“Vergi Usul Kanununa Muhalefet suçundan sanık …. hakkında mahkememize açılan kamu davasında verilen ara karar gereğince;
Mahkememiz dava dosyasında yapılan yargılama sırasında sanık … müdafi Av. …’nın 15/02/2017 ve 08/09/2017 tarihli dilekçelerinde; Türkiye’nin taraf olduğu Ek-7 nolu protokol gereği usulüne uygun bir şekilde onaylanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 7 Nolu Protokolünün Onaylanmasını Uygun Bulunması hakkındaki 6684 Sayılı Kanun 25/03/2016 Tarih ve 29664 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. 7 Numaralı Ek Protokolün Onaylanmasını Kararlaştıran 28/03/2016 Tarih ve 2016/8717 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Protokolün resmi Türkçe çevirisi 08/04/2016 tarih ve 29678 sayılı resmi gazetede yayımlanmıştır. Onay belgeleri 02/05/2016 tarihinde Avrupa konseyi Genel Sekreterliğine tevdi edilmiş ve Protokol Türkiye bakımından 01/08/2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu protokol gereği Anayasa’nın 2. maddesinde tanımlanmış hukuk devleti ilkelerinin uygulanabilmesi için iç hukukumuzda protokole aykırı hükümlerin yürürlüğünü kaldırması gerekmektedir. Ayrıca 2. maddeye bağlı olarak 11. maddenin son fıkrasındaki kanunlar Anayasa’ya aykırı olmaz hükmünün gereğini de yerine getirmesi gerekmektedir. Son olarak da zaten Anayasa’nın son fıkrası hükmü usulüne uygun onaylanmış uluslararası sözleşme hükümleri ile iç hukuk hükümlerinin çatışması durumunda uluslararası sözleşme hükümlerinin uygulanacağını emretmektedir. Bu nedenle yargılamaya dayanak teşkil eden Vergi Usul Kanununun 359/b fıkrasının Anayasa’nın 2., 11. maddesi son fıkrası ile 90. maddenin son fıkra hükümlerine aykırı olduğunu düşünüyoruz.
Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya İdari antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren antlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz. Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü antlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7.5.2004-5170/7 md usulüne göre- yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” Türkiye Cumhuriyeti Devleti 6684 Sayılı Kanun ile 14 Mart 1985 tarihinde imzalanan “Nolu Ek Protokol ile değişik İnsan Haklanın ve Ana Hürriyetleri Korumaya dair sözleşmeye ek 7 nolu Protokolün’’ onaylanmasını uygun bulmuştur. İlgili Kanun 25 Mart 2016 tarih 29664 sayılı Resmi gazetede yayınlanmış ve yayım tarihi itibarı ile yürürlüğe girmiştir. Protokol ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere yönelik olarak iç hukukta ki düzenlemelerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkra hükmü gereği protokol hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Ek 7 Nolu Protokolün 4. maddesi aynı suçtan İki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkım düzenlemektedir ve madde hükmü şöyledir. Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkum edilemez. Yukarıdaki fıkra hükümleri, yeni veya yakın zamanda ortaya çıkarılan delillerin veya önceki muamelelerde davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı durumunda, ilgili devletin ceza yargılaması usulü ve yasasına uygun olarak davanın yeniden açılmasını engellemez. Maddeye, sözleşmenin 15. maddesine dayanmak suretiyle herhangi bir istisna getirilemez “Huzurda ki davada, yargılamaya dayanak teşkil eden 213 sayılı Yasanın 359. maddesin (b) fıkra hükmünün Ek 7 nolu protokolün 4. maddesi ile güvence altına alınmış kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkını” ve ceza hukukunun en temel ilkelerinden olan “non bis in idem ilkesini” ihlal edip etmediğinin tespiti için; iç hukukta yer alan vergi kaçakçılığını düzenleyen ve cezalandıran hükümlerinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. İş bu nedenle ekte ülkemiz ile benzer vergi rejimine sahip Finlandiya Hükümeti ile Başvurucusu GLANTZ olan. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Dördüncü Dairesinin 37394/11 Başvuru nolu, 20 Mayıs 2014 tarihli kararının Adalet Bakanlığı Uluslar arası Hukuk Ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü İnsan Hakları Daire Başkanlığınca hazırlanmış Türkçe tercümeli metni sunulmuştur. İç hukukumuzda vergi kaçakçılığına yönelik yasal düzenlemeler 213 sayılı Vergi Usul Kanunda yer almaktadır. İlgili maddeler Ceza Hükümleri başlıklı Dördüncü Kitapta yer almaktadır. Vergi kaçakçılığı 213 sayılı Yasanın 341. maddesine göre mükellefin veya sorumlunun vergilendirmeyle ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesi veya eksik tahakkuk ettirilmesidir. Vergi kaçakçılığı suçunun işlendiğinin tespit edildiği durumlarda Vergi İdaresinin uygulamakla yetkili ve yükümlü olduğu parasal cezalar ise aynı yasanın 344. maddesi ile belirlenmiştir. İlgili maddeye göre suçun failine ziyaa uğratılan tutarın bir katı kadar ceza kesilecek, ilgili vergi mükellefinin 359. madde kapsamında işlenen suçlarda ise kesilecek cezanın miktarı zivaa uğratılan vergi miktarının üç katı olacaktır. Ayrıca kamunun ve vergi idaresinin: verginin geç ve/veya eksik tahakkuk ettirilmesinden uğradığı zararı gidermek, tazmin etmek amacıyla 6183 sayılı Yasa ile belirlenen gecikme zammı oranında gecikme faizi alınacağı 213 sayılı Yasanın 112. maddesinde düzenlenmiştir. Gerek 213 sayılı Yasanın 112. maddesi ile düzenlenmiş ulan gecikme faizi uygulanacağına yönelik hükmünün varlığı gerekse 341 ve 344. maddeler ile yapılan düzenlemelerin Vergi Usul Kanunun CEZA HÜKÜMLERİ kitabında yer alması , vergi kaçakçılığı suçuna uygulanacak parasal yükümlülüklerin idarenin uğradığı zararı tazmin amacının dışında CEZALANDIRMAYA yönelik olduğunu ispatlamaktadır. Ekte Türkçe tercüme edilmiş örneğini sunduğumuz kararda görüleceği üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Ek 7 Nolu Protokolün 4. maddesine yönelik başvuruya ilişkin değerlendirmesini birkaç başlık altında yapmıştır.- Mahkemenin ilk yaptığı değerlendirme; vergi kaçakçılığı suçuna yönelik vergi sürşarjlarının ( fek yükümlülük/ iç hukukumuzdaki karşılığı itibarı ile idari yaptırımların) cezai nitelikte olup olmadığına yöneliktir: Mahkeme değerlendirmesini yaparken, ülkelerin iç hukuklarında (vergi kanunlarında) yer alan yaptırımlarının, idarenin uğradığı zararları tazmine yönelik tazminat niteliğinde mi. yoksa vergi mükelleflerini caydırmaya yönelik cezalandırma amacına yönelik ceza niteliğinde mi olduğunu tespite yönelik ayrıma girmiştir. Yukarıda arz ve izah ettiğimiz üzere; Gerekse Vergi Usul Kanunun 112. maddesinde yer alan Gecikme Caizine ilişkin hükmim varlığı, gerekse 344. madde de yapılan idari yaptırım niteliğinde ki düzenlemenin yasanın CEZA HÜKÜMLERİ kitabında yer alması, gerekse de vergi mükelleflerine ziya uğrattıkları verginin üç katı oranında uygulanması, 359. madde kapsamında vergi kaçakçılığı suçlarına uygulanan vergi ziya-ı cezaları mükellefleri caydırıcı olmak adına CEZA olarak uygulanmaktadır. AHİM’in kararında vurgulandığı biçimi ile, sanığın temsilcisi olduğu şirkete V.U.K.’nun 344. maddesi gereği uygulanmış idari yaptırım cezai niteliktedir. 2- Mahkeme ikinci değerlendirmesini; şalısın cezalandırılmasına/yargılanmasına neden olan suçların aynı olup olmadığı hususunda yapmıştır: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önceki içtihatlarından hareketle; suçların aynı olup olmadığının tespitinde: aynı davalıları içerip içermediği, ayrılmaz biçimde zaman ve yer bakımından bağlantı olup olmadığı ve bütün bu unsurlar açısından olayların bütünlük taşıyıp taşımadığı kriterleri dikkate alınmıştır. Huzurdaki davada şikayetçi Kamu adına Bursa Vergi Dairesi Başkanlığıdır ve Yargılanan sanık şikayetçi Bursa Vergi Dairesi Başkanlığının 2010-2011 yıllarında kullanılan faturaların bir kısmını sahte belge olarak kabul etmesi nedeniyle Vergi ziya-ı cezası uyguladığı şirketin kanuni temsilcisidir. Davanın tarafları ayındır, zumun ve yer bakımından ayrılmaz bağlantı vardır ve olay bütünlük taşımaktadır. Budu göstermektedir ki sanık aynı suçtan yargılanmaktadır. Mahkemece yapılan üçüncü değerlendirme ise, mükerrer yargılamanın söz konusu olup olmadığına ilişkindir: Kararda da vurgulandığı üzere; Ek 7 Nolu protokolün 4. maddesi sadece iki kez cezalandırılmama hakkıyla sınırlandırılmamış olup aynı zamanda iki kez soruşturmaya tabi tutulmama veya yargılanmama hakkını da kapsamaktadır. AİHM Dördüncü dairesi mükerrer (paralel) yargılamanın varlığının kabulüne ilişkin olarak. yüksek mahkemenin önceki içtihatlarına atıfta bulunarak; sözleşmeci ülkelerin cezai ve idari yaptırımlarının farklı yetkililer tarafından uygulanıp uygulanmadığı, yargılamalarının birbiri ile alakalı olan yargı makamları tarafından yapılıp yapılmadığı, yargı makamlarının izledikleri yolların kendilerine özgü olup olmadıklarının kesinleşmelerinin birbirinden bağımsız olup olmadığının araştırılması gereğine vurgu yapılmıştır. Somut olayda, sanığın yasal temsilcisi olduğu şirkete uygulanmış cezalı vergi tarhiyatların yargılaması Bursa 2.Vergi Mahkemesinin 2015/777-778 Esas sayılı dosyalarında derdesttir. İdari yaptırımlar ve cezai yaptırımların farklı yetkililer tarafından uygulandığı tartışmasızdır. Ceza yargılaması adli yargı kolu tarafından yapılır iken cezalı vergilere ilişkin yargılama İdari yargı kolu tarafından görülmektedir. Yargılamaların birbiri ile alakası olmayan yargı makamları tarafından yapıldığı konusunda da bir kuşku bulunmamaktadır. Her iki yargı makamı da yargılama sırasında kendine özgü yöntemleri kullanmakta ve kararları birbirinden etkilenmediği gibi kesinleşmeleri de birbirinden bağımsızdır. Bütün bu durumların varlığı ispatlamaktadır ki; Bursa 2. Vergi Mahkemesinin 2016/ Esas sayılı dosyasında derdest olan yargılama ile sayın mahkemede devam eden yargılama paraleldir ve bu durum Ek 7 nolu Protokolün 4. maddesi ile güvence altına alınmış iki kez soruşturmaya tabi tutulmama veya yargılanmama hakkını ihlal etmektedir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982 Anayasası)’nın 152. maddesinin ilk fıkrası “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse ve taraflardan birinin ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa. Anayasa Mahkemesi’nin hu konuda vereceği karara kınlar davayı geri bırakır” şeklindedir. Bu maddeye göre, mahkemenizce Anayasa’ya aykırılık iddiamız ciddi bulunur. Anayasa’ya aykırılık iddiamızın incelenmesi için Anayasa Mahkemesi’ne gönderilir ve yüce mahkemece itirazımız yerinde görülür ve kabul edilir ise, söz konusu yasa maddesi iptal edilecek ve uygulanma olanağı kalmayacaktır. Zira söz konusu maddenin uygulanması müvekkilimiz açısından ciddi zararlar doğuracaktır. Açıklanan nedenlerle ilgili maddenin Anayasa’ya aykırılığı konusunda karar verilmek üzere dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesini istemek zorunluluğu doğmuştur. Mahkemenizce dosyanın Anayasa’ya aykırılık iddiasının incelenmesi için Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesine, eldeki davanın yüksek mahkemenin incelenmesinin sonuna kadar geri bırakılmasına karar verilmesini talep ederiz.” şeklindeki talebine ilişkin olarak ileri sürmesi nedeniyle Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu değerlendirilmekle, Anayasa Mahkemesi’nce iddianın değerlendirilmesi için aykırılık iddiasının Anayasa Mahkemesi’ne bildirilmesine karar verilmiştir.
Mahkememizin 2015/562 Esas sayılı dava dosyası ve sanık müdafinin müvekkiline ait ticari defter ve kayıtlarından bilirkişi incelemesine esas olarak sunduğu belgelere ilişkin dosya müzekkeremiz ekinde gönderilmiş olup, Anayasa’ya aykırılık iddiasının değerlendirilmesi bakımından Anayasa Mahkemesine gönderilmesi hususunda gereği rica olunur.”
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2017/168
Karar Sayısı : 2017/151
Karar Tarihi : 15.11.2017
R.G.Tarih-Sayısı : Tebliğ edildi.
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Gemlik 3. Asliye Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 276. maddesiyle değiştirilen 359. maddesinin (b) fıkrasınınAnayasa’nın 2., 11. ve 90. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Sanık hakkında 213 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan açılan kamu davasında itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un itiraz konusu kuralının yer aldığı 359. maddesi şöyledir:
“Kaçakçılık Suçları ve Cezaları
Madde 359- (Değişik :23/1/2008-5728/276 md.)
a) Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan;
1) Defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapanlar, gerçek olmayan veya kayda konu işlemlerle ilgisi bulunmayan kişiler adına hesap açanlar veya defterlere kaydı gereken hesap ve işlemleri vergi matrahının azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kaydedenler,
2) Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizleyenler veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar,
Hakkında on sekiz aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Varlığı noter tasdik kayıtları veya sair suretlerle sabit olduğu halde, inceleme sırasında vergi incelemesine yetkili kimselere defter ve belgelerin ibraz edilmemesi, bu fıkra hükmünün uygulanmasında gizleme olarak kabul edilir. Gerçek bir muamele veya duruma dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge ise, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgedir.
b) Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.
c) Bu Kanun hükümlerine göre ancak Maliye Bakanlığı ile anlaşması bulunan kişilerin basabileceği belgeleri, Bakanlık ile anlaşması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
371 inci maddedeki pişmanlık şartlarına uygun olarak durumu ilgili makamlara bildirenler hakkında bu madde hükmü uygulanmaz.
Kaçakçılık suçlarını işleyenler hakkında bu maddede yazılı cezaların uygulanması 344 üncü maddede yazılı vergi ziyaı cezasının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmez.”
II. İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında, başvuru ve ekleri, Raportör Elif KARAKAŞ tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu ve itiraz konusu kanun hükmü okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
2. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi” başlıklı 40. maddesinde Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla yapılacak başvurularda izlenecek yöntem belirtilmiştir. Söz konusu maddenin (1) numaralı fıkrasında, bir davaya bakmakta olan mahkemenin bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu fıkrada sayılan belgeleri dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine göndereceği kurala bağlanmış; anılan fıkranın (a) bendinde de “İptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslı” Mahkemeye gönderilecek belgeler arasında sayılmıştır. Anılan maddenin (4) numaralı fıkrasında ise açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvurularının Anayasa Mahkemesi tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedileceği hükme bağlanmıştır.
3. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da itiraz başvurusunun mahkemelerce gerekçeli karar ile yapılacağı ifade edilmiştir.
4. Yine İçtüzük’ün 49. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, Anayasa Mahkemesince yapılan ilk incelemede başvuruda eksikliklerin bulunduğu tespit edilirse itiraz yoluna ilişkin işlerde esas incelemeye geçilmeksizin başvurunun reddine karar verileceği; (2) numaralı fıkrasında ise anılan (b) bendi uyarınca verilen kararın, itiraz yoluna başvuran mahkemenin eksiklikleri tamamlayarak yeniden başvurmasına engel olmadığı belirtilmiştir.
5. Yapılan incelemede itiraz yoluna başvuran Mahkemenin daha önce aynı konuda yapmış olduğu başvurunun, gerekçeli başvuru kararı yazılmaksızın sadece duruşma tutanağı ile sanık vekilinin Anayasa’ya aykırılık iddiasının hukuki bakımdan tartışılması gerektiğinden bahisle iddia hakkında karar verilmek üzere itiraz başvurusunda bulunulması nedeniyle reddedildiği görülmüştür. Bunun üzerine başvurusunu yineleyen Mahkeme tarafından bu kez duruşma tutanağıyla birlikte sanık vekilinin Anayasa’ya aykırılık iddiasını içeren dilekçeye tırnak içinde yer verildikten sonra söz konusu Anayasa’ya aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varıldığı ve değerlendirilmesi için Anayasa Mahkemesine bildirilmesine karar verildiği belirtilerek dava dosyası ile eklerinin Anayasa’ya aykırılık iddiasının değerlendirilmesi için Anayasa Mahkemesine gönderilmesinin temini amacıyla “Gemlik Cumhuriyet Başsavcılığı Muhabere Bürosu”na hitaben kaleme alınmış bir yazı gönderildiği anlaşılmıştır.
6. Buna göre ilgili yazı, Anayasa Mahkemesine hitaben itiraz konusu kuralın Anayasa’nın hangi maddelerine, hangi nedenlerle aykırı olduğunun ayrı ayrı ve gerekçeleriyle birlikte açıkça gösterildiği ve itiraz konusu kuralın iptalinin talep edildiği bir başvuru kararı özelliğini taşımamaktadır.
7. Açıklanan nedenlerle 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi ile İçtüzük’ün 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasına aykırı olduğu anlaşılan itiraz başvurusunun 6216 sayılı Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından esas incelemeye geçilmeksizin reddi gerekir.
III. HÜKÜM
4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun, 23.1.2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanun’un 276. maddesiyle değiştirilen 359. maddesinin (b) fıkrasının iptaline karar verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusunun, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince yöntemine uygun olmadığından esas incelemeye geçilmeksizin REDDİNE, 15.11.2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Engin YILDIRIM
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Serruh KALELİ
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Nuri NECİPOĞLU
Hicabi DURSUN
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ