ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2016/36
Karar Sayısı : 2016/187
Karar Tarihi : 14.12.2016
R.G. Tarih-Sayısı :
13.1.2017-29947
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Kayseri
5. Aile Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 22.11.2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 219. maddesinin ikinci fıkrasının
(4) numaralı bendinin, Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırılığı ileri
sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.
OLAY: Davacı tarafından daha önce boşandığı eşine karşı açılan mal
rejiminin tasfiyesi ile katkı payı ve katılma alacağı davasında, itiraz konusu
kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için
başvurmuştur.
I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜ
Kanun’un, itiraz konusu kuralın da yer aldığı 219. maddesi şöyledir:
“Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince
karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir.
Bir eşin edinilmiş malları özellikle şunlardır:
1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler,
2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya
personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler,
3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar,
4. Kişisel mallarının gelirleri,
5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler.”
II- İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü
ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN,
Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ’in katılımlarıyla 5.5.2016 tarihinde yapılan
ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III- ESASIN İNCELENMESİ
2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü, dayanılan ve
ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama
belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü.
A- İtirazın Gerekçesi
3. Başvuru kararında özetle, 4721 sayılı Kanun’un yasal mal
rejimini edinilmiş mallara katılma olarak belirlediği, aksi sözleşme ile
belirlenmedikçe taraflar arasında bu mal rejiminin uygulanacağı, Kanun’da
kişisel malların sınırlı sayıda ve son derece kısıtlı bir şekilde sayıldığı,
son derece kısıtlı sayılan kişisel malların ayrıca gelirlerinin de katılma
alacağına konu edileceğine ilişkin hükmün mülkiyet hakkına makul bir gerekçe
olmaksızın yapılan müdahale olduğu, eşler arasında mülkiyet yönüyle adeta özel
mülkiyetin terkedilip sosyalist ülkelerde uygulanan ortak anlayışın
benimsendiği, diğer eşe bu şekilde bir mali hak tanınmasının resmi evlilikleri
engelleyeceği, bu nedenlerle, makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın
kişisel malların gelirlerinin de edinilmiş mallardan sayılması hakkında
kuralın, Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
4. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 43. maddesi uyarınca, kural ilgisi nedeniyle Anayasa’nın 13.
ve 41. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
5. İtiraz konusu kuralın yer aldığı 4721 sayılı Kanun’un 219.
maddesinin birinci fıkrasında, edinilmiş malın, her eşin bu mal rejiminin
devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleri olduğu
belirtilmiş, maddenin ikinci fıkrasında yer alan bentlerde ise bir eşin
edinilmiş mallarının neler olduğuna örnekler verilmiştir. Maddenin (4) numaralı
bendinde “Kişisel mallarının gelirleri,” ibaresine yer
verilmek suretiyle, evlilik süresi içinde kişisel mallardan elde edilen
gelirler de edinilmiş mallar arasında sayılmıştır.
6. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
7. Anayasa’nın 35. maddesinde, “Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
denilmektedir.
8. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek
ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi
dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir
haktır. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve
miras haklarına sahiptir” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı temel hak
ve özgürlükler arasında sayılmış ve güvence altına alınmıştır. Maddenin ikinci
ve üçüncü fıkralarında ise bu hakkın, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği
ve mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı
belirtilerek bu hakkın mutlak olmadığı ve kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir. Ancak, bu sınırlamalar Anayasa’nın 13.
maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.
9. Anayasa’nın 13.
maddesinde, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.
10. Temel hak ve özgürlükler özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dokunulamayacak “öz”,
her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla
getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların
kullanılmasını ciddî surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve
etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
11. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan
sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin
gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka
deyişle, öze dokunan sınırlamalar, “demokratik toplum düzeninin gerekleri”
ve “ölçülülük” ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, temel hak
ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkeleri bakımından ayrıca
inceleme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
12. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden
gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı,
öncelikle ilgili hak yönünden getirilen sınırlamaların zorunlu ya da istisnai
tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek
en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik
toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda
zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve ölçülü
olmasını ifade etmektedir.
13. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük
ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin
başvurularda dikkate alınması gereken bir diğer ilkedir. Demokratik toplum
düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri, iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş
olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve
özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için
gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle öngörülen kamu yararı amacını
gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü
bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir.
14. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir
ilişki bulunan, “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum
düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları, bir bütünün
parçaları olup, “demokratik bir hukuk devleti”nin özgürlükler rejiminde
gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır.
15. Demokratik toplum mülkiyet hakkının tüm bireyler açısından
mümkün olan en geniş şekilde güvence altına alındığı bir düzeni gerektirir.
Demokrasilerde devlete düşen görev, bireyin mülkiyet hakkına sahip olmasını
sağlamak, özellikle de bu imkânı ortadan kaldırmaya yönelik tutumlardan
kaçınmak ve bu yönde gelebilecek olumsuz müdahaleleri engellemektir. Mülkiyet
hakkına demokratik toplum düzeni yönünden zorunlu olmadıkça Devletin
müdahale etmemesi gerekir. Mülkiyet hakkı meşru amaçlarla sınırlandırılabilir ise de sınırlama kişilerin
bu hakkını yok edecek veya kullanılamaz hale getirecek şekilde yapılmamalıdır.
16. Anayasa’nın 41.
maddesinde, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe
dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak
için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” denilmiştir. Aileyi Türk
toplumunun temeli olarak tanımlayan Anayasa’nın 41. maddesinde, ailenin birey
ve toplum hayatındaki önemine işaret edilmiş; Devlete, ailenin
korunması için gerekli tedbirleri alma ve teşkilatı kurma konusunda
ödevler yüklenmiştir. Böylece aile kurumuna anayasal koruma
sağlanmıştır. Bu düzenlemeyle eşler ve çocuklardan oluşan ailenin birlik ve
bütünlüğünün korunması amaçlanmaktadır. Nitekim uluslararası hukukun temel belgelerinden olan İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nin 16. ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası
Sözleşme’nin 10. maddelerinde de ailenin, toplumun doğal ve temel unsuru olduğu
ve devlet tarafından korunmasının gerektiği belirtilmiştir.
17. Toplumun sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi, ilişkilerin
huzur, barış ve güvenlik içinde yürüyebilmesi için Türk toplumunun temeli olan
aile kurumunun sağlam temellere oturtulması gereklidir. Bu sebeple de aile
kurumunu koruyucu ve kollayıcı düzenlemeler yapmak Devletin Anayasa’da ifade
edilen pozitif yükümlülükleri arasındadır. Devlet, ailenin korunmasıyla ilgili
olarak sahip olduğu müdahale, denetleme görev ve yetkisi kapsamında, aile
ilişkilerinin kurulması, devamı ve sona ermesiyle ilgili düzenlemeler yaparak
gerek eşlerin kendi aralarında gerekse ana, baba ile çocuklar arasındaki
kişisel ve mali ilişkileri düzenleyen birtakım hukuk kuralları öngörebilir.
18. Bu bağlamda kanun koyucu, 4721 sayılı Kanun’un 202. ile 281.
maddeleri arasında, eşlerin evlilik birliğinden önce ve/veya evlilik
birliği devam ederken sahip oldukları mal varlıkları üzerindeki hak ve
yükümlülüklerini, sorumluluklarını ve sona erme halinde mal varlığı
değerlerinin akıbetini düzenleyen mal rejimleriyle ilgili ayrıntılı
düzenlemeler yapmıştır.
19. Toplumun, dünya görüşü, evlilik ve parasal konulardaki
düşünceleri, evlilikten beklentileri, ihtiyaç ve arzuları birbirinden tamamen
farklı olan bireylerden ve bu bireylerin oluşturduğu değişik aile tiplerinden
meydana gelmesi nedeniyle, yasal mal rejimi olarak öngörülecek tek bir mal
rejiminin bütün aile tiplerinin ihtiyaçlarını karşılayamayacağı açıktır. Bu bağlamda
kanun koyucu, farklı beklentilere göre “mal ayrılığı”, “paylaşmalı
mal ayrılığı” ve “mal ortaklığı” gibi farklı mal
rejimleri belirlemiştir. Eşler, Kanunda belirlenen mal rejimlerinden birini
evlenmeden önce veya sonra mal rejimi sözleşmesi yapmak suretiyle seçebilir,
kaldırabilir veya değiştirebilirler. Eşlerin bunun için Kanun’un 205. maddesi
uyarınca noterde bir mal rejimi sözleşmesi yapmaları veya aralarında yaptıkları
yazılı sözleşmeyi notere onaylatmaları yeterlidir.
20. Aksinin kararlaştırılmadığı durumlarda ise kanun
koyucu aile birliğinin sona ermesi durumunda eşler arasındaki mali
ilişkiler bakımından hukuki bir boşluk oluşmasını engellemek amacıyla Kanun’un
202. maddesinde yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimini
benimsemiştir. Kanun’un 218. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi,
edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını kapsar. Bir başka
deyişle yasal mal rejimindeki bütün malvarlığı değerleri ya kişisel maldır ya
da edinilmiş maldır. Üçüncü bir mal grubundan söz edilemez. Bu rejim esas
itibarıyla mal ayrılığı rejiminde olduğu gibi mal rejiminin devamı
sırasında, eşlerin malvarlıklarının birbirinden bağımsız ve ayrı kalması ve
evlendikten sonra edinilen malların paylaşılması esasına dayanmaktadır.
Edinilmiş mal rejimi sona erdiğinde, kişisel mal olarak kabul edilen mallar
dışında, eşlerin mal rejimi süresince elde ettikleri bütün malları edinilmiş
mal olarak kabul edilmekte ve yarı oranında paylaşıma tabi tutulmaktadır.
21. İtiraz konusu kuralın yer aldığı maddede, edinilmiş malın, her
eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği
malvarlığı değerleri olduğu belirtilerek edinilmiş mallarının neler olduğu
sayılmaktadır. İtiraz konusu kuralla ise edinilmiş mal
rejiminde kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mal olacağı
öngörülmektedir. 4721 sayılı Kanunun 220. maddesinde
kişisel mallar; eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,
mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan
miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde
ettiği malvarlığı değerleri, manevî tazminat alacakları ve kişisel mallar
yerine geçen değerler olarak gösterilmiştir. 4721
sayılı Kanun’un 685. maddesine göre ise bir şeyin maliki,
onun ürünlerinin de maliki olur. Ürün ise dönemsel olarak
elde edilen doğal veya hukuki ürünler ile bir şeyin özgülendiği amaca göre
adetler gereği ondan elde edilmesi uygun görülen diğer verimlerdir. Eşlerin mal
rejimi süresince bu şekilde elde ettikleri kişisel mallarının gelirleri de
edinilmiş mal olarak kabul edilerek eşler arasında yarı oranında paylaşıma
tabi tutulacaktır.
22. Kuralın, kişisel malların evlilik birliği içinde elde edilen
gelirleri üzerinde diğer eşe yarı oranında hak tanımak suretiyle mülkiyet
hakkına müdahalede bulunduğu anlaşılmaktadır. Kuralla, kişisel
malların gelirlerinin eşler arasında paylaştırılması öngörülmek suretiyle bu
hakka müdahalede bulunulmuş ise de malikin kişisel
mallarının gelirleri üzerindeki mülkiyet hakkının tamamı hukuken ortadan
kaldırılmadığından hakkın özüne dokunan bir müdahale bulunmamaktadır. Bu
nedenle değerlendirilmesi gereken bu müdahalenin meşru amaçlara dayanıp
dayanmadığı, söz konusu kısıtlamanın demokratik toplum düzeninin gerekleri ile
ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığıdır.
23. Edinilmiş mal rejimiyle kanun koyucunun öngördüğü
amaç, genel gerekçede ifade edildiği üzere mal ayrılığı şeklindeki yasal
mal rejiminin uygulamada ortaya çıkardığı hakkaniyete aykırı sonuçları
gidermektir. Zira 743 sayılı mülga Medeni Kanun, mal ayrılığı rejimini
yasal mal rejimi olarak kabul ettiğinden, eşler arasındaki evlilik birliği sona
erdiğinde, eşlerin birbirinin malları üzerinde herhangi bir paylaşım hakkı
mevcut olmayıp herkes kendi mal varlığını almaktaydı. Anılan sistemde, eşlerin
birbirlerine mal edinmelerinde katkıları olması nedeniyle birbirlerinin mal
varlığını zenginleştirdikleri halde, evlilik birliğinin sona ermesi halinde bu
artıştan hiç pay alamamaları hakkaniyete aykırı bulunmuştur. Bu durum
özellikle, çalışma hakları eski 743 sayılı Kanuna göre kocanın iznine bağlı
evli kadınların ağır mağduriyetine sebep olmuştur.
24. İtiraz konusu kuralın eşlerden birinin evlilikten sonra edindiği
değerlerde diğer eşin katkısı, desteği varsayılarak kişisel malların evlilik
birliği içinde edinilen gelirlerinin ortak paylaşımını öngörerek ailenin
özellikle kadınların korunmasını sağlamak için kamu yararı amacıyla çıkarıldığı
açıktır. Kuralın ayrıca eşler tarafından beraberce yönetilen evlilik birliğinin
giderlerine, eşlerin güçleri oranında emek ve malvarlıklarının katılması
amacını gerçekleştirmeye yönelik olarak adil ve dengeli bir sistem öngördüğü
anlaşılmaktadır. Bu nedenle kuralla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin meşru
bir amaca dayanmadığı söylenemez.
25. Öte yandan, edinilmiş mallara katılma rejimi, eşlerin
4721 sayılı Kanun’da belirlenen mal rejimlerinden herhangi birini, mal rejimi
sözleşmesi yapmak suretiyle belirlemedikleri durumda geçerli olacak olan yasal
mal rejimidir. Kanun koyucu, evlilik kurumuna verdiği önem çerçevesinde eşlerin
mal rejimi belirlemediği durumlarda hukuki bir boşluk oluşmasının önüne geçmek
amacıyla takdir yetkisi kapsamında bir tercihte bulunmuş ve bu durumda geçerli
olacak edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiye usulünde kişisel malların
gelirlerini edinilmiş mal olarak kabul etmiştir. Bununla birlikte kanun
koyucu, eşlerin, söz konusu yasal mal rejimini, evlilik birliğinden önce
ve/veya evlilik birliği devam ederken mal
rejimi sözleşmesiyle farklı bir mal rejimi kabul etmek suretiyle değiştirilebilmelerini
ve edinilmiş mal rejimine devam ederken Kanunun 221. maddesinde açık bir
şekilde ifade edildiği gibi kişisel malların gelirlerinin edinilmiş
mallara dâhil olmayacağını kararlaştırabilmelerini de mümkün kılmıştır. Tüm bu
düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin
makul ve kabul edilebilir olduğu açıktır. Dolayısıyla kuralda demokratik
toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı bir yön
bulunmamaktadır.
26. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 41.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
27. Serruh KALELİ ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe
katılmamışlardır.
IV- HÜKÜM
22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun
219. maddesinin ikinci fıkrasının (4) numaralı bendinin, Anayasa’ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Serruh KALELİ ile Celal Mümtaz
AKINCI’nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 14.12.2016 tarihinde karar
verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
Üye
Recai AKYEL
|
Üye
Yusuf Şevki
HAKYEMEZ
|
KARŞIOY
Davacının, 23.09.2013 tarihinde kesinleşen karar ile boşandığı
eşine karşı 11.08.2014 tarihinde bazı taşınmazlar ve davalının ortağı olduğu
şirketteki hissesi üzerinden katılma alacağı talebi ile dava açtığı, Kayseri 5.
Aile Mahkemesinin de görülmekte olan davada ilgili 4721 sayılı Türk Medeni
Kanunu’nun 219. maddesi 2. fıkrasının “kişisel malların gelirleri” biçimindeki
4 no’lu bendini Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırı olduğu düşüncesi ile
iptali için mahkememiz önüne getirmiştir.
Mahkememiz karar gerekçesinde; kural ile tarafların kişisel
mallarının evlilik birliği içinde elde edilen gelirlerinde diğer eşe yarı
oranında tanınan hakkın mülkiyet hakkına bir müdahale sayılacağına değindikten
sonra,
Ancak bu müdahalenin malikin kişisel mallarının gelirleri
üzerindeki mülkiyet hakkını hukuken ortadan kaldırmadığını (22. prg 2.cümle)
ifade etmiş, 24. paragrafta itiraz konusu kuralın evlilikten sonra eşlerden
birinin edindiği değerde diğer eşin KATKISI/DESTEĞİ-VARSAYILARAK bunun ortak
paylaşımını öngörmenin ÖZELLİKLE KADININ korunmasını sağlamadaki kamusal yararı
müdahalenin meşru amacı saymış, bununla eşlerin güçleri oranında emek ve
varlıklarını evlilik birliği giderlerine katmalarına olanak sağlayan bu
sistemin adil ve dengeli bir öngörü tanıdığını söylemiş, tarafların kişisel mal
gelirlerini edinilmiş mallara katmayabileceklerine ilişkin irade
serbestiyesinin varlığı da düşünüldüğünde, kuralın demokratik toplum düzeni
gereği ve ölçülülük ilkesine oyçokluğu ile uygun görmüştür. Gerekçe bunlardan
ibarettir.
Ülkemizde, İsviçre’nin 1.1.1988’de kabul ettiği medeni Kanun’dan
aynen çeviri yolu ile alınıp 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren “edinilmiş
mallara katılma” rejiminin yer aldığı Medeni Kanun’un 219. maddesinde “Edinilmiş
mal, her eşin BU MAL REJİMİNİN DEVAMI SÜRESİNCE KARŞILIĞINI
VEREREK elde ettiği mal varlığı değerleridir.” şeklinde
tanımlanmaktadır. Kural olarak eşlerin bu mal varlıkları üzerlerinde serbestçe
tasarrufta bulunabildiği, ancak mal rejimi sona erdiğinde bir eşin diğer eşe
ait değerin yarısı üzerinde hak sahibi olduğu bir mal rejimidir.
Eşlerin bir mal rejimi dışında bir paylaşma biçimi öngörmedikleri
hallerde bu sistem 1.1.2002’den itibaren KANUN GEREĞİ KABUL edilmiştir. Çok özel
evlilik birlikleri hariç Türk örf ve geleneklerine uygun düşmeyen seçimlik mal
rejimlerine geçmeye ilişkin bu yönlendirme uygulamasının evlilik birliğine
oluşmuş güven duygusunu zedeleyeceği düşünceleri ile rağbet görmemiş olduğu
genel bilgi dahilindedir.
Yani, kararımızda Medeni Kanun’un 221. maddesine atıf yapan 24.
paragrafta yer alan gerekçemizin ifade ettiği gibi sözleşme ile mal rejimini
değiştirme imkanının var olmuş olmasının uygulamada genel kabul görmediği
düşünüldüğünde, bu imkan iptali istenen kurala ileri sürüldüğü gibi makul ve
kabul edilebilir bir nitelik kazandırmamıştır. Hal böyle iken, yasanın buna
olanak tanıdığına ilişkin gerekçede yer alan olgu, iptali istenen kuralın
Anayasal değerlendirmesi kapsamında değildir.
Davamızın konusu, mülkiyetin kimliği olmayıp, mülkiyetten boşanma
vukuu bulduktan sonraki yararlanma yönüne ilişkindir. Dava konusu Kural’da
boşanma sonrası mal rejiminin tasfiyesi davalarında mülkiyetin aidiyetine
yönelik emredici nitelikte bir düzenleme olup hak sahipliğini tanımlamaktadır.
Dolayısıyle 219/2-4 bendinin getirdiği bu müdahale ile malların
gelirleri üzerindeki mülkiyet hakkının ortadan kalkmadığına ilişkin, kararda
yer alan gerekçeye esas alınmış fikrin teorisi doğru ise de, içeriği ve sosyal
neticelerinin hukuk düzenine katkısı, temel haklar üzerindeki etkisi, mal
rejimi tasfiyesi sırasında gerçeği yansıtmayan ve yanlış algı yaratan bir
ifadedir.
Tasfiyede, kişisel malın gelir nitelikli tüm getirilerine ½
oranında hak sahipliği karinesi, davacısı yönünden potansiyel bir alacak ve
onun yönünden mülkiyet sayılan gelir olduğu sürece, asıl hak sahibini
borçlandıran ve hakkın değerinin yarısını karşı tarafa geçirten düzenleme
karşısında, karar gerekçemizde yer alan hakkın özüne dokunulmadığına işaret
eden soyut nitelikli fikre iştirak edilememiştir.
Edinilmiş mal tanımının yer aldığı 219. maddesinin 2.fıkrasına
bakıldığında “bir eşin edinilmiş malları ÖZELLİKLE şunlardır;”
ifadesinin ( iptal konusu kural maddesinin 2. fıkrası 4. bendidir) malların
sadece özel örneklerle sayıldığı halleri gösterdiği gözlenmektedir ve bu manada
olayın özellikleri ile de EDİNİLMİŞ MALLARIN neler olabileceklerinin uygulamaya
bırakıldığı anlaşılmaktadır.
İptali istenen kuralda yer alan “kişisel malların gelirleri”
maddenin ilk fıkrasındaki kişisel mal tanımında yer alan “karşılığı
verilerek elde edilen mal” nitelemesine taban tabana zıttır. Bunlar
4. bentte örnekseme yolu ile sayılmış bile olsa bu tanıma uygun değildir. Çünkü
kişisel malın geliri mal rejimi süresince elde edilen mal değildir. Zira
kişisel mal, ya evlilikten önce karşılık verilerek veya verilmeyerek edinilmiş
bir maldır ya da evlilik süresi içerisinde karşılıksız olarak elde edilen
maldır. Dolayısıyla kişisel malın kendisine mal rejimi süresince karşılık
verilmediğinden, onun gelirine de bir karşılık verilmemektedir.
Evlenmeden önce kurulmuş bir şirkette pay sahibi olan eşlerden
birinin şirket tüzel kişiliği tarafından yönetilen hissesinin gelirlerinin
yarısının bu yönetimde katkısı olduğu söylenemeyecek diğer eşe katılım payı
olarak tanınmasında hakkaniyet varlığından bahsedilemeyeceği düşünülmektedir.
Uygulamanın ise ADİL olması ve bu arada HAKKANİYET içermesi gerektiğinin HUKUK
DEVLETİ temel bir ilkesi olduğu unutulmamalıdır. Mirastan kalan mal varlığının
kişisel mal olduğu tartışmasızken, bunun getirilerine diğer eşin ortak olduğu
anlayışını yansıtan 4. bend ile bunun tasfiye payında katılım alacağı olarak
gören mevcut düzenlemenin haklı ve hukuka uygun bir gerekçesinin var olduğu
söylenemeyecektir.
Öyle ki, bu anlayıştan yola çıkıldığında edinilmesi ya da
edinilmiş sayılması için karşılığı verilmesi zorunlu iken, verilmeden de bazı
mal varlığı değerlerinin edinilmiş mal kapsamında görülmesi sonucunu çıkaran bu
yaklaşımın, karar gerekçemizde yer alan aile birliğine nasıl bir koruyucu düzen
getirdiği izahtan vareste olduğu gibi, bu kabul karşısında anılan hukuk
anlayışı ve yorumu karşısında bunu ortadan kaldırmak amacı ile, kişisel mal
sahiplerini, maldan doğan gelirlerini, muhtemel bir tasfiye halinde katılım
payı alacağı konusu olmaması karşı tarafın için çeşitli arayışlara itmek
anlamına geleceği de açıktır.
219. madde düzenleme içeriği itibari ile değerlendirildiğine mal
edinimi için bir karşılıktan bahsettiğine göre, hak edinilebilmesi için
harcanmış olması gereken bir emekten, çalışma gücünü varlığından ve ispatının
arandığı kolayca söylenebilecektir. Yani aslında kural ile ivazlı bir mal
edinimi esas alınmıştır. Anılan ifadelerin karar gerekçelerimizde yer aldığı
gibi kadını koruma içgüdüsünü karşıladığını söylersek, bir romantizmin
arkasından gelişen evlilik birliğinde taraf rolleri olarak aslında erkeğin
üstün, kadının korunmaya muhtaç kişilikleri oluşturduğu sonucunu
çıkarılabilecektir ki bunun evlilik birliği başlangıcında ki tarafların
hukuksal eşitliğine aykırı olduğu söylenebilecektir.
Genel görüş odur ki taraflardan hiç kimse (norm oluşturmaya
yarayacak genele hitap etmeyecek özel azınlık hariç) bir diğeri için mal
varlığından pay alma esaslı bir aile kurumu üzerine evlilik yapmamaktadır.
O halde, boşanıldığında neden eşlerden biri evlenmeden önce
edinilmiş kişisel malların gelirlerinin ortağı olma gibi bir hak ve hukuk
ekseninde temeli olmayan adil ve hakkaniyet içermeyen bir normdan destek
almalıdır.
Kuraldaki edinim kelimesi İMK ‘da ki “Arbeitserwerb” kelimesinin
çevirisine karşılık gelmektedir. Yani çeviri yolu ile alınan yasada da
maksadın çalışma karşılığında elde edilen bir iktisabı karşılaması murad
edilmiştir. İçi boş bir kavram değildir. “edinmek” katkıda bulunmadan
mal varlığına katılmış sayılmak değildir. İMK.197/b.4’ünden transfer edilen bu
madde karşılığı iptali istenen 219. maddenin 2. fıkrası 4. bendinin haksız bir
hüküm olduğu TBMM Adalet Komisyonu ve Genel Kurul görüşme tutanaklarında yer
almış, kişisel malın gelirinin de kişisel mal kalması yönünde ki irade
tutanaklara yansıtılmıştır. Yasanın 221/2 maddesi de bizatihi bu tür
değerlerin edinilmiş mal sayılmasındaki katılığı ve isabetsizliği ortaya koyma
bakımından önemli olup, kişisel malın gelirinin edinilmiş mallara dahil
olmayacağını bunun tarafların sözleşmeyle kararlaştırabileceğini kabul ederek
kuralı yumuşatmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.
Tazminat alacakları, hisse senetlerinin değerlenmiş bedelleri veya
tüzel kişilik tarafından ortağın hissesine düşen elde edilmiş kârın,
sahibine elden verilmesi yerine şirket ana sermayesine katılması durumunda
katılım payı alacağı statüsüne girmeyen bu tür gelirlerin nakden hak sahibine
ödenmesi halinde bunların ürettikleri semerelerin yarısı iptali istenen kural
nedeniyle edinilmiş mal kapsamına girecektir. Bu uygulamanın adil ve
hakkaniyetli olduğu söylenemeyecektir.
Örneğin, bir an düşünüldüğünde taraflardan birine ait emekli
ikramiyesi yasa kapsamında kişisel mal olup aldığı parayı TL olarak bankaya
faize yatırdığında faiz gelirinin ½ si diğer tarafın olacak, ancak aynı emekli
ikramiyesini aldığı gün dövize çeviren kişi parayı yastık altında tuttuğunda
kıymeti artan para üzerinde diğer tarafın bir hak iddiası
bulunmayacağından katılım payı alacağı hesabına girmeyecektir.
Kişisel malların gelirinde katkısı olduğunu düşünen ve mal
rejiminin tasfiyesinde bunları elde edemediği için mağdur gözüken taraf,
TMK’nun 222. maddesi kapsamında kişisel malın gelirinin edinimindeki rolü karşılığı
her zaman katılım payı alacaklısı olduğunu ispat edebilecektir
Böyle kanuni bir olanak var iken, her türlü tartışmaya açık
kişisel mal gelirlerini evlilik birliğinde edinilmiş mal sayan kural mülkiyet
kavramının geniş yorumuna uygun düşmemektedir.
Asıl alacağa bağlı faiz gibi kişisel mal gelirleri ya da sair
getirilerinin, hak sahibine maddi bir menfaat sağladığı, ekonomik bu değerlerin
mülkiyet hakkı kapsamında kalıp hakkın sağladığı güvenceden yararlanacağı bir
vakıadır.
Sayısız çok çeşitli ekonomik değerleri kapsamına alan mülkiyet,
Anayasal ve AİHS’nin koruması altında temel bir haktır. Buna yapılacak
müdahalelerin ancak kamu yararı ve uluslararası hukukun temel ilkelerine
uygunluğu karşıladığı ölçüde yapılabileceği tabiidir.
Varlık değerlendirmesinde, üzerinde elde edilişinde bir katkısı
olup olmadığı tartışmalı bir mala ilişkin temelsiz bir hak kazanma beklentisi,
mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bu iddianın varlığı mülkiyet güvencesinden
yararlanabilecek meşru beklenti kapsamında bile kabul edilmezken, iptali
istenen kural ile kazanılmış hak ya da kişide tecessüs etmiş hak yaklaşımı
anlayışıyla bunu otomatik mülkiyet hakkı kapsamına alan kural, kişisel mal
sahibinin hakkının özüne müdahale etmiş onu kullanılmaz hale getirmiş, onu
ortadan kaldırmıştır.
Bugün için hakkın kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıran, bir
hakkı kullanılamaz hale getiren ya da ortadan kaldıran sınırlamalar, Anayasa
Mahkemesi tarafından hakkın özüne dokunur kabul edilmektedir.
Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının ancak kanunla
sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 13. maddesinde ise, temel
hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak yasayla sınırlanabileceği, bu
sınırlamaların da Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı ifade
edilmiştir.
Mülkiyet kavramı özerk olmakla birlikte devletlere mevzuatında
özel düzenleme alanları bırakabilir ancak temel bu hakka müdahale keyfilik
taşımamalı, haksızlık ve mağduriyet alanları yaratmamalıdır. Hakkın çevresel
unsurlarını kimi durumlarda sınırlamak mümkün iken hakkın özüne hiçbir şekilde
dokunulmamalıdır.
Kamu yararı var denilerek toplumun genel çıkarlarının gerekleri
ile bireyin temel haklarının korunması arasında aranan adil denge, iptali
istenen kuralla mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesini görmezden geldiğinden,
mevcut hali ile bir emrivakilik içerdiği ölçüde keyfi ve devlet-birey arası
adil denge kurulumuna hizmet etmediği düşüncesi ile de orantılı ve ölçülü
değildir.
Tasfiye halindeki mal rejiminde paylaşmaya yönelik değerler
belirlenmesinde yer alan itirazen iptal konusu “edinilmiş malların
gelirlerini” ifade eden ve katılma alacağı olduğunu niteleyen dava konusu
kuralın, mülkiyet hakkına ettiği müdahalenin meşru tabanı olduğunu varsaysak
da, tasfiye payında hak sahipliğini sağlayacak taraf katkısının edinilmiş mal
nitelemesinde her zaman ispat edilebilirliği düşünüldüğünde, demokratik hukuk
düzeninde gerekli bir norm olmadığına, müdahalenin adil ve dengeli bir
sistemden ziyade hakkaniyetsiz sonuçlarda üreteceği düşünüldüğünde ölçülü
olduğunda söylenemeyeceğinden Mahkememiz kararındaki çoğunluk görüşüne
katılınmamıştır. Kural Anayasa’nın 2 ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Davacı tarafından daha önce boşandığı eşine karşı açılan
mal rejiminin tasfiyesi ile katkı payı alacağı davasında uygulanacak itiraz
konusu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 219. maddesinin ikinci fıkrasının, “kişisel
malların gelirleri,” biçimindeki (4) numaralı bendinin
Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırılığını ileri süren mahkeme iptali için
başvurmuştur.
2. Başvuru kararında özetle, 4721 sayılı Kanun’un yasal mal
rejimini edinilmiş mallara katılma olarak belirlediği, aksi sözleşme ile belirlenmedikçe
taraflar arasında bu mal rejiminin uygulanacağı, Kanunda kişisel malların
sınırla sayıda ve son derece kısıtlı bir şekilde sayıldığı, son derece kısıtlı
sayılan malların ayrıca gelirlerinin de katılma alacağına konu edilebileceğine
ilişkin hükmün mülkiyet hakkına makul bir gerekçe olmaksızın yapılan müdahale
olduğu, eşler arasında mülkiyet yönüyle adeta özel mülkiyetin terk edilip
sosyalist ülkelerde uygulanan ortak anlayışın benimsendiği, diğer eşe bu
şekilde mali bir hak tanınmasının resmi evlilikleri engelleyeceği, bu nedenle
makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın kişisel malların gelirlerinin
de edinilmiş mallardan sayılması hakkındaki kuralın, Anayasa’ya aykırılığı
ileri sürülmüştür.
3. Mahkememiz çoğunluğunca, “Anayasa’nın
41. maddesinde, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe
dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların
korunması veaileplanlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” denilmiştir. Devlete, ailenin korunmasıiçin
gerekli tedbirleri alma ve teşkilatı kurma konusunda ödevler
yüklenmiştir. Böylece aile kurumuna anayasal koruma sağlanmıştır.
Bu düzenlemeyle eşler ve çocuklardan oluşan ailenin birlik ve bütünlüğünün
korunması amaçlanmaktadır….. ”Denilerek, kuralla ailenin korunmasının da amaçlandığı
belirtilmişse de, kuralın ancak boşanma sonrası eşlerin açacağı dava sonucunda
hüküm ifade edeceği, bu yönüyle aile birliğinin devamını sağlamaya bir
katkısının olmadığı, daha çok aile birliği bozulduktan sonra boşanan eş lehine
sonuç doğuracak bir hüküm olduğu (ki başvuran mahkeme önündeki dava da
böyledir)dikkate alındığında, ayrıca ailenin sadece maddi menfaat ve temeller
üzerine kurulan bir müessese olmadığı, ailenin öncelikle sevgi, saygı, hoşgörü,
sadakat, fedakarlık, adalet ve birbirinin hakkına riayet gibi moral ve manevi
değerlerin temelleri üzerine kurulması gerektiği gözetildiğinde de çoğunluğun
bu yöne ilişkingerekçesinin isabetli olmadığıdüşünülmektedir.
4. Yine çoğunluk gerekçesinde, “kuralın, kişisel malların
evlilik birliği içinde elde edilen gelirleri üzerinde diğer
eşe yarı oranında hak tanımak suretiyle mülkiyet hakkına müdahalede bulunduğu anlaşılmaktadır.
Kuralla, kişisel malların gelirlerinin eşler arasında paylaştırılması
öngörülmek suretiyle bu hakka müdahalede
bulunulmuş ise de malikin kişisel mallarının gelirleri üzerindeki mülkiyet
hakkının tamamı hukuken ortadan kaldırılmadığından hakkın özüne dokunan bir
müdahale bulunmamaktadır. Bu nedenle değerlendirilmesi gereken bu müdahalenin
meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, söz konusu kısıtlamanın demokratik toplum
düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığıdır.” denilerek
kuralla mülkiyet hakkına müdahale edildiği kabul edildikten sonra, bu
müdahalede kamu yararı bulunduğu ve ölçüsüz olmadığı görüşü savunulmuştur.
Edinilmiş mal, her eşin bu mal
rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal ve
değerlerdir ve yasada eşlerin kişisel malları bunlardan ayrı
tutulmuştur.
Kişisel malların edinilmiş mallardan ayrı tutulmasının gerekçesi
kişisel malın edinilmesinde diğer eşin bir çaba ve katkısının
bulunmamasıdır. Kişisel malın elde edilmesinde, bir katkısı bulunmayan eşin,kişisel
malın gelirinden de bir talepte bulunulmaması gerekir. Aksi durumun kabulü,kişisel
malların gelirlerinin elde edilmesinde katkısı, emeği, çabası olmayan eş lehine
haksız bir kazanç, kişisel malın gelirinin sahibi olması gereken eş yönünden
ise mülkiyet hakkına müdahale sonucunu doğurmuş olacaktır.
5. Kişisel malların idaresi esnasında doğan zarardan diğer eş
nasıl sorumlu tutulmuyor ise yararından da nemalanmamalıdır. Adalet ve
hakkaniyet bunu gerektirir. Bu yüzden, külfetten sorumlu olmamalı ama nimetten
yararlanmalı diye düşünmek ve müdahalede kamu yararı bulunduğu, ölçüsüz de
olmadığı görüşüne katılmak mümkün olamamıştır. Ayrıca kişisel mallarının
gelirlerinin aile birliğinin devamı esnasında gelir elde eden eş tarafından
ailenin giderlerine harcanması aile birliğinin doğal sonucudur. Aile birliği
esnasında ailenin masrafları giderleri için harcanmış ve harcandığı için de
artık ortada olmayan ve dolayısıyla paylaşıma da konu olmaması gereken kişisel
mal gelirinden boşanma sonucunda diğer eşin talepte bulunamaması gerekir.
Kişisel malın gelirinin ailenin ortak harcamalarından fazla olduğu ve
harcamalardan artan kısmın kişisel malın sahibinin uhdesinde kaldığı kabul
edilse dahi,onun rızası hilafına elinden alınması mülkiyet hakkına haksız bir
müdahale ve adaletsizlik sonucu doğurabilecektir.
6. Öte yandan, Medeni Kanunda kişisel bir malın geliri de kişisel
kabul edilmiştir. Yukarıda ifade olunduğu üzere, kişiye ait bir malı onun
rızası olmaksızın elinden almak mülkiyet, kişi ve kul hakkına müdahale
niteliğindedir. Kuralla yapılan müdahale sonucunda toplumsal olmaktan çok
kişisel bir çıkar ve yarar korunmaktadır. Bir kişinin elinden rızası dışında
malını alıp bir başka kişiye vermek ve bunun da “kamu yararı” amacıyla
yapıldığını söylemek “kamu yararı” kavramını, amacı dışında aşırı bir şekilde
genişletmek olur ki bu durum “hakkı olana hakkını vermek” olarak tanımlanan ve
Anayasa’nın 2. maddesinde ifade olunan genel “adalet” kavram ve tanımına uygun
düşmez.
7. Yukarıda açıklanmaya çalışılan nedenlerle, iptali istenilen
kuralın, Anayasa’nın 2. ve 35. maddelerine aykırı olduğunu düşündüğümden
çoğunluk görüşüne katılmadım.