"...
II. 6723 SAYILI KANUN’UN
“YÜRÜRLÜK” KOŞULU BEKLENMEKSİZİN
“VARLIK” KOŞULU YETERLİ
GÖRÜLEREK İŞBU DAVANIN AÇILMASININ GEREKÇELERİ
Anayasa’nın 7. maddesine göre,
yasama yetkisi TBMM’ye aittir. Anayasa’nın 87.
maddesinde de TBMM’ye ait
yetkilerin kapsamı belirlenmektedir. Bu sürecin, Genel Kurul’un “Kabûl”
iradesiyle tamamlanacağı kuşkusuzdur. Yasama organından sâdır olan bir norm, bir
kanun, TBMM Genel Kurulunda oylanıp kabûl edilmekle, artık hukuk âleminde
hayâtiyet kazanmış, vâr olmuş demektir. 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, TBMM Genel Kurulu’nda 01.07.2016
tarihinde kabûl edilmekle artık hayâtiyet kazanmış ve hukuk âleminde vâr
olmuştur.
Kanunların Cumhurbaşkanınca
yayımlanması ya da halkoyuna sunulması işlemi, doğası gereği kanunların “varlık
koşulu” niteliğinde değildir. Anayasa’nın 89. maddesinden de anlaşılacağı gibi,
kanunlar, TBMM Genel Kurulunun iradesiyle “varlık” (hayâtiyet) kazanır ve
Cumhurbaşkanınca Resmi Gazete’de yayımlanmakla yürürlüğe girer. Diğer yandan,
Anayasa’nın “Dava açma süresi” başlıklı 151. maddesinde “Anayasa Mahkemesinde
doğrudan doğruya iptal davası açma hakkı, iptali istenen kanun, kanun hükmünde
kararname veya içtüzüğün Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altmış gün
sonra düşer.” denilmektedir. Bu madde hükmünden de anlaşılacağı üzere, buradaki
60 günlük süre, “hak düşürücü” süredir. Bu hak düşürücü sürenin başlangıcı ise,
Resmi Gazete’de yayımlanma tarihidir. Fakat buradan, şekil ya da esas yönünden
iptal davası açabilmek için ilgili kanunun ille de Resmi Gazete’de
yayımlanmasını beklemek gerektiği sonucuna varılmaz. Çünkü hak düşürücü sürenin
ne zaman dolduğuna ve hakkın ne zaman kullanılmaya başlayacağına ilişkin
süreler, farklı kavramlardır.
Anayasa Mahkemesi Üyesi Sayın
Osman Paksüt, Anayasa Mahkemesinin E. 2014/46
K. 2014/38 kararına yazdığı
Karşı Oy yazısında, haklı olarak aşağıda yer alan gerekçeyi belirtmiştir:
“Hak düşürücü sürenin ne zaman
dolduğu ile hakkın ne zaman kullanılmaya başlayacağı farklı şeylerdir. Ceza
muhakemesinde, temyiz itirazlarının gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15
gün içinde Yargıtaya sunulacağı sebep gösterilerek, sanığın veya avukatının
gerekçeli kararın tebliğinden önce öğrendiği ilk derece mahkemesinin kararına
ilişkin itirazlarını içeren dilekçe Yargıtayca incelenmezlik edilemez. İdari
yargıda, yükümlünün hak ve menfaatlerini ilgilendiren bir idari işlem tesis
edildiğini yetkili makamlarca yapılacak yazılı bildirim dışında başka yollarla
öğrenmiş olması üzerine açılan davada, usulüne uygun tebliğ yapılmadıkça dava
süresi başlamayacağından, işlemi öğrenme tarihinden söz edilerek davanın süre
aşımı yönünden ret edilmesinde yasal isabet olmadığı, yazılı bildirim
olmamasına rağmen işlemin varlığı haricen öğrenilerek açılan davanın
incelenmesine engel bulunmadığı, bu durumda vaktinden önce açılan bir davadan
söz edilemeyeceği, Danıştay 4. Dairesinin 28.12.1987 tarihli, E:1987/5041,
K:1987/4133 sayılı kararında belirtilmiştir. Kamu hukuku alanındaki bir konu
olan Anayasa Mahkemesinde iptal davası açma hakkının, özel hukuktaki alacağın muacceliyet
kesbetmesi veya bir senedin vadesinin gelmesi mantığıyla yorumlanması,
kanaatimce doğru olmamıştır. Maddede dava açma hakkının başlangıcı konusunda
boşluk mevcut olduğundan, "hâkimin hukuk yaratması" ilkesine uygun
olarak, Mahkemece bu hakkın, iptal istemine konu olan kanunun Resmî Gazetede
yayımlanmasından önce de kullanılabileceğine hükmedilmesine, Anayasa'nın lafzı
yönünden bir engel bulunmamaktadır.”
Gerek Anayasa’nın 151.
maddesinde ve gerekse 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun’un 67. maddesinde öngörülen dava açma sürelerinin,
Resmi Gazete’de yayımlanma tarihinden itibaren başlaması gerektiğini öngören
düzenlemeler hak düşürücü süreyi tanımlayan düzenlemelerdir. Bu nedenle, bir
yasama tasarrufunun Resmi Gazete’de yayımlanması sadece “yürürlük” koşuludur;
“varlık” koşulu değildir. Kanunlar, TBMM Genel Kurulunun “kabûl” iradesinin
tezâhürü ile birlikte “varlık” kazanırlar ve böylece hukuk âleminde vâr
olurlar. İşte, kanaatimizce, bu “varlık” koşulunun gerçekleşmesi, Anayasa
Mahkemesi’ne iptal davası açabilmek (ya da olayımızda olduğu gibi aynı zamanda
“yokluk” isteminde bulunabilmek) için yeterlidir; “yürürlük” koşulunun da
gerçekleşmesini (yâni, Resmi Gazetede yayımlanmasını) beklemeye hâcet bulunmamaktadır.
Zira, Anayasa’nın 7., 87. ve
175. maddeleri uyarınca, olağan kanun ya da Anayasa değişikliği niteliğindeki
her bir tasarrufun TBMM’nin yetki alanına girdiği açıktır. Anayasa, TBMM’nin bu
yetkisini, “yürürlük koşullarını yerine getiren ya da getirmeyen yasalar
bakımından herhangi bir ayrım yapmaksızın” tanımaktadır. TBMM’nin hukuksal
tasarrufları, Anayasadaki ayrık durumlar dışında, Anayasa Mahkemesi’nin
denetimine tâbidir.
Nitekim 19.2.2008 tarih ve
26792 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 27.11.2007 tarih
ve Esas: 2007/99, Karar: 2007/86 sayılı Kararında;
“… Anayasanın 7., 87. ve 175.
maddeleri uyarınca, olağan yasa ya da Anayasa değişikliği niteliğindeki her bir
tasarrufun TBMM'nin yetki alanına girdiği açıktır. Anayasa TBMM'nin bu
yetkisini yürürlük koşullarını yerine getiren ya da getirmeyen yasalar
bakımından herhangi bir ayrım yapmaksızın tanımaktadır.
TBMM'nin hukuksal tasarrufları,
Anayasa’daki ayrık durumlar dışında, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasa değişikliklerini şekil bakımdan denetleme
yetkisi, Anayasa’nın 148. maddesinin 2. fıkrasında referanduma
sunulan-sunulmayan ve yürürlüğe giren-girmeyen yönünden herhangi bir ayrıma
tabi tutulamaz. Nitekim Anayasa Mahkemesi halkoyuna sunulduğundan dolayı henüz
yürürlüğe girmediği halde, istem üzerine 5678 sayılı Anayasa Değişiklikleri
Hakkında Kanun’un Anayasa’ya uygunluğunu denetlemiştir…”
Demek suretiyle, henüz
yürürlüğe girmemiş olan bir yasama tasarrufunun Anayasa’ya uygunluğunu
denetlemekte herhangi bir sakınca görmemiştir. Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi
aynı Kararında aynen şu görüşe yer vermiştir:
“… Değişikliğin henüz
yürürlüğe girmemiş olması bu sonucu değiştirmemektedir. Yasanın yürürlüğe
girmesi tali kurucu iktidar olarak TBMM'yi değil, diğer devlet organlarını ve
bireyleri bağlayıcı olabilmesinin önkoşuludur…”
Görüldüğü gibi, Anayasa
Mahkemesi, bu görüşü ile “kanunların yürürlüğe girmesini tâli kurucu iktidar
olarak TBMM’yi değil, diğer devlet organlarını ve bireyleri bağlayıcı
olabilmesinin ön-koşulu” olarak görmektedir. Kaldı ki, Anayasamızda ve hukuk
düzenimizde (mevzuâtımızda), kanunların, yürürlük öncesi (A priori) yargısal
denetimini yasaklayan (yargısal denetim yolunu kapayan) herhangi bir hüküm mevcut
değildir.
Dolayısı ile aşağıda ayrıntılı
biçimde açıklamaya çalıştığımız veçhile, sakat bir yetkiye ve amaca dayanılarak
ihdâs olunan bir kanunun -dava konusu olayımızda olduğu gibi- Anayasa’nın 89.
maddesindeki prosedürün tamamlanması ve Cumhurbaşkanınca yayımlanması (yürürlük
koşulu) beklenmeksizin “yokluğunun tespiti”nin ya da “iptali”nin istenmesi
olanaklıdır. Bu itibarla, dava konusu 6723 sayılı Kanun’un TBMM Genel Kurulunca
kabûlü (varlık koşulu) yeterli görülmüş ve dava konusunun “önemi”, “hassâsiyeti”
ve “âciliyeti” gözetilerek 6723 sayılı Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlanması
(yürürlük koşulu) beklenmeksizin yargısal denetiminin sağlanabilmesi bakımından
işbu dava açılmıştır.
III. YOKLUK İSTEMİNE İLİŞKİN
İDDİALARIN GEREKÇELERİ
Geleneksel kamu hukuku
doktrinine göre, bir hukukî işlemin, “çok ağır bir sakatlık” ile malûl olması
durumunda bu işlem “yok hükmünde” sayılır (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku,
Bursa, 2000, sh.949 vd.). Yokluk, bir kurala vücut veren iradenin mevcut olmamasıdır.
Bu nedenle, yasama işleminin yok sayılabilmesi, ancak ağır bir yetki gaspı
halinde mümkündür. Hukukî işlemin, yani kanunun geçerliliği üzerinde “iptal”den
daha ağır bir hukuka aykırılık hâli, “yokluk”tur. Dava konusu yaptığımız somut
olayda olduğu gibi, kanunla yargısal denetimi etkisiz bırakacak düzenleme,
“tipik ve ağır bir yetki gaspı” olup, hukukî işlemin yokluğu sonucunu zorunlu
olarak doğurur. Bu durum, Anayasamızda öngörülen “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin
sonu demektir. Başka bir deyişle, dava konusu yaptığımız 6723 sayılı Kanun ile
öngörülen düzenleme, yargısal denetimin olası bir aykırılığının yaptırımı
etkisiz bırakma amacını güttüğü için açık ve ağır bir yetki gasbıdır, yaptırımı
ise “yokluk”tur.
Nitekim 6723 sayılı Kanunun
Resmi Gazete’de yayımlandığı anda gerek Danıştay’da gerekse Yargıtay’da bazı
yargıçların görevi sona ermektedir. Hiç kuşku yok ki 6723 sayılı Kanun’la
getirilen düzenlemelerin Resmi Gazete’de yayımını takiben derhal hayata
geçirilmesi amaçlanmakta olup, bu durum, ileride yargısal denetim sonucunda
verilecek olası bir yürürlüğün durdurulması ve iptal kararını etkisiz bırakma
amacını güttüğünden, “açık” ve “ağır” bir “yetki gasbını” ortaya çıkaracaktır.
Bu itibarla, somut olayda, “iptal” yaptırımından daha ileri bir yaptırım
gerekmektedir. Bu da ancak dava konusu 6723 sayılı Kanun ile Anayasa’ya aykırı
olarak getirilen düzenlemelerin Anayasa Mahkemesince “yok hükmünde sayılması”
ile mümkündür.
“Yokluk” ve “iptal” farklı
kavramlardır. Yokluk (inexistence), işlemin başından beri hükümsüz sayılması
anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesi kimi kararlarında “yokluk” konusundaki
görüşlerini açıklamıştır. Örneğin, 21186 sayılı Resmi Gazete'nin mükerrer
sayısında yayımlanan "1992 Mali Yılı Bütçe Kanunu'nun 1. maddesine bağlı (A)
işaretli cetvelinde gösterilen Kültür Bakanlığı kısmı ile bu kısmın unsurlarını
ve açıklamalarını içeren bölümlerinin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek
iptaline” ilişkin olarak verdiği bir kararda, özetle, “Yönetim hukukunda
yokluk, bir hukuksal işlemin hiç doğmamış, hukuk âlemine çıkmamış sayılması
sonucunu doğurur. Bu bağlamda, Anayasa yargısında yasama işlemlerinin yok
sayılabilmesi ancak yetki ve görev gasbı ya da çok ağır biçim eksikliği
durumlarında söz konusu olabilir.” demek suretiyle “yokluk” konusundaki
düşüncesini açıklamıştır (Anayasa Mahkemesi’nin 17.9.1992 gün ve E.1992/26,
K.1992/48 sayılı Kararı). Dolayısı ile Anayasa Mahkemesi, iptalden daha ileri
bir tartışma yapabilmek için iptal sebeplerinden daha ağır hukuka aykırılık
sebebi aranacağını belirterek bunun yaptırımının
“yokluk” olacağına işaret
etmiştir.
Kezâ Anayasa Mahkemesinin
24.5.1988 gün ve E.1988/11, K.1988/11 sayılı Kararına ekli karşı oy yazısında
üye Muammer Turan, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bir kanunun tekrar
kabûl edilmesi durumunda, bu ikinci kanunun “mutlak butlanla batıl sayılıp,
çıkartıldığı günden itibaren geçerli olmadığına” hükmedilmesi gerektiği yönünde
görüş bildirmiştir (Muammer Turan’ın Karşı Oy Yazısı, Anayasa Mahkemesi
Kararlar Dergisi, Sayı 24, sh.170). Daha yakın zamanda da 17.10.1996 gün ve
E.1996/4, K.1996/39 sayılı Karara ekli karşı oy yazısında (Anayasa Mahkemesi
Kararlar Dergisi, Sayı 32, Cilt 2, sh.844 vd.) ve 13.5.1998 gün ve E.1996/51,
K.1998/17 sayılı Karara ekli karşı oy yazısında (Anayasa Mahkemesi Kararlar
Dergisi, Sayı 35, Cilt 1, sh.178 vd.), üye Mustafa Bumin, Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilen kanunun tekrar çıkarılmasının bir “ağır ihlâl” olduğunu
belirtmiş ve böyle bir kanunun “iptal” değil, “yokluk” saptanılarak davanın
reddine karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Nihayet, Anayasa
Mahkemesi’nin 13.5.1998 gün ve E.1996/51, K.1998/17 sayılı Karara ekli karşı oy
yazılarında üyeler Yalçın Acargün, Mustafa Yakupoğlu ve Fulya Kantarcıoğlu
karşı oy yazılarında, iptal edilen kanunun yerine yeni kanun yapılması
durumunda söz konusu kanunun karşılaşması gereken yaptırımın “iptal” değil,
“yok hükmünde sayılması” olduğunu belirtmişlerdir (Anayasa Mahkemesi Kararlar
Dergisi, Sayı 35, Cilt 1, sh.175-178; Kemal Gözler, a.g.e, sh.951, dipnot:262).
Diğer yandan, bir hukukî
işlemin yetki unsuru bakımından sağlıklı ve geçerli sayılabilmesi, yetkili bir
organ tarafından yapılmasının yanısıra, yetkinin Anayasa’nın çizdiği alan
içerisinde ve Anayasa’ya uygun olarak kullanılmasını da gerektirir. Burada
Anayasa kuralları ve bu kurallara uygunluk koşulu, yasama yetkisi için bir
sınır oluşturmaktadır. Dava konusu yaptığımız 6723 sayılı Kanun’la yapılan
düzenlemelerde ise yasama yetkisinin bu sınır aşılarak ve saptırılarak kullanıldığı
görülmektedir. Bu bağlamda, öncelikle, 6723 sayılı Kanun’un ihdâsı sırasında
yasama yetkisi, Anayasa’nın 2. maddesinde öngörülen “demokratik hukuk devleti”
ilkesine aykırı biçimde kullanılmıştır. Yasama yetkisinin böyle bir değişikliği
gerçekleştirmek için kullanılmasının, Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devleti ilkesi ile de çeliştiği yadsınamaz. “Hukuk devleti” ilkesinin dayandığı
temel unsurlardan biri de hukuk güvenliğidir. Ancak Anayasa değişikliğiyle
yapılması gereken bir yasama işleminin kanun yolu ile yapılmasının önünü açan
böylesi bir yasama yetkisi, hukuka ve Devlete olan güveni ortadan kaldırır;
dolayısıyla, böyle bir durum, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk
devleti” ilkesine ve dolayısı ile Başlangıç Bölümünün 4. paragrafında ifadesini
bulan
“kuvvetler ayrılığı” prensibine
de aykırı düşer.
Nitekim Anayasa, TBMM’ye yasama
erkini, netice itibariyle, kamu yararını sağlamak üzere vermiştir. Bu durum,
aynı zamanda Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesinin de
bir gereğidir. Yapılan yasama işlemlerinin, kamu yararı amacına değil, öznel
(subjektif) amaçlara yönelik olarak yapılması halinde ise yasama yetkisinin
saptırıldığını söylemek gereklidir. Böylesi bir yetki saptırması da, yasama
yetkisinin Anayasa’ya aykırı bir biçimde kullanılması nedeniyle, bu yetkinin
kullanılması yoluyla yapılan hukukî işlemin, yetki unsuru bakımından Anayasa’ya
aykırı bir görünüm almasına yol açar ve bu işlemin yoklukla malûl olması
sonucunu doğurur.
Anayasamızda devredilemez
olarak düzenlenen yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Yasa koyucu bu yetkisini kullanırken “Anayasa’nın açık
hükümlerinden önce hukukun, bilinen ve bütün uygar memleketlerde kabul edilen
prensiplere uygun olması” şartı ile sınırlıdır. Bir başka deyişle kanunlar
“hukukun evrensel kurallarına” ve Anayasa’ya uygun olmak zorundadır.
Yasama faaliyetlerinde en
önemli sınırlılık ise yasa koyucunun amacıdır. Kanun koyucu siyasi tercihlerini
yaparken kamunun yararına aykırı hareket edemez. Kanun koyucu, yasama yetkisini
kullanırken, yokluğun tespiti ya da iptali talep edilen bu kanundaki gibi
siyasal amaçlar veya kişisel amaçları gözetemez. Yokluğun tespiti ya da iptali
talep edilen düzenleme alenen siyasal bir amaca yöneliktir ve bu sebeple kanun
sakattır. Kanunun gerekçesi de değerlendirildiğinde ileri sürülen argümanlar
kamu yararının varlığını karşılamamaktadır (Anayasa Mahkemesinin 1963/124E.,
1963/243K., 11/10/1963 tarihli kararı). Kaldı ki Anayasa Mahkemesinin yerleşik
kararlarında belirttiği gibi kanun koyucunun kişisel, siyasal ya da “saklı bir
amacının” olması durumunda yetki saptırması nedeniyle kanun sakattır. Yokluğun
tespiti ya da iptali talep edilen Kanun amaç yönünden sakat olmakla
Anayasa’nın 2. maddesinde
tanımlanan hukuk devleti ilkesine de aykırılık taşımaktadır. Düzenlemelerin
daha çok, siyasal nedenlere dayandığı durumlarda, kamu yararı olmadığı için,
amaç unsuru bakımından Anayasa’ya uygunluğunun savunulamayacağı açıktır (AYM
Kararı : 1988/14E., 1988/18K., 14/06/1988 tarihli Kararı).
“Anayasa kuralları ile kamu
yararı ve kamu düzenine bağlı kalmak zorunda” olan kanun koyucu, eğer ki bu
yetkisini “hukukun ana prensiplerine dayanmadan ve sadece belli bir anda hasıl
olan geçici çoğunluğun sağladığı kuvvete dayanılarak” kullanırsa, “toplum
vicdanında olumsuz etkiler yaratır” . Yokluğun tespiti ya da iptali talep
edilen kanun uygulanmakla hükmünü icra edecek bir kanun niteliğindedir. Yüksek
yargıyı sadece siyasal amaçlar doğrultusunda, belirlenen listeler üzerinden
yüksek yargıçların görevlerine devam etmesini yahut edememesini sağlayacak olan
düzenleme yüksek yargı üyelerinin sahip olduğu anayasal güvencelere aykırı
nitelik taşıması, yargı bağımsızlığına aykırı olmanın yanı sıra toplumda hukuka
duyulan güveni doğrudan etkilemesi bakımından da toplumun huzur ve barışını
etkileyecek niteliktedir.
Şu hususu da önemle belirtmek
gerekir ki, 6723 sayılı Kanunun asıl amacının “kamu yararı” olması gerekirken,
aslında “gizli bir gündemi olduğu buradan hareketle “TBMM’nin yetkisinin
bulunmadığı bir anayasal alanda yetki gasbı yaparak, yokluğun en ağır biçimi
olan yetkisiz bir işlem yaptığı, işlemin amaç yönünden de sakat olduğu” dikkate
alındığında, 6723 sayılı Kanunun dava konusu yaptığımız hükümlerinin öncelikle
“yok hükmünde” olduklarının tespitine karar verilmelidir.
IV. ANAYASA’YA ŞEKİL BAKIMINDAN
AYKIRILIK İDDİALARININ
GEREKÇELERİ
Anayasa’nın 148. maddesine
göre, Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın öngörülen çoğunlukla
yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise teklif ve oylama çoğunluğuna
ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları üzerinde
yapılır.
Ancak, anılan Anayasa
maddesinde belirtilen şekil denetiminin, işlemin yetki unsuru bakımından
geçerliliğini denetleme hususunu dışta bırakmış olduğu düşünülemez. Anayasa
Mahkemesinin şekil denetimi yetkisinin özünde, işlemi öncelikle “yetki” unsuru
bakımından denetlemek yetkisi saklıdır. Zirâ teklif ve oylama çoğunluğuna
ulaşılıp ulaşılmadığı, ancak hukuken geçerli bir işlemle ilgili olarak
değerlendirilebilir. Bu nedenle, şekil denetimi kapsamında, öncelikle, işlemde
yetki unsuru bakımından sakatlık olup olmadığının araştırılması gerekir.
“Yetki” unsuru bakımından
sakatlık, işlemi “şekil” bakımından da sakatlar; sağlıklı
ve hukuken geçerli bir işlem
olarak doğmasına imkân bırakmaz.
Anayasa’nın 148. maddesinde
şekil denetiminin oylama ve teklif çoğunluklarına ulaşılmış olup olmadığı
hususları ile sınırlandırılmış olduğunu ve bu denetimin kapsamında yetki
unsurunda sakatlık olup olmadığını araştırmanın bulunmadığını söylemek,
Anayasa’nın kabûl edemeyeceği sonuçlara yol açar, “yasama yetkisinin
saptırılmasına” ve “fonksiyon gaspına” geçit verir. Örneğin, yargısal bir
işlemin teklif ve oylama çoğunluğuna uyulmak suretiyle TBMM tarafından kanun
görünümünde yapılmasına ve şekil bakımından geçerli nitelik kazanmasına imkân
tanır. Böyle bir duruma ise Anayasamızın izin vermiş olduğu düşünülemez. Çünkü
bu, Anayasa’nın benimsemiş olduğu “hukuk devleti” ve “kuvvetler
ayrılığı” ilkeleri ile asla
bağdaşmaz
“Yetki unsuru” bakımından
denetim, bu nedenlerle -yukarıda da belirtildiği gibi-, Anayasa Mahkemesinin
Anayasa’nın 148. maddesinin 2. fıkrası anlamında yapacağı şekil denetiminin,
öncelikle yapılması gereken ayrılmaz bir parçasıdır.
6723 sayılı Kanun’a
bakıldığında ise, davaya konu hükümlerinin teklif ve kabûl yeter sayıları
bakımından sayısal açıdan Anayasa’ya uygun olmasına karşın, yetki unsuru
bakımından yukarıda belirtildiği üzere, Anayasa’dan kaynaklanmayan bir yetkinin
Anayasanın 2., 6. ve 138, 139, 140 ıncı maddelerine aykırı bir biçimde
kullanılması yoluyla gerçekleştirildikleri ortadadır.
Şüphesiz, yargılama makamları,
daha açık bir deyişle hâkimler ve savcılar görevlerinde bağımsız olmalıdır. Bu
bağımsızlık, ciddî, giderek âdil bir yargılama için aynı zamanda bir
zorunluluktur. Bu bağımsızlık, öncelikle yürütme organına karşı sağlanmalıdır.
Zirâ hâkimlere ve savcılara karşı maddî ve manevî baskı, öncelikle yürütme
organından gelir. İşte, bu nedenledir ki anayasalar, hâkimlerin, başta yürütme
organına karşı bağımsızlıklarını sağlamak için çeşitli tedbirler alır ve yargı
mensuplarına çeşitli güvenceler öngörür. Anayasamız da, hâkim ve savcıların
görevlerini huzur içinde, her türlü kaygı, maddî ve manevî baskıdan ve etkiden
uzak biçimde yapabilmeleri için, mahkemelerin “bağımsız” olmaları gerektiğini
kabûl etmiş (madde: 138) ve Devletin diğer memurlarından farklı olarak hâkim ve
savcılara kimi “güvenceler” tanımıştır (madde: 139). Fakat ne yazık ki, dava
konusu yapılan ve yokluğu ya da iptali istenen 6723 sayılı Kanun, bütün bu
güvenceleri tamamen bertaraf eden ve “mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesini
ortadan kaldıran düzenlemeler ihtiva etmektedir.
Anayasa’nın 148. maddesinde
tanımlanan “şekil” denetimi çerçevesinde, Anayasa’da ayrıca yazılı olmasa da
“şekil” denetiminin özünde saklı bulunan işlemin “yetki” unsuru bakımından hukukî
geçerliliğini araştırma ve tespit yetkisinin yargı organınca kullanılması;
“yetki” unsuru bakımından yok hükmünde olan işlemlerin de “şekil” aykırılığı
nedeniyle iptal edilmesi gerekir. Zirâ yetki unsuru açısından “yok” hükmündeki
işlemlerin Anayasa’nın öngördüğü çoğunluklarla teklif ve kabul edilmiş olmaları
onlara geçerlilik kazandırmaz.
Kaldı ki Anayasa’nın ilk üç
maddesinde değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran
herhangi bir yasama tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün
değildir. 6723 sayılı Kanun, Anayasa’nın başlangıç ilkelerinde belirtilen
kuvvetler ayrılığı ilkesi ve 2. maddede tarif edilen hukuk devleti ilkesine
aykırılık taşıdığından şekil bakımından anayasal denetime tabidir. Anayasa
Mahkemesinin aşağıda alıntı yapılan
7.7.2010 tarihli E. 2010/49
K.2010/87 sayılı Kararı’nda:
“Anayasa Mahkemesi 5.6.2008
tarihli ve E:2008/16, K:2008/116 sayılı kararında Anayasa’nın 148. maddesindeki,
Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin “teklif … şartına uyulup
uyulmadığı” hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hükmün, “geçerli teklif”
koşulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak bir denetimi de
içereceğine karar vermiştir.
Kurucu iktidarın siyasal düzene
ilişkin temel tercihi Anayasa’nın ilk üç maddesinde, bunun somut yansımaları
ise diğer maddelerde ortaya çıkmaktadır. 4. madde ise ilk üç maddenin güvencesi
olma niteliği itibariyle doğal olarak değiştirilmezlik özelliğine sahiptir. Bu
durumda, Anayasa’nın 4. maddesi dâhil olmak üzere her bir maddede yapılacak
değişikliklerin siyasal düzende değişikliklere ve kurucu iktidarın yarattığı
anayasal düzende dönüşümlere yol açması mümkündür. O halde Anayasa’nın diğer
maddelerinde yapılacak değişikliklerle Anayasa’nın 4. maddesinin yasama organı
için çizdiği sınırların aşılma olasılığı gözardı edilemez.
Anayasa’nın ilk üç maddesinde
değişiklik öngören veya Anayasa’nın sair maddelerinde yapılan değişikliklerle
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak aynı sonucu doğuran herhangi bir yasama
tasarrufunun da hukuksal geçerlilik kazanması mümkün olmadığından, bu
doğrultudaki tekliflerin sayısal yönden Anayasa’ya uygun olması tasarrufun
geçersizliğine engel oluşturmayacaktır. Anayasa değişikliklerinin içerik
yönünden denetimi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez ilkelerin
doğrudan ya da dolaylı olarak ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı veya
içeriklerinin boşaltılarak anlamsız hâle getirilip getirilmediğine yönelik ve
bununla sınırlı bir denetim olması gerekir.
Açıklanan nedenlerle Anayasa
Mahkemesinin, 5982 sayılı Kanun’un 8., 14., 16., 19., 22., 25. ve 26.
maddeleriyle Anayasa’da yapılan değişikliklerin, Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini değiştiren ya da etkisizleştirerek
anlamsızlaştıran bir nitelik taşıyıp taşımadığını inceleyebileceğinin ve bu
nitelikte olduğuna karar vermesi halinde bu hükümleri Anayasa’nın 4.
maddesindeki teklif yasağına aykırılık nedeniyle iptal edebileceğinin kabulü gerekir.”
şeklinde değerlendirmede
bulunulmuştur. Bu açıdan teklif edilememe noktasında 6723 sayılı Kanun şekil
bakımından Anayasa’ya aykırıdır.
Tüm bu açıklanmaya çalışılan
gerekçelere binâen, Anayasa’nın başlangıç hükümlerine, 2, 6, 138, 139, 140 ıncı
maddelerine aykırı oldukları için yetki unsuru bakımından yoklukla malûl
bulunan, teklif yeterliliği bulunmayan hükümler içeren 6723 sayılı Kanunun
davaya konu yapılan maddelerinin “şekil bakımından” da iptal edilmesi
gerekmektedir.
V. 6723 SAYILI KANUN’UN ESAS BAKIMINDAN
ANAYASA’YA
AYKIRILIKLARI NEDENİYLE
İPTALLERİ İSTENEN HÜKÜMLERİ
(İptali istenen madde, hüküm
ve ibareler koyu ve italik gösterilmiştir).
6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 1. maddesi
6723 sayılı Kanun’un 1. maddesi
aynen şöyledir:
“MADDE 1- 6/1/1982 tarihli ve
2575 sayılı Danıştay Kanununun 9 uncu maddesine ikinci fıkrasından sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül
ettirilmiştir.
“3. Danıştay üyeleri on iki
yıl için seçilir. Bir kimse iki defa Danıştay üyesi
seçilemez.
4.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından Danıştay üyeliğine seçilip görev süresi sona erenler, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından, idari yargıda sınıf ve
derecelerine uygun bir göreve atanır.
5.
Cumhurbaşkanı tarafından Danıştay üyeliğine
seçilip idari yargıda bir göreve atanmak isteyenler, görev sürelerinin
bitiminden bir ay öncesine kadar, idari yargıda bir göreve atanmak için talepte
bulunur. Talepte bulunanlar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi
tarafından idari yargıda sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır. Talepte
bulunmayanlar, başka bir göreve atanmak üzere Danıştay Başkanlığı tarafından
Başbakanlığa bildirilir.
6.
Görevi sona eren üyelerin Danıştay ile
ilişkileri kesilir; ancak atamaları
gerçekleşinceye kadar, özlük
hakları Danıştay tarafından karşılanmaya devam olunur.”
İptali istenen 1. maddenin
tamamıdır.
1. 6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 12. maddesi
6723 sayılı Kanun’un 12.
maddesi aynen şöyledir:
“MADDE 12- 2575 sayılı Kanuna
aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 27- 1. Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Danıştay üyelerinin üyelikleri sona erer.
Ancak vekâlet edenler hariç olmak üzere, bu tarih itibarıyla Danıştay Başkanı,
Başsavcısı, başkanvekili ve daire başkanı olarak görev yapanların Danıştay
üyelikleri devam eder.
2. Birinci fıkra uyarınca
üyelikleri sona erenlerden;
a)
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından seçilenler arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca,
b)
Cumhurbaşkanı tarafından seçilenler
arasından Cumhurbaşkanınca, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş
gün içinde,
bu maddenin üçüncü fıkrasındaki
kadro sayısı dikkate alınmak suretiyle Danıştay üyesi seçimi yapılır.
3.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla Danıştay meslek mensuplarının kadro sayısı yüz on altıdır. Birinci
fıkranın ikinci cümlesi uyarınca üyelikleri devam edenler, kadro sayısında
dikkate alınır.
4.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla üçüncü fıkrada belirtilen kadro
sayısını aşan üye kadroları
herhangi bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.
5.
İkinci fıkranın (a) bendi hükmü kapsamında
olup Danıştay üyeliğine seçilmeyenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
ilgili dairesi tarafından, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on
gün içinde idari yargıda sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır.
6.
İkinci fıkranın (b) bendi hükmü kapsamında
olup Danıştay üyeliğine seçilmeyenlerden, ikinci fıkra uyarınca yapılan seçim
tarihinden itibaren beş gün içinde idari yargıda bir göreve atanmak için
talepte bulunanlar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi
tarafından takip eden beş gün içinde idari yargıda sınıf ve derecelerine uygun
bir göreve atanır. Talepte bulunmayanlar ise başka bir göreve atanmak üzere
Başbakanlığa bildirilir.
7.
Altıncı fıkranın son cümlesi uyarınca
atananlar, Danıştay üyelerine sağlanan her türlü aylık, ödenek, zam ve
tazminatlar ile diğer mali ve sosyal hakları almaya devam ederler. Üyelikleri
sona erenlerin, seçim veya atamaları yapılıncaya kadar, özlük hakları Danıştay
tarafından karşılanmaya devam olunur.
8.
Danıştay üyelerinden Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmiş olup bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu asıl üyeliği devam edenler, bu
görevlerinin bitmesine üç ay kala ilgisine göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu veya Cumhurbaşkanı tarafından yeniden Danıştay üyeliğine seçilebilirler.
Yeniden seçilenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona
ermesinden itibaren on iki yıl görev yaparlar. Yeniden seçilmeyenler hakkında
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona erdiği tarihten itibaren
ilgisine göre beşinci ve altıncı fıkra hükümleri uygulanır. Ancak idari yargıda
bir göreve atanacaklar bakımından, 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 28 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (b)
bendi hükmü uygulanır.
9.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca
üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyeler, bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki yıl görev yaparlar. Bu
üyelerin atama veya seçim nedeniyle yürüttükleri görevleri, bu görevlerinin
süresi bitene kadar devam eder. Ancak, İdari Dava Daireleri Kurulunda görevi
devam eden üye sayısının on dörtten fazla olması hâlinde, üyelerden
hangilerinin görevlerine devam edeceği Başkanlık Kurulunca belirlenir.
10.
Seçilmeyen üyelerin atama veya seçim
nedeniyle yürüttükleri görevler de bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla sona erer. Bu görevler için ikinci fıkra uyarınca yapılan seçimlerin
tamamlanmasından itibaren on gün içinde atama veya seçim yapılır.
11.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca
üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyelerin daha
önce Danıştay üyesi olarak çalıştıkları süreler üyelik kıdeminde dikkate
alınır.
12.
Başkanlık Kurulu, ikinci fıkra uyarınca
yapılan seçimlerin tamamlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak Danıştay üyelerinin hangi dairelerde
görev yapacağını yeniden belirler.
13.
Başkanlık Kurulu iş durumunu ve ihtiyaçları
dikkate alarak bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç üç yıl
içinde daire sayısını 13 üncü maddede öngörülen daire sayısına indirir. Ancak
bu daireler, Başkanlık Kurulunca kapatılıncaya kadar görevlerine devam ederler.
14.
Başkanlık Kurulu, on üçüncü fıkra uyarınca
yapılan her daire kapatma işleminden sonra iş durumunu ve ihtiyaçları dikkate
alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler. Buna ilişkin karar
derhâl Resmî Gazetede yayımlanır ve yayımı tarihinden itibaren on gün sonra
uygulanmaya başlanır.
15.
Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu
ve ihtiyaçlarını dikkate alarak kapatılan dairelerde görev yapan daire başkanı,
üye ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını belirler.
Dairelerde görev verilmeyen daire başkanları, başkanlık süresinin bitimine
kadar Danıştay Başkanlığı nezdinde görev yapar. Başkanlık görev süresi Danıştay
Başkanlığı nezdinde sona erenlerin veya başka bir daireye başkan olarak
görevlendirilenlerin daire başkanlığı kadroları, başka bir işleme gerek
kalmaksızın üye kadrosuna dönüşür.
16.
İş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazetede
yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dava dosyaları ayrıca bir karar
verilmesine yer olmaksızın listeye bağlanmak suretiyle mevcut hâlleriyle ilgili
daireye devredilir.
17.
Danıştay meslek mensupları kadro sayısı
doksana düşünceye kadar, boşalan her iki üyelik için bir üye seçimi yapılır.
Seçim yapılmayan üye kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş
sayılır. Kadro sayısı doksana düşünceye kadar 9 uncu maddeye göre yapılacak
duyuru, sekizinci üyeliğin boşaldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde
yapılır.”
İptali istenen 12. maddenin
tamamıdır.
3. 6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun”un 17. maddesi
6723 sayılı Kanun’un 17.
maddesi aynen şöyledir:
“MADDE 17- 2797 sayılı Kanunun
29 uncu maddesine birinci fıkrasından sonra
gelmek üzere aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir.
“Yargıtay üyeleri on iki yıl
için seçilir. Bir kimse iki defa Yargıtay üyesi seçilemez.
Görev süresi sona erenler,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından adli yargıda sınıf
ve derecelerine uygun bir göreve atanır.
Görevi sona eren üyelerin Yargıtayla
ilişkileri kesilir; ancak atamaları gerçekleşinceye kadar, özlük hakları
Yargıtay tarafından karşılanmaya devam olunur.”
İptali istenen 17. maddenin
tamamıdır.
6723 Sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 22. maddesi
6723 sayılı Kanun’un 22.
maddesi aynen şöyledir:
“MADDE 22- 2797 sayılı Kanuna
aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 15- Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erer. Ancak yeni
seçim yapılıncaya kadar görevlerine devam eden eski başkanlar hariç olmak
üzere, bu tarih itibarıyla Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı,
birinci başkanvekili, Cumhuriyet Başsavcıvekili ve daire başkanı olarak görev
yapanların Yargıtay üyelikleri devam eder.
Birinci fıkra uyarınca
üyelikleri sona eren Yargıtay üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, üçüncü
fıkradaki kadro sayısı dikkate alınmak suretiyle Yargıtay üyesi seçimi yapılır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla Yargıtay meslek mensuplarının (Yargıtay Birinci Başkanı,
Cumhuriyet Başsavcısı, birinci başkanvekilleri, Cumhuriyet Başsavcıvekili,
daire başkanları ve üyeler) kadro sayısı üç yüz ondur. Birinci fıkranın ikinci
cümlesi uyarınca üyelikleri devam edenler, kadro sayısında dikkate alınır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla üçüncü fıkrada belirtilen kadro sayısını
aşan üye kadroları herhangi bir
işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.
Yargıtay üyeliğine
seçilmeyenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından, bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on gün içinde sınıf ve derecelerine
uygun bir göreve atanır.
Üyelikleri sona erenlerin,
seçim veya atamaları yapılıncaya kadar, özlük hakları Yargıtay tarafından
karşılanmaya devam olunur.
Yargıtay üyelerinden Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmiş olup bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu asıl üyeliği devam edenler,
bu görevlerinin bitmesine üç ay kala Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından yeniden Yargıtay üyeliğine seçilebilirler. Yeniden seçilenler,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona ermesinden itibaren on iki
yıl görev yaparlar. Yeniden seçilmeyenler ise, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu üyeliği sona erdikten sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili
dairesi tarafından sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır. Ancak bu
kişiler bakımından 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu Kanununun 28 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendi hükmü
uygulanır.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi
uyarınca üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyeler,
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki yıl görev yaparlar. Bu
üyelerin atama veya seçim nedeniyle yürüttükleri görevleri, bu görevlerinin
süresi bitene kadar devam eder.
Seçilmeyen üyelerin atama veya
seçim nedeniyle yürüttükleri görevler de bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla sona erer. Bu görevler için ikinci fıkra uyarınca seçim yapıldığı
tarihten itibaren on gün içinde atama veya seçim yapılır.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi
uyarınca üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen
üyelerin daha önce Yargıtay üyesi olarak çalıştıkları süreler üyelik kıdeminde
dikkate alınır.
Birinci Başkanlık Kurulu,
ikinci fıkra uyarınca yapılan seçimden itibaren on gün içinde, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak Yargıtay üyelerinin hangi dairelerde
görev yapacağını yeniden belirler.
Birinci Başkanlık Kurulu iş
durumunu ve ihtiyaçları dikkate alarak bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren en geç üç yıl içinde daire sayısını 5 inci maddede öngörülen daire
sayısına indirir. Ancak bu daireler, Birinci Başkanlık Kurulunca kapatılıncaya
kadar görevlerine devam ederler.
Birinci Başkanlık Kurulu, on
ikinci fıkra uyarınca yapılan her daire kapatma işleminden sonra iş durumunu ve
ihtiyaçları dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler.
Buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazetede yayımlanır ve yayımı tarihinden
itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.
Birinci Başkanlık Kurulu, iş
bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak kapatılan
dairelerde görev yapan daire başkanı, üye ve tetkik hâkimlerinin hangi
dairelerde görev yapacağını belirler. Dairelerde görev verilmeyen daire
başkanları, başkanlık süresinin bitimine kadar Yargıtay Birinci Başkanlığı
nezdinde görev yapar. Başkanlık görev süresi Yargıtay Birinci Başkanlığı
nezdinde sona erenlerin veya başka bir daireye başkan olarak
görevlendirilenlerin daire başkanlığı kadroları başka bir işleme gerek
kalmaksızın üye kadrosuna dönüşür.
İş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dava dosyaları ayrıca
bir karar verilmesine yer olmaksızın listeye bağlanmak suretiyle mevcut
hâlleriyle ilgili daireye devredilir.
Yargıtay meslek mensupları
(Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, Birinci başkanvekilleri,
Cumhuriyet Başsavcıvekili, daire başkanları ve üyeler) kadro sayısı iki yüze
düşünceye kadar, boşalan her iki üyelik için bir üye seçimi yapılır. Seçim
yapılmayan üye kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş
sayılır.”
İptali istenen 22. maddenin
tamamıdır.
VI. 6723 SAYILI KANUN’UN ESAS BAKIMINDAN
ANAYASA’YA
AYKIRILIK İDDİALARININ
GEREKÇELERİ
1. 6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 1. maddesinin
Anayasa’ya aykırılığı
Anılan madde ile;
“MADDE 1- 6/1/1982 tarihli ve
2575 sayılı Danıştay Kanununun 9 uncu maddesine ikinci fıkrasından sonra gelmek
üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül
ettirilmiştir.
“3. Danıştay üyeleri on iki
yıl için seçilir. Bir kimse iki defa Danıştay üyesi
seçilemez.
4.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından Danıştay üyeliğine seçilip görev süresi sona erenler, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından, idari yargıda sınıf ve
derecelerine uygun bir göreve atanır.
5.
Cumhurbaşkanı tarafından Danıştay üyeliğine
seçilip idari yargıda bir göreve atanmak isteyenler, görev sürelerinin
bitiminden bir ay öncesine kadar, idari yargıda bir göreve atanmak için talepte
bulunur. Talepte bulunanlar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi
tarafından idari yargıda sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır. Talepte
bulunmayanlar, başka bir göreve atanmak üzere Danıştay Başkanlığı tarafından
Başbakanlığa bildirilir.
6.
Görevi sona eren üyelerin Danıştay ile
ilişkileri kesilir; ancak atamaları
gerçekleşinceye kadar, özlük
hakları Danıştay tarafından karşılanmaya devam olunur.”
Hükmü getirilmiştir.
6723 Sayılı Kanun’un 1. maddesi
ile 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun 9. maddesine eklenen 3. fıkra ile Danıştay
üyelerinin görev süreleri 12 yıl ile sınırlandırılmaktadır.
Hâkimlerin güvencelere sahip
olmaması, onların objektif ve özgür bir biçimde karar vermelerine engel teşkil
eder. Zira kişilerin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayıcı, malvarlığı
değerlerini azaltıcı kararlar verme yetkisiyle donatılan kişilerin, onlara
hiçbir güvence sağlamadan, hukuk kuralları çerçevesinde, baskı altında kalmadan
ve etkilenmeden, özgürce ve objektif olarak karar vermelerini beklemek mümkün
değildir. Hâkim bağımsızlığının en önemli unsurlarından biri, hâkimlik
teminatıdır. Diğer bir anlatımla, hâkim bağımsızlığının kabul edilmesi, her
şeyden önce bu bağımsızlığa ilişkin birtakım teminatların sağlanmasıyla mümkün
olabilir. Anayasa Mahkemesi de 10.04.2014 tarih ve 57/81 sayılı kararında;
“Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden olan yargı bağımsızlığı, insan
haklarının ve özgürlüklerinin başlıca ve en etkin güvencesidir. Mahkemelerin
bağımsızlığı ilkesi, hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarını ifade
etmektedir. Hâkimlerin görevlerinde bağımsızlıkları ise onlara tanınan bir
ayrıcalık olmayıp, adaletin dolaylı dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme
ve kuşkudan uzak dağıtılması amacını gütmektedir. Yargının bir karakteri olan
bağımsızlık, hâkimin, çekinmeden ve endişe duymadan, Anayasa'nın öngördüğü
gereklerden başka herhangi bir dış etki altında kalmadan, yansız tutumla,
özgürce karar verebilmesidir. Hâkimlik teminatı da aynı amaca yönelik olup,
hâkim ve savcıların azledilmelerine, kendileri istemedikçe Anayasa'da öngörülen
yaştan önce emekliye ayrılmalarına, herhangi bir sebeple aylık, ödenek ve diğer
özlük haklarından yoksun bırakılmalarına engel oluşturmaktadır. Gerek
mahkemelerin bağımsızlığı, gerekse hâkimlik teminatı ilkeleri, yargılama
faaliyetine ilişkin ilkeler olup, esas olarak adil bir yargılama sistemini
sağlama amacını gütmektedirler.
Anayasanın 139. maddesi, hâkim
ve savcıların azlolunamayacağını, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen
yaştan önce emekliye ayrılamayacağını güvence altına almıştır. Bu güvencenin
temel amacı, erkler ayrılığının getirdiği bir sonuç olarak, yasama ya da
yürütmenin tasarruflarıyla hâkimlerin azlolunamaması, emeklilik yaşından önce
kendi istekleri olmadıkça görevden ayrılamamasını teminat altına almaktır.
Böylelikle, erkler ayrılığına uygun olarak yargı bağımsızlığı tam olarak tesis
edilmiş olur. Hâkimlik teminatının sağlanması, Anayasa’nın 140 ıncı maddesine
göre, yargı mensuplarının görevlerini icra etmeleri bakımından ön koşuldur. Bu
bakımdan hâkimlik teminatı, yargılama görevinin olmazsa olmazıdır. Anayasanın
138. maddesi ile tarif edilen mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi de hâkimlik
teminatının bir sonucudur. Bu açılardan 6723 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile
Danıştay Kanunu’nun 9. maddesine eklenen 3. fıkra, Anayasa’nın 138. maddesinde
düzenlenen mahkemelerin bağımsızlığı, 139. maddesinde düzenlenen hâkimlik ve
savcılık teminatı; 140. maddesinde düzenlenen hâkimlik ve savcılık mesleğine
ilişkin ilkelere açıkça aykırıdır.
Anayasanın 2. maddesinde;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”
denilerek, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelikleri arasında
sayılmıştır. Hukuk devleti, en basit tanımıyla, devletin iş ve eylemlerinin
hukukla sınırlanması demektir. Anayasa Mahkemesine göre hukuk devleti; “… eylem
ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa
ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan
devlettir. Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin
önkoşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk
devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” (AYM., 07.04.2016, 2015/94, 2016/27) Bu
açıdan Danıştay Kanununun 9. maddesine eklenen 3.fıkra Anayasa’nın 2.
maddesine aykırıdır.
Yargı, hukuk devletinin
sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Zira özellikle yasama ve yürütme
faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirilen eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun
denetimi yargı tarafından yapılmaktadır. Getirilen düzenlemeyle, yargı
mensupları için Anayasa’da öngörülen teminatlar ortadan kaldırılmak suretiyle,
yargı, diğer erkler karşısında güçsüzleştirilerek hukuk devleti ilkesi ihlal
edilmektedir. Zira bağımsız olmayan yargının, gerek yasama, gerekse idarenin
faaliyetlerinin hukuka uygunluğu hakkında objektif olarak bir değerlendirme
yapması mümkün değildir. Bu yönüyle hâkimlik teminatı, hukuk devleti ilkesinin
bir yansımasıdır.
Kuvvetler ayrılığının geçerli
olduğu bir ülkede, yargının, yürütme ve yasama erkinden bağımsız olması
gerekir. Yargının siyasi otoriteden bağımsız bir yapısının ve işleyişinin
olması, hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarından biridir. Yargı
bağımsızlığının sağlanabilmesi için başlıca iki koşulun bir arada bulunması
gerekir. Bunlardan ilki mahkemelerin bağımsızlığı, ikincisi ise hâkimlik
teminatıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM)’ne göre, bağımsızlık kavramıyla; “yürütmeden ve taraflardan bağımsız
olmak” anlaşılmalıdır (Ringeisen/Avusturya, 1971). Bağımsızlık, yargılama
makamının yürütme başta olmak üzere diğer güçlerden ayrık, bağımsız olmasını,
hiçbir erke, kurum ve kuruluşa, kişiye tabi olmamasını güvence altına alan bir
kriterdir. Bu bakımdan bağımsızlık, yargılama makamının yasayla kurulmuş
olmasının da doğal bir sonucudur (Clarke/Birleşik Krallık, 2005). AİHM,
hâkimlerin görev süresinin, bağımsızlığın sağlanabilmesi bakımından belirleyici
olan hususlardan biri olduğuna işaret etmektedir. Zira AİHM, bir organın,
özellikle yürütmeden ve davanın taraflarından "bağımsız" olup
olmadığını belirlerken (23.06.1981 tarihli Le Compte, Van Leuven ve De
Meyere/Belçika kararı, par. 55), üyelerinin atanma tarzına ve görev sürelerine
(aynı karar, parag. 57), dışarıdan gelebilecek baskılara karşı güvencelerinin
varlığına (bk. 01.10.1982 tarihli Piersack/Belçika kararı, par. 27) ve bu
organın bağımsız olduğu görüntüsü verip vermediğine (17.01.1970 tarihli
Delcourt/Belçika kararı, par. 31) bakmak zorundadır (Campbell ve Fell/Birleşik
Krallık). Bu nedenle Danıştay Kanunu’nun 9. maddesine eklenen 3. fıkra
Anayasanın 90. maddesine de aykırılık içermektedir.
6723 Sayılı Kanunun 1. maddesi
ile Danıştay Kanununun 9. maddesine eklenen 6.
fıkra, görevi sona eren
üyelerin Danıştay ile ilişkilerinin kesileceği, ancak atamaları gerçekleşinceye
kadar, özlük haklarının Danıştay tarafından karşılanmaya devam olunacağına yer
vermiştir. Söz konusu düzenlemeyle, Danıştay üyelerinin, Anayasanın 155. maddesinde
yer alan hakimlik teminatını ortadan kaldırılmaktadır. Anayasanın 139. ve 140.
maddesinde, yargıç ve savcıların özlük haklarına ilişkin yasalarda yer alması
gereken ilkeler gösterilerek, yasama organının bu ilkelere aykırı düzenlemeler
yapmasının önüne geçilmek istenmiştir (m.139, 140). Bu kurallarla yargıçların,
maddi, manevi kuşkulardan ve her türlü etkiden uzak tutulup, Anayasaya,
yasalara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vermeleri
amaçlanmış, yasal sorumluluğa ek olarak, vicdani sorumluluk da görev gereği
onlara yüklenmiştir. Bu yönüyle Danıştay üyelerinin özlük haklarını ortadan
kaldıran, hukuki güvenliği ihlal eden düzenleme Anayasanın 2, 139, 140 ve 155.
maddelerine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Keza 5 inci fıkra ile getirilen
düzenlemede de Cumhurbaşkanı kontenjanından atanan üyelerin, hâkimlik yapmak
üzere talepte bulunmamaları halinde, Başbakanlık tarafından bir göreve
atanacakları hükme bağlanmıştır. Bu yolla, görev yaptıkları süre içinde, işlem
ve eylemleri denetlenen yürütme organı, üyelerin gelecekleri ile ilgili karar
verme yetkisi ile donatılarak, bağımsızlık ve hâkimlik teminatını sona
erdirecek konuma getirilmiştir.
Danıştay üyelerinin görev
süreleri ile ilgili Anayasa’da herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Anayasa
koyucunun, Anayasa Mahkemesi üyeleri yönünden görev süresine ilişkin bir
sınırlama getirmesine rağmen (Ay. m.147), Danıştay yönünden böyle bir sınırlama
öngörmemiş olması (Ay. m.155) bilinçli bir tercih olup, burada, yüksek mahkeme
üyelerinin tarafsız ve bağımsız olması amaçlanmıştır. Bu açıdan da Danıştay
üyelerinin görev süresinin kısıtlanması Anayasanın 155. maddesine aykırıdır.
Anayasanın 155 inci maddesinin
son fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı güvenceye alınmıştır.
6723 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile Danıştay Kanununun 9. maddesine eklenen 3.
Fıkra mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerine aykırılık
içerdiğinden Anayasanın 155. maddesine aykırıdır.
Bunlarla birlikte, 6723 sayılı
Kanunun 1. maddesi ile Danıştay Kanunu’nun 9.
maddesine eklenen 3. fıkranın
Anayasa’ya aykırılık gerekçelerinin kabulü durumunda, aynı madde ile Danıştay
Kanununun 9. maddesine eklenen 4, 5 ve 6. fıkraların da uygulama olanağı
kalmayacağından, Yüce Mahkememizden, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43. maddesinin 4. fıkrası uyarınca işlem yapılması da
ayrıca talep edilmektedir.
Tüm bu açıklamalar
doğrultusunda, düzenleme Anayasa’nın 2., 90, 138., 139. 140.
ve 155. maddelerine aykırılık
teşkil etmektedir.
2. 6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 12. maddesinin
Anayasa’ya aykırılığı
Anılan düzenleme ile;
“MADDE 12- 2575 sayılı Kanuna
aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 27- 1. Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Danıştay üyelerinin üyelikleri sona erer.
Ancak vekâlet edenler hariç olmak üzere, bu tarih itibarıyla Danıştay Başkanı,
Başsavcısı, başkanvekili ve daire başkanı olarak görev yapanların Danıştay üyelikleri
devam eder.
2. Birinci fıkra uyarınca
üyelikleri sona erenlerden;
a)
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından seçilenler arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca,
b)
Cumhurbaşkanı tarafından seçilenler
arasından Cumhurbaşkanınca, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş
gün içinde,
bu maddenin üçüncü fıkrasındaki
kadro sayısı dikkate alınmak suretiyle Danıştay üyesi seçimi yapılır.
3.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla Danıştay meslek mensuplarının kadro sayısı yüz on altıdır. Birinci
fıkranın ikinci cümlesi uyarınca üyelikleri devam edenler, kadro sayısında
dikkate alınır.
4.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla üçüncü fıkrada belirtilen kadro
sayısını aşan üye kadroları
herhangi bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.
5.
İkinci fıkranın (a) bendi hükmü kapsamında
olup Danıştay üyeliğine seçilmeyenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
ilgili dairesi tarafından, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on
gün içinde idari yargıda sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır.
6.
İkinci fıkranın (b) bendi hükmü kapsamında
olup Danıştay üyeliğine seçilmeyenlerden, ikinci fıkra uyarınca yapılan seçim
tarihinden itibaren beş gün içinde idari yargıda bir göreve atanmak için
talepte bulunanlar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi
tarafından takip eden beş gün içinde idari yargıda sınıf ve derecelerine uygun
bir göreve atanır. Talepte bulunmayanlar ise başka bir göreve atanmak üzere
Başbakanlığa bildirilir.
7.
Altıncı fıkranın son cümlesi uyarınca
atananlar, Danıştay üyelerine sağlanan her türlü aylık, ödenek, zam ve
tazminatlar ile diğer mali ve sosyal hakları almaya devam ederler. Üyelikleri
sona erenlerin, seçim veya atamaları yapılıncaya kadar, özlük hakları Danıştay
tarafından karşılanmaya devam olunur.
8.
Danıştay üyelerinden Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmiş olup bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu asıl üyeliği devam edenler, bu
görevlerinin bitmesine üç ay kala ilgisine göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu veya Cumhurbaşkanı tarafından yeniden Danıştay üyeliğine seçilebilirler.
Yeniden seçilenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona
ermesinden itibaren on iki yıl görev yaparlar. Yeniden seçilmeyenler hakkında
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona erdiği tarihten itibaren
ilgisine göre beşinci ve altıncı fıkra hükümleri uygulanır. Ancak idari yargıda
bir göreve atanacaklar bakımından, 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun 28 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (b)
bendi hükmü uygulanır.
9.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca
üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyeler, bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki yıl görev yaparlar. Bu üyelerin
atama veya seçim nedeniyle yürüttükleri görevleri, bu görevlerinin süresi
bitene kadar devam eder. Ancak, İdari Dava Daireleri Kurulunda görevi devam
eden üye sayısının on dörtten fazla olması hâlinde, üyelerden hangilerinin
görevlerine devam edeceği Başkanlık Kurulunca belirlenir.
10.
Seçilmeyen üyelerin atama veya seçim
nedeniyle yürüttükleri görevler de bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla sona erer. Bu görevler için ikinci fıkra uyarınca yapılan seçimlerin
tamamlanmasından itibaren on gün içinde atama veya seçim yapılır.
11.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi uyarınca
üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyelerin daha
önce Danıştay üyesi olarak çalıştıkları süreler üyelik kıdeminde dikkate
alınır.
12.
Başkanlık Kurulu, ikinci fıkra uyarınca
yapılan seçimlerin tamamlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak Danıştay üyelerinin hangi dairelerde
görev yapacağını yeniden belirler.
13.
Başkanlık Kurulu iş durumunu ve ihtiyaçları
dikkate alarak bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç üç yıl
içinde daire sayısını 13 üncü maddede öngörülen daire sayısına indirir. Ancak
bu daireler, Başkanlık Kurulunca kapatılıncaya kadar görevlerine devam ederler.
14.
Başkanlık Kurulu, on üçüncü fıkra uyarınca
yapılan her daire kapatma işleminden sonra iş durumunu ve ihtiyaçları dikkate
alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler. Buna ilişkin karar
derhâl Resmî Gazetede yayımlanır ve yayımı tarihinden itibaren on gün sonra
uygulanmaya başlanır.
15.
Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin
kararın Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak kapatılan dairelerde görev yapan daire
başkanı, üye ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını belirler.
Dairelerde görev verilmeyen daire başkanları, başkanlık süresinin bitimine
kadar Danıştay Başkanlığı nezdinde görev yapar. Başkanlık görev süresi Danıştay
Başkanlığı nezdinde sona erenlerin veya başka bir daireye başkan olarak
görevlendirilenlerin daire başkanlığı kadroları, başka bir işleme gerek
kalmaksızın üye kadrosuna dönüşür.
16.
İş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazetede
yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dava dosyaları ayrıca bir karar
verilmesine yer olmaksızın listeye bağlanmak suretiyle mevcut hâlleriyle ilgili
daireye devredilir.
17.
Danıştay meslek mensupları kadro sayısı
doksana düşünceye kadar, boşalan her iki üyelik için bir üye seçimi yapılır.
Seçim yapılmayan üye kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş
sayılır. Kadro sayısı doksana düşünceye kadar 9 uncu maddeye göre yapılacak
duyuru, sekizinci üyeliğin boşaldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde
yapılır.”
Hükmü getirilmiştir.
6723 sayılı Kanun’un 12.
maddesi ile 2575 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 27’nin 1. fıkrasıyla,
Danıştay Başkanı, Başsavcısı, başkanvekili ve daire başkanı olarak görev
yapanlar dışındaki Danıştay üyelerinin üyeliklerinin sona erdirilmesi
öngörülmüştür.
Bilindiği gibi, 1982 Anayasasının
138 inci maddesinde, “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139 uncu maddesinde “hâkimlik
ve savcılık teminatı”, 140 ıncı maddesinde de
“hâkimlik ve savcılık
mesleği”ne ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
Yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi
için, başlıca iki koşulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilki
mahkemelerin bağımsızlığı, ikincisi ise hakimlik teminatıdır. Hâkimlerin
güvencelere sahip olmaması, onların objektif ve özgür bir biçimde karar
vermelerine engel teşkil eder. Zira kişilerin temel hak ve hürriyetlerini
sınırlayıcı, malvarlığı değerlerini azaltıcı kararlar verme yetkisiyle
donatılan kişilerden, onlara hiçbir güvence sağlamadan, hukuk kuralları
çerçevesinde, baskı altında kalmadan ve etkilenmeden, özgürce ve objektif
olarak karar verilebilmesini beklemek mümkün değildir. Hâkim bağımsızlığının en
önemli unsurlarından biri, hâkimlik teminatıdır. Diğer bir anlatımla hâkim
bağımsızlığının kabul edilmesi, her şeyden önce bu bağımsızlığa ilişkin
birtakım teminatların sağlanmasıyla mümkün olabilir. İş bu düzenlemeyle
Danıştay üyelerinin görevlerinin sona ereceğinin öngörülmesi, hâkimin görevini
hür olarak icra etmesini sağlayan teminatları tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Söz konusu düzenleme bir diğer
yönüyle, 138 inci madde bağlamında da değerlendirilmelidir. Mahkemelerin
bağımsızlığı ve tarafsızlığı, sadece yürütme ve diğer yargı organlarına karşı
değil, yasama erkine karşı da geçerlidir. Bu bağımsızlık, yalnızca hâkimlerin
emir ve/veya talimat almamasıyla sınırlı olarak düşünülmemelidir. Özlük hakları
ve idari güvenceler yönünden de ele alınmalıdır. Yasama organının, hâkimlerin
bağımsızlığını ortadan kaldırıcı, yargı erkinin güvenilirliğini zedeleyici
kuvvetler ayrılığı sisteminin ortaya koyduğu prensipleri örseleyen, hâkimlerin
özlük haklarıyla ilgili yasama tasarruflarının bir hukuk devletinde kabul
edilebilmesi mümkün değildir. Hukuk devletinde hâkimin bağımsızlığının mutlak
bir şekilde tesis edilmesi, yargı bağımsızlığı açısından olmazsa olmaz bir
gerekliliktir. Hâkim güvencelerinin ortadan kaldırıldığı, yok sayıldığı bir
düzende ne bağımsız bir yargıdan, ne de bir hukuk devletinin varlığından söz
edilebilir. Bu bakımdan 6723 sayılı Kanunun 12. maddesi ile 2575 Sayılı Kanuna
eklenen Geçici 27. maddenin 1.
fıkrası Anayasa’nın 138 inci
maddesine aykırıdır.
Anayasanın 139 ve 140.
maddelerinde, yargıç ve savcıların özlük haklarına ilişkin yasalarda yer alması
gereken ilkeler gösterilerek, yasama organının bu ilkelere aykırı düzenlemeler
yapmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Nitekim 155 inci maddede de,
Danıştay üyelerinin seçim
usulü, nitelikleri ile ilgili bazı kaideler öngörülmekle birlikte, Danıştay
üyelerinin görev süresiyle ilgili bir düzenlemeye de yer verilmemiştir.
Anayasanın 155. maddesinin son fıkrasında üyeler bakımından mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerine yer verilmiş olup, ayrıca Danıştay
üyelerinin üyeliklerinin sona erdirilmesine ilişkin düzenleme yapılmadığından
Danıştay üyeliklerinin sona erdirilmesi anılan Anayasa normuna da aykırılık
oluşturmaktadır. Bu bağlamda 139 ve 140 ıncı maddenin öngördüğü güvenceler
Danıştay üyeleri bakımından da cari olup, tüm Danıştay üyelerinin üyeliklerinin
tek bir yasal düzenlemeyle sonlandırılması 139, 140 ve 155.
maddelere aykırıdır.
Anayasa’nın 2 nci maddesinde;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”
denilerek, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri arasında
sayılmıştır. Hukuk devleti, en basit tanımıyla, devletin iş ve eylemlerinin
hukukla sınırlanması demektir. Anayasa Mahkemesine göre hukuk devleti; “… eylem
ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa
ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan
devlettir. Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin
önkoşullarından biri kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk
devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” (AYM., 07.04.2016, 2015/94, 2016/27) Bu
açıdan, 6723 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile 2575 sayılı Kanuna eklenen Geçici
27. maddenin 1. fıkrası Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır.
Ayrıca 12. maddenin 7.
fıkrasında, 6. fıkranın son cümlesi uyarınca atananların Danıştay üyelerine
sağlanan her türlü aylık, ödenek, zam ve tazminatlar ile diğer mali ve sosyal
hakları almaya devam edecekleri; üyelikleri sona erenlerin ise seçim veya
atamaları yapılana kadar bu güvenceden faydalanacağı öngörülmüştür.
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanınca Danıştay üyeliğine yeniden seçilmeyen
yargıçlardan, idari yargıda görev almak üzere talepte bulunmayıp, Başbakanlıkça
başka bir göreve atananlar Danıştay üyeliğinden kaynaklanan tüm hakları
kullanabilecekken, idari yargıda görev almak için talepte bulunanlar bu
haklardan istifade edemeyecektir. Sonuç olarak, söz konusu hükümle, yeniden üye
seçilmeyen yüksek yargıçlara adeta; “yargıçlığı bırakmaları halinde mali ve
özlük haklardan faydalandırılmaya devam edilerek ödüllendirilecekleri
söylenirken; idari yargı içerisinde kalıp yargıçlığa devam etmeleri
halinde ise bu imkânlardan faydalanmayacakları tehdidi yöneltilmektedir.”
Bu durum başlı başına hukuk devleti ilkesine ve hâkim teminatına, dolayısıyla
Anayasa’nın 2 ve 139.
maddelerine aykırıdır.
Bununla birlikte, Danıştay
üyelerinden bir bölümünün, üyeliklerin sona ermesinden sonra yeniden üyeliğe
seçilmeleri imkânı getirilmektedir. Söz konusu düzenleme, Anayasa’nın 10.
maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine de bu bakımdan aykırılık oluşturmaktadır.
Nitekim eşitlik ilkesi, bir
hukuk devletinde, aynı statüde bulunanlar arasında herhangi bir ayrımcılık
gözetmeksizin işlem yapılmasını gerekli kılar. Anayasa Mahkemesi; “Anayasa'nın
10. maddesinde yer verilen "yasa önünde eşitlik ilkesi" hukuksal
durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal
eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını
ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi
ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi
yasaklanmıştır…” (AYM. 12.06.2008, 2005/28, 2008/122) diyerek bu ilkenin önem
ve mahiyetini ortaya koymuştur.
Somut düzenlemede, aynı ve eşit
statüde bulunan hâkimler arasında bir fark oluşturularak sadece seçim usulü
bakımından farklılıklar göz önünde bulundurulmak suretiyle bir kısım üyelere
görevlerine devam edebilmeleri imkânı tanınması, eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturmaktadır. Zira bu ilkenin amacı aynı durumda bulunan kişilerin aynı
işlem ve muameleye tabi tutulmalarını sağlamak, eşit hukuki statüde bulunanlar
arasında ayrım ve ayrımcılık yapılmasını önlemektir. Dolayısıyla düzenleme bu
yönüyle Anayasa’nın 10.
maddesine aykırılık teşkil
etmektedir.
Ayrıca 2575 sayılı Danıştay
Kanunu’na eklenen Geçici 27. maddenin 1. fıkrasında yer verilen, “kanunun
yürürlük tarihi itibarıyla Danıştay Başkanı, Başsavcısı, başkanvekili ve daire
başkanı olarak görev yapanların Danıştay üyelikleri devam eder” şeklindeki
hüküm de Anayasa’nın 10 uncu maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Zira
Danıştay’da görev yapan söz konusu yargı mensupları ile diğer üyeler arasında
hangi gerekçelerle farklılık oluşturulduğu, bunların görevlerinin hangi
sebeplerle sona ermediği hususunda herhangi bir açıklık yoktur. Şayet Tasarının
genel gerekçesinde belirtildiği gibi, temelde istinafın yürürlüğe girmesine
bağlı olarak Danıştay’ın daire ve üye sayısının değiştirilmesi amaçlanıyor ve
söz konusu kanun yolunun yapısına uygun bir sistem oluşturulmaya çalışılıyorsa,
Danıştay üyesi olmakla beraber, diğer üyelerden idari görev dışında bir
farklılığı bulunmayan Başkan, Başkanvekili ve daire başkanlarının da üyeliklerinin
sona erdirilmesi, aynı şekilde Danıştay Başsavcısının görevine son verilmemesi,
eşitlik ilkesinin gereğidir. Bu ilkeye göre yasalar genel olmalı, belli bir
kişinin hukuki durumunu değiştirmeye yönelik olmamalı yahut belli kişi ya da
kişilerin hukuki statülerini korumaya matuf olarak ihdas edilmemelidirler.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bir kararında; “Hukuk Devleti olabilmenin bir
başka göstergesi de “genellik” ilkesine uyulmasıdır. ‘Yasaların genelliği’
ilkesi, özel, aktüel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli bir kişiyi hedef
almayan, aynı statüde olan herkesi kapsayan kuralların getirilmesini zorunlu
kılar (AYM., 31.05.2012, 2010/92, 2012/86)” diyerek bu hususa işaret etmiştir.
6723 sayılı Kanun’un 12.
maddesi ile Danıştay Kanunu’na eklenen Geçici 27. maddenin Danıştay
üyeliklerinin sona erdirilmesine ilişkin 1. fıkrasının Yüce Mahkemenizce iptali
durumunda, Geçici 27. maddenin diğer fıkralarının da uygulama olanağı
kalmayacağından, Yüce Mahkemenizden, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43. maddesinin 4. fıkrası uyarınca işlem yapılması da
ayrıca talep edilmektedir.
Tüm bu açıklamalar
doğrultusunda, iş bu düzenleme Anayasa’nın 2, 10., 138., 139., 140. ve 155 inci
maddelerine aykırılık teşkil etmektedir.
3. 6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 17. maddesinin
Anayasaya aykırılığı
Anılan düzenleme ile;
“MADDE 17- 2797 sayılı Kanunun
29 uncu maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar
eklenmiştir.
“Yargıtay üyeleri on iki yıl
için seçilir. Bir kimse iki defa Yargıtay üyesi seçilemez.
Görev süresi sona erenler,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından adli yargıda sınıf
ve derecelerine uygun bir göreve atanır.
Görevi sona eren üyelerin Yargıtayla
ilişkileri kesilir; ancak atamaları
gerçekleşinceye kadar, özlük
hakları Yargıtay tarafından karşılanmaya devam olunur.”
Hükmü getirilmiştir.
6723 Sayılı Kanunun 17. maddesi
ile 2797 sayılı Kanunun 29. maddesinin 1. fıkrasından sonra gelmek üzere
eklenen 2. fıkra ile Yargıtay üyelerinin görev süreleri 12 yıl ile
sınırlandırılmaktadır.
Maddede getirilen değişiklikle,
1982 Anayasası’nın 2. maddesinde yer verilen hukuk devleti ilkesine, 138.
maddesinde düzenlenen mahkemelerin bağımsızlığı, 139. maddesinde düzenlenen
hâkimlik ve savcılık teminatı; 140. maddesinde düzenlenen hâkimlik ve savcılık
mesleğine ilişkin prensiplere aykırı hükümlere yer verilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir” denilerek, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri
arasında sayılmıştır.
Hukuk devleti, en basit
tanımıyla, devletin iş ve eylemlerinin hukukla sınırlanması demektir. Anayasa
Mahkemesi’ne göre hukuk devleti; “… eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa'nın 2. maddesinde
düzenlenen hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri kişilerin hukuki
güvenliğinin sağlanmasıdır. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar” (AYM.,
07.04.2016, 2015/94, 2016/27)
Yargı erki, hukuk devletinin
sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Zira özellikle yasama ve yürütme
faaliyeti çerçevesinde gerçekleştirilen eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun
denetimi yargı tarafından yapılmaktadır. Getirilen düzenlemeyle, yargı mensupları
için Anayasada öngörülen teminatlar ortadan kaldırılmak suretiyle, yargı, diğer
erkler karşısında güçsüzleştirilerek hukuk devleti ilkesi ihlal edilmektedir.
Zira bağımsız olmayan yargının, gerek yasama, gerekse idarenin faaliyetlerinin
hukuka uygunluğu hakkında objektif olarak bir değerlendirme yapması mümkün
değildir. Bu yönüyle hâkimlik teminatı, hukuk devleti ilkesinin bir
yansımasıdır. Mevcut Yargıtay üyelerinin görev süresinin 12 yıl ile
sınırlandırılması hukuk güvenliği ilkesine de aykırı olduğundan Anayasa’nın 2.
maddesine açıkça aykırılık içermektedir.
Hâkimlerin güvencelere sahip
olmaması, onların objektif ve özgür bir biçimde karar vermelerine engel teşkil
eder. Zira kişilerin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayıcı, malvarlığı
değerlerini azaltıcı kararlar verme yetkisiyle donatılan kişilerin, onlara
hiçbir güvence sağlamadan, hukuk kuralları çerçevesinde, baskı altında kalmadan
ve etkilenmeden, özgürce ve objektif olarak karar vermelerini beklemek mümkün
değildir. Hâkim bağımsızlığının en önemli unsurlarından biri, hâkimlik
teminatıdır. Diğer bir anlatımla, hâkim bağımsızlığının kabul edilmesi, her
şeyden önce bu bağımsızlığa ilişkin birtakım teminatların sağlanmasıyla mümkün
olabilir.
Anayasa Mahkemesi de,
10.04.2014 tarih ve 57/81 sayılı kararında; “Hukuk devleti ilkesinin temel
bileşenlerinden olan yargı bağımsızlığı, insan haklarının ve özgürlüklerinin
başlıca ve en etkin güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi, hâkimlerin
görevlerinde bağımsız olduklarını ifade etmektedir. Hâkimlerin görevlerinde
bağımsızlıkları ise onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, adaletin dolaylı
dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak dağıtılması
amacını gütmektedir. Yargının bir karakteri olan bağımsızlık, hâkimin, çekinmeden
ve endişe duymadan, Anayasa'nın öngördüğü gereklerden başka herhangi bir dış
etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar verebilmesidir. Hâkimlik
teminatı da aynı amaca yönelik olup, hâkim ve savcıların azledilmelerine,
kendileri istemedikçe Anayasa'da öngörülen yaştan önce emekliye ayrılmalarına,
herhangi bir sebeple aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun
bırakılmalarına engel oluşturmaktadır. Gerek mahkemelerin bağımsızlığı, gerekse
hâkimlik teminatı ilkeleri, yargılama faaliyetine ilişkin ilkeler olup, esas
olarak adil bir yargılama sistemini sağlama amacını gütmektedirler. Hâkim ve
savcıların belirli süre ile yurtdışına gönderilmelerinin ise yargılama
faaliyeti ile bir ilişkisi bulunmamakta olup, hâkim ve savcıların yurt dışına
gönderilmeleri konusunda HSYK'nın görevli kılınmamasının, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına aykırılığı da söz konusu
değildir”ifadelerine yer vererek hâkimin bağımsızlığı ile hâkim teminatı
arasındaki ilişkiye işaret etmiştir.
Söz konusu düzenleme bir diğer
yönüyle, 138. madde bağlamında da değerlendirilmelidir. Mahkemelerin
bağımsızlığı ve tarafsızlığı, sadece yürütme ve diğer yargı organlarına karşı
değil, yasama erkine karşı da geçerlidir. Bu bağımsızlık, yalnızca hâkimlerin
emir ve/veya talimat almamasıyla sınırlı olarak düşünülmemelidir. Özlük hakları
ve idari güvenceler yönünden de ele alınmalıdır. Yasama organının, hâkimlerin
bağımsızlığını ortadan kaldırıcı, yargı erkinin güvenilirliğini zedeleyici
kuvvetler ayrılığı sisteminin ortaya koyduğu prensipleri örseleyen, hâkimlerin
özlük haklarıyla ilgili yasama tasarruflarının bir hukuk devletinde kabul
edilebilmesi mümkün değildir. Hukuk devletinde hâkimin bağımsızlığının mutlak
bir şekilde tesis edilmesi, yargı bağımsızlığı açısından olmazsa olmaz bir
gerekliliktir. Hâkim güvencelerinin ortadan kaldırıldığı, yok sayıldığı bir
düzende ne bağımsız bir yargıdan, ne de bir hukuk devletinin varlığından söz
edilebilir. Bu bakımdan 6723 sayılı Kanunun 17. maddesi ile 2797 sayılı Kanunun
29. maddesin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen 2. fıkra Anayasanın
138. maddesine aykırıdır.
Anayasanın 139. maddesi, hâkim
ve savcıların azlolunamayacağını, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen
yaştan önce emekliye ayrılamayacağını güvence altına almaktadır. Bu güvencenin
temel amacı, erkler ayrılığının getirdiği bir sonuç olarak, yasama ya da
yürütmenin tasarruflarıyla hâkimlerin azlolunamaması, emeklilik yaşından önce
kendi istekleri olmadıkça görevden ayrılamamasını teminat altına almaktır.
Böylelikle, erkler ayrılığına uygun olarak yargı bağımsızlığı tam olarak tesis
edilmiş olur. Hâkimlik ve savcılık teminatının sağlanması, Anayasanın 140 ıncı
maddesine göre, yargı mensuplarının görevlerini icra etmeleri bakımından ön
koşuldur. Bu bakımdan hâkimlik ve savcılık teminatı, yargılama görevinin
olmazsa olmazıdır. Bu açıdan Yargıtay üyelerinin görev süresinin 12 yıl ile
sınırlandırılması hükmü açıkça Anayasanın 139 ve 140. maddelerine aykırıdır.
Burada altı çizilmesi gereken
bir başka husus, yapılmak istenen değişikliğin gerekçesidir. Düzenlemenin
gerekçesinde, söz konusu düzenlemeyle Yargıtay üyelerinin görev sürelerinin 12
yıla indirilmesinin meşru olduğu savının dayanaklarından biri olarak, Anayasa Mahkemesi
üyelerinin görev sürelerinin de 12 yıl olduğuna vurgu yapılmıştır. Ancak önemle
belirtmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi, Anayasa’nın
147. maddesinde hüküm altına alınarak belirlenmiştir. Maddeye göre; “Anayasa
Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa
Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını
doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi
dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla
düzenlenir. Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden
çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden;
görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin kesin olarak anlaşılması
halinde de, Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile
sona erer.”
Buna karşılık, Yargıtay
üyelerinin görev süreleri ile ilgili Anayasa’da herhangi bir belirleme
yapılmamıştır. Anayasa koyucunun, Anayasa Mahkemesi üyeleri yönünden görev
süresine ilişkin bir sınırlama getirmesine rağmen (Ay. m.147), Yargıtay
yönünden böyle bir sınırlama öngörmemiş olması (Ay. m.154) bilinçli bir tercih
olup, burada, yüksek mahkeme üyelerinin tarafsız ve bağımsız olması
amaçlanmıştır. Nitekim Anayasanın 154. maddesinde; “Yargıtay, adliye
mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı
karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara
da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa
ayrılmış adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar
arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu
ile ve gizli oyla seçilir. Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri ve
daire başkanları kendi üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca üye
tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilirler; süresi
bitenler yeniden seçilebilirler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet
Başsavcıvekili, Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla
belirleyeceği beşer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından dört yıl için
seçilirler. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler. Yargıtayın kuruluşu,
işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet
Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri ve seçim usulleri,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla
düzenlenir” denilmektedir.
Anayasa’nın 154. maddesinde,
Yargıtaya üye seçilmek için gerekli olan temel usul ve kriterler belirlenmiş,
kanunla düzenlenebilecek olan hususlar arasında üyelerin görev sürelerine yer
verilmemiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 154. maddesinde kanunla
düzenlenebilecek hususların nelerden ibaret olduğu açıkça yazılarak verilen
yetkinin sınırlandığı, Yargıtay üyelerinin görev süreleri konusunda yasama
organına herhangi bir düzenleme yetkisi verilmediğini kabul etmek gerekir.
Anayasada verilmemiş bir yetkinin yasama organı tarafından kullanılması mümkün
değildir. Bu açıdan Yargıtay üyeliklerinin 12 yıl ile sınırlandırılması
Anayasanın 154. maddesine aykırıdır. Ayrıca Anayasanın 154. maddesinin son
fıkrasında, Yargıtay üyelerine ilişkin olarak çıkarılacak kanunların
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı ilkelerine uygun olması
gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu açıdan da Yargıtay üyelerinin görev
sürelerinin 12 yıl ile sınırlandırılması Anayasa’nın 154. maddesine aykırıdır.
6723 Sayılı Kanunun 17. maddesi
ile 2797 sayılı Kanunun 29. maddesinin 1. fıkrasından sonra gelmek üzere
eklenen 4 fıkra ile görevi sona eren üyelerin Yargıtay ile ilişkilerinin
kesileceği, ancak atamaları gerçekleşinceye kadar, özlük haklarının Yargıtay
tarafından karşılanmaya devam olunacağı öngörülmüştür. Anayasanın 139 uncu ve
140 ıncı maddelerinde, hâkim ve savcıların özlük haklarına ilişkin yasalarda
yer alması gereken ilkeler gösterilerek, yasama organının bu ilkelere aykırı
düzenlemeler yapmasının önüne geçilmek istenmiştir (m.139, 140). Bu kurallarla
hâkimlerin, maddi, manevi kuşkulardan ve her türlü etkiden uzak tutulup,
Anayasaya, yasalara ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar
vermeleri sağlanmak amaçlanmış, yasal sorumluluğa ek olarak, vicdani sorumluluk
da görev gereği onlara yüklenmiştir. Bu yönüyle Yargıtay üyelerinin özlük
haklarını ortadan kaldıran düzenleme Anayasanın 139 ve 140. maddesine
aykırıdır. Ayrıca bu düzenleme hukuki güvenliği ihlal ettiğinden de Anayasanın
2. maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM)’ne göre, bağımsızlık kavramıyla; “yürütmeden ve taraflardan bağımsız
olmak” anlaşılmalıdır (Ringeisen/Avusturya, 1971). Bağımsız yargılama makamı,
yargılama makamının yürütme başta olmak üzere diğer güçlerden ayrık, bağımsız
olmasını, hiçbir erke, kurum ve kuruluşa, kişiye tabi olmamasını güvence altına
alan bir kriterdir. Bu bakımdan bağımsızlık, yargılama makamının yasayla
kurulmuş olmasının da doğal bir sonucudur (Clarke/Birleşik Krallık, 2005).
AİHM, hâkimlerin görev
süresinin, bağımsızlığın sağlanabilmesi bakımından belirleyici olan hususlardan
biri olduğuna işaret etmektedir. Zira AİHM, bir organın, özellikle yürütmeden
ve davanın taraflarından "bağımsız" olup olmadığını belirlerken
(23.06.1981 tarihli Le Compte, Van Leuven ve De Meyere/Belçika kararı, par.
55), üyelerinin atanma tarzına ve görev sürelerine (aynı karar, parag. 57),
dışarıdan gelebilecek baskılara karşı güvencelerinin varlığına (bk. 01.10.1982
tarihli Piersack/Belçika kararı, par. 27) ve bu organın bağımsız olduğu
görüntüsü verip vermediğine (17.01.1970 tarihli Delcourt/Belçika kararı, par.
31) bakmak zorundadır (Campbell ve Fell/Birleşik Krallık).
Bu bakımdan Yargıtay üyelerinin
görev sürelerinin 12 yıl ile sınırlandırılması Anayasa’nın 90. maddesine
aykırıdır.
6723 sayılı Kanun’un 17.
maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 29. maddesine eklenen 3 ve 4.
fıkraların, Yargıtay üyeliklerinin 12 yılla sınırlandırılmasına ilişkin 2.
fıkranın Yüce Mahkemenizce iptali durumunda, uygulama olanakları
kalmayacağından Yüce Mahkemenizden, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43. maddesinin 4. fıkrası uyarınca işlem yapılması da
ayrıca talep edilmektedir.
Tüm bu açıklamalar
doğrultusunda, 6723 Sayılı Kanununun Yargıtay üyelerinin görev sürelerinin 12
yıl ile sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemesi ve buna bağlı olarak öngörülen
düzenlemeler Anayasa’nın 2., 90., 138., 139., 140., ve 154. maddelerine açıkça
aykırılık oluşturmaktadır.
4. 6723 sayılı “Danıştay Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”un 22. maddesinin
Anayasaya aykırılığı
Anılan düzenleme ile;
“MADDE 22- 2797 sayılı Kanuna
aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
“GEÇİCİ MADDE 15- Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erer. Ancak yeni
seçim yapılıncaya kadar görevlerine devam eden eski başkanlar hariç olmak
üzere, bu tarih itibarıyla Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı,
birinci başkanvekili, Cumhuriyet Başsavcıvekili ve daire başkanı olarak görev
yapanların Yargıtay üyelikleri devam eder.
Birinci fıkra uyarınca
üyelikleri sona eren Yargıtay üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, üçüncü
fıkradaki kadro sayısı dikkate alınmak suretiyle Yargıtay üyesi seçimi yapılır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla Yargıtay meslek mensuplarının (Yargıtay Birinci Başkanı,
Cumhuriyet Başsavcısı, birinci başkanvekilleri, Cumhuriyet Başsavcıvekili,
daire başkanları ve üyeler) kadro sayısı üç yüz ondur. Birinci fıkranın ikinci
cümlesi uyarınca üyelikleri devam edenler, kadro sayısında dikkate alınır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla üçüncü fıkrada belirtilen kadro sayısını
aşan üye kadroları herhangi bir
işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.
Yargıtay üyeliğine
seçilmeyenler, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi tarafından, bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on gün içinde sınıf ve derecelerine
uygun bir göreve atanır.
Üyelikleri sona erenlerin,
seçim veya atamaları yapılıncaya kadar, özlük hakları Yargıtay tarafından
karşılanmaya devam olunur.
Yargıtay üyelerinden Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmiş olup bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibarıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu asıl üyeliği devam edenler,
bu görevlerinin bitmesine üç ay kala Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
tarafından yeniden Yargıtay üyeliğine seçilebilirler. Yeniden seçilenler,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğinin sona ermesinden itibaren on iki yıl
görev yaparlar. Yeniden seçilmeyenler ise, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
üyeliği sona erdikten sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ilgili dairesi
tarafından sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanır. Ancak bu kişiler
bakımından 11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
Kanununun 28 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendi hükmü uygulanır.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi
uyarınca üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen üyeler,
bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on iki yıl görev yaparlar. Bu
üyelerin atama veya seçim nedeniyle yürüttükleri görevleri, bu görevlerinin
süresi bitene kadar devam eder.
Seçilmeyen üyelerin atama veya
seçim nedeniyle yürüttükleri görevler de bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih
itibarıyla sona erer. Bu görevler için ikinci fıkra uyarınca seçim yapıldığı
tarihten itibaren on gün içinde atama veya seçim yapılır.
Birinci fıkranın ikinci cümlesi
uyarınca üyelikleri devam eden üyeler ile ikinci fıkra uyarınca seçilen
üyelerin daha önce Yargıtay üyesi olarak çalıştıkları süreler üyelik kıdeminde
dikkate alınır.
Birinci Başkanlık Kurulu,
ikinci fıkra uyarınca yapılan seçimden itibaren on gün içinde, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak Yargıtay üyelerinin hangi dairelerde
görev yapacağını yeniden belirler.
Birinci Başkanlık Kurulu iş
durumunu ve ihtiyaçları dikkate alarak bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren en geç üç yıl içinde daire sayısını 5 inci maddede öngörülen daire
sayısına indirir. Ancak bu daireler, Birinci Başkanlık Kurulunca kapatılıncaya
kadar görevlerine devam ederler.
Birinci Başkanlık Kurulu, on
ikinci fıkra uyarınca yapılan her daire kapatma işleminden sonra iş durumunu ve
ihtiyaçları dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler.
Buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazetede yayımlanır ve yayımı tarihinden
itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.
Birinci Başkanlık Kurulu, iş
bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak kapatılan
dairelerde görev yapan daire başkanı, üye ve tetkik hâkimlerinin hangi
dairelerde görev yapacağını belirler. Dairelerde görev verilmeyen daire
başkanları, başkanlık süresinin bitimine kadar Yargıtay Birinci Başkanlığı
nezdinde görev yapar. Başkanlık görev süresi Yargıtay Birinci Başkanlığı
nezdinde sona erenlerin veya başka bir daireye başkan olarak
görevlendirilenlerin daire başkanlığı kadroları başka bir işleme gerek
kalmaksızın üye kadrosuna dönüşür.
İş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazetede yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dava dosyaları ayrıca
bir karar verilmesine yer olmaksızın listeye bağlanmak suretiyle mevcut
hâlleriyle ilgili daireye devredilir.
Yargıtay meslek mensupları
(Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, Birinci başkanvekilleri,
Cumhuriyet Başsavcıvekili, daire başkanları ve üyeler) kadro sayısı iki yüze
düşünceye kadar, boşalan her iki üyelik için bir üye seçimi yapılır. Seçim
yapılmayan üye kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş
sayılır.”
Hükmü getirilmiştir.
6723 Sayılı Kanun’un 22.
maddesi ile 2797 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 15’in 1. fıkrasında mevcut
Yargıtay üyelerinin üyelikleri sona erdirilmektedir.
Anayasa’nın 139 ve 140. maddelerinde,
yargıç ve savcıların özlük haklarına ilişkin yasalarda yer alması gereken
ilkeler gösterilerek, yasama organının bu ilkelere aykırı düzenlemeler
yapmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Anayasa’nın 154. maddesinin son
fıkrasında da Yargıtay üyeleri hakkındaki yasal düzenlemelerin mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre olacağı düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 139. maddesi, hâkim
ve savcıların azlolunamayacağını, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen
yaştan önce emekliye ayrılamayacağını güvence altına almaktadır. Bu güvencenin
temel amacı, erkler ayrılığının getirdiği bir sonuç olarak, yasama ya da
yürütmenin tasarruflarıyla hâkimlerin azlolunamaması, emeklilik yaşından önce
kendi istekleri olmadıkça görevden ayrılamamasını teminat altına almaktır.
Böylelikle, erkler ayrılığına uygun olarak yargı bağımsızlığı tam olarak tesis
edilmiş olur. Hâkimlik ve savcılık teminatının sağlanması, Anayasa’nın 140 ıncı
maddesine göre, yargı mensuplarının görevlerini icra etmeleri bakımından ön
koşuldur. Bu bakımdan hâkimlik ve savcılık teminatı, yargılama görevinin
olmazsa olmazıdır. Bu açıdan Yargıtay üyelerinin görev sürelerinin
sonlandırılması hükmü açıkça Anayasanın 139 ve 140. maddelerine aykırıdır.
Anayasa’nın 154. maddesinde,
Yargıtaya üye seçilmek için gerekli olan temel usul ve kriterler belirlenmiş,
kanunla düzenlenebilecek olan hususlar arasında üyelerin görev sürelerine yer
verilmemiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 154. maddesinde kanunla
düzenlenebilecek hususların nelerden ibaret olduğu açıkça yazılarak verilen
yetkinin sınırlandığı, Yargıtay üyelerinin görev süreleri konusunda yasama
organına herhangi bir düzenleme yetkisi verilmediğini kabul etmek gerekir.
Anayasada verilmemiş bir yetkinin yasama organı tarafından kullanılması mümkün
değildir. Bu açıdan Yargıtay üyeliklerinin sonlandırılması Anayasa’nın 154.
maddesine aykırıdır. Ayrıca Anayasanın 154. maddesinin son fıkrasında, Yargıtay
üyelerine ilişkin olarak çıkarılacak kanunların mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı ilkelerine uygun olması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu
açıdan da Yargıtay üyelerinin görev sürelerinin sonlandırılması Anayasa’nın
154.
maddesine aykırıdır.
Anayasa’nın 154. maddesinde de,
Yargıtay üyelerinin seçim usulü, nitelikleri ile ilgili bazı kurallar
öngörülmekle birlikte, 154. maddede Yargıtay üyelerinin görev süresiyle ilgili
bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu bağlamda 139. maddenin öngördüğü
güvenceler Yargıtay üyeleri bakımından da cari olup, tüm Yargıtay üyelerinin üyeliklerinin
tek bir yasal düzenlemeyle sonlandırılması hem 139. ve 140. maddelere, hem de
hukuk devleti ilkesinin düzenlendiği 2. maddeye aykırılık oluşturmaktadır.
Söz konusu düzenleme bir diğer
yönüyle, 138. madde bağlamında da değerlendirilmelidir. Mahkemelerin
bağımsızlığı ve tarafsızlığı, sadece yürütme ve diğer yargı organlarına karşı
değil, yasama erkine karşı da geçerlidir. Bu bağımsızlık, yalnızca hâkimlerin
emir ve/veya talimat almamasıyla sınırlı olarak düşünülmemelidir. Özlük hakları
ve idari güvenceler yönünden de ele alınmalıdır. Yasama organının, hâkimlerin
bağımsızlığını ortadan kaldırıcı, yargı erkinin güvenilirliğini zedeleyici
kuvvetler ayrılığı sisteminin ortaya koyduğu prensipleri örseleyen, hâkimlerin
özlük haklarıyla ilgili yasama tasarruflarının bir hukuk devletinde kabul
edilebilmesi mümkün değildir. Hukuk devletinde hâkimin bağımsızlığının mutlak
bir şekilde tesis edilmesi, yargı bağımsızlığı açısından olmazsa olmaz bir
gerekliliktir. Hâkim güvencelerinin ortadan kaldırıldığı, yok sayıldığı bir
düzende ne bağımsız bir yargıdan, ne de bir hukuk devletinin varlığından söz
edilebilir. Bu bakımdan 6723 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile 2797 sayılı
Kanun’a eklenen Geçici Madde 15’in Yargıtay üyelerinin görevlerini sonlandıran
hükmü Anayasa’nın 138. maddesine aykırıdır.
Bununla birlikte, düzenlemede,
“Birinci fıkra uyarınca üyelikleri sona eren Yargıtay üyeleri arasından,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren beş gün içinde, üçüncü fıkradaki kadro sayısı dikkate alınmak
suretiyle Yargıtay üyesi seçim yapılacağı” öngörülmüştür. Ayrıca, “Yargıtay
Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, birinci başkanvekili, Cumhuriyet
Başsavcıvekili ve daire başkanı olarak görev yapanların Yargıtay üyeliklerinin
devam edeceği” kabul edilmiştir.
Yargıtay üyelerinden bir
bölümünün, üyeliklerin sona ermesinden sonra yeniden üyeliğe seçilmeleri imkânı
getirilmekte, Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, birinci
başkanvekili, Cumhuriyet Başsavcıvekili ve daire başkanı olarak görev
yapanların Yargıtay üyeliklerinin devam edeceği kabul edilerek, bu kimseler,
diğer üyelerden farklı bir işleme tabi tutulmaktadır. Bu açıdan söz konusu
düzenleme, Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırıdır.
Eşitlik ilkesi, bir hukuk
devletinde, aynı statüde bulunanlar arasında herhangi bir ayrımcılık
gözetmeksizin işlem yapılmasını gerekli kılar. Anayasa Mahkemesi; “Anayasa'nın
10. maddesinde yer verilen "yasa önünde eşitlik ilkesi" hukuksal
durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal
eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin
yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını
ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi
ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi
yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez” (AYM. 12.06.2008, 2005/28,
2008/122) diyerek bu ilkenin önem ve mahiyetini ortaya koymuştur.
Somut düzenlemede, aynı ve eşit
statüde bulunan Yargıtay üyeleri arasında bir fark oluşturularak sadece seçim
usulü bakımından farklılıklar göz önünde bulundurulmak suretiyle bir kısım
üyelere görevlerine devam edebilmeleri imkanı tanınması, öte yandan, diğer
üyelerin aksine Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, birinci
başkanvekili, Cumhuriyet Başsavcıvekili ve daire başkanı olarak görev
yapanların Yargıtay üyeliklerinin devam edeceğinin kabul edilmesi, eşitlik
ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Zira bu ilkenin amacı aynı durumda bulunan
kişilerin aynı işlem ve muameleye tabi tutulmalarını sağlamak, eşit hukuki
statüde bulunanlar arasında ayrım ve ayrımcılık yapılmasını önlemektir. Anılan
düzenlemede, hukuki statüleri aynı olan üyeler arasında ayrım yapılarak, bir
kısmının farklı işleme tabi tutulması, bu yönüyle Anayasa’nın 10 uncu maddesine
aykırılık oluşturmaktadır.
6723 sayılı Kanunun 22. maddesi
ile Yargıtay Kanunu’na eklenen Geçici 15. maddenin Yargıtay üyeliklerinin sona
erdirilmesine ilişkin 1. fıkrasının Yüce Mahkemenizce iptali durumunda, Geçici
15. maddenin diğer fıkralarının da uygulama olanağı kalmayacağından, Yüce
Mahkemenizden, Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanunun 43. maddesinin 4. fıkrası uyarınca işlem yapılması da ayrıca talep
edilmektedir.
Bu sebeple, bahsi geçen
düzenleme Anayasa’nın 2, 10, 138, 139, 140 ve 154.
maddelerine aykırılık teşkil
etmektedir.
VII. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA
İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Yukarıda da açıklandığı
veçhile,
Yüksek mâlûmları olduğu üzere,
Kamu Hukukunda yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesi için iki şartın birlikte
bulunması gerekmektedir.
Bu iki şarttan biri,
düzenlemenin açıkça hukuka aykırı olması, diğeri ise dava konusu düzenlemenin
uygulanması halinde ortaya telâfisi imkânsız veya telâfisi güç bir zararın
doğacak bulunmasıdır.
İş bu dilekçemiz ile yokluğunun
tespitini ya da iptallerini talep ettiğimiz dava konusu maddeleri, öngördüğü
yasal düzenlemeler nedeniyle, yürürlüklerinin durdurulması için gerekli olan
her iki şartı da taşımaktadır.
Zirâ davaya konu anılan Kanun
hükümleri ile (yukarıda da açıklandığı veçhile), yargı erki, kuvvetler ayrılığı
ilkesine tamamen aykırı bir biçimde, ayrı bir erkten çok, “yürütmenin güdümü,
emir ve gözetimi altında görev yapan bir uydusu” haline getirilmek istenmekte,
“mahkemelerin bağımsızlığı” ile “hâkimlik teminatı” ilkeleri tamamen
çiğnenmekte, bağımsız yargı prensibi -deyim yerinde ise- rafa kaldırılmakta,
âdetâ yürütmenin emrinde ve
“dönüştürme / siyasallaştırma”
amacının güdüldüğü çok açık ve net bir biçimde görülebilmektedir.
Ayrıca, anılan Kanunla yapılan
düzenlemelerin aynı zamanda yetki gasbı veya yetki tecavüzü niteliğini taşıdığı
da kuşkusuzdur. Dava konusu somut olayda, gerçekleştirilen yetki gasbına cevaz
verildiği takdirde, bundan böyle TBMM’nin yetkisi olmadığı bir anayasal alanda
yetki kullanabilmesinin ve kanunları değiştirebilmekle yetkili olanlara, kanun
değiştirme yöntemini kullanarak tâlî kurucu iktidara verilen Anayasayı
değiştirme yetkisinin elinden alınmasının önü açılacaktır.
Yukarıda belirtilen ve
yokluğunun saptanması ya da iptali istenen hükümler, Anayasa’ya açıkça
aykırıdır. Bu hükümlerin uygulanması halinde bir yandan “kuvvetler ayrılığı”
ilkesi ortadan kaldırılmış, öte yandan “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik
ve savcılık teminatı” konularında Anayasa’nın öngördüğü bütün kurallar ihlâl
edilmiş olacağı ve bu ilkeler yönünden telâfisi imkânsız zararların doğacağı
çok açık ve kesindir.
Dava konusu hükümler hakkında
yürürlüğün durdurulması kararı verildiği takdirde, hukuk sistemimizde herhangi
bir boşluk meydana gelmeyecek, sadece, Anayasa’ya aykırı olan uygulama
durdurulmuş olacaktır.
Ancak, dava konusu hükümler
yönünden “yürürlüğü durdurma” kararı verilmeyip de iptal kararı verilmesi
halinde, bu iptal kararı büyük olasılıkla etkisiz kalacaktır.
Öte yandan, anayasal düzenin,
hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk
devleti olmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya
aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken “hukukun üstünlüğü”
ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende ise
kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin
zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol
açacaktır.
Bu zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan “yokluklarının
tespiti” ya da “iptalleri” istenen hükümlerin, iş bu dava sonuçlanıncaya kadar
(6723 sayılı Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe gireceği olgusu da
nazara alınarak) yürürlüklerinin de durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne
dava açılmıştır.
VIII. SONUÇ VE İSTEM
01.07.2016 tarihli ve 6723
sayılı “Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun”un;
1.
6723 sayılı Kanunun “ÖNCELİKLE TÜMÜNÜN YOK
HÜKMÜNDE OLDUĞUNUN SAPTANMASINA”,
2.
Bu talebimizin kabûle şâyan görülmemesi
halinde 6723 sayılı Kanunun
“TÜMÜNÜN ŞEKİL BAKIMINDAN ANAYASA’YA
AYKIRILIĞI NEDENİYLE
İPTALİNE”,
3.
Bu talebimizin de kabûle şâyan görülmemesi
halinde, 6723 sayılı Kanunun;
1.
1. maddesinin Anayasa’nın 2., 90, 138., 139.
140. ve 155. maddelerine,
2.
12. maddesinin Anayasa’nın 2, 10., 138.,
139., 140. ve 155. maddelerine,
3.
17. maddesinin Anayasa’nın 2., 90., 138.,
139., 140. ve 154. maddelerine,
4.
22. maddesinin Anayasa’nın 2., 10., 138.,
139., 140. ve 154. maddelerine,
Aykırı olduklarından öncelikle
“yok” hükmünde olduklarının tespitine ya da gerek şekil ve gerekse esas
bakımından iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız
zarar ve durumlar doğacağı için, işbu dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz".”