmektedir.
268. Dava konusu
kurallarda Polis Kolejinin kapatılması nedeniyle burada öğrenim gören
öğrencilerin durumlarına uygun okullara naklen kaydedilmeleri ve Güvenlik
Bilimleri Fakültesinin Polis Amirleri Eğitimi Merkezi Müdürlüğüne dönüştürülmesi
nedeniyle burada okuyan öğrencilerin Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen
üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler fakültelerine tercihlerine göre
yerleştirilmesi düzenlenmekte olup kurallara konu öğrencilerin memuriyet
hakkını kazanılmış bir hak olarak elde etmedikleri, zira bunların henüz
memuriyete atanmadıkları ve memuriyetin bunlar yönünden bütün sonuçlarıyla
fiilen elde edilmiş kişisel bir hakka dönüşmediği açıktır. Bu yönüyle
kuralların çalışma hürriyeti ve hakkı bağlamında kazanılmış haklara saygı
ilkesiyle ilgisi bulunmamaktadır.
269. 3201 ve
4652 sayılı kanunlarda 6638 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki
hükümler uyarınca Polis Koleji, Güvenlik Bilimleri Fakültesinin esas öğrenci
kaynağını oluşturmakta ve Güvenlik Bilimleri Fakültesini başarıyla bitirenler
başkaca bir sınav şartına tabi kılınmaksızın ilk derece polis amiri kadrolarına
atanma hakkı elde etmekte idiler. Bu nedenle kişilerin başka ortaöğretim
kurumları yerine Polis Kolejini tercih etmelerinde ve buna göre eğitim ve iş
kariyerlerini planlamalarında yürürlükte bulunan Kanun’a güvenerek buradan
mezun olduklarında Güvenlik Bilimleri Fakültesine girebilecekleri ve Güvenlik
Bilimleri Fakültesinden başarıyla mezun olduklarında sınavsız olarak ilk derece
polis amiri olacakları yönündeki beklentilerinin etkili olabileceğinin kabul
edilmesi gerekir. Ancak Polis Koleji ve Güvenlik Bilimleri Fakültesi
öğrencilerinin bu şekilde bir beklentiye sahip olmalarının, kanun koyucunun
emniyet hizmetlerinin en iyi şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla bu mesleğe
kabul koşullarını değiştirmesine engel teşkil edebileceği düşünülemez.
270. Bununla
birlikte kanun koyucunun bu düzenlemeleri yaparken kişilerin önceki kanunun
yürürlükte kalacağı yönündeki güvenlerine dayanmalarını gözardı etmemesi ve
kişilerin bu güvenlerine dayalı olarak ortaya çıkabilecek zararlarını mümkün
olduğunca dengeleyebilecek güvencelere yer vermesi gerekir.
271. 6638 sayılı
Kanun ile yapılan değişikliklerden sonra ilk derece emniyet amirliğine girişte
yeni bir sisteme geçilmiş ve Polis Koleji ve Güvenlik Bilimleri Fakültesinin
kapatılması yönünde düzenlemeler yapılmıştır. Dava konusu kurallarda ise anılan
okullarda öğrenimine devam eden öğrenciler yönünden önceki düzenlemelerle
sağlanan ilk derece polis amirliğine atanma imkânının devamı yönünde bir
düzenlemeye gidilmeyerek anılan öğrenciler yönünden bir istisnaya yer
verilmemiştir.
272. 6638 sayılı
Kanun’un genel gerekçesinde lise düzeyinde olan Polis Koleji ile dört yıllık
eğitim veren Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesinin, kuruluş amaç ve
gereklerinin günümüz şartlarında ortadan kalktığı, düzenleme ile Emniyet
Teşkilatında istihdam edilecek personelin eğitim maliyetinin düşürülmesi,
çağdaş ülkelerde olduğu gibi bir eğitim sistemi oluşturulması ve Emniyet Teşkilatında
çok başlılık yaratan tüm eğitim kurumlarının Polis Akademisine bağlanmasının
amaçlandığı belirtilmiştir. Bu yönüyle 6638 sayılı Kanun’la anılan konuyla
ilgili yeni bir sistemin oluşturulmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.
273. Anılan
amacın kamu yararına aykırı olduğunun söylenemeyeceği açıktır. Zira gerek kamu
güvenliği gerekse kişilerin bireysel güvenliğini doğrudan sağlamaya yönelik
emniyet hizmetlerinin en iyi şekilde yürütülmesinde bu hizmetlere uygun
personel seçme sisteminin oldukça etkili olduğu tartışmasızdır. 6638 sayılı
Kanun ile yapılan değişikliklerin anılan amacı gerçekleştirmeye elverişli olup
olmadığı hususu ise yerindelik ile ilgili olup anayasallık denetiminin kapsamı
dışında kalmaktadır.
274. Dava konusu
kurallarla Polis Koleji ve Güvenlik Bilimleri Fakültesinde öğrenimine devam
eden öğrenciler yönünden yeni sisteme ilişkin kurallara bir istisna
tanınmamasındaki kamu yararının da anılan hizmetlerin hem kamu güvenliği hem de
bireylerin kişisel güvenlikleri yönünden taşıdığı önemden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır. Zira söz konusu görevin kritik önemi, yeni sisteme ilişkin
kurallara meşru beklenti nedeniyle de olsa birtakım istisnaların öngörülmesine
imkân tanımayabilir.
275. Dava konusu
kurallarla anılan kamu yararı nedeniyle Polis Koleji ve Güvenlik Bilimleri
Fakültesi öğrencileri bakımından yeni sisteme ilişkin kurallar yönünden bir
istisna tanınmamakla birlikte, kurallarda bu durumun anılan öğrenciler yönünden
yaratabileceği zararları olabildiğince gidermeye yönelik dengeleyici
güvencelerin öngörüldüğü görülmektedir. Bu bağlamda Polis Kolejinde öğrenime
devam eden öğrencilerin, Millî Eğitim Bakanlığınca Polis Koleji Giriş
Sınavı’nın yapıldığı tarihte aldıkları Ortaöğretim Yerleştirme Puanları dikkate
alınarak durumlarına uygun okullara naklen kaydedilmelerine imkân tanınmış,
Güvenlik Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin de Yükseköğretim Kurulu tarafından
belirlenecek usul ve esaslara göre aynı Kurul tarafından belirlenen
üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler fakültelerine tercihlerine göre
yerleştirilmesi öngörülmüştür. Ayrıca Kanun’da anılan öğrencilerin yeni sisteme
ilişkin kurallarda belirtilen koşulları karşılamaları şartıyla ilk derece polis
amiri olarak atanmalarını önleyecek bir düzenleme de bulunmamaktadır. Buna göre
anılan kişilerin lisans eğitimlerini tamamlamalarının ardından Kanun’da
belirtilen şekilde Kamu Personeli Seçme Sınavında belirlenen puanı almaları ve
yapılacak sınavda başarılı olmaları hâlinde polis amiri olarak atanmalarının
önünde bir engel bulunmamaktadır.
276. Kolejde
görev yapan eğitim öğretim hizmetleri sınıfında yer alan personelin, kadro
derecelerine uygun öğretmen unvanlı kadrolara atanmalarında da hukuki güvenlik
ilkesiyle çelişen bir yön olmadığı, bu itibarla dava konusu kurallar nedeniyle
genel olarak kişilerin çalışma hürriyeti ve haklarına yönelik hukuki
güvenliklerinin zedelendiğinden söz edilemeyeceği anlaşılmaktadır.
277. Anayasa’nın“Eğitim
ve öğrenim hakkı ve ödevi”başlıklı 42. maddesinin ilk fıkrasında,“Kimse,
eğitim ve öğrenim haklarından yoksun bırakılamaz” denilerek eğitim ve
öğrenim hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin ikinci fıkrasında ise öğrenim
hakkının kapsamının kanunla tespit edilip düzenleneceği belirtilerek bu hakkın
mutlak olmadığı, hakkın kapsamını ve sınırlarını belirleme yetkisinin kanun
koyucuya ait olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle kanun koyucunun anılan hakkı
kamu yararı amacıyla sınırlandırabilmesi mümkündür. Ancak eğitim ve öğrenim
hakkının sınırlandırılabilmesi için kamu yararının varlığı yeterli olmayıp
temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini belirleyen Anayasa’nın
13. maddesine de uyulması gerekmektedir. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca
eğitim ve öğrenim hakkı, bu hakkın özüne dokunmaksızın yalnızca kanunla ve
demokratik bir toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca getirilen
bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
278. 3201 sayılı
Kanun’da 6638 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hükümler uyarınca
Polis Akademisinde öğrenci yetiştirmek üzere Millî Eğitim Temel Kanunu
hükümlerine göre Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı, lise seviyesinde parasız
yatılı ve resmî üniformalı Polis Koleji; lisans düzeyinde ise Güvenlik
Bilimleri Fakültesi açılmıştır. Anılan eğitim kurumlarına ilişkin mevzuat
incelendiğinde bunların açılmasındaki temel amacın polis amiri yetiştirmek
olduğu anlaşılmaktadır. Ancak kanun koyucu, 6638 sayılı Kanun ile polis amiri
alım koşulları yönünden sistem değişikliğine gitmiş ve polis amiri ihtiyacını
anılan kurumlardan karşılama yönündeki politikasından vazgeçerek anılan
kurumların kapatılması yönünde düzenlemeler yapmıştır. Dava konusu kurallarla
kapatılma tarihi itibarıyla anılan kurumlarda öğrenimine devam eden öğrenciler
yönünden geçiş hükümleri öngörülmesine rağmen anılan öğrenciler yönünden
öğrenimlerini tamamlamaları yönünde bir istisnaya yer verilmemiştir.
279.
Başladıkları öğrenimi tamamlamalarına izin verilmemesi nedeniyle dava konusu kurallarla
anılan öğrencilerin söz konusu öğrenime erişemedikleri, dolayısıyla eğitim ve
öğrenim haklarına bir sınırlama getirildiği söylenebilir. Ancak bu sınırlama,
polis amirlerinin mesleğe alınması koşullarında sistem değişikliğine gidilmesi
nedeniyle düzenlenmekte olup bunun emniyet hizmetlerinin daha etkin ve verimli
işlemesi amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Zira daha önce de belirtildiği
üzere emniyet hizmetlerinin hem kamu güvenliği hem de bireylerin kişisel
güvenlikleri yönünden taşıdığı kritik önem, yeni sisteme ilişkin kurallara
birtakım istisnaların öngörülmesine imkân tanımayabilir.
280. Bu
çerçevede kuralla eğitim ve öğrenim hakkına bir sınırlama getirilmekteyse de bu
sınırlamanın, kamu yararı amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
281. Dava konusu
kurallarla, anılan öğrencilerin her konudaki eğitim ve öğrenime erişmelerine
değil sadece Polis Koleji ve Güvenlik Bilimleri Fakültesinin kapatılması
nedeniyle bu eğitim kurumlarındaki eğitim ve öğrenime erişmelerine bir
sınırlama getirildiğinden bunun eğitim ve öğrenim hakkının kullanımını ciddi
surette güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmadığı, dolayısıyla hakkın özüne
zarar vermediği de açıktır.
282. Polis
amirlerinin mesleğe alınma koşullarında sistem değişikliğine gidilmesi ve
emniyet hizmetlerinin niteliği nedeniyle düzenlendiği anlaşılan bu
sınırlamanın, kamu yararının sağlanması amacıyla demokratik toplum düzeni
bakımından alınması gereken tedbirler kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır.
283. Bu şekilde
demokratik toplum düzeni bakımından alınması gerekli tedbirler kapsamında
anılan öğrencilerin eğitim ve öğrenim hakları sınırlandırılırken, Polis
Kolejinde öğrenime devam eden öğrencilerin, Millî Eğitim Bakanlığınca Polis
Koleji Giriş Sınavı’nın yapıldığı tarihte aldıkları ortaöğretim yerleştirme
puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara naklen kaydedilmelerine
imkân tanınmıştır. Güvenlik Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin de Yükseköğretim
Kurulu tarafından belirlenecek usul ve esaslara göre aynı Kurul tarafından
belirlenen üniversitelerin iktisadi ve idari bilimler fakültelerine
tercihlerine göre yerleştirilmeleri sağlanmıştır. Böylece emniyet hizmetlerinin
daha iyi işlemesine yönelik kamu yararı ile eğitim ve öğrenim hakkı arasında
makul dengenin gözetildiği görülmektedir.
284. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 13., 42., 48., 49. ve 70. maddelerine
aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
285. Kuralların
Anayasa’nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
15-
Kanun’un 31. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 26. Maddenin Üçüncü
Fıkrasındaki Tablonun “EN AZ BEKLEME SÜRELERİ” Başlıklı Bölümünün (B)
Grubunda Yer Alan Komiser Yardımcısı Rütbesi İçin Öngörülen “6”,
Komiser Rütbesi İçin Öngörülen “6” ve Başkomiser Rütbesi İçin Öngörülen
“Yaş Haddi” İbarelerinin, Dördüncü Fıkrasının (a) Bendi ile (b) Bendinde
Yer Alan “…bu grup için ayrı…”, “…ve sözlü…” İbarelerinin ve
Beşinci Fıkrasının İncelenmesi
a-İptal
Taleplerinin Gerekçesi
286. Dava
dilekçesinde özetle, 6638 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un
55. maddesinin değiştirilerek polis amirliğine (komiser yardımcılığına) terfide
yeni bir sisteme geçilmesinin öngörüldüğü ve polis amirleri arasında (A) grubu,
(B) grubu ayrımının ortadan kaldırıldığı, ancak anılan düzenlemenin yürürlüğe
girmesinden önce atanan polis amirleri yönünden bu ayrımın korunduğu ve geçmişe
yönelik olarak (A) grubu ile (B) grubu arasında rütbelerde en az bekleme
süreleri bakımından (B) grubu aleyhine eşitsizlik yaratıldığı, (A) grubunun
mesleğin en üst rütbe ve meslek derecesine yükselmelerine olanak sağlanırken
(B) grubunun Başkomiser rütbesi ve 7. meslek derecesinden yaş haddinden
emekliye sevkinin öngörüldüğü, (B) grubundan lisans mezunu olanların (A)
grubuna geçmesi için diğer şartlar yanında Başkomiser rütbesinde (A) grubu için
öngörülen en az bekleme süresi (üç yıl) kadar çalışmış olma; Başkomiser
rütbesinden Emniyet Amiri rütbesine terfide ise (B) grubu için (A) grubundan
ayrı yazılı ve sözlü sınav ile meslek içi eğitimde başarılı olma ve o yıl
itibariyle (A) grubundan Emniyet Amirliği rütbesine terfi edenlerin sayısının
%10’unu geçmeme koşullarının arandığı, böylece bir yandan geleceğe yönelik
olarak Komiser Yardımcılığına polis memurluğundan terfide ve ilk defa atamada
eğitim koşulu olarak lisans mezunu ölçütü getirilerek (A) grubu ile (B) grubu
ayrımı (rütbelerde bekleme süresi ve Emniyet Amirliği rütbesine yükselme dâhil)
ortadan kaldırılırken diğer yandan mesleğe polis memuru olarak başlayıp lisans
mezunu olarak Komiser Yardımcılığına geçenler (B grubu) ile lisans mezunu
olarak ilk defa Komiser Yardımcılığına atananlar (A grubu) arasında geçmişe
yönelik farklılığın devamının sağlandığı, bunun adalet ve hakkaniyet
ölçüleriyle bağdaşmadığı, öte yandan Komiser Yardımcılığına meslekten
(polislikten) atanan lisans mezunları ile ilk defa atanan lisans mezunlarının
aynı durumda oldukları hâlde bunlar arasında ayrım yapılmasının eşitlik
ilkesini ihlal ettiği, ayrıca objektif bir değerlendirme aracı olmayan sözlü
sınav düzenlemesinin kamu yararını amaçlamadığı ve idareye keyfîlik tanımak
amacıyla öngörüldüğü, sözlü sınavın uygulanmasına ilişkin temel ilkelerin
yasayla belirlenmeyerek buna ilişkin düzenleme yapma yetkisinin idareye
bırakılmasının kanunilik, yasama yetkisinin devredilmezliği, hukuki belirlilik
ve idarenin yasallığı ilkelerini de ihlal ettiği belirtilerek kuralların,
Anayasa’nın 2., 7., 10., 123. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
287. Anayasa’nın
128. maddesi uyarınca memurların ve diğer kamu görevlilerinin niteliklerini,
atanmalarını, görev ve yetkilerini belirleme yetkisi kanun koyucuya ait olup
kanun koyucunun bu çerçevede memur ve diğer kamu görevlilerinin terfi sistemini
düzenleme hususunda takdir yetkisi bulunmaktadır.
288. Ancak
kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif,
adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti
olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
289. Kanun’un
dava konusu kuralların da yer aldığı 26. maddesiyle 6638 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesinden önce atanan polis amirlerinin terfiinde esas alınacak
koşullar düzenlenmektedir. Bu koşullar düzenlenirken 6638 sayılı Kanun ile
polis amirlerinin terfiinde uygulanmasına hükmedilen yeni sistemin, geleceğe
etkili olacak şekilde, bir başka ifadeyle anılan Kanun’un yürürlüğe girmesinden
sonra polis amiri olarak atanacaklara uygulanması esası benimsenmiş, anılan
tarihten önce atananların ise 6638 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce
yürürlükte olan sisteme göre terfi etmeleri öngörülmüştür.
290. Anılan
terfi sisteminde (A) grubu polis amirleri ile (B) grubu polis amirleri arasında
bir ayrım yapılarak bunların terfiinde (A) grubu lehine birtakım avantajlar
sağlandığı açık olmakla birlikte bu ayrımın makul bir kriter olan eğitim
koşuluna dayandırıldığı görülmektedir. Bu yönüyle polis amirleri arasından
Polis Akademisi mezunları, Polis Akademisi mezunu sayılanlar ile Emniyet Genel
Müdürlüğüne eleman yetiştirmek üzere Polis Akademisi bünyesindeki en az dört
yıllık fakülte ve yüksekokullardan mezun olanların, polislik mesleği yönünden
sahip olacakları uzmanlık ile anılan eğitimi almaksızın komiser yardımcılığı
kursunu bitirerek polis amiri olanların uzmanlığın aynı kabul edilmemesi makul
görülebilir. Dolayısıyla kanun koyucunun belli bir tarihten önce atanan tüm
polis amirleri yönünden geçerli olan bu objektif kriteri esas alarak iki farklı
grup oluşturmasında ve bunlara göre terfi sisteminde farklı kurallar
öngörmesinde adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırı düşen bir yön
bulunmamaktadır.
291. Kaldı ki
maddede (B) grubundan (A) grubuna geçişi yasaklayan katı bir anlayış
benimsenmemiş, (B) grubunda bulunan polis amirlerine eğitim ve sınav gibi
çeşitli kriterleri karşılamak kaydıyla (A) grubuna geçiş imkânı tanınmış ve bu
geçişe ilişkin kurallar tereddüte mahal bırakmayacak şekilde belirlenerek
konuya ilişkin yasal çerçeve açık ve net bir şekilde ortaya konulmuştur.
292. Buna göre
bundan faydalanacak adayların; en az dört yıllık bir yükseköğretim kurumundan
mezun olma, başkomiser rütbesinde (A) grubu polis amirleri için öngörülen en az
bekleme süresi kadar çalışmış olma, başkomiser rütbesinden Emniyet Amiri
rütbesine terfide bu grup için ayrı yapılacak yazılı ve sözlü sınav ile meslek
içi yöneticilik eğitiminde başarılı olma, Merkez Değerlendirme Kurulu kararıyla
Emniyet Amiri rütbesine terfi etmiş olma gibi koşulları karşılamaları gerekmektedir.
Anılan şartların aranması kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında kalmakta
olup bu koşulların kamu hizmetinin daha etkin ve verimli işlemesi amacıyla
öngörülmediği ve nihai olarak kamu yararına yönelik olmadığı söylenemez.
Bunların öngörülmesiyle kamu yararının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise
subjektif bir husus olup anayasallık denetiminin kapsamı dışındadır.
293. (B)
grubundan (A) grubuna geçecek olan amirlerin sayısının, o yıl itibarıyla (A)
grubundan emniyet amirliği rütbesine terfi edenlerin sayısının %10’unu
geçmemesi kuralı yönünden de o dönemde kanun koyucunun üst düzey amir
ihtiyacını esas itibarıyla özel olarak polislik mesleği eğitimi veren Polis
Akademisi mezunlarından karşılamak istediği, bu yönüyle anılan eğitimi
almayanlar yönünden bir kota belirlediği anlaşılmaktadır. Daha önce de
belirtildiği üzere bu kota polislik mesleğine ilişkin uzmanlığa dayalı eğitim
kriteri esas alınarak belirlenmiş olup adalet ve hakkaniyete aykırı olmayan bir
kriter esas alınarak anılan şekilde bir kota belirlenmesi kanun koyucunun
takdirindedir.
294. Ayrıca (B)
grubundan (A) grubuna geçiş konusunda anılan şekilde temel kuralların saptanıp
yasal çerçeve çizildikten sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin olan
sınavların uygulanmasına yönelik düzenleme yapma yetkisinin idareye
bırakılmasında hukuki belirlilik, yasama yetkisinin devredilmezliği ve
kanunilik ilkelerine aykırılık bulunmamaktadır.
295. Öte yandan
dava konusu kurallarla 6638 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce polis
amiri olarak atananlar yönünden düzenlemelere yer verilmekte olup kuralların
anılan tarihten sonra polis amiri olarak atanan kişileri bağlayan bir yönü
bulunmamaktadır. Ancak 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinde yapılan değişiklikle
polis amirlerinin terfileri yönünden yeni bir sisteme geçildiğinden 6638 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce polis amiri olarak atananlar ile bu
tarihten sonra atanan amirlerin terfi koşulları arasında farklılıklar
bulunmaktadır.
296. Söz konusu
düzenlemelerle 6638 sayılı Kanun’un yürürlüğe giriş tarihi esas alınarak
oluşturulan her bir grup yönünden aynı kuralların uygulanması öngörülmektedir.
Bu yönüyle aynı grupta bulunan kişiler yönünden farklı kuralların uygulanması
söz konusu değildir. Ayrı grupta bulunan kişiler ise polis amirliğine atandıkları
tarihte yürürlükte olan farklı kurallara tabi tutulduklarından her iki grupta
bulunan kişilerin hukuki durumlarının aynı olduğu söylenemez. Dolayısıyla aynı
hukuki durumda bulunmayan kişilere ayrı kuralların uygulanmasında eşitlik
ilkesini ihlal eden bir yön bulunmamaktadır.
297. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 7., 10. ve 128. maddelerine aykırı
değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
298.
Kuralların, Anayasa’nın 123. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
16-
Kanun’un 32. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 27. Maddenin
İncelenmesi
a-İptal
Talebinin Gerekçesi
299. Dava
dilekçesinde ve başvuru kararında özetle, dava konusu kuralla objektif
ölçütleri ve uygulama esasları belirlenmeksizin idareye bir kısım kamu
görevlisini resen emekliye sevk etme yetkisinin verildiği, bunun kanunilik,
hukuki belirlilik, hukuki güvenlik, kazanılmış haklara saygı ve yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkelerini ihlal ettiği, bu durumun ayrıca
Anayasa’nın 5. maddesinde belirtilen kişilerin maddi ve manevi varlığını
geliştirme ödevine aykırı olduğu ve kişilerin sosyal güvenlik haklarını ihlal
ettiği, kuralın kanun önünde eşitlik ve haklı beklentilere saygı gösterilmesi
ilkeleriyle de çeliştiği, öte yandan devletin tüm kamu çalışanlarının yaşam seviyelerini
yükseltmek, çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemekle yükümlü olduğu hâlde
haklı nedene dayanmayan gerekçelerle anılan personelin işine son vermesinin
çalışma hakkının özünü ölçüsüzce zedelediği, kuralın uluslararası sözleşmelerde
yer alan ödevlerle de uyumlu olmadığı belirtilerek Anayasa’nın 2., 5., 7.,
10., 13., 48., 49., 60., 70., 90. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
300. İptali
istenen kuralda, 1.1.2015 tarihi itibarıyla Birinci Sınıf Emniyet Müdürü
rütbesini ihraz edenlerden Emniyet Genel Müdür Yardımcısı, Teftiş Kurulu
Başkanı, Polis Akademisi Başkanı, Özel Güvenlik Denetleme Başkanı, Birinci
Hukuk Müşaviri, Daire Başkanı, İl Emniyet Müdürü, Emniyet Müşaviri, Polis Moral
Eğitim Merkezi Müdürü, Akademi Başkan Yardımcısı, Polis Amirleri Eğitimi
Merkezi Müdürü, Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı, Teftiş Kurulu Grup Amiri,
Polis Meslek Yüksek Okulu Müdürü, Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürü ve Polis
Eğitim Merkezi Müdürü kadrolarında bulunanlar dışında kalanlar ile yine aynı
tarih itibarıyla İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü rütbesini
ihraz edenlerden emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için gerekli
şartları haiz olanların; maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay
içinde Yüksek Değerlendirme Kurulunun teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile
resen emekliye sevk edilebileceği ve bu şekilde emekliye sevk edilenler
hakkında da 55. maddenin yirmi birinci fıkrasında yer alan kadrosuzluk
tazminatının ödenmesine ilişkin hükümlerin uygulanacağı düzenlenmektedir.
301. Anayasa’nın
128. maddesinin ikinci fıkrasında; memurların ve diğer kamu görevlilerinin
niteliklerinin, atanmalarının, görev ve yetkilerinin, hak ve yükümlülüklerinin,
aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği
belirtilerek memur ve kamu görevlilerinin özlük haklarında “kanunilik ilkesi”ne
yer verilmiştir. Bu ilke düzenlenen alanda temel ilkelerin kanunla konulmasını
ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmekte olup bu niteliği taşıyan bir
yasal düzenleme ile uzmanlık ve teknik konulara ilişkin hususların belirlenmesi
konusunda yürütme organına yetki verilmesi, söz konusu ilkeye aykırılık
oluşturmaz.
302.
Anayasa’nın 7. maddesinde de “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmiştir. Buna göre
Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve
sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi mümkün değildir. Ancak
kanunda temel esasların belirlenerek çerçevesinin çizilmiş olması koşuluyla
uzmanlık ve teknik konulara ilişkin hususların düzenlenmesinin yürütme organına
bırakılması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme
organının yasama organı tarafından çerçevesi çizilmiş alanda genel nitelikte
hukuksal tasarruflarda bulunması hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı
değildir.
303. İptali
istenen kuralda hangi personelin hangi koşullarda resen emekliye sevk
edilebileceği, bu işlemi tesis etmeye kimin yetkili olduğu, bu işleme tabi
tutulan personele uygulanacak mali hükümler ve kuralın istisnaları
belirlenmiştir. Buna göre dava konusu kural, tüm emniyet mensuplarına değil
1.1.2015 tarihi itibarıyla emniyet müdürü rütbesini elde edenlerden emeklilik
veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için gerekli şartları haiz olanlara
uygulanabilecektir. Öte yandan emeklilik işleminin uygulanabilmesi için
maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde Yüksek
Değerlendirme Kurulunun İçişleri Bakanına teklifte bulunması ve İçişleri
Bakanının onay şartı aranmaktadır. Ayrıca anılan işlem tüm birinci sınıf
emniyet müdürlerine değil kuralda belirtilen üst düzey yöneticilik kadrosunda
çalışanlar dışında kalan birinci sınıf emniyet müdürlerine uygulanabilecektir.
Bunlar dışında hakkında resen emeklilik işlemi uygulanan kişilere ekonomik
kayıplarını önlemek amacıyla yaş haddine kadar belli bir oranda ücret ödemesi
yapılması öngörülmüştür.
304. Bu
yönleriyle Kanun’da emniyet müdürlerinin resen emekliliğine ilişkin temel
kurallarınhem kişiler hem de idare yönünden açık ve uygulanabilirşekilde
düzenlendiği anlaşılmaktadır.
305. Kanun
koyucununbu şekilde emniyet müdürlerinin resen emekli edilmelerine ilişkin
temel kuralları saptayıp yasal çerçeveyi çizdikten sonra maddenin gerekçesinde
belirtilen; bozulan kadro piramidinin düzeltilmesi, kadro sayılarının 55.
maddede belirlenen oranlara çekilmesi ve özellikle emniyet müdürü rütbesinde
meydana gelen yığılmaları önlemek suretiyle daha etkin bir personel yapısına
ulaşılması amaçlarını gerçekleştirmek üzere idareye resen emekliye sevk
edilecek personeli seçme hususunda yetki vermesinde hukuki belirlilik, yasama
yetkisinin devredilmezliği ve kanunilik ilkelerine aykırı düşen bir yön
bulunmamaktadır. Zira anılan amaçları gerçekleştirmek üzere Kanun’da belirtilen
çerçeve kapsamında ve yine Kanun’da belirtilen koşulları taşıyan personel
arasında hangilerinin resen emekliye sevk edilecekleri hususunda idareye takdir
yetkisinin verilmesi, uzmanlık ve idare tekniği kapsamında kalan bir husustur.
Kuşkusuz idareye tanınan bu takdir yetkisi, keyfîlik anlamına gelmeyip anılan
yetki kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla ve objektif kriterlere uygun
olarak kullanılabilecektir.
306. Diğer
yandan iptali istenen kuralda 1.1.2015 tarihi itibarıyla bazı yönetim
kadrolarında bulunanlar hariç Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Emniyet
Müdürü rütbesini elde edenlerden emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi
için gerekli şartları haiz olanların maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren altı ay içinde resen emekliye sevk edilebileceği düzenlenmekte olup
kural uyarınca bunlardan ancak Yüksek Değerlendirme Kurulunun teklif ettiği ve
İçişleri Bakanının onayladığı kişiler resen emekliye sevk edilebilecektir.
İdare hukukunun genel ilkeleri uyarınca idarenin bu yetkisini kullanırken kamu
hizmetinin daha iyi işlemesi veya kamu yararı esasına göre ayrım yaparak işlem
yapmak zorunda olduğu aşikârdır. Kamu hizmetinin daha iyi işlemesi veya kamu
yararı amacıyla işlem yapabilmesi için ise söz konusu kadrolarda çalışanlar
yönünden birtakım ayırt edici objektif kriterlerin kullanılması gerekir. Bu
kriterleri taşıyan kişilerle taşımayanların aynı hukuki durumda bulunmadığında
kuşku olmadığına göre dava konusu kural uyarınca bunlar arasında ayrım
yapılarak bunların farklı kurallara tabi kılınmasında eşitlik ilkesine
aykırılıktan söz edilemez. Aynı şekilde kuralda resen emeklilik kapsamı dışında
bırakılan kadrolar emniyet hizmetleri yönünden önemli üst düzey yönetim
kadrolarıdır. Dolayısıyla bu kadrolarda çalışanların diğer kadrolarda çalışan
kişilerle aynı hukuki durumda oldukları söylenemez. Bu nedenle anılan yönetim
kadrolarında bulunanlar ile bulunmayanlar arasında ayrım yapılmasında da
eşitlik ilkesini ihlal eden bir yön bulunmamaktadır.
307. Anayasa’nın
48. maddesinde herkesin dilediği alanda çalışma hürriyetine sahip olduğu
belirtilmiş, 49. maddesinde ise çalışma hakkı güvence altına alınmıştır. Buna
göre çalışma herkesin hakkı olup devletin, çalışanların hayat seviyesini
yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak,
çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak
ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü
bulunmaktadır.
308. Anayasa’nın
13. maddesinde ise temel hak ve özgürlüklerin ancak Anayasa’nın ilgili
maddelerinde belirtilen nedenlere bağlı olarak sınırlanabileceği öngörülmüştür.
Ancak bu, düzenlendiği maddede hiçbir sınırlama nedenine yer verilmeyen
hakların mutlak olduğu ve bunların hiçbir şekilde sınırlanamayacağı anlamını
taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında da belirtildiği gibi
temel hak ve hürriyetlerin doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu gibi
Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan kurallar da temel hak ve hürriyetlerin
sınırını oluşturur. Bir başka deyişle temel hak ve özgürlüklerin kapsamının ve
objektif uygulama alanının her bir norm yönünden bağımsız olarak değil
Anayasa’nın bütünü içerisindeki anlama göre belirlenmesi gerekir.
309. İptali
istenen kuralla personel rejiminin geliştirilmesi hedeflenmekte olup bunun
emniyet hizmetlerinin daha etkin bir şekilde yürütülerek kişilerin ve toplumun
huzur ve güvenliğinin sağlanması amacına yönelik olduğu açıktır. Dolayısıyla
dava konusu kuralın, Anayasa’nın 5. maddesinde devlete bir görev olarak
yüklenen kişilerin ve toplumun huzur ve güvenliğini korumaya yönelik olduğu
söylenebilir. Bu itibarla çalışma hürriyeti ve hakkının düzenlendiği
Anayasa’nın 48. ve 49. maddelerinde özel bir sınırlama nedenine yer
verilmemişse de Anayasa’nın 5. maddesi kapsamında kişilerin ve toplumun huzur
ve güvenliğinin korunması nedenleriyle anılan hak ve özgürlüğün
sınırlandırılabilmesi mümkündür.
310. Ancak
çalışma hürriyeti ve hakkının sınırlanabilmesi için belirtilen nedenin varlığı
yeterli olmayıp temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimini belirleyen
Anayasa’nın 13. maddesindeki diğer güvencelere de uyulması gerekmektedir.
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca çalışma hürriyeti ve hakkı, bu hürriyet ve
hakkın özüne dokunmaksızın yalnızca kanunla ve demokratik bir toplumda gerekli
olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar, Anayasa’nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olamaz.
311. İptali
istenen kuralla getirilen sınırlamayla kişilerin her alandaki çalışma hürriyeti
ve hakkı değil sadece Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Sınıf Emniyet Müdürü
rütbesini elde edenlerden emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için
gerekli şartları haiz olanların resen emekliye sevk edilerek bunların belli bir
süre daha kamu görevini sürdürebilmeleri yönündeki hakları kısıtlanmaktadır. Bu
sınırlamanın, anılan hak ve özgürlüğün kullanımını bütünüyle ortadan
kaldırmadığı veya ciddi surette güçleştirip amacına ulaşmasına engel olmadığı
açıktır.
312. Öte yandan
kuralla, emniyet hizmetlerinin daha etkin bir şekilde yürütülerek kişilerin ve
toplumun huzur ve güvenliğinin sağlanması amacıyla söz konusu hak ve özgürlüğe
bir sınırlama getirildiğinden bu sınırlama, demokratik toplum düzeni bakımından
alınması gereken tedbirler kapsamında kalmaktadır.
313. Bu şekilde
demokratik toplum düzeni bakımından alınması gerekli tedbirler kapsamında
kişilerin çalışma hürriyeti ve hakkı sınırlandırılırken Kanun’da sınırlama
aracının sınırlama amacına uygun ve orantılı şekilde kullanılmasını sağlayacak
yasal güvencelere de yer verildiği, böylece kişilerin ve toplumun huzur ve
güvenliğinin korunması şeklindeki kamu yararı ile kişilerin çalışma hürriyeti
ve hakkı arasındaki makul dengenin de gözetildiği görülmektedir.
314. Bu bağlamda
Kanun’da tüm emniyet müdürlerinin değil sadece emeklilik veya yaşlılık aylığı
bağlanabilmesi için gerekli şartları haiz olanların resen emekliye sevk
edilebilmelerine izin verilmiştir. Ayrıca kuralda, anılan şekilde emekliye sevk
edilenlere yaş haddine kadar 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinin yirmi birinci
fıkrasında belirtilen kadrosuzluk tazminatının ödeneceği belirtilerek bu
kişilerin yaş haddinden önce resen emekliye ayrılmaları nedeniyle oluşabilecek
ekonomik kayıplarını önlemeye yönelik dengeleyici tedbir de öngörülmüştür.
315. İptali
istenen kuralın uygulanmasına karşı yargı yolunun da açık olduğu, böylece
idarenin sınırlama aracını sınırlama amacına ve Kanun’a aykırı şekilde keyfî
olarak kullanmasının önüne geçecek güvencenin de bulunduğu görülmektedir. Bu
yönleriyle kuralla çalışma hürriyeti ve hakkına getirilen sınırlamanın, hakkın
özünü zedelediği veya bunun demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı düştüğü söylenemez.
316. Kuralın
kazanılmış haklara ve haklı beklentilere saygı ilkelerine aykırılık teşkil eden
bir yönünün bulunmadığı da açıktır.
317. Açıklanan
nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 7., 10., 13., 48., 49. ve 128. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
318. İleri
sürülen iddialar bağlamında daha özel düzenleme niteliği taşıyan Anayasa’nın
48. ve 49. maddeleri yönünden incelenen kuralın, genel düzenleme niteliğinde
olan Anayasa’nın 5. maddesi yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.
319. Kuralın,
Anayasa’nın 60., 70. ve 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
17-
Kanun’un 33. Maddesiyle 3201 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 28. Maddenin Birinci
ve İkinci Fıkralarının İncelenmesi
a-
İptal Taleplerinin Gerekçesi
320. Dava
dilekçesinde özetle, dava konusu kurallarla, daha önce tesis edilmiş bulunan
işlemlerin doğurduğu hukuki sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama
tasarrufunda bulunulduğu, bunun hukuk güvenliği ilkesiyle bağdaşmadığı, ayrıca
meslekten çıkarma da dâhil her türlü disiplin cezasının idare tarafından
savunma alınmak suretiyle yargı denetimine açık olan bir idari işlem ile tesis
edilmesi gerektiği, dava konusu kurallarla bunun önlenerek anılan personelin
idari karar yerine yasayla başka kamu kurum ve kuruluşlarına atanmalarına neden
olunduğu ve böylece anılan personelin yargı mercileri önünde dava açma ve adil
yargılanma haklarını kullanmalarının engellendiği, bunun Anayasa’nın 36., 125.
ve 129. maddelerinde belirtilen güvenceleri ihlal ettiği, ayrıca dava konusu
kurallarla amaçlanan hususun emekliliğe sevk edilemeyen emniyet mensuplarını
disiplin suçlarını bahane ederek görevlerinden uzaklaştırmak olduğu,
dolayısıyla amacın kamu yararı olmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa’nın
2., 36., 125. ve 129. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa’ya
Aykırılık Sorunu
321. Dava konusu
kurallarda 3201 sayılı Kanun’un geçici 28. maddesinin yürürlüğe girdiği
4.4.2015 tarihinden önceki son beş yıl içinde disiplin kurullarınca meslekten
veya devlet memurluğundan çıkarma cezasıyla tecziye edilmesi gerektiği hâlde
657 sayılı Kanun’un 127. maddesine göre ceza verme yetkisi zamanaşımına
uğradığı için cezalandırılamayan Emniyet Teşkilatı mensuplarının diğer kamu
kurum ve kuruluşlarına atama tekliflerinin yapılması, bunlardan müdür ve üstü
kadrolarda olanların araştırmacı unvanlı kadrolara, diğerlerinin ise Devlet
Personel Başkanlığınca 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ikinci, üçüncü,
beşinci ve altıncı fıkralarında belirtilen esas ve usuller çerçevesinde
belirlenen kadrolara atanmaları düzenlenmektedir.
322. Kanun
koyucunun kamu hizmetlerinin en iyi şekilde yürütülmesini sağlamak üzere hangi
niteliklere sahip kamu görevlilerinin hangi görevlerde çalıştıracağı hususunda
takdir yetkisine sahip olduğu hususunda bir kuşku bulunmamaktadır. Nitekim
Anayasa’nın 128. maddesinde “Memurların ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” denilmek suretiyle
bu husus açıkça düzenlenmiştir. Bu çerçevede kanun koyucunun memur ve diğer
kamu görevlilerinin kamu kurum ve kuruluşlarına nakillerini düzenleme hususunda
da takdir yetkisine sahip olduğu açıktır.
323. Ancak
kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif,
adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti
olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
324. Dava konusu
kuralların madde gerekçesinde, emniyet teşkilatı mensuplarından yetkili
disiplin kurulu tarafından meslekten veya devlet memurluğundan çıkarma cezasını
gerektiren bir disiplin suçu işlediği tespit edilen, ancak ceza verme yetkisi
zamanaşımına uğradığı için bu cezalarla tecziye edilmeleri mümkün olmayanların
emniyet hizmetlerini sürdürmeye devam etmelerinin emniyet hizmetlerinin
niteliğiyle bağdaşmadığı ve dava konusu kuralların bu nedenle düzenlendiği
ifade edilmiştir.
325. Emniyet
mensuplarının yürüttüğü görevlerin gerek kamu güvenliğinin gerekse kişilerin
bireysel güvenliklerinin sağlanması yönünden son derece önemli görevler olduğu,
dolayısıyla devletin bu görevi yürütecek personelle arasındaki çalışma ilişkisi
ile aynı nitelikte işler yapmayan diğer personelle çalışma ilişkisinin aynı
mahiyette olmadığının kabul edilmesi gerekir. Bu yönüyle kanun koyucunun anılan
kişiler yönünden daha sıkı sadakat ilişkisine dayalı bir personel çalıştırma
rejimi öngörerek meslekten veya memuriyetten atılmayı gerektirecek ağırlıkta
görevle bağdaşmayan fiiller işleyen kişilerin başka kamu kurum ve kuruluşlarına
naklini hükme bağlamasında, kamu yararının bulunmadığı ve söz konusu ölçütün
objektif olmadığı veya adalet ve hakkaniyetle bağdaşmadığı söylenemez.
326. Diğer
taraftan hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri olan hukuk güvenliği
ilkesi; hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Bu yönüyle
memur ve diğer kamu görevlilerinin kamu kurum ve kuruluşlarına nakilleri
düzenlenirken hukuki güvenlik ilkesinin de zedelenmemesine özen gösterilmesi
gerekir.
327. Disiplin
cezalarının uygulanabilmesi için zamanaşımı sürelerinin öngörülmesi de
kişilerin hukuki güvenliklerini sağlamaya yönelik olup bu tür kurallar
kişilerin sürekli olarak ceza tehdidi altında kalmasını önlemeye dönüktür.
Dolayısıyla zamanaşımı süreleri geçmesine rağmen kişiler hakkında disiplin
cezalarının uygulanmasına imkân veren düzenlemelerin kişilerin hukuki
güvenliklerini açık ve ağır bir şekilde zedeleyeceği, dolayısıyla hukuk devleti
ilkesine aykırılık teşkil edeceği tartışmasızdır.
328.
Memuriyetten veya meslekten atılmayı gerektirecek fiiller yönünden Kanun’da
belirtilen zamanaşımı sürelerinin geçmiş olması, bu fiiller nedeniyle kişinin
disiplin cezasıyla cezalandırılmaması yönünden kesin bir güvence sağlamakla
birlikte bu sürelerin geçmiş olması, kanun koyucunun belli şartlar altında
personel çalıştırma rejimiyle ilgili sahip olduğu takdir yetkisini kullanmasına
engel teşkil edecek bir neden olarak yorumlanamaz. Bu bağlamda kanun koyucunun,
anayasal sınırlar içinde kalmak, bu yönüyle hukuki belirsizliğe ve keyfîliğe
neden olmamak kaydıyla ceza müeyyidesi uygulama dışında memuriyetten veya
meslekten atılmayı gerektirecek nitelikteki fiilleri işleyenleri emniyet
hizmetleri gibi kamu güvenliği ve kişi güvenliğini doğrudan ilgilendiren
faaliyet alanlarında çalıştırmak istememesi takdir yetkisi kapsamında kalan bir
husus olup bunun kişilerin hukuki güvenliğini ihlal eden bir yönünün olduğu
söylenemez.
329. Öte yandan
dava konusu kurallarda kamu yararının sağlanması amacıyla bir kısım emniyet
teşkilatı personelinin başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakli düzenlenirken
anılan nakil işleminin hukuki belirsizliğe ve keyfîliğe neden olmaması için
gerekli olan yasal güvencelerin de öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
330. Bu
çerçevede dava konusu kurallarda nakil işleminin sadece Kanun’un yürürlüğe girmesinden
önceki son beş yıl içindeki fiilleri işleyen personel yönünden uygulanacağı
hüküm altına alınmış, böylece nakil işleminin makul olmayan belirsiz bir
süreyle ve keyfî olarak uygulanmasının önüne geçilmiştir.
331. Ayrıca dava
konusu kurallarda, nakle tabi personelin hangi kadrolara hangi usul ve esaslara
bağlı olarak atanacağı hususu da herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak
şekilde açıklanmış bulunmaktadır. Buna göre nakle tabi personelden müdür ve
üstü kadrolarda olanlar araştırmacı unvanlı kadrolara; diğerleri ise Devlet
Personel Başkanlığınca 4046 sayılı Kanun’un 22. maddesinin ikinci, üçüncü,
beşinci ve altıncı fıkralarında belirtilen esas ve usuller çerçevesinde
belirlenen kadrolara atanacaklardır. Anılan hükümler, nakle tabi personelin aylık
ve diğer mali haklarına ilişkin kazanılmış haklarını korumakta olup bu
çerçevede dava konusu kurallarla nakle tabi personelin kazanılmış haklarına da
saygı gösterildiği anlaşılmaktadır.
332. Dava konusu
kuralların uygulanmasına karşı yargı yolunun da açık olduğu, böylece idarenin
dava konusu kuralları konuluş amacına ve Kanun’a aykırı şekilde kullanmasının
önüne geçecek güvencenin de bulunduğu görülmektedir.
333. Anayasa’nın
hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrasında“Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
denilerek yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal
sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır.
334. Dava konusu
kurallarda disiplin kurullarınca meslekten veya devlet memurluğundan çıkarma
cezasıyla tecziye edilmesi gerektiği hâlde 657 sayılı Kanunun 127. maddesine
göre ceza verme yetkisi zamanaşımına uğradığı için cezalandırılamayan Emniyet
Teşkilatı mensuplarının, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına atanmış sayılması
değil kurallarda belirtilen nitelikteki fiilleri işleyenlerin idare tarafından
atanması düzenlenmektedir. Dolayısıyla dava konusu kuralların uygulanabilmesi
için idarenin idari işlem tesis etmesi gerekmektedir. Dava konusu kurallarda
anılan idari işlemlere karşı yargı yoluna başvurulmasını yasaklayan bir hüküm
de yer almadığından ilgililerin söz konusu işlemlerin hukuka uygun olarak tesis
edilip edilmediğini yargı mercilerine denetlettirme imkânı mevcuttur. Bu
çerçevede kuralların hak arama özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını ve
Anayasa’nın 125. maddesinde güvence altına alınanidarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması gerektiği yönündeki ilkeyi
zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.
335. Açıklanan
nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı değildir.
İptal taleplerinin reddi gerekir.
336. Kuralların
Anayasa’nın 129. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
18- Kanun’un
50. Maddesiyle Değiştirilen 2803 Sayılı Kanun’un 14. Maddesinin Birinci
Fıkrasının (c) Bendinin Birinci Cümlesinin İncelenmesi
337. 25.7.2016
tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile
Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 14. maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un dava konusu cümlenin de yer
aldığı 14. maddesi değiştirilmiştir. Anılan KHK hükmü 8.11.2016 tarihli ve 6755
sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve
Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 14. maddesiyle aynen
kanunlaştırılmıştır.
338. Açıklanan
nedenle konusu kalmayan cümleye ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine
yer olmadığına karar vermek gerekir.
19- Kanun’un
51. Maddesiyle 2803 Sayılı Kanun’un Başlığı İle Birlikte Değiştirilen 16.
Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci ve Üçüncü Cümlelerinin İncelenmesi
339. 25.7.2016
tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile
Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 20. maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un dava konusu cümlelerin de yer
aldığı 16. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan KHK hükmü, 8.11.2016
tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile
Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 20. maddesiyle aynen
kanunlaştırılmıştır.
340. Açıklanan
nedenle konusu kalmayan cümlelere ilişkin iptal talepleri hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
20- Kanun’un
58. Maddesiyle Değiştirilen 2692 Sayılı Kanun’un 8. Maddesinin Üçüncü
Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi
341. 25.7.2016
tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile
Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 27. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un dava konusu cümlenin de yer
aldığı 8. maddesi değiştirilmiştir. Anılan KHK hükmü 8.11.2016 tarihli ve 6755
sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve
Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 27. maddesiyle değiştirilerek
kanunlaştırılmıştır.
342. Açıklanan
nedenle konusu kalmayan cümleye ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine
yer olmadığına karar vermek gerekir.
21- Kanun’un
61. Maddesiyle 2692 Sayılı Kanun’a Eklenen 21/A Maddesinin Birinci Fıkrasının
Birinci Cümlesinin İncelenmesi
343. 25.7.2016
tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile
Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 35. maddesiyle 2692 sayılı Kanun’un dava konusu cümlelerin de yer
aldığı 21/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan KHK hükmü 8.11.2016
tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile
Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 35. maddesiyle aynen
kanunlaştırılmıştır.
344. Açıklanan
nedenle, konusu kalmayan cümleye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
22- Kanun’un
65. Maddesiyle Değiştirilen 5442 Sayılı Kanun’un 19. Maddesi
345. 2.1.2017
tarihli ve 682 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 37. maddesiyle 5442 sayılı Kanun’un dava konusu maddesi
yürürlükten kaldırılmıştır.
346. Açıklanan
nedenle konusu kalmayan maddeye ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine
yer olmadığına karar vermek gerekir.
V- İPTAL KARARININYÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
347.
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun,
kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.”denilmekte, 6216 sayılı
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanarak
Mahkemenin gerekli gördüğü hâllerde, Resmî Gazete’de yayımlandığı günden
başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere
ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
348. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 4/A
maddesinin altıncı fıkrasına eklenen üçüncü cümlenin “…kişinin üstü ve
eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin
aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki
amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla
teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir …” bölümünün iptal edilmesi
nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte
görüldüğünden, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı
Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu bölüme ilişkin iptal
hükmünün, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra
yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VI - YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
349. Dava dilekçelerinde ve itiraz başvurusunda özetle
iptali istenen kuralların Anayasa’ya açıkça aykırı olduğu ve yürürlüklerinin durdurulmaması hâlinde hukuk devleti
yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararların ortaya çıkacağı belirtilerek
kuralların, yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi gerektiği ileri
sürülmüştür.
350. 27.3.2015
tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet
Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A- 1.
maddesiyle 4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis
Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 4/A maddesinin altıncı fıkrasına eklenen
üçüncü cümlenin “…kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında
içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından
belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin
yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle
yapılabilir.” bölümüne yönelik iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin
ertelenmesi nedeniyle bu bölüme ilişkin yürürlüğün durdurulması talebinin
REDDİNE,
B- 1- Bir kısım
maddeler üzerinde yapılan görüşmelerde oylamanın öngörülen çoğunlukla
yapılmadığına ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiasına dayalı olarak tümünün,
2- Birden fazla
kanunda değişiklik yapan kanun kavramı bağlamında Anayasa’ya aykırılık
iddiasına dayalı olarak tümünün,
3- Dayanağını
oluşturan 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olarak görüşülmesine
ilişkin 18.2.2015 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın Anayasa’ya
aykırı olduğu iddiasına dayalı olarak tümünün,
şekil bakımından iptal talepleri, 4.5.2017 tarihli,
E.2015/41, K.2017/98 sayılı kararla reddedildiğinden, bunlara ilişkin
yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
C- 1-
2. maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 13. maddesinin;
a-
Birinci fıkrasına eklenen (H) bendine,
b-
Birinci fıkrasının değiştirilen “eylemin veya durumun niteliğine göre;
koruma altına alır, uzaklaştırır ya da…” bölümüne,
2- 3.
maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 15. maddesine eklenen fıkranın;
a-
Birinci cümlesinde yer alan “…ifadelerini…” ibaresine,
b- İkinci
cümlesine,
3- 4.
maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 16.
maddesinin;
a- Üçüncü
fıkrasının (b) bendine “…basınçlı…” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “…ve/veya boyalı…” ibaresine,
b-
Yedinci fıkrasına eklenen (d) bendine,
4- 5. maddesiyle değiştirilen 2559 sayılı Kanun’un ek 7. maddesinin;
a- İkinci
fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…kırk sekiz saat…” ibaresine,
b- Üçüncü fıkrasına,
5- 6. maddesiyle
değiştirilen 10.3.1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve
Yetkileri Kanunu’nun ek 5. maddesinin;
a- Birinci fıkrasının
üçüncü cümlesinde yer alan “…kırk sekiz saat…” ibaresine,
b- İkinci fıkrasına,
6- 7.
maddesiyle 6.10.1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’nun 23. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “…zincir…”
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “…ve sapan…” ibaresine,
7- 8. maddesiyle değiştirilen 2911 sayılı Kanun’un 33.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “…ve sapan…” ile “…veya
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair
unsurlarla örterek…” ibarelerine,
8- 9.
maddesiyle 2911 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. maddenin ikinci cümlesine,
9- 13.
maddesiyle 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91.
maddesine eklenen (4) numaralı fıkranın;
a-
Birinci cümlesinin “…mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından
yirmi dört saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi
şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak
işlenen suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı verilebilir.”
bölümüne,
b-
Dördüncü ve beşinci cümlelerine,
10- 15.
maddesiyle 10.6.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesine
eklenen (G) fıkrasının birinci cümlesine,
11- 16.
maddesiyle 5442 sayılı Kanun’un 66. maddesinin birinci fıkrasına eklenen
cümleye,
12- 17.
maddesiyle değiştirilen 17.7.2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 13. maddesinin
üçüncü fıkrasının ikinci cümlesine,
13- 21. maddesiyle 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilât Kanunu’nun 13. maddesine eklenen;
a- Üçüncü
fıkrada yer alan “…görev unvanlarına bakılmaksızın…”, “…gibi…” ve “…atandıkları
birim amirinin emrine alınabilirler” ibarelerine,
b-
Dördüncü fıkrada yer alan “…görev unvanları arasında personelin görev yerini
değiştirmeye…” ibaresine,
14- 22.
maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinin;
a-
Yedinci ve sekizinci fıkralarında yer alan “…liyakat koşullarını belirlemek
ve terfilerini önermek üzere…” ibarelerine,
b-
Onbirinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresine,
c-
Onüçüncü fıkrasının;
ca-
Birinci cümlesinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresine,
cb-
İkinci cümlesine,
d-
Onsekizinci fıkrasında yer alan “Rütbe terfileri ve…” ibaresine,
15- 23.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesine eklenen;
a- İkinci
fıkranın ikinci cümlesine,
b-
Üçüncü fıkrada yer alan “…öğrenime devam edenler dâhil…” ibaresine,
16-
29. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin birinci ve
ikinci fıkralarına,
17- 31.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 26. maddenin;
a-
Üçüncü fıkrasındaki tablonun “EN AZ BEKLEME SÜRELERİ” başlıklı bölümünün
(B) grubunda yer alan Komiser Yardımcısı rütbesi için öngörülen “6”,
Komiser rütbesi için öngörülen “6” ve Başkomiser rütbesi için öngörülen “Yaş
Haddi” ibarelerine,
b-
Dördüncü fıkrasının;
ba-
(a) bendine,
bb-
(b) bendinde yer alan “…bu grup için ayrı…” ve “…ve sözlü…” ibarelerine,
c-
Beşinci fıkrasına,
18- 32.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 27. maddeye,
19- 33.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 28. maddenin birinci ve ikinci
fıkralarına,
20- 43.
maddesiyle 25.4.2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu’na
eklenen geçici 7. maddeye,
yönelik iptal
talepleri, 4.5.2017 tarihli, E.2015/41, K.2017/98 sayılı kararla
reddedildiğinden, bu madde, fıkra, bent, cümle, bölüm ve ibarelere ilişkin
yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
D- 1- 50. maddesiyle değiştirilen 2803 sayılı Kanun’un 14.
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin birinci cümlesi,
2- 51.
maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 16.
maddesinin birinci fıkrasının birinci ve üçüncü cümleleri,
3- 58.
maddesiyle değiştirilen 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik
Komutanlığı Kanunu’nun 8. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi,
4- 61.
maddesiyle 2692 sayılı Kanun’a eklenen 21/A maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesi,
5- 65. maddesiyle
değiştirilen 5442 sayılı Kanun’un 19. maddesi,
hakkında,
4.5.2017 tarihli ve E.2015/41, K.2017/98 sayılı kararla karar verilmesine yer
olmadığına karar verildiğinden, bu madde ve cümlelere ilişkin yürürlüğün
durdurulması talepleri hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
4.5.2017
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII- HÜKÜM
27.3.2015 tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev
ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A- Dayanağını
oluşturan 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olarak görüşülmesine
ilişkin 18.2.2015 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın iptali
talebinin görevsizlik nedeniyle REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- 1- Bir kısım maddeler
üzerinde yapılan görüşmelerde oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılmadığına
ilişkin Anayasa’ya aykırılık iddiasına dayalı olarak tümünün şekil bakımından,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Birden fazla kanunda
değişiklik yapan kanun kavramı bağlamında Anayasa’ya aykırılık iddiasına dayalı
olarak tümünün şekil bakımından Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- Dayanağını
oluşturan 684 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın temel kanun olarak görüşülmesine
ilişkin 18.2.2015 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı’nın Anayasa’ya
aykırı olduğu iddiasına dayalı olarak tümünün şekil bakımından Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C- 1- 1.
maddesiyle 4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun
4/A maddesinin altıncı fıkrasına eklenen üçüncü cümlenin “…kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan
bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı
tarafından belirlenecek esaslar dâhilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk
amirinin yazılı, acele hâllerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü
emriyle yapılabilir.…” bölümünün,
Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- 2.
maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 13. maddesinin;
a-
Birinci fıkrasına eklenen (H) bendinin,
b-
Birinci fıkrasının değiştirilen “eylemin veya durumun niteliğine göre;
koruma altına alır, uzaklaştırır ya da…” bölümünün,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- 3.
maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 15. maddesine eklenen fıkranın;
a- Birinci
cümlesinde yer alan “…ifadelerini…” ibaresinin,
b- İkinci
cümlesinin,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4- 4.
maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 16.
maddesinin;
a- Üçüncü
fıkrasının (b) bendine “…basınçlı…” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “…ve/veya boyalı…” ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE, Engin YILDIRIM ile Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Yedinci
fıkrasına eklenen (d) bendinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
5- 5. maddesiyle değiştirilen 2559 sayılı Kanun’un ek 7. maddesinin;
a- İkinci
fıkrasının üçüncü cümlesinde yer alan “…kırk sekiz saat…” ibaresinin,
b- Üçüncü fıkrasının,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
6- 6. maddesiyle
değiştirilen 10.3.1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve
Yetkileri Kanunu’nun ek 5. maddesinin;
a- Birinci fıkrasının
üçüncü cümlesinde yer alan “…kırk sekiz saat…” ibaresinin,
b- İkinci fıkrasının,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
7- 7.
maddesiyle 6.10.1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’nun 23. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “…zincir…”
ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “…ve sapan…” ibaresinin,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
8- 8. maddesiyle değiştirilen 2911 sayılı Kanun’un 33.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan;
a- “…ve
sapan…” ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- “…veya
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair
unsurlarla örterek…” ibaresinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE, Zühtü ARSLAN, Engin YILDIRIM, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Hasan
Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
9- 9.
maddesiyle 2911 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. maddenin ikinci cümlesinin,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
10- 13.
maddesiyle 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91.
maddesine eklenen (4) numaralı fıkranın;
a-
Birinci cümlesinin “…mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından
yirmi dört saate kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi
şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak
işlenen suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına alınma kararı verilebilir.”
bölümünün,
b-
Dördüncü ve beşinci cümlelerinin,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
11- 15.
maddesiyle 10.6.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesine
eklenen (G) fıkrasının birinci cümlesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
12- 16.
maddesiyle 5442 sayılı Kanun’un 66. maddesinin birinci fıkrasına eklenen
cümlenin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Hasan Tahsin
GÖKCAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
13- 17.
maddesiyle değiştirilen 17.7.2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle
Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 13. maddesinin
üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
14- 21 maddesiyle 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet
Teşkilât Kanunu’nun 13. maddesine eklenen;
a- Üçüncü
fıkrada yer alan “…görev unvanlarına bakılmaksızın…”, “…gibi…” ve “…atandıkları
birim amirinin emrine alınabilirler” ibarelerinin,
b-
Dördüncü fıkrada yer alan “…görev unvanları arasında personelin görev yerini
değiştirmeye…” ibaresinin,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
15- 22.
maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanun’un 55. maddesinin;
a-
Yedinci ve sekizinci fıkralarında yer alan “…liyakat koşullarını belirlemek
ve terfilerini önermek üzere…” ibarelerinin,
b-
Onbirinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresinin,
c-
Onüçüncü fıkrasının;
ca-
Birinci cümlesinde yer alan “…ve sözlü…” ibaresinin,
cb-
İkinci cümlesinin,
d-
Onsekizinci fıkrasında yer alan “Rütbe terfileri ve…” ibaresinin,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
16- 23.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un ek 1. maddesine eklenen;
a- İkinci
fıkranın ikinci cümlesinin,
b-
Üçüncü fıkrada yer alan “…öğrenime devam edenler dâhil…” ibaresinin,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
17-
29. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 24. maddenin birinci ve
ikinci fıkralarının, Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
18- 31.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 26. maddenin;
a-
Üçüncü fıkrasındaki tablonun “EN AZ BEKLEME SÜRELERİ” başlıklı bölümünün
(B) grubunda yer alan Komiser Yardımcısı rütbesi için öngörülen “6”,
Komiser rütbesi için öngörülen “6” ve Başkomiser rütbesi için öngörülen “Yaş
Haddi” ibarelerinin,
b-
Dördüncü fıkrasının;
ba-
(a) bendinin,
bb-
(b) bendinde yer alan “…bu grup için ayrı…” ve “…ve sözlü…” ibarelerinin,
c-
Beşinci fıkrasının,
Anayasa’ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
19- 32.
maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 27. maddenin, Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
20-
33. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen geçici 28. maddenin birinci ve
ikinci fıkralarının, Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
21- 43.
maddesiyle 25.4.2001 tarihli ve 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Kanunu’na
eklenen geçici 7. maddenin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
22- 50. maddesiyle değiştirilen 2803 sayılı Kanun’un 14.
maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin birinci cümlesi, 8.11.2016
tarihli ve 6755 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle aynen kabul edilen 25.7.2016 tarihli ve 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken
Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’nin 14. maddesiyle değiştirildiğinden, konusu
kalmayan bu cümleye ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
23- 51.
maddesiyle 2803 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen 16.
maddesinin birinci fıkrasının birinci ve üçüncü cümleleri, 6755 sayılı Kanun’un
20. maddesiyle aynen kabul edilen, 668 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 20. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından,
konusu kalmayan bu cümlelere ilişkin iptal talepleri hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
24- 58.
maddesiyle değiştirilen 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik
Komutanlığı Kanunu’nun 8. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi, 6755 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle değiştirilerek kabul
edilen 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 27. maddeleriyle
değiştirildiğinden, konusu kalmayan bu
cümleye ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
25- 61.
maddesiyle 2692 sayılı Kanun’a eklenen 21/A maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesi, 6755 sayılı Kanun’un 35. maddesiyle aynen kabul edilen ve 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 35. maddesiyle
yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu cümleye ilişkin iptal talebi
hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
26- 65.
maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı Kanun’un 19. maddesi, 2.1.2017 tarihli ve
682 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 37. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu
maddeye ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
OYBİRLİĞİYLE,
4.5.2017
tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 27.3.2015 tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve
Salâhiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 8. maddesiyle değiştirilen 2911
sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 33. maddesine eklenen “veya
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair
unsurlarla örterek” ibaresinin iptal talebi Mahkememiz çoğunluğu tarafından
reddedilmiştir.
2. İptali istenen ibarenin de içinde bulunduğu 2911 sayılı
Kanun’un 33. maddesinin ilgili bölümü şu şekildedir: “Toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine; a) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el
yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler
veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye
ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı
eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri
maddeler taşıyarak veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen
veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan
dört yıla kadar, … hapis cezası ile cezalandırılır.”
3. İki yıl altı aydan başlayan hapis cezası yaptırımına
konu olan fiiller, esasen toplantı ve gösteri yürüyüşlerine maddede sayılan
silahlarla katılmadır. Kanun koyucu, mahiyeti ve niteliği itibarıyla silahlı
katılımdan farklı olan “yüzü örterek” toplantı ve gösteri yürüyüşlerine
katılmayı da aynı kapsamda görerek aynı müeyyideye tabi tutmuştur. Hiç kuşkusuz
toplantı ve gösteri yürüyüşünün barışçıl şekilde gerçekleşmesini sağlamak
amacıyla katılanlara yönelik bazı yükümlülükler getirilebilir. Ancak bu
yükümlülüklerin ve bunlara uyulmadığında öngörülen cezai müeyyidelerin
Anayasa’da öngörülen şartlara aykırı olmaması gerekmektedir.
4. Anayasa’nın 34. maddesine göre “Herkes, önceden izin
almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına
sahiptir”. İfade özgürlüğünün özel biçimi olarak görülen toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkı, “bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve
başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır”
(Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Osman
Erbil, B.No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45). Dolayısıyla farklı fikirlerin
oluşması, korunması ve yayılması bakımından vazgeçilmez bir öneme sahip olan
barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanılamaz hale getiren
önleyici nitelikli radikal tedbirlerin çoğulcu demokrasiye zarar vereceği
açıktır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117; Osman Erbil, § 47).
5. Bununla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme
hakkı sınırsız değildir. Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasına göre
“Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir”. Anayasa’nın
13. maddesi uyarınca, kanunla yapılan ve meşru bir amaca yönelik olan
sınırlamaların hakkın özüne dokunmaması, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaması gerekir.
6. İptali istenen ibareyle, maddede belirtilen barışçıl
toplantı ve gösteri için tehlikeliliği konusunda tereddüt oluşturmayan silahlı
katılımdan farklı olarak, genel ve kategorik bir yaklaşımla yüzü örterek
katılıma yasak ve müeyyide getirilmiştir. Bu tür bir düzenlemenin kimliğini
gizlemek isteyen bireylerin barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına bir
sınırlama teşkil ettiği görülmektedir.
7. Kuralın kamu düzeninin korunması ve suçun işlenmesinin
önlenmesi amaçlarına yönelik olduğu açıktır. Nitekim çoğunluk görüşüne göre
“hangi saik ile yapıldığı önemli olmaksızın kişilerin toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini bezle örterek
katılmalarının yasaklanmasının, kamu düzenini ciddi bir şekilde tehlikeye sokan
terör ve şiddet eylemlerini önlemek amacıyla öngörüldüğü anlaşılmaktadır”
(§118). Dolayısıyla toplantı ve gösteri yürüyüşüne getirilen söz konusu kanuni
sınırlamanın meşru amaca yönelik olduğu, bu yönüyle Anayasa’nın 13. ve 34.
maddesine aykırı olmadığı anlaşılmaktadır.
8. Bu durumda sınırlama demokratik toplum düzeninde gerekli
olmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin gerek norm denetiminde gerekse bireysel
başvuruda sıkça vurguladığı üzere, demokratik toplum düzeni bir temel hak ve
özgürlüğü sınırlayan tedbirin, toplumsal bir ihtiyacı karşılaması ve
başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmasını gerektirmektedir (AYM,
E.2016/165, K. 2017/76, 15/3/2017, § 14; Kristal-İş Sendikası [GK],
B.No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70). Anayasa Mahkemesi’ne göre barışçıl toplantı
ve gösterilerde katılımcıların “kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve
şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu
demokrasinin gereğidir” (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 124). Bu bağlamda
barışçıl bir gösteri ve toplantı yürüyüşünün kural olarak cezai müeyyide
tehdidine maruz bırakılmaması gerekir (Ali Sarıpınar (2), B.No.
2013/6186, 9/3/2016, § 86).
9. Genel ve kategorik bir yasak getiren iptali istenen
kuralın demokratik toplum düzeninde “gerekli” olduğu söylenemez. İptali istenen
kuralla getirilen yasak kimliklerini gizlemek isteyen kişilerin hangi saikle
bunu yaptıklarını dikkate almamakta, tamamen barışçıl amaçlarla toplum veya
mahalle baskısından kaçınmak için kimliğini gizleyerek bir toplantı ve gösteri
yürüyüşüne katılmayı da yasaklamaktadır. Sözgelimi, küreselleşme ve küresel
sermaye karşıtı bir gösteriye katıldığının çalıştığı uluslararası şirketçe
bilinmesini istemeyen ya da cinsiyetçi politikaları eleştiren bir yürüyüşe
kimliğini gizleyerek katılmak isteyen bir kişinin yüzünü örtmesinin saikleri,
yüzünü terör ve şiddet eylemlerini gerçekleştirmek için gizleyenlerin
saiklerinden farklıdır. Kimliğin gizlenmesinde herhangi bir istisnaya yer
verilmemesi, siyasi görüşleri, dini inançları ya da diğer özel durumları
nedeniyle kimliğinin bilinmesini istemeyen bireyler açısından toplantı ve
gösteri yürüyüşü hakkını aşırı şekilde sınırlandıracaktır.
10. Bunun yanında “kimliği gizleme amacı”nın tespiti her
zaman kolay değildir. Demokrasilerde şiddet içermediği ve suç teşkil etmediği
müddetçe toplantı ve gösteri yürüyüşünde kullanılan araçlara da müdahale
edilmemesi gerekir. Bu kapsamda özellikle öğrenci gösterilerinde destek veya
protesto amacıyla sıkça kullanılan maskelerin de iptali istenen kural
çerçevesinde değerlendirilmesi mümkündür. Nitekim Birleşmiş Milletler İnsan
Hakları Konseyi’ne sunulan barışçıl toplanma özgürlüğüne ilişkin 14/4/2014
tarihli raporda, özellikle öğrenci protestolarında kullanılan sembol haline
gelmiş ve kimliği gizlemeden ziyade siyasi ifade aracı olarak yüze takılan
maskelerin de genel/kategorik yasak kapsamında engellenebileceğine dikkat
çekilmiştir (bkz. Third Thematic Report of the Special Rapporteur on the
rights to freedom of peaceful assembly, Maina Kiai, UN Doc. A/HRC/26/29,
14/4/2014, § 33).
11. Demokratik toplum düzeninde gereklilik değerlendirmesi
yanında, bir sınırlamanın ölçülü olup olmadığına da bakılmalıdır. Sınırlamanın
Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklere en az müdahaleye
imkân veren ölçülü bir sınırlama olması gerekmektedir. Ölçülülük ilkesi, bir
kuralla ulaşılmak istenen amaçla sınırlama araçları arasındaki ilişkiyi
düzenler. Buna göre, bir düzenlemenin ölçülülük ilkesine uygun olabilmesi
öngörülen hedefe ulaşmak için elverişli, gerekli ve orantılı olmasına bağlıdır.
“Elverişlilik” müdahalenin öngörülen amacı gerçekleştirmek için müsait,
elverişli nitelikte olmasını, “gereklilik” müdahalenin öngörülen amaç
bakımından zorunlu olmasını, aynı amaca daha hafif bir müdahale ile
ulaşılamamasını, “orantılılık” ise hak ve özgürlüğe yapılan müdahale ile
ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini
ifade etmektedir (AYM, E.2016/16, K. 2016/37, 5/5/2016, § 10; E.2017/14,
2017/83, 29/3/2017, §12).
12. İptali istenen kural, toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinde kimliği gizlemek amacıyla yüzün örtülmesinin terör ve şiddet
olaylarına yol açabileceği, bu durumda da suçluların tespitinin zor olacağı
gerekçesine dayanmaktadır. Kuralın toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında kamu
düzenini sağlama ve suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarını gerçekleştirme
bakımından “elverişli” olduğu kabul edilebilir. Ancak, aynı amacı
gerçekleştirmeye yönelik başka düzenlemelerin bulunduğu dikkate alındığında,
iptali istenen ibareyle alınan tedbirin “gerekli” olduğu söylenemez.
13. Göstericilerin yüzlerini kapatarak şiddete başvurmasını
caydırmaya yönelik başka kanuni düzenlemeler bulunmaktadır. İptali istenen
ibareyi maddeye ekleyen aynı (6638 sayılı) Kanun’un 10. maddesiyle Terörle
Mücadele Kanunu’nun 7. maddesine eklenen fıkranın birinci cümlesi şu
şekildedir: “Terör örgütünün propagandasına
dönüştürülen toplantı ve gösteri
yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla
yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan
beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Görüldüğü üzere,
barışçıl bir toplanmanın terör örgütünün propagandasının yapıldığı bir toplantı
ve gösteri yürüyüşüne dönüştürülmesi durumunda kimliklerini gizlemek amacıyla
yüzlerini örtenler çok daha ağır şekilde cezalandırılabilmektedir.
14. Diğer yandan, toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında
suç işleyenlerin tespitine ve daha sonra yakalanmasına yönelik kanuni
düzenlemeler de bulunmaktadır. 6638 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle 2559 sayılı
Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesinin üçüncü fıkrasının (b)
bendine eklenen “ve/veya boyalı” ibaresi, polisin direnen göstericilere
karşı basınçlı suyla birlikte boyalı su kullanmasına imkân tanımaktadır.
Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasa’ya aykırı bulunmayan bu kural, madde
gerekçesinde, “yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağıtılmasında
basınçlı su kullanılmakla beraber, gerektiğinde boyalı su kullanılmak suretiyle
suçluların tespitine ve kalabalıklar dağıtıldıktan sonra yakalama işleminin
yapılabilmesine yönelik düzenleme” olarak nitelendirilmiştir.
15. Dava konusu kuralla öngörülen cezanın “orantılı” olduğu
da söylenemez. Barışçıl bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne, belli kaygılarla
kimliğini gizlemek amacıyla yüzünü örterek katılan bir kişiye verilecek iki yıl
altı aydan başlayan hapis cezası ağır bir yaptırımdır. Öngörülen hapis
cezasının ertelenememesi, kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlara
çevrilememesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilememesi fiil
ile yaptırım arasındaki orantısızlığı daha da ağırlaştırmaktadır.
16. Sonuç olarak, herhangi bir istisnaya yer vermeyen ve
ağır yaptırım öngören kuralın, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne meşru ve
haklı kaygılarla kimliğini gizleyerek katılmak isteyenler üzerinde caydırıcı
bir etki yaratacağı açıktır. Bu nedenle böylesine genel, kategorik ve yaptırımı
son derece ağır bir yasağın demokratik toplum düzeninde gerekli ve ölçülü
olduğu söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, kuralın Anayasa’nın13. ve 34.
maddelerine aykırı olduğunu düşündüğümden, reddeyönelik çoğunluk görüşünekatılmıyorum.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
A- 6638 sayılı
İç Güvenlik Yasası’nın 4. maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin Üçüncü
Fıkrasının (b) bendine eklenen “…ve/veya boyalı” ibaresi yönünden
1. 6638 sayılı
İç Güvenlik Yasası’nın 4. maddesiyle 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinin üçüncü
fıkrasının (b) bendine “basınçlı” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen
“…ve/veya boyalı” ibaresinin iptali talep edilmiştir. Kural ile yasadışı
toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılanlarla, yasal ve barışçıl bir şekilde
başlayıp şiddet içeren eylemlere dönüşen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yer
alanlardan suça karışanların toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında veya
sonrasında yakalanmalarında kolaylık sağlanması amaçlanmaktadır. Kuralın amacı
suç işleme şüphesi altındaki kişileri tespit etmek ve yakalamak olmakla
birlikte, kural hiçbir şekilde suç işlemeyip, toplantı ve gösteri yürüyüşüne
barışçı bir şekilde katılan kişilerin, hatta tesadüfen olay yerinden geçenlerin
de boyalı su sıkılmak suretiyle işaretlenip, potansiyel suçlu muamelesi
görmelerinin önünü açmaktadır. Boyalı su ile işaretlenen herkes suçlu sayılıp,
yargılanma tehdidi altında kalacaktır. Bu durum da anayasanın 34. maddesinde
güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik
caydırıcı etki yapabilecektir. Kural amaca uygun ve elverişli olabilir ama
demokratik toplum düzeninin gereklerini sağlama bakımından amaçla orantılı bir
işleve sahip değildir. Sonuç olarak kuralın, Anayasa’nın 13., 34. ve 38.
maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle karara muhalif kaldım.
B- 6638 sayılı
İç Güvenlik Yasası’nın 8. maddesiyle değiştirilen 2911 sayılı Kanun’un 33.
maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendinde yer alan “…veya kimliklerini
gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla
örterek...” ibaresi yönünden
2. Bu kuralla
toplantı ve gösteri yürüyüşüne kimliklerini gizlemek amacıyla katılanların
cezalandırılması öngörülmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının ifade
özgürlüğüyle yakından ilişkisi olup, bir toplumdaki demokrasinin gelişmişlik
düzeyi ve kalitesi üzerinde önemli etkileri vardır. Kişilerin, herhangi bir
konuda seslerini duyurmak, düşüncelerini açıklamak, görüşlerini kamuoyuyla
paylaşmak, şikâyetlerini yetkililere iletmek, çeşitli politikalarla ilgili
eleştirilerini aktarmak ve en nihayetinde doğru olmadığını düşündükleri
uygulamaları protesto etmek için toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmaları en
doğal demokratik haklarından birini oluşturmaktadır. Bu hakkın kullanılması
üzerinde olumsuz etki yaratacak, kişileri bu hak doğrultusunda faaliyette bulunmaktan
vazgeçirecek sınırlamalar ve ölçüsüz cezalar demokrasinin kökleşmesine zarar
verecektir. Her hak gibi bu hak da kötüye kullanılabilir. Anayasal bir hakkı
kullanırken şiddet kullananlar, kamu düzenine ve başkalarının can ve mal
emniyetine zarar verenlerle mücadele etmek devletin görevleri arasındadır ancak
bu yapılırken kullanılan araçlar, gerçekleştirilmek istenen amaçla orantılı
olmalıdır.
3. Bir toplantı
ve gösteri yürüyüşüne yasadışı kılan temel ölçüt şiddete başvurulması ve şiddet
içermesidir. Şiddet içermeyen herhangi bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne
katılan bir kişi iş ve aile yaşamı ve benzeri diğer alanlardaki ilişkileri
bağlamında böyle bir faaliyete katıldığının bilinmesini istemeyebilir ve bu
nedenle kimliğini gizlemek amacıyla yüzünü kapatabilir. Örneğin yabancı bir
ülkenin dış politikasını protesto etmek isteyen, o ülkede kurulmuş ama
Türkiye’de faaliyet gösteren bir şirkette çalışan veya LGBTİ haklarını savunan
bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak isteyen bir kişi böyle bir faaliyette
yer aldığını ailesi, arkadaşları veya çalıştığı şirketin bilmesini
istemediğinden yüzünü tamamen veya kısmen kapatarak katılmak isteyebilir. Böyle
bir durumda bu kişi sırf kimliğini gizlediği gerekçesiyle 2 yıl altı aydan 4
yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılma riskiyle karşı karşıya
gelebilecektir. Burada öngörülen ceza anayasal bir hakkın kullanılması
bakımından ölçüsüz bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkının kullanılması üzerinde caydırıcı bir etki yaratma ihtimali
yüksektir.
4. İlgili kural,
yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasa’nın 2., 13. ve 34. maddelerine
aykırılık oluşturduğundan çoğunluk kararına katılmadım.
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. 27.3.2015
tarihli ve 6638 sayılı Kanun’un 8. maddesiyle, 2911 sayılı Kanun’un 33.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen “…veya kimliklerini
gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen bez vesair unsurlarla örterek…”
ibaresinin Anayasa’ya aykırı olmadığı yolundaki çoğunluk görüşüne
katılmamaktayım.
2. İbare ile
iki yıl altı aydan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması öngörülen
bu fiil, Anayasa ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na
aykırı olarak düzenlenen “yasa dışı” toplantı ve gösterilere değil,
yasal toplantı ve gösterilere yüzünü örterek katılmayı da oldukça ağır bir
yaptırıma bağlamaktadır.
3. Çoğunluk
gerekçesinde, toplantı ve gösteri yürüyüşlerine kimliğini gizlemek amacıyla
yüzünü bezle veya diğer bir şekilde örterek katılmanın yasaklanmasının, kamu
düzenini ciddi bir biçimde tehlikeye sokan terör ve şiddet eylemlerini önlemek
amacıyla öngörüldüğü, buradaki kamu yararının önemi karşısında söz konusu fiile
öngörülen yaptırımın ölçülülük ilkesini ihlal etmediği belirtilmektedir.
4. Yukarıda 2.
paragrafta ifade ettiğimiz üzere iptali istenen kural, yasa dışı yani terör ve
şiddet eylemlerinin söz konusu olabileceği durumlar için öngörülmüş değildir.
Zira yasa dışı toplantı ve gösteriler ilgili kanunlarımızda gerekli
yaptırımlara bağlanmış bulunmaktadır. Bu bağlamda yine 6683 sayılı Kanun’un 10.
maddesiyle, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesine ikinci
fıkradan sonra gelmek üzere şu fıkra eklenmiştir:
“Terör
örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde,
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan
beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve
şiddet başvurmaları ya da her türlü silah, Molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı
ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları halinde verilecek
cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz”.
5. Bu düzenleme
karşısında, yasa dışı veya yasal olarak başlayıp ta yasa dışı bir hale dönüşen
toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kimliklerini gizlemek için yüzünü örtenlere
karşı yeterli bir yaptırım öngörülmediğinden söz edilemez. Bu nedenle kuralın
ölçülülük değerlendirmesi, yasa dışı durumlarla mücadele zorunluluğundan
hareketle değil, yasal bir hakkın kullanımına getirilen yeni bir sınırlama söz
konusu olduğu gözetilerek yapılmalıdır.
6. Yasal bir
toplantı veya gösteriye katılmak isteyen ancak sosyal, ailevi veya mesleki
nedenlerle açık kimliğinin bilinmesini istemeyen kişiler ise, iptal istemine
konu edilen bu kuralla ceza tehdidi altında kalmaları nedeniyle, bu hakkı
kullanamayacaklardır. Öte yandan, yüzünü kapatmanın aynı zamanda Anayasa’nın
26. maddesinde düzenlenen “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” yani
ifade özgürlüğü kapsamında bir eylem olabileceği de gözetilmelidir. Buna
karşılık, terör eylemlerinin en ağır biçimlerinden olan intihar eylemlerini
gerçekleştirenlerin, yüzlerini gizlemek ihtiyacı duymayacağı açıktır. Bu
nedenle, kuralla amaçlanan terörle mücadele gereksinimleri ile kişi hak ve
özgürlüklerine getirilen sınırlama arasında zorunluluk yönünden makul ve adil
bir denge kurulamadığı görülmektedir.
7. Sonuç
itibariyle, Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan, silahsız ve
saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, Kanun’un 33.
maddenin birinci fıkrasının (a) bendine eklen ibareyle ihdas edilen suç
nedeniyle, fiilen ancak açık kimliği herkesçe ve açıkça teşhis edilebilecek
şekilde kullanılabilirlik koşuluna bağlandığı, bununla da hakkın kullanımının
aşırı biçimde sınırlandırıldığı anlaşılmaktadır. Bir Anayasal hakkın
kullanımının ilke olarak ancak açık kimliğin kamuya açık tutulması suretiyle
kullanılabileceği haller olabileceği düşünülebilirse de (örneğin adil
yargılanma hakkı, seçilme hakkı, kamu hizmetlerine girme hakkı gibi) toplantı
ve gösteri yürüyüşü hakkı bu kapsamda değildir. Kaldı ki toplantı ve gösteri
yürüyüşlerine katılanların güvenlik güçlerince kimlik kontrolünün yapılmasına
bir engel de bulunmamaktadır. Öte yandan, terörle mücadele, terör
propagandasını önleme ve bu suçları işleyenlerin belirlenmesi gibi meşru
amaçların korunması için diğer yasa kurallarında yeterli tedbirler yer
almaktadır. Dolayısıyla, kuralın iptalinin terörle mücadelede bir zafiyet
yaratacağından da söz edilemeyecektir.
Açıklanan
nedenlerle, iptal istemine konu olan ibarenin Anayasa’nın 2., 13. ve 34.
maddelerine aykırı olduğu düşüncesiyle, çoğunluk görüşüne katılmamaktayım.
Üye
Osman Alifeyyaz
PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
27.3.2015
tarihli ve 6638 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat,
Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun geneli hakkında şekil yönünden ve bazı madde, fıkra veya ibarelerinin
de esas bakımından iptal edilmesi istemine yönelik olarak açılan iptal
davasında, karar içerisinde görülecek olan diğer tüm konularda Mahkeme
çoğunluğu’na iştirak etmekle birlikte, aşağıda görülen üç konuda çoğunluk
gerekçesinden farklı hukuki gerekçeler ve vicdani kanaatle oy kullanmış
bulunmaktayım.
Mahkeme sayın
çoğunluğundan ayrı düştüğüm üç konu ve karşıoy gerekçelerim sırasıyla şöyledir
:
A- 2559
SAYILI PVSK’NIN 16. MADDESİNİN ÜÇÜNCÜ FIKRASININ (B) BENDİNE “…BASINÇLI…”
İBARESİNDEN SONRA GELMEK ÜZERE, 27.3.2015 TARİHLİ VE 6638 SAYILI KANUNUN 4.
MADDESİYLE EKLENEN “VE/VEYA BOYALI” İBARESİ YÖNÜNDEN
1. İncelenen
Kural Ve Kapsamı
İptali istenen
ibarenin de yer aldığı kural tam olarak şöyledir; “b) Maddi güç; polisin
direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedeni kuvvetin dışında kullandığı
kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar
veya tozlar, fiziki engelleme, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet
araçlarını, ifade eder.”
Madde gerekçesinde
bu ibareyle ilgili olarak; “toplumsal olaylarda suç işleyenlerin tespitinde ve
bunların olaylar devam ederken suçüstü yakalanmasında güçlüklerle
karşılaşılmakta, kalabalık içerisinde yakalama işlemi hem kolluğun hem de
vatandaşın vücut bütünlüğü açısından tehlike oluşturabilmektedir. Bu bakımdan,
yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağıtılmasında basınçlı su
kullanılmakla beraber, gerektiğinde boyalı su kullanılmak suretiyle
suçluların tespitine ve kalabalıklar dağıtıldıktan sonra yakalama işleminin
yapılabilmesine yönelik düzenleme yapılmıştır.” denilmektedir.
Demokratik bir
hukuk devletinde güvenlik güçleri, kamu düzenini sağlamak, suç işlenmesini
önlemek veya işlenen suçların takibi amacıyla, görevin gerektirdiği ölçüde
fiziksel güç kullanmakla yetkilidir. Hatta yasal koşulları oluştuğunda gerekli
ölçüde güç kullanmak, polisin kanuni görevi kapsamındadır. Nitekim evrensel
nitelikte hukuka uygunluk nedeni olan meşru savunma nedeninden başka, güç
kullanmakla yetkili kamu görevlilerinin bu kapsamdaki eylemleri 5237 sayılı
TCK’nın 24 ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 63/1. maddeleri uyarınca
hukuka uygun kabul edilmektedir. 2559 sayılı PVSK’nın ilgili hükümleri ile
iptali istenilen kuralda da polisin güç kullanma yetkisi düzenlenmektedir.
Fakat, iptali istenilen kuralda aslında güç kullanmaya ilişkin yetki
düzenlendiği halde, anılan madde gerekçesinden de görüleceği üzere boyalı su
kullanımı güç kullanımıyla ilgili bir yöntem değildir.
Boyalı suyun,
kalabalık halde eylem yapan suçluların tespiti ve dağıldıktan sonra onların
yakalanmasını temine yönelik olarak kullanılacağı hususu madde gerekçesinde
açıklanmaktadır. Kolluk güçleri, kendilerini görevlendiren kanun hükümleri ve
yetkili amirin emri gereği, suç işlenmesi durumunda elbette suç delillerini
tespit ederek suçluları yakalayıp, adli mercie teslim edecektir. Fakat boyalı
su kullanılması nedeniyle kişilere yapılan müdahalenin Anayasal açıdan
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Şu halde kuralın
bu anlam ve kapsamı çerçevesinde anayasal denetimin yapılması gerekmektedir.
Kural aşağıda, sınırlama nedeninin amacı, işlevi ve sonuçlarını önceleyen bir
sırayla Anayasanın 34, 13, 38 ve 17. maddeleri yönünden değerlendirilecektir.
2. Anayasanın
34 ve 13. Maddeleri Yönünden İnceleme
Boyalı su kullanılması,
kişi hakları üzerinde bir müdahale oluşturmaktadır. Bu müdahalenin kanuni
dayanağının bulunduğu ve madde gerekçesinde belirtilen, suç işleyenin
yakalanması biçimindeki amacının da kamu yararını temine yönelik olduğu
söylenebilir. Fakat, bilindiği üzere Anayasanın 13. maddesi uyarınca temel hak
ve hürriyetler, “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı
olarak” sınırlandırılabilir.
Anayasanın 34/2.
maddesi uyarınca toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ancak; “milli
güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel
ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla”
sınırlanabilir. İptali istenilen kurala ilişkin madde gerekçesinde belirtilen
“suçluların tespiti ve yakalanması” amacının, Anayasada sınırlama nedeni olarak
düzenlenmediği görülmektedir. Suç işlenmesinin önlenmesi amacı, suçun
önlenmesine yönelik kolluk tedbirlerini ifade ettiğinden, suçun takibiyle
ilgili değildir. Bu bakımdan, iptale konu ibarenin Anayasal sınırlama nedenlerine
dayanmadığı, başka deyişle meşru bir anayasal temelinin bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan,
bir an için Anayasanın 34/2. maddesinde belirtilen söz konusu sınırlama nedeni
geniş olarak yorumlanıp, sınırlamanın meşru nedeninin bulunduğu düşünülse
dahi, sınırlamayı ihtiva eden kuralın, Anayasanın 13. maddesindeki, “Anayasanın
sözüne, ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
uygun ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama” ölçütleri bakımından incelenmesi
gerekmektedir.
Doktrinde de
işaret edildiği üzere 13. maddedeki “demokratik toplum düzeni ve laik
Cumhuriyetin gereklerine” aykırı olmama ölçütü, çağdaş hürriyetçi demokrasi
anlayışına, Cumhuriyetçilik, insan hakları, laik devlet, sosyal devlet ve hukuk
devleti ilkelerine aykırı olmama biçiminde anlaşılmaktadır (bkz. Atar, Yavuz,
Türk Anayasa Hukuku, 7.B. 2012, s. 126, 127). Ayrıca bu gerekliliğin, toplumsal
bir ihtiyacın zorlaması olarak ortaya çıkması gerekir. Diğer taraftan,
demokratik toplumda gerekli olduğu kabul edilse dahi, sınırlamanın ölçülülük
ilkesine aykırı olmaması da diğer bir anayasal zorunluluktur.
Boyalı su
kullanma yetkisi kurala göre, toplu halde eylem yapan göstericilerin dağılma
çağrısına uymamaları durumunda kullanılacaktır. Böyle bir durumda kurala göre,
dağılmayıp pasif halde oturmaya devam edenlere veya dağılmamak için polise güç
kullananlara karşı kullanılabilecektir. Yine, boyalı suyun kalabalık üzerine
püskürtülerek kullanılması gerektiğinden, polise karşı güç kullanan eylemciler
ile, eylemini demokratik bir yöntemle sürdürmek isteyen eylemcilerin ayrımını
yapmak mümkün olmayacaktır. Hatta civarda tesadüfen veya eylemi izlemek için
bulunan kişilerin dahi boyalı su ile isabet alması olasıdır. Böyle bir durumda
kanun gereği suçlu olduğu tespiti ile yakalanmış kişi muamelesi göreceği aşikar
olan ve sonuçları itibarıyla aşağıda izah edildiği üzere masumiyet karinesini
de ihlal eder mahiyette uygulamalara yol açabilen kuralın, demokratik toplumda
gerekli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Doğrudan amacı suçu önlemek
olmayan boyalı su kullanılmasının aşağıda ayrıca incelenen, insan onurunu
zedeleyen etkileri de gözetildiğinde, bu kanının güçlendiği anlaşılacaktır.
Belirtilen olumsuz etkileri karşısında kuralın, toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkını kullanma ve hatta anayasal güvenceyi haiz bu tür eylemlere
iştirak etme bakımından kişiler üzerinde caydırıcı etkisinin olacağı ve bu
yönüyle hakkının özünü zedeleyeceği açıktır.
Sonuç olarak,
Boyalı su kullanılması suçu önlemeyi değil, suçluyu yakalamayı amaçlamaktadır
ve bu yasal amacı itibariyle Anayasal sınırlama nedenlerine aykırı düşmektedir.
Kaldı ki bu yönden aykırı olmadığı düşünülse dahi, Anayasanın 13. maddesindeki
diğer ölçütler bakımından değerlendirildiğinde, belirtilen amacı ve kuralın
verdiği yetkiyle yapılacak uygulamaların ortaya çıkardığı sonuçlar karşısında,
demokratik toplumda gerekli olmadığı anlaşıldığı gibi, ölçülü olmadığı da
görülmektedir.
3. Anayasanın
38. Maddesi Yönünden İnceleme
Madde
gerekçesinde açıklandığı üzere boyalı su, kanundışı olarak adlandırılan
toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması emrine uymayanlara karşı, suç
işleyenleri tespit ve yakalama amacıyla üzerlerine su püskürtülmesi suretiyle
uygulanacaktır. Su püskürtülmesi işlemi, doğası gereği hedef kişilerle sınırlı
kalmayıp, civardakilere de isabete yol açabilecektir. Kanunda belirtilen
biçimde kullanıldığında, eylem yerinde veya civarında bulunduğu için
elbisesinde boyalı su kalıntısı bulunanlar polis tarafından yakalanarak,
haklarında kanuna aykırı gösteri yapıldığı ve kamu görevlisine direnildiği
suçlamasıyla adli işlem yapılacaktır. Yakalanan kişiler bakımından
üzerlerindeki boyalı su, sadece toplantı ve gösteriye katıldığını değil, polise
eylemli biçimde ve fiziksel güç kullanarak direndiğine ilişkin maddi bir delil
olarak kabul edilebilecek, en azından aksi ispatlanması çok zor olan yasal ve
fiili bir karine olarak anlaşılacaktır. Bu şekilde hakkında adli işlem yapılan
zanlıyla ilgili olarak gerek soruşturma ve kovuşturma başlatmakla yetkili C. Savcısı
ve gerekse yargılayan hakimde ön yargı oluşturacak bir etki yaratması da arzu
edilmeyen ve fakat bu işlemin doğal bir sonucudur.
Boyalı su,
kişinin eylem sırasında orada olduğu dışında bir anlam ifade etmemesine karşın,
kanun gerekçesinde ifade edildiği amaçla (suçlunun tespiti) kullanılmış olması
ve bu amacı yansıtan bir tutanak ile hakkında suçlamada bulunulduğunda,
elbisesinde boya lekesi ile yakalanan kişinin, hakkında oluşacak bu yasal
karine karşısında suçlu olmadığını kanıtlama şansı en azından oldukça
azalacaktır. Bu durum masumiyet karinesiyle yakından ilgilidir. Anayasanın
38/4. maddesi uyarınca, “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.”
Anayasa
Mahkemesi bir kararında; masumiyet karinesinin hukuk devleti ilkesinin bir
gereği olduğunu ve bu karine gereği, “hakkında suç isnadı altında bulunan
kişinin, adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis
edilene kadar masum sayılması gerektiğini” ifade etmektedir (AYM 26 Aralık
2013, 2013/133 E. – 2013/169 K.).
Adil yargılanma
hakkının bir parçası olması nedeniyle Anayasanın 36. maddesiyle de ilgili olan
bu ilke aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi kapsamında
değerlendirilmektedir. İspat yükünü değiştiren bazı karinelere dayanılması
sorun olmayabilir ise de kişinin suçlu olduğuna dair çürütülmesi mümkün olmayan
maddi ve hukuki karinelerin oluşturulması, masumiyet ilkesini ihlal edebilir
(bkz. AİHM Salabiaku/Fransa, no 105/1983, 7.10,1988, par. 28-29; Osman Doğru-
Atilla Nalbant, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar,
Avrupa Konseyi-Yargıtay Başkanlığı, Ankara 2012, C.I, s. 642, 644).
Diğer taraftan
masumiyet karinesinin yargılayan mahkeme hakimine hitap eden yönü gereği;
“hakim, isnat edilen suçu sanığın işlediği önyargısı ile başlamamalıdır.”
(Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2016, C.I, s. 118.
Benzer biçimde, ön yargı ile hareket edilmesi ve suçluluk karinelerine
dayanılmasının masumiyet karinesinden yararlanma hakkını ihlal edeceği yönünde
bkz. Öztürk, Bahri (Editör), Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku,
Ankara 2016, 10.B. s. 151). Hakime bu ön yargıyı oluşturacak yasal bir
karinenin veya karine anlamına gelecek bir kuralın kabul edilmesi de masumiyet
karinesine aykırı düşecektir.
Suç isnat edilen
kişinin yargılamasında ispat yükünü iddia makamından alıp sanığa yükleyen ya da
isnadın aksini ispat etmesini imkansız kılan, güçleştiren veya yargılama
makamlarına ön yargı oluşturabilecek kanuni karinelerin konulması, masumiyet
karinesiyle bağdaşmaz. Yargılamada karineden yararlanılması, delillerin
değerlendirilmesiyle ilgilidir.
Delillerin
değerlendirilmesiyle ilgili diğer bir ilke, ‘şüpheden sanık yararlanır’
(in dubio pro reo) ilkesidir. Bu ilke, suçlu olduğu şüpheli olan kişilerin
cezalandırılmaması esasına dayanmakta ve masumiyet karinesinin bir unsurunu
oluşturmaktadır (Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2016, C.I, s.
117). Ceza yargılamasında Yargıtay da bu ilkeyi titizlikle uygulamakta ve
örneğin; “şüpheden sanık yararlanır kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan
cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle
ispat edilmesidir. … O halde mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil,
her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır.” (CGK 17.11.2009,
8-122/266) sözleriyle önemini ortaya koymaktadır.
AİHM, mahkumiyet
kararı için karineye dayanan ve şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesini gözardı
eden Avusturya ulusal mahkemesi kararının Sözleşmenin 6. maddesini ihlal ettiği
sonucuna ulaşmıştır. AİHM trafik kazasına karışan araç sahibinin sürücü olarak
suçlandığı ceza davasında, mağdurun sürücüyü teşhis edememesi, hatta erkek veya
kadın olduğunu dahi belirtememesine karşın ulusal mahkemenin, sanığın ifade
vermeye reddetmesi ve genellikle aracın sürekli kullanıcısı durumunda olup olay
gecesi de evde bulunmamasından hareketle, (kız kardeşinin de bazen aracı
kullandığına dair dosyadaki bilgiyi ve şüpheden sanık yararlanır ilkesini
gözardı ederek) ispat yükünü sanığa geçirip, masum olduğunu kanıtlayamayan sanığın
suçun faili olduğuna dair kabulünün masumiyet karinesini ihlal ettiğine karar
vermiştir (bkz. Telfner/Avusturya, 20.3.2001, no 33501/96; Doğru/Nalbant, 2012,
C.I, s. 644).
Anayasa
Mahkemesi de bir davada, azami yük ağırlığının aşılması nedeniyle gönderene
idari para cezası öngören kuralın uygulanmasına ilişkin mahkeme kararında,
kuralın ihlaliyle ilgili olarak gönderenin kastının araştırılmasına gerek
görülmeden, gönderen sıfatını taşımasını yeterli görerek, aksi ispat
edilemeyecek bir karineden yararlanılmak suretiyle fiil ile fail arasında bağ
kurularak karar verilmesinin masumiyet karinesini ihlal ettiğine karar
vermiştir (AYM B. no 2014/3905, 19.4.2017, par. 32-34).
Bu anlamda,
toplu gösteri sırasında boyalı su isabet edeni daha baştan damgalayıp suçlu
gibi yansıtarak, aleyhinde suçlu sayılmasını gerektirir bir karine
oluşturabilecek bir yöntemin kullanılması hukuk devleti ilkesi bakımından
hakkaniyete aykırı düşeceği gibi, Anayasanın 38. maddesinde belirtilen
masumiyet karinesinden yararlanma hakkını ve dolayısıyla adil yargılanma
hakkına ilişkin Anayasanın 36. maddesini ihlal etmektedir. Bu nedenle kuralın
iptali gerektiği görüşündeyim.
B- 2911
SAYILI KANUNUN 33. MADDESİNİN BİRİNCİ FIKRASININ (a) BENDİNDE YER ALAN VE 6638
SAYILI KANUNUN 7. MADDESİYLE DEĞİŞİK “…VEYA KİMLİKLERİNİ GİZLEMEK
AMACIYLA YÜZLERİNİ TAMAMEN VEYA KISMEN BEZ VE SAİR UNSURLARLA ÖRTEREK” İBARESİ
Kuraldaki
ibarenin yer aldığı cümlenin bağlamı şöyledir : “a) … taş, sopa, demir bilye ve
sapan … sis, gaz ve benzeri maddeler taşıyarak veya kimliklerini gizlemek
amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlar örterek katılanlar
iki yıl altı aydan dört yıla kadar,
b) Yasadışı
örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu işaret ve
amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek katılanlar
ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha,
araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses
cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar,
hapis cezası ile
cezalandırılırlar.”
İptali istenen
bu ibare ile, değişiklik gerekçesinde de açıklandığı üzere, yeni bir suç tipi
ihdas edilmiştir. Bu suçun maddi unsurunu; “kısmen de olsa kimliğini gizlemek
amacıyla yüzü örterek toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak” oluşturmaktadır.
Manevi unsur ise genel kastı değil, ‘kimliğini gizleme amacını’ kapsayan,
özel kastı gerektirmektedir. Suç, üzerinde aynı bentte sayılan cisimleri
taşımakla ilgisi olmaksızın, başka deyişle üzerinde yasak hiçbir cisim olmadığı
halde salt kimliğini gizlemek amacıyla yüzü örtmekle oluşmaktadır.
Toplantı ve
gösteri yürüyüşüne katılanların yüzlerinin görünür biçimde olması şartı,
kamusal alanda kişilerin kimliklerini görünür ve bilinir kılmaya zorlaması
dolayısıyla hem Anayasanın 34. maddesindeki hakkın kullanımına, hem de
Anayasanın 17. maddesinde yer alan “maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkı” ile 20. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğine
müdahale niteliğindedir. Bu Anayasanın 13. maddesi yönünden ayrıca, bu
müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olup olmadığının incelenmesi
gerekmektedir.
Anayasanın 17 ve
20. maddelerinde bu konuyla ilgili özel sınırlama nedenleri öngörülmediğinden,
sınırlamanın hakkın doğasından kaynaklanan nedenlerle ve kanunla yapılması
mümkündür. Anayasanın 34. maddesi yönünden ise, toplantı ve gösteri yürüyüşü
düzenleme hakkının kullanılmasında şekil, şart ve usullerin kanunla
düzenleneceği belirtilmektedir (Ay. 34/3). Hakka müdahale oluşturabilecek
sınırlamaların da aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen nedenlerle ve kanunla
yapılması gerekmektedir.
Toplantı ve
gösteri yürüyüşü düzenleme ve bunlara iştirak etme hakkı, temel hakların
korunup geliştirilmesi yönünden demokratik toplumlar için vazgeçilmez temel
haklardandır. Fakat, bu hakkın etkin bir biçimde kullanılabilmesi için kamu
düzeninin korunması da gerekmektedir. Kalabalık insan gruplarının hareket
halinde olduğu bu tür eylemler sırasında topluluğu hedef alan saldırılar
olabilmekte veya suç örgütleri bu tür toplantıları provoke edebilmektedir. Bu
nedenle kamu düzeninin temini ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla, eylemlere
katılanların kimliklerini gizlemelerinin yasaklanması, demokratik toplumun
korunması adına gerekli görülebilir. Ancak bu sorunun çözümünde kuralda olduğu
gibi bir yöntemin benimsenmesi bazı anayasal sorunlara yol açabilmektedir.
Böyle bir kural,
kamusal alanda yüzün örtülmesinin yasaklanması anlamını taşımaktadır. Bu
düzenleme, kişilerin maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme ve özel
hayatın gizliliği haklarını ihlal eder ve bu hakların özünü zedeler nitelikte
olacaktır. Ayrıca böyle bir kural, (her ne kadar kimliğini gizleme amacı -özel
kast- öngörülerek ceza yaptırımına uğramayacakları ileri sürülebilir ise de)
dini inançları gereği yüzlerini kapatan kişilerin toplantı ve gösteri alanına
girmelerinin yasaklanmasıyla sonuçlanacaktır. Çünkü suçun oluşup oluşmadığı
hususu adli mercide tartışılana kadar, kimliği belli olmayacak biçimde toplantı
veya gösteri yerine girmek isteyenler alıkonacak veya alana girmişse,
haklarında yasal işlem yapılacaktır. Kuralın bu anlam ve kapsamı ile sonuçları
nedeniyle 24. maddedeki din ve vicdan hürriyetini de sınırladığı görülmektedir.
Dolayısıyla,
böyle bir yasak öngörülmüş olması, belirtilen anayasal hakların (m. 17/1, 20/1,
24, 34) özünü zedeler nitelikte olduğu gibi, demokratik toplumda gerekli
olmadığından Anayasanın 13. maddesine aykırıdır.
Diğer taraftan,
kural ile getirilen yasağın (kimliğini gizlemek amacıyla yüzünü kısmen de olsa
örtme) ihlali nedeniyle iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.
Yukarıda açıklanan gerekçe karşısında ayrıca gerekli olmamakla birlikte,
konunun bu yönüyle de anlaşılması bakımından, yaptırım yönünden orantılılık
ilkesine uygunluğun değerlendirilmesinde de yarar vardır.
Kural olarak suç
politikası gereği bir fiilin ceza hukuku alanında düzenlenmesi ve yaptırımının
ne olacağı konusu yasama organının yetkisi içerisindedir.
Fakat Anayasa
Mahkemesinin çoğu kararında belirtildiği üzere; “hukuk
devleti ve ölçülülük ilkeleri gereğince bu yöndeki düzenlemelerde öngörülen
yaptırım, insan onuruna aykırı bulunmamalı ve suçla yaptırım arasında bir
ölçüsüzlüğe yol açmamalıdır. …“orantılılık” ise başvurulan önlem ve
ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir kuralda öngörülen düzenleme ile ulaşılmak
istenen amaç arasında da makul bir dengenin bulunması zorunludur.” (bkz.
AYM 29.3.2017, 2017/ 14 – 2017/83, par. 11-12; RG. 18.4.2017 – 30042)
Orantılılığın
değerlendirilmesinde elbette diğer fiillerin yaptırımı tek başına bir kıyas
ölçütü olarak kullanılamaz. Her fiilin koruduğu hukuki değer ve o değerin
korunmasına ilişkin toplumsal ihtiyacın gözetildiği suç ve ceza politikası
çerçevesinde yaptırım türü ve miktarı yasa koyucu tarafından belirlenmektedir.
Bu açıdan yaptırım türü ve miktarının orantılılığı değerlendirilirken, korunan
değere yönelik yakın tehlikenin varlığı ve bunun demokratik toplum bakımından
önemi gözönünde bulundurulmalı, fakat aynı zamanda kıyas imkanı tanıyabilmesi
için bazı suç tiplerinin yaptırımlarına da göz atılmalıdır.
Öncelikle,
sınırlamanın kabahat yerine ceza hukuku yaptırımı ile karşılanmış olması,
orantılılığı etkileyen bir tercihtir. Yasaklanan eylem, kimliğin gizlenmesi
amacıyla yüzün kısmen de olsa kapatılmasıdır. Yüzü kapatma şeklindeki hareket
bizatihi zarar verir veya tehlike doğurur nitelikte değildir. Bu nedenle genel
tehlike yaratan bir suç tipi olduğunu söylemek güçtür. Fakat, yasa koyucu, bu
tür olaylardaki fiili durumdan hareketle, kimliğini gizleyecek şekilde
eylemlere iştirak eden kişilerin, suç işleme potansiyelini gözeterek böyle bir
suç ihdas etmiştir. Buna karşın, bazı kişilerin katıldığı toplantı ve gösteri
eylemlerinin sosyal çevresi ve hatta iş çevresince bilinmesini istemeyebileceği
ve bunun da bir hak olarak görülmesi gerektiği ileri sürülebilir. Örneğin kendi
tercihi olmadığı halde böyle bir hakkı savunanlara destek amacıyla LGBT
içerikli bir gösteri yürüyüşüne katılan kişi, tanınmamak amacıyla yüzünü
kapatabilmelidir. Gerçekten normalde demokratik toplumlarda bu tür
davranışların tolore edilmesi beklenilmelidir. Fakat, ülkede gösteri
yürüyüşlerini kötüye kullanıp, göstericiler arasına katılarak suç örgütleri
adına eylem yapma pratiğinin kimliğini gizlemeyi bir yöntem olarak belirlediği
durumda, bu yasağın ceza hukuku yaptırımı olarak öngörülmesine yönelik
toplumsal bir ihtiyacın bulunmadığı da söylenemez. Bu noktada, belirtilen
gerekçelerle yasa koyucunun bu tür fiillere kabahat yerine ceza hukuku
yaptırımı öngörmüş olması orantısız bulunmayabilir. Fakat, toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkını kullanmaktan caydırıcı etkisi karşısında yaptırım olarak adli
para cezası yerine hapis cezası öngörülmesinin bir orantı sorununa yol
açabileceğine değinmek gerekir. İkinci olarak, orantılılık ilkesi yönünden
öngörülen yaptırım miktarının da değerlendirilmesi gerekir.
Diğer taraftan,
6638 sayılı Kanunun 10. maddesiyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7.
Maddesine eklenen 3. fıkra hükmüne göre; “Terör
örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde,
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlar üç yıldan
beş yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Bu suçu işleyenlerin cebir ve
şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı,
yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları hâlinde
verilecek cezanın alt sınırı dört yıldan az olamaz.”
Görüldüğü üzere,
terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde
kimliklerini gizlemek amacıyla yüzü kapatma eylemi 3713 sayılı Kanunun 7/3.
maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla, 2911 sayılı Kanunun 33/1-a
maddesinde yazılı olup iptali talep edilen kural, terör örgütü
propagandasına dönüştürülmeyen toplantı ve gösteri yürüyüşlerini
düzenlemektedir. Bu tespit, yasaklanan eylemin kamu düzeni bozma ve suç
işlenmesini önlemeye yönelik potansiyel tehlikesinin ne düzeyde olduğunu
anlamak bakımından önemlidir. Zira yasa koyucuyu kuraldaki yasağı koymaya
zorlayan asıl neden, terör örgütlerinin faaliyetleri kapsamındaki kitlesel
eylemlerdir. Kuraldaki ceza miktarının orantılılığı incelenirken, bu durumun
dikkate alınması gerekmektedir.
Ceza miktarının
orantılılığını belirlemek için, 2911 sayılı Kanundaki diğer suçlar ve
cezalarına göz atmakta yarar bulunmaktadır:
Madde 28 –
(Değişik: 23/1/2008-5728/422 md.)
Kanuna aykırı
toplantı veya gösteri yürüyüşleri düzenleyen veya yönetenlerle bunların
hareketlerine katılanlar, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç
teşkil etmediği takdirde bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
Madde 30 – Yapılmakta
olan toplantı veya yürüyüşte huzur ve sükûnu bozmak maksadıyla tehdit veya
hakaret veya saldırı veya mukavemette bulunanlar veya başka bir suretle huzur
ve sükûnun bozulmasına sebebiyet verenler, fiil daha ağır bir cezayı gerektiren
ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde, bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis
(...) cezası ile cezalandırılır.
Kanuna aykırı
propaganda vasıtaları ve suç işlemeye teşvik
Madde 31 – Düzenleme
kurulu başkanı ve en az altı üyesinin ad ve soyadları ile imzalarını taşımayan
26 ncı maddede yazılı propaganda vasıtalarını hazırlayanlar, yazdıranlar,
bastıranlar, propaganda maksadıyla kullananlar veya sair surette 26 ncı
maddedeki yasak ve şartlara uymayanlar altı aydan bir yıla kadar hapis (...)
(2) cezası ile cezalandırılır.
Bu propaganda
vasıtalarında halkı suç işlemeye teşvik ve tahrik eder mahiyette yazı veya
resim veya işaret bulunursa veya bu maksatla başka araçlar kullanılmış olursa,
fiil daha ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde
failleri bir yıl altı aydan üç yıla kadar hapis (...) cezası ile
cezalandırılır.
Teşvik ve tahrik
neticesi olarak suç işlenir veya suçun icrasına teşebbüs edilirse, fiil daha
ağır bir cezayı gerektiren ayrı bir suç teşkil etmediği takdirde teşvik veya
tahrikte bulunanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis (...) (2) cezası ile
cezalandırılır.
Madde 32 –
(Değişik: 22/7/2010 - 6008/1 md.)
Kanuna aykırı
toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen
dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin
işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında
artırılarak hükmolunur.
Madde 33/1 -
b) Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu
işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek
katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz,
resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek
veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar, hapis
cezasıyla cezalandırılırlar.
Görüldüğü üzere
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda düzenlenen ve aslında aynı hukuki
değeri korumaya çalışan diğer suç tiplerinde öngörülen yaptırımlar ile bu kuralda
yasaklanan eylemin yaptırımı kıyaslandığında dahi orantısızlık açıkça
anlaşılmaktadır.
Bir ceza hukuku
normunda öngörülen yaptırımın, konusu olan hukuki değeri korumaya elverişli
olması ve ayrıca öngörülen cezanın da fiille orantılı bulunması gerekmektedir.
Ceza yaptırımlarının fiille orantılı olması ilkesi 2 ve 13. maddelerden başka,
Anayasanın 38. maddesinde düzenlenen ve kusur ilkesini barındıran ‘cezaların
şahsiliği ilkesi’nin de bir gereğidir (Centel, Nur/Zafer, Hamide/Çakmut, Özlem,
Türk Ceza Hukukuna Giriş, 6. B. İstanbul 2010, s. 44; İçel, Kayıhan/Donay,
Süheyl, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Hukuku, Genel Kısım, 1. Kitap, Beta
Yy. İstanbul 2005, 4.B. s. 71). Anayasanın 38. madde gerekçesinde şahsilik
ilkesi açıklanırken; “Beşinci fıkra, ceza sorumluluğunun şahsi olduğunu; yani
failden gayri kişilerin bir suç nedeniyle cezalandırılamayacağı hükmünü
getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayalı ceza
sorumluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuraldır” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi de bir kararında, “Anayasa'nın 38. maddesinde yer alan ve kusursuz
suç ve ceza olmaz ilkesini barındıran "cezaların şahsiliği
ilkesi" gereğince kişilerin cezalandırılabilmesi için kusurlu bir
davranışının bulunması gerekir.” ifadesiyle bu hususu vurgulamıştır (AYM
2015/35 E.- 2015/40 K. 22.4.2015, RG. 23.5.2015-29364).
Kusur ilkesi
aynı zamanda hukukun genel ilkeleri niteliğindedir (bkz; Özgenç, İzzet, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2016, 12. B. s. 668). Modern ceza hukuku,
cezalandırmanın temelini kusura dayandırmakta ve kusur bulunmadığında kişinin
cezalandırılamayacağını kabul etmektedir. Kusur ilkesinin sonucu olarak,
ceza yaptırımının da kusurla orantılı olması gerekir (İçel,
Kayıhan/Donay, Süheyl, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Hukuku, Genel Kısım,
1. Kitap, Beta Yy. İstanbul 2005, 4.B. s. 71; Koca, Mahmut/Üzülmez, İlhan, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2016, 9.B. s. 53).
Açıklanan
gerekçeler karşısında; yüzü kapatmanın yasaklanıp ceza yaptırımına bağlanması
şeklindeki müdahalenin, Anayasanın 17 ve 20. maddelerine aykırı olduğu, ayrıca
cezanın türü ve miktarının da Anayasanın 13 ve 38. maddeleri yönünden orantısız
olduğu vicdani kanaatine ulaşmam nedeniyle, kuralın iptali gerektiği
düşüncesindeyim.
C- 6638
SAYILI KANUNUN 16. MADDESİYLE, 5442 SAYILI İL İDARESİ KANUNUNUN 66. MADDESİNİN
BİRİNCİ FIKRASINA EKLENEN (İKİNCİ) CÜMLENİN İNCELENMESİ
İptal istemine
konu olan ek 2. cümleyi içeren 1. fıkra şöyledir : “İl genel kurulu veya idare
kurulları yahut en büyük mülkiye amirleri tarafından kanunların verdiği yetkiye
istinaden ittihaz ve usulen tebliğ veya ilan olunan karar ve tedbirlerin tatbik
ve icrasına muhalefet eden veya müşkülat gösterenler veya riayet etmeyenler,
mahalli mülki amir tarafından Kabahatler Kanununun 32. maddesi hükmü uyarınca
cezalandırılır. (Ek 2. cümle : 6638/m.16) Ancak, kamu düzenini ve
güvenliğini veya kişilerin can ve mal emniyetini tehlikeye düşürecek toplumsal
olayların baş göstermesi halinde vali tarafından kamu düzenini sağlamak
amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan karar ve tedbirlere aykırı
davrananlar, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”
Böyle bir
düzenlemenin, Anayasanın 38. maddesindeki; suç ve cezaların kanuniliği ilkesine
(f. 1-3); “idare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide
uygulayamaz” kuralına (f.11) ve Anayasanın 7. maddesindeki, yasama yetkisinin
devredilemezliği ilkesine uygunluğu yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kural öncelikle,
kanunilik ilkesinin hukuk güvenliği, hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik alt
ilkeleri yönünden incelenmelidir.
AYM’nin çeşitli
kararlarında belirtildiği üzere; hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki
güvenlik ilkesi hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, hukuki
belirlilik ilkesi de kanun hükümlerinin şüpheye yer vermeyecek şekilde
açık, net, anlaşılabilir olmasını ve ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir (bkz. AYM
9.2.2017, 2016/143 E.– 2017/23 K. par. 13; RG. 12.4.2017-30036). Hangi eylemin
suç oluşturduğunu içermeyen ceza normu hukuken öngörülebilir olmadığı gibi,
yasak alanı belirleme yetkisinin idareye bırakılması durumunda, (yetkinin somut
olayda keyfi kullanılıp kullanılmadığından bağımsız olarak) kişiler keyfi
düzenlemelere karşı korunma imkanından mahrum kalmaktadır.
Kanunilik ilkesi
yönünden buradaki ikinci hukuki sorun, kanunilik ilkesinin bir gereği olarak açık
ceza normu düzenlenemeyeceğine, daha açık ifadeyle suç ve cezanın
belirlenmesinde idareye yetki verilemeyeceğine ilişkin alt ilkeye uygunluktur.
Kabahatler ve disiplin hukukuna özgü istisnalar olmakla birlikte kanunilik
ilkesi gereği, ceza hukuku alanında suç ve ceza ihdasında kanun tekel
niteliğindedir. İdarenin suç yaratması veya bir ceza hukuku yaptırımı öngörmesi
ya da idareye böyle bir yetkinin kanunla olsa dahi verilmesi, kanunilik
ilkesinin gereği olan ‘kanunun tekelciliği’ alt ilkesini ihlal etmektedir. Bu
ilkeye tarihsel bir tecrübeden sonra ulaşılmış olup, kişi özgürlüğüne yönelik
müdahalelerin biçimsel ve maddi yönden kanuna dayanması şartı öngörülerek,
yürütmenin keyfiliği riskine karşı güvence oluşturulması amaçlanmaktadır. Bu gerekliliğin
belli bir dönemdeki idari makamlara güven duyma veya duymama ile ilgisi
olmayıp, hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkelerinin bir sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. Esasında anayasa hukuku ve ceza hukuku doktrininde kanunilik
ilkesinin kapsamı içerisinde görülen ve 1961 Anayasasında (m.33) olmayan bu
husus, önemine binaen ve farklı bir boyutuyla 38. maddenin kanunilik ilkesiyle
ilgili ilk üç fıkrasından ayrıca, 11. fıkra ile de düzenlenmesi ihtiyacına yol
açmıştır.
Doktrindeki bir
görüşe göre, kanunda suçun unsurları belirtilip, idareye verilen yetkiye
ilişkin çerçeve kanunla belirlendiği takdirde, açık ceza normları yasama
yetkisinin devredilmezliği (Ay. m.7) ve kanunilik ilkelerine aykırılık
oluşturmayacaktır. Fakat bu gerekçenin oluşturulmasında, Anayasanın 6.
maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesindeki; “hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” hükmü gözardı
edilmektedir. Çünkü Anayasanın, gerek temel hak ve hürriyetlerin ‘ancak
kanunla’ sınırlandırılabileceğine ilişkin 13. ve KHK çıkarma yasağı öngören
91/1. maddeleri ve gerekse 38. maddenin 1-3 ve 11. fıkraları uyarınca,
özgürlüğü kısıtlayıcı niteliği bulunan suç ve ceza normunun oluşturulması veya
uygulanmasında idareye yetki verilmesi yasaklanmış bulunulmaktadır.
Dolayısıyla, çerçevesi çizildiğinde dahi, içeriğini idari makamın dolduracağı
bir yetki, bu konudaki kanunun tekelliği ilkesini ortadan
kaldırmaktadır.
Doktrinde açık
ceza normu sorunu hakkındaki ağırlıklı görüş, suç ve cezaların kanuniliği
ilkesi uyarınca, genel çerçevesi kanunla çizilmiş olsa dahi, suç öğelerinden
birinin içini idarenin dolduracağı biçimde öngörülmesinin, suç ve cezaların
kanuniliği ve yasama yetkisinin devredilemezliği ilkelerine aykırı düşeceği
yönündedir (bkz. İçel, Kayıhan/Donay, Süheyl, Karşılaştırmalı ve Uygulamalı
Ceza Hukuku, Genel Kısım, 1. Kitap, İstanbul 2005, 4.B. s. 112; Artuk,
Emin/Gökcen, Ahmet/Yenidünya, Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6.B. Ankara
2012, s. 120 vd.; Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 12.B. Ankara
2016, s. 109 vd.; Özbek, V. Özer/Doğan, Koray/Bacaksız, Pınar/Tepe, İlker, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7.B. Ankara 2016, s. 81; Centel, Nur/Zafer,
Hamide/Çakmut, Özlem, Türk Ceza Hukukuna Giriş, 6. B. İstanbul 2010, s. 62;
Koca, Mahmut/Üzülmez, İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2016, 9.B. s.
67).
Anayasa
Mahkemesinin bu konudaki ilk kararları, açık ceza normlarının kanunilik ve
yasama yetkisinin devredilemezliği ilkelerine aykırı olmayacağı yönünde
olmuştur. Mahkemenin 1962 – 198/11 E/K sayılı; 1963- 4/71 E/K sayılı ve 765
sayılı mülga TCK’nın “yetkili merciin emirlerine itaatsizlik” başlıklı 526.
maddesiyle ilgili 1973 – 12/24 E/K sayılı kararlarında, idareye verilen
yetkinin çerçevesinin çizilmiş olması ve suç öğelerinin belirlendiği durumda
yasama yetkisinin devredildiğinden söz edilemeyeceği ve kanunilik ilkesine
aykırılığın oluşmayacağı görüşüyle iptal talebi reddedilmiştir. Benzer biçimde,
2011/164 E. – 2012/168 K. sayılı kararda 2004 sayılı İİK’nın 304/3. maddesinde
brüt asgari ücret miktarının suç öğesi olarak düzenlenmiş olmasının
belirsizliğe yol açmadığı belirtilerek, kanunilik ilkesine aykırılık
bulunmadığı kabul edilmiştir.
Buna karşın,
Anayasa Mahkemesinin 27.9.1994 tarih ve 1993/43 E. – 1994/72 sayılı kararında,
1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un 27. maddesinde yer alan
"...İthalat ve ihracat rejimi kararlarıyla..." ibaresi incelenmiş ve
suç öğeleri ile ceza tür ve miktarının belirlenmesi nedeniyle belirsiz olduğunun
söylenemeyeceği, fakat, eylemin suç oluşunun, Bakanlar Kurulunun ithalatın
yasaklanması kararına bağlanmış olmasının Anayasanın 38. maddesinde düzenlenen
kanunilik ilkesine ve ayrıca 7. maddedeki yasama yetkisinin devredilemezliği
ilkesine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle ‘ithalat’ sözcüğünün iptaline karar
verilmiştir. Mahkemenin 1918 sayılı Kanunun 25/2. maddesine ilişkin 6.7.1993
tarih ve 1993 – 5/25 E/K sayılı kararı da aynı gerekçelerle iptal yönünde
sonuçlanmıştır. Yine Mahkemenin 11.4.2012 tarihli ve 2011/18 E. – 2012/53 K.
sayılı kararında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanununun 65.
maddesinde, Koruma Kurullarınca belirlenen şartlara aykırı izinsiz inşai
faaliyet ve fiziki müdahale yapılması yaptırıma bağlanmış olduğundan, hangi müdahalenin
suç oluşturacağını belirleme yetkisinin idari kurul yetkisine bırakılmış olması
nedeniyle Anayasanın 2 ve 38. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle kuralın
iptali sonucuna ulaşılmıştır. Anaysa Mahkemesi KHK ile suç hükmü konulamayacağı
yönünde de kararlar vermiştir (bkz. AYM 3.1.2008, 2005/15 E. – 2008/2 K.; AYM
2.3.2004, 2002/92 E. – 2004/25).
Anayasa
Mahkemesinin 7.7.2011 tarihli ve 2010/69 E.-2011/116 sayılı kararında, 5237
sayılı TCK’nın 297. maddesinin 2. fıkrasındaki; “yasaklanmış eşyayı, bu yasağı
bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan
kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmü
incelenmiş ve kuralda ‘yasaklanmış eşya’nın ne olduğunu belirleme yetkisinin
idareye verilmiş olmasının kanunilik ve yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkelerine aykırı olduğu belirtilerek iptal kararı verilmiştir.
Açık ceza normu
sorununu daha önce iptale konu olan bir kural üzerinden inceleyebiliriz.
Anayasa Mahkemesi, cezaevi idaresinin yasaklama kararıyla içeriği belirlenen
yasağı ihlal edenin cezalandırılmasını öngören TCK’nın 297. maddenin 2.
fıkrasını belirtilen (Anayasanın 7 ve 38. maddelerine aykırı olduğuna ilişkin)
gerekçelerle iptal etmiştir (AYM 7.7.2011, 2010/69 E.-2011/116). Anılan 297.
maddenin 1. fıkrasında, ceza infaz kurumu veya tutukevine sokulması suç sayılan
silah, uyuşturucu veya uyarıcı madde veya elektronik haberleşme aracının
sokulması yasaklanıp cezalandırılmaktadır. İkinci fıkrada ise; “birinci fıkrada
sayılanların dışında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya
tutukevine sokulması yasaklanmış eşyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya
tutukevine sokan veya bulunduran ya da kullanan kişi, altı aydan iki yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmü yer almaktaydı. Elbette, infaz kurumu
ve tutukevine hangi nesnenin girip girmeyeceği hususu, kanunlar çerçevesinde
idare tarafından belirlenebilmelidir. Fakat, sorun bunların yaptırımının hangi
düzeyde (kabahat – disiplin hukuku ya da ceza hukuku) öngörüleceği ile
ilgilidir. Nitekim ikinci fıkranın iptalinden sonra anılan hüküm yeniden ve tam
olarak (açık norma yer vermeden) düzenlenerek; firarı kolaylaştıran aletlerin,
alkolün, saldırı ve savunma araçları ile yangın çıkarmaya yarayabilecek
malzemenin, ses ve görüntü almaya yarayan araçların, suç örgütlerinin amblem,
afiş ve örgütsel haberleşme araçlarının cezaevine sokulması suç olarak
öngörülmüştür. Ayrıca, bu iptal kararı ile cezaevi idaresi bir idari zafiyete
düşmemiş, ceza hukuku alanına alınmaması gereken diğer yasak cisimlerin
bulundurulmasına ilişkin fiiller, cezaevi disiplin hukuku kapsamında kalmıştır.
Böylece, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile ceza hukukunun son çare
(ultima ratio) olma niteliğine (bu konuda bkz. Karsai, Kirizstina, Avrupa Ceza
Hukukunda Ultima Ratio ve Katmanlı Yetki, CHKD C.32, S.1, s. 313 vd.) uygun
biçimde, idarenin kabahat veya disiplin yaptırımı kapsamında kalabilecek bazı
eylemleri ceza hukuku alanına dahil etmesi önlenmiş, özgürlük ve hukuki
güvenlik hakkı güvenceye kavuşturulmuş, bireylerin hukuk düzenine güven
duymasına ve hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesine katkı sağlanmıştır.
İncelenen
kuralda da tipik bir açık ceza normu söz konusudur. Kurala göre; “vali
tarafından kamu düzenini sağlamak amacıyla alınan ve usulüne göre ilan olunan
karar ve tedbirlere aykırı davrananlar” üç aydan bir yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılmaktadır. Daha önce iptal edilen TCK’nın 297/2. maddesinde
olduğu gibi, burada da hangi fiilin yasaklanacağı ve ceza yaptırımına konu teşkil
edeceği hususu idari merciin takdirine bırakılmıştır. Böylece, suç ve cezaların
ihdasında kanunun tekelciliği ilkesi ve dolayısıyla Anayasada güvenceye
bağlanan kanunilik ile yasama yetkisinin devredilemezliği ilkelerine (Anayasa
m. 7, 38/1,2,3,11) aykırılık gerçekleşmiş olduğundan, kuralın iptali gerektiği
görüşündeyim.
Yukarıda
açıkladığım hukuki gerekçeler nedeniyle, belirtilen üç konuda Mahkememiz sayın
çoğunluğundan farklı görüşle oy kullanmış bulunmaktayım.