Esas Sayısı : 2016/195
Karar Sayısı : 2017/158
“…
Mahkememizce
yapılan yargılama sırasında 07.09.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 35. md.si ile
2942 Sayılı Kamulaştırma Kanuna eklenen geçici 12. maddesinin tamamı ile 2.
fıkrasının “Bu Kanunun geçiçi 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve
onbirinci fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri
içinde uygulanır. Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine
göre sonuçlandırılır.” cümlesinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia edilmesiyle
dosyamızdan Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulmuş ve bu iddia mahkememizce
25/10/2016 tarihli duruşmada itiraz başvuru talebinin celse arasında
değerlendirilmesi şeklinde karara bağlanmış, yapılan değerlendirilmede de iddia
ciddi bulunarak iptali istemiyle mahkemenize başvurmak hasıl olmuştur.
Öncelikle
iptali talep edilen ve davayı esastan etkileyen 6745 sayılı Yasanın 35. md.si ile getirilen geçici 12. maddeyi incelemek ve eğer Yüksek Mahkemenizce
geçici 12. maddesi iptal edilir ise bu defa 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi ile
getirilen geçici 12. madde hükümlerinin Anayasaya aykırı hükümlerinden dava
etkileneceğinden bu defa geçici 12. maddenin Anayasaya aykırı hükümlerinin
neden Anayasa’ya aykırı olduğunu gerekçelendirmek gerekmiştir.
6745
sayılı Yasanın kamulaştırma ile ilgili davamızı esastan etkileyen 35. maddesi
ile Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 12. maddesi aşağıdaki gibidir.
35.
madde: 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı
Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin
değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından
doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri: uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.
Bu kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci
fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri içinde
uygulanır. Devam eden dava ve icra takipleri ise ,bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır”
20.8.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin
birinci fıkrasının yürürlüğe girmeden önce; 2981 Sayılı Kanun uygulamasından
mağdur olan hak sahipleri, işbu davada olduğu gibi 3194 Sayılı İmar Kanununun
17. maddesi son fıkrası uyarınca 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine
göre bedel artırım davası açabilmekte, Mahkemece ilgiliye daha önceden bedel
ödenmiş ise son ödeme tarihi itibariyle taşınmazın değerini tespit edilmekte,
bu durumda bedel alan hak sahipleri için sembolik miktarda artırım bedelleri
çıkmakta uygulama bedeli ödenmiş ise idareye hiçbir mali ek külfet
yüklenmemekte idi. Hak sahibi kamulaştırma bedelini hiç almamış ise;
Kamulaştırma Kanunu gereği müracaat tarihi (dava) itibariyle taşınmazın değeri
tespit edilmekte, taşınmazın bedele dönüşen alanı için idarece takdir edilen
bedel artırılarak ve hak sahibine ödenmesine karar verilmekte idi. .
Bu
düzenlemeyle mülkiyet hakkının özü çiğnenmiş denkleştirici adalet ilkesi dahi
göz ardı edilmiştir.
1-
YASANIN 35. MADDESİYLE GETİRİLEN GEÇİCİ 12. MADDENİN 2. FIKRASININ 2. CÜMLESİNİN
ANAYASAYA AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN;
A-
“Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır” olan 2. cümlesi ANAYASA’NIN HUKUK DEVLETİ İLKESİ OLAN 2. MADDESİNE
AYKIRIDIR.
Anayasa’nın
2. maddesi “HUKUK DEVLETİ ve HUKUK GÜVENLİĞİ” ilkelerini düzenlemektedir.
Anayasa
Mahkemesinin 22/12/2011 tarihli 2010/7 Esas, 2011/172 Karar Sayılı Kararı’nda;
AY 2. Md. gereği Hukuk Devleti ve Hukuk Güvenliği ilkeleri açıkça
tanımlanmıştır, şöyle ki;
“Kişilere
hukuk güvenliğinin sağlanması, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devletinin ön koşullarındandır. Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden
kaçınmasını gerektirir. Hukuk güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda yasaların
geleceğe yönelik öngörülebilir belirlemeler yapılabilmesine olanak verecek
kurallar içermesini gerekli kılar. Geriye dönük düzenlemelerle kişilerin
haklarının, hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Hukuk
devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak
yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların geriye yürümezliği
ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış
hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar
dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere
uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin
nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel
ilkelerindendir.
Öte
Yandan, hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi belirliliği de gerektirir.
Belirlilik ilkesi, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve
kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli
bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini gerekli kılar.” (AYM.2010/7 E.,2011/172
K.ve 22.12.2011 Tarihli Kararı.)
İşbu
iptale konu 6745 S.K. ile değişik 2942 S.K. Geçici 12. Md. 2. fıkrasının 2. cümlesi
hukuk devleti ve hukuk güvenliği ilkelerine açıkça ihlal etmektedir. Zira
geçmişte yapılmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere yönelik olarak kamu yararı ve
birey haklarını korumaya yönelik değil tam aksine bireyin temel haklarını yok
eder bir şekilde geçmişe yürütülmektedir. Hal böyle olunca cümle hukuka güven
ilkesi dolayısıyla Hukuk Devleri İlkesiyle bağdaşmaz. Bu nedenle maddenin bu
cümlesinin iptali gereklidir.
B-
“Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır.” olan 2. cümlesi ANAYASALIN 10. MADDESİNDE İFADE EDİLEN” KANUN
ÖNÜNDE EŞİTLİK” İLKESİNE DE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Şöyle
ki aynı tarihte imar uygulamasından kaynaklı bedel arttırım davası açan iki
ayrı kişi işbu yasa yürürlüğe girinceye kadar aynı usul ve esaslar hükümlerine
göre yürütülmüş iken, birisi yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce karar
çıkıp önceki yasal düzenlemeler doğrultusunda kesinleşirken, diğer hak
sahibinin elinde olmayan ve yargılamadaki gecikmelerden dolayı davası henüz
kesinleşmemişse dava tarihi itibariyle eşit statü ve hukuki düzende bulunan
mağdurlar arasındaki bu eşitlik, davası kesinleşmeyen aleyhine açıkça
bozulmakta ve kanun önünde eşitsizlik ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de iş bu
cümle Kanun Önünde Eşitlik İlkesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle maddenin bu cümlesinin
iptali gerekir.
C-
“Devam eden dava ve icra takipleri ise ,bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır.” olan son cümlesi ANAYASANIN 36. MADDESİNDE İFADE EDİLEN “ADİL
YARGILANMA HAKKI” İLKESİNE DE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Devam
eden bir davada, davanın taraflarından birinin, davanın sonucunu etkileyecek
bir yasal düzenlemenin bizzat hazırlanışında yer alması açıkça Anayasanın 36.
maddedeki adil yargılanma hakkının ihlalidir. Bu eylemi yapanın idare olması bu
gerçeği değiştirmez bilakis bireyin en çok idareye karşı yargısal ve hukuki
korumaya ihtiyacı vardır. Hal böyle olunca cümle Adil Yargılanma Hakkı” ilkesi
ile bağdaşmaz, bu nedenle maddenin bu cümlesinin iptali gereklidir.
2-
YASANIN 35. MADDESİYLE GETİRİLEN GEÇİCİ 12. MADDENİN 1. FIKRASI “24/2/1984
tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkındaki
Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan idarelerin taraf
olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında taşınmazın değeri:
uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas
alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilir. Tespit
edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi
Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibariyle
güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.” CÜMLESİNİN
ANAYASAYA AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN;
A-
Bu cümle ANAYASANIN 35. MADDESİNDE DÜZENLENEN “MÜLKİYET HAKKINA” AYKIRIDIR.
Mülkiyet
Hakkı Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve
bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği
belirtilmiştir. Kamulaştırmanın nasıl ve hangi ilkelere göre yapılacağı Anayasa’nın
46. maddesinde düzenlenmiştir.
2981
Sayılı Kanun gereğince yapılan uygulamalar neticesi, bedele dönüştürülen
taşınmazlar uygulama tarihi itibariyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu
hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenen idari işlemlerdir. 2981 Sayılı
Kanunun 10/b ve c maddeleri gereğince yapılan imar uygulaması neticesi bedele
dönüştürme işlemlerinde de 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri
uygulanmıştır. Bireyin mülkiyeti altındaki taşınmazı kamulaştırılmış ve aynı
yöntemle değer tespiti yapılmıştır. 2981 sayılı Kanun bir nevi İmar Affı
niteliği taşıdığından uygulama sahasında fiili yapılaşma korunarak imar
uygulaması yapılmış, yani hukuki durum fiili duruma uydurulmuştur. Uygulama
gereğince mülkiyet durumuna bakılmaksızın öncelikle mevcut yapılar tespit
edilmiş, mevcut yapı sahipleri yapının bulunduğu taşınmazın maliki olmasalar
dahi binaların üzerinde bulunduğu taşınmazların maliki yapılmışlardır.
Yapılardan arta kalan yerlerden ise öncelikle kamu hizmet alanları, yollar
ayrılmış, kalan yerler ise yapı sahibi olmayan ancak mülkiyet sahibi olan arsa
sahiplerine dağıtılmış, üzerinde binası bulunmayan arsa sahiplerinin
taşınmazları kesilen düzenlenme ortaklık payları yeterli gelmediğinden ya
tamamen ya da kısmen bedele dönüştürülmüş ve kamulaştırılmıştır. Ancak yapılan
idari işlemler usulüne uygun olarak hak sahiplerine noter kanalıyla tebliğ
edilmediğinden mülkiyet hakkı sahiplerinin bir çoğunun ne yapılan işlemin
iptali için idari yargıda, ne de bedel tespiti için adli yargıda dava açma
imkanları olmamıştır. Hak sahipleri işbu iptale konu 6745 S.k .35 Md. l. fıkrası
yürürlüğe girmeden önce 2981 S.K., 3194 Sayılı İmar Kanunu ve 2942 Sayılı
Kamulaştırma Kanunu çerçevesinde “Bedel Arttırım Davası” açmak suretiyle
mahkemece takdir edilen bedeli alma imkanına sahipken, getirilen yeni düzenleme
ile mülkiyet hakkı sahibinin mülkiyetten kaynaklanan hakları kısıtlanmakta;
elinden alınan taşınmazının müracaat tarihinde ki değeri yerine uygulamanın
tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o
tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilen bu bedel, Türkiye
İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu
esas alınmak suretiyle dava tarihi itibariyle güncellenerek ödenmesi
öngörülmektedir. Bu durum mülkiyet hakkı sahibi bireyi açıkça mağdur edecektir.
Zira uygulama tarihleri 30 yıl önceye dayanan taşınmazların o tarihteki
takdir/tespit edilen bedelin Yurt içi üretici fiyat endeksi tablosu esas
alınarak yapılacak güncelleme ile ortaya çıkacak olan değerin bugünkü satın
alma gücü mukayese edilemeyecek çok fahiş bir fark olacak, bu hesaplama yöntemi
ile bu farkın kapanması da mümkün olamayacaktır.
Söz
konusu 2981 S.K. 1984 tarihinde yürürlüğe girmiş olup halen yürürlüktedir. Bu
itibarla 1984 yılından günümüze kadar bu kanun gereğince taşınmazı bedele
dönüştürülen hak sahipleri olması kaçınılmaz bir gerçektir. Kaldı ki bu günden
sonra da bu kanunun uygulanma imkanı mevcuttur. 1984 yılında taşınmazı bedele
dönüştürülen ve takdir edilen bedeli almayan bir hak sahibinin, geçen sürede
Türkiye’de ki enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında bu hesaplama yöntemi ile
alacağını almaya zorlanması demek bugün için ancak birkaç yüz lira ile ifade
edilecek bir bedel alması demektir.
2981
S.K. ile yapılan bedele dönüştürmelerde ise yıllardır hak sahiplerine ödenmeyen
bedeller mevcuttur ki, bu bedellerin yalnızca Türkiye İstatistik Kurumu
tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak
suretiyle güncellenerek ödenmesi sembolik rakamlar olup, AİHM önünde Türkiye’nin
yeni mahkumiyetlerine sebebiyet verecektir.
Anayasa
Mahkemesi 5999 sayılı Kanun ve 6111 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemelere
yönelik olarak 2010/83 E., 2012/169 K. sayılı ve 01.11.2012 tarihli kararında
açıkça Anayasaya aykırılıklar tespit etmiş ancak düzenlemenin geçmişte belirli
bir dönemi (1956-1983) kapsayan hukuka aykırı el atmalarla ilgili geçici bir
düzenleme olması hasebiyle iptal etmemiştir.
Anayasa
Mahkemesi aynı mahiyetteki 6487 sayılı yasa ile yapılan düzenlemeyi de 2013/95
Esas, 2014/176 Karar sayılı 13.11.2014 tarihli kararı ile Anayasaya
aykırılıklar tespit ederek iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal
gerekçesinde Anayasa Mahkemesinin 10.4.2003 günlü, E.2002/112 ve K.2003/33
sayılı kararı üzerine ortaya çıkan içtihat farklılığının giderilmesi ve
idarenin kamulaştırmasız el koyması yoluyla mağdur edilen vatandaşların
haklarının korunması amacıyla 5999 Kanun’la 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici
6. maddede, taleplerin çok yoğun olması halinde kamu idarelerinin tazminat
ödeme konusunda zor durumda kalabilecekleri gözönünde bulundurularak bu
şekildeki taleplerin karşılanabilmesi ve tazminatların ödenebilmesi için bazı
özel düzenlemelere yer verilmiştir.
Dava
konusu kuralla, 4.11.1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe
(11.6.2013) kadar gerçekleşen kamulaştırmasız el atmalarda madde kapsamına
alınmış ve maddede yer verilen bazı hükümlerin bu taşınmazlar hakkında da
uygulanması öngörülmüştür.
Geçici
6. maddede öngörülen hükümler, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı
Kanun’un 38. maddesinin uygulandığı 9.10.1956 ilâ 4.11.1983 tarihlerini
kapsayan dönemde oluşan bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla
çıkarılmıştır. Ancak kanun koyucu, bu mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin
bütçeye ölçüsüz bir yük getirerek kamusal hizmetlerinin aksamasına neden
olacağını göz önünde bulundurarak münhasıran bu tarihleri kapsayan dönemde
kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedellerinin ödenmesine ilişkin istisnai
bazı hükümlere yer vermiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetlerin giderilmesi ve o
dönemden kaynaklanan ihtilafların tasfiyesi amacındaki üstün kamusal yarar
dikkate alındığında, maliklerin de haklarının yeteri derecede gözetilmesi
kaydıyla bu dönemle sınırlı olarak uygulanmak üzere bir takım istisnai
düzenlemelerin yapılması mümkündür. Nitekim, geçici 6. maddede, belirlenen
bedelin ödenmesinde ödenek sınırlaması getirilmesi, borcun taksitler halinde
ödenmesine imkan tanınması, haczedilmezlik yasağı öngörülmesi gibi malik
aleyhine bir takım hükümlere yer verilmiş ise de belirlenen bedelin taksitler
halinde ödenmesi durumunda 3095 sayılı Kanun uyarınca kanuni faiz ödenmesi
öngörülerek malikin gecikmeden kaynaklanan zararları karşılanmak suretiyle
kamusal yarar ile malikin kişisel yararı arasında makul bir denge kurulmuştur.
Ancak,
9.10.1956 ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin
giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine birtakım hükümler içeren bu
istisnai düzenlemenin 4.11.1983 tarihinden sonraki dönem için de uygulanmasının
haklı bir temeli bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı
Kanun’un 38. maddesinin doğurduğu ağır mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin
bütçeye getireceği ölçüsüz yük nedeniyle kamu hizmetlerinde meydana gelebilecek
aksamalar dikkate alınarak o dönemle sınırlı olarak makul karşılanabilen bu
istisnai hükümlerin sonraki dönemlere de uygulanması öngörülerek
olağanlaştırılması, hukuk güvenliğini zedelemekte ve Anayasa’nın 35. maddesinde
güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır. Açıklanan
nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir. denmiştir.
Ne
var ki 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi ile yapılan aynı mahiyetteki düzenleme
1983 tarihinden sonra yürürlüğe giren ve halen yürürlükte olan 2981 S.K.
hükümleri uyarınca yapılan idari işlemler de madde kapsamına alınarak hem zaman
bakımından düzenleme sürekli bir hale getirilmekte ve tarihsel uygulanma
sınırından çıkarılarak hukuki işlemlerin (kamulaştırma) sonuçlarına da
uygulanmakta, bu düzenleme ile 6487 sayılı yasa ile getirilen geçici 6. maddedeki
düzenleme geçmişte belirli bir döneme yönelik geçici bir düzenleme ,olmaktan
çıkarılıp geçmişi, bugünü ve yarını kapsayan kalıcı bir düzenleyici yasa haline
getirilmekte ve mülkiyet hakkını, Anayasa 2. md. tanımlanan “hukuk devleti ve
hukuk güvenliği ilkelerini”, Anayasa’nın 5. maddesinde de tanımlanan “Devlet
Temel Amaç ve Görevleri” başlığı altındaki “Toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama, Temel Hak ve Hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırma”
ilkelerine açıkça aykırıdır. Zira zamanla temel hak ve hürriyetlerin önündeki
engelleri kaldırmakla yükümlü olan devlet buna mukabil gün geçtikte temel hak
ve hürriyetlerin önüne yeni engeller koymakta ve iyice hak ve özgürlüklerin
alanını daraltmaktadır. Hal böyle olunca cümle Mülkiyet Hakkı İlkesi ile
bağdaşmaz, bu nedenle maddenin bu fıkrasının iptali gereklidir.
Bu
durum Anayasa 35. Md. Belirtilen mülkiyet hakkına açıkça aykırı olduğu gibi
AİHS Ek 1. no.lu protokole dolayısı ile Anayasa 90. maddesine de açıkça
aykırıdır.
Nitekim
Avrupa insan Hakları Mahkemesi 09.07.1997 tarih ve 60/19967-679/869 Sayılı
AKKUŞ/TÜRKİYE kararında açıkca usulüne uygun olmayarak istimlak için tazminat
ödenmesinde ki uzun gecikmeler arazisi kamulaştırılan kişinin artan bir mali
kayba uğramasına sebep olmakta, özellikle bazı ülkelerde olduğu gibi paranın
değer kaybı, kişiyi belirsiz bir konuma koymaktadır.” denilerek Akkuş/Türkiye
davasında 17 aylık bir gecikme nedeniyle yıllık enflasyon ve hayat
pahalılığının çok altında olan yasal faizle yapılan ödemenin hak sahibini
mağdur ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etmiştir. AKKUŞ/TÜRKİYE kararında
AİHM; Kamulaştırma bedel alacağının da mülkiyet hakkı kavramı içerisinde
değerlendirerek geç ödenmesi halinde yalnızca yasal faiziyle ödenmesini
mülkiyet hakkının ağır ihlali olarak görmüş ve Türkiye’yi mahkum etmiştir.
2981
S.K. ile yapılan bedele dönüştürmelerde ise yıllardır hak sahiplerine sembolik
rakamlara baliğ olmakla, AİHM önünce Türkiye’nin yeni mahkumiyetlerine
sebebiyet vermektedir.
B-
Bu cümle ANAYASA’NIN 10. MADDESİNDE DÜZENLENEN “KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİNE”
DE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Anayasa’nın
10. maddesinde, herkesin kanun önünde eşit olduğu, Devlet’in bu eşitliğin
yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü bulunduğu, Devlet organları ve idare
makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak
hareket etmek zorunda oldukları hükme bağlanmaktadır. “Yasa önünde eşitlik
ilkesi”nin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
6745
sayılı Yasanın 35. maddesi ile getirilen düzenleme; haklarında 2981 S.K.’a göre
ve 2942 s. Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle kamulaştırma
işlemi yapılan hak sahibi mağdurları, kamulaştırma rejimine tabi başkaca hak
sahibi mağdurların sahip oldukları haklardan farklı bir yasal rejime
sürüklemektedir. Tüm kamulaştırma mağdurları özgürce bedel tespiti/artırımı
davası açabilirken 2981 S.K’na dayalı hak sahiplerini uygulama tarihindeki
takdir ve tespit edilen bedelin Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan
Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle güncellenmesi
sonucu ortaya çıkacak son derece düşük bedeli almaya zorlamaktadır.
Söz
konusu madde; aleyhlerinde 2981 S.K. gereği hukuki işlem tesisi edilmek
suretiyle mağdur edilen KAMULAŞTIRMA MAĞDURLARINI, kendileriyle aynı hukuki
statüye sahip diğer KAMULAŞTIRMA MUHATAPLARINDAN ayırarak tamamen farklı ve
geçici olması hasebiyle olağanüstü kısıtlamalara tabii 1956-1983 arası yıllarda
KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA MAĞDURLARIYLA aynı hatta daha geri haklara mahkum
etmektedir.
Bu
durum Anayasanın 10. maddesinde vücut bulan “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine
açıkça aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
3-
20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen
geçici 12. maddesinin 2. FIKRASININ ilk cümlesinin ANAYASAYA AYKIRILIĞI
YÖNÜNDEN;
20.08.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin
2. FIKRASININ ilk cümlesinde “ Bu kanunun geçici 6 inci maddesinin üçüncü, yedinci,
sekizinci ve onbirinci fıkra hükümleri ,bu madde kapsamındaki davalar ve icra
takipleri için de uygulanır” denmektedir.
A-
6745 sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin üçüncü fıkrasında, “Uzlaşma; idareye ait
taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması
veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması
suretiyle veya bunların mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel üzerinden
yapılabilir.” Denmektedir.
Öncelikle
belirtilmesi gereken, uzlaşma usulünün eşitler arasında yapılabileceğidir.
Oysa, geçici 6 ncı maddede öngörülen uzlaşmanın taraflarından bir yanında,
kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara
uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına
fiilen el koyan idareler, diğer yanında ise, 30-57 yıldır taşınmazını tasarruf
edememiş, semerelerinden yararlanamamış ve bedelini de alamamış mağdur ve
çaresiz kişiler yer almaktadır.
Anayasanın
46 ncı maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırmanın gerçek karşılığının peşin
ödenmek suretiyle yapılacağı kurala bağlanırken; ikinci fıkrasında ise, “Kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir”
denilmiştir. Anayasanın bu kuralının “Geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin
giderilmesi ve istisnai nitelik taşıması” vb. gerekçelerle istisnalarına da
Anayasada yer verilmemiştir.
Kamulaştırmasız
el atma, Anayasaya ve hukukun evrensel ilkelerine ve yürürlükteki yasalara
aykırı haksız eylemdir ve kamu gücünün hukuk yerine zorbalığa dayanmasının da
hukuk karşısında koruma görmesi sosyal hukuk devleti ilkesini benimsemiş
demokrasilerde mümkün değildir. 6745 sayılı yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasında
atıfta bulunulan geçici 6. maddenin 3. fıkrası ilk defa geçici 6 ncı madde ile
kam ulaştırılacak taşınmazların bedelinin nakden ödenmesi, geçici altıncı
maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında “uzlaşma” aşamasında, sekizinci
fıkrasında ise yargılamadan sonra, idareye ait taşınmazın trampası, üzerinde
sınırlı ayni hak tanınması veya başka bir yerde imar hakkı kullandırılmasının
mümkün olmaması şartına dayandırılmaktadır.
Anayasanın
Başlangıcının sekizinci fıkrasında, Anayasanın, sözüne ve ruhuna mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanacağı kurala bağlanmış; 11 inci maddesinde, Anayasa
hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk
kuralları olduğu belirtilmiş; mülkiyet hakkı ise Anayasanın 35 inci maddesinde
koruma altına alınarak kamu yararının gerektirdiği durumlarda kamulaştırılması
Anayasanın 46 ncı maddesinde açık ve ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
Anayasanın
46 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki sözü, “Kamulaştırma bedeli ile kesin
hükme bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir” şeklinde
kurallaştırıldığından, nakden ödemeyi, idareye ait taşınmazın trampası,
üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya başka bir yerde imar hakkı
kullandırılmasının mümkün olmaması şartına bağlayan düzenleme, Anayasanın
Başlangıcı ile 11 inci, 35 inci ve 46 ncı maddelerine aykırıdır.
B-
6745 sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin yedinci fıkrasında Geçici 6 ncı maddenin
yedinci fıkrasında Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra
harçları ile her türlü vekalet ücretleri, bedel tespiti davalarında öngörülen
şekilde maktu olarak belirleneceği kurallaştırılmaktadır.
Kamulaştırmadan
kaynaklanan tazminat davaları tespit davası niteliği taşımamaktadır. Bilindiği
üzere, tespit davasının konusunu, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının
ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi
oluşturur.
Oysa
kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan bedel tazmini ve bedele dönüştürülen
taşınmazlardaki bedel artırım davası, tipik bir eda davası niteliğindedir. Zira
eda davası yoluyla mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut
yapmamaya mahkûm edilmesi talep edilir.
492
sayılı Harçlar Kanunu’nun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, “Gayrimenkulün
aynına taalluk eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de
bulunulduğu takdirde harç, gayrimenkulün değeri ile talep olunan tazminat ve
ecrimisil tutarı üzerinden alınır.” denilmektedir. Kamulaştırmasız el atmadan
kaynaklanan ve bedele dönüştürülen taşınmazlara ilişkin açılan bedel artırım
davalarının bu madde kapsamında olduğu açıktır.
Yapılan
düzenleme; kişinin taşınmazına devlet veya kamu tüzelkişileri dışında bir kişi
el attığında, taşınmaz sahibi tazminat davası açarsa taşınmaz değeri üzerinden
nisbi harç alınması ve nisbi vekalet ücreti hesaplanmasını; aynı kişinin
taşınmazına Devlet veya kamu tüzelkişileri el attığında, açılacak davalarda
maktu harç ve maktu vekalet ücreti alınmasını öngörmektedir.
Bu
düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu
maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu açıktır.
Kamulaştırmasız
el atma, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri
Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence
altındaki taşınmazlarına fiilen el koymaları şeklinde ortaya çıkan haksız
eylemdir. Hukukun temel ilkelerinden birini de yargılamalarda yargılama
masraflarının haksız taraftan tahsil edilmesi oluşturur. Nisbi vekalet ücreti
yöntemiyle, haksız tarafa, haklı tarafa verdiği zararın büyüklüğü ile orantılı
bir yaptırım uygulanması ve haklı tarafın bu büyüklükle orantılı olarak sarfına
maruz kaldığı vekalet ücreti ödeme sorumluluğuna haksız tarafın ortak edilmesi
amaçlanmaktadır. Bu uygulama, hukuksal uyuşmazlıkların tamamında ayrıcalıksız
olarak gözetilen temel bir ilke haline gelmiştir. Bu haklı, genel ve hukukun
gereği olan uygulamadan -hangi pratik mülahaza ve gerekçeyle olursa olsun-
birilerini masun addetmek ise Anayasanın eşitlik ilkesine olduğu kadar hukuki
güvenlik ve hak arama özgürlüğü ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.
Hukuk
düzenimizin ilkesel ölçekte öngördüğü bu uygulamanın gerektirici nedeni ve
mantığı ise şu iki noktada yatmaktadır:
Birincisi,
bu yolla kişilerin, (elbette ki -hatta öncelikle- kamu tüzel kişilerinin)
haksız eylem ve işlemlerden kaçınmasına yönelik olarak caydırıcı olması;
İkincisi,
haklı olduğu halde mağdur edilen ve dava açmak zorunda bırakılan kişinin, dava
açmak suretiyle ödemek zorunda kalacağı yargılama giderleri ile vekalet
ücretinin, kusurlu tarafça karşılanması ve/veya paylaşılması ve bu suretle
denkleştirici adaletin sağlanması amaçlanmaktadır.
İptali
istenilen fıkranın konu aldığı kamulaştırmasız el atma eyleminin kusurlu
tarafını veya malikine hiçbir tebligat yapmadan bedelini ödemeden taşınmazı
bedele dönüştürülerek Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınan
mülkiyet hakkına, 46 ncı maddesindeki kurallara aykırı olarak tecavüzde bulunan
idare oluşturmaktadır. Daha önce açıklandığı üzere, idarelerin kendilerine
Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir
biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına
fiilen el koymaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Anayasaya ve AİHM ile
yargı kararlarına göre haksız fiil/eylemdir. Haksız eylem/fiil nedeniyle açılan
ve ‘tazminat’ davası olduğu kuşku götürmeyen kamulaştırmasız el atma nedeniyle
tazminat davasına sebebiyet veren de kuşkusuz, kamu idareleridir.
İdarelerin/kamu tüzel kişilerinin, “hukukun üstünlüğünü” ve Anayasal kuralları
yok sayarak gerçekleştirdiği hukuka aykırı uygulamaları nedeniyle korumaya
alınması, hatta ödüllendirilmesi ve bu suretle hukuksuz uygulamalara teşvik
edilmesi niteliğindeki düzenlemenin, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine aykırı olduğu açıktır.
Çünkü,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Kamulaştırmasız
el atma ve bedele dönüştürülen taşınmazların bedel artırımına ilişkin davalardaki
vekalet ücreti, 1136 sayılı Avukatlık Yasası ve Avukatlık Ücret Tarifesinde
nisbi olarak belirlenmiştir. Nisbi olan vekalet ücretinin, maktu öngörülmesi,
hukukun Devlet eliyle çiğnemesi anlamına gelmektedir.
Kamulaştırmasız
el atma nedeniyle açılacak tazminat davası, ve bedel artırım davası hali
Borçlar Kanunu’nda yazılı haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası
niteliğindedir. Örneğin, binası yıkılan bir kişinin binanın yıkılmasına neden
olan kişiye karşı haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası açması ve lehine
davanın kabulü kararı alması halinde, davacı lehine nisbi avukatlık ücreti
hükmedilecektir. Aynı nitelikteki kamulaştırmasız el atma davasında ise maktu
vekalet ücreti belirlenmesi öngörülmektedir. Hukuki durumu ve niteliği aynı
olan alanlarda farklı kurallar uygulanması, Anayasanın 10 uncu maddesindeki
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur.
Gerçek
kişi veya özel hukuk tüzel kişisi, haksız fiil işlerse ona yüklenecek vekalet
ücreti nisbi, haksız fiili işleyen kamu tüzel kişisi ise, idareye yükletilecek
vekalet ücreti maktu olacaktır. Bu düzenlemeyle, kamulaştırmasız el atmadan
kaynaklanan tazminat davaları 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10 uncu
maddesindeki bedel tespit davasına dönüştürülmüş olmaktadır.
Ancak,
bedel tespit davasında idarenin haksız bir fiili olmadığı gibi, taşınmazın
bedelinin mahkeme kararı ile belirlenmesi malik yararına yasal bir
zorunluluktur. Dolayısıyla idarenin tespit davasında vekalet ücretini maktu
olarak ödemesi makuldür. Haksız fiili sebebiyle açılacak kamulaştırmasız el
atma davasında ise kusura dayalı ve parasal değere yönelmiş bir haksız fiil
işleyen idarenin, nisbi vekalet ücretine katlanması, hukuki caydırıcılığın ve
hukuk devleti olmanın gereğidir.
İdarelerin
kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara
uygun bir biçimde kullanmaksızm kişilerin Anayasal güvence altındaki
taşınmazlarına fiilen el koymuş oldukları ortada iken, haksız eylemde bulunduğu
tartışmasız olan idareler lehine yasal düzenleme yapılması, “kimse kusurundan
yararlanamaz” şeklindeki evrensel hukuk kuralına aykırıdır. Bu da hukuk devleti
ve menfaatler dengesi ilkeleriyle bağdaşmaz bir tablo ortaya çıkaracaktır.
Gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisinin Hâzineye ait taşınmazı işgal etmesi
halinde Hâzinenin açacağı ecrimisil davasında devlet lehine maktu değil nisbi
vekalet ücreti hükmedilirken, idarenin kişilerin taşınmazına kamulaştırmasız el
attığında maktu vekalet ücreti öngörülmesi, çifte standarttır ve bu çifte
standart, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ile 10 uncu maddesi yasa
önünde eşitlik ilkesi bağlamında koruma göremez.
C-
6745 sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin Sekizinci Fıkrasının Birinci, İkinci, Üçüncü ve
Dördüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı
6745
sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan
Geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrasında, kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye
giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya
yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin)
yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son
kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş
bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay
ayrılacağı; kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam
tutarını aşması hâlinde, ödemelerin, sonraki yıllara sâri olacak şekilde,
garameten ve taksitlerle gerçekleştirileceği; taksitlendirmede, bütçe imkanları
ile alacakların tutarlarının dikkate alınacağı ve taksitli ödeme süresince,
3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödeneceği kurala bağlanmakta;
onikinci fıkrasında ise, 24.02.1984 tarihli ve 2981 sayılı Kanun hükümlerine
göre yapılan imar uygulamalarından doğan ve ipotekle teminat altına alınanlar
da dâhil olmak üzere her türlü alacak ve bedellerin, borçlu idarelerce, ipotek
veya uygulama tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz
oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ilgililerine ödeneceği
belirtilmektedir.
Kısaca,
kamulaştırmasız el almalarda uzlaşılan bedel ile mahkeme kararıyla kesinleşen
kamulaştırma bedelinin, sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitle ödenmesi
ile taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine
İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenmesi öngörülmekte; ayrıca 2981
sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan her türlü
alacak ve bedellerin, borçlu idarelerce, ipotek veya uygulama tarihinden
itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz oranı uygulanmak suretiyle
güncellenerek ödenmesi kurala bağlanmaktadır.
Anayasanın
46 ncı maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırmanın gerçek karşılığının peşin
ödenmek suretiyle yapılacağı belirtilirken; ikinci fıkrasında, “Kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.”
kuralı getirilmiş; devamında ise bu kuralın istisnasına, “Ancak, tarım
reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin
gerçekleştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan
toprakların bedellerinin ödeme şekli kanunla düzenlenir. Kanunun taksitle
ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu
takdirde taksitler eşit olarak ödenir.” şeklinde yer verilirken; üçüncü
fıkrasında ise, “Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten
küçük çiftçiye ait olanının bedeli, her halde peşin ödenir.” denilerek,
taksitle ödeme istisnasının küçük çiftçiye ait olan ve küçük çiftçi tarafından
işletilen topraklar için hiçbir şekilde mümkün olamayacağı açık bir şekilde
ortaya konmuştur. Maddenin son fıkrasında ise, taksitle ödemede veya herhangi
bir sebeple ödenememiş kamulaştırma bedellerinde, “kamu alacakları için
öngörülen en yüksek faiz”in uygulanması şartı getirilmiştir.
Kamulaştırmasız
el atma, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri
Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence
altındaki taşınmazlarına fiilen el koymaları şeklinde ortaya çıkan haksız
eylemdir. İdarelerin kamu gücünü, Anayasa ve yasalara aykırı şekilde zorbaca
kullanmalarının da hukuk devletinde koruma görmesi mümkün değildir. 6487 sayılı
Yasanın 21 inci maddesiyle Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddesi,
Anayasaya, hukukun evrensel ilkelerine ve yasalara aykırı olarak el konulan
taşınmazların kamulaştırılmasını öngörmektedir. Öngörülen kamulaştırmanın da
yürürlükteki Anayasaya uygun olması, hukuk devleti olmanın gereğidir.
18.06.2010
tarihli ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 1 inci maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6
ncı maddesindeki aynı kurallar hakkında, 01.11.2012 tarihli ve E.2010/83,
K.2012/169 sayılı Kararında, “Anayasanın 46. maddesindeki taksitlendirme
koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmadığı gibi, sürenin beş yılı aşması
ihtimali de bulunduğu”, “taksitlendirme halinde 3095 sayılı Kanun’a göre
ödenecek olan kanuni faiz oranının kamulaştırmada uygulanacak olan kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranından daha düşük olduğu”
saptamalarında bulunmuş; bununla birlikte iptali istenen benzer bir kural
hakkında ise, “Yukarıda da belirtildiği gibi dava konusu kuralları da içeren
Geçici 6. madde ile 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasındaki
kamulaştırmasız el koymalar nedeniyle yapılacak tazminat talepleri ve açılacak
davalara ilişkin olup geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesinin
amaçlandığı anlaşılmaktadır. Hükmün gerekçesinde kamulaştırmasız el atılan
bütün taşınmazlarla ilgili tazminat talebinde bulunulması halinde idarelerin
bütçe kaynaklarıyla bu taleplerin karşılanması imkânsız olduğu gibi, kamu,
hizmetlerinin yürütülmesinde de büyük zorluklarla karşılaşılacağı
belirtilmiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetleri gidermek üzere, kamu
hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay ayrılarak ödemelerin
bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın talepleri karşılamaması halinde
ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten yapılmasını
öngören kuralın kamu yararı ile kişi hakları arasında makul bir denge kurmayı
amaçladığı anlaşıldığından Anayasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.”
denilmiştir.
Anayasanın
Başlangıcının sekizinci fıkrasında, Anayasanın, sözüne ve ruhuna mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanacağı kurala bağlanmış; 11 inci maddesinde, Anayasa
hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk
kuralları olduğu belirtilmiş; mülkiyet hakkı ise Anayasanın 35 inci maddesinde
koruma altına alınarak kamu yararının gerektirdiği durumlarda kamulaştırılması
Anayasanın 46 nci maddesinde açık ve ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin 01.11.2012 tarihli ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı kararındaki
saptamaları ile Anayasanın Başlangıcının sekizinci fıkrası ve 11 inci, 35 inci
ve 46 nci maddeleri göz önüne alındığında; 24.05.2013 tarihli ve 6487 sayılı
Kanunun 21 inci maddesiyle değiştirilen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun
geçici 6 nci maddesinin beşinci fıkrasında, uzlaşılan bedelin, bütçe imkanları
dâhilinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde taksitli olarak da
ödenebileceğine; sekizinci fıkrasında, kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden
ödemelerde kullanılmak üzere, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin yüzde ikisi,
belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe
gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri
toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılacağı;
kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması
hâlinde, ödemelerin, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve
taksitlerle gerçekleştirileceği; taksitlendirmede, bütçe imkanları ile
alacakların tutarlarının dikkate alınacağına yönelik kurallarda, Anayasanın 46
nci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça yazılan, “tarım reformunun uygulanması,
büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi,
kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan topraklar” ile sınırlı
bir taksitlendirme öngörülmeyip, taksitlendirmenin tüm kamulaştırmaları
kapsaması; düzenlemede, Anayasanın 46 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki, “Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanının
bedeli, her halde peşin ödenir.” kuralının gereği olarak küçük çiftçi topraklarının
kamulaştırma bedelinin her halde peşin ödenmesine yönelik düzenleme yapılmayıp,
küçük çiftçi toprakları da dahil tüm kamulaştırmaların taksitlendirme kapsamına
alınması; Anayasanın 46 nci maddesinin ikinci fıkrasında, Kanunun taksitle
ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz”
denilmesine rağmen, düzenlemede taksitlendirmenin beş yılı aşmayacağına ilişkin
kurala yer verilmemesi, açık ve tartışmasız bir şekilde Anayasanın
Başlangıcının sekizinci fıkrası ile 11 inci, 35 inci ve 46 nci maddelerine
aykırıdır.
Taksitlendirme
ve Kanuni faiz uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin geçmişte ortaya çıkan
sorunları çözmeyi amaçlaması ve geçici nitelikte olması, Anayasaya aykırılığa
mazeret olamaz ve Anayasaya aykırılığı ortadan kaldıramaz. Çünkü, hukuk devleti
ilkesi, devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olmasını ve Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınmasını koşulsuz şart koşar. Bu itibarla iptali
istenen düzenlemeler, Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır.
Yine
aynı şekilde, “kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay
ayrılarak ödemelerin bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın talepleri
karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve
garameten yapılmasını öngören kuralın kamu yararı ile kişi hakları arasında
makul bir denge kurmayı amaçlaması” gerekçesi de Anayasanın açık hükümleri
karşısında Anayasal dayanaktan yoksun kalmanın yanında, merkezi yönetim
bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin
yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son
kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş
bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi, oranındaki ödeneğin makul olarak
değerlendirilmesi ve “kamu yararı ile kişi hakları arasında makul bir denge
kurmayı amaçlaması” ile gerekçelendirilmesi, Merkezi Yönetim Bütçesinde “Faiz
Giderleri “ne ayrılan ödenek göz önüne alındığında maddi ve hukuki anlamda
hiçbir şekilde mümkün değildir.
Anayasanın
65 inci maddesinde, Devletin sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile
belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
mali kaynakları ölçüsünde yerine getireceği; 138 inci maddesinin son fıkrasında
ise, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak
zorunda olduğu ve bu organlar ile idarenin mahkeme kararlarını
değiştiremeyeceği ve yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurallarına yer
verilmiştir.
Bu
bağlamda Anayasanın 65 inci maddesindeki kural, kaynakların ulaşılmak istenen
amaçlara uygun öncelikleri gözeterek hizmet programlarına tahsis edilmesi ve
mali kaynakların üzerinde görev üstlenilmemesi ile ilgili olup, Anayasanın 138
inci maddesinin son fıkrasının istisnası değil; Devletin sosyal ve ekonomik
görevlerinin sınırını oluşturmakta ve mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilmesine hiçbir şekilde gerekçe oluşturmamaktadır.
İptali
istenen düzenlemelerdeki taksitlendirmeye ilişkin kurallar, mahkeme kararlarının
yerine getirilmesini geciktirici ve etkisiz kılıcı nitelikte olduğundan,
Anayasanın 138 inci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda
açıklandığı üzere, 6745 sayılı Kanunun 35 inci maddesiyle 2942 sayılı yasaya
eklenen geçici 12.maddesinin ikinci fıkrası Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 10
uncu, 11 inci, 35 inci, 46 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
D-
6745 sayılı yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin Onbirinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Geçici
6 ncı maddenin onbirinci fıkrasında, “Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin
tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.”
denilmektedir.
İptali
istenen düzenleme, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve
yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin
Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına 09.10.1956 ile 04.1 1.1983 tarihleri
arasında yani 30-57 yıl önce fiilen el koymaları nedeniyle mahkemelerce
hükmedilen bedellerinin tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının
haczedilemeyeceğini; başka bir anlatımla uzun yıllardır taşınmazını tasarruf
edemeyen, semerelerinden yararlanamayan, bedelini de alamayan maliklerin yargı
kararma rağmen, haklarını hukuk yoluyla elde edememelerini öngörmektedir.
Anayasanın
46 ncı maddesinde kamulaştırma bedelinin gerçek değeri üzerinden peşin ödenmesi
temel ilke olarak ortaya konulduktan sonra istisnası ve devamında da
istisnasının istisnası ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Kaynağını Anayasanın 46
ncı maddesinden alan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununda da kamulaştırma
bedelinin tahsiline haciz yasağı getirilmemiştir.
Bununla
birlikte, çeşitli özel yasalarda haciz yasağına konu oluşturan düzenlemeler
bulunmaktadır. Ancak, hiçbir özel yasada alacağın tahsilini geçici 6 ncı
maddenin onbirinci fıkrasında yer alan, “idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.”
ifadesindeki gibi bütünüyle ortadan kaldıran mutlak bir haciz yasağı bulunmamaktadır.
Anayasanın
2 nci maddesinde hukuk devleti ilkesine yer verilmiş; 35 inci maddesinde
mülkiyetin temel bir hak olduğu belirtildikten sonra ancak kamu yararı amacıyla
sınırlanabileceği ve mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurallaştırılmış: 36 ncı maddesinde hak arama hürriyeti
düzenlenmiş; 138 inci maddesinin son fıkrasında ise mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilmesi yasaklanmıştır.
Hak
arama hürriyeti, mahkemelerde dava açmak ve haklılığı karara bağlatmak ile
sınırlı değildir ve bunların yanında mahkemelerde dava açılmasından beklenen
meşru ve hukuki yararı, bu bağlamda mahkeme kararının yerine getirilmesini de
içermektedir. Mahkeme kararı yerine getirilmeyecek ise, dava açmanın ve
haklılığın mahkeme kararıyla ortaya konulmasının amacı ve işlevi kalmamaktadır.
Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğü bağlamında yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmada bulunma ile adil yargılanma
hakkı, Anayasanın 138 inci maddesindeki kurallarla bir bütündür ve mahkeme kararının
geciktirilmeksizin yerine getirilmesiyle anlam kazanarak meşru ve hukuki
amacına ulaşmaktadır.
İdarelerin
mahkeme kararıyla kesinleşmiş kamulaştırma bedelini ödememesi halinde, borcu
karşılayacak ekonomik değerlerin haczedilip satılarak alacağın tahsili, bir
yanıyla mülkiyet hakkının doğal bir sonucu, diğer yanıyla hak arama
hürriyetinin nihai amacı ve somutta görünen yüzüdür.
Mahkeme
kararıyla kesinleşen kamulaştırma bedeli, maliklerin mülkiyetlerinin karşılığı
olan alacaklarıdır ve mülkiyet hakkı kapsamında olan alacağın tahsilinin mutlak
haciz yasağı yoluyla bütünüyle engellenmesi, Anayasanın 35 inci maddesine
aykırıdır.
Öte
yandan, hak arama özgürlüğünden söz edebilmek için, hak aramanın güvence altına
alınması ve hak aramaya sebep olan meşru ve hukuki amaca ulaşmanın önüne
engeller konulmaması gerekmektedir. Mahkeme kararıyla kesinleşmiş alacağın
tahsilinin haciz yasağıyla engellenerek, bütünüyle borçlunun insafına terk
edilmesi; alacaklının hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığından Anayasanın 2 nci
maddesine; hak arama özgürlüğünü ölçüsüzce sınırlandırıp özünü ortadan
kaldırdığından Anayasanın 13 üncü ve 36 ncı maddelerine; mahkeme kararlarını
uygulanamaz kıldığından Anayasanın 138 inci maddesine aykırılık oluşturur.
Mahkeme
kararıyla kesinleşmiş kamulaştırma alacağının tahsiline mutlak haciz yasağı
getirilmesinin, “kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesinin güvence
altına alınması” ile gerekçelendirilmeye çalışılması ve böylece birkaç kişinin
Anayasal, meşru ve yargı kararıyla kesinleşmiş alacak haklarının, idare
bütçelerinin devasa boyutları gözetilmeden kamu hizmetlerinin sürekliliği ile
ilişkilendirilerek, idarelerin Anayasa ve yasalara aykırı hukuk tanımaz zorba
uygulamalarının teşvik edilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk
devleti ilkesi ile Anayasanın 5 inci maddesinde Devlete verilen “kişilerin ve
toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak” görevleriyle bağdaşmaz.
Yukarıda
açıklandığı üzere 20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35.maddesi ile 2942
sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin 2. FIKRASININ 1. CÜMLESİNİN
Anayasanın 2 nci, 5 inci, 10 uncu, 13 üncü, 35 inci, 36 ncı ve 138 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4-
20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 salıyı Resmi Gazete’de
yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya ekelenen
geçici 12. maddesinin tamamı AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE AVRUPA İNSAN
HAKLARI MAHKEMESİ KARARINA AYKIRIDIR.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesine 1 nolu Ek Protokol ile eklenen haklardan biri de “Mülkiyet
Hakkı” dır. Söz konusu sözleşmede Mülkiyet Hakkı başlıklı madde;
Madde
1- Mülkiyetin korunması
“Her
gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini
isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen
koşullara ve uluslar arası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve
mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devlerin, mülkiyetin kamu
yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka
katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri
yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmüne
amirdir. AİHM “Mülkiyet Hakkı”nı düzenleyen madde hükmünü analizle bunun içerik
ve kapsamını belirlemiş bulunmaktadır. Mahkemeye göre bu madde birbirinden ayrı
3 kuralı içermektedir. Fıkranın 1. Cümlesinde yer alan ve genel nitelikteki ilk
norm mülkiyete saygı ilkesini dile getirmektedir. Aynı fıkranın 2. Cümlesindeki
2. Norm mülkiyetten mahrumiyet ile bunun bağlı tutulduğu koşulları
göstermektedir. 2. Fıkradaki 3. Norm ise taraf devlere özellikle sahip olunan
mallardan yararlanma hakkını genel yarara uygun şekilde düzenleme yetkisi
vermektedir. Mahkemeye göre ilke olarak bireyin mülkiyet akından yoksun kılan
bir tedbirin meşru kamu yararı amacı gütmüş olması yeterli değildir. Amaca
ulaşmak için başvurulan amaç ile güdülen amaç arasında aynı zamanda makul bir
orantı ilişkisinin de mevcudiyeti gerekir. Mahkemeye göre sözleşen devletlerin
hukuk sistemlerinde kamu yararı gereği mülkiyetten mahrumiyet bir tazminatın
ödenmemiş olması halinde meşruiyet kazanmaz. Tazmin yükümlülüğünün seviyesine
gelince mal ve mülkün değeriyle orantılı bir meblağın ödenmemesi durumunda
mülkiyetten mahrumiyet genellikle aşırı bir tecavüz olup 1. Madde düzeyinde
meşru telakki edilemez olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle yasanın 6745 sayılı Yasanın
35. maddesi ile Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 12. maddesinin tamamı AİHS’ye
1 nolu Ek Protokol ile eklenen 1. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu
nedenle de iptali gerekir.
5-
20.08.2016 TARİHİNDE KABUL EDİLEREK 07.09.2016 GÜN 29824 SAYILI RESMİ GAZETE’DE
YAYIMLANAN 6745 SAYILI KANUNUN 35.MADDESİ İLE 2942 SAYILI YASAYA EKLENEN GEÇİCİ
12.MADDESİNİN TAMAMI ANAYASA’nın 90. MADDESİNE DE AYKIRIDIR.
“Madde
90- Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası
kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik,
ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan
andlaşmalar, Devlet Mâliyesi bakımından bir yükleme getirmemek, kişi hallerine
ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla,
yayınlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından
başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
Milletlerarası
bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye
dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye
Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya
göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren
andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk
kanunlarında değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci
fıkra hükmü saklıdır.
Usulüne
uygun yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek
cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7. mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak
ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalar kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası
andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almakta olup, AİHS’ye Ek Protokol
ile adı geçen sözleşmeye yeni 3 hak daha ilave edilmiş olup, bu protokol
20/03/1953 tarihinde Paris’te imzalanıp 18/5/1954 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu protokol Türkiye tarafından 6366 sayı ve 10/03/1954 tarihle
kanunla onaylanıp yürürlük kazanmıştır. Kişi özgürlükleri kapsamı içine
yerleştirilen mülkiyet hakkı temel haklardan birisi sıfatıyla pek çok ulusal
anayasada ve uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesinde de yer almaktadır.
Kişinin mal ve mülkünden yararlanma hakkı, mülkiyet hakkının temel
unsurlarından biridir. Yasanın 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen
geçici 12. maddenin tamamı Anayasa’nın 90. maddesine de aykırılık teşkil
etmektedir. Bu nedenle iptali gereklidir.
YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ:
Hukuk
devletine aykırı olan temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran ve Anayasa’ya
açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde sonradan giderilmesi
olanaksız zararlara yol açacağı açıktır. Anayasa’ya aykırılığın sürdürülmesinin
bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde özenle korunması gereken
Hukukun Üstünlüğü İlkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Yukarıda Anayasa’ya
aykırılığı ileri sürülen hükümlerin uygulanması halinde imar uygulaması
nedeniyle bedel artırım istemi talebinde bulunanların hak arama özgürleri ihlal
edilecek, hukuksal ve ekonomik anlamda gerçek ve tüzel kişi tarafların önceden
öngörülmeyecek büyük kayıplara sebebiyet verilecektir. Anayasa’nın hükümlerine
açıkça aykırılık taşıyan söz konusu düzenlemelerin uygulamaya geçmesi durumunda
telafisi imkânsız zararlar doğabilecektir. Bu zarar ve durumların doğmasını
önlemek amacıyla Anayasa’ya aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal
davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulmasına karar verilmesi
arz olunur.
SONUÇ
VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
20.08.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı Yatırımların
Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişik Yapılmasına Dair Kanunun 35. maddesi ile değiştirilen 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 12. maddesinin;
1-
“24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara
Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin Değiştirilmesi
Hakkındaki Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan
idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri: uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir”
Şeklindeki 1. fıkrasının tamamının,
2- 2. Fıkrasının “Bu kanunun geçici 6 ncı maddesinin
üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki
davalar ve icra takipleri için de uygulanır” şeklindeki ilk cümlesinin
3-
2. Fıkrasının “Bu madde hükümleri karar bağlanmamış veya kararı kesinleşmiş tüm
davalara uygulanır.” Şeklindeki ikinci cümlesinin,
ANAYASA’NIN
a)
2. maddesinde düzenlenen “Hukuk Devleti ve Hukuk Güvenliği” ilkelerine,
b)
10. maddesinde düzenlenen “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine,
c)
35. maddesinde düzenlenen “Mülkiyet Hakkı Dokunulmazlığı” ilkesine,
d)
6. maddesinde düzenlenen “Adil Yargılanma Hakkı” ilkesine,
e)
AİHS’nin Ek 1 nolu protokolünde 1. maddesinde yer alan “Mülkiyet Hakkı
Dokunulmazlığı” ilkesine,
f) Anayasa’nın 90. maddesinde düzenlenen “Taraf Olunan ve Usulünce Onaylanan
Uluslararası Sözleşme Hükümlerinin Kanun Hükmünde ve Fakat Temel Haklar
Noktasında Kanunlara Önceliği Olduğu” ilkesine açıkça aykırı olması nedeniyle,
Davacılar
vekilince iddia edilen ANAYASA’YA AYKIRILIK İDDİASI mahkememizce de ciddi
bulunmuş olup 6745 Sayılı Yasanın 35. maddesiyle 2942 Sayılı yasaya eklenen
geçici 12. maddesinin 1. fıkrası ile 2. fıkrasının tamamının Anayasa’nın 2, 10,
35, 36, 90 ve AİHS Ek 1 nolu protokolünün 1. maddelerine aykırı olduğunun
TESPİTİ ile bu fıkra ve cümlelerin İPTALLERİ ile YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASINA
karar verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2017/31
Karar Sayısı : 2017/19
“Mahkememizce
yapılan yargılama sırasında 07.09.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 35. md.si ile
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 12. maddesinin tamamı ile 2. fıkrasının
‘‘Bu kanunun geçiçi 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci
fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri içinde
uygulanır. Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır.” cümlesinin Anayasaya aykırı olduğunu iddia edilmesiyle
dosyamızdan Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulmuş ve bu iddia mahkememizce
30/12/2016 tarihli duruşmada Anayasa Mahkemesine başvuru talebi ciddi bulunarak
iptali istemiyle Mahkemenize başvurmak hasıl olmuştur.
Öncelikle
iptali talep edilen ve davayı esastan etkileyen 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi
ile getirilen geçici 12. maddeyi incelemek ve eğer Yüksek Mahkemenizce geçici
12. maddesi iptal edilir ise bu defa 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi ile
getirilen Geçici 12. madde hükümlerinin Anayasaya aykırı hükümlerinden dava
etkileneceğinden bu defa geçici 12. maddenin Anayasaya aykırı hükümlerinin
neden Anayasa’ya aykırı olduğunu gerekçelendirmek gerekmiştir.
6745
sayılı Yasanın kamulaştırma ile ilgili davamızı esastan etkileyen 35. maddesi
ile Kamulaştırma Kanununa eklenen Geçici 12. maddesi aşağıdaki gibidir.
35.
madde: 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı
Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin
değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından
doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri: uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.
Bu Kanunun Geçiçi 6. maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri içinde uygulanır.
Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.”
20.08.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12.
maddesinin birinci fıkrasının yürürlüğe girmeden önce; 2981 Sayılı Kanun
uygulamasından mağdur olan hak sahipleri, işbu davada olduğu gibi 3194 Sayılı
İmar Kanununun 17. maddesi son fıkrası uyarınca 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu
hükümlerine göre bedel artırım davası açabilmekte, Mahkemece ilgiliye daha
önceden bedel ödenmiş ise son ödeme tarihi itibariyle taşınmazın değerini
tespit edilmekte, bu durumda bedel alan hak sahipleri için sembolik miktarda
artırım bedelleri çıkmakta uygulama bedeli ödenmiş ise idareye hiçbir mali ek
külfet yüklenmemekte idi. Hak sahibi kamulaştırma bedelini hiç almamış ise;
Kamulaştırma Kanunu gereği müracaat tarihi (dava) itibariyle taşınmazın değeri
tespit edilmekte, taşınmazın bedele dönüşen alanı İçin idarece takdir edilen
bedel artırılarak ve hak sahibine ödenmesine karar verilmekte idi.
Bu
düzenlemeyle mülkiyet hakkının özü çiğnenmiş denkleştirici adalet ilkesi dahi
göz ardı edilmiştir.
1-
YASANIN 35. MADDES İ YLE GETİRİLEN GEÇİCİ 12. MADDENİN 2. FIKRASININ 2.
CÜMLESİNİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN;
A-
Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır” olan 2.cümlesi ANAYASA’NIN HUKUK DEVLETİ İLKESİ OLAN 2. MADDESİNE
AYKIRIDIR.
Anayasa’nın
2. maddesi “HUKUK DEVLETİ VE HUKUK GÜVENLİĞİ” ilkelerini düzenlemektedir.
Anayasa
Mahkemesinin 22/12/2011 tarihli 2010/7 Esas, 2011/172 Karar Sayılı Kararı’nda;
Ay. 2. Md. gereği Hukuk Devleti Hukuk Güvenliği ilkeleri açıkça tanımlanmıştır.
şöyle ki;
“Kişilere
hukuk güvendiğinin sağlanması, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devletinin ön koşullarındandır. Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir
olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin
de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerektirir. Hukuk güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda yasaların geleceğe yönelik
öngörülebilir belirlemeler yapılabilmesine olanak verecek kurallar içermesini
gerekli kılar. Geriye dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının, hukuki
istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmaz.
Hukuk
devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak
yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği
ilkesi” uyarınca yasalar, kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış
hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar
dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere
uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin
nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel
ilkelerindendir.
Öte
Yandan, hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi belirliliği de gerektirir.
Belirlilik ilkesi, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve
kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli
bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini
mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini gerekli kılar.” (AYM.2010/7 E.,2011/172
K.ve 22.12.2011 Tarihli Karan.)
İşbu
iptale konu 6745 S.K. ile değişik 2942 S.K. Geçici 12. Md. 2. Fıkrasının 2. cümlesi
hukuk devleti ve hukuk güvenliği ilkelerine açıkça ihlal etmektedir. Zira
geçmişte yapılmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere yönelik olarak kamu yararı ve
birey haklarını korumaya yönelik değil tam aksine bireyin temel haklarını yok
eder bir şekilde geçmişe yürütülmektedir. Hal böyle olunca cümle hukuka güven
ilkesi dolayısıyla Hukuk Devleri İlkesiyle bağdaşmaz. Bu nedenle maddenin bu
cümlesinin iptali gereklidir.
B-
“Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.”
olan 2. cümlesi ANAYASA’NIN 10. MADDESİNDE İFADE EDİLEN “KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK”
İLKESİNE DE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Şöyle
ki aynı tarihte imar uygulamasından kaynaklı bedel arttırım davası açan iki
ayrı kişi işbu yasa yürürlüğe girinceye kadar aynı usul ve esaslar hükümlerine
göre yürütülmüş iken, birisi yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce karar
çıkıp önceki yasal düzenlemeler doğrultusunda kesinleşirken, diğer hak
sahibinin elinde olmayan ve yargılamadaki gecikmelerden dolayı davası henüz
kesinleşmemişse dava tarihi itibariyle eşit statü ve hukuki düzende bulunan
mağdurlar arasındaki bu eşitlik, davası kesinleşmeyen aleyhine açıkça
bozulmakta ve kanun önünde eşitsizlik ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de işbu
cümle Kanun Önünde Eşitlik İlkesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle maddenin bu
cümlesinin iptali gerekir.
C-
“Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.”
olan son cümlesi ANAYASANIN 36. MADDESİNDE İFADE EDİLEN “ADİL YARGILANMA HAKKI”
İLKESİNE DE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Devam
eden bir davada, davanın taraflarından birinin, davanın sonucunu etkileyecek
bir yasal düzenlemenin bizzat hazırlanışında yer alması açıkça Anayasanın 36.
maddedeki adil yargılanma hakkının ihlalidir. Bu eylemi yapanın idare olması bu
gerçeği değiştirmez bilakis bireyin en çok idareye karşı yargısal ve hukuki
korumaya ihtiyacı vardır. Hal böyle olunca cümle Adil Yargılanma Hakkı” ilkesi
ile bağdaşmaz, bu nedenle maddenin bu cümlesinin iptali gereklidir.
2-
YASANIN 35. MADDESİYLE GETİRİLEN GEÇİCİ 12. MADDENİN 1. FIKRASI “24/2/1984
tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin değiştirilmesi
Hakkındaki Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan
idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri: uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.”
CÜMLESİNİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN;
A-
Bu cümle ANAYASANIN 35. MADDESİNDE DÜZENLENEN ‘‘MÜLKİYET HAKKINA” AYKIRIDIR.
Mülkiyet
Hakkı Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve
bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği
belirtilmiştir. Kamulaştırmanın nasıl ve hangi ilkelere göre yapılacağı Anayasanın
46. maddesinde düzenlenmiştir.
2981
sayılı Kanun gereğince yapılan uygulamalar neticesi, bedele dönüştürülen
taşınmazlar uygulama tarihi itibariyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu
hükümleri uygulanmak suretiyle düzenlenen idari işlemler 2981 sayılı Kanunun 10/b
ve c maddeleri gereğince yapılan imar uygulaması neticesi bedele dönüştürme
işlemlerinde de 2942| sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmıştır. Bireyin
mülkiyeti altındaki taşınmazı kamulaştırılmış ve
aynı yöntemle değer tespiti yapılmıştır. 2981 sayılı Kanun bir nevi İmar Affı
niteliği taşıdığından uygulama sahasında fiili yapılaşma korunarak imar
uygulaması yapılmış, yani hukuki durum fiili duruma uydurulmuştur. Uygulama
gereğince mülkiyet durumuna bakılmaksızın öncelikle mevcut yapılar tespit edilmiş,
mevcut yapı sahipleri yapının bulunduğu taşınmazın maliki olmasalar dahi
binaların üzerinde bulunduğu taşınmazların maliki yapılmışlardır. Yapılardan
arta kalan yerlerden ise öncelikle kamu hizmet alanları, yollar ayrılmış, kalan
yerler ise yapı sahibi olmayan ancak mülkiyet sahibi olan arsa sahiplerine dağıtılmış,
üzerinde binası bulunmayan arsa sahiplerinin taşınmazları kesilen düzenlenme
ortaklık paylan yeterli gelmediğinden ya tamamen ya da kısmen bedele
dönüştürülmüş ve kamulaştırılmıştır. Ancak yapılan idari işlemler usulüne uygun
olarak hak sahiplerine noter kanalıyla tebliğ edilmediğinden mülkiyet hakkı
sahiplerinin bir çoğunun ne yapılan işlemin iptali için idari yargıda, ne de
bedel tespiti için adli yargıda dava açma imkanları olmamıştır. Hak sahipleri
işbu iptale konu 6745 S.k.35 Md. l. Fıkrası yürürlüğe girmeden önce 2981 S.K.,
3194 Sayılı İmar Kanunu ve 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu çerçevesinde “Bedel
Arttıran Davası” açmak suretiyle mahkemece takdir edilen bedeli alma imkanına
sahipken, getirilen yeni düzenleme ile mülkiyet hakkı sahibinin mülkiyetten
kaynaklanan haklan kısıtlanmakta; elinden alman taşınmazının müracaat tarihinde
ki değeri yerine uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi
olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit
edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi
Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibariyle
güncellenerek ödenmesi öngörülmektedir. Bu durum mülkiyet hakkı sahibi bireyi
açıkça mağdur edecektir. Zira uygulama tarihleri 30 yıl önceye dayanan taşınmazların
o tarihteki takdir/tespit edilen bedelin Yurt içi üretici fiyat endeksi tablosu
esas alınarak yapılacak güncelleme ile ortaya çıkacak olan değerin bugünkü
satın alma gücü mukayese edilemeyecek çok fahiş bir fark olacak, bu hesaplama
yöntemi ile bu farkın kapanması da mümkün olamayacaktır.
Söz konusu 2981 S.K. 1984 tarihinde yürürlüğe girmiş
olup halen yürürlüktedir. Bu itibarla 1984 yılından günümüze kadar bu kanun
gereğince taşınmazı bedele dönüştürülen hak sahipleri olması kaçınılmaz bir gerçektir.
Kaldı ki bu günden sonra da bu kanunun uygulanma imkanı mevcuttur. 1984 yılında
taşınmazı bedele dönüştürülen ve takdir edilen bedeli almayan bir hak
sahibinin, geçen sürede Türkiye’de ki enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında
bu hesaplama yöntemi ile alacağını almaya zorlanması demek bugün için ancak
birkaç yüz lira ile ifade edilecek bir bedel alması demektir.
2981 S.K. ile yapılan bedele dönüştürmelerde ise
yıllardır hak sahiplerine ödenmeyen bedeller mevcuttur ki, bu bedellerin
yalnızca Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle güncellenerek ödenmesi sembolik rakamlar
olup, AİHM önünde Türkiye’nin yeni mahkumiyetlerine sebebiyet verecektir.
Anayasa Mahkemesi 5999 Sayılı Kanun ve 6111 sayılı
Kanun ile getirilen düzenlemelere yönelik olarak 2010/83 E., 2012/169 K. sayılı
ve 01.11.2012 tarihli kararında açıkça Anayasaya aykırılıklar tespit etmiş
ancak düzenlemenin geçmişte belirli bir dönemi (1956-1983) kapsayan hukuka aykırı
el atmalarla ilgili geçici bir düzenleme olması hasebiyle iptal etmemiştir.
Anayasa Mahkemesi aynı mahiyetteki 6487 sayılı yasa
ile yapılan düzenlemeyi de 2013/95 Esas 2014/176 Karar sayılı 13.11.2014
tarihli karan ile Anayasaya aykırılıklar tespit ederek iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesinde t\.Anayasa
Mahkemesinin 10.4.2003 günlü, E.2002/112 ve K.2003/33 sayılı karan üzerine
ortaya çıkan içtihat farklılığının giderilmesi ve idarenin kamulaştırmasız el koyması
yoluyla mağdur edilen vatandaşların haklarının korunması amacıyla 5999 Kanun’la
2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddede, taleplerin çok yoğun olması
halinde kamu idarelerinin tazminat ödeme konusunda zor durumda kalabilecekleri
gözönünde bulundurularak bu şekildeki taleplerin karşılanabilmesi ve tazminatların
ödenebilmesi için bazı özel düzenlemelere yer verilmiştir.
Dava konusu kuralla, 4.11.1983 tarihinden bu fıkranın
yürürlüğe girdiği tarihe (11.6.2013) kadar gerçekleşen kamulaştırmasız el
atmalar da madde kapsamına alınmış ve maddede yer verilen bazı hükümlerin bu taşınmazlar
hakkında da uygulanması öngörülmüştür.
Geçici 6. maddede öngörülen hükümler, Anayasa
Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun’un 38. maddesinin uygulandığı 9.10.1956
ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan bazı mağduriyetlerin giderilmesi
amacıyla çıkarılmıştır. Ancak kanun koyucu, bu mağduriyetlerin bir anda gidermesinin
bütçeye ölçüsüz bir yük getirerek kamusal hizmetlerinin aksamasına neden
olacağını göz önünde bulundurarak münhasıran bu tarihleri kapsayan dönemde
kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedellerinin ödenmesine ilişkin istisnai
bazı hükümlere yer vermiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetlerin giderilmesi ve o dönemden
kaynaklanan ihtilafların tasfiyesi amacındaki üstün kamusal yarar dikkate
alındığında, maliklerin de haklarının
yeteri derecede gözetilmesi kaydıyla bu dönemle sınırlı olarak uygulanmak üzere
bir takım istisnai düzenlemelerin yapılması mümkündür. Nitekim, geçici 6.
maddede, belirlenen bedelin ödenmesinde ödenek sınırlaması getirilmesi, borcun
taksitler halinde ödenmesine imkan tanınması, haczedilmezlik yasağı öngörülmesi
gibi malik aleyhine bir takım hükümlere yer verilmiş ise de belirlenen bedelin
taksitler halinde ödenmesi durumunda 3095 sayılı Kanun uyarınca kanuni faiz
ödenmesi öngörülerek malikin gecikmeden kaynaklanan zararları karşılanmak
suretiyle kamusal yarar ile malikin kişisel yaran arasında makul bir denge
kurulmuştur.
Ancak,
9.10.1956 ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin
giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine birtakım hükümler içeren bu
istisnai düzenlemenin 4.11.1983 tarihinden sonraki dönem için de uygulanmasının
haklı bir temeli bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı
Kanun’un 38. maddesinin doğurduğu ağır mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin
bütçeye getireceği Ölçüsüz yük nedeniyle kamu hizmetlerinde meydana gelebilecek
aksamalar dikkate alınarak o dönemle sınırlı olarak makul karşılanabilen bu
istisnai hükümlerin sonraki dönemlere de uygulanması öngörülerek olağanlaştırılması,
hukuk güvenliğini zedelemekte ve Anayasa’nın 35. maddesinde güvenceye bağlanan
mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir, denmiştir.
Ne
var ki 6745 sayılı yasanın 35. maddesi ile yapılan aynı mahiyetteki düzenleme
1983 tarihinden sonra yürürlüğe giren ve halen yürürlükte olan 2981 S.K.
hükümleri uyarınca yapılan idari işlemler de madde kapsamına alınarak hem zaman
bakımından düzenleme sürekli bir hale getirilmekte ve tarihsel uygulanma
sınırından çıkarılarak hukuki işlemlerin (kamulaştırma) sonuçlarına da
uygulanmakta, bu düzenleme ile 6487 sayılı yasa ile getirilen geçici 6. maddedeki
düzenleme geçmişte belirli bir döneme yönelik geçici bir düzenleme, olmaktan
çıkarılıp geçmişi, bugünü ve yarını kapsayan kalıcı bir düzenleyici yasa haline
getirilmekte ve mülkiyet hakkını, Anayasa 2. md. tanımlanan “hukuk devleti ve
hukuk güvenliği ilkelerini”, Anayasa’nın 5. maddesinde de tanımlanan “Devlet
Temel Amaç ve Görevleri” başlığı altındaki “Toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama, Temel Hak ve Hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırma”
ilkelerine açıkça aykırıdır. Zira zamanla temel hak ve hürriyetlerin önündeki
engelleri kaldırmakla yükümlü olan devlet buna mukabil gün geçtikte temel hak
ve hürriyetlerin önüne yeni engeller koymakta ve iyice hak ve özgürlüklerin alanını
daraltmaktadır. Hal böyle olunca cümle Mülkiyet Hakkı İlkesi ile bağdaşmaz, bu
nedenle maddenin bu fıkrasının iptali gereklidir.
Bu
durum Anayasa 35. Md. Belirtilen mülkiyet hakkına açıkça aykırı olduğu gibi
AİHS Ek l. no.lu protokole dolayısı ile Anayasa 90. maddesine de açıkça aykırıdır.
Nitekim
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi 09.07.1997 tarih ve 60/19967-679/869 Sayılı
AKKUŞ/TÜRKIYE kararında açıkça “Usulüne uygun olmayarak istimlak için tazminat
ödenmesinde ki uzun gecikmeler arazisi kamulaştırılan kişinin artan bir mali
kayba uğramasına sebep olmakta, özellikle bazı ülkelerde olduğu gibi paranın
değer kaybı, kişiyi belirsiz bir konuma koymaktadır.” Denilerek Akkuş/Türkiye
davasında 17 aylık bir gecikme nedeniyle yıllık enflasyon ve hayat
pahalılığının çok altında olan yasal faizle yapılan ödemenin hak sahibini
mağdur ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etmiştir.
AKKUŞ/TÜRKİYE
kararında AİHM; Kamulaştırma bedel alacağının da mülkiyet hakkı kavramı
içerisinde değerlendirerek geç ödenmesi halinde yalnızca yasal faiziyle
ödenmesini mülkiyet hakkının ağır ihlali olarak görmüş ve Türkiye’yi mahkum
etmiştir.
2981
S.K. ile yapılan bedele dönüştürmelerde ise yıllardır hak sahiplerine ödenmeyen
bedeller mevcuttur ki, bu bedellerin bu hesaplama yöntemi ile ödenmesi sembolik
rakamlara baliğ olmakla, AİHM önünce Türkiye’nin yeni mahkumiyetlerine
sebebiyet vermektedir.
B
- Bu cümle ANAYASA’NIN 10. MADDESİNDE DÜZENLENEN “KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİNE”
DE AÇIKÇA AYKIRIDIR. .
Anayasa’nın
10. maddesinde, herkesin kanun önünde eşit olduğu, Devlet’in bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlü bulunduğu, Devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde
kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları hükme
bağlanmaktadır. “Yasa önünde eşitlik ilkesi”nin amacı, aynı durumda bulunan
kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar
karşısında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
6745
sayılı Yasanın 35. maddesi ile getirilen düzenleme; haklarında 2981 S.K.a
göre ve 2942 s. Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle
kamulaştırma işlemi yapılan hak sahibi mağdurları, kamulaştırma rejimine tabi
başkaca hak sahibi mağdurların sahip oldukları
farklı bir yasal rejime sürüklemektedir. Tüm
kamulaştırma mağdurları özgürce bedel tespiti/artırımı davası açabilirken 2981 S.K’na
dayalı hak sahiplerini uygulama tarihindeki takdir ve tespit edilen bedelin
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi
tablosu esas alınmak suretiyle güncellenmesi sonucu ortaya çıkacak son derece
düşük bedeli almaya zorlamaktadır.
Söz konusu madde; aleyhlerinde 2981 S.K. gereği
hukuki işlem tesisi edilmek suretiyle mağdur edilen KAMULAŞTIRMA MAĞDURLARINI,
kendileriyle aynı hukuki statüye sahip diğer KAMULAŞTIRMA MUHATAPLARINDAN
ayırarak tamamen farklı ve geçici olması hasebiyle olağanüstü kısıtlamalara
tabii 1956-1983 arası yıllarda KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA MAĞDURLARIYLA aynı hatta
daha geri haklara mahkum etmektedir.
Bu durum Anayasanın 10. maddesinde vücut bulan “Kanun
Önünde Eşitlik” ilkesine açıkça aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
3- 20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün
29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile
2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin 2. FIKRASININ ilk cümlesinin
ANAYASAYA AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN:
20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün
29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35.maddesi ile 2942
sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin 2. FIKRASININ ilk cümlesinde bu Kanunun
geçici 6 inci maddesinin üçüncü ,yedinci ,sekizinci ve onbirinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri için de uygulanır”
denmektedir.
A- 6745 sayılı yasanın 35. maddesinin 2.fıkrasının
ilk cümlesi ile atıfta bulunulan Geçici 6 ncı maddenin üçüncü fıkrasında, “Uzlaşma;
idareye ait taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak
tanınması veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması
suretiyle veya bunların mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel üzerinden
yapılabilir.” Denmektedir.
Öncelikle belirtilmesi gereken, uzlaşma usulünün
eşitler arasında yapılabileceğidir. Oysa, geçici 6 ncı maddede öngörülen
uzlaşmanın taraflarından bir yanında, kendisine Anayasa tarafından tanınan olanak
ve yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin
Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına fiilen el koyan idareler, diğer
yanında ise, 30-57 yıldır taşınmazını tasarruf edememiş, semerelerinden
yararlanamamış ve bedelini de alamamış mağdur ve çaresiz kişiler yer
almaktadır.
Anayasanın 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında
kamulaştırmanın gerçek karşılığının peşin ödenmek suretiyle yapılacağı kurala
bağlanırken; ikinci fıkrasında ise, “Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan
artırma bedeli nakden ve peşin olarak Ödenir” denilmiştir. Anayasanın bu
kuralının “Geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesi ve istisnai nitelik
taşıması” vb. gerekçelerle istisnalarına da Anayasada yer verilmemiştir.
Kamulaştırmasız el atma, Anayasaya ve hukukun
evrensel ilkelerine ve yürürlükteki yasalara aykırı haksız eylemdir ve kamu
gücünün hukuk yerine zorbalığa dayanmasının da hukuk karşısında koruma görmesi
sosyal hukuk devleti ilkesini benimsemiş demokrasilerde mümkün değildir. 6745
sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasında atıfta bulunulan geçici 6. maddenin
3. fıkrası ilk defa geçici 6 ncı madde ile kamulaştıracak taşınmazların
bedelinin nakden ödenmesi, geçici altıncı maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında
“uzlaşma” aşamasında, sekizinci fıkrasında ise yargılamadan sonra, idareye ait
taşınmazın trampası, üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya başka bir yerde
imar hakkı kullandırılmasının mümkün olmaması şartına dayandırılmaktadır.
Anayasanın Başlangıcının sekizinci fıkrasında,
Anayasanın, sözüne ve ruhuna mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanacağı kurala
bağlanmış; 11 inci maddesinde, Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı
organlarını bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilmiş; mülkiyet hakkı
ise Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınarak kamu yararının
gerektirdiği durumlarda kamulaştırılması Anayasanın 46 ncı maddesinde açık ve
ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
Anayasanın
46 ncı maddesinin ikinci fıkrasındaki közü, “Kamulaştırma bedeli ile kesin
hükme bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.” şekilde
kurallaştırıldığından, nakden ödemeyi idareye ait taşınmazın trampası, üzerinde
sınırlı ayni hak tanınması veya başka bir yerde imar hakkı kullandırılmasının
mümkün olmaması şartına bağlayan düzenleme, Anayasanın Başlangıcı ile 11 inci,
35 inci ve 46 ncı maddelerine aykırıdır.
B-
6745 sayılı Yasa’nın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin yedinci fıkrasında Geçici 6 ncı maddenin
yedinci fıkrasında Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra
harçları ile her türlü vekalet ücretleri, bedel tespiti davalarında öngörülen
şekilde maktu olarak belirleneceği kurallaştırılmaktadır.
Kamulaştırmadan
kaynaklanan tazminat davaları tespit davası niteliği taşımamaktadır. Bilindiği
üzere, tespit davasının konusunu, bir hakkını veya hukuki ilişkinin varlığının
ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi
oluşturur.
Oysa
kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan bedel tazmini ve bedele dönüştürülen
taşınmazlardaki bedel artırım davası, tipik bir eda davası niteliğindedir. Zira
eda davası yoluyla mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut
yapmamaya mahkûm edilmesi talep edilir.
492
sayılı Harçlar Kanunu’nun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, “Gayrimenkulün
aynına taalluk eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de
bulunulduğu takdirde harç, gayrimenkulün değeri ile talep olunan tazminat ve
ecrimisil tutan üzerinden alınır.” denilmektedir. Kamulaştırmasız el atmadan
kaynaklanan ve bedele dönüştürülen taşınmazlara ilişkin açılan bedel artırım
davalarının bu madde kapsamında olduğu açıktır.
Yapılan
düzenleme; kişinin taşınmazına devlet veya kamu tüzelkişileri dışında bir kişi
el attığında, taşınmaz sahibi tazminat davası açarsa taşınmaz değeri üzerinden
nisbi harç alınması ve nisbi vekalet ücreti hesaplanmasını; aynı kişinin
taşınmazına Devlet veya kamu tüzelkişileri el attığında, açılacak davalarda
maktu harç ve maktu vekalet ücreti alınmasını öngörmektedir.
Bu
düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu
maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu açıktır.
Kamulaştırmasız
el atma, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri
Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence
altındaki taşınmazlarına fiilen el koymaları şeklinde ortaya çıkan haksız
eylemdir.
Hukukun
temel ilkelerinden birini de yargılamalarda yargılama masraflarının haksız
taraftan tahsil edilmesi oluşturur. Nisbi vekalet ücreti yöntemiyle, haksız
tarafa, haklı tarafa verdiği zararın büyüklüğü ile orantılı bir yaptırım
uygulanması ve haklı tarafın bu büyüklükle orantılı olarak sarfına maruz
kaldığı vekalet ücreti ödeme sorumluluğuna haksız tarafın ortak edilmesi amaçlanmaktadır.
Bu uygulama, hukuksal uyuşmazlıkların tamamında ayrıcalıksız olarak gözetilen
temel bir ilke haline gelmiştir. Bu haklı, genel ve hukukun gereği olan
uygulamadan -hangi pratik mülahaza ve gerekçeyle olursa olsun- binlerini masun
addetmek ise Anayasanın eşitlik ilkesine olduğu kadar hukuki güvenlik ve hak
arama özgürlüğü ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.
Hukuk
düzenimizin ilkesel ölçekte öngördüğü bu uygulamanın gerektirici nedeni ve
mantığı ise şu iki noktada yatmaktadır:
Birincisi,
bu yolla kişilerin, (elbette ki -hatta öncelikle- kamu tüzel kişilerinin)
haksız eylem ve işlemlerden kaçınmasına yönelik olarak caydırıcı olması;
İkincisi,
haklı olduğu halde mağdur edilen ve dava açmak zorunda bırakılan kişinin, dava
açmak suretiyle ödemek zorunda kalacağı yargılama giderleri ile vekalet
ücretinin, kusurlu tarafça karşılanması ve/veya paylaşılması ve bu suretle
denkleştirici adaletin sağlanması amaçlanmaktadır.
İptali
istenilen fıkranın konu aldığı kamulaştırmasız el atma eyleminin kusurlu
tarafını veya malikine hiçbir tebligat yapmadan bedelini ödemeden taşınmazı
bedele dönüştürülerek Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınan
mülkiyet hakkına, 46 ncı maddesindeki kurallara aykırı olarak tecavüzde bulunan
idare oluşturmaktadır. Daha Önce açıklandığı üzere, idarelerin kendilerine
Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir
biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence
altındaki taşınmazlarına fiilen el koymaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine,
Anayasaya ve AİHM ile yargı kararlarına göre haksız fiil/eylemdir. Haksız
eylem/fiil nedeniyle açılan ve ‘tazminat’ davası olduğu kuşku götürmeyen
kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davasına sebebiyet veren de
kuşkusuz, kamu idareleridir. İdarelerin kamu tüzel kişilerinin, “hukukun
üstünlüğünü” ve Anayasal kuralları yok sayarak gerçekleştirdiği hukuka aykırı uygulamaları
nedeniyle korumaya alınması, hatta ödüllendirilmesi ve bu suretle hukuksuz uygulamalara teşvik
edilmedi niteliğindeki düzenlemenin, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devletin ilkesine aykırı olduğu açıktır.
Çünkü,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun
olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren,
her alanda, adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Kamulaştırmasız
el atma ve bedele dönüştürülen taşınmazların bedel artırımına ilişkin
davalardaki vekalet ücreti, 1136 sayılı Avukatlık Yasası ve Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesinde nisbi olarak belirlenmiştir. Nisbi olan vekalet ücretinin,
maktu öngörülmesi, hukukun Devlet eliyle çiğnemesi anlamına gelmektedir.
Kamulaştırmasız
el atma nedeniyle açılacak tazminat davası, ve bedel artırım davası hali
Borçlar Kanunu’nda yazılı haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası
niteliğindedir. Örneğin, binası yıkılan bir kişinin binanın yıkılmasına neden
olan kişiye karşı haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası açması ve lehine
davanın kabulü kararı alması halinde, davacı lehine nisbi avukatlık ücreti
hükmedilecektir. Aynı nitelikteki kamulaştırmasız el atma davasında ise maktu
vekalet ücreti belirlenmesi öngörülmektedir. Hukuki durumu ve niteliği aynı
olan alanlarda farklı kurallar uygulanması, Anayasanın 10 uncu maddesindeki
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur.
Gerçek
kişi veya özel hukuk tüzel kişisi, haksız fiil işlerse ona yüklenecek vekalet
ücreti nisbi, haksız fiili işleyen kamu tüzel kişisi ise, idareye yükletilecek
vekalet ücreti maktu olacaktır. Bu düzenlemeyle, kamulaştırmasız el atmadan
kaynaklanan tazminat davaları 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10 uncu
maddesindeki bedel tespit davasına dönüştürülmüş olmaktadır.
Ancak,
bedel tespit davasında idarenin haksız bir fiili olmadığı gibi, taşınmazın
bedelinin mahkeme karan ile belirlenmesi malik yararına yasal bir
zorunluluktur. Dolayısıyla idarenin tespit davasında vekalet ücretini maktu
olarak ödemesi makuldür. Haksız fiili sebebiyle açılacak kamulaştırmasız el
atma davasında ise kusura dayalı ve parasal değere yönelmiş bir haksız fiil
işleyen idarenin, nisbi vekalet ücretine katlanması, hukuki caydırıcılığını ve
hukuk devleti olmanın gereğidir.
İdarelerin
kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara
uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki
taşınmazlarına fiilen el koymuş oldukları ortada iken, haksız eylemde bulunduğu
tartışmasız olan idareler lehine yasal düzenleme yapılması, “kimse kusurundan
yararlanamaz” şeklindeki evrensel hukuk kuralına aykırıdır. Bu da hukuk devleti
ve menfaatler dengesi ilkeleriyle bağdaşmaz bir tablo ortaya çıkaracaktır.
Gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisinin Hazineye ait taşınmazı işgal etmesi
halinde Hazinenin açacağı ecrimisil davasında devlet lehine maktu değil nisbi
vekalet ücreti hükmedilirken, idarenin kişilerin taşınmazına kamulaştırmasız el
attığında maktu vekalet ücreti öngörülmesi, çifte standarttır ve bu çifte
standart, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ile 10 uncu maddesi yasa
önünde eşitlik ilkesi bağlamında koruma göremez.
C-
6745 sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin Sekizinci Fıkrasının Birinci, İkinci, Üçüncü ve
Dördüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı
6745
sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan
Geçici 6 ncı maddenin sekizinci fıkrasında, kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye
giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya
yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin)
yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı İdareleri için en son
kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş
bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılacağı;
kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması
hâlinde, ödemelerin, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve
taksitlerle gerçekleştirileceği; taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların
tutarlarının dikkate alınacağı ve taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna
göre ayrıca kanuni faiz ödeneceği kurala bağlanmakta; onikinci fıkrasında ise,
24.02.1984 tarihli ve 2981 sayılı Kanun
hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan ve ipotekle teminat altına
alınanlar da dâhil olmak üzere her türlü alacak ve bedellerin, borçlu
idarelerce, ipotek veya uygulama, tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda
belirtilen kanuni faiz oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ilgililerine
ödeneceği belirtilmektedir.
Kısaca,
kamulaştırmasız el almalarda uzlaşılan bedel ile mahkeme kararıyla kesinleşen
kamulaştırma bedelinin, sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitle ödenmesi
ile taksitle ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuni
Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenmesi
öngörülmekte, ayrıca 2981 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan imar
uygulamalarından doğan her türlü alacak ve bedellerin, borçlu idarelerce,
İpotek veya uygulama tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni
faiz oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ödenmesi kurala bağlanmaktadır.
Anayasanın 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında
kamulaştırmanın gerçek karşılığının peşin ödenmek suretiyle yapılacağı
belirtilirken; ikinci fıkrasında, “Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan
artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.” kuralı getirilmiş; devamında ise
bu kuralın istisnasına, “Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve
sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, kıyıların korunması
ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödeme şekli kanunla
düzenlenir. Kanunun taksitle Ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme
süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.” şeklinde yer
verilirken; üçüncü fıkrasında ise, “Kamulaştırılan topraktan, o toprağı
doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanının bedeli, her halde peşin
ödenir.” denilerek, taksitle ödeme istisnasının küçük çiftçiye ait olan ve
küçük çiftçi tarafından işletilen topraklar için hiçbir şekilde mümkün
olamayacağı açık bir şekilde ortaya konmuştur. Maddenin son fıkrasında ise,
taksitle ödemede veya herhangi bir sebeple ödenememiş kamulaştırma
bedellerinde, “kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz”in uygulanması
şartı getirilmiştir.
Kamulaştırmasız el atma, idarelerin kendilerine
Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir
biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına
fiilen el koymaları şeklinde ortaya çıkan haksız eylemdir. İdarelerin kamu
gücünü. Anayasa ve yasalara aykırı şekilde zorbaca kullanmalarının da hukuk
devletinde koruma görmesi mümkün değildir. 6487 sayılı Yasanın 21 inci maddesiyle
Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddesi, Anayasaya, hukukun evrensel
ilkelerine ve yasalara aykırı olarak el konulan taşınmazların kamulaştırılmasını
öngörmektedir. Öngörülen kamulaştırmanın da yürürlükteki Anayasaya uygun
olması, hukuk devleti olmanın gereğidir.
18.06.2010 tarihli ve 5999 sayılı Kamulaştırma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesiyle 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddesindeki aynı kurallar hakkında,
01.11.2012 tarihli ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı Kararında, “Anayasanın 46.
maddesindeki taksitlendirme koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmadığı
gibi, sürenin beş yılı aşması ihtimali de bulunduğu”, “taksitlendirme halinde
3095 sayılı Kanun’a göre ödenecek olan kanuni faiz oranının kamulaştırmada
uygulanacak olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz oranından daha
düşük olduğu” saptamalarında bulunmuş; bununla birlikte iptali istenen benzer
bir kural hakkında ise, “Yukarıda da belirtildiği gibi dava konusu kuralları da
içeren Geçici 6. madde ile 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız
el koymalar nedeniyle yapılacak tazminat talepleri ve açılacak davalara ilişkin
olup geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesinin amaçlandığı
anlaşılmaktadır. Hükmün gerekçesinde kamulaştırmasız el atılan bütün taşınmazlarla
ilgili tazminat talebinde bulunulması halinde idarelerin bütçe kaynaklarıyla bu
taleplerin karşılanması imkânsız olduğu gibi, kamu hizmetlerinin yürütülmesinde
de büyük zorluklarla karşılaşılacağı belirtilmiştir. Geçmişe yönelik
mağduriyetleri gidermek üzere, kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden
belli bir pay ayrılarak ödemelerin bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan
payın talepleri karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak
taksitle ve garameten yapılmasını öngören kuralın kamu yararı ile kişi haklan
arasında makul bir denge kurmayı amaçladığı anlaşıldığından Anayasaya aykırı
bir yön bulunmamaktadır.” denilmiştir.
Anayasanın Başlangıcının sekizinci fıkrasında,
Anayasanın, sözüne ve ruhuna mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanacağı kurala
bağlanmış; 11 inci maddesinde, Anayasa hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı
organlarını bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilmiş; mülkiyet hakkı
ise Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınarak kamu yararının gerektirdiği
durumlarda kamulaştırılması Anayasanın 46 ncı maddesinde açık ve ayrıntılı
şekilde düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 01.11.2012 tarihli ve E.2010/83,
K.2012/169 sayılı kararındaki saptamaları ile Anayasanın Başlangıcının
sekizinci fıkrası ve 11 inci ve 46 ncı maddeleri göz önüne alındığında;
24.05.2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanunun 21 inci maddesiyle değiştirilen 2942
sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6. maddesinin beşinci fıkrasında,
uzlaşılan bedelin, bütçe imkanları dahilinde sonraki yıllara sari olacak
şekilde taksitli olarak da ödenebileceğine; sekizinci fıkrasında, kesinleşen
mahkeme kararlarına istinaden ödemelerde kullanılmak üzere, merkezi yönetim
bütçesine dahil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerinin yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri
için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son
kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az
yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılacağı;
kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarım aşması
hâlinde, ödemelerin, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve
taksitlerle gerçekleştirileceği; taksitlendirmede, bütçe imkanları ile
alacakların tutarlarının dikkate alınacağına yönelik kurallarda, Anayasanın 46
ncı maddesinin ikinci fıkrasında açıkça yazılan, “tarım reformunun uygulanması,
büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi,
kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan topraklar” ile sınırlı
bir taksitlendirme öngörülmeyip, taksitlendirmenin tüm kamulaştırma lan
kapsaması; düzenlemede, Anayasanın 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasındaki, “Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanının
bedeli, her halde peşin ödenir.” kuralının gereği olarak küçük çiftçi topraklarının
kamulaştırma bedelinin her halde peşin ödenmesine yönelik düzenleme yapılmayıp,
küçük çiftçi topraklan da dahil tüm kamulaştırmaların taksitlendirme kapsamına
alınması; Anayasanın 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, Kanunun taksitle
ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz”
denilmesine rağmen, düzenlemede taksitlendirmenin beş yılı aşmayacağına ilişkin
kurala yer verilmemesi, açık ve tartışmasız bir şekilde Anayasanın
Başlangıcının sekizinci fıkrası ile 11 inci, 35 inci ve 46 ncı maddelerine aykırıdır.
Taksitlendirme
ve Kanuni faiz uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin geçmişte ortaya çıkan
sorunları çözmeyi amaçlaması ve geçici nitelikte olması, Anayasaya aykırılığa
mazeret olamaz ve Anayasaya aykırılığı ortadan kaldıramaz. Çünkü, hukuk devleti
ilkesi, devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olmasını ve Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınmasını koşulsuz şart koşar. Bu itibarla iptali
istenen düzenlemeler, Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır.
Yine
aynı şekilde, “kamu hizmetlerim aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay ayrılarak
Ödemelerin bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın talepleri
karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve
garameten yapılmasını öngören kuralın kamu yaran ile kişi haklan arasında makul
bir denge kurmayı amaçlaması’’ gerekçesi de Anayasanın açık hükümleri
karşısında Anayasal dayanaktan yoksun kalmanın yanında, merkezi yönetim
bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerinin yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri
için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son
kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi, oranındaki ödeneğin
makul olarak değerlendirilmesi ve “kamu yaran ile kişi haklan arasında makul
bir denge kurmayı amaçlaması” ile gerekçelendirilmesi, Merkezi Yönetim
Bütçesinde “Faiz Giderleri”ne ayrılan ödenek göz önüne alındığında maddi ve
hukuki anlamda hiçbir şekilde mümkün değildir.
Anayasanın
65 inci maddesinde, Devletin sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile
belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
mali kaynaklan ölçüsünde yerine getireceği; 138 inci maddesinin son fıkrasında
ise, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak
zorunda olduğu ve bu organlar ile idarenin mahkeme kararlarını
değiştiremeyeceği ve yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurallarına yer
verilmiştir.
Bu
bağlamda Anayasanın 65 inci maddesindeki kural, kaynakların ulaşılmak istenen
amaçlara uygun öncelikleri gözeterek hizmet programlarına tahsis edilmesi ve
mali kaynakların üzerinde görev üstlenilmemesi ile ilgili olup, Anayasanın 138
inci maddesinin son fıkrasının istisnası değil; Devletin sosyal ve ekonomik
görevlerinin sınırını oluşturmakta ve mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilmesine hiçbir şekilde gerekçe oluşturmamaktadır.
İptali
istenen düzenlemelerdeki taksitlendirmeye ilişkin kurallar, mahkeme kararlarının
yerine getirilmesini geciktirici ve etkisiz kılıcı nitelikte olduğundan,
Anayasanın 138 inci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda
açıklandığı üzere, 6745 sayılı Kanunun 35 inci maddesiyle 2942 sayılı Yasaya
eklenen geçici 12.maddesinin ikinci fıkrası Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 10
uncu, 11 inci, 35 inci, 46 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
D-
6745 sayılı Yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta
bulunulan Geçici 6 ncı maddenin Onbirinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Geçici 6 ncı maddenin onbirinci fıkrasında, “Bu madde uyarınca ödenecek olan
bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.”
denilmektedir.
İptali
istenen düzenleme, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve
yetkileri Anayasa ve yasalara uygun biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal
güvence altındaki taşınmazlarına 09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihleri arasında yani
30-57 yıl önce fiilen el koymaları nedeniyle mahkemelerce hükmedilen bedellerinin
tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceğini;
başka bir anlatımla uzun yıllardır taşınmazını tasarruf edemeyen,
semerelerinden yararlanamayan, bedelini de alamayan maliklerin yargı kararına
rağmen, haklarını hukuk yoluyla elde edememelerini öngörmektedir.
Anayasanın 46 ncı maddesinde kamulaştırma bedelinin
gerçek değeri üzerinden peşin ödenmesi temel ilke olarak ortaya konulduktan
sonra istisnası ve devamında da istisnasının istisnası ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Kaynağım Anayasanın 46 ncı maddesinden alan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununda
da kamulaştırma bedelinin tahsiline haciz yasağı getirilmemiştir.
Bununla birlikte, çeşitli özel yasalarda haciz
yasağına konu oluşturan düzenlemeler bulunmaktadır. Ancak, hiçbir özel yasada
alacağın tahsilini geçici 6 ncı maddenin onbirinci fıkrasında yer alan, “idarelerin
mal, hak ve alacakları haczedilemez.” ifadesindeki gibi bütünüyle ortadan
kaldıran mutlak bir haciz yasağı bulunmamaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde hukuk devleti ilkesine
yer verilmiş; 35 inci maddesinde mülkiyetin temel bir hak olduğu belirtildikten
sonra ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği ve mülkiyet hakkının kullanımının
toplum yararına aykırı olamayacağı kurallaştırılmış; 36 ncı maddesinde hak
arama hürriyeti düzenlenmiş; 138 inci maddesinin son fıkrasında ise mahkeme
kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilmesi yasaklanmıştır.
Hak arama hürriyeti, mahkemelerde dava açmak ve
haklılığı karara bağlatmak ile sınırlı değildir ve bunların yanında
mahkemelerde dava açılmasından beklenen meşru ve hukuki yaran, bu bağlamda
mahkeme kararının yerine getirilmesini de içermektedir. Mahkeme karan yerine
getirilmeyecek ise, dava açmanın ve haklılığın mahkeme kararıyla ortaya
konulmasının amacı ve işlevi kalmamaktadır. Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak
arama özgürlüğü bağlamında yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak
iddia ve savunmada bulunma ile adil yargılanma hakkı, Anayasanın 138 inci
maddesindeki kurallarla bir bütündür ve mahkeme kararının geciktirilmeksizin
yerine getirilmesiyle anlam kazanarak meşru ve hukuki amacına ulaşmaktadır.
İdarelerin mahkeme kararıyla kesinleşmiş kamulaştırma
bedelini ödememesi halinde, borcu karşılayacak ekonomik değerlerin haczedilip
satılarak alacağın tahsili, bir yanıyla mülkiyet hakkının doğal bir sonucu,
diğer yanıyla hak arama hürriyetinin nihai amacı ve somutta görünen yüzüdür.
Mahkeme kararıyla kesinleşen kamulaştırma bedeli,
maliklerin mülkiyetlerinin karşılığı olan alacaklarıdır ve mülkiyet hakkı
kapsamında olan alacağın tahsilinin mutlak haciz yasağı yoluyla bütünüyle engellenmesi,
Anayasanın 35 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, hak arama özgürlüğünden söz edebilmek
için, hak aramanın güvence altına alınması ve hak aramaya sebep olan meşru ve
hukuki amaca ulaşmanın önüne engeller konulmaması gerekmektedir. Mahkeme kararıyla
kesinleşmiş alacağın tahsilinin haciz yasağıyla engellenerek, bütünüyle borçlunun
insafına terk edilmesi; alacaklının hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığından
Anayasanın 2 nci maddesine; hak arama özgürlüğünü ölçüsüzce sınırlandırıp özünü
ortadan kaldırdığından Anayasanın 13 üncü ve 36 ncı maddelerine; mahkeme
kararlarını uygulanamaz kıldığından Anayasanın 138 inci maddesine aykırılık oluşturur.
Mahkeme kararıyla kesinleşmiş kamulaştırma alacağının
tahsiline mutlak haciz yasağı getirilmesinin, “kamu hizmetlerinin aksatılmadan
yerine getirilmesinin güvence altına alınması” ile gerekçelendirilmeye
çalışılması ve böylece birkaç kişinin Anayasal, meşru ve yargı kararıyla
kesinleşmiş alacak haklarının, idare bütçelerinin devasa boyutlan gözetilmeden
kamu hizmetlerinin sürekliliği ile ilişkilendirilerek, idarelerin Anayasa ve
yasalara aykırı hukuk tanımaz zorba uygulamalarının teşvik edilmesi, Anayasanın
2 nci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesi ile Anayasanın 5 inci maddesinde
Devlete verilen “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak”
görevleriyle bağdaşmaz.
Yukarıda açıklandığı üzere 20.08.2016 tarihinde kabul
edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6745 sayılı
Kanunun 35.maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin 2. FIKRASININ
1. CÜMLESİNİN Anayasanın 2 nci, 5 inci, 10 uncu, 13 üncü, 35 inci, 36 nçı ve
138 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4- 20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün
29824 sayılı Resmi Gazete yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942
sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin tamamı AVRUPA İNSAN HAKLARI
SÖZLEŞMESİ VE AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARINA AYKIDIRID.
Avrupa İnsan hakları Sözleşmesine 1 nolu Ek Protokol
ile eklenen haklardan biri de “Mülkiyet Hakkı”dır. Söz konusu sözleşmede
Mülkiyet Hakkı başlıklı madde;
Madde1- Mülkiyetin korunması
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk
dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır.
Bir kimse, ancak kamu yaran sebebiyle ve yasada
öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal
ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devlerin, mülkiyetin kamu yararına
uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların
veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasalan uygulama
konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmüne amirdir. AİHM Mülkiyet
Hakkını düzenleyen madde hükmünü analizle bunun içerik ve kapsamını belirlemiş
bulunmaktadır. Mahkemeye göre bu madde birbirinden ayrı 3 kuralı içermektedir. “Fıkranın
1. Cümlesinde yer alan ve genel nitelikteki ilk norm mülkiyete saygı ilkesini
dile getirmektedir. Aynı fıkranın 2. Cümlesindeki 2. Norm mülkiyetten
mahrumiyet ile bunun bağlı tutulduğu koşullan göstermektedir. 2. Fıkradaki 3.
Norm ise taraf devlere özellikle sahip olunan mallardan yararlanma hakkını
genel yarara uygun şekilde düzenleme yetkisi vermektedir. Mahkemeye göre ilke
olarak bireyin mülkiyet akından yoksun kılan bir tedbirin meşru kamu yaran
amacı gütmüş olması yeterli değildir. Amaca ulaşmak için başvurulan amaç ile
güdülen amaç arasında aynı zamanda makul bir orantı ilişkisinin de mevcudiyeti
gerekir. Mahkemeye göre sözleşen devletlerin hukuk sistemlerinde kamu yararı
gereği mülkiyetten mahrumiyet bir tazminatın ödenmemiş olması halinde meşruiyet
kazanmaz. Tazmin yükümlülüğünün seviyesine gelinde mal ve mülkün değeriyle orantılı bir meblağın ödenmemesi durumunda
mülkiyetten mahrumiyet genellikle aşırı bir tecavüz olup 1. madde düzeyinde
meşru telakki edilemez olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle yasanın 6745 sayılı Yasanın
35. maddesi ile kamulaştırma kanununa eklenen geçici 12. maddesinin tamamı AİHS’ye
1 nolu Ek Protokol ile eklenen 1. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu
nedenle de iptali gerekir.
5-
20.08.2016 TARİHÎNDE KABUL EDİLEREK 07.09.2016 GÜN 29824 SAYILI RESMİ GAZETE’DE
YAYIMLANAN 6745 SAYILI KANUNUN 35. MADDESİ İLE 2942 SAYILI YASAYA EKLENEN
GEÇİCİ 12. MADDESİNİN TAMAMI ANAYASA’nın 90. MADDESİNE DE AYKIRIDIR.
“Madde
90- Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası
kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik,
ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan
andlaşmalar, Devlet Mâliyesi bakımından bir yükleme getirmemek, kişi hallerine
ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla,
yayınlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından
başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
Milletlerarası
bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye
dayanılarak yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye
Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya
göre yapılan ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren
andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk
kanunlarında değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci
fıkra hükmü saklıdır.
Usulüne
uygun yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek
cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7. mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak
ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalar kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası
andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almakta olup, AİHS’ye Ek Protokol
ile adı geçen sözleşmeye yeni 3 hak daha ilave edilmiş olup, bu protokol
20/03/1953 tarihinde Paris’te imzalanıp 18/5/1954 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu protokol Türkiye tarafından 6366 sayı ve 10/03/1954 tarihle
kanunla onaylanıp yürürlük kazanmıştır. Kişi özgürlükleri kapsamı içine
yerleştirilen mülkiyet hakkı temel haklardan birisi sıfatıyla pek çok ulusal
anayasada ve uluslararası İnsan Haklan Sözleşmesinde de yer almaktadır. Kişinin
mal ve mülkünden yararlanma hakkı, mülkiyet hakkının temel unsurlarından
biridir. Yasanın 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddenin
tamamı Anayasa’nın 90. maddesine de aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle
iptali gereklidir.
YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ:
Hukuk
devletine aykırı olan temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran ve Anayasa’ya
açıkça aykırı olan bir düzenlemenin uygulanması halinde sonradan giderilmesi
olanaksız zararlara yol açacağı açıktır. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin
bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde özenle korunması gereken Hukukun
Üstünlüğü İlkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Yukarıda Anayasaya aykırılığı
ileri sürülen hükümlerin uygulanmaşı halinde imar uygulaması nedeniyle bedel
artırım istemi talebinde bulunanların hak arama özgürlükleri ihlal edilecek,
hukuksal ve ekonomik anlamda gerçek ve tüzel kişi tarafların önceden öngörülmeyecek
büyük kayıplara sebebiyet verilecektir. Anayasa’nın hükümlerine açıkça
aykırılık taşıyan söz konusu düzenlemelerin uygulamaya geçmesi durumunda
telafisi imkânsız zararlar doğabilecektir. Bu zarar ve durumların doğmasını
önlemek amacıyla Anayasa’ya aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal
davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulmasına karar verilmesi
arz olunur.
SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
20.08.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişik Yapılmasına Dair Kanunun 35. maddesi ile değiştirilen
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 12. Maddesinin;
1-
24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara
Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin
değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından
doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri: uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir”
şeklindeki 1. fıkrasının tamamının,
2-2. Fıkrasının “Bu kanunun geçici 6 ıncı maddesinin üçüncü, yedinci,
sekizinci ve onbirinci fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra
takipleri için de uygulanır” şeklindeki ilk cümlesinin
3-
2. Fıkrasının Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya karan kesinleşmemiş
tüm davalara uygulanır.” şeklindeki ikinci cümlesinin,
ANAYASA’NIN;
a)
2. maddesinde düzenlenen “Hukuk Devleti ve Hukuk Güvenliği” ilkelerine,
b)
10. maddesinde düzenlenen “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine,
c)
35. maddesinde düzenlenen “Mülkiyet Hakkı Dokunulmazlığı” ilkesine,
d)
36. maddesinde düzenlenen “Adil Yargılanma Hakkı” ilkesine,
e)
İHS’nin Ek 1 nolu protokolünde 1. maddesinde yer alan “Mülkiyet Hakkı
Dokunulmazlığı” ilkesine,
f)
Anayasa’nın 90. maddesinde düzenlenen “Taraf Olunan ve Usulünce Onaylanan
Sözleşme Hükümlerinin Kanun Hükmünde ve Fakat Temel Haklar Noktasında Kanunla/a
ilkesine açıkça aykırı olması nedeniyle,
Davacılar
vekilince iddia edilen ANAYASA’YA AYKIRILIK İDDİASI bulunmuş olup 6745 Sayılı
Yasanın 35. Maddesiyle 2942 Sayılı yasaya Fıkrası Fıkrasının tamiminin Anayasa’nın
2., 10., 35., 36., 90. ve AİHS Ek 1 nolu protokolünün 1. maddelerine
aykırı olduğunun TESPİTİ ile bu fıkra ve cümlelerinin İPTALLERİ ile YÜRÜRLÜĞÜN
DURDURULMASINA karar verilmesi arz olunur.”
Esas Sayısı : 2017/39
Karar Sayısı : 2017/33
“Davacılar
vekilinin mahkememize sunduğu 05/11/2016 tarihli dilekçesi ile 6745 sayılı yasa
ile 2942 sayılı Kanuna eklenen Geçiçi 12. maddenin Anayasa’nın 2., 10., 11,
35., 36., 46. ve 90. maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve eki
protokolleri ile aynı konuda daha evvel Anayasa Mahkemesince verilmiş olan
iptal kararlarına açıkça aykırı olduğu iddiasıyla yürürlüğünün durdurulması ve
iptali için itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasını talep ettiği,
mahkememizin 10/11/2016 tarihli ara kararı uyarınca davacı vekilinin anayasaya
aykırılık iddiası ciddi bulunarak TC Anayasa’sının 152. maddesi uyarınca
davacılar vekilinin başvurusunun Anayasa Mahkemesine gönderilmesine, başvurusu
sonucunun mahkememiz dosyası bakımından bekletici mesele yapılmasına karar
verildiği ve davacılar vekilinin talebinin Anayasa Mahkemesine gönderildiği,
ilgili talebin Anayasa Mahkemesi’nin 2016/187 Esasına kaydedildiği, Anayasa Mahkemesinin
14/12/2016 tarihli 2016/187 Esas, 2016/180 Karar sayılı kararı ile,
mahkememizce yapılan başvurunun 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. Maddesinin (4) numaralı fıkrası
gereğince yöntemine uygun olmadığından esas incelmeye geçilmeksizin reddine
karar verildiği; davacılar vekilinin 05/01/2017 tarihli dilekçe ile; Anayasaya
aykırılık itiraz başvurusunun, Anayasa Mahkemesince başvurudaki eksiklik gerekçesiyle
yöntemine uygun bulunmayarak 2016/187 esas sayılı, 2016/180 karar sayılı 14/12/2016
tarihli Anayasa Mahkemesi Kararı ile red karar verildiğini, başvurudaki
eksikliklerin giderilerek, mahkememizin 10.11.2016 tarihli karan uyarınca 6745
sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı kanuna eklenen Geçiçi 12. maddenin
yürürlüğünün durdurulması ve iptali için itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ ne
tekrar başvurulmasını talep ettiği, mahkememizin 10/01/2017 tarihli ara kararı
ile de eksik hususlar giderilerek davacılar vekilinin anayasaya aykırılık
başvuru talebinin T.C Anayasasının 152. maddesi uyarınca yeniden Anayasa
Mahkemesine gönderilmesine dair karar verildiği görülmekle;
20/08/2016
tarihinde kabul edilerek, 07/09/2016 tarihli ve 29824 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan, 6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 Sayılı Kanuna geçici 12.
madde eklenmiş olup, getirilen yasal düzenleme aynen şu şekildedir:
“24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı
İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785
sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun hükümlerine
göre yapılan imar uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu her türlü
alacak ve bedel artırım davalarında taşınmazın değeri; uygulamanın tapuda
tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki
nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye
İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu
esas alınmak suretiyle dava tarihi itibarıyla güncellenir ve ortaya çıkan
gerçek bedel hak sahibine ödenir.
Bu
Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri için de uygulanır.
Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.”
Hissenin
bedele dönüştürülmesi uygulaması kapsamında görülen davalarda, getirilen yeni
düzenleme ile taşınmazın değerinin; uygulamanın
tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o
tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilmesi ve tespit
edilen bu bedelin, Türkiye İstatistik Kurumu
tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak
suretiyle dava tarihi itibarıyla güncellenmesi ve bunun her nasılsa “gerçek değer” (!) olarak adlandırılarak hak
sahibine ödenmesini öngören kural, malikin Anayasada güvence altına alman
mülkiyet hakkının ağır şekilde ihlali sonucunu doğurmaktadır.
İmar
uygulamalarından doğan alacak ve bedel artırım davaları ile ilgili olarak daha
önce 6487 Sayılı Kanunun 21. maddesi ile 2942 sayılı Kanunun geçici 6. maddesine
eklenen 12. fıkra Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarih, E. 2013/95, K.
2014/176 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve işbu iptal kararı 13.03.2015
tarihinde yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, aynı hususlar yeniden ve yalnızca
farklı cümlelerle kanun kuralı haline getirilmiştir, öyle ki, kanunun genel
gerekçesinde Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı gözetilerek yeniden düzenleme
yapıldığı ileri sürülmüşse de, yapılan düzenlemeler somut uyuşmazlıklar
bağlamında değerlendirildiğinde; getirilen yeni düzenlemenin Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilen düzenlemeyle neredeyse aynı nitelikte olduğu
görülmektedir.
6745
sayılı Kanunun 35. maddesi ile getirilen iptal talebine konu yasal düzenleme,
Anayasanın 35. maddesiyle güvence altına alman mülkiyet hakkını zedelemektedir.
Mülkiyet
hakkı, Anayasanın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve
bu hakka ancak kamu yaran nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği
belirtilmiştir. Dolayısı ile mülkiyet hakkı, ancak kamu yararı amacı ve yasa
ile sınırlandırılabilir ve mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına ay
kın olamaz. Bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırlan içerisinde o şey
üzerinde dilediği gibi kullanma yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Bu maddenin doğal sonucu olarak kullanmama şeklinde de tasarruf mümkündür.
Getirilen
yasal düzenleme incelendiğinde; taşınmazın değerinin uygulamanın tescil
edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki
nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilmesi, tespit edilen bu bedelin
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi
tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibarı ile güncellenmesi sistemi getirilmiştir.
Yapılan idari işlemler usulüne uygun olarak hak sahiplerine noter kanalıyla
tebliğ edilmediğinden mülkiyet hakkı sahiplerinin birçoğunun ne yapılan işlemin
iptali için idari yargıda ne de bedel tespiti için adli yargıda uzun süre
geçmiş olmasına rağmen dava açma imkânları olmamıştır. Tescil tarihi ile dava
tarihi arasında geçen zamanın kısa süreli olması halinde mülkiyet hakkının
özüne dokunur biçimde bir el atma ya da uygulamadan söz edilemez ise de tescil
tarihi ile dava tarihi arasında geçen zaman biriminin uzun olması halinde
taşınmazların değerindeki gerçek artışın getirilen sistem ile bulunması mümkün
değildir. Söz konusu düzenleme ile taşınmazın gerçek karşılığının ödenmesinin
mümkün olmaması nedeni ile mülkiyet hakkı sahibinin mülkiyetten kaynaklanan
hakları kısıtlanmaktadır.
Davacılar
vekilinin 6745 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kanuna eklenen Geçiçi 12. maddenin
Anayasa’nın 2., 10., 11., 35., 36., 46. ve 90. maddelerine ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve eki protokolleri ile aynı konuda daha evvel Anayasa
Mahkemesince verilmiş olan iptal kararlarına açıkça aykırı olduğu iddiasıyla
yürürlüğünün durdurulması ve iptali için itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne
başvurulmasına ilişkin mahkememize sunduğu talebi yukarıda açıklanan
gerekçelerle mahkememizce de Anayasanın 35. maddesine aykırılık oluşturduğu
kanaatiyle ciddi bulunduğundan iptal talebinin incelenmesi bakımından davacılar
vekilinin başvurusunun Anayasa Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
KARAR: Yukarıda
açıklanan gerekçelerle;
l-)
Davacılar vekilinin Anayasaya aykırılık iddiası yukarıda açıklanan nedenlerle
mahkememizce ciddi bulunduğundan TC Anayasası’nın 152. maddesi uyarınca
davacılar vekilinin başvurusunun işbu karar ile birlikte Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine,
2-)
Başvuru sonucunun mahkememiz dosyası bakımından bekletici mesele yapılmasına
Dair,
dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verildi.”
Esas Sayısı : 2017/94
Karar Sayısı : 2017/80
“Mahkememizin
yukarıdaki esasında kayıtlı davada;
Davacılar
vekilinin 19/12/2016 tarihli dilekçesindeki Anayasaya aykırılık iddialarının
ciddi nitelikte bulunduğu kabul edilerek iptal başvurusu yapılması gerekmiştir.
Dava konusu
uyuşmazlık: Davacıların Kadıköy; Tuğlacıbaşı eski 143 pafta, 897 ada, 6 parsel
sayılı taşınmazda hisseli malik bulunduklarını. Kadıköy Belediye Encümeni’nin
14.2.1995 tarih ve 32/ 19 sayılı encümen kararı ile taşınmazın şuyulandırma
işlemine tabi tutulduğunu, 20 m2 DOP kesmek sureti ile 32 m2 tapu verilerek
geri kalan 50 m2’nin bedele dönüştürüldüğünü, fazlaya dair hakları saklı kalmak
kaydı ile 10.000 TL şuyulandırma bedelinin dava tarihinden yürüyecek yasal
faizi ile tahsiline ilişkindir.
Davalı belediye:
Bölge itibariyle dava konusu yerde 1993-1995 yılları arasında şuyulandırma
işleminin yapıldığını, yasa gereği komisyonca taktir edilen bedelin bloke
edilmesinin zorunlu olduğunu, aradan geçen 20 yıllık süre nedeniyle ilgililere
ödeme yapılıp yapılmadığının Fintek A.Ş’ den araştırılması gerektiğini,
tezyid-i bedel istemlerinin gerek hak düşürücü süre gerekçe zaman aşımı
yönünden reddine karar verilmesini savunmuştur.
Somut olayda;
uygulama yeri bulunan ve Anayasaya aykırılığı bulunduğu düşünülen 6745 sayılı Yasanın
35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen ek 12 “24/2/1984 tarih ve 2981
sayılı imar ve gecekondu mevzuatına aykırı yapılara uygulanacak bazı işlemler
ve 6785 sayılı İmar Kanununun 1. maddesinin değiştirilmesi hakkındaki kanun hükümlerine
göre yapılan imar uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu her türlü
alacak ve bedel artırım davalarında taşınmazın değeri uygulamanın tapuda
tescil edildiği tarih değerlendirime tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki
nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilir. Tespit edilen bu bedel Türkiye
İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt içi üretici fiyat endeksi tablosu
esas alınmak suretiyle dava tarihine güncellenir ve ortaya çıkan bedel hak
sahibine ödenir” şeklindedir.
Davacılar vekili,
21/12/2016 tarihli dilekçesi ile yasa hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurulması yönünde talepte bulunduğu anlaşılmış, talep ciddi bulunmuştur.
Anayasanın 2. maddesinde
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir” ilkesi yer almıştır.
Somut dava
dosyası, 11/4/2013 tarihinde açılmış, dava yürürken 6487 sayılı Yasanın
uygulamaya girmesi ile değerlendirme tarihinin şuyulandırma tarihi olduğu
belirlenmiş, ne var ki; Anayasa Mahkemesince bu hüküm 13/11/2014 tarih 2013/95
sayılı karar ile iptal edilmiştir.
Dava dosyası elde
iken 6745 sayılı Yasa yürürlüğe girmiş, 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya ek
geçici 12. madde eklenmiş, değerlendirme tarihinin tapuya tescil edildiği
tarihe çekildiği anlaşılmıştır.
Anayasa
Mahkemesinin 2013/95 E - 2014/176 K sayılı 13/11/2014 tarihinde vermiş
bulunduğu iptal kararının gerekçesinde aynen yer aldığı üzere, Anayasanın 2.
maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi
somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını,
bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar.
Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Anayasanın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlara hukuk güvenliği
sağlanmasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik
gerektirir. Hukuk güvenliği yargı denetiminin yapılabilmesi için de gereklidir.
Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan
haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Aynı nitelikte
olan ve Anayasa Mahkemesince iptal edilen 6487 sayılı Yasanın 2942 sayılı Yasa
ile değişik 6. maddesinin 12. fıkrasında şuyulandırma tarihi esas alınırken bu
kerre şuyulandırma işleminin tapuya tescil tarihinin esas alınması,
taşınmazların zaman içerisinde gösterdiği değişim ve kıymet artışlarının
Anayasanın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkına da aykırılık oluşturacağı
kuşkusuzdur.
Yine 6745 sayılı
Yasanın ek geçici 12. maddesinde imar uygulaması sonucu bedele dönüşen miktara
dava tarihine kadar yurt içi üretici fiyat endeksi tablosu esas alınarak
güncelleme yapılacağı belirtilmiş olup, bu durumun da benzer davalar ile fark
oluşturacağı, dava tarihinden sonra faiz düzenlemesi söz konusu olmadığından
Anayasanın l0. maddesindeki eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturacağından,
6745 sayılı Yasanın
35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen ek 12. maddenin iptaline, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 152 ve 6216 sayılı Yasanın 40. maddesi gereğince karar
verilmesi,
Mahkemenizin
takdir ve gereğine arz olunur.”
Esas Sayısı : 2017/107
Karar Sayısı : 2017/90
“6487
sayılı Yasa uyarınca 09.10.956 tarihi ile 04.11.1983 tarihleri arasında yapılan
uygulamalarda uzlaşma usulünün uygulanması, yine harç ve vekalet ücretinin
maktu olması gerektiği, uygulama öncesi taşınmazın tarla vasfında olduğu,
uygulama sonrası arsa vasfına dönüştüğü, talep edilen bedelin fahiş olduğu
nedenleri ile davanın reddi gerektiği belirtilmiştir.
Davanın
açıldığı tarih 22.03.2016’dır.
Bu
tarih itibariyle mevcut yasal düzenlemelere göre imar uygulaması nedeni ile
bedele dönüşen kısım için dava tarihindeki değerin baz alınması ve bu değer
üzerinden hüküm kurulması gerekmektedir.
Bu
nedenle mahkememizce 22.07.2016 günlü keşif yapılmıştır.
Keşif
sonrasında sunulan bilirkişi raporları ile dava konusu edilen taşınmazda
davacının 75,87 m2 bedele dönüşen taşınmazı yönünden dava tarihindeki değer
83457 TL olarak saptanmıştır.
Yargılama
sürecinde 6745 sayılı Yasa 07.09.2016 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak
yürürlüğe girmiştir
6745
sayılı Yasada 35. madde ile 2942 sayılı Kanuna geçici 12. madde eklenmiştir.
GEÇİCİ
Madde 12- 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı
Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir
Maddesinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından
doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri; uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibarıyla güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.
Bu
Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri için de uygulanır.
Devam eden dava ve icra takipleri ise bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır.’ şeklinde yeni bir yasal düzenleme yapılmıştır.
Mahkememizce
yeni yasal düzenleme nedeni ile Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin 2015/26267 esas,
2016/12986 emsal bozma ilamında belirtildiği şekilde benzer davalarda anılan
yasa hükmüne göre ek rapor alınarak karar verilmesi gerektiği hususunda görüş
bildirilmesi nedeni ile mahkememizce derdest bulunan davada bilirkişi
kurulundan 6754 Sayılı Bilirkişi Kanunun 2942 Sayılı Kanunun 15.maddesinde 39.
madde ile yapılan değişiklik gözetilerek Taşınmaz Değerlendirme Uzmanı
eklenerek ek rapor alınmıştır.
Bilirkişi
kurulunun hazırladığı ek raporda; Yasal değişiklikler nedeni ile imar
uygulamasının tapuya tescil tarihi olan 10.08.2009 tarihindeki değeri 30348 TL
olarak belirlenmiş ve 6745 Sayılı Yasanın 35.maddesi gereğince bu değer
üzerinden Yurt içi üretici fiyat endekslerine göre dava tarihine
endekslendiğinde 47819,99 TL bedele dönüşen kısım için bedel tespiti
yapılmıştır. Görüldüğü gibi, davanın açıldığı tarih itibariyle mevcut yasal
düzenlemeler karşısında 83457 TL olan taşınmaz bedeli, 6745 sayılı Yasanın yeni
hesaplama yöntemi ile 47819,99 TL ye düşmüştür. Gerçek ya da tüzel kişilerin
mülkiyet hakkı Anayasal güvence altında olup, Anayasa’nın 35. maddesinde temel
haklar ve ödevlere ilişkin ikinci bölümde düzenlenmiştir.
Mülkiyet
hakkında kısıtlama ancak kamu yaran amacı ile ve yasa ile mümkündür.
Yine
mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Türk
Medeni Kanunu açısından bakıldığında 683.maddede yapılan düzenleme ile “bir şeye
malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde o şey içinde dilediği gibi
kullanma ve tasarruf yetkisine sahiptir”. Bu maddenin doğal sonucu olarak
kullanmama şeklinde de tasarruf mümkündür.
Diğer
taraftan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunmasına İlişkin Sözleşme ye ek protokol (1) (Paris 20.3.1952)
Madde
1: Mülkiyetin Korunması
“Her
gerçek ve tüzel kısmın mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme
hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yaran sebebi ile ve yasada öngörülen
koşullara ve Uluslararası hukukun genel ilkelerine uyumlu olarak mal ve
mülkünden yoksun bırakılabilir
Yukarıdaki
hükümler devletlerin; mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını
düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasalan uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez.”
Avrupa
insan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler insan Hakları Demeci kabul
edildikten sonra bu demeçteki bazı ilkelerin Avrupa Konseyine üye devletlerin
ülkesinde kanun gibi uygulanmak amacı ile hazırlanmıştır, sözleşme Avrupa
Konseyine üye Devletler tarafımdan Roma da 4.11.1950 tarihinde imza edilmiştir.
Türkiye
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini 10.3.1954 tarih ve 6366 sayılı Kanun ile
onaylayarak Türk Hukuk Düzeninde yürürlüğe konmuştur.
Ek
protokolün 1. maddesinde mülkiyet hakkına müdahale için 3 koşul on görülmekte
olup bunlar;
1-
Müdahale kamu yaran amacına yönelik olmalıdır
2-
Müdahalenin yasa ile öngörülen koşullara ve Uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olmalıdır
3-
Mülkiyete yönelik müdahalede amaca ulaşmak için başvurulan yöntem ile amacı
arasında orantılılık-adil denge olmalıdır.
Somut
olay incelendiğinde; Davacının tapulu mülkiyet hakkı sahibi olarak korunmaya
değer bir hakkının bulunduğu görülmektedir.
İlgili
Belediye’nin İmar Kanununa uygun olarak yaptığı imar uygulaması nedeni ile
mülkiyet hakkı sahibinin taşınmazının bir kısmının bedele dönüştüğü
anlaşılmaktadır.
Söz
konusu bedelin tespiti hususunun davacının mülkiyet hakkının karşılığını dava
tarihi itibariyle alabilmesi gerekmektedir.
Mülkle
ilgili olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu veya genel çıkarlar
doğrultusunda meşru bir amaca hizmet ettiği anlaşılmakta ise de, bu meşru amaca
hizmet etmenin yeterli olmadığı, aynı zamanda orantısal olması gerektiği, AİHM
sinin emsal kararında öngörüldüğü şekilde toplumun genel çıkarlarının gerekleri
ile bireyin temel haklarının korunması gereği arada adil bir dengenin korunması
gerekmekte olup, somut olayda 6745 sayılı Yasanın imar uygulamasının tescil
tarihi itibariyle belirlenecek değerin Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksleri ile
dava tarihine göre güncellenmesi yöntemi uygulandığında, davacının dava
tarihinde talep edebileceği rayiç değerle orantılı olmadığı ve buna göre adil
bir dengenin korunamadığı anlaşılmaktadır.
Kaldı
ki, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt içi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu taşınmazın değerini saptama yönünden objektif ölçüt olarak yan
unsurlar olmadığından alınabilecek bir niteliğe sahip değildir.
Bu
durum ise davacının Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının ilgili idare
karşısında adil bir denge korunmadığından ihlal edildiği anlamına gelmektedir.
Söz
konusu 6745 sayılı Yasanın 35.maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12.
maddesinin “Yapılara uygulanacak bazı işlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun
bir maddesinin değiştirilmesi hakkında kanun hükümlerine göre yapılan imar
uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel
arttırım davalarında taşınmazın değeri uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih
değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek
suretiyle tespit edildi. Tespit edilen bu bedel Türkiye İstatistik Kurumu
tarafından açıklanan Yurt içi Üretici Fiyat Endeksi Tablosu esas alınmak
suretiyle dava tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak
sahibine ödenir.” hükmü hesaplama yöntemi açısından söz konusu uygulamanın
Anayasa’ya Türk Medeni Kanun Hükümlerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan
Hakları ve Temel Özgürlükleri Sözleşmesi ve ek protokol hükümlerine göre iptali
gerektiği düşünülmüştür.
Anayasa
Mahkemesi tarafından gerekli incelemeler yapılarak ilgili yasanın ilgili
hükümlerinin iptali konusunda karar oluşturulması saygı ile talep olunur.”
Esas Sayısı : 2017/119
Karar Sayısı : 2017/105
“Davanın
açıldığı tarih 19/02/2016 tür.
Bu
tarih itibariyle mevcut yasal düzenlemelere göre imar uygulaması nedeni ile
bedele dönüşen kısım için dava tarihindeki değerin baz alınması ve bu değer
üzerinden hüküm kurulması gerekmektedir.
Bu
nedenle mahkememizce 13/07/2016 günlü keşif yapılmıştır.
Keşif
sonrasında sunulan bilirkişi raporları ile dava konusu edilen taşınmazda
davacının bedele dönüşen taşınmazı yönünden iptal edilen 6487 sayılı Yasa
hükmüne göre uygulama tarihindeki arsa bedeline dava tarihine kadar yasal faiz
işletilerek güncelleme yapıldığında 02.125,00 TL değer saptanmıştır.
Bilirkişi
kurulunca düzenlenen 05/12/2016 tarihli ek raporda dava konusu taşınmaz için
dava tarihindeki değeri 67.656,90 TL olarak belirlenmiştir.
6745
sayılı Yasada 35. madde ile 2942 sayılı Kanuna geçici 12. madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ
Madde 12- 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı
Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir “Maddesinin
Değiştirilmesi Hakkında Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından
doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri; uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endekşi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibarıyla güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.
Bu
Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri için de uygulanır.
Devam eden dava ve icra takipleri ise bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır”
şeklinde yeni bir yasal düzenleme yapılmıştır.
Mülkiyet
hakkında kısıtlama ancak kamu yararı amacı ile ve yasa ile mümkündür.
Yine
mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Türk
Medeni Kanunu açısından bakıldığında 683. maddede yapılan düzenleme ile “bir
şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde o şey içinde dilediği
gibi kullanma ve tasarruf yetkisine sahiptir”. Bu maddenin doğal sonucu olarak
kullanmama şeklinde de tasarruf mümkündür.
Diğer
taraftan Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi, insan Hakları ve Temel Özgürlüklerin
Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye ek protokol (1) (Paris 20.3.1952)
Madde
1: Mülkiyetin Korunması
“Her
gerçek ve tüzel kısmın mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme
hakkı vardır. Bir kimse ancak kamu yararı sebebi ile ve yasada öngörülen
koşullara ve Uluslararası hukukun genel ilkelerine uyumlu olarak mal ve
mülkünden yoksun bırakılabilir
Yukarıdaki
hükümler devletlerin; mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını
düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez.”
Avrupa
insan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler insan Hakları Demeci kabul
edildikten sonra bu demeçteki bazı ilkelerin Avrupa Konseyine Üye devletlerin
ülkesinde kanun gibi uygulanmak amacı ile hazırlanmıştır, sözleşme Avrupa
Konseyine Üye Devletler tarafından Roma da 4.11.1950 tarihinde imza edilmiştir.
Türkiye
Avrupa insan Hakları Sözleşmesini 10.3.1954 tarih ve 6366 sayılı kanun ile
onaylayarak Türk Hukuk Düzeninde yürürlüğe konmuştur.
Ek
protokolün 1 maddesinde mülkiyet hakkına müdahale için 3 koşul on görülmekte
olup bunlar;
1-
Müdahale kamu yaran amacına yönelik olmalıdır
2-
Müdahalenin yasa ile öngörülen koşullara ve Uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olmalıdır
3-
Mülkiyete yönelik müdahalede amaca ulaşmak için başvurulan yöntem ile amacı
arasında orantılılık-adil denge olmalıdır.
‘Somut
olay incelendiğinde; Davacının tapulu mülkiyet hakkı sahibi olarak korunmayası eğer
bir hakkının bulunduğu görülmektedir.
İlgili
Belediye’nin İmar Kanununa uygun olarak yaptığı imar uygulaması nedeni ile
mülkiyet hakkı sahibinin taşınmazının bir kısmının bedele dönüştüğü
anlaşılmaktadır.
Söz
konusu bedelin tespiti hususunun davacının mülkiyet hakkının karşılığını dava
tarihi itibariyle alabilmesi gerekmektedir.
Mülkle
ilgili olarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu veya genel çıkarlar
doğrultusunda meşru bir amaca hizmet ettiği anlaşılmakta ise de, bu meşru amaca
hizmet “etmenin yeterli olmadığı, aynı zamanda orantısal olması gerektiği, AİHM
sinin emsal kararında öngörüldüğü şekilde toplumun genel çıkarlarının gerekleri
ile bireyin temel haklımın korunması gereği arada adil bir dengenin korunması
gerekmekte olup, somut olayda 6745 sayılı Yasanın imar uygulamasının tescil
tarihi itibariyle belirlenecek değerin Yurt içi Üretici Fiyat Endeksleri ile
dava tarihine göre güncellenmesi yöntemi uygulandığında, davacının dava
tarihinde talep edebileceği rayiç değerle orantılı olmadığı ve buna göre adil
bir dengenin korunamadığı anlaşılmaktadır.
Kaldı
ki, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt içi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu taşınmazın değerini saptama yönünden objektif ölçüt olarak yan
unsurlar olmadığından alınabilecek bir niteliğe sahip değildir.
Bu
durum ise davacının Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkının ilgili idare
karşısında adil bir denge korunmadığından ihlal edildiği anlamına gelmektedir.
Söz
konusu 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici
12. maddesinin “Yapılara uygulanacak bazı işlemler ve 6785 sayılı İmar
Kanununun bir maddesinin değiştirilmesi hakkında kanun hükümlerine göre yapılan
imar uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel
arttırım davalarında taşınmazın değeri uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih
değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek
suretiyle tespit edildi. Tespit edilen bu bedel Türkiye İstatistik Kurumu
tarafından açıklanan Yurt içi Üretici Fiyat Endeksi Tablosu esas alınmak
suretiyle dava tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak
sahibine ödenir.” hükmü hesaplama yöntemi açısından söz konusu uygulamanın
Anayasa’ya, Türk Medeni Kanun Hükümlerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi,
İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Sözleşmesi ve ek protokol hükümlerine göre
iptali gerektiği düşünülmüştür.
Anayasa
Mahkemesi tarafından gerekli incelemeler yapılarak ilgili yasanın ilgili
hükümlerinin iptali konusunda karar oluşturulması saygı ile talep olunur.”
Esas Sayısı : 2017/161
Karar Sayısı : 2017/137
“Mahkememizce
yapılan yargılama sırasında 07/09/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı
Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 35. md.si ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanuna
eklenen geçici 12. maddesinin tamamı ile 2. fıkrasının bu kanunun geçiçi 6 ncı
maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci fıkra hükümleri, bu madde
kapsamındaki davalar ve icra takipleri içinde uygulanır. Devam eden dava ve
icra takipleri ise ,bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.” cümlesinin
Anayasaya aykırı olduğunu iddia edilmesiyle dosyamızdan Anayasaya aykırılık
iddiasında bulunulmuş ve bu iddia mahkememizce 16/03/2017 tarihli dilekçesi ile
Anayasa Mahkemesi ‘ne başvuru talebi ciddi bulunarak iptali istemiyle
Mahkemenize başvurmak hasıl olmuştur, aykırılığı iddiası ile iptal istemidir.
Öncelikle iptali
talep edilen ve davayı esastan etkileyen 6745 Sayılı Yasanın 35. maddesi ile
getirilen geçici 12. maddeyi incelemek ve eğer Yüksek Mahkemenizce geçici 12.
maddesi iptal edilir ise bu defa 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi ile getirilen
Geçici 12. madde hükümlerinin Anayasaya aykırı hükümlerinden dava etkileneceğinden
bu defa geçici 12. maddenin Anayasaya aykırı hükümlerinin neden Anayasa’ya
aykırı olduğunu gerekçelendirmek gerekmiştir.
6745 sayılı
Yasanın kamulaştırma ile ilgili davamızı esastan etkileyen 35. maddesi ile
Kamulaştırma Kanununa eklenen Geçici 12. maddesi aşağıdaki gibidir.
35. madde:
24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara
Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin
değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından
doğan idarelerin taraf olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında
taşınmazın değeri: uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme
tarihi olarak esas alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle
tespit edilir. Tespit edilen bu bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava
tarihi itibariyle güncellenir ve ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine Ödenir.
Bu Kanunun geçici 6. maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri içinde uygulanır.
Devam eden dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre
sonuçlandırılır.
20.08.2016 tarihinde
kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazetemde yayımlanan 6745
sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin
birinci fıkrasının yürürlüğe girmeden önce; 2981 Sayılı Kanun uygulamasından
mağdur olan hak sahipleri, işbu davada olduğu gibi 3194 Sayılı İmar Kanununun
17. maddesi son fıkrası uyarınca 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine
göre bedel artırım davası açabilmekte. Mahkemece ilgiliye daha önceden bedel
ödenmiş ise son ödeme tarihi itibariyle taşınmazın değerini tespit edilmekte,
bu durumda bedel alan hak sahipleri için sembolik miktarda artırım bedelleri
çıkmakta uygulama bedeli ödenmiş ise idareye hiçbir mali ek külfet
yüklenmemekte idi. Hak sahibi kamulaştırma bedelini hiç almamış ise;
Kamulaştırma Kanunu gereği müracaat tarihi (dava) itibariyle taşınmazın değeri
tespit edilmekte, taşınmazın bedele dönüşen alanı için idarece takdir edilen
bedel artırılarak ve hak sahibine ödenmesine karar verilmekte idi.
Bu düzenlemeyle
mülkiyet hakkının özü çiğnenmiş denkleştirici adalet ilkesi dahi göz ardı
edilmiştir.
1- YASANIN 35. MADDESİYLE
GETİRİLEN GEÇİCİ 12. MADDENİN 2. FIKRASININ 2. CÜMLESİNİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI
YÖNÜNDEN
A- “Devam eden
dava ve icra takipleri ise, bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır’’ olan 2.
cümlesi ANAYASA’NIN HUKUK DEVLETİ İLKESİ OLAN 2. MADDESİNE AYKIRIDIR.
Anayasa’nın
2. maddesi “HUKUK
DEVLETİ VE HUKUK GÜVENLİĞİ” ilkelerini düzenlemektedir.
Anayasa
Mahkemesinin 22/12/2011 tarihli 2010/7 Esas. 2011/172 Karar sayılı kararında;
AY 2. Md. gereği Hukuk Devleti ve Hukuk Güvenliği ilkeleri açıkça
tanımlanmıştır, şöyle ki;
“Kişilere hukuk
güvenliğinin sağlanması. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin
ön koşullarındandır. Hukuk devleti, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de
yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerektirir. Hukuk güvenliğinin sağlanması, bu doğrultuda yasaların geleceğe
yönelik öngörülebilir belirlemeler yapılabilmesine olanak verecek kurallar
içermesini gerekli kılar. Geriye dönük düzenlemelerle kişilerin haklarının,
hukuki istikrar ve güvenlik ilkesi gözetilmeden kısıtlanması hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmaz.
Hukuk devletinin
gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların
geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği ilkesi”
uyarınca yasalar, kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış
hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar
dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere
uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin
nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel
ilkelerindendir.
Öte Yandan, hukuk
devletinin hukuk güvenliği ilkesi belirliliği de gerektirir. Belirlilik ilkesi,
yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve kesin olmasını, yasa
kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak
şekilde düzenlenmesini gerekli kılar.” (AYM.2010/7 E.,2011/172 K.ve 22.12.2011
Tarihli Kararı.)
İşbu iptale konu
6745 S.K. ile değişik 2942 S.K. Geçici 12 Md. 2. fıkrasının 2. cümlesi hukuk
devleti ve hukuk güvenliği ilkelerine açıkça ihlal etmektedir. Zira geçmişte
yapılmış ve tamamlanmış hukuki işlemlere yönelik olarak kamu yararı ve birey
haklarını korumaya yönelik değil tam aksine bireyin temel haklarını yok eder
bir şekilde geçmişe yürütülmektedir. Hal böyle olunca cümle hukuka güven ilkesi
dolayısıyla Hukuk Devleri İlkesiyle bağdaşmaz. Bu nedenle maddenin bu
cümlesinin iptali gereklidir.
B- ‘Devam eden
dava ve icra takipleri ise .bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.’ olan 2.
cümlesi ANAYASA’NIN 10.MADDESİNDE İFADE EDİLEN” KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK” İLKESİNE
DE AÇİKÇA AYKIRIDIR.
Şöyle ki aynı
tarihte imar uygulamasından kaynaklı bedel arttırım davası açan iki ayrı kişi
işbu yasa yürürlüğe girinceye kadar aynı usul ve esaslar hükümlerine göre
yürütülmüş iken, birisi yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce karar çıkıp
önceki yasal düzenlemeler doğrultusunda kesinleşirken, diğer hak sahibinin
elinde olmayan ve yargılamadaki gecikmelerden dolayı davası henüz
kesinleşmemişse dava tarihi itibariyle eşit statü ve hukuki düzende bulunan
mağdurlar arasındaki bu eşitlik, davası kesinleşmeyen aleyhine açıkça
bozulmakta ve kanun önünde eşitsizlik ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle de işbu
cümle Kanun Önünde Eşitlik İlkesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle maddenin bu
cümlesinin iptali gerekir.
C- “Devam eden
dava ve icra takipleri ise bu madde hükümlerine göre sonuçlandırılır.” olan son
cümlesi ANAYASANIN 36. MADDESİNDE İFADE EDİLEN “ADİL YARGILANMA HAKKI” İLKESİNE
DE AÇIKÇA AYKIRIDIR.
Devam eden bir
davada, davanın taraflarından birinin, davanın sonucunu etkileyecek bir yasa! düzenlemenin
bizzat hazırlanmasında yer alması açıkça Anayasanın 36. maddedeki adil
yargılanma hakkının ihlalidir. Bu eylemi yapanın idare olması bu gerçeği
değiştirmez bilakis bireyin en çok idareye karşı yargısal ve hukuki korumaya
ihtiyacı vardır. Hal böyle olunca cümle Adil Yargılanma Hakkı” ilkesi ile
bağdaşmaz, bu nedenle maddenin bu cümlesinin iptali gereklidir.
2- YASANIN 35.
MADDESİYLE GETİRİLEN GEÇİCİ 12. MADDENİN 1. FIKRASI “24/2/1984 tarihli ve 2981
sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler
ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin değiştirilmesi Hakkındaki Kanun
Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan idarelerin taraf olduğu
her türlü alacak ve bedel artırım davalarında taşınmazın değeri: uygulamanın
tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o
tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilir. Tespit edilen bu
bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibariyle güncellenir ve
ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir.” CÜMLESİNİN ANAYASAYA AYKIRILIĞI
YÖNÜNDEN:
A- Bu cümle
ANAYASANIN 35. MADDESİNDE DÜZENLENEN “MÜLKİYET HAKKINA” AYKIRIDIR.
Mülkiyet Hakkı
Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış ve bu
hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği
belirtilmiştir. Kamulaştırmanın nasıl ve hangi ilkelere göre yapılacağı Anayasa’nın
46. maddesinde düzenlenmiştir.
2981 Sayılı Kanun
gereğince yapılan uygulamalar neticesi, bedele dönüştürülen taşınmazlar
uygulama tarihi itibariyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmak
suretiyle düzenlenen idari işlemlerdir. 2981 sayılı Kanunun 10/b ve (c)
maddeleri gereğince yapılan imar uygulaması neticesi bedele dönüştürme
işlemlerinde de 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmıştır.
Bireyin mülkiyeti altındaki taşınmazı kamulaştırılmış ve aynı yöntemle değer
tespiti yapılmıştır. 2981 sayılı Kanun bir nevi İmar Affı niteliği taşıdığından
uygulama sahasında fiili yapılaşma korunarak imar uygulaması yapılmış, yani
hukuki durum fiili duruma uydurulmuştur. Uygulama gereğince mülkiyet durumuna
bakılmaksızın öncelikle mevcut yapılar tespit edilmiş, mevcut yapı sahipleri
yapının bulunduğu taşınmazın maliki olmasalar dahi binaların üzerinde bulunduğu
taşınmazların maliki yapılmışlardır. Yapılardan arta kalan yerlerden ise
öncelikle kamu hizmet alanları, yollar ayrılmış, kalan yerler ise yapı sahibi
olmayan ancak mülkiyet sahibi olan arsa sahiplerine dağıtılmış, üzerinde binası
bulunmayan arsa sahiplerinin taşınmazları kesilen düzenlenme ortaklık paylan
yeterli gelmediğinden ya tamamen ya da kısmen bedele dönüştürülmüş ve
kamulaştırılmıştır. Ancak yapılan idari işlemler usulüne uygun olarak hak
sahiplerine noter kanalıyla tebliğ edilmediğinden mülkiyet hakkı sahiplerinin
bir çoğunun ne yapılan işlemin iptali için idari yargıda, ne de bedel tespiti
için adli yargıda dava açma imkanları olmamıştır. Hak sahipleri işbu iptale konu
6745 s.k..35 Md. l. fıkrası yürürlüğe girmeden önce 2981 S.K., 3194 Sayılı İmar
Kanunu ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu çerçevesinde Bedel Arttırım Davası”
açmak suretiyle mahkemece takdir edilen bedeli alma imkanına sahipken,
getirilen yeni düzenleme ile mülkiyet hakkı sahibinin mülkiyetten kaynaklanan
hakları kısıtlanmakta; elinden alınan taşınmazının müracaat tarihindeki değeri
yerine uygulamanın tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas
alınmak ve o tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilen bu bedel Türkiye
İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu
esas alınmak suretiyle dava tarihi itibariyle güncellenerek ödenmesi
öngörülmektedir. Bu durum mülkiyet hakkı sahibi bireyi açıkça mağdur edecektir.
Zira uygulama tarihleri 30 yıl önceye dayanan taşınmazların o tarihteki
takdir/tespit edilen bedelin Yurt içi üretici fiyat endeksi tablosu esas
alınarak yapılacak güncelleme ile ortaya çıkacak olan değerin bugünkü satın
alma gücü mukayese edilemeyecek çok fahiş bir fark olacak, bu hesaplama yöntemi
ile bu farkın kapanması da mümkün olamayacaktır.
Söz konusu 2981
S.K. 1984 tarihinde yürürlüğe girmiş olup halen yürürlüktedir. Bu itibarla 1984
yılından günümüze kadar bu kanun gereğince taşınmazı bedele dönüştürülen hak
sahipleri olması kaçınılmaz bir gerçektir. Kaldı ki bu günden sonra da bu
kanunun uygulanma imkanı mevcuttur. 1984 yılında taşınmazı bedele dönüştürülen
ve takdir edilen bedeli almayan bir hak sahibinin, geçen sürede Türkiye’de ki
enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında bu hesaplama yöntemi ile alacağını
almaya zorlanması demek bugün için ancak birkaç yüz lira ile ifade edilecek bir
bedel alması demektir.
2981 S.K. ile
yapılan bedele dönüştürmelerde ise yıllardır hak sahiplerine ödenmeyen bedeller
mevcuttur ki, bu bedellerin yalnızca Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle
güncellenerek ödenmesi sembolik rakamlar olup. AİHM önünde Türkiye’nin yeni
mahkumiyetlerine sebebiyet verecektir.
Anayasa Mahkemesi
5999 Sayılı Kanun ve 6111 Sayılı Kanun ile getirilen düzenlemelere yönelik
olarak 2010/83 E., 2012/169 K. sayılı ve 01.11.2012 tarihli kararında açıkça
Anayasaya aykırılıklar tespit etmiş ancak düzenlemenin geçmişte belirli bir
dönemi (1956-1983) kapsayan hukuka aykırı el atmalarla ilgili geçici bir
düzenleme olması hasebiyle iptal etmemiştir.
Anayasa Mahkemesi
aynı mahiyetteki 6487 sayılı yasa ile yapılan düzenlemeyi de 2013/95 Esas
2014/176 Karar sayılı 13.11.2014 tarihli kararı ile Anayasaya aykırılıklar
tespit ederek iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesinde Anayasa
Mahkemesinin 10.4.2003 günlü. E.2002/1 12 ve K.2003/33 sayılı kararı üzerine
ortaya çıkan içtihat farklılığının giderilmesi ve idarenin kamulaştırmasız el
koyması yoluyla mağdur edilen vatandaşların haklarının korunması amacıyla 5999
Kanun’la 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddede, taleplerin çok yoğun
olması halinde kamu idarelerinin tazminat ödeme konusunda zor durumda
kalabilecekleri gözönünde bulundurularak bu şekildeki taleplerin
karşılanabilmesi ve tazminatların ödenebilmesi için bazı özel düzenlemelere yer
verilmiştir.
Dava konusu
kuralla, 4.11.1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe (11.6.2013)
kadar gerçekleşen kamulaştırmasız el atmalarda madde kapsamına alınmış ve
maddede yer verilen bazı hükümlerin bu taşınmazlar hakkında da uygulanması
öngörülmüştür.
Geçici 6. maddede
öngörülen hükümler Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun’un 38.
maddesinin uygulandığı 9.10.1956 ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde
oluşan bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarılmıştır. Ancak kanun
koyucu, bu mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin bütçeye ölçüsüz bir yük
getirerek kamusal hizmetlerinin aksamasına neden olacağını göz önünde
bulundurarak münhasıran bu tarihleri kapsayan dönemde kamulaştırmasız el atılan
taşınmaz bedellerinin ödenmesine ilişkin istisnai bazı hükümlere yer vermiştir.
Geçmişe yönelik mağduriyetlerin giderilmesi ve o dönemden kaynaklanan
ihtilafların tasfiyesi amacındaki üstün kamusal yarar dikkate alındığında,
maliklerin de haklarının yeteri derecede gözetilmesi kaydıyla bu dönemle
sınırlı olarak uygulanmak üzere bir takım istisnai düzenlemelerin yapılması
mümkündür; Nitekim, geçici 6. maddede, belirlenen bedelin ödenmesinde ödenek
sınırlaması getirilmesini borcun taksitler halinde ödenmesine imkan tanınması,
haczedilmezlik yasağı öngörülmesi gibi mâlik aleyhine bir takım hükümlere yer
verilmiş ise de belirlenen bedelin taksitler halinde ödenmesi durumunda 3095
sayılı Kanun uyarınca kanuni faiz ödenmesi öngörülerek malikin gecikmeden
kaynaklanan zararları karşılanmak suretiyle kamusal yarar ile malikin kişisel
yararı arasında makul bir denge kurulmuştur.
Ancak, 9.10.1956
ilâ 4.11.1983 tarihlerini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi
amacıyla getirilen ve malikler aleyhine birtakım hükümler içeren bu istisnai
düzenlemenin 4.11.1983 tarihinden sonraki dönem için de uygulanmasının haklı
bir temeli bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesince iptal edilen 2942 sayılı Kanun’un
38. maddesinin doğurduğu ağır mağduriyetlerin bir anda giderilmesinin bütçeye
getireceği ölçüsüz yük nedeniyle kamu hizmetlerinde meydana gelebilecek
aksamalar dikkate alınarak o dönemle sınırlı olarak makul karşılanabilen bu
istisnai hükümlerin sonraki dönemlere de uygulanması öngörülerek
olağanlaştırılması, hukuk güvenliğini zedelemekte ve Anayasa’nın 35. maddesinde
güvenceye bağlanan mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.” denmiştir.
Ne var ki 6745 sayılı
Yasanın 35. maddesi ile yapılan aynı mahiyetteki düzenleme 1983 tarihinden
sonra yürürlüğe giren ve halen yürürlükte olan 2981 S.K. hükümleri uyarınca
yapılan idari işlemler de madde kapsamına alınarak hem zaman bakımından
düzenleme sürekli bir hale getirilmekte ve tarihsel uygulanma sınırından
çıkarılarak hukuki işlemlerin (kamulaştırma) sonuçlarına da uygulanmakta, bu
düzenleme ile 6487 sayılı yasa ile getirilen geçici 6. maddedeki düzenleme
geçmişte belirli bir döneme yönelik geçici bir düzenleme, olmaktan çıkarılıp
geçmişi, bugünü ve yarını kapsayan kalıcı bir düzenleyici yasa haline
getirilmekte ve mülkiyet hakkını. Anayasa 2. md. tanımlanan “hukuk devleti ve
hukuk güvenliği ilkelerini”. Anayasa’nın 5. maddesinde de tanımlanan “Devlet
Temel Amaç ve Görevleri” başlığı altındaki “Toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlama, Temel Hak ve Hürriyetlerin önündeki engelleri kaldırma”
ilkelerine açıkça aykırıdır. Zira zamanla temel hak ve hürriyetlerin önündeki
engelleri kaldırmakla yükümlü olan devlet buna mukabil gün geçtikte temel hak
ve hürriyetlerin önüne yeni engeller koymakta ve iyice hak ve özgürlüklerin
alanını daraltmaktadır. Hal böyle olunca cümle Mülkiyet Hakkı İlkesi ile
bağdaşmaz, bu nedenle maddenin bu fıkrasının iptali gereklidir.
Bu durum Anayasa
35. md. Belirtilen mülkiyet hakkına açıkça aykırı olduğu gibi AİHS Ek 1. no.lu
protokole dolayısı ile Anayasa 90. maddesine de açıkça aykırıdır.
Nitekim Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi 09.07.1997 tarih ve 60/19967-679/869 Sayılı AKKUŞ/TÜRKİYE
kararında açıkça Usulüne uygun olmayarak istimlak için tazminat ödenmesinde ki
uzun gecikmeler arazisi kamulaştırılan kişinin artan bir mali kayba uğramasına
sebep olmakta, özellikle bazı ülkelerde olduğu gibi paranın değer kaybı, kişiyi
belirsiz bir konuma koymaktadır. Denilerek Akkuş/Türkiye davasında 17 aylık bir
gecikme nedeniyle yıllık enflasyon ve hayat pahalılığının çok altında olan
yasal faizle yapılan ödemenin hak sahibini mağdur ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi
mahkum etmiştir.
AKKUŞ/TÜRKİYE
kararında AİHM: Kamulaştırma bedel alacağının da mülkiyet hakkı kavramı
içerisinde değerlendirerek geç ödenmesi halinde yalnızca yasal faiziyle
ödenmesini mülkiyet hakkının ağır ihlali olarak görmüş ve Türkiye’yi mahkum
etmiştir.
2981 S.K. ile
yapılan bedele dönüştürmelerde ise yıllardır hak sahiplerine ödenmeyen bedeller
mevcuttur ki. bu bedellerin bu hesaplama yöntemi ile ödenmesi sembolik
rakamlara baliğ olmakla, AİHM önünce Türkiye’nin yeni mahkumiyetlerine
sebebiyet vermektedir.
B- Bu cümle
ANAYASA’NIN 10. MADDESİNDE DÜZENLENEN “KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİNE”DE AÇIKÇA
AYKIRIDIR.
Anayasa’nın
10. maddesinde, herkesin kanun önünde eşit olduğu, Devlet’in bu eşitliğin
yaşama geçmesini sağlamakla yükümlü bulunduğu, Devlet organları ve idare
makamlarının bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak
hareket etmek zorunda oldukları hükme bağlanmaktadır. “Yasa önünde eşitlik
ilkesi”nin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayrım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
6745 sayılı
yasanın 35. maddesi ile getirilen düzenleme; haklarında 2981 S.K.’a göre ve
2942 s. Kamulaştırma Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle kamulaştırma işlemi
yapılan hak sahibi mağdurları, kamulaştırma rejimine tabi başkaca hak sahibi
mağdurların sahip oldukları haklardan farklı bir yasal rejime sürüklemektedir.
Tüm kamulaştırma mağdurları özgürce bedel tespiti/artırımı davası açabilirken
2981 S.K.na dayalı hak sahiplerini uygulama tarihindeki takdir ve tespit edilen
bedelin Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurtiçi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle güncellenmesi sonucu ortaya çıkacak son
derece düşük bedeli almaya zorlamaktadır.
Söz konusu madde;
aleyhlerinde 2981 S.K. gereği hukuki işlem tesisi edilmek suretiyle mağdur
edilen KAMULAŞTIRMA MAĞDURLARINI, kendileriyle aynı hukuki statüye sahip diğer KAMULAŞTIRMA
MUHATAPLARINDAN ayırarak tamamen farklı ve geçici olması hasebiyle olağanüstü
kısıtlamalara tabii 1956-1983 arası yıllarda KAMULAŞT1RMAS1Z EL ATMA
MAĞDURLARIYLA aynı hatta daha geri haklara mahkum etmektedir.
Bu durum
Anayasanın 10. maddesinde vücut bulan “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine açıkça
aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.
3- 20.08.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin
2.FIKRASININ ilk cümlesinin ANAYASAYA AYKIRILIĞI YÖNÜNDEN
20.08.2016 tarihinde
kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazetemde yayımlanan 6745
sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin
2. FIKRASININ ilk cümlesinde ‘‘ Bu kanunun geçici 6 ıncı maddesinin üçüncü, yedinci,
sekizinci ve onbirinci fıkra hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra
takipleri için de uygulanır” denmektedir.
A- 6745 sayılı Yasanın
35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan Geçici 6 ncı
maddenin üçüncü fıkrasında. “Uzlaşma: idareye ait taşınmazın trampası, idareye
ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya imar mevzuatı
çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması suretiyle veya bunların
mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel üzerinden yapılabilir.” Denmektedir.
Öncelikle
belirtilmesi gereken. uzlaşma usulünün eşitler arasında yapılabileceğidir.
Oysa, geçici 6 ncı maddede öngörülen uzlaşmanın taraflarından bir yanında, kendisine
Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir
biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına
fiilen el koyan idareler, diğer yanında ise. 30-57 yıldır taşınmazını tasarruf
edememiş, semerelerinden yararlanamamış ve bedelini de alamamış mağdur ve
çaresiz kişiler yer almaktadır.
Anayasanın 46 ncı
maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırmanın gerçek karşılığının peşin ödenmek
suretiyle yapılacağı kurala bağlanırken; ikinci fıkracında ise, “Kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir”
denilmiştir. Anayasanın bu kuralının “Geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesi
ve istisnai nitelik taşıması” vb. gerekçelerle istisnalarına da Anayasada yer
verilmemiştir.
Kamulaştırmasız
el atma. Anayasaya ve hukukun evrensel ilkelerine ve yürürlükteki yasalara
aykırı haksız eylemdir ve kamu gücünün hukuk yerine zorbalığa dayanmasının da
hukuk karşısında koruma görmesi sosyal hukuk devleti ilkesini benimsemiş
demokrasilerde mümkün değildir. 6745 sayılı yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasında
atıfta bulunulan geçici 6. maddenin 3. fıkrası ilk defa geçici 6 ncı madde ile
kamulaştırılacak taşınmazların bedelinin nakden ödenmesi, geçici altıncı
maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında “uzlaşma” aşamasında, sekizinci
fıkrasında ise yargılamadan sonra, idareye ait taşınmazın trampası, üzerinde
sınırlı ayni hak tanınması veya başka bir yerde imar hakkı kullandırılmasının
mümkün olmaması şartına dayandırılmaktadır.
Anayasanın
Başlangıcının sekizinci fıkrasında. Anayasanın, sözüne ve ruhuna mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanacağı kurala bağlanmış; 11 inci maddesinde, Anayasa
hükümlerinin yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk
kuralları olduğu belirtilmiş; mülkiyet hakkı ise Anayasanın 35 inci maddesinde
koruma altına alınarak kamu yararının gerektirdiği durumlarda kamulaştırılması
Anayasanın 46 ncı maddesinde açık ve ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
Anayasanın 46 ncı
maddesinin ikinci fıkrasındaki sözü, “Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme
bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir” şeklinde
kurallaştırdığından, nakden ödemeyi, idareye ait taşınmazın trampası, üzerinde
sınırlı ayni hak tanınması veya başka bir yerde imar hakkı kullandırılmasının
mümkün olmaması şartına bağlayan düzenleme, Anayasanın Başlangıcı ile 11 inci.
35 inci ve 46 ncı maddelerine aykırıdır.
B- 6745 sayılı Yasanın
35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan Geçici 6 ncı
maddenin yedinci fıkrasında Geçici 6 ncı maddenin yedinci fıkrasında Bu madde
kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet
ücretleri, bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirleneceği
kurallaştırmaktadır.
Kamulaştırmadan
kaynaklanan tazminat davaları tespit davası niteliği taşımamaktadır. Bilindiği
üzere, tespit davasının konusunu, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının
ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi
oluşturur.
Oysa
kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan bedel tazmini ve bedele dönüştürülen
taşınmazlardaki bedel artırım davası, tipik bir eda davası niteliğindedir. Zira
eda davası yoluyla mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut
yapmamaya mahkûm edilmesi talep edilir.
492 sayılı
Harçlar Kanunu’nun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında, “Gayrimenkulün aynına
taalluk eden davalarda ecrimisil ve tazminat gibi taleplerde de bulunulduğu
takdirde harç, gayrimenkulun değeri ile talep olunan tazminat ve ecrimisil
tutarı üzerinden alınır.” denilmektedir. Kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan
ve bedele dönüştürülen taşınmazlara ilişkin açılan bedel artırım davalarının bu
madde kapsamında olduğu açıktır.
Yapılan
düzenleme; kişinin taşınmazına devlet veya kamu “tüzelkişileri dışında bir kişi
el attığında, taşınmaz sahibi tazminat davası açarsa taşınmaz değeri üzerinden
nisbi harç alınması ve nisbi vekalet ücreti hesaplanmasını: aynı kişinin
taşınmazına Devlet veya kamu tüzelkişileri el attığında, açılacak davalarda
maktu harç ve. maktu harç ve maktu vekalet ücreti alınmasını öngörmektedir.
Bu düzenlemenin
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 10 uncu maddesindeki
yasa önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu açıktır.
Kamulaştırmasız
el atma, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri
Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence
altındaki taşınmazlarına fiilen el koymaları şeklinde ortaya çıkan haksız
eylemdir.
Hukukun temel
ilkelerinden birini de yargılamalarda yargılama masraflarının haksız taraftan
tahsil edilmesi oluşturur. Nisbi vekalet ücreti yöntemiyle, haksız tarafa,
haklı tarafa verdiği zararın büyüklüğü ile orantılı bir yaptırım uygulanması ve
haklı tarafın bu büyüklükle orantılı olarak sarfına maruz kaldığı vekalet
ücreti ödeme sorumluluğuna haksız tarafın ortak edilmesi amaçlanmaktadır. Bu
uygulama, hukuksal uyuşmazlıkların tamamında ayrıcalıksız olarak gözetilen
temel bir ilke haline gelmiştir. Bu haklı, genel ve hukukun gereği olan
uygulamadan -hangi pratik mülahaza ve gerekçeyle olursa olsun- birilerini masun
addetmek ise Anayasanın eşitlik ilkesine olduğu kadar hukuki güvenlik ve hak
arama özgürlüğü ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.
Hukuk düzenimizin
ilkesel ölçekte öngördüğü bu uygulamanın gerektirici nedeni ve mantığı ise şu
iki noktada yatmaktadır:
Birincisi, bu
yolla kişilerin, (elbette ki -hatta öncelikle- kamu tüzel kişilerinin) haksız
eylem ve işlemlerden kaçınmasına yönelik olarak caydırıcı olması;
İkincisi, haklı
olduğu halde mağdur edilen ve dava açmak zorunda bırakılan kişinin, dava açmak
suretiyle ödemek zorunda kalacağı yargılama giderleri ile vekalet ücretinin,
kusurlu tarafça karşılanması ve/veya paylaşılması ve bu suretle denkleştirici
adaletin sağlanması amaçlanmaktadır.
İptali istenilen
fıkranın konu aldığı kamulaştırmasız el atma eyleminin kusurlu tarafını veya
malikine hiçbir tebligat yapmadan bedelini ödemeden taşınmazı bedele
dönüştürülerek Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınan mülkiyet
hakkına, 46 ncı maddesindeki kurallara aykırı olarak tecavüzde bulunan idare
oluşturmaktadır. Daha önce açıklandığı üzere, idarelerin kendilerine Anayasa
tarafından tanınan olanak ve yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde
kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına fiilen el
koymaları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine, Anayasaya ve AİHM ile yargı
kararlarına göre haksız fiil/eylemdir. Haksız eylem/fıil nedeniyle açılan ve ‘tazminat’
davası olduğu kuşku götürmeyen kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat
davasına sebebiyet veren de kuşkusuz, kamu idareleridir. İdarelerin/kamu tüzel
kişilerinin, “hukukun üstünlüğünü” ve Anayasal kuralları yok sayarak
gerçekleştirdiği hukuka aykırı uygulamaları nedeniyle korumaya alınması, hatta
ödüllendirilmesi ve bu suretle hukuksuz uygulamalara teşvik edilmesi
niteliğindeki düzenlemenin. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesine aykırı olduğu açıktır.
Çünkü, Anayasanın
2 nci maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına
saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçman, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa
bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Kamulaştırmasız
el atma ve bedele dönüştürülen taşınmazların bedel artırımına ilişkin
davalardaki vekalet ücreti. 1136 sayılı Avukatlık Yasası ve Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesinde nisbi olarak belirlenmiştir. Nisbi olan vekalet ücretinin
maktu öngörülmesi, hukuk Devlet eliyle çiğnenmesi anlamına gelmektedir.
Kamulaştırmasız
el atma nedeniyle açılacak tazminat dava ve bedel artırımı davası hali Borçlar
Kanunu’nda yazılı haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası niteliğindedir.
Örneğin, binası yıkılan bir kişinin binanın yıkılmasına neden olan kişiye karşı
haksız fiilden kaynaklanan tazminat davası açması ve lehine davanın kabulü
kararı alması halinde, davacı lehine nisbi avukatlık ücreti hükmedilecektir.
Aynı nitelikteki kamulaştırmasız el atma davasında ise maktu vekalet ücreti
belirlenmesi öngörülmektedir. Hukuki durumu ve niteliği aynı olan alanlarda
farklı kurallar uygulanması, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine
aykırılık oluşturur.
Gerçek kişi veya
özel hukuk tüzel kişisi, haksız fiil işlerse ona yüklenecek vekalet ücreti
nisbi, haksız fiili işleyen kamu tüzel kişisi ise, idareye yükletilecek vekalet
ücreti maktu olacaktır. Bu düzenlemeyle, kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan
tazminat davaları 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10 uncu maddesindeki bedel
tespit davasına dönüştürülmüş olmaktadır.
Ancak, bedel
tespit davasında idarenin haksız bir fiili olmadığı gibi, taşınmazın bedelinin
mahkeme kararı ile belirlenmesi malik yararına yasal bir zorunluluktur.
Dolayısıyla idarenin tespit davasında vekalet ücretini maktu olarak ödemesi
makuldür. Haksız fiili sebebiyle açılacak kamulaştırmasız el atma davasında ise
kusura dayalı ve parasal değere yönelmiş bir haksız fiil işleyen idarenin,
nisbi vekalet ücretine katlanması, hukuki caydırıcılığın ve hukuk devleti
olmanın gereğidir.
İdarelerin
kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkilen Anayasa ve yasalara
uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence altındaki
taşınmazlarına fiilen el koymuş oldukları ortada iken, haksız eylemde bulunduğu
tartışmasız olan idareler lehine yasal düzenleme yapılması, “kimse kusurundan
yararlanamaz” şeklindeki evrensel hukuk kuralına aykırıdır. Bu da hukuk devleti
ve menfaatler dengesi ilkeleriyle bağdaşmaz bir tablo ortaya çıkaracaktır.
Gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisinin Hâzineye ait taşınmazı işgal etmesi
halinde Hâzinenin açacağı ecrimisil davasında devlet lehine maktu değil nisbi
vekalet ücreti hükmedilirken, idarenin kişilerin taşınmazına kamulaştırmasız el
attığında maktu vekalet ücreti öngörülmesi, çifte standarttır ve bu çifte
standart. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ile 10 uncu maddesi yasa
önünde eşitlik ilkesi bağlamında koruma göremez.
C- 6745 sayılı Yasanın
35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan Geçici 6 ncı
maddenin Sekizinci Fıkrasının Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Tümcelerinin
Anayasaya Aykırılığı
6745 sayılı
yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan Geçici 6
ncı maddenin sekizinci fıkrasında, kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu
madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi
yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için
öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve
Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve
hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi,
belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe
gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri
toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılacağı;
kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması
hâlinde, ödemelerin, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve
taksitlerle gerçekleştirileceği; taksitlendirmede, bütçe imkanları ile
alacakların tutarlarının dikkate alınacağı ve taksitli ödeme süresince 3095
sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödeneceği kurala bağlanmakta; onikinci
fıkrasında ise, 24.02.1984 tarihli ve 2981 sayılı Kanun hükümlerine göre
yapılan imar uygulamalarından doğan ve ipotekle teminat altına almanlar da
dâhil olmak üzere her türlü alacak ve bedellerin, borçlu idarelerce, ipotek
veya uygulama tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz
oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ilgililerine ödeneceği
belirtilmektedir.
Kısaca,
kamulaştırmasız el almalarda uzlaşılan bedel ile mahkeme kararıyla kesinleşen
kamulaştırma bedelinin, sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitle Ödenmesi
ile taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine
İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenmesi öngörülmekte; ayrıca 2981
sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan her türlü
alacak ve bedellerin, borçlu idarelerce, ipotek veya uygulama tarihinden
itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz oranı uygulanmak suretiyle
güncellenerek ödenmesi kurala bağlanmaktadır.
Anayasanın 46 ncı
maddesinin birinci fıkrasında kamulaştırmanın gerçek karşılığının peşin ödenmek
suretiyle yapılacağı belirtilirken; ikinci fıkrasında, “Kamulaştırma bedeli ile
kesin hükme bağlanan artırma bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.” kuralı
getirilmiş: devamında ise bu kuralın istisnasına. “Ancak, tarım reformunun
uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin
gerçekleştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan
toprakların bedellerinin ödeme şekli kanunla düzenlenir. Kanunun taksitle
ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu
takdirde taksitler eşit olarak ödenir.” şeklinde yer verilirken; üçüncü
fıkrasında ise, “Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten
küçük çiftçiye ait olanının bedeli, her halde peşin ödenir.” denilerek,
taksitle ödeme istisnasının küçük çiftçiye ait olan ve küçük çiftçi tarafından
işletilen topraklar için hiçbir şekilde mümkün olamayacağı açık bir şekilde
ortaya konmuştur. Maddenin son fıkrasında ise, taksitle ödemede veya herhangi
bir sebeple ödenememiş kamulaştırma bedellerinde, “kamu alacakları için
öngörülen en yüksek faiz”in uygulanması şartı getirilmiştir.
Kamulaştırmasız
el atma, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve yetkileri
Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin Anayasal güvence
altındaki taşınmazlarına fiilen el koymaları şeklinde ortaya çıkan haksız
eylemdir. İdarelerin kamu gücünü, Anayasa ve yasalara aykırı şekilde zorbaca
kullanmalarının da hukuk devletinde koruma görmesi mümkün değildir. 6487 sayılı
Yasanın 21 inci maddesiyle Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6 ncı maddesi.
Anayasaya, hukukun evrensel ilkelerine ve yasalara aykırı olarak el konulan
taşınmazların kamulaştırılmasını öngörmektedir. Öngörülen kamulaştırmanın da
yürürlükteki Anayasaya uygun olması, hukuk devleti olmanın gereğidir.+
18.06.2010
tarihli ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun 1 inci maddesiyle 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununa eklenen geçici 6
ncı maddesindeki aynı kurallar hakkında. 01.11.2012 tarihli ve E.2010/83,
K.2012/169 sayılı Kararında, “Anayasanın 46. maddesindeki taksitlendirme
koşullarının bulunup bulunmadığına bakılmadığı gibi, sürenin beş yılı aşması
ihtimali de bulunduğu”, “taksitlendirme halinde 3095 sayılı Kanuna göre ödenecek
olan kanuni faiz oranının kamulaştırmada uygulanacak olan kamu alacakları için
öngörülen en yüksek faiz oranından daha düşük olduğu” saptamalarında bulunmuş;
bununla birlikte iptali istenen benzer bir kural hakkında ise, “Yukarıda da
belirtildiği gibi dava konusu kuralları da içeren Geçici 6. madde ile 9.10.1956
ile 4.11.1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el koymalar nedeniyle
yapılacak tazminat talepleri ve açılacak davalara ilişkin olup geçmişe yönelik
bazı mağduriyetlerin giderilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Hükmün
gerekçesinde kamulaştırmasız el atılan bütün taşınmazlarla ilgili tazminat
talebinde bulunulması halinde idarelerin bütçe kaynaklarıyla bu taleplerin
karşılanması imkânsız olduğu gibi kamu hizmetlerinin yürütülmesinde de büyük
zorluklarla karşılaşılacağı belirtilmiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetleri
gidermek üzere, kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay
ayrılarak ödemelerin bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın talepleri
karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve
garameten yapılmasını öngören kuralın kamu yararı ile kişi haklan arasında
makul bir denge kurmayı amaçladığı anlaşıldığından Anayasaya aykırı bir yön
bulunmamaktadır.” denilmiştir.
Anayasanın Başlangıcının
sekizinci fıkrasında. Anayasanın, sözüne ve ruhuna mutlak sadakatle yorumlanıp
uygulanacağı kurala bağlanmış; 11 inci maddesinde, Anayasa hükümlerinin yasama,
yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilmiş;
mülkiyet hakkı ise Anayasanın 35 inci maddesinde koruma altına alınarak kamu
yararının gerektirdiği durumlarda kamulaştırılması Anayasanın 46 ncı maddesinde
açık ve ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.
Anayasa
Mahkemesinin 01.11.2012 tarihli ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı kararındaki
saptamaları ile Anayasanın Başlangıcının sekizinci fıkrası ve 11 inci, 35 inci
ve 46 ncı maddeleri göz önüne alındığında: 24.05.2013 tarihli ve 6487 sayılı
Kanunun 21 inci maddesiyle değiştirilen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun
geçici 6 ncı maddesinin beşinci fıkrasında, uzlaşılan bedelin, bütçe imkanları
dâhilinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde taksitli olarak da
ödenebileceğine; sekizinci fıkrasında, kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden
ödemelerde kullanılmak üzere, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin yüzde ikisi,
belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe
gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri
toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılacağı;
kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması
hâlinde, ödemelerin, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve
taksitlerle gerçekleştirileceği: taksitlendirmede, bütçe imkanları ile
alacakların tutarlarının dikkate alınacağına yönelik kurallarda. Anayasanın 46
ncı maddesinin ikinci fıkrasında açıkça yazılan, “tarım reformunun uygulanması,
büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi,
kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan topraklar” ile sınırlı
bir taksitlendirme öngörülmeyip, taksitlendirmenin tüm kamulaştırmaları
kapsaması; düzenlemede. Anayasanın 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasındaki, “Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanının
bedeli, her halde peşin ödenir.” kuralının gereği olarak küçük çiftçi
topraklarının kamulaştırma bedelinin her halde peşin ödenmesine yönelik
düzenleme yapılmayıp, küçük çiftçi toprakları da dahil tüm kamulaştırmaların
taksitlendirme kapsamına alınması; Anayasanın 46 ncı maddesinin ikinci
fıkrasında. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme
süresi beş yılı aşamaz” denilmesine rağmen, düzenlemede taksitlendirmenin beş
yılı aşmayacağına ilişkin kurala yer verilmemesi, açık ve tartışmasız bir
şekilde Anayasanın Başlangıcının sekizinci fıkrası ile 11 inci. 35 inci ve 46
ncı maddelerine aykırıdır.
Taksitlendirme ve
Kanuni faiz uygulanmasına ilişkin düzenlemelerin geçmişte ortaya çıkan
sorunları çözmeyi amaçlaması ve geçici nitelikte olması, Anayasaya aykırılığa
mazeret olamaz ve Anayasaya aykırılığı ortadan kaldıramaz. Çünkü, hukuk devleti
ilkesi, devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olmasını ve Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınmasını koşulsuz şart koşar. Bu itibarla iptali
istenen düzenlemeler, Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır.
Yine aynı
şekilde, “kamu hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay ayrılarak
ödemelerin bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın talepleri
karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve
garameten yapılmasını öngören kuralın kamu yararı ile kişi hakları arasında
makul bir denge kurmayı amaçlaması” gerekçesi de Anayasanın açık hükümleri
karşısında Anayasal dayanaktan yoksun kalmanın yanında, merkezi yönetim
bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerindi sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerinin yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri
için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son
kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi, oranındaki ödeneceğin
makul olarak değerlendirilmesi ve “kamu yararı ile kişi haklan arasında makul
bir denge kurmayı amaçlaması” ile gerekçelendirilmesi. Merkezi Yönetim
Bütçesinde “Faiz Giderleri”ne ayrılan ödenek göz önüne alındığında maddi ve
hukuki anlamda hiçbir şekilde mümkün değildir.
Anayasanın 65
inci maddesinde. Devletin sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen
görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek mali
kaynakları ölçüsünde yerine getireceği: 138 inci maddesinin son fıkrasında ise,
yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymak zorunda
olduğu ve bu organlar ile idarenin mahkeme kararlarını değiştiremeyeceği ve
yerine getirilmesini geciktiremeyeceği kurallarına yer verilmiştir.
Bu bağlamda
Anayasanın 65 inci maddesindeki kural, kaynakların ulaşılmak istenen amaçlara
uygun öncelikleri gözeterek hizmet programlarına tahsis edilmesi ve mali
kaynakların üzerinde görev üstlenilmemesi ile ilgili olup. Anayasanın 138 inci
maddesinin son fıkrasının istisnası değil; Devletin sosyal ve ekonomik
görevlerinin sınırını oluşturmakta ve mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilmesine hiçbir şekilde gerekçe oluşturmamaktadır.
İptali istenen
düzenlemelerdeki taksitlendirmeye ilişkin kurallar, mahkeme kararlarının yerine
getirilmesini geciktirici ve etkisiz kılıcı nitelikte olduğundan, Anayasanın
138 inci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda
açıklandığı üzere. 6745 sayılı Kanunun 35 inci maddesiyle 2942 sayılı Yasaya
eklenen geçici 12.maddesinin İkinci fıkrası Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 10
uncu, 11 inci, 35 inci, 46 ncı ve 138 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
D- 6745 sayılı
yasanın 35. maddesinin 2. fıkrasının ilk cümlesi ile atıfta bulunulan Geçici 6
ncı maddenin Onbirinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı Geçici 6 ncı maddenin
onbirinci fıkrasında, “Bu madde uyarınca Ödenecek olan bedelin tahsili
sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.” denilmektedir.
İptali istenen
düzenleme, idarelerin kendilerine Anayasa tarafından tanınan olanak ve
yetkileri Anayasa ve yasalara uygun bir biçimde kullanmaksızın kişilerin
Anayasal güvence altındaki taşınmazlarına 09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihleri
arasında yani 30-57 yıl önce fiilen el koymaları nedeniyle mahkemelerce
hükmedilen bedellerinin tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının
haczedilemeyeceğini; başka bir anlatımla uzun yıllardır taşınmazını tasarruf
edemeyen, semerelerinden yararlanamayan, bedelini de alamayan maliklerin yargı
kararına rağmen, haklarını hukuk yoluyla elde edememelerini öngörmektedir.
Anayasanın 46 ncı
maddesinde kamulaştırma bedelinin gerçek değeri üzerinden peşin ödenmesi temel
ilke olarak ortaya konulduktan sonra istisnası ve devamında da istisnasının
istisnası ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Kaynağını Anayasanın 46 ncı
maddesinden alan 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununda da kamulaştırma bedelinin
tahsiline haciz yasağı getirilmemiştir.
Bununla birlikte,
çeşitli özel yasalarda haciz yasağına konu oluşturan düzenlemeler
bulunmaktadır. Ancak, hiçbir özel yasada alacağın tahsilini geçici 6 ncı
maddenin onbirinci fıkrasında yer alan, “idarelerin mal, hak ve alacakları
haczedilemez.” ifadesindeki gibi bütünüyle ortadan kaldıran mutlak bir haciz
yasağı bulunmamaktadır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde hukuk devleti ilkesine yer verilmiş; 35 inci maddesinde mülkiyetin
temel bir hak olduğu belirtildikten sonra ancak kamu yararı amacıyla
sınırlanabileceği ve mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
olamayacağı kurallaştırılmış; 36 ncı maddesinde hak arama hürriyeti
düzenlenmiş; 138 inci maddesinin son fıkrasında ise mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilmesi yasaklanmıştır.
Hak arama hürriyeti,
mahkemelerde dava açmak ve haklılığı karara bağlatmak ile sınırlı değildir ve
bunların yanında mahkemelerde dava açılmasından beklenen meşru ve hukuki yararı,
bu bağlamda mahkeme kararının yerine getirilmesini de içermektedir. Mahkeme
kararı yerine getirilmeyecek ise dava açmanın ve haklılığın mahkeme kararıyla
ortaya konulmasının amacı ve işlevi kalmamaktadır. Anayasanın 36 ncı
maddesindeki hak arama özgürlüğü bağlamında yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunmada bulunma ile adil yargılanma hakkı. Anayasanın
138 inci maddesindeki kurallarla bir bütündür ve mahkeme kararının
geciktirilmeksizin yerine getirilmesiyle anlam kazanarak meşru ve hukuki
amacına ulaşmaktadır.
İdarelerin
mahkeme kararıyla kesinleşmiş kamulaştırma bedelini ödememesi halinde, borcu
karşılayacak ekonomik değerlerin haczedilip satılarak alacağın tahsili, bir
yanıyla mülkiyet hakkının doğal bir sonucu, diğer yanıyla hak arama
hürriyetinin nihai amacı ve somutta görünen yüzüdür.
Mahkeme kararıyla
kesinleşen kamulaştırma bedeli, maliklerin mülkiyetlerinin karşılığı olan
alacaklarıdır ve mülkiyet hakkı kapsamında olan alacağın tahsilinin mutlak
haciz yasağı yoluyla bütünüyle engellenmesi, Anayasanın 35 inci maddesine
aykırıdır.
Öte yandan, hak
arama özgürlüğünden söz edebilmek için, hak aramanın güvence altına alınması ve
hak aramaya sebep olan meşru ve hukuki amaca ulaşmanın önüne engeller
konulmaması gerekmektedir. Mahkeme kararıyla kesinleşmiş alacağın tahsilinin
haciz yasağıyla engellenerek, bütünüyle borçlunun insafına terk edilmesi;
alacaklının hukuk güvenliğini ortadan kaldırdığından Anayasanın 2 nci
maddesine; hak arama özgürlüğünü ölçüsüzce sınırlandırıp özünü ortadan
kaldırdığından Anayasanın 13 üncü ve 36 ncı maddelerine; mahkeme kararlarını
uygulanamaz kıldığından Anayasanın 138 inci maddesine aykırılık oluşturur.
Mahkeme kararıyla
kesinleşmiş kamulaştırma alacağının tahsiline mutlak haciz yasağı getirilmesinin,
“kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesinin güvence altına alınması”
ile gerekçelendirilmeye çalışılması ve böylece birkaç kişinin Anayasal, meşru
ve yargı kararıyla kesinleşmiş alacak haklarının, idare bütçelerinin devasa
boyutları gözetilmeden kamu hizmetlerinin sürekliliği ile ilişkilendirilerek,
idarelerin Anayasa ve yasalara aykırı hukuk tanımaz zorba uygulamalarının
teşvik edilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesi ile
Anayasanın 5 inci maddesinde Devlete verilen “kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak” görevleriyle bağdaşmaz.
Yukarıda
açıklandığı üzere 20.08.2016 tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6745 sayılı Kanunun 35.maddesi ile 2942
sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin 2. FIKRASININ 1. CÜMLESİNİN
Anayasanın 2 nci, 5 inci, 10 uncu, 13 üncü, 35 inci, 36 ncı ve 138 inci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir..
4- 20.08.2016
tarihinde kabul edilerek 07.09.2016 gün 29824 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
6745 sayılı Kanunun 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen geçici 12. maddesinin
tamamı AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ VE AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
KARARINA AYKIRIDIR.
Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesine 1 nolu Ek Protokol ile eklenen haklardan biri de “Mülkiyet
Hakkıdır. Söz konusu sözleşmede Mülkiyet Hakkı başlıklı madde;
Madde 1 -
Mülkiyetin korunması
“Her gerçek ve
tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun
bırakılabilir.
Yukarıdaki
hükümler, devlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun kullanılmasını düzenlemek
veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini
sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları
hakka halel getirmez’ hükmüne amirdir. AİHM “Mülkiyet Hakkını düzenleyen madde
hükmünü analizle bunun içerik ve kapsamını belirlemiş bulunmaktadır. Mahkemeye
göre bu madde birbirinden ayrı 3 kuralı içermektedir. Fıkranın 1. cümlesinde
yer alan ve genel nitelikteki ilk norm mülkiyete saygı ilkesini dile
getirmektedir. Aynı fıkranın 2. cümlesindeki 2. Norm mülkiyetten mahrumiyet ile
bunun bağlı tutulduğu koşullan göstermektedir. 2. fıkradaki 3. Norm ise taraf
devlere özellikle sahip olunan mallardan yararlanma hakkını genel yarara uygun
şekilde düzenleme yetkisi vermektedir. Mahkemeye göre ilke olarak bireyin
mülkiyet akından yoksun kılan bir tedbirin meşru kamu yararı amacı gütmüş
olması yeterli değildir. Amaca ulaşmak için başvurulan amaç ile güdülen amaç
arasında aynı zamanda makul bir orantı ilişkisinin de mevcudiyeti gerekir.
Mahkemeye göre sözleşen devletlerin hukuk sistemlerinde kamu yararı gereği
mülkiyetten mahrumiyet bir tazminatın ödenmemiş olması halinde meşruiyet
kazanmaz. Tazmin yükümlülüğünün seviyesine gelince mal ve mülkün değeriyle
orantılı bir meblağın ödenmemesi durumunda mülkiyetten mahrumiyet genellikle
aşırı bir tecavüz olup 1. madde düzeyinde meşru telakki edilemez olduğu
belirlenmiştir. Bu nedenle yasanın 6745 sayılı Yasanın 35. maddesi ile
kamulaştırma kanununa eklenen geçici 12. maddesinin tamamı AİHS’ye 1 nolu Ek
Protokol ile eklenen 1. maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle de
iptali gerekir.
5- 20.08.2016
TARİHİNDE KABUL EDİLEREK 07.09.2016 GÜN 29824 SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANAN
6745 SAYILI KANUNUN 35. MADDESİ İLE 2942 SAYILI YASAYA EKLENEN GEÇİCİ 12. MADDESİNİN
TAMAMI ANAYASA’NIN 90. MADDESİNE DE AYKIRIDIR.
“Madde 90 -
Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla
yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı
bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.
Ekonomik, ticari
veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar.
Devlet Mâliyesi bakımından bir yükleme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin
yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayınlanma ile
yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki
ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
Milletlerarası
bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak
yapılan ekonomik, ticari, teknik veya idari andlaşmaların Türkiye Büyük Millet
Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan
ekonomik, ticari veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar,
yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk kanunlarında
değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü
saklıdır.
Usulüne uygun
yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek
cümle: 07/05/2004-5170 S.K./7. mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak
ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalar kanunların aynı konuda
farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası
andlaşma hükümleri esas alınır.’’ hükmü yer almakta olup. AİHS’ye Ek Protokol
ile adı geçen sözleşmeye yeni 3 hak daha ilave edilmiş olup, bu protokol
20/03/1953 tarihinde Paris’te imzalanıp 18/5/1954 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Bu protokol Türkiye tarafından 6366 sayı ve 10/03/1954 tarihle
kanunla onaylanıp yürürlük kazanmıştır. Kişi özgürlükleri kapsamı içine
yerleştirilen mülkiyet hakkı temel haklardan birisi sıfatıyla pek çok ulusal
anayasada ve uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesinde de yer almaktadır.
Kişinin mal ve mülkünde, yararlanma hakkı, mülkiyet hakkının temel
unsurlarından biridir. Yasanın 35. maddesi ile 2942 sayılı Yasaya eklenen
geçici 12. maddenin tamamı Anayasa’nın 90. maddesine de aykırılık teşkil etmektedir.
Bu nedenle iptali gereklidir.
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
İSTEMİNİN GEREKÇESİ:
Hukuk devletine
aykırı olan temel hak ve Özgürlükleri sınırlandıran ve Anayasa’ya açıkça aykırı
olan bir düzenlemenin uygulanması halinde sonradan giderilmesi olanaksız
zararlara yol açacağı açıktır. Anayasa’ya aykırılığın sürdürülmesinin bir hukuk
devletinde sübjektif yararların üstünde özenle korunması gereken Hukukun
Üstünlüğü İlkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur. Yukarıda Anayasa’ya aykırılığı
ileri sürülen hükümlerin uygulanması halinde imar uygulaması nedeniyle bedel
artırım istemi talebinde bulunanların hak arama özgürleri ihlal edilecek,
hukuksal ve ekonomik anlamda gerçek ve tüzel kişi tarafların önceden
öngörülmeyecek büyük kayıplara sebebiyet verilecektir. Anayasa’nın hükümlerine
açıkça aykırılık taşıyan söz konusu düzenlemelerin uygulamaya geçmesi durumunda
telafisi imkânsız zararlar doğabilecektir. Bu zarar ve durumların doğmasını
önlemek amacıyla Anayasa’ya aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulmasına karar verilmesi arz
olunur.
SONUÇ
VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
20.08.2016 tarihinde
kabul edilerek 07.09.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6745 sayılı Yatırımların
Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişik Yapılmasına Dair Kanunun 35. maddesi ile değiştirilen 2942 Sayılı
Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 12. maddesinin;
1- “4/2/1984
tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak
Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunun Bir maddesinin değiştirilmesi Hakkındaki
Kanun Hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan idarelerin taraf
olduğu her türlü alacak ve bedel artırım davalarında taşınmazın değeri: uygulamanın
tapuda tescil edildiği tarih değerlendirme tarihi olarak esas alınmak ve o
tarihteki nitelikleri gözetilmek suretiyle tespit edilir. Tespit edilen bu
bedel, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Yurt İçi Üretici Fiyat
Endeksi tablosu esas alınmak suretiyle dava tarihi itibariyle güncellenir ve
ortaya çıkan gerçek bedel hak sahibine ödenir” şeklindeki 1. fıkrasının
tamamının,
2- 2. fıkrasının “Bu
kanunun geçici 6 ıncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve onbirinci fıkra
hükümleri, bu madde kapsamındaki davalar ve icra takipleri için de uygulanır”
şeklindeki ilk cümlesinin,
3- 2. fıkrasının
Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara
uygulanır. Şeklindeki ikinci cümlesinin,
ANAYASA’NIN;
a) 2. maddesinde
düzenlenen “Hukuk Devleti ve Hukuk Güvenliği” ilkesine,
b) 10. maddesinde
düzenlenen “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine,
c) 35. maddesinde
düzenlenen “Mülkiyet Hakkı Dokunulmazlığı’’ ilkesine,
d) 36. maddesinde
düzenlenen “Adil Yargılanma Hakkı” ilkesine,
e) AİHS’nin Ek 1
nolu protokolünde 1. maddesinde yer alan “Mülkiyet Hakkı Dokunulmazlığı’’
ilkesine,
f) Anayasa’nın
90. maddesinde düzenlenen “Taraf Olunan ve Usulünce Onaylanan Uluslararası
Sözleşme Hükümlerinin Kanun Hükmünde ve Fakat Temel Haklar Noktasında Kanunlara
Önceliği Olduğu” ilkesine açıkça aykırı olması nedeniyle,
Davacılar
vekilince iddia edilen ANAYASA’YA AYKIRILIK İDDİASI Mahkememizce de ciddi
bulunmuş olup 6745 sayılı Yasanın 35. maddesiyle 2949 sayılı Yasaya eklenen geçici
12. m maddesinin 1. fıkrası ile 2. fıkrasının tamamının Anayasa’nın 10., 35., 36.,
90. ve AİHS Ek 1 nolu protokolünün 1. maddelerine aykırı olduğunun
TESPİTİ ile bu fıkra ve cümlelerinin İPTALLERİ ile YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASINA karar
verilmesi arz olunur.”