ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı : 2015/105
Karar
Sayısı : 2016/133
Karar
Tarihi : 14.7.2016
R.G.Tarih-Sayı
: 11.10.2016-29854
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Yargıtay Yirmibirinci Hukuk Dairesi
İTİRAZIN KONUSU: 1- 17.7.1964
tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun, 16.10.2007 tarihli ve 5698
sayılı Kanun’un 1. maddesiyle yapılan değişiklik öncesi yürürlükte bulunan 58.
maddesinin birinci fıkrasının,
2- 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu’nun 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun’un 15.
maddesiyle değiştirilen 27. maddesinin üçüncü fıkrasının “Malûllük
aylığı almakta iken bu Kanuna göre veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında
çalışmaya başlayanların malûllük aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihi takip
eden ödeme dönemi başında kesilir…” bölümünün,
Anayasa’nın 5., 10., 13., 48., 49. ve 61. maddelerine aykırılığı
ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
talebidir.
OLAY: Davacının,
davalı kuruma borçlu olmadığının tespiti amacıyla açtığı davada, itiraz konusu
kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için
başvurmuştur.
I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKÜMLERİ
1- 506 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren 58.
maddesi şöyledir:
“Aylığın kesilmesi ve yeniden başlaması
Madde 58- Mâlûllük aylığı almakta iken sigortalı olarak
çalışmaya başlıyanların mâlûllük aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihten
başlıyarak kesilir.
Yukarıki fıkraya göre malullük aylıkları kesilenlerden işten
ayrılarak malullük aylığı verilmesi için yazılı istekte bulunan sigortalıya,
kontrol muayenesine tabi tutulmak ve malullüğünün devam ettiği anlaşılmak
şartiyle, eski malullük aylığı, yazılı istekte bulunduğu tarihten sonraki ay
başından başlanarak ödenmeye başlanır. Şu kadar ki, bu gibi sigortalılar için
yazılı istek tarihlerine göre yeniden malûllük aylığı hesaplanır ve bu aylık
önce bağlanan malullük aylığından fazla ise hesaplanan yeni aylık üzerinden
ödeme yapılır.”
2- 5510 sayılı Kanun’un itiraz konusu kuralı da içeren 27.
maddesi şöyledir:
“Malûllük aylığının hesaplanması, başlangıcı, kesilmesi ve yeniden
bağlanması
MADDE 27- (Değişik: 17/4/2008-5754/15 md.)
Malûllük aylığı; prim gün sayısı 9000 günden az olan sigortalılar
için 9000 gün üzerinden, 9000 gün ve daha fazla olanlar için ise toplam prim
ödeme gün sayısı üzerinden, 29 uncu madde hükümlerine göre hesaplanır.
Sigortalı başka birinin sürekli bakımına muhtaç ise tespit edilen aylık bağlama
oranı 10 puan artırılır. Ancak, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi
kapsamında sigortalı sayılanlar için 9000 prim gün sayısı 7200 gün olarak
uygulanır.
Malûllük aylığı, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b)
bentleri kapsamındaki sigortalılar ile (c) bendi kapsamında sigortalı iken
görevinden ayrılmış ve daha sonra başka bir sigortalılık haline tabi olarak
çalışmamış olanların;
a) Malûl sayılmasına esas tutulan rapor tarihi yazılı istek
tarihinden önce ise yazılı istek tarihini,
b) Malûl sayılmasına esas tutulan rapor tarihi yazılı istek
tarihinden sonra ise rapor tarihini,
c) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında
çalışmakta olanların ise, malûliyetleri sebebiyle görevlerinden ayrıldıkları
tarihi,
takip eden ay başından itibaren başlar.
Malûllük aylığı almakta iken bu Kanuna göre veya yabancı bir ülke
mevzuatı kapsamında çalışmaya başlayanların malûllük aylıkları, çalışmaya
başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başında kesilir ve
bu Kanuna tabi olarak çalıştıkları süre zarfında 80 inci maddeye göre
belirlenen prime esas kazançları üzerinden 81 inci madde gereğince kısa ve uzun
vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortasına ait prim alınır. Bunlardan
işten ayrılarak yeniden malûllük aylığı bağlanması için yazılı istekte bulunan
ya da emekliye ayrılan veya sevkedilenlere; kontrol muayenesine tabi tutulmak
ve ilk aylığına esas malûllüğünün devam ettiği anlaşılmak kaydıyla, 4 üncü
maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında çalışıyorsa görevinden
ayrıldığı tarihi, diğerlerine ise istek tarihlerini takip eden ödeme döneminden
itibaren yeniden malûllük aylığı hesaplanarak bağlanır.
Bu durumdakilerden ilk bağlanan malûllük aylığına esas prim ödeme
gün sayısı;
a) 9000 günün üzerinde olanların aylıkları 30 uncu maddenin üçüncü
fıkrasının (a) bendi hükümleri uygulanarak hesaplanır.
b) 9000 günden az olanların aylıkları ise, eski aylığın kesildiği tarihten
sonra aylıklara yapılan artışlar uygulanmak suretiyle aylığın başlangıç tarihi
itibariyle hesaplanan tutarının emeklilik öncesi ve sonrası prim ödeme gün
sayısı toplamının emeklilik öncesi prim ödeme gün sayısına orantılı bölümü ile
emeklilik sonrası çalışmaya ait kısmi aylığın toplamından oluşur. Emeklilik
sonrası çalışmaya ait kısmi aylık, emeklilik öncesi ve sonrası prim ödeme gün
sayısı toplamı ve emeklilik sonrası çalışmaya
ait prime esas kazançları üzerinden bu maddenin birinci
fıkrasına göre hesaplanan aylığın emeklilik sonrası prim ödeme gün sayısına
orantılı bölümü kadardır. Yeni aylık, eski aylığın kesildiği tarihten sonra
aylıklara yapılan artışlar uygulanmak suretiyle bulunan tutarın altında olamaz.
Yukarıdaki (a) ve (b) bentlerinde belirtilen 9000 prim gün sayısı,
4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar
için 7200 gün olarak uygulanır.”
II- İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Hicabi DURSUN, Erdal TERCAN, Muammer
TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ’in
katılımlarıyla 23.12.2015 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında,
öncelikle davada uygulanacak kural sorunu görüşülmüştür.
2. Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddelerine göre, bir
davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya
kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa'ya aykırı görmesi hâlinde veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varması durumunda, bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya
yetkilidir. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine
başvurabilmesi için elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir
davanın bulunması, iptali istenen kuralın da o davada uygulanacak olması
gerekir. Uygulanacak kural ise bakılmakta olan davanın değişik evrelerinde
ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da
olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır.
3. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 506 sayılı Kanun’un 5698
sayılı Kanun’la yapılan değişiklik öncesi yürürlükte bulunan 58. maddesinin
birinci fıkrasının ve 5510 sayılı Kanun’un 5754 sayılı Kanun’la değişik 27.
maddesinin üçüncü fıkrasının “Malûllük aylığı almakta iken bu Kanuna
göre veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaya başlayanların malûllük
aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başında
kesilir…” bölümünün iptallerini talep etmiştir.
4. İtiraza konu olayda davacıya 1996 yılında, 506 sayılı
Kanun uyarınca maluliyet aylığı bağlanmış, 4.7.2006 tarihinde davacı tekrar
çalışmaya başlamıştır. Davacının tekrar çalışmaya başladığını 2.7.2013
tarihinde tespit eden Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), davacının maluliyet
aylığını kesmiş ve çalışmaya başladığı Temmuz 2006 ile maluliyet aylığının kesildiği
Temmuz 2013 dönemi arasında ödenen maluliyet aylığının iadesini davacıdan talep
etmiştir. Bunun üzerine davacı, borçlu olmadığının tespiti amacıyla dava
açmıştır.
5. Açılan davada Mahkemece öncelikle, davacıya ödenen maluliyet
aylığının kesilmesinin gerekip gerekmediği, kesilmesinin gerekmesi hâlinde
hangi andan itibaren kesileceğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Zira bu
tespite göre davacıya yapılan ödemelerin usulsüz olup olmadığı, usulsüz olması
hâlinde ise hangi andan itibaren usulsüz olduğu belirlenecek, davacının iade
etmesi gereken meblağ o ana göre tespit edilecektir.
6. 5510 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin ikinci
fıkrasında “17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479
sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli
ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer
ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre
ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların
durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden
bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri
uygulanır.” denilmektedir. Bu hükme göre, davacıya
506 sayılı Kanun uyarınca bağlanmış olan maluliyet aylığının kesilme sebepleri
yine 506 sayılı Kanun hükümlerine göre belirlenecektir. Bu itibarla, 506
sayılı Kanun’un 5698 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik öncesi yürürlükte
bulunan 58. maddesinin birinci fıkrası olayda uygulanacak kuraldır.
7. 5510 sayılı Kanun’un 27. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili
bölümü ise yürürlük tarihi itibariyle davada uygulanacak kural niteliğinde
değildir. Bu nedenle, söz konusu kurala yönelik başvurunun Mahkemenin
yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir.
8. Serruh KALELİ ile Alparslan ALTAN bu görüşe katılmamışlardır.
9. Açıklanan nedenlerle;
A- 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanunu’nun 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun’un 15.
maddesiyle değiştirilen 27. maddesinin üçüncü fıkrasının “Malûllük
aylığı almakta iken bu Kanuna göre veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında
çalışmaya başlayanların malûllük aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihi takip
eden ödeme dönemi başında kesilir…” bölümünün, itiraz başvurusunda
bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu
bölüme ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, Serruh
KALELİ ile Alparslan ALTAN’ın karşoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- 17.7.1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu’nun, 16.10.2007 tarihli ve 5698 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle yapılan
değişiklik öncesi yürürlükte bulunan 58. maddesinin birinci fıkrasının esasının
incelenmesine, yürürlüğün durdurulması talebinin esas inceleme aşamasında
karara bağlanmasına, OYBİRLİĞİYLE,
karar verilmiştir.
III- ESASIN İNCELENMESİ
10. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Volkan HAS
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu kanun hükmü,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Anlam ve Kapsam
11. 506 sayılı Kanun’un 54. ve 56. maddelerine
göre, sigortalının malullük aylığından yararlanabilmesi için Kanun’un 53.
maddesi uyarınca malul sayılması, toplam olarak 1800 gün malullük, yaşlılık ve
ölüm sigortaları primi ödemiş olması veya en az 5 yıldan beri sigortalı
bulunup, sigortalılık süresinin her yılı için ortalama olarak 180 gün malullük,
yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemesi ve çalıştığı işten ayrılarak
kendisine aylık bağlanması yönünde Kurumdan yazılı talepte bulunması
gerekmektedir.
12. Kanun’un 53. maddesinde, hangi sebepten olursa
olsun çalışma gücünün en az üçte ikisini veya hastalık sigortasını
düzenleyen aynı Kanun’un 34. maddesi gereğince yapılan tedavi
sonucunda çalışma gücünün en az üçte ikisini ya da iş kazası ve meslek
hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 60'ını yitirdiği tespit
edilen sigortalının malullük sigortası bakımından malul sayılacağı
öngörülmüştür.
13. İtiraz konusu kural olan Kanun’un 58. maddesinin birinci
fıkrasında ise, malullük aylığı almakta iken Kanun’a tabi sigortalı olarak
çalışmaya başlayanların malullük aylıklarının, çalışmaya başladıkları tarihten
başlayarak kesileceği hükme bağlanmıştır.
B- İtirazın Gerekçesi
14. Başvuru kararında
özetle, itiraz konusu kuralla malullük aylığı almakta iken
çalışmaya başlaması nedeniyle aylığı kesilen malul sigortalının çalışma
imkânının tamamen ortadan kaldırıldığı, bu durumun çalışma hakkına ölçüsüz bir
müdahale niteliğinde bulunduğu, çalışma hakkı yönünden eşitlik ilkesine
aykırılık oluşturduğu, maluller için alınacak tedbirlerin ise eşitlik ilkesine
aykırı olmayacağı, Devletin bireylerin maddi ve manevi varlıklarının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlama ve engellilerin korunmalarını sağlayıcı
tedbirleri alma yükümlülükleriyle bağdaşmadığı belirtilerek
kuralın, Anayasa’nın 5., 10., 13., 48., 49. ve 61. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
C- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
15. Anayasa’nın 5. maddesine göre, “…insanın maddî ve
manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak…” Devletin
temel amaç ve görevlerindendir. Anayasa’nın “Sosyal güvenlik bakımından
özel olarak korunması gerekenler” başlıklı 61. maddesinin ikinci
fıkrasında da “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına
intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır.” denilmek suretiyle
malullerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasının Devletin
yükümlülükleri arasında olduğu belirtilmiştir.
16. Anayasa’nın 48. maddesinde “Herkes, dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir.”; 49. maddesinde de “Çalışma,
herkesin hakkı ve ödevidir.” denilmek suretiyle herkesin çalışma hakkına
ve sözleşme özgürlüğüne sahip olduğu hüküm altına alınmıştır.
17. Anayasa'nın 49. maddesinde, çalışmanın herkesin hakkı ve
ödevi olduğu belirtilmekle beraber Devlete, çalışanların yaşam düzeyini
yükseltmek, çalışma yaşamını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı
denetlemek ve işsizliği gidermeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için
gerekli önlemleri alma ödevi de verilmiştir.
18. Sosyal devlet, insan haklarına dayanan, kişilerin huzur, refah
ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence altına alan, kişi hak ve
özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, çalışma hayatını
geliştirmek ve ekonomik önlemler almak suretiyle çalışanlarını koruyan, onların
insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, milli gelirin adalete uygun
biçimde dağıtılması için gereken önlemleri alan, sosyal güvenlik hakkını yaşama
geçirebilen, sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Çağdaş
devlet anlayışı sosyal devletin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasa'nın özüne ve
ruhuna uygun biçimde kurularak işletilmesini, bu yolla bireylerin refah, huzur
ve mutluluğunun sağlanmasını gerekli kılar.
19. Sosyal devlet ilkesinin somut görünümlerinden biri olan sosyal
güvenlik, her şeyden önce, herhangi bir nedenle kısmen ya da tamamen
çalışamayanlara ve bu nedenle gelir kaybına uğrayarak muhtaç duruma düşenlere,
insan onuruna yaraşır asgari bir hayat sürmeleri için gerekli olan gelirin
sağlanmasını öngörür. Sosyal güvenlik, ekonomik ve fizyolojik yönden
güçsüzleri, insanca yaşamak için yeterli geliri olmayanları koruyup kollar.
20. Malullük, çalışma veya meslekte kazanma gücünün kısmen veya
tamamen kaybıyla sürekli bir gelir kaybına yol açan fizyolojik bir risktir. Bu
niteliği itibariyle sürekli iş göremezlik sonucunu doğurur. Bu aşamada devreye
giren malullük sigortası, malullük sebebiyle çalışamayan ve sürekli bir gelir
kaybına uğrayan sigortalının uğramış olduğu gelir kaybını telafi etme amacını
taşır. Böylece kişilere, malullük nedeniyle çalışamaz duruma geldiklerinde
yaşamlarını sürdürebilecekleri asgari bir geliri sağlama güvencesi
verilmektedir. Bu sosyal güvencenin tanınması, Anayasa’nın Devlete yüklediği,
malullerin korunması ile bireylerin maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları sağlama biçimindeki görev ve yükümlülüğün yerine getirilmesine
hizmet etmektedir.
21. İtiraz konusu kural, malullük aylığı almakta olan kişinin
kendini çalışma gücüne sahip görerek kendi isteği ile 506 sayılı Kanun’a tabi
bir işte yeniden çalışmaya başlaması durumunda malullük aylığının kesilmesine
ilişkindir.
22. İtiraz konusu kuralla, bireyin sosyal güvenlik hakkı ortadan
kaldırılmamakta ve malullükten emekli olma statüsü zarar görmemektedir.
Nitekim, Kanun’un 58. maddesinin ikinci fıkrasında, malullük aylıkları
kesilenlerden işten ayrılarak malullük aylığı verilmesi için yazılı istekte
bulunan sigortalıya, kontrol muayenesine tabi tutulmak ve malullüğünün devam
ettiği anlaşılmak şartıyla eski malullük aylığının, yazılı istekte bulunduğu
tarihten sonraki ay başından başlanarak ödenmeye başlanacağı hüküm altına
alınmıştır. Kural, sadece 506 sayılı Kanun’a tabi yerlerde çalışıldığı ve
karşılığında gelir elde edildiği sürece malullük aylığının kesilmesini
öngörmektedir. Bu durumda da sosyal güvenliğin sosyal riskler karşısında asgari
yaşam düzeyinin sağlanması amacı ortadan kalkmamaktadır. Kişi, malullüğü
dolayısıyla çalışamama riski karşılığında sosyal güvenlik sisteminin kendisine
sağladığı malullük aylığından, belirtilen Kanun’a tâbi işlerde çalışarak daha
iyi bir yaşam elde etme düşüncesiyle kendi isteği ile vazgeçmektedir.
23. 506 sayılı Kanun’a göre, malullük aylığının
bağlanabilmesi için gerekli şartlardan birinin de malulün çalışmakta olduğu
işten ayrılması olduğu gözetildiğinde yeniden çalışılma hâli, malullük
aylığının kesilmesinin doğal bir nedeni olmaktadır. Çalışılamayacak olması
nedeniyle bağlanan bir aylığın, çalışılmaya başlanılması nedeniyle
kesilmesinin, malullük aylığının getirilme nedeni ile uyumlu olduğu açıktır.
24. Öte yandan, malullük aylığına hak kazanma şartlarının belirli
bir ölçü ve denge gözetilerek belirlenmesi ve bu bağlamda 506 sayılı Kanun’a
tâbi bir işte çalışılmama hâlinin de bir koşul olarak öngörülmesi, çalışma
hakkını sınırlayan veya Devletin, engellilerin korunması ve toplum hayatına
intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alma yükümlülüğüne aykırı bir düzenleme
olarak nitelendirilemez.
25. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 5., 48., 49. ve
61. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
26. Engin YILDIRIM, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz AKINCI ile
Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamışlardır.
27. Kuralın Anayasa’nın 10. ve 13. maddeleriyle ilgisi
görülmemiştir.
IV- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
28. Başvuru kararında
özetle, itiraz konusu kuralın uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız
zararlar doğabileceği belirtilerek yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi
talep edilmiştir.
17.7.1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun,
16.10.2007 tarihli ve 5698 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle yapılan değişiklik
öncesi yürürlükte bulunan 58. maddesinin birinci fıkrasına yönelik iptal talebi
14.7.2016 tarihli ve E.2015/105, K.2016/133 sayılı kararla reddedildiğinden, bu
kurala ilişkin yürürlüğün durdurulması talebinin REDDİNE, 14.7.2016 tarihinde
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- HÜKÜM
17.7.1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun,
16.10.2007 tarihli ve 5698 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle yapılan değişiklik
öncesi yürürlükte bulunan 58. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve itirazın REDDİNE, Engin YILDIRIM, Serruh KALELİ, Celal Mümtaz
AKINCI ile Hasan Tahsin GÖKCAN’ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 14.7.2016 tarihinde
karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Alparslan ALTAN
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
İtiraz yoluyla iptali istenilen kural, 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanununun (16.10.2007 tarihli ve 5698 sayılı Kanunun 1. maddesiyle
yapılan değişiklik öncesi yürürlükte bulunan) 58. maddesinin birinci
fıkrasıdır. Kural; “Malulluk aylığı almakta iken sigortalı olarak çalışmaya
başlayanların malullük aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihten başlayarak
kesilir.” hükmünü içermektedir. Çoğunluk gerekçesinde kuralın Anayasaya
aykırı bulunmadığı kabul edilerek iptal istemi reddedilmiştir. Bu görüşe,
aşağıda açıklanan nedenlerle iştirak etmemekteyiz.
Devletin temel amaç ve görevlerinin sayıldığı Anayasanın 5.
maddesinde sosyal hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan sınırlamaların
kaldırılması hedefi konulmuş ve Devlete, “kişilerin maddi ve manevi
varlığının gelişmesi için gereken şartları hazırlamaya çalışma” yükümlülüğü
getirilmiştir. Yine Anayasanın 61. maddesinin ilk fıkrasında Devletin harp ve
vazife malullerini ve gazileri koruyacağı ve toplumda kendilerine yaraşır bir
hayat seviyesi sağlayacağı” ifade edildikten sonra ikinci fıkrada; “Devlet,
sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri
alır” denilmektedir. Birinci fıkrada Devlete, malul ve gaziler için
‘kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlama” görevi verilmiştir. İncelenen
kuralla doğrudan ilgili olan ikinci fıkrada ise Devlete, sakatları koruma ve
toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirler alma’ yükümlülüğü
getirilmiştir. Sakat kişilerin rehabilite edilmeleri ve toplum hayatının
çeşitli alanlarında kendilerini ifade edebilmeleri için gereken tedbirlerin
alınması ve engellerin kaldırılması bu kapsamdadır. Bundan ayrıca, özürleri
nedeniyle çalışma gücünü büyük ölçüde yitiren kişilerin toplum hayatına intibak
etmelerinin en başta gelen yolu, onların durumuna uygun şartlarda çalışmaları
için tedbirlerin alınmasıdır.
Çalışma hakkının sosyalleşme (toplum hayatına intibak) fonksiyonu
yanısıra, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının da
bir parçası olduğu açıktır. Çalışma gücünün yaklaşık yüzde 67’sini veya daha
fazlasını kaybeden malul kişilerden bazıları hernekadar durumuna uygun bir işte
çalışabilecek ise de, çalışma gücünü haiz diğer bireyler kadar gelir elde etme
şansına sahip olamamaktadır. Böyle bir imkana kavuştuklarında dahi, gerek
günlük hayatlarını idame ettirmek ve gerekse çalışma performansı için diğer
bireylerden çok daha fazla bir efor sarf etmek zorunda kalmaktadırlar. İşte bu
nedenle Anayasa sakatların korunması ve topluma intibaklarını sağlama konusunda
Devlete yükümlülükler ihdas etmiştir.
Sakatların korunması yükümlülüğünün kapsamı
Anayasanın özel maddesinde oldukça geniş tutulmuştur. Anayasanın 61. maddesinin
ikinci fıkrasının gerekçesinde sakatların korunmaları yükümlülüğü kapsamında
örnek olarak ‘bazı vergi muafiyetleri getirmek’ten söz edilmektedir.
Dolayısıyla harp ve vazife malulleri için öngörülen (yaraşır bir hayat seviyesi
sağlama) boyutunda olmasa dahi, çalışma yeteneğini büyük ölçüde yitirdikleri
için korunmaya muhtaç olan sakatlar bakımından da onların insan onuruna yaraşır
ve başkasına muhtaç olmadan hayatlarını sürdürmeleri için Devletin bazı maddi
külfetleri üstlenmesi istenilmiştir. Gerçekten, sakat olduğu için çalışamayan
veya bu haliyle uygun iş bulamayan kişinin korunması en başta
Devletin imkanları ölçüsünde de olsa sağlık, beslenme ve barınma ihtiyaçlarının
karşılanmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, sakat halde çalışan veya çalıştığı
dönemde malul kalan bir kişinin sosyal güvenlik hakları bakımından da korunması
gerekmektedir. Dolayısıyla çalışan malul kişiye (Anayasa gerekçesinde sözü
edildiği üzere) vergi muafiyeti tanınması gibi, sosyal güvenlik hakları
kapsamında erken emeklilik ve benzeri hakların tanınması da Anayasanın 61/2.
maddesi hükmünün gereğidir. Nitekim Anayasanın anılan hükmüne uygun olarak 506
sayılı Kanunda belirli bir süre çalışan ve prim ödeme sayısı bulunan malul
kişilere yaşlılık aylığı bağlanması imkanı getirilmiştir. Esasında bu imkan
hiçbir prim ödemeyen bir malule değil, örneğin on yıllık sigortalılık süresinde
1800 gün prim ödeyen kişilere tanınmaktadır. Başka deyişle karşılıksız bir
yarar sağlanmamakta, fakat ödediği prime nazaran önemli bir kolaylık
sağlanmaktadır. Diğer taraftan bu durum malul kişiler yararına bir kolaylık ise
de, prim ödeme süresini tamamlamış olanlara nazaran kendilerine daha düşük bir
miktar ödendiği hususu gözden uzak tutulmamalıdır. Örneğin, asgari ücret
karşılığı çalışmakta iken yaşlılık aylığı alan bir malulün alacağı aylık,
asgari ücretin üçte ikisi kadar olmaktadır. Asgari ücretin asgari geçim
düzeyine işaret etmesi ve sosyal güvenlik sisteminden alınan yaşlılık
(emeklilik) aylığı miktarlarının da asgari ücret miktarının üzerinde olduğu
gözetildiğinde, esasında malullere ödenen aylığın Anayasanın Devlete yüklediği
‘koruma yükümlülüğünü’ aşan boyutta olmadığı, başka bir deyişle topluma bu
boyutu aşan bir yük getirmediği söylenebilir. Buna karşın kuralda olduğu gibi,
yaşlılık aylığının çalışmaya devam eden malul kişiye ödenmemesi, diğer bir
ifadeyle çalışanın aylığının kesilmesi Devletin her iki yöndeki pozitif
yükümlülüğüne aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 5. maddesi gereği sosyal hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmayan sınırlamaları kaldırmakla yükümlü olan Devletin, yaşam kalitesini
artırmak amacıyla 506 sayılı Kanun’a tabi bir işte yeniden çalışmaya başlayan
malul kişinin aylığını kesmesi, sosyal devlet ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Açıklanan hukuki gerekler doğrultusunda, çalışmak ve topluma
intibak etmek isteyen malul kişilerin yaşlılık aylığının kesilmesini öngören
kuralın Anayasanın 61/2. maddesine aykırılığı nedeniyle iptali gerektiği
kanaatinde olduğumuzdan, çoğunluğun görüşüne iştirak etmemekteyiz.
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
KARŞIOY
506 sayılı Yasa’nın itiraz konusu kuralı da içeren 58. maddesinin
birinci fıkrası;
“Aylığın kesilmesi ve yeniden başlanması
Madde 58- Malullük aylığı almakta iken sigortalı olarak çalışmaya
başlayanların malullük aylıkları çalışmaya başladıkları tarihten başlayarak
kesilir.” şeklindedir.
Mahkememiz yaptığı değerlendirme ile kuralın Anayasa’nın 5., 48.,
49. ve 61. maddelerine aykırı olmadığına oyçokluğu ile karar vermiştir. Dört
ayrı maddeye aykırı olmadığına ilişkin gerekçenin aşağıdaki gibi dar ve tatmin
edici sayılmayacak bir kalıp içinde olduğu kabul edildiğinden çoğunluk görüşüne
katılınmamıştır. Gerekçe kabul edilen bölüme bakıldığında;
Kuralın, bireyin sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldırmadığı,
kişinin malullük aylığının kesilmesine neden olan 506 sayılı Kanun’a tabii
yerdeki çalışmasından ayrıldığında, yazılı isteği halinde malullük aylığının
tekrar bağlanacağı, (Yani maluliyet aylığı alma hakkının sonsuza kadar mutlak
suretle elinden alınmadığı) Başkaca bir işle gelir elde ettiğinde ise aylığının
kesilmesinin sosyal güvenliğin asgari yaşam düzeyini sağlama amacını ortadan
kaldırmayacağı, iş bulduğuna göre sosyal güvenliğe ihtiyacı kalmadığı,
zaten kişi kendi tercihi ile belirtilen Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi bir iş
bulup çalıştığında, daha iyi yaşamı elde etmeyi amaçladığı ve bu nedenle
malullük aylığı alma hakkından vazgeçmiş sayılacağı tespit ve yorumları ile
çalışamayacağı için bağlanan malullük aylığının çalışması halinde kesilmesinin
malullük aylığının getirilme nedeni ile uyumlu olduğunun ve bunun bir Anayasal
aykırılık teşkil etmeyeceğinin mahkemenin gerekçesinde değerlendirmeye esas
alındığı görülmektedir.
Kısaca malul kişinin, 506 sayılı Yasa kapsamında yeni bir iş
bulması halinde, malullük aylığının kesilmesinde sosyal bir asgari yaşam
düzeyine getirilmiş risk ya da çalışma hakkına yapılmış bir müdahale
vardır denilemez şeklinde bir karar verdiği görülmektedir.
Mahkememize itiraz başvurusunda bulunan Yargıtay 21. Hukuk
Dairesince özetle,
“Sosyal güvenlik hakkının çağdaş anayasalarda temel hak
niteliğinde görüldüğünü, hakkın sigortalıya bireysel ekonomik güvencede
sağlaması gerektiği ve bu hakka imkan sunan çalışma hakkı ile birlikte
değerlendirilmesi zorunluluğunu, malullüğün bireyin ekonomik güvencesini sarsan
bir risk oluşturduğunu, sosyal güvenliğin İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nin 22. maddesinde insan onuru ve kişiliğinin geliştirilmesi için
kaçınılmaz hak esasına dayandığını, uluslararası çalışma örgütünün 102 nolu sözleşmesinin
aynı ilkeleri benimsediğini somut olayda sosyal güvenlik destek primi de ödeyen
iş gücünün 2/3’ünü yitirmiş davacının halen çalışabilir hali nedeniyle
kendisine iş ve işçi bulma kurumunca sigortalı engelli kadrosunda bulunan iş de
çalışmasına imkan vermeyen kuralın eşitlik ve ölçülülük ilkesine aykırı,
çalışma özgürlüğünü de kısıtladığının değerlendirildiği anlaşılmaktadır.
Sosyal güvenlik, 19. Y.Y ikinci yarısında gelişen yeni bir kavram
olup çalışma düzeninde ortaya çıkacak sosyal risklerin etkilerini, tehlikenin
zararlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen, sosyal güvenlik politikaları,
ekonomi ve sosyal gelişmeye bağlı içerikte bir tedbir türü diye
nitelenebilecektir.
Anılan sosyal riskler mesleki, fizyolojik, sosyo ekonomik olarak
gruplandırılmışlar ve Türkiye tarafından imzalanan 102 sayılı İLO sözleşmesi
ile de risklerden en az üçüne karşı koruma getirme Devlete getirilmiş bir
yükümlülük olarak kabul edilmiştir.
Kuralın itirazen iptaline gelen Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin
ilgili dosyasına konu uyuşmazlık, 1983 yılında 506 sayılı yasa kapsamında
sigortalı başladığı iş sonucu 1996 yılında % 90 oranında görme yeteneğini
kaybetmiş ve kendisine şartları sağladığından maluliyet aylığı bağlanmış iken,
İş ve İşçi Bulma Kurumundan engelli kadrosunda kendisine bulunan işte sosyal
güvenlik destek primi de ödeyerek 7 yıl çalıştıktan sonra 2013 yılında
bildirimsiz malullük aylığı kesilen işçinin kendisine bu sürede ödenmiş tüm
aylıkların 2006 yılından itibaren işleyen faizi ile davacıdan istendiği bir
olgu üzerinedir.
Ülkemizde 506 sayılı Kanun kapsamında, bir hizmet akdine dayalı
işveren tarafından çalıştırılanlar sigortalı sayılırlar.
Malullük, çalışma veya meslekte kazanma gücünün kısmen veya
tamamen kaybıyla sürekli bir gelir kaybına yol açan fizyolojik bir risktir. Bu
niteliği itibariyle sürekli iş göremezlik sonucunu doğurur. Bu aşamada
devreye giren malullük sigortası, malullük sebebiyle çalışamayan ve sürekli bir
gelir kaybına uğrayan sigortalının uğramış olduğu gelir kaybını telafi etme
amacını taşır. Bu itibarla malullük sigortası, gerekli sigortalılık koşulunu
yerine getirmiş olan sigortalıya ilk defa sigortalı olarak çalıştığı tarihten
sonra meydana gelen (veya bu tarihten sonra belirli bir seviyeye gelen) ve
sürekli olarak çalışmasını engelleyen fiziksel ve/veya zihinsel arızasının
yarattığı gelir kaybını azaltmak amacıyla, maluliyeti devam ettiği sürece bir
aylığın ödendiği uzun vadeli bir sosyal sigorta koludur.
506 sayılı Kanun hükümlerine göre, malullük sigortasından
sağlanan yardım esas olarak malullük aylığının bağlanmasıdır. 506 sayılı
Kanun’da, 6900 sayılı Kanun’un aksine, malullük aylığı bağlanabilmesi için
gerekli şartları sağlayamayanlara, ödenen sigorta primlerinin iadesinin
öngörüldüğü toptan ödeme imkânını tanınmamıştır.
Malullük aylıkları kapsamına aldığı kişileri emeklilik rejimleri
dışına çıkarıp, onlara emeklilik öncesi aylık alabilme imkanı sunarlar, hiç
kimsenin kendi isteği ile sakat kalmayacağının kabulü karşısında malullük
emeklilik rejiminden ayrılır. Bu hal sosyal sigortaların prim sisteminden
ayrıksı bir durum yaratır ve bu nedenle yapılan parasal yardımlar alınan
primler karşılığı olarak görülmez.
Malullük karşılığı getirilen sosyal korumanın ülke ekonomisi,
sosyal hukuk devleti anlayışı ve politikası ile doğrudan ilgisi olmadığı da
söylenemeyecek ise de, dikkat çekilmesi gereken en önemli noktalardan biriside
yasaya göre malullük sigortasından yararlanmaya başlayan sigortalının aylığı
almaya devam edebilmesi için 506 sayılı Kanun’a tabi bir işte çalışmaması
gerektiğidir. Bu aylığın kesilmesi için sebep, SİGORTALININ Bağ-Kur veya Emekli
Sandığına tabi bir işte değil de sadece 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı
bir işte çalışırsa aylığın kesilecek olmasıdır. Bu farklılık ise 506
sayılı yasaya tabii çalışmanın hangi nedenle diğer yasa çalışanlarından farklı
bir sonuç yarattığı, sosyal güvenlik hakkının bu yasa nedeniyle neden farklı
yorumlandığı ve uygulandığı sorularını beraberinde getirmektedir.
İtiraz konusu kuralın, uğradığı değişikliklerde dikkate alınıp,
aylıkların kesileceğini söyleyen ve 1964 yılından beri varlığını koruyan bu 58.
maddenin anlam, kapsam ve güttüğü amacı öğrenmek için yapılan mevzuat
incelemesinde, kanun koyucunun söz konusu ilkeyi benimsemesine neden olan
saikin ne olduğuna dair net bir açıklamaya rastlanılmamıştır. (TBMM
TD,D.23, YY.2, SS.43)
5510 sayılı Yasa’nın ilgili hüküm gerekçesine bakarak, malullük
aylığının kişinin çalışamayacağının kabul edilmesi şeklindeki sınırlı bir esasa
dayandırıldığının kabulü halinde ise, malul bile olsa çalışabilene aylık
bağlanması nedeninin kaldırılması halinin, çalışan malul kişinin adeta fiziki
ve sosyal tüm mağduriyetlerinin tümünün ortadan kalktığı, sanki eski haline
döndüğü gibi bir kabul üzerine kurulduğu izlenimi verdiği ancak dosyamızdaki
%90 görme kabiliyetini yitirmiş malul kişi ile %100 görme kabiliyetli sağlıklı
bir kişiyi aynı statüde gören anlayışın kabul edilebilecek sosyal ve adil yanı
bulunmamaktadır. Yine bu kabul malul ile malul olmayanın eşit şart ve maddi
koşulda çalışır ve aynı geliri elde edebilirler anlayışı yaratıyorsa bu da
Anayasa’nın 61/2 fıkrasındaki olgu ve yükümlülüğe aykırı düşmektedir.
Nitekim yeniden çalışılması halinde malullük aylığının kesilmesi
hususu, doktrindeki birtakım yazarlarca eleştirilmiştir. Bu hususu
eleştirenlerden AKIN’a göre; her şeyden önce malul kişinin çalışamayacağını
kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. Zira malul sayılabilmek için çalışma ya
da kazanma gücünü %100 oranında kaybetmek gerekmez. % 60 ya da % 66'lık
kayıplar malul sayılmak için yetmektedir ki bu kişilerin hâla çalışma ve
kazanma güçleri vardır. Dolayısıyla malullük aylığı alan bir sigortalının
çalışmaya başlaması, büyük bir şanstır. O nedenle engellenmemelidir. Bu
çalışmanın o kimseye yönelik ekonomik katkıları dışında rehabilitasyon
sağlayacağı da düşünülmelidir. Bir ayağını kaybetmiş ve çok düşük bir malullük
aylığına hak kazanmış bir sigortalının çalışabileceği bir iş bulabilme imkânı
zaten çok düşüktür. Bu güçlüğü aşmış olması ise o kimsenin yaşama bağlanması ve
ekonomik açıdan kendini daha güçlü hissetmesini sağlayacaktır. Bu önemli sonuç,
salt istihdam yaratma kaygısıyla bertaraf edilmemelidir. İstihdam yaratmak,
güçlükle iş bulabilmiş bir avuç malulün aylığını keserek onları çalışmaktan
caydırmakla değil, yeni yatırımlarla yeni iş sahaları açarak sağlanabilir.
Sosyal devletten beklenen, vatandaşlarının sosyal refaha ulaşma çabalarını
engellemek değil aksine, bunu kolaylaştırıcı adımlar atmaktır.
CANBOLAT’a göre; kanun koyucuyu böyle bir düzenlemeye iten neden,
yeniden çalışmaya başlayan kişinin malullük durumunun zamanla kalkmış
olabileceği ve sigortalının yeniden çalışmaya başlamasıyla uğramış olduğu gelir
kaybı ve gider artışının kalkmış olduğu düşüncesidir. Ülkemiz koşullarında
insanların malullük aylığının yetmemesinden ötürü sağlığı pahasına sakat sakat
çalışma zorunluluğunun duyulmuş olması mümkündür. Kaldı ki malul sigortalı
yeniden çalışmaya başlasa da onun aynı işi yapabilmesi için malul olmayan diğer
sigortalılardan daha fazla güç sarf edeceği ortadadır. “Yeniden çalışmaya
başlamış olması” olgusu nedeniyle değil ancak, malullük halinin ortadan kalkmış
olması durumunda aylığın kesilmesi gerekir. Kurum, bu durumda sigortalıyı 57. maddeye
göre muayeneye çağırmalı ve yapılan kontrol muayenesinin neticesine göre karar
vermelidir.
Yeniden çalışılmaya başlandığı takdirde malullük aylığının
kesilmesini eleştiren yazarlardan biri de KERİMOĞLU’dur. Yazara göre; malullük
aylığının sigortalının gelir kayıplarını karşıladığı görüşü, ülkemizdeki geçim
şartlarının güçlüğü ve malullük aylığının yetersizliği karşısında dayanaktan
yoksun kalmaktadır. Sigortalının çalışması ve malullük durumunun bağdaşmadığı
görüşü ise kabul edilemez. Zira kişinin malullük durumu ortadan kalkmamasına
rağmen malul kişinin bu durumuna uygun sigortalı işlerde çalışması mümkün
olabilir. Böylece malul kişi, kendisine ve ailesine ek gelir sağlamanın
yanında, malullüğünün kendisinde yarattığı olumsuz psikolojik etkileri de
azaltma fırsatı bulabilecektir. Öte yandan, Kurum sigortalıyı her zaman kontrol
muayenesine tabi tutarak malullük koşulunun değişip değişmediğini tespit etmek
hakkına sahiptir. Düzenlemenin amaçlarından bir diğeri olduğu ifade edilen,
Kurumdan malullük aylığı almakta olanları iş gücü piyasası dışında tutarak
diğer kişilere iş olanağı sağlamak olgusu ise yine kabul edilemez. Zira malul
kişinin iş piyasasında kendine bir yer bulma şansı sağlıklı kişilere oranla
zaten çok daha azdır. Diğer yandan, malul olan kişinin malul olmayanlara oranla
çok daha az bir ücret alabileceği de bir gerçektir. Bu sebeple, burada ortaya
çıkan menfaatler dengesinde tercih malul sigortalı lehine kullanılmalıdır.
ÇENBERCİ de benzer görüşleri ileri sürmüştür. ÇENBERCİ’ye göre,
malullük aylığının kesilmesinde şu iki varsayım etkili olmuştur. Bunlardan
ilkine göre, malul sigortalının yeniden çalışması, malullük durumunun zamanla
kalkmış olduğunu gösterir. Maddenin ikinci fıkrasında tekrar malullük aylığı
bağlanması isteyen sigortalının kontrol muayenesine bağlı tutulması, böyle bir
varsayımdan hareket edildiğini göstermektedir. İkinci varsayım ise,
sigortalının yeniden çalışmaya başlamakla malullük olgusunun sonucu olan gelir
kaybını ve gider artışını bizzat karşılamak olanağını elde etmiş bulunduğu
düşüncesine dayanmaktadır. Bununla beraber, malul sigortalının aylığının
yetmemesinden ötürü sağlığı pahasına sakat sakat çalışmak zorunluluğunu duymuş
olması her zaman için olasıdır. Bundan başka, sigortalının sigortalı olmayarak
çalıştığı ve kazanç elde ettiği durumlarda da aynı varsayımların söz konusu
edilmesi gerekir. Bu yönden, anılan varsayımların geçerlikleri geniş ölçüde
kuşkulu kalmaktadır. “Sigortalı olarak çalışanın malullük aylığı kesilir”
şeklindeki esasın sosyal sigorta yardımı gören işçilerin çalışmalarını önlemek
ve böylece onların sağlıklarını korumak amacına yönelik bulunduğu
düşünülebilir. Bu takdirde aynı yaptırımın, malulün diğer işlerde çalışması
durumunda dahi uygulanması gerekirdi. Kanun koyucunun istihdam politikasına
ilişkin düşünce ve kaygılarla bu esası gördüğü savına karşı da gene aynı
itirazları ileri sürmek mümkündür. Bu nedenlerle, yeniden sigortalı olarak
çalışmaya başlayanların malullük aylıklarının kesilmesindeki isabet
tartışılabilir.
Anılan görüşlerin Anayasa’nın 5., 10/3., 49. ve 61/2. maddelerine
uygun olmadığı söylenemez.
Bugün Demokratik sosyal bir hukuk devleti nitelemesine sahip
Anayasası ile, dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içinde olan Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin, olağanüstü bir halde bile ülkesinde barındırdığı 3
milyon mülteciye milyarlarca dolar kaynak aktarabilme yeteneği de göz önüne
alındığında, varlıkları aktüeryal dengeleri bozduğu söylenemeyecek bir avuç
yeniden 506 sayılı yasa kapsamında iş bulmuş, sağlığının en az 2/3’ünü
yitirdiği tespitli bireyinin, malullük aylığının yeni bir iş buldu diye
kesilmesi Anayasamız yanında insan hakları evrensel bildirgesinin 22.
maddesinde yerini bulan “sosyal güvenlik, bireyin onuru, kişiliğinin
geliştirilmesi kaçınılmaz, sosyal ve kültürel hakların tatmin edilmesi esasına
dayanır” diyen insan kişiliğini, gelişmesini ve mutluluğunu esas alan temel
ilke ve politikalara da ayrıca aykırı düşecektir.
Sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayan, engellinin toplum hayatına
intibakını önleyici, malul olmanın herkesin çalışma hakkına sahip olduğu
hakkına getirilmiş bir sınırlama gibi algılanmasına sebep olan itiraz konusu
kural Anayasa’nın 5., 49. ve 61/2 maddelerine aykırılık taşıdığından çoğunluk
görüşüne katılınmamıştır.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi tarafından bakılmakta olan davada,
31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’nun, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle
değiştirilen 27. maddesinin üçüncü fıkrasının bir bölümü ile 17.7.1964 tarihli
ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun, 16.10.2007 tarihli ve 5698 sayılı
Kanun’un 1. maddesiyle yapılan değişiklik öncesi yürürlükte bulunan 58.
maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Mahkememize başvurulmuş, yapılan
ilk incelemede 506 sayılı Kanun’un 58. maddesinin birinci fıkrasının esasının
incelenmesine oybirliğiyle karar verilirken, çoğunluk tarafından 5510 sayılı
Kanun’un 27. maddesinin üçüncü fıkrasının “Malûllük aylığı almakta iken
bu Kanuna göre veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaya
başlayanların malûllük aylıkları, çalışmaya başladıkları tarihi takip eden
ödeme dönemi başında kesilir…” bölümünün, itiraz başvurusunda bulunan
Mahkemenin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu bölüme
ilişkin başvurunun Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddine karar verilmiştir.
2. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin önündeki uyuşmazlık davacı
tarafından davalı Sosyal Güvenlik Kurumu aleyhine açılan davanın yapılan
yargılaması sonucunda Bakırköy 2. İş Mahkemesinin 23.12.2014 tarihli,
E:2013/763 ve K:2014/551 sayı ile verilen red kararının temyiz incelemesine
ilişkin bulunmaktadır.
3. Davacı tarafından, Kurum tarafından kendisine maluliyet aylığı
bağlandığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu aracılığıyla iş bulunması üzerine maluliyet
aylığı alırken çalışmaya başladığı, yaklaşık yedi yıl geçtikten sonra çalışmaya
başlaması nedeniyle maluliyet aylığının kesilmesinin ve Kurum tarafından
kendisine ödenen aylıkların faiziyle birlikte geri istenmesinin hukuka aykırı
olduğu iddia edilmiştir.
4. Davalı Kurum ise yapılan işlemin 5510 sayılı Kanun’un 27.
maddesinin üçüncü fıkrasına uygun olduğu ve davanın reddine karar verilmesi
gerektiği yönünde savunma bildirmiştir.
5. Yargıtay Dairesi başvuru kararında elindeki işte uyuşmazlığın
Kurum uygulamasının 5510 sayılı Kanun’un 27. maddesinin üçüncü fıkrasına ve
sigortalının çalışmaya başladığı tarihte yürürlükte olan ve halen uygulanan 506
sayılı Kanun’un 58. maddesine uygun olup olmadığı noktasında olduğunu açıkça
belirtmiştir.
6. Çoğunluk gerekçesinde, uyuşmazlığa 5510 sayılı Kanun’un 27.
maddesinin üçüncü fıkrasının değil, 506 sayılı Kanun’un 58. maddesinin
uygulanacağı kabul edilerek 5510 sayılı Kanun’un 27. maddesinin üçüncü
fıkrasının davada uygulanacak kural olmadığı sonucuna varılmıştır.
7. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki Kanun’un 40. maddesi hükmü uyarınca yapılacak ilk incelemede itiraz
konusu kuralın, itiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu davada
uygulanacak yasa kuralı olup olmadığı hususunun belirlenmesi
gerekmektedir. “Uygulanacak yasa kuralı” kavramı, bir davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan ya da
tarafların istek ve savunmaları çerçevesinde bir karar vermek için göz önünde
tutulması gereken kuralları ifade etmekte olup, uygulanacak yasa kuralı,
bakılmakta olan davayı yürütmeye, uyuşmazlığı çözmeye, davayı sona erdirmeye
veya kararın dayanağını oluşturmaya yarayacak kural olarak tanımlanmaktadır. Bu
tanımdan da anlaşılabileceği gibi uygulanacak kural yalnızca dava açan belgede,
dava dilekçesinde veya iddianamede belirtilen kanun maddelerinden ibaret olarak
anlaşılamaz.
8. Ayrıca, uygulanacak kuralın tespiti bakımından yerel mahkemeler
ile temyiz mahkemelerinin farklı değerlendirilmesi de gerekebilir. Yerel
mahkemelerin, bakmakta oldukları davada uygulayacakları kural davanın
niteliğine göre uyuşmazlığı çözmesi beklenen kural olarak değerlendirilebilecek
iken, temyiz mercii açısından uyuşmazlığı çözerken göz önünde bulunduracağı farklı
mevzuat hükümleri uygulanacak kural olarak nitelendirilebilir. Temyiz merciinin
incelemesi bakımından uygulanacak kural olarak değerlendirilmesi gereken bir
kural, temyiz merciinin yaptığı belirlemeden sonra yerel mahkeme açısından
uygulanacak kural olmaktan çıkabilir. Ancak, yerel mahkemenin temyiz merciinin
bu kararına uymayıp direnmesi halinde dahi uygulanmasını öngördüğü kural
uygulanacak kural olarak nitelendirilebilir. Yine yerel mahkemelerde dahi, dava
açan belgeye göre uygulanacak kural olarak görülmesi gereken kuralların
ilerleyen aşamalarda ortaya çıkan gelişmelerle uygulanabilir olmaktan çıkması
veya farklı kuralların davada uygulanma olasılığının gündeme gelmesi de
mümkündür. Bu nedenle uyuşmazlığa uygulanacak mevzuat hükümlerinin ilgili yargı
kolu süreci içerisinde teknik ve dinamik bir inceleme sonrasında
belirlenebilir. Anayasa Mahkemesinin yapması gereken, yersiz başvuruları tespit
edip reddetmekle birlikte, yargılama sürecine müdahale etmeksizin itiraz yoluna
başvurma açısından iptali istenilen kuralın uyuşmazlığın çözümünde etkili bir
kural olup olmadığını geniş bir anlayışla belirleyerek iptal istemini
incelemekten ibarettir.
9. Anayasa Mahkemesinin, itiraz yolu ile kendisine gelen
başvurularda, kendisini davaya bakan mahkemenin yerine koyarak onun uzmanlık
alanına giren hususlarda davanın hangi kurallara göre sonuçlandırılması
gerektiği konusunda belirleyici değerlendirmeler yapması da işleviyle
bağdaşmayan bir yaklaşımdır. Eldeki işte, itiraz yoluyla başvuran Yargıtay 21.
Hukuk Dairesi başvuru dilekçesinde, somut olaya uygulandığını ifade ettiği
kuralla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Bu açıdan itiraz konusu
kuralın uygulanacak kural olarak kabul edilmesi gerekir.
10. Yukarıda da belirtildiği gibi, uygulanacak kural, davanın
değişik evrelerinde ortaya çıkan sorunların çözümünde veya davayı
sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde etki yapacak nitelikte bulunan ya da
tarafların istek ve savunmaları çerçevesinde bir karar vermek için göz önünde
tutulması gereken kuralları ifade eder. Eldeki işte, Başvuran Yargıtay
Dairesinin önünde devam eden yargılama sırasında davalı Sosyal Güvenlik
Kurumunun yapılan işlemin 5510 sayılı Kanun’un 27. maddesinin üçüncü fıkrasına
uygun olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğine yönelik
savunması dahi kuralı Yargıtay Dairesinin gözetmesini, yani uygulamasını
gerektiren bir olgudur. Başka bir anlatımla, başlı başına bu iddianın
karşılanması zorunluluğu bile itiraz konusu kuralı uygulanacak kural haline
getirmeye yeterlidir. Zira itiraz yoluna başvuran Yargıtay 12. Hukuk Dairesi
bakmakta olduğu davada, davalı Sosyal Güvenlik Kurumunun, itiraz konusu kural
nedeniyle temyiz talebinin reddi gerektiğine yönelik iddiasını değerlendirirken
kararın dayanaklarını belirlemek ve maddi uyuşmazlığa hangi tarihteki mevzuat
hükümlerinin uygulanacağını belirlemek zorundadır. Kaldı ki, eldeki işte davalı
Kurumun davalı aleyhine sonuç doğuran uyuşmazlığa konu 2.7.2013 tarihli işlemi
31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu’nun, 17.4.2008 tarihli ve 5754 sayılı Kanun’un 15. maddesiyle
değiştirilen 27. maddesinin üçüncü fıkrası ile birlikte Sosyal Sigortalar Genel
Müdürlüğünün 22.7.2011 tarihli, 2011/58 sayılı Genelgesi’nin “Malüllük
sigortası” başlıklı 2. bölümünün “Malüllük aylığının kesilmesi
ve yeniden başlaması” 6. maddesine dayanılarak tesis edilmiştir.
11. Eldeki işe konu süreçte davalı Kurumun davacı aleyhine olan
işlemi ve temyiz isteminin reddine yönelik talebi itiraz konusu kurala da
dayandırıldığından, Yargıtay Dairesi talebin kabulüne veya reddine de karar
verse, her iki halde de bu kuralı gözeterek temyiz talebine yönelik uyuşmazlığı
olumlu veya olumsuz biçimde çözümleyecektir. Somut olayda hangi Kanun
hükümlerinin uygulanması gerekeceği teknik bir konu olup, temyiz merciinin
takdirindedir. Anayasa Mahkemesinin teknik konularda temyiz merciinin yerine
geçerek uyuşmazlığın esasına uygulanması gereken kuralın hangisi olduğu
konusunda değerlendirme yapması görev sınırları kapsamında görülemez. Bu
durumda, Mahkemenin davada bu kuralı uygulayarak uyuşmazlığı çözeceği açık
olup, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi tarafından aykırılığı iddiasıyla re’sen
başvurulan bu kuralın anayasal denetiminin yapılmasındaki hukuki yarar açıktır.
12. İtiraz yolunda mahkemelerin bakılmakta olan davada
uygulayacakları kural aleyhine Anayasaya aykırılık itirazında
bulunabileceklerine ilişkin düzenleme, mahkemelerin yargılama konusu ile ilgili
olmayan ve bakılmakta olan davada ortaya çıkan uyuşmazlıkların konusunu
oluşturmayan yerli yersiz konularda bu yolu kullanmalarına engel olmak amacıyla
getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi verdiği birçok kararda uygulanacak kural
kavramını olabildiğince geniş yorumlamış ve itiraz yolunun etkin biçimde
işleyebilmesine imkân sağlamıştır. Nitekim Mahkemenin birçok kararında
uygulanacak kural kavramı, bir davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan
sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde
etki yapacak nitelikte bulunan ya da tarafların istek ve savunmaları çerçevesinde
bir karar vermek için göz önünde tutulması gereken kurallar olarak
tanımlanmıştır. Bu yaklaşım hukuk devletinin korunması anlayışına daha
uygundur. Anayasa yargısının en önemli işlevlerinden biri, iptal ve itiraz
davaları sırasında Anayasa’ya aykırılığı saptanan kuralları ayıklayarak hukuk
devletinin tüm çağdaş nitelikleriyle gerçekleşmesine katkıda
bulunmaktır.
13. Çoğunluk tarafından benimsenen görüş esas alınmak ve itiraz
yoluyla gelen başvurularda bu kavram çok dar yorumlanmak suretiyle başvuruların “bakılmakta
olan davada uygulanacak kural olmaması” gerekçesiyle esası
incelenmeksizin reddine karar verilmesi halinde, bu nitelikte olan, Anayasaya
aykırılığı açık birçok düzenleme yönünden itiraz yoluyla başvuru imkânı ortadan
kaldırılmış olacaktır. Böyle bir uygulamanın ise, Anayasa Mahkemesinin varlık
nedeni, uzmanlık alanı, itiraz yoluna başvuru yolunun tanınmasındaki temel
espri ve Anayasa’ya aykırı düzenlemelerin evleviyetle ayıklanması düşüncesi ile
bağdaşmayacağı açıktır.
14. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kuralın ilgili bölümünün
iptaline yönelik başvurunun da esasının incelenmesi gerektiği düşüncesinde
olduğumuzdan, kuralın itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin bakmakta olduğu
davada uygulanma imkânı bulunmadığından, başvurunun Mahkemenin yetkisizliği
nedeniyle reddine yönelik çoğunluk görüşüne katılmadık.
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Alparslan
ALTAN
|