“1-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 8.
maddesinin tamamı olan:
“MADDE 8-
2575 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar”
ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.”
Hükmünün
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, 2575 sayılı Danıştay Kanununun “Danıştay Tetkik Hakimi ve
Savcılarının atanmaları ve dairelere verilmeleri” kenar başlıklı 11. maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan “Danıştay tetkik hakimlerinin görev yerleri,
Başkanlar Kurulu tarafından belirlenir.” Kuralı, “Danıştay tetkik hakimlerinin
görev yerleri, Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” şekline dönüşmüştür.
Böylece,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasının birinci tümcesi ile, Danıştay tetkik hâkimlerinin
çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri işleri belli etmek ve
gerektiğinde yerlerini değiştirmek görevleri “Başkanlar Kurulu”nun görevleri
arasından alınarak, “Başkanlık Kurulu”na verilmiştir.
Danıştay'da
evvelce olmayan Başkanlık Kurulu, genel yetki yasası çerçevesinde, ilk kez
8.8.2011 tarihli ve 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur.
O tarihte, tetkik hâkimleriyle üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar
Kurulundan alınarak, yeni kurulan Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Daha sonra,
bunun doğru olmadığı ve sakıncaları anlaşılarak, 6494 sayılı Kanun ile söz
konusu yetkiler, Başkanlık Kurulundan alınarak yeniden Başkanlar Kuruluna
verilmiştir. Bu Kanunla, bu görevler, bir kez daha Başkanlar Kurulundan alınıp,
yetkiler daha da genişletilerek, ikinci kez Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
2575
sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine göre, Başkanlar Kurulu, Danıştay
Başkanının başkanlığında, Başsavcı, başkanvekilleri ve tüm daire başkanlarından
oluşur. Bu hâliyle Başkanlar Kurulu, her biri birer yüksek mahkeme olan
Danıştay dairelerinin başkanları ve kurulların başkanlarından oluşan geniş
katılımlı, çoğulcu, demokratik bir organdır. Başkanlar Kurulu, bu yönüyle,
Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir karar mercii konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili, Başkanlık Kurulunda yer
almamaktadır. Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı
zayıf bir karar organı mâhiyetindedir.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde
bağımsız oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 155. maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı
karar ve hükümlerin son inceleme merci olduğu, kanunla gösterilen belli
davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı ve Danıştay’ın,
kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile
üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği, hükmü
yer almaktadır.
Hukuk
devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir. Hukukun ve adaletin en somut yansıması olan yargı
bağımsızlığı, “hukuk devleti” ilkesinin bir gereği ve doğal bir sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Uluslararası
metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık”
meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme
sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye
karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de
uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme
başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı bağımsızlığı”
ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit davalarda verdikleri
kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin etmektedirler. Comman
Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki içtihada uygun
karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz incelenmesinde
bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek mahkeme kararlarında
ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir. Ayrıca, özel olarak
hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri arasında tutarlılığı
sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece
mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya
Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede
görev yapan hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu
olabilmektedir.
Yüksek
mahkemelerin dâhilî bağımsızlıkları ile ilgili olabilecek iki temel unsur
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı mensuplarının görev yapacakları
dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin
belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir
şekilde karar vermeleri için büyük önemi hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma hakkı”nın
bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler ışığında, bir
davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma mahsus) ve/veya
ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine, objektif ve şeffaf
kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir hukukî değer olan “doğal
hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama
getirilmesi gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı bölümlerinde Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri
ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13. maddesi
ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci fıkrasını
oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması hâlinde
vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden birinin veya
birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari
dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi ile 13.
maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan “Başkanlar”
ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14. maddesi ile
değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ... Başkanlık
Kurulu tarafından belirlenir.” ibâresi; 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay
Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan (a), (b), (c) ve (d)
bentleri ile ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575 sayılı “Danıştay
Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen “Başkanlık
Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden
belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş
bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile,
Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden
oluşan ve Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara
başkanlık eden iki başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde
bulundurmayan, dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar organı
olduğuna -az yukarıda müteaddit kez değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire
başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi
yanında, aynı zamanda, dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları dahî münhasıran belirleme
yetkisi verilmektedir. Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar
vereceği olgusu da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda yer alan Başkan ve
/ veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir bütün olarak, anılan
Yüksek Mahkeme'yi tamamen kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilecek ve bu
meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay
üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacakları
hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından belirlenecektir. Bu durum, yüksek
bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın
138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında,
“mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” esasları ihlâl edilmektedir.
“Yargı bağımsızlığı”nın bulunmadığı bir ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2.
maddesinde sayılan “hukuk devleti”nin varlığından söz edebilmek mümkün
değildir.
Eş
anlatımla, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13., 14., 18. ve 20. maddelerinin
(dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay bünyesi içerisinde oluşturulan
Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile ilgili düzenlemeler bir bütün (kül)
hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda
görev almayan Danıştay daire başkanları ve Danıştay üyelerinin yargısal
kararlar verme süreçleri bakımından Başkanlık Kurulunu oluşturan daire
(mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât
yapısı oluşturulmakta ve böylece, Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve
“Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa olmaz koşullarından birini oluşturan
“Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde
olağanüstü yetkilerle donatılmış Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan
ve bir anlamda, katı bir hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava
konusu düzenleme, Yüksek Mahkemenin bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz
bir biçimde, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine
de aykırılık oluşturmaktadır.
Öte
yandan, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci (son) fıkrasında, “Danıştayın,
kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile
üyelerinin nitelikleri ve seçim usulleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. Danıştay tetkik hâkimleri de Danıştay’ın kuruluşu ve işleyişinde
aslî birer unsur niteliğinde olduklarına göre, görev yerlerinin belirlenmesini
öngören yasal düzenlemelerde “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı
esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile
değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen dava
konusu düzenleme ile, Danıştay tetkik hâkimlerinin görev yerlerini belirleme
yetkisinin Başkanlık Kurulu’na verilmesi, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci
(son) fıkrası hükmü ile bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan, söz konusu düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan Coeme ve
diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin
ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir. Bu kararda
AİHM, bakanların, ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhâkemesi yasaları
olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını olaya
uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM, bu davada,
“kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi”nin (doğal hâkim ilkesinin), aynı zamanda,
usûl yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş ve “bu ilke
gereği, usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin
görev alanları ile yetkilerine ilişkin konularda yargı organlarına takdir
yetkisi tanınmamalı” şeklinde bir içtihâda varmıştır.
Oysa, dava
konusu yasal düzenlemede, Danıştay Başkanlık Kurulu’na, spesifik bir davayı,
istediği bir tetkik hâkimine inceletmeye imkan sağlayan aşırı yetkiler
verilmektedir. Diğer bir ifade ile, hangi dosyaya hangi daire ve tetkik
hâkiminin bakacağının önceden bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile,
Danıştay’a, hangi dairedeki tetkik hâkiminin, hangi dosyaya bakacağını istediği
zaman değiştirme gibi çok geniş yetkiler verildiği için, Anayasamızın 36.
maddesinde teminat altına alınan “âdil yargılanma hakkı” açıkça çiğnenmekte ve
yine Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla kurulmuş mahkeme /
kanunî hâkim güvencesi” (tabiî hâkim) ilkesi ihlâl edilmektedir. Başka bir
ifade ile, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bulunan
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına
sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme olan Danıştay'ın
bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil bir yargılanma” için adalete
erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş olmaları yanında, aynı
zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları gerektiğine göre, bu bapta
Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri açıklanmaya çalışılan dava
konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve
Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence altına alan 36. maddesi ile
“Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37. maddesi hükümlerine aykırılık
teşkil etmektedir.
Bütün bu
bilgiler dikkate alındığında, Başkanlar Kurulu ve Genel Kurula ait bazı
yetkilerin Başkanlık Kuruluna devredilmesini öngören ve bu sûretle, tüm etkin
yetkileri (Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar vereceği
vâkıâsı da nazara alındığında) -az yukarıda açıklandığı veçhile- Danıştay
Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan
Başkanlık Kurulunda görev alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak
üzere dört kişinin iradesine bırakan ve bu meyânda, “Danıştay tetkik
hâkimlerinin görev yerlerinin, Başkanlık Kurulu tarafından belirlenmesi”ne
cevaz veren 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11.
maddesinin ikinci fıkrasının birinci tümcesinde öngörülen düzenleme,
Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 155. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
“Danıştay
tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin, Başkanlık Kurulu tarafından
belirleneceği”ne ilişkin getirilen düzenleme ile Danıştay Başkanının
başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık
Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate
alındığında, Başkanlık Kurulunda yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek
üye olmak üzere dört kişinin, bir bütün olarak, Yüksek bir yargı organı olan
Danıştay’ı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine cevaz
verilmekte ve böylece, Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
yol açılmaktadır. Bu itibarla, dava konusu bu düzenlemenin, iptal kararının
Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda, Başkanlık
Kuruluna, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına, hukuk
devleti ilkesine, âdil yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim güvencesine (tabiî
hâkim ilkesine) aykırı şekilde verilen yetkiler sonucunda, telâfisi güç veya
imkânsız zararların doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen
düzenlemenin, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
2-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 10. maddesinde
geçen:
“2575
sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan
“Başkanlar” ibareleri “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …”
İbâresinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, 2575 sayılı Kanunun “Başkan ve üyelerin dairelere ayrılmaları”
kenar başlıklı 14. maddesinin ikinci fıkrası “Üyeler, Başkanlar Kurulunun
kararı ile dairelere ayrılırlar ve hizmetin icaplarına göre, daireleri aynı
usulle değiştirilebilir.” şeklinde iken, “Üyeler, Başkanlık Kurulunun kararı
ile dairelere ayrılırlar ve hizmetin icaplarına göre, daireleri aynı usulle
değiştirilebilir.” şekline; dördüncü fıkrası ise “Dairelerde vukubulacak
noksanlıklar, diğer dairelerden üye alınmak suretiyle tamamlanır. Bu üyeler
Başkanlar Kurulunun kararı ile önceden tespit edilir.” şeklinde iken,
“Dairelerde vukubulacak noksanlıklar, diğer dairelerden üye alınmak suretiyle
tamamlanır. Bu üyeler Başkanlık Kurulunun kararı ile önceden tespit edilir.”
şekline dönüşmektedir.
Buna göre,
6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin
ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen dava konusu düzenleme ile, Danıştay
üyelerinin dairelere ayrılmaları ve dairelerinin değiştirilmeleri, dairelerde
vukûbulacak noksanlıkların, diğer dairelerden üye alınmak suretiyle
tamamlanması ve bu üyelerin önceden tesbit edilmesi, Başkanlar Kurulunun
görevleri arasından çıkarılarak Başkanlık Kuruluna verilmiştir.
Şüphesiz,
yukarıda, dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1) numaralı başlığı altında 6572
sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci
fıkrasında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle ileri
sürdüğümüz bütün iptal gerekçeleri, iş bu bapta Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle
iptal gerekçeleri açıklanmaya çalışılan 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile
değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında
öngörülen dava konusu düzenleme hakkında da geçerlidir. Yukarıda, dava
dilekçemizin (IV). Bölümünün (1) numaralı başlığı altında 6572 sayılı Kanunun
8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci fıkrasında
öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi
bölümünde de açıklamaya çalıştığımız veçhile, Danıştay'da evvelce olmayan
Başkanlık Kurulu, genel yetki yasası çerçevesinde, ilk kez 8.8.2011 tarihli ve
650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur. O
tarihte, tetkik hâkimleriyle üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar
Kurulundan alınarak, yeni kurulan Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Daha sonra,
bunun doğru olmadığı ve sakıncaları anlaşılarak, 6494 sayılı Kanun ile söz
konusu yetkiler, Başkanlık Kurulundan alınarak yeniden Başkanlar Kuruluna
verilmiştir. Bu Kanunla, bu görevler, bir kez daha Başkanlar Kurulundan alınıp,
yetkiler daha da genişletilerek, ikinci kez Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
2575
sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine göre, Başkanlar Kurulu, Danıştay
Başkanının başkanlığında, Başsavcı, başkanvekilleri ve tüm daire başkanlarından
oluşur. Bu hâliyle Başkanlar Kurulu, her biri birer yüksek mahkeme olan
Danıştay dairelerinin başkanları ve kurulların başkanlarından oluşan geniş
katılımlı, çoğulcu, demokratik bir organdır. Başkanlar Kurulu, bu yönüyle,
Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir karar mercii konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili, Başkanlık Kurulunda yer
almamaktadır. Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı
zayıf bir karar organı mâhiyetindedir.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden başka
bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü
merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde bağımsız
oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre
hüküm verecekleri; 155. maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî mahkemelerce verilen
ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son
inceleme merci olduğu, kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece
mahkemesi olarak bakacağı ve Danıştay’ın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı,
başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri,
idarî yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre kanunla düzenleneceği, hükmü yer almaktadır.
Hukuk
devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir. Hukukun ve adaletin en somut yansıması olan yargı
bağımsızlığı, “hukuk devleti” ilkesinin bir gereği ve doğal bir sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Yine,
yukarıda, dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1) numaralı başlığı altında 6572
sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci
fıkrasında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal
gerekçesi bölümünde de açıklamaya çalıştığımız gibi, Uluslararası metinlerde
yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık” meselesine
göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme sahip bir
konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî olduğu”
hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye karşı
korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de
uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme
başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı
bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit
davalarda verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece
mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya
Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede
görev yapan hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu
olabilmektedir.
Yukarıda,
dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1) numaralı başlığı altında 6572 sayılı
Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci
fıkrasında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal
gerekçesi bölümünde de açıklamaya çalıştığımız üzere, Yüksek mahkemelerin dâhilî
bağımsızlıkları ile ilgili olabilecek iki temel unsur bulunmaktadır: Bunlardan birincisi,
yargı mensuplarının görev yapacakları dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise
uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek
yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir şekilde karar vermeleri için büyük önemi
hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine,
objektif ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir
hukukî değer olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama
getirilmesi gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı bölümlerinde Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri
ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden
birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava
dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi
ile 13. maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan
“Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci
fıkrasının ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ...
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” ibâresi; 18. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan (a),
(b), (c) ve (d) bentleri ile ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen
“Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile, Başkanlar
Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara başkanlık eden iki
başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde bulundurmayan, dar katılımlı ve
demokratik yapısı zayıf bir karar organı olduğuna -az yukarıda müteaddit kez
değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire başkanlarının, üyelerin ve tetkik
hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi yanında, aynı zamanda, dairelerin
bakacakları uyuşmazlıkları dahî münhasıran belirleme yetkisi verilmektedir.
Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar vereceği olgusu da
dikkate alındığında, Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere,
toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunda yer alan Başkan ve / veya asıl
ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir bütün olarak, anılan Yüksek
Mahkeme'yi tamamen kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilecek ve bu
meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay
üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacakları
hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından belirlenecektir. Bu durum, yüksek
bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın
138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında,
“mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” esasları ihlâl edilmektedir.
“Yargı bağımsızlığı”nın bulunmadığı bir ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2.
maddesinde sayılan “hukuk devleti”nin varlığından söz edebilmek mümkün
değildir.
Başka bir
deyişle, yukarıda da değinildiği üzere, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13.,
14., 18. ve 20. maddelerinin (dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay
bünyesi içerisinde oluşturulan Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile
ilgili düzenlemeler bir bütün (kül) hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay
tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda görev almayan Danıştay daire
başkanları ve Danıştay üyelerinin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından
Başkanlık Kurulunu oluşturan daire (mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak
öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât yapısı oluşturulmakta ve böylece,
Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve “Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa
olmaz koşullarından birini oluşturan “Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi
zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan ve bir anlamda, katı bir
hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, Yüksek
Mahkemenin bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz bir biçimde,
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Öte
yandan, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci fıkrasında, “Danıştayın, kuruluşu,
işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin
nitelikleri ve seçim usulleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. Danıştay tetkik hâkimleri de Danıştay’ın kuruluşu ve işleyişinde
aslî birer unsur niteliğinde olduklarına göre, görev yerlerinin belirlenmesini
öngören yasal düzenlemelerde “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı
esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, “Danıştay üyelerinin dairelere
ayrılmalarının, dairelerinin değiştirilebilmelerinin, dairelerde vukûbulacak
noksanlıkların diğer dairelerden üye alınmak suretiyle tamamlanmasının,
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenmesi”ne cevaz veren 6572 sayılı Kanunun 10.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü
fıkralarında öngörülen düzenleme, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci fıkrası
hükmü ile bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan, söz konusu düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan Coeme ve
diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin
ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir. Bu kararda
AİHM, bakanların, ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhâkemesi yasaları
olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını olaya
uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM, bu davada,
“kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi”nin (doğal hâkim ilkesinin), aynı zamanda,
usûl yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş ve “bu ilke
gereği, usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin
görev alanları ile yetkilerine ilişkin konularda yargı organlarına takdir
yetkisi tanınmamalı” şeklinde bir içtihâda varmıştır.
Oysa,
yapılan yasal düzenlemede, Danıştay Başkanlık Kurulu’na, spesifik bir davayı
istediği bir üyeye inceletmeye imkân veren aşırı yetkiler verilmektedir. Diğer
bir ifade ile, hangi dosyaya, hangi daire ve hangi üyelerin bakacağının önceden
bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile, Danıştay’a hangi dairedeki
üyelerin hangi dosyalara bakacağını istediği zaman değiştirme gibi çok geniş
yetkiler verildiği için, Anayasamızın 36. maddesinde teminat altına alınan “âdil
yargılanma hakkı” açıkça çiğnenmekte ve yine, Anayasamızın 37. maddesinde hükme
bağlanan “kanunla kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” (tabî hâkim)
ilkesi ihlâl edilmektedir. Başka bir ifade ile, Danıştay bünyesinde olağanüstü
yetkilerle donatılmış bulunan Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir
teşkilat yapısının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir
mahkeme olan Danıştay'ın bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında,
“âdil bir yargılanma” için adalete erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla
kurulmuş olmaları yanında, aynı zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız
olmaları gerektiğine göre, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal
gerekçeleri açıklanmaya çalışılan dava konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence
altına alan 36. maddesi ile “Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37.
maddesi hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.
Bütün bu
bilgiler dikkate alındığında, Başkanlar Kurulu ve Genel Kurula ait bazı
yetkilerin Başkanlık Kuruluna devredilmesini öngören ve bu sûretle, tüm etkin
yetkileri (Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar vereceği
vâkıâsı da nazara alındığında) -az yukarıda açıklandığı veçhile- Danıştay
Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan
Başkanlık Kurulunda görev alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak
üzere dört kişinin iradesine bırakan ve bu meyânda, “Danıştay üyelerinin
dairelere ayrılmalarının, dairelerinin değiştirilebilmelerinin, dairelerde
vukûbulacak noksanlıkların diğer dairelerden üye alınmak suretiyle
tamamlanmasının, Başkanlık Kurulu tarafından belirlenmesi”ne cevaz veren 6572
sayılı Kanunun 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin
ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenleme, Anayasa’nın 2., 36., 37.,
138. ve 155. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
“Danıştay
üyelerinin dairelere ayrılmalarının, dairelerinin değiştirilebilmelerinin,
dairelerde vukûbulacak noksanlıkların diğer dairelerden üye alınmak suretiyle
tamamlanmasının, Başkanlık Kurulu tarafından belirlenmesi”ne ilişkin getirilen
düzenleme ile, Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam,
yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar
vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda yer alan Başkan ve
/ veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişinin, bir bütün olarak,
Yüksek bir yargı organı olan Danıştay’ı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine
cevaz verilmekte ve böylece, Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının
oluşmasına yol açılmaktadır. Bu itibarla, dava konusu bu düzenlemenin, iptal
kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda,
Başkanlık Kuruluna, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına, hukuk
devleti ilkesine, âdil yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim güvencesine (tabiî
hâkim ilkesine) aykırı şekilde verilen yetkiler sonucunda, telâfisi güç veya
imkânsız zararların doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen
düzenlemenin, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
3-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un;
12.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci
fıkrasının birinci ve ikinci tümcelerini oluşturan,
“İdari
Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin başkanları ile her idari dava
dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen iki asıl
ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri Kurulu ise vergi dava dairelerinin
başkanları ile her vergi dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından
görevlendirilen üç asıl ve üç yedek üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda
Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden
görevlendirilirken, diğer yarısı kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler
arasından yenilenir.”
Tümceleri
ile,
Beşinci
(son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma
olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi
tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.”
Tümcesinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 17. maddesinin birinci fıkrası
değiştirilmiş ve anılan fıkrada yer alan Kural'ın birinci ve ikinci tümcelerine
göre, İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, idari dava dairelerinin başkanları ile
her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından
görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun
ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden iki yıl
için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek üyeden
oluşacağı; iki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısının iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısının
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenileneceği
öngörülmekte; beşinci ve son tümcesinde ise, İdari Dava Daireleri Kurulu ile
Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması
hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere
yeni üye görevlendirileceği hükme bağlanmaktadır.
Dolayısı
ile, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle iptal gerekçeleri açıklanmaya
çalışılan dava konusu yasal düzenlemeden önce, İdari Dava Daireleri Kurulu,
idari dava dairelerinin başkanları ile üyelerinden; Vergi Dava Daireleri Kurulu
da, vergi dairelerinin başkanları ile üyelerinden oluşmakta iken; bundan böyle,
dava konusu değişiklik ile, İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, idari dava
dairelerinin başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık
Kurulu tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava
Daireleri Kurulu'nun ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava
dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve
üç yedek üyeden oluşacağı; iki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki
kuruldaki üyelerin yarısının iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer
yarısının kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından
yenileneceği; buna ilâveten, İdari Dava Daireleri Kurulu ile Vergi Dava
Daireleri Kurulu'nun asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması hâlinde
Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni
üye görevlendirileceği öngörülmektedir.
Şüphesiz,
yukarıda, dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1) numaralı başlığı altında 6572
sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci
fıkrasında; yine dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (2) numaralı başlığı altında
6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci
ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle
ileri sürdüğümüz bütün iptal gerekçeleri, iş bu bapta Anayasa’ya aykırılığı
nedeniyle iptal gerekçeleri açıklanmaya çalışılan 6572 sayılı Kanunun 12.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen dava konusu düzenlemeler hakkında da geçerlidir. Yukarıda, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci
fıkrasında ve yine 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 14.
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya
aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri bölümünde de açıklamaya çalıştığımız
veçhile, Danıştay'da evvelce olmayan Başkanlık Kurulu, genel yetki yasası
çerçevesinde, ilk kez 8.8.2011 tarihli ve 650 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur. O tarihte, tetkik hâkimleriyle
üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar Kurulundan alınarak, yeni kurulan
Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Danıştay meslek mensupları (üyeler)
öteden beri bağımsız, tarafsız ve her türlü kaygıdan uzak bir şekilde,
görevlendirildikleri dairelerde çalışmakta idiler. Başkanlar Kurulu, Danıştay
üyeleri için bir güvence idi. Çünkü, Başkanlar Kurulu, üyelerin kâbiliyetleri,
yetkinlikleri, bilgi birikimleri ve deneyimlerini gözeterek hangi dairede daha
verimli görev yapacaklarını takdir ederek karar vermekte ve sonrasında bir
mecburiyet olmaksızın görev yerlerini değiştirmemekteydi. Ancak, 8.8.2011
tarihli ve 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesi ile bu uygulamaya
son verilerek tetkik hâkimleri ile üyelerin görev yerlerinin belirlenmesi
yetkisi Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Bu sûretle, Danıştay dairelerinin
oluşumuna etkin bir sûretle müdahale edilmiştir. Bu yanlıştan ve Danıştay
içerisinde büyük tepkilere neden olan bu uygulamadan, kısa bir süre önce,
27.6.2013 tarih ve 6494 sayılı Kanun ile vazgeçilmiştir. Ne var ki, 6572 sayılı
Kanunun dava konusu hükümleri ile, bu görevler, bir kez daha Başkanlar
Kurulundan alınıp, yetkiler daha da genişletilerek, ikinci kez Başkanlık
Kuruluna verilmektedir. Bu yetkiler, Danıştay’da yüksek hâkimlerin
(üyelerin) bağımsız bir şekilde görev yapabilmeleri için büyük önem arz
etmektedir. Başkanlık Kurulunun yapısı da dikkate alındığında, 6572 sayılı
Kanunla getirilen dava konusu düzenleme ile Başkanlık Kurulu'na verilen yetki
ile her biri ayrı birer yüksek mahkeme olan Danıştay daire ve kurullarının
bağımsızlığı zayıflatılmaktadır. Başkanlık Kurulu'nun -deyim yerinde ise-
Demokles’in Kılıcı gibi üyeler üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanılmasına
yol açılmaktadır.
Öncelikle, Danıştay ile ilgili düzenlemelerin genel
mantığını kavrayabilmek için, “Başkanlar Kurulu” ile “Başkanlık
Kurulu” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
Danıştay Başkanlar Kurulu, -yüksek malûmları
olduğu üzere- Danıştay Başkanı, Başkanvekilleri, Başsavcısı ve tüm daire
başkanlarından oluşan (6572 sayılı Kanunun 9. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 13. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikten önce) 19
kişilik (6572 sayılı Kanunun 9. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 13.
maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikten sonra) 21 kişilik bir
Kuruldur. Buna karşın, Başkanlık Kurulu ise, Danıştay Başkanının
başkanlığında, 3 daire başkanı ve 3 üyeden oluşan dar katılımlı bir Kuruldur.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında ve yine 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun
14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri bölümünde de açıklamaya
çalıştığımız üzere, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine göre,
Başkanlar Kurulu, Danıştay Başkanının başkanlığında, Başsavcı, başkanvekilleri
ve tüm daire başkanlarından oluşur. Bu hâliyle Başkanlar Kurulu, her biri birer
yüksek mahkeme olan Danıştay dairelerinin başkanları ve kurulların
başkanlarından oluşan geniş katılımlı, çoğulcu, demokratik bir organdır.
Başkanlar Kurulu, bu yönüyle, Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir karar
mercii konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili, Başkanlık Kurulunda yer
almamaktadır. Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı
zayıf bir karar organı mâhiyetindedir.
Dava konusu düzenlemeden önceki durumda, İdarî İşler
Kuruluna, idarî dairelerin tüm başkan ve üyelerinin katılması zorunludur. Zirâ,
imtiyaz sözleşmeleri, tüzük incelemeleri gibi dairenin ihtisası dâhilîndeki
detaylı konular, İdarî İşler Kurulunda müzakere edilmektedir. Böylece, dairenin
verdiği kararların gerekçesini bu kurulda izah etmesine imkân tanınmakta idi.
Oysa, 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin
birinci fıkrasında öngörülen dava konusu düzenleme ile, İdarî İşler Kuruluna,
Başkanlık Kurulunca belirlenecek üyelerin ve ilgili daire başkanının katılması
şartı getirilmektedir. Böylece, ekonomik değeri yüksek olan imtiyaz
sözleşmeleri (örneğin, liman özelleştirmeleri, havaalanları vs.) gibi
konuların, yürütme organının iradesi doğrultusunda sonuçlanmasının önü
açılmaktadır. Söz konusu düzenleme ile, demokratik meşrûiyyet ve
katılımcılık esâsından vazgeçilmekte, çoğulculuk ortadan kaldırılmakta ve sonuç
olarak, kararların, belli bir düşünce doğrultusunda alınmasına zemin
hazırlanmaktadır.
Danıştay’a ilişkin olarak yukarıda sözü edilen ve dava
dilekçemizin bu babında dava konusu yapılan işbu değişikler, açık bir
biçimde Anayasamızın 138. maddesinde hükme bağlanan “Mahkemelerin bağımsızlığı”
ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Zirâ, yargı bağımsızlığı sadece politik
kurumlardan gelebilecek dış tehditlere karşı değil, aynı zamanda, yargının
kendi içinden gelebilecek yönlendirme ve tehditlere karşı da hâkimi
korumaktadır. Mevcut düzenleme ile, İdari Dava Daireleri Kurulu'nun,
idari dava dairelerinin başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için
Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi
Dava Daireleri Kurulu'nun ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi
dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç
asıl ve üç yedek üyeden oluşacağı; iki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca,
her iki kuruldaki üyelerin yarısının iki yıl süreyle yeniden
görevlendirilirken, diğer yarısının kurullarda daha önce görevlendirilmeyen
üyeler arasından yenileneceği; buna ilâveten, İdari Dava Daireleri Kurulu ile
Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması
hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak
üzere yeni üye görevlendirileceği öngörülür iken, Danıştay üyeleri,
kendi meslektaşlarından gelebilecek yönlendirme ve baskılara karşı korumasız
bırakılmaktadır.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir
hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde, herkesin, meşrû vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç
kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamayacağı;
bir kimseyi kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma
sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamayacağı; 138.
maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde bağımsız oldukları ve Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 155.
maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir
idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merci olduğu,
kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak
bakacağı ve Danıştay’ın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri,
daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri, idarî yargının
özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre
kanunla düzenleneceği, hükmü yer almaktadır.
Hukuk
devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir. Hukukun ve adaletin en somut yansıması olan yargı
bağımsızlığı, “hukuk devleti” ilkesinin bir gereği ve doğal bir sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında ve yine 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri bölümünde de açıklamaya
çalıştığımız gibi, Uluslararası metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık”
meselesi, “hâricî bağımsızlık” meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla
birlikte, asla, daha az öneme sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin
yalnızca hukuka tâbî olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her
şeyden önce hâricî etkiye karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı
zamanda, yargı içinde de uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme
süreçleri bakımından mahkeme başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin
“ast”ı olarak öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin
yalnızca hukuka tâbî olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı
bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit davalarda
verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece
mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya
Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede
görev yapan hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu
olabilmektedir.
Yine,
yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11.
maddesinin ikinci fıkrasında ve yine 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile 2575
sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen
düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri bölümünde de
açıklamaya çalıştığımız veçhile, Yüksek mahkemelerin dâhilî bağımsızlıkları ile
ilgili olabilecek iki temel unsur bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, yargı
mensuplarının görev yapacakları dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise
uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek
yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir şekilde karar vermeleri için büyük önemi
hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine,
objektif ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir
hukukî değer olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama
getirilmesi gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı bölümlerinde Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden iki
yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek üyeden
oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki üyelerin
yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı kurullarda daha
önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri ile, beşinci
(son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma
olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi
tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13. maddesi ile değişik
2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci fıkrasını oluşturan
“Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması hâlinde vergi dava
daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden birinin veya birkaçının
görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi
veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi ile 13. maddenin birinci
paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde
geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ... Başkanlık Kurulu tarafından
belirlenir.” ibâresi; 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun
52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan (a), (b), (c) ve (d) bentleri ile
ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”na eklenen
“Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen “Başkanlık Kurulu, iş durumunu
dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile,
dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, kurulların ve
dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Danıştay daire
başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ve tetkik
hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.”
tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile, Danıştay Başkanının
başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan ve Başkanlar
Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara başkanlık eden iki
başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde bulundurmayan, dar katılımlı ve
demokratik yapısı zayıf bir karar organı olduğuna -az yukarıda müteaddit kez
değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire başkanlarının, üyelerin ve tetkik
hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi yanında, aynı zamanda, dairelerin
bakacakları uyuşmazlıkları dahî münhasıran belirleme yetkisi verilmektedir.
Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden
oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar vereceği olgusu
da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda yer alan Başkan ve / veya asıl ve /
veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir bütün olarak, anılan Yüksek
Mahkeme'yi tamamen kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilecek ve bu
meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay
üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacakları
hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından belirlenecektir. Bu durum, yüksek
bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın
138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında,
“mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” esasları ihlâl edilmektedir.
“Yargı bağımsızlığı”nın bulunmadığı bir ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2.
maddesinde sayılan “hukuk devleti”nin varlığından söz edebilmek mümkün
değildir.
Diğer bir
ifade ile, yukarıda da değinildiği gibi, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13.,
14., 18. ve 20. maddelerinin (dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay
bünyesi içerisinde oluşturulan Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile
ilgili düzenlemeler bir bütün (kül) hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay
tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda görev almayan Danıştay daire başkanları
ve Danıştay üyelerinin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından Başkanlık
Kurulunu oluşturan daire (mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilât yapısı oluşturulmakta ve böylece, Anayasa’nın 138.
maddesinde hükme bağlanan ve “Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa olmaz
koşullarından birini oluşturan “Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi
zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan ve bir anlamda, katı bir
hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, Yüksek
Mahkemenin bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz bir biçimde,
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Sözü edilen
ve yukarıda bahsedilen düzenlemeler ile Danıştay Başkanının başkanlığında, altı
üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kuruluna daire
başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi
yanında, aynı zamanda, dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları da münhasıran
belirleme yetkisi verilmiştir. Bunlara ilâveten, 6572 sayılı Kanunun 12.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen dava konusu İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu'nun ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava
dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve
üç yedek üyeden oluşacağını; iki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her
iki kuruldaki üyelerin yarısının iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken,
diğer yarısının kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından
yenileneceğini; ayrıca, İdari Dava Daireleri Kurulu ile Vergi Dava Daireleri
Kurulu'nun asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık
Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye
görevlendirileceğini öngören düzenleme, Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy
çokluğu ile karar alacağı vâkıâsı da dikkate alındığında, bu Kurulda görev alan
Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir bütün
olarak, yüksek mahkemeye kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilecektir. Bu
durum, yüksek yargı organı içinde katı bir hiyerarşik yapı oluşturmakta ve
dolayısı ile, Anayasa’nın 138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son)
fıkrası hükümleri anlamında, yargının ve hâkimlerin bağımsızlığına ve hâkimlik
teminatı esaslarına aykırılık teşkil etmektedir.
Öte
yandan, yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 11. maddesinin ikinci fıkrasında ve yine 6572 sayılı Kanunun 10.
maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında
öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri
bölümünde de açıklamaya çalıştığımız veçhile, Anayasa’nın 155. maddesinin
beşinci fıkrasında, “Danıştayın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı,
başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usulleri,
idarî yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Danıştay İdari Dava
Daireleri Kurulu ile Vergi Dava Daireleri Kurulu, Danıştay’ın kuruluşu ve
işleyişinde aslî unsurlar olduklarına göre, kuruluşunu ve işleyişini öngören
yasal düzenlemelerde “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile
değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen dava
konusu birinci, ikinci ve beşinci (son) tümcelerinde öngörülen düzenleme ile,
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ile Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun kuruluş
ve işleyişini belirleme yetkisinin Başkanlık Kurulu’na verilmesi, Anayasa’nın
155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükmü ile bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan, söz konusu düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan Coeme ve
diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin
ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir. Bu kararda
AİHM, bakanların, ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhâkemesi yasaları
olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını olaya
uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM, bu davada,
“kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi”nin (doğal hâkim ilkesinin), aynı zamanda,
usûl yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş ve “bu ilke
gereği, usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin
görev alanları ile yetkilerine ilişkin konularda yargı organlarına takdir
yetkisi tanınmamalı” şeklinde bir içtihâda varmıştır.
Oysa, 6572
sayılı Kanunun 12. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen dava konusu düzenleme ile (az yukarıda da açıklandığı
veçhile), İdari ve Vergi Dava Daireleri Kurulları’na, Başkanlık
Kurulu’nca belirlenecek üyelerin ve ilgili daire başkanının katılması şartı
getirilmekte ve böylece, ekonomik değeri yüksek olan imtiyaz sözleşmeleri
(örneğin, liman özelleştirmeleri, havaalanları vs.) gibi konuların, yürütme
organının iradesi doğrultusunda sonuçlanmasına cevaz verilmektedir. Söz
konusu düzenleme ile, demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından
vazgeçilmekte, çoğulculuk ortadan kaldırılmakta ve sonuç olarak, kararların,
belli bir düşünce doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmakta ve Danıştay
Başkanlık Kurulu’na, spesifik bir uyuşmazlığın (bir anlamda) istediği üyelere
inceletmeye imkân sağlayan aşırı yetkiler verilmektedir. Diğer bir ifade ile,
hangi dosyaya, hangi idarî ve vergi dava dairesinin, başkan ve üyelerinin
bakacağının önceden bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile, Danıştay’a
hangi İdari ve Vergi Dava Dairesinin, hangi dosyaya bakacağını
istediği zaman değiştirme gibi çok geniş yetkiler verildiği için, Anayasamızın
36. maddesinde teminat altına alınan “âdil yargılanma hakkı” açıkça çiğnenmekte
ve yine Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla kurulmuş mahkeme /
kanunî hâkim güvencesi” (tabî hâkim) ilkesi ihlâl edilmektedir. Başka bir ifade
ile, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bulunan Başkanlık
Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına sebebiyet
veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme olan Danıştay'ın bağımsızlığına
ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6.
maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil bir yargılanma” için adalete
erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş olmaları yanında, aynı
zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları gerektiğine göre, bu bapta
Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri açıklanmaya çalışılan dava
konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve
Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence altına alan 36. maddesi ile
“Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37. maddesi hükümlerine aykırılık
teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, İdari Dava Daireleri Kurulu'nun, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu'nun ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava
dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve
üç yedek üyeden oluşacağına; iki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her
iki kuruldaki üyelerin yarısının iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken,
diğer yarısının kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından
yenileneceğine; ayrıca, İdari Dava Daireleri Kurulu ile Vergi Dava Daireleri
Kurulu'nun asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık
Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirileceğine
ilişkin 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17.
maddesinin birinci fıkrasının dava konusu yapılan birinci, ikinci ve beşinci
(son) tümcelerinde öngörülen düzenleme, Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 155.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
(Dava
konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Danıştay
Kanununun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci tümcelerinde yer
alan dava konusu “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” Kural'ı
ile beşinci (son) tümcesinde yer alan “Kurulların asıl
veya yedek üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından
yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.”
Tümcesi hakkında
Yüksek Mahkemenizce verilecek olası bir iptal kararı, 6572 sayılı Kanunun 12.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Danıştay Kanununun 17. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan ve dava-dışı üçüncü ve dördüncü tümcelerini
oluşturan “Kurullarda görevlendirilen asıl üyeler, üst üste en fazla iki dönem
görevlendirilebilir. Asıl üyenin görevini geçici olarak yerine getirememesi
durumunda ilgili daireden, zorunlu hallerde diğer dairelerden görevlendirilen
yedek üye kurul toplantılarına katılır.” hükümlerinin
uygulanamaması sonucunu doğuracaktır. Bu durumda, -şüphesiz, takdir
Yüksek Mahkemenize ait olmak üzere- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu
ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Dosya üzerinden inceleme ve gerekçeyle
bağlı olmama” başlığını taşıyan 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmü
gereğince, Dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı Danıştay Kanununun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerinde yer alan dava konusu “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava
dairelerinin başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık
Kurulu tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava
Daireleri Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava
dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve
üç yedek üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki
kuruldaki üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer
yarısı kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.”
tümceleri ile beşinci (son) tümcesinde yer alan “Kurulların
asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu
tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye
görevlendirilir.” tümcesinin Yüksek Mahkemenizce iptal
başvurumuz doğrultusunda iptali hâlinde, uygulama kâbiliyeti kalmayan 6572
sayılı Kanunun 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Danıştay Kanununun 17.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve dava-dışı üçüncü ve dördüncü
tümcelerini oluşturan “Kurullarda görevlendirilen asıl üyeler, üst üste en
fazla iki dönem görevlendirilebilir. Asıl üyenin görevini geçici olarak yerine
getirememesi durumunda ilgili daireden, zorunlu hallerde diğer dairelerden
görevlendirilen yedek üye kurul toplantılarına katılır.” tümcelerinin de
iptaline karar verilmesi ciheti, Yüksek Mahkemenizin takdirindedir).
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
“İdari
Dava Daireleri Kurulu'nun, idari dava dairelerinin başkanları ile her idari
dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen iki
asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun ise vergi dava
dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden iki yıl için Başkanlık
Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek üyeden oluşmasına; iki
yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki üyelerin yarısının
iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısının kurullarda daha
önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenileneceğine; buna ilâveten, İdari
Dava Daireleri Kurulu ile Vergi Dava Daireleri Kurulu'nun asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirileceği”ne ilişkin
getirilen dava konusu düzenleme ile, Danıştay Başkanının başkanlığında, altı
üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak,
oy çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkanlık
Kurulunda yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört
kişinin, bir bütün olarak, Yüksek bir yargı organı olan Danıştay’ı kendi
iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine cevaz verilmekte ve böylece,
Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına yol açılmaktadır. Bu
itibarla, dava konusu bu düzenlemenin, iptal kararının Resmî Gazete’de
yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda, Başkanlık Kuruluna, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına, hukuk devleti ilkesine, âdil
yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim güvencesine (tabiî hâkim ilkesine) aykırı
şekilde verilen yetkiler sonucunda, telâfisi güç veya imkânsız zararların
doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek
amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen düzenlemenin, iptal
kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün de durdurulması
gerekir.
4-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un;
13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan,
“Başkanlık
Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması hâlinde vergi dava daireleri,
idari dava daireleri veya idari dairelerden birinin veya birkaçının görev
alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya
idari daire olarak görevlendirebilir.”
Tümcesi
ile,
13.
maddenin birinci paragrafında geçen,
“… üçüncü
fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.”
İbâresinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme kapsamında, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasında öngörülen düzenleme ile, Başkanlık Kurulu’na, iş yükü bakımından
zorunluluk doğması hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya
idari dairelerden birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu
daireleri, vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak
görevlendirebilme yetkisi verilmiş; 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 26. maddesinin
üçüncü fıkrasının birinci tümcesinde yapılan değişiklik ile de, Başkanlık
Kurulu’nca görevlendirilen dairedeki dosyaların vergi ve idari uyuşmazlıklara
ilişkin görev ayrımı gözetilerek hangi daireye ve nasıl devredileceği,
görevlendirilen daireye görevlendirildiği alan içinde hangi daire işlerinin
verileceği hususları Başkanlar Kurulu kararıyla belirleneceği hükme
bağlanmıştır. Dolayısı ile, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı sebebiyle iptal
gerekçeleri açıklanmaya çalışılan dava konusu yasal düzenlemeden önce,
Başkanlar Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması durumunda, vergi dava
dairelerinin birini idari dava dairesi olarak, idari dava dairelerinin birini
de vergi dava dairesi olarak görevlendirebilme yetkisi Başkanlar Kurulu’nda
iken, 6572 sayılı Kanunun 13. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin
ikinci fıkrasında yapılan değişiklik ile, bu yetki Başkanlık Kurulu’na
verilmiş; kezâ, dava konusu düzenlemeden önce, görevlendirilen dairedeki
dosyaların vergi ve idari uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı gözetilerek hangi
daireye ve nasıl devredileceği, görevlendirilen daireye görevlendirildiği alan
içinde hangi daire işlerinin verileceği hususları Başkanlar Kurulu kararıyla
belirlenir iken, yine dava konusu düzenleme ile bu yetki, Başkanlar Kurulu’ndan
alınarak, Başkanlık Kurulu’na tevdî edilmiştir.
Buna göre, 6572 sayılı Kanunun 13. maddesi ile yapılan değişiklikten
önce 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrası,
“Başkanlar Kurulu, iş yükü
bakımından zorunluluk doğması durumunda, vergi dava dairelerinin birini idari
dava dairesi olarak, idari dava dairelerinin birini vergi dava dairesi olarak
görevlendirebilir.” şeklinde iken, değişiklikten sonra,
“Başkanlık
Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması hâlinde vergi dava daireleri,
idari dava daireleri veya idari dairelerden birinin veya birkaçının görev
alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya
idari daire olarak görevlendirebilir.” şekline dönüşmüş ve yine 6572 sayılı Kanunun 13. maddesi ile yapılan değişiklikten önce 2575
sayılı Kanunun 26. Maddesinin üçüncü fıkrasının birinci tümcesi,
“Görevlendirilen dairedeki dosyaların vergi ve idari
uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı gözetilerek hangi daireye ve nasıl
devredileceği, görevlendirilen daireye görevlendirildiği alan içinde hangi
daire işlerinin verileceği hususları Başkanlar Kurulu kararıyla belirlenir.”
şeklinde iken, değişiklikten sonra,
“Görevlendirilen
dairedeki dosyaların vergi ve idari uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı
gözetilerek hangi daireye ve nasıl devredileceği, görevlendirilen daireye
görevlendirildiği alan içinde hangi daire işlerinin verileceği hususları
Başkanlık Kurulu kararıyla belirlenir.” şekline dönüşmüştür.
Şüphesiz,
yukarıda, dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1) numaralı başlığı altında 6572
sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin ikinci
fıkrasında; dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (2) numaralı başlığı altında 6572
sayılı Kanunun 10. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü
fıkralarında; dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (3) numaralı başlığı altında
6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 17. Maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle ileri
sürdüğümüz iptal gerekçeleri, ana-hatlarıyla iş bu bapta Anayasa’ya aykırılığı
nedeniyle iptal gerekçeleri açıklanmaya çalışılan 6572 sayılı Kanunun 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci ve üçüncü
fıkrasında öngörülen dava konusu düzenlemeler hakkında da geçerlidir. Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile
değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında
öngörülen düzenlemenin ve 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de açıklamaya
çalıştığımız veçhile, Danıştay'da evvelce olmayan Başkanlık Kurulu, genel yetki
yasası çerçevesinde, ilk kez 8.8.2011 tarihli ve 650 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur. O tarihte, tetkik hâkimleriyle
üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar Kurulundan alınarak, yeni kurulan
Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Danıştay meslek mensupları (üyeler)
öteden beri bağımsız, tarafsız ve her türlü kaygıdan uzak bir şekilde,
görevlendirildikleri dairelerde çalışmakta idiler. Başkanlar Kurulu, Danıştay
üyeleri için bir güvence idi. Çünkü, Başkanlar Kurulu, üyelerin kâbiliyetleri,
yetkinlikleri, bilgi birikimleri ve deneyimlerini gözeterek hangi dairede daha
verimli görev yapacaklarını takdir ederek karar vermekte ve sonrasında bir
mecburiyet olmaksızın görev yerlerini değiştirmemekteydi. Ancak, 8.8.2011
tarihli ve 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesi ile bu uygulamaya
son verilerek tetkik hâkimleri ile üyelerin görev yerlerinin belirlenmesi
yetkisi Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Bu sûretle, Danıştay dairelerinin
oluşumuna etkin bir sûretle müdahale edilmiştir. Bu yanlıştan ve Danıştay
içerisinde büyük tepkilere neden olan bu uygulamadan, kısa bir süre önce,
27.6.2013 tarih ve 6494 sayılı Kanun ile vazgeçilmiştir. Ne var ki, 6572 sayılı
Kanunun dava konusu hükümleri ile, bu görevler, bir kez daha Başkanlar
Kurulundan alınıp, yetkiler daha da genişletilerek, ikinci kez Başkanlık
Kuruluna verilmektedir. Bu yetkiler, Danıştay’da yüksek hâkimlerin
(üyelerin) bağımsız bir şekilde görev yapabilmeleri için büyük önem arz
etmektedir. Başkanlık Kurulunun yapısı da dikkate alındığında, 6572 sayılı
Kanunla getirilen dava konusu düzenleme ile Başkanlık Kurulu'na verilen yetki
ile her biri ayrı birer yüksek mahkeme olan Danıştay daire ve kurullarının
bağımsızlığı zayıflatılmaktadır. Başkanlık Kurulu'nun -deyim yerinde ise-
Demokles’in Kılıcı gibi üyeler üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanılmasına
yol açılmaktadır.
Öncelikle, Danıştay ile ilgili düzenlemelerin genel
mantığını kavrayabilmek için, “Başkanlar Kurulu” ile “Başkanlık
Kurulu” kavramlarının açıklanması gerekmektedir.
Danıştay Başkanlar Kurulu, -yüksek malûmları
olduğu üzere- Danıştay Başkanı, Başkanvekilleri, Başsavcısı ve tüm daire
başkanlarından oluşan (6572 sayılı Kanunun 9. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun
13. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikten önce) 19 kişilik (6572
sayılı Kanunun 9. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 13. maddesinin
birinci fıkrasında yapılan değişiklikten sonra) 21 kişilik bir Kuruldur. Buna
karşın, Başkanlık Kurulu ise, Danıştay Başkanının başkanlığında,
3 daire başkanı ve 3 üyeden oluşan dar katılımlı bir Kuruldur.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. Maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 6572 sayılı Kanunun 10. maddesi ile
değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında
öngörülen düzenlemenin ve 6572 sayılı Kanunun 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de açıklamaya
çalıştığımız veçhile, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine göre,
Başkanlar Kurulu, Danıştay Başkanının başkanlığında, Başsavcı, başkanvekilleri
ve tüm daire başkanlarından oluşur. Bu hâliyle Başkanlar Kurulu, her biri birer
yüksek mahkeme olan Danıştay dairelerinin başkanları ve kurulların
başkanlarından oluşan geniş katılımlı, çoğulcu, demokratik bir organdır.
Başkanlar Kurulu, bu yönüyle, Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir karar mercii
konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili Başkanlık Kurulunda yer almamaktadır.
Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar
organı mâhiyetindedir.
Dava
konusu düzenlemeden önceki durumda, iş yükü bakımından zorunluluk
doğması durumunda, vergi dava dairelerinin birini idari dava dairesi olarak,
idari dava dairelerinin birini vergi dava dairesi olarak görevlendirebilme
yetkisi Başkanlar Kurulu’nda iken, 6572 sayılı Kanunun 13. maddesi ile
2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen dava konusu
düzenleme ile bu görev, hem de vergi dava daireleri, idari dava
daireleri veya idari dairelerden birinin veya birkaçının görev alanını
değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya idari
daire olarak görevlendirebilmek şeklinde olmak üzere Başkanlık Kurulu’na
verilmektedir. Kezâ, 6572 sayılı Kanunun 13. maddesi ile 2575
sayılı Kanunun 26. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen dava konusu düzenleme
ile de, görevlendirilen dairedeki dosyaların vergi ve idari
uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı gözetilerek hangi daireye ve nasıl
devredileceği, görevlendirilen daireye görevlendirildiği alan içinde hangi
daire işlerinin verileceği hususlarının Başkanlık Kurulu kararıyla
belirleneceği hükme bağlanmaktadır. Böylece, dava konusu
işbu düzenlemeler ile, demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından
vazgeçilmekte, çoğulculuk ortadan kaldırılmakta ve sonuç itibariyle, Başkanlık
Kurulu’nun inisiyatifi ile idari uyuşmazlık ve davalarda idari dava daireleri,
vergi dava daireleri ve idari daireler arasında görevlendirme yetkisi Başkanlar
Kurulu’ndan alınarak Başkanlık Kurulu’na verilmekle, kararların belli bir
düşünce doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmaktadır.
Danıştay’a ilişkin olarak yukarıda sözü edilen ve dava
dilekçemizin bu babında dava konusu yapılan işbu değişikler ve bütün bu
düzenlemeler, açık bir biçimde Anayasamızın 138. maddesinde hükme bağlanan “Mahkemelerin
bağımsızlığı” ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Zirâ, yargı bağımsızlığı
sadece politik kurumlardan gelebilecek dış tehditlere karşı değil, aynı
zamanda, yargının kendi içinden gelebilecek yönlendirme ve tehditlere karşı da
hâkimleri korumaktadır. Mevcut düzenleme ile, Başkanlık Kurulu’nun, iş
yükü bakımından zorunluluk doğması hâlinde vergi dava daireleri, idari dava
daireleri veya idari dairelerden birinin veya birkaçının görev alanını
değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya idari
daire olarak görevlendirebilmesi, buna ilâveten, görevlendirilen dairedeki dosyaların
vergi ve idari uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı gözetilerek hangi daireye ve
nasıl devredileceği, görevlendirilen daireye görevlendirildiği alan içinde
hangi daire işlerinin verileceği hususları Başkanlık Kurulunun kararıyla
belirleneceği öngörülmekte iken, Danıştay üyeleri, kendi
meslektaşlarından (Başkanlık Kurulundan) gelebilecek -olası- yönlendirme ve
baskılara karşı korumasız bırakılmaktadır.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde
bağımsız oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 155. maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı
karar ve hükümlerin son inceleme merci olduğu, kanunla gösterilen belli
davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı ve Danıştay’ın,
kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile
üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği, hükmü
yer almaktadır.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin
ve 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal
gerekçesi bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız veçhile, Hukuk devleti; eylem
ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa
ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan
devlettir. Hukukun ve adaletin en somut yansıması olan yargı bağımsızlığı,
“hukuk devleti” ilkesinin bir gereği ve doğal bir sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Uluslararası
metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık”
meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme
sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye
karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de uygulanabilir.
Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme başkanlarının
veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü hiyerarşik bir
teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî olduğu” ilkesinin
açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı
bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit
davalarda verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece
mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya
Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede
görev yapan hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu
olabilmektedir.
Yüksek
mahkemelerin dâhilî bağımsızlıkları ile ilgili olabilecek iki temel unsur
bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, yargı mensuplarının görev yapacakları dairelerin
belirlenmesi, ikincisi ise uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin
belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir
şekilde karar vermeleri için büyük önemi hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine, objektif
ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir hukukî değer
olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama getirilmesi
gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı bölümlerinde Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri
ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden birinin
veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi,
idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi ile 13.
maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan “Başkanlar”
ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14. maddesi ile
değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ... Başkanlık
Kurulu tarafından belirlenir.” ibâresi; 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı
“Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan (a), (b), (c)
ve (d) bentleri ile ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575 sayılı
“Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen “Başkanlık
Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden
belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş
bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile,
Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden
oluşan ve Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara
başkanlık eden iki başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde bulundurmayan,
dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar organı olduğuna -az yukarıda
müteaddit kez değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire başkanlarının, üyelerin ve
tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi yanında, aynı zamanda,
dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları dahî münhasıran belirleme yetkisi
verilmektedir. Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam,
yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar
vereceği olgusu da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda yer alan Başkan ve
/ veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir bütün olarak, anılan
Yüksek Mahkeme'yi tamamen kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilecek ve bu
meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay
üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacakları
hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından belirlenecektir. Bu durum, yüksek
bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın
138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında,
“mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik teminatı” esasları ihlâl edilmektedir.
“Yargı bağımsızlığı”nın bulunmadığı bir ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2.
maddesinde sayılan “hukuk devleti”nin varlığından söz edebilmek mümkün
değildir.
Eş
anlatımla, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13., 14., 18. ve 20. maddelerinin
(dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay bünyesi içerisinde oluşturulan
Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile ilgili düzenlemeler bir bütün (kül)
hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda
görev almayan Danıştay daire başkanları ve Danıştay üyelerinin yargısal
kararlar verme süreçleri bakımından Başkanlık Kurulunu oluşturan daire
(mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât
yapısı oluşturulmakta ve böylece, Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve
“Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa olmaz koşullarından birini oluşturan
“Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde
olağanüstü yetkilerle donatılmış Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan
ve bir anlamda, katı bir hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava
konusu düzenleme, Yüksek Mahkemenin bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz
bir biçimde, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine
de aykırılık oluşturmaktadır.
Sözü
edilen ve yukarıda bahsedilen düzenlemeler ile Danıştay Başkanının
başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık
Kuruluna daire başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin
belirlenmesi yanında, aynı zamanda, dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları da
münhasıran belirleme yetkisi verilmiştir. Bunlara ilâveten, 6572 sayılı Kanunun
13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasında
öngörülen dava konusu 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun
26. maddesinin ikinci fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından
zorunluluk doğması hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya
idari dairelerden birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu
daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak
görevlendirebilir.” tümcesi ile 13. maddenin birinci paragrafında geçen “…
üçüncü fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” ibâresinde öngörülen düzenleme, Danıştay Başkanının başkanlığında,
altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal
olarak oy çokluğu ile karar alacağı da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda
görev alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir
bütün olarak yüksek mahkemeyi kendi iradeleri doğrultusunda
yönlendirebilecektir. Bu durum, yüksek yargı organı içinde -az yukarıda
belirtildiği gibi- katı bir hiyerarşik yapı oluşturmakta ve dolayısı ile,
Anayasa’nın 138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükümleri
anlamında, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına aykırılık
teşkil etmektedir.
Öte
yandan, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci fıkrasında, “Danıştayın, kuruluşu,
işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin
nitelikleri ve seçim usulleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. Danıştay İdari Dava Daireleri, Vergi Dava Daireleri ile İdari
Daireler Danıştay’ın kuruluşu ve işleyişinde aslî unsurlar olduklarına göre,
kuruluşunu, işleyişini ve işbölümünü öngören yasal düzenlemelerde “mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, 6572
sayılı Kanunun 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkrasında öngörülen dava konusu düzenlemeler ile, Danıştay
İdari Dava Daireleri, Vergi Dava Daireleri ile İdari Dairelerin kuruluş ve
işleyişi ile işbölümünü belirleme yetkisinin Başkanlık Kurulu’na verilmesi,
Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci fıkrası hükmü ile bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan, söz konusu düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan Coeme ve
diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin
ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir. Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin
ve 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci
fıkrasında öngörülen düzenlemenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal
gerekçesi bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız üzere, söz konusu kararda
AİHM, bakanların ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhakemesi yasaları
olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını olaya
uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM bu davada,
“kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi” (doğal hâkim ilkesi), aynı zamanda, usûl
yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş, “bu ilke gereği,
usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin görev
alanları ile yetkilerine ilişkin yargı organlarına takdir yetkisi tanınmamalı”
şeklinde bir içtihada varmıştır.
Oysa, 6572
sayılı Kanunun 13. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci ve
üçüncü fıkralarında öngörülen dava konusu düzenlemeler ile (az yukarıda da
açıklandığı veçhile), İdari Daireleri, Vergi Dava Daireleri ve İdari
Dairelere Başkanlık Kurulu’na, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden
birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava
dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilme yetkisi
ile, görevlendirilen dairedeki dosyaların vergi ve idari uyuşmazlıklara ilişkin
görev ayrımı gözetilerek hangi daireye ve nasıl devredileceği, görevlendirilen
daireye görevlendirildiği alan içinde hangi daire işlerinin verileceği
hususlarını belirleme yetkisi tanınmakta ve böylece, ekonomik değeri
yüksek olan kimi idarî uyuşmazlık ve davaların, yürütme organının iradesi
doğrultusunda sonuçlanmasına cevaz verilmektedir. Söz konusu düzenleme
ile, demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından vazgeçilmekte, çoğulculuk
ortadan kaldırılmakta ve sonuç olarak, kararların belli bir düşünce
doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmakta ve Danıştay Başkanlık
Kurulu’na, spesifik bir uyuşmazlığın (bir anlamda) istediği üyelere inceletmeye
imkân sağlayan aşırı yetkiler verilmektedir. Diğer bir ifade ile, hangi
dosyaya, hangi idarî ve vergi dava dairesinin, başkan ve üyelerinin bakacağının
önceden bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile, Danıştay’a hangi İdari
Dava Dairesinin, Vergi Dava Dairesinin ve İdari Dairenin hangi dosyaya
bakacağını istediği zaman değiştirme gibi çok geniş yetkiler verildiği için,
Anayasamızın 36. maddesinde teminat altına alınan “âdil yargılanma hakkı”
açıkça çiğnenmekte ve yine Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla
kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” (tabiî hâkim) ilkesi ihlâl
edilmektedir. Başka bir ifade ile, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle
donatılmış bulunan Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat
yapısının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme
olan Danıştay'ın bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil
bir yargılanma” için adalete erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş
olmaları yanında, aynı zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları
gerektiğine göre, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri
açıklanmaya çalışılan dava konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence
altına alan 36. maddesi ile “Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37.
maddesi hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, Başkanlık Kurulu’na, iş yükü bakımından zorunluluk
doğması hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari
dairelerden birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri;
vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak
görevlendirebilme yetkisi verilmesi ile, görevlendirilen dairedeki dosyaların
vergi ve idari uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı gözetilerek hangi daireye ve
nasıl devredileceği, görevlendirilen daireye görevlendirildiği alan içinde
hangi daire işlerinin verileceği hususlarını belirleme yetkisi verilmesine
ilişkin 6572 sayılı Kanunun 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında öngörülen dava konusu düzenleme,
Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 155. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
Başkanlık
Kurulu’na, iş yükü bakımından zorunluluk doğması hâlinde vergi dava daireleri,
idari dava daireleri veya idari dairelerden birinin veya birkaçının görev
alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi, idari dava dairesi veya
idari daire olarak görevlendirebilme yetkisi verilmesi ile, görevlendirilen
dairedeki dosyaların vergi ve idari uyuşmazlıklara ilişkin görev ayrımı
gözetilerek hangi daireye ve nasıl devredileceği, görevlendirilen daireye
görevlendirildiği alan içinde hangi daire işlerinin verileceği hususlarını
belirleme yetkisi verilmesine ilişkin getirilen dava konusu düzenleme ile Başkanlık
Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate
alındığında, bu Kurulda yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye
olmak üzere dört kişinin, bir bütün olarak, Yüksek bir yargı organı olan
Danıştay’ı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine cevaz
verilmekte ve böylece, Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
yol açılmaktadır. Bu itibarla, dava konusu bu düzenlemenin, iptal kararının
Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda, Başkanlık
Kuruluna, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına, hukuk
devleti ilkesine, âdil yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim güvencesine (tabiî
hâkim ilkesine) aykırı şekilde verilen yetkiler sonucunda, telâfisi güç veya
imkânsız zararların doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen
düzenlemenin, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
5-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 14. maddesi
ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci cümlesinde geçen,
“… dava
daireleri arasındaki iş bölümü ...” ve “… Başkanlık Kurulu tarafından
belirlenir.”
İbârelerinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, 6572 sayılı Kanunun 14. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun
27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesi uyarınca, dava daireleri
arasındaki iş bölümünü belirlemek görevi Başkanlar Kurulunun görevleri
arasından çıkarılarak Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
Buna göre,
6572 sayılı Kanunun 14.maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 27. Maddesinin
ikinci fıkrasının ikinci tümcesi, değişiklikten evvel, “Özel kanunlarda başkaca
hüküm bulunmadığı takdirde, dava daireleri arasındaki iş bölümü karar tasarısı
aşağıdaki esaslar uyarınca, Başkanlar Kurulu tarafından hazırlanır.” şeklinde
iken, mezkûr değişiklikten sonra, “Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı
takdirde dava daireleri arasındaki iş bölümü aşağıdaki esaslar uyarınca
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” şekline dönüşmüştür (Bu bapta dava
konusu yaptığımız ibâre, 6572 sayılı Kanunun 14.maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 27. Maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan “… dava
daireleri arasındaki iş bölümü ...” ile “… Başkanlık Kurulu tarafından
belirlenir.” ibârelerine münhasır olup, aynı tümce içerisinde geçen “Özel
kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ...” sözcük grubu ile “...
aşağıdaki esaslar uyarınca ...” sözcük grubuna yönelik herhangi bir iptal
talebimiz bulunmamaktadır; ancak, dava-dışı bu sözcük gruplarının (ibârelerin),
6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Dosya
üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama” başlığını taşıyan 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrası hükmü gereğince iptaline karar verilip verilmeyeceği
cihetine aşağıda değinilecektir).
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8.maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin,
12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen
düzenlemenin ve 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin
ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin Anayasa’ya aykırılığı
nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız veçhile,
Danıştay'da evvelce olmayan Başkanlık Kurulu, genel yetki yasası çerçevesinde,
ilk kez 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur.
O tarihte, tetkik hâkimleriyle üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar
Kurulundan alınarak, yeni kurulan Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Daha sonra,
bunun doğru olmadığı ve sakıncaları anlaşılarak, 6494 sayılı Kanun ile söz
konusu yetkiler, Başkanlık Kurulundan alınarak yeniden Başkanlar Kuruluna
verilmiştir. Bu Kanunla, bu görevler, bir kez daha Başkanlar Kurulundan alınıp,
yetkiler daha da genişletilerek, ikinci kez Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
2575
sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine göre, Başkanlar Kurulu, Danıştay
Başkanının başkanlığında, Başsavcı, başkanvekilleri ve tüm daire başkanlarından
oluşur. Bu hâliyle Başkanlar Kurulu, her biri birer yüksek mahkeme olan
Danıştay dairelerinin başkanları ve kurulların başkanlarından oluşan geniş
katılımlı, çoğulcu, demokratik bir organdır. Başkanlar Kurulu, bu yönüyle,
Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir karar mercii konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili, Başkanlık Kurulunda yer
almamaktadır. Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı
zayıf bir karar organı mâhiyetindedir.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde
bağımsız oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 155. maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı
karar ve hükümlerin son inceleme merci olduğu, kanunla gösterilen belli
davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı ve Danıştay’ın,
kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile
üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği, hükmü
yer almaktadır.
Yine,
yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11.
maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik
2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen
düzenlemenin, 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin
birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin ve 13. maddesi ile değişik 2575
sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen
ibârenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de
açıklamaya çalıştığımız üzere, Hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun,
insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukukun ve adaletin en somut
yansıması olan yargı bağımsızlığı, “hukuk devleti” ilkesinin bir gereği ve
doğal bir sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Uluslararası
metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık”
meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme
sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye
karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de
uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme
başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı
bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit
davalarda verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece mahkemeleri
hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya Başkanlık
Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede görev yapan
hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu olabilmektedir.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin,
12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen düzenlemenin ve 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26.
maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin Anayasa’ya
aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız
gibi, yüksek mahkemelerin dâhilî bağımsızlıklarıyla ilgili olabilecek iki temel
unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı mensuplarının görev yapacakları
dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin
belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir
şekilde karar vermeleri için büyük önemi hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine,
objektif ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir
hukukî değer olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama
getirilmesi gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı başlıklarında Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri
ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden
birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava dairesi,
idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi ile 13.
maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan “Başkanlar”
ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14. maddesi ile
değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ...” ve “…
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” ibâreleri; 18. maddesi ile değişik
2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan
(a), (b), (c) ve (d) bentleri ile ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen
“Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile,
Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden
oluşan ve Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara
başkanlık eden iki başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde
bulundurmayan, dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar organı
olduğuna -az yukarıda müteaddit kez değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire
başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi
yanında, aynı zamanda, dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları dahî, münhasıran
belirleme yetkisi verilmektedir. Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye
olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak oy
çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda
yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir
bütün olarak, anılan Yüksek Mahkeme'yi kendi iradeleri doğrultusunda
yönlendirebilecek ve bu meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve
dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve
dairelerde görev yapacakları hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından
belirlenecektir. Bu durum, yüksek bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı
bir hiyerarşik yapının oluşmasına sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava
konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın 138. maddesi ile 155. maddesinin
beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında, “mahkemelerin bağımsızlığı” ve
“hâkimlik teminatı” esasları ihlâl edilmektedir. “Yargı bağımsızlığı”nın
bulunmadığı bir ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2. maddesinde sayılan “hukuk
devleti”nin varlığından söz edebilmek mümkün değildir.
Başka bir
deyişle, yukarıda da değinildiği veçhile, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12.,
13., 14., 18. ve 20. maddelerinin (dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay
bünyesi içerisinde oluşturulan Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile
ilgili düzenlemeler bir bütün (kül) hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay
tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda görev almayan Danıştay daire
başkanları ve Danıştay üyelerinin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından
Başkanlık Kurulunu oluşturan daire (mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak
öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât yapısı oluşturulmakta ve böylece,
Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve “Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa
olmaz koşullarından birini oluşturan “Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi
zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan ve bir anlamda, katı bir
hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, Yüksek
Mahkemenin bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz bir biçimde,
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Sözü
edilen ve yukarıda bahsedilen düzenlemeler ile, Danıştay Başkanının
başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık
Kuruluna daire başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin
belirlenmesi yanında, aynı zamanda dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları da
münhasıran belirleme yetkisi verilmiştir. Bunlara ilâveten, 6572 sayılı Kanunun
14. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 27. maddesinin ikinci fıkrasının
ikinci tümcesinde, dava daireleri arasındaki işbölümünün Başkanlık Kurulu
tarafından belirlenmesini öngören düzenleme, anılan Kurulun, doğal olarak oy
çokluğu ile karar alacağı ciheti de dikkate alındığında, Başkan ve / veya asıl
ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişinin bir bütün olarak dava daireleri
arasındaki işbölümünü belirlemek sûretiyle, bir anlamda, yüksek mahkemeyi kendi
iradeleri doğrultusunda yönlendirebileceği anlamına gelmektedir. Bu durum,
yüksek yargı organı içinde katı bir hiyerarşik yapı oluşturmakta ve dolayısıyla
da, Anayasa’nın 138. ve 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükümleri
anlamında, yargının ve hâkimlerin bağımsızlığına ve hâkimlik teminatı
esaslarına aykırılık teşkil etmektedir.
Öte
yandan, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci fıkrasında, “Danıştayın, kuruluşu,
işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin
nitelikleri ve seçim usulleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. Danıştay İdari Dava Daireleri ile Vergi Dava Daireleri,
Danıştay’ın kuruluşu ve işleyişinde aslî unsurlar olduklarına göre, söz konusu
dairelerin kuruluş ve işleyişini öngören yasal düzenlemelerde “mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, 6572
sayılı Kanunun 14. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 27. maddesinin
ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde öngörülen dava konusu düzenleme ile,
Danıştay İdari Dava Daireleri ile Vergi Dava Dairelerinin kuruluş ve işleyişini
belirleme yetkisinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
aykırı olarak Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına yol
açacak şekilde Başkanlık Kurulu’na verilmesi, Anayasa’nın 155. maddesinin
beşinci (son) fıkrası hükmü ile bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 11. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin, 10. maddesi
ile değişik 2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında
öngörülen düzenlemenin, 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17.
maddesinin birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin ve 13. maddesi ile değişik
2575 sayılı Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen
ibârenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de
açıklamaya çalıştığımız veçhile, dava konusu düzenleme ile, AİHM tarafından
karara bağlanan Coeme ve diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı
öngörülmektedir. Bu kararda AİHM, bakanların ceza yargılamalarına ilişkin ceza
muhakemesi yasaları olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza
usûl yasasını olaya uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir.
AİHM bu davada, “kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi” (tabî hâkim), aynı zamanda
usûl yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş, “bu ilke
gereği, usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin
görev alanları ile yetkilerine ilişkin yargı organlarına takdir yetkisi
tanınmamalı” şeklinde bir içtihada varmıştır.
Oysa, 6572
sayılı Kanunun 14. maddesi ile 2575 sayılı Kanunun 27. maddesinin ikinci
fıkrasının ikinci tümcesinde dava konusu yapılan ibâre ile (az yukarıda da
açıklandığı veçhile), Başkanlar Kurulu’na verilen İdari Dava Daireleri
ile Vergi Dava Daireleri arasındaki işbölümünü belirleme yetkisi ile, ekonomik
değeri yüksek kimi idarî uyuşmazlık ve davaların, yürütme organının iradesi ve
inisiyatifi doğrultusunda sonuçlanmasına cevaz verilmektedir. Söz konusu
düzenleme ile, demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından vazgeçilmekte,
çoğulculuk ortadan kaldırılmakta ve sonuç olarak, kararların belli bir düşünce
doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmakta ve Danıştay Başkanlık
Kurulu’na, spesifik bir uyuşmazlığın (bir anlamda) istediği idarî veya vergi
dava dairelerinden herhangi birine inceletmeye imkân sağlayan aşırı yetkiler
tanınmaktadır. Diğer bir ifade ile, hangi dosyaya hangi idarî ve / veya vergi
dava dairesinin, başkan ve üyelerinin bakacağının önceden bilinmesi gerekirken,
yapılan değişiklik ile, Danıştay’a hangi İdari Dava Dairesinin ve Vergi
Dava Dairesinin, hangi uyuşmazlığa ve davaya bakacağını istediği zaman
değiştirme gibi çok geniş yetkiler verildiği ve böylece, hangi dairenin hangi
dosyaya bakacağının önceden bilinebilir olması lâzimesi bertaraf edildiği için,
Anayasamızın 36. maddesinde teminat altına alınan “âdil yargılanma hakkı”
açıkça çiğnenmekte ve yine, Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla
kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” (tabî hâkim) ilkesi ihlâl
edilmektedir. Başka bir ifade ile, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle
donatılmış bulunan Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat
yapısının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme
olan Danıştay'ın bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil
bir yargılanma” için adalete erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş
olmaları yanında, aynı zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları
gerektiğine göre, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri
açıklanmaya çalışılan dava konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence
altına alan 36. maddesi ile “Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37.
maddesi hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, Başkanlık Kurulu’na, dava daireleri arasındaki iş
bölümünü belirleme yetkisi verilmesine ilişkin 6572 sayılı Kanunun 14. maddesi
ile değişik 2575 sayılı Kanunun 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci
tümcesinde öngörülen dava konusu “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ...” ve
“… Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” ibâreleri, Anayasa’nın 2., 36., 37.,
138. ve 155. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
(Bu
bapta dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 14. maddesi ile değişik 2575
sayılı Danıştay Kanununun 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde
yer alan dava konusu “... dava daireleri arasındaki iş bölümü ...” ve “…
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” Kural’ı (ibâreleri) hakkında Yüksek
Mahkemenizce verilecek olası bir iptal kararı, 6572 sayılı Kanunun 14. maddesi
ile değişik 2575 sayılı Danıştay Kanununun 27. maddesinin ikinci fıkrasının
-yine- ikinci tümcesinde yer alan dava-dışı “Özel kanunlarda başkaca
hüküm bulunmadığı takdirde ...” sözcük grubu (ibâresi) ile “... aşağıdaki
esaslar uyarınca ...” sözcük grubunun (ibâresinin) uygulanamaması
sonucunu doğuracaktır. Bu durumda, -şüphesiz, takdir Yüksek Mahkemenize ait
olmak üzere- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun “Dosya üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama”
başlığını taşıyan 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmü gereğince, bu bapta
dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 14. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Danıştay Kanununun 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan dava
konusu “... dava daireleri arasındaki iş bölümü ...” ve Başkanlık Kurulu
tarafından belirlenir.” Kural'ının (ibârelerinin) Yüksek Mahkemenizce iptal
başvurumuz doğrultusunda iptali hâlinde, uygulama kâbiliyeti kalmayan 6572
sayılı Kanunun 14. maddesi ile değişik 2575 sayılı Danıştay Kanununun 27.
maddesinin ikinci fıkrasının -yine- ikinci tümcesinde yer alan dava-dışı
“Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde ...” sözcük grubu (ibâresi)
ile “... aşağıdaki esaslar uyarınca ...” sözcük grubunun (ibâresinin) de
iptaline karar verilmesi ciheti, Yüksek Mahkemenizin takdirindedir).
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
Başkanlık
Kurulu’na, dava daireleri arasındaki iş bölümünü belirleme yetkisi verilmesine
ilişkin getirilen düzenleme ile Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy çokluğu
ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, bu Kurulda yer alan Başkan
ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişinin, bir bütün olarak,
Yüksek bir yargı organı olan Danıştay’ı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine
cevaz verilmekte ve böylece, Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
yol açılmaktadır. Bu itibarla, dava konusu bu düzenlemenin, iptal kararının
Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda, Başkanlık
Kuruluna, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına, hukuk
devleti ilkesine, âdil yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim güvencesine (tabiî
hâkim ilkesine) aykırı şekilde verilen yetkiler sonucunda, telâfisi güç veya
imkânsız zararların doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen
düzenlemenin, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
6-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 18. maddesi
ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında
yer alan,
“a)
Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
tutarak belirlemek.
b) Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.
c)
Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri
işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.
d)
Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.”
Bentleri
ile,
İkinci fıkrasını
oluşturan,
“Başkanlık
Kurulunun kararları kesin olup bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine
başvurulamaz.”
Hükmünün
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, 6572 sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun
52/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca “Üyelerin görev
yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak
belirlemek.”, (b) bendi uyarınca “Zorunlu hâllerde daire başkanı ve üyelerin
dairelerini değiştirmek.”, (c) bendi uyarınca “Danıştay tetkik hâkimlerinin
çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri işleri belli etmek ve
gerektiğinde yerlerini değiştirmek.” ve (d) bendi uyarınca da, “Daireler
arasında iş bölümünü belirlemek.” görevi -Başkanlar Kurulundan alınarak- Başkanlık
Kuruluna verilmiş, ikinci fıkrası uyarınca da, Başkanlık Kurulunun kararlarının
kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamayacağı
hükme bağlanmıştır.
Buna göre,
6572 sayılı Kanunun 18.maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun “Başkanlık
Kurulunun görevleri” kenar başlıklı 52/A maddesi değişiklikten evvel,
“Madde
52/A– 1. Başkanlık Kurulunun görevleri şunlardır:
a) Yetkili
merciin neresi olduğu belirtilmemiş olan yönetim işlerini belli etmek veya bu
işleri yapmak
b) Kanunlarla
verilen diğer görevleri yerine getirmek”
Şeklinde
iken, mezkûr değişiklikten sonra,
“MADDE
52/A- 1. Başkanlık Kurulunun görevleri şunlardır:
a)
Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
tutarak belirlemek.
b) Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.
c)
Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri
işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.
d)
Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.
e) Yetkili
merciin neresi olduğu belirtilmemiş olan yönetim işlerini belli etmek veya bu
işleri yapmak.
f)
Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.
2.
Başkanlık Kurulunun kararları kesin olup bu kararlar aleyhine başka bir yargı
merciine başvurulamaz.”
Şekline
dönüşmüştür (Bu bapta dava konusu yaptığımız hükümler, 6572 sayılı Kanunun 18.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesinin birinci fıkrasının (a),
(b), (c) ve (d) bentleri hükümleri ile ikinci fıkrasının tamamına münhasır
olup, aynı maddenin (e) bendinde geçen “Yetkili merciin neresi olduğu
belirtilmemiş olan yönetim işlerini belli etmek veya bu işleri yapmak.” hükmü
ile (f) bendinde geçen “Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.”
hükümlerine yönelik herhangi bir iptal talebimiz bulunmamaktadır).
Yukarıda,
-dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1), (3), (4), (5) ve (6) numaralı
başlıkları altında da- değinildiği veçhile, Danıştay'da evvelce olmayan Başkanlık
Kurulu, genel yetki yasası çerçevesinde, ilk kez 650 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur. O tarihte, tetkik hâkimleriyle
üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar Kurulundan alınarak, yeni kurulan
Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Daha sonra, bunun doğru olmadığı ve sakıncaları
anlaşılarak, 6494 sayılı Kanun ile anılan yetkiler, Başkanlık Kurulundan
alınarak yeniden Başkanlar Kuruluna verilmiştir. 6572 sayılı Kanunun 18.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesi ile mezkûr görevler, bir
kez daha Başkanlar Kurulundan alınıp, yetkileri daha da genişletilerek ikinci
kez Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin;
12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen düzenlemenin; 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26.
maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin ve 14. maddesi
ile değişik 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde dava konusu
yapılan ibârenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde
de açıklamaya çalıştığımız veçhile, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine
göre, Başkanlar Kurulu, Danıştay Başkanının başkanlığında, Başsavcı,
başkanvekilleri ve tüm daire başkanlarından oluşur. Bu hâliyle Başkanlar
Kurulu, her biri birer yüksek mahkeme olan Danıştay dairelerinin başkanları ve
kurulların başkanlarından oluşan geniş katılımlı, çoğulcu, demokratik bir
organdır. Başkanlar Kurulu, bu yönüyle, Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir
karar mercii konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili, Başkanlık Kurulunda yer
almamaktadır. Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı
zayıf bir karar organı mâhiyetindedir.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde
bağımsız oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 155. maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî
mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı
karar ve hükümlerin son inceleme merci olduğu, kanunla gösterilen belli
davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı ve Danıştay’ın,
kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile
üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği, hükmü
yer almaktadır.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin;
12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen düzenlemenin; 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26.
maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin ve 14. maddesi
ile değişik 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde dava konusu
yapılan ibârenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde
de açıklamaya çalıştığımız üzere, Hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka
uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukukun ve adaletin
en somut yansıması olan yargı bağımsızlığı, “hukuk devleti” ilkesinin bir
gereği ve doğal bir sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Uluslararası
metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık”
meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme
sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye
karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de
uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme
başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı
bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit
davalarda verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece
mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya
Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede
görev yapan hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu
olabilmektedir.
Yine,
yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11.
maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik
2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen
düzenlemenin; 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin
birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin ve
14. maddesi ile değişik 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesinde dava
konusu yapılan ibârenin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi
bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız gibi, Yüksek mahkemelerin dâhilî
bağımsızlıkları ile ilgili olabilecek iki temel unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi,
yargı mensuplarının görev yapacakları dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise
uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek
yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir şekilde karar vermeleri için büyük önemi
hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine,
objektif ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir
hukukî değer olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama
getirilmesi gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı başlıklarında Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri
ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden
birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava
dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi
ile 13. maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan
“Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci
fıkrasının ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ...
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” ibâresi; 18. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan (a),
(b), (c) ve (d) bentleri ile ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen
“Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile,
Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden
oluşan ve Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara
başkanlık eden iki başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde
bulundurmayan, dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar organı
olduğuna -az yukarıda müteaddit kez değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire
başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi
yanında, aynı zamanda, dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları dahî münhasıran
belirleme yetkisi verilmektedir. Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye
olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak oy
çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda
yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir
bütün olarak anılan Yüksek Mahkeme'yi kendi iradeleri doğrultusunda
yönlendirebilecek ve bu meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve
dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve
dairelerde görev yapacakları hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından
belirlenecektir. Bu durum, yüksek bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı
bir hiyerarşik yapının oluşmasına sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava
konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın 138. maddesi ile 155. maddesinin
beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında, “mahkemelerin bağımsızlığı” ve
“hâkimlik teminatı” esasları ihlâl edilmektedir. “Yargı bağımsızlığı”nın
bulunmadığı bir ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2. maddesinde sayılan “hukuk
devleti”nin varlığından söz edebilmek mümkün değildir.
Başka bir
anlatımla, yukarıda da değinildiği gibi, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13.,
14., 18. ve 20. maddelerinin (dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay
bünyesi içerisinde oluşturulan Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile
ilgili düzenlemeler bir bütün (kül) hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay
tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda görev almayan Danıştay daire
başkanları ve Danıştay üyelerinin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından
Başkanlık Kurulunu oluşturan daire (mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak
öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât yapısı oluşturulmakta ve böylece,
Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve “Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa
olmaz koşullarından birini oluşturan “Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi
zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan ve bir anlamda, katı bir
hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, Yüksek
Mahkemenin (Danıştay’ın) bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz bir
biçimde, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine de
aykırılık oluşturmaktadır.
6572
sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca “Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak belirlemek.”, (b) bendi uyarınca “Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.”, (c) bendi
uyarınca “Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve
görecekleri işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.” ve (d)
bendi uyarınca da, “Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.” görevinin Başkanlık
Kuruluna verilmesine, ikinci fıkrası uyarınca da, Başkanlık Kurulunun
kararlarının kesin olup, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine
başvurulamayacağına ilişkin düzenleme, yedi üyeden oluşan Başkanlık Kurulunun
(doğal olarak oy çokluğu ile karar alacağı ciheti de dikkate alındığında),
Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişinin bir bütün
olarak -yukarıda belirtilen yetkilere sahip olmak sûretiyle- bir anlamda,
yüksek mahkemeyi kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebileceği anlamına
gelmektedir. Şüphesiz, bu durum, yüksek yargı organı içinde katı bir hiyerarşik
yapı oluşturmakta ve bu itibarla, Anayasa’nın 138. maddesi ile 155. maddesinin
beşinci (son) fıkrası hükmü anlamında, mahkemelerin ve hâkimlerin
bağımsızlığına ve hâkimlik teminatı esaslarına aykırılık teşkil etmektedir.
Diğer
yandan, Anayasa'nın 155. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Danıştay Başkanı,
Başsavcı, başkanvekilleri ve daire başkanları, kendi üyeleri arasından Danıştay
Genel Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için
seçilirler. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.” denilmektedir. Buna göre,
boşalan bir daire başkanlığı için gündem dağıtılıp adaylık başvurusu yapıldıktan
sonra bu daire başkanlığında dört yıl süre ile görev yapılması gerekmektedir.
Zira, Genel Kurul tarafından seçim yapılırken dairenin baktığı uyuşmazlık
türleri ve nitelikleri de dikkate alınmak sûretiyle başkan olunacak dairede
görev yapma, bakılacak uyuşmazlıklara vukûfiyet gibi özellikler
değerlendirilerek seçim yapılmaktadır. Belli bir süreyle ve seçim yapılmak
sûretiyle gelinen daire başkanlığı görevi, görev yapılan daire ile sıkı-sıkıya
bağlı olması nedeniyle, Başkanlık Kuruluna daire başkanlarının görev
yapacakları daireleri belirleme yetkisi, Anayasa'nın “Danıştay” kenar başlıklı
155. maddesi hükmüne aykırı olacaktır. Daire başkanlarının görev yapacakları
dairelerin değiştirilmesi yetkisi, -sözgelimi- “büyükşehir belediye
başkanlarının görev yapacakları illerin değiştirilmesi konusunda İçişleri
Bakanlığına yetki verilmesi” kadar hukuka ve işin gereklerine aykırıdır.
Ayrıca,
Anayasa'nın 155. maddesinin beşinci fıkrasında, “Danıştayın, kuruluşu,
işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin
nitelikleri ve seçim usulleri, idarî yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. İptalini talep ettiğimiz dava konusu düzenlemenin (a) bendinde
zikredilen “Danıştay üyeleri”nin, (b) bendinde sayılan “Danıştay daire
başkanları ile üyeleri”nin, (c) bendinde belirtilen “Danıştay tetkik hâkimleri”nin
ve (d) bendinde zikredilen “Danıştay Daireleri”nin, Danıştay’ın kuruluşu ve
işleyişinde aslî unsurlar olduklarına göre, söz konusu unsurların çalışma
ilkelerini, kuruluş ve işleyişini belirleyen yasal düzenlemelerde “mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, 6572
sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca “Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak belirlemek.”, (b) bendi uyarınca “Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.”, (c) bendi uyarınca
“Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri
işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.” ve (d) bendi
uyarınca da, “Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.” görevinin,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına aykırı olarak
Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına yol açacak şekilde Başkanlık
Kuruluna verilmesi, Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükmü ile
bağdaşmamaktadır.
Bu kadar
yetki ile donatılmış Başkanlar Kurulunun, daire başkan ve üyeleri üzerinde
kullanabileceği başka bir yetkisi daha bulunmaktadır. 2575 sayılı Kanunun “Konunun
yüksek disiplin kuruluna intikal ettirilmesi” kenar başlıklı 68. maddesine
göre, “Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve
üyelerin yukarıdaki maddede yazılı hal ve hareketlerinin görülmesi veya
öğrenilmesi halinde konunun Yüksek Disiplin Kuruluna intikal ettirilmesi
Başkanlık Kurulu tarafından duruma göre takdir edilir ve karara bağlanır.”
Dolayısı ile, Danıştay meslek mensupları hakkında, bir konunun disiplin
kovuşturması yapılmasını gerektirecek nitelikte olup olmadığına Başkanlık
Kurulu karar vermekle, disiplin sürecinin başlatılması konusunda da yetkili
organ, Başkanlık Kurulu olmaktadır.
Diğer
taraftan, yukarıda, dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1), (2), (3), (4) ve (5)
numaralı başlıkları altındaki bölümlerde de açıklandığı üzere, dava konusu
düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan Coeme ve diğerleri/Belçika
kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlâli oluşturan
karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir. Bu kararda AİHM, bakanların,
ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhâkemesi yasaları olmamasına rağmen,
Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını olaya uygulamış ve bakanı ve
suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM, bu davada, “kanunla kurulmuş mahkeme
ilkesi”nin (doğal hâkim ilkesinin), aynı zamanda, usûl yasalarına ilişkin
düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş ve “bu ilke gereği, usûl hukuku hükümleri
de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin görev alanları ile yetkilerine
ilişkin konularda yargı organlarına takdir yetkisi tanınmamalı” şeklinde bir
içtihâda varmıştır.
Oysa, 6572
sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesinin
birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca “Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak belirlemek.”, (b) bendi uyarınca “Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.”, (c) bendi
uyarınca “Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve
görecekleri işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.” ve (d)
bendi uyarınca da, “Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.” görevinin Başkanlık
Kuruluna verilmesi ile, ekonomik değeri yüksek kimi idarî
uyuşmazlık ve davaların, yürütme organının iradesi ve inisiyatifi doğrultusunda
sonuçlanmasına cevaz verilmekte ve böylece, açıkça “kanunla kurulmuş
mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” ilkesi ihlâl edilmektedir. Söz konusu
düzenleme ile, demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından vazgeçilmekte,
çoğulculuk ortadan kaldırılmakta ve sonuç olarak, kararların belli bir düşünce
doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmakta ve Danıştay Başkanlık
Kurulu’na, spesifik bir davanın veya uyuşmazlığın (bir anlamda) istediği idarî
veya vergi dava daireleri ile idarî dairelerden herhangi birine inceletmeye
imkân sağlayan aşırı yetkiler tanınmaktadır.
Diğer bir
ifade ile, hangi dosyaya hangi idarî ve / veya vergi dava dairesinin, başkan ve
üyelerinin veya tetkik hâkimlerinin bakacağının önceden bilinmesi gerekirken,
yapılan değişiklik ile, Danıştay’a hangi İdari Dava Dairesinin ve Vergi
Dava Dairesinin hangi uyuşmazlığa ve davaya bakacağını istediği zaman
değiştirme gibi çok geniş yetkiler verildiği ve böylece, hangi dairenin hangi
dosyaya bakacağının önceden bilinebilir olması lâzimesi bertaraf edildiği için,
Anayasamızın 36. maddesinde teminat altına alınan “âdil yargılanma hakkı”
açıkça çiğnenmekte ve yine Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla
kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” (tabiî hâkim) ilkesi ihlâl
edilmektedir. Başkanlık Kurulunun üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını gözönünde tutarak belirleyeceğini öngören ve Kural'ın
(a) bendinde yer alan “... dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
tutarak ...” ibâresi, bu bapta açıklanmaya çalışılan ve Anayasa'ya
aykırılıkları nedeniyle iptal gerekçelerimize konu olan Anayasa ihlâllerini
telâfi etmemekte ve ortadan kaldırmamaktadır. Diğer bir ifade ile, hangi
uyuşmazlığa, davaya ve dosyaya, hangi dairenin ve hâkimin bakacağının önceden
bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile, Danıştay’a hangi dairenin, hangi
uyuşmazlığa, davaya ve dosyaya bakacağını istediği zaman değiştirme gibi çok
geniş yetkiler verildiği için, açıkça, “âdil yargılanma hakkı” ile “kanunla
kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” ilkesi ihlâl edilmektedir. Başka bir
ifade ile, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bulunan
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına
sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme olan Danıştay'ın
bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil bir yargılanma”
için adalete erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş olmaları
yanında, aynı zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları gerektiğine
göre, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri açıklanmaya
çalışılan dava konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.
maddesine ve Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence altına alan 36.
maddesi ile “Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37. maddesi hükümlerine
aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, 6572 sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı
“Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan,
“a)
Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
tutarak belirlemek.
b) Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.
c)
Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri
işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.
d)
Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.”
Bentleri
hükümleri, Anayasa'nın 2., 36., 37., 138. ve 155. maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
6572
sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesinin
ikinci fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulunun kararları kesin
olup bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvurulamaz.”
Kural'ının Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesine gelince:
Bu
düzenleme ile, “Başkanlık Kurulunun kararları kesin olup bu kararlar aleyhine
başka bir yargı merciine başvurulamaz.” denilmek sûretiyle Başkanlık Kurulu
kararlarına karşı “yargı yolu” kapatılmakta ve dolayısı ile, Anayasa'nın “Hak
arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Herkes,
meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
hükmüne açıkça muhâlefet edilmektedir. Zirâ, -az aşağıda açıklanacağı üzere-
Danıştay bünyesinde tamamen idarî konularda kararlar veren ve bu itibarla,
idarî nitelikte bir Kurul olarak telâkkî edilmesi gereken Başkanlık Kurulunun
kararlarını kesin addedip, bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine
başvuru hakkının ortadan kaldırılması, “Hak arama hürriyeti”ni teminat altına
alan Anayasa’nın 36. maddesine aykırıdır.
Diğer
yandan, Anayasa'nın “Yargı yolu” kenar başlıklı 125. maddesinin birinci
fıkrasının birinci tümcesinde “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolu açıktır.” denilmiş, ikinci fıkrasının birinci tümcesinde de, Cumhurbaşkanının
tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askeri Şuranın kararlarının yargı
denetimi dışında olduğu hükme bağlanmıştır.
Yargı
mensuplarından oluştuğu ve yargı organı içinden teşekkül ettiği konusunda
tereddüt bulunmamakla birlikte, Başkanlık Kurulunun bir yargı organı olarak
kabûl edilmesine olanak bulunmamaktadır. İşlevsel ayırım dikkate alındığında
bir idarî organ, yâni, bir “idare” niteliğini hâiz olan Başkanlık Kurulu, idarî
para cezası verme, disiplin sürecini başlatma, Danıştay meslek mensuplarının
uzun süreli görevlendirmeleri hakkında karar verme, ders verme konusunu karara
bağlama, dernek üyeliklerine izin verme gibi, bütünüyle idarî olan konularda
karar vermektedir. Nitekim, 2575 sayılı Kanunun 6572 sayılı Kanunun 18. maddesi
ile değişik 52/A maddesinin dava-dışı (e) bendinde yer alan “Yetkili merciin
neresi olduğu belirtilmemiş olan yönetim işlerini belli etmek veya bu işleri
yapmak.” Kuralı ile, (f) bendinde yer alan “Kanunlarla verilen diğer görevleri
yerine getirmek.” Kuralından, Başkanlık Kurulunun, esâsen, bir yargı organı
olmayıp, Anayasa'nın 125. maddesi hükmü anlamında bir “idare” niteliğini hâiz
olduğu sonucuna varılmaktadır (Kaldı ki, 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesinin
6572 sayılı Kanunun 18. maddesi ile değiştirilmeden önceki hâlinde, (a) ve (b)
bentlerinde aynı hükümlere yer verilmiştir). Hâl böyle olunca, tamamen idarî
konularda kararlar veren ve bu itibarla, idarî nitelikte bir Kurul olarak
telâkkî edilmesi gereken Başkanlık Kurulunun kararlarını kesin addedip, bu
kararlar aleyhine başka bir yargı merciine başvuru hakkını ortadan
kaldırılması, Anayasa’nın 125. maddesi hükmüne aykırılık teşkil etmektedir.
Diğer
yandan, Başkanlık Kurulu tarafından verilen kararların idarî bir işlem olarak
kabûl edilerek, menfaati ihlâl edilenler tarafından idarî yargıda dava konu
edilmesi, “hukuk devleti” ilkesinin bir gereğidir. Dava konusu düzenlemede
olduğu gibi, Başkanlık Kurulu kararlarına karşı “yargı yolu”nun kapatılması
ise, Anayasa'nın 2. maddesinde anlam ve ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesi
ile bağdaşmamaktadır.
Bu
itibarla, 6572 sayılı Kanunun 18. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 52/A maddesinin ikinci fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulunun
kararları kesin olup bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine
başvurulamaz.” Kural'ı, Anayasa'nın 2., 36. ve 125. maddelerine açıkça
aykırıdır. İptali gerekir.
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
Danıştay’da
hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına yol açacak şekilde, Başkanlık
Kurulu’na, Üyelerin görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını
göz önünde tutarak belirlemek; zorunlu hâllerde daire başkanı ve üyelerin
dairelerini değiştirmek; Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri,
kurulları ve görecekleri işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini
değiştirmek ve Daireler arasında iş bölümünü belirlemek görevlerinin
verilmesine ilişkin dava konusu düzenlemenin iptal kararının Resmî Gazete’de
yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda; mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esasları ile hukuk devleti ilkesi, âdil yargılanma hakkı, tabiî
hâkim ilkesi ile Başkanlık Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun kapatılması
sonucunda hukuk devleti ilkesi, hak arama hürriyeti ve İdarenin her türlü eylem
ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu prensibi ihlâl edilerek,
telâfisi güç veya imkânsız zararların doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve
durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa'ya açıkça aykırı olan ve iptali
istenen düzenlemenin iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
7-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 20. maddesi
ile 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın,
Üçüncü
fıkrasında geçen,
“Başkanlık
Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden
belirler …”
İbâresi
ile,
Dördüncü
fıkrasını oluşturan,
“Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.”
Tümcesinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, Başkanlık Kurulunun, iş durumunu dikkate alarak daireler
arasındaki iş bölümünü yeniden belirleyeceği ve yine Başkanlık Kurulunun, iş
bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirleyeceği hükme bağlanmıştır (Bu bapta dava konusu
yaptığımız hükümler, 6572 sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı Kanuna
eklenen Geçici Madde 26'nın üçüncü fıkrasının “Başkanlık Kurulu, iş durumunu
dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler ...” ibâresi
ile dördüncü fıkrasının tamamına münhasır olup, aynı maddenin üçüncü fıkrasında
geçen dava-dışı “... ve buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazete’de yayımlanır.
Bu karar, yayım tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.” hükmü
ile beşinci ve altıncı fıkraları hükümlerine yönelik herhangi bir iptal
talebimiz bulunmamaktadır; ancak, dava-dışı bu ibâre ve hükümlerin 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Dosya
üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama” başlığını taşıyan 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrası hükmü gereğince iptaline karar verilip verilmeyeceği
cihetine aşağıda değinilecektir).
Yukarıda,
-dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1), (2), (3), (4), (5) ve (6) numaralı
başlıkları altında da- değinildiği veçhile, Danıştay'da evvelce olmayan Başkanlık
Kurulu, genel yetki yasası çerçevesinde, ilk kez 650 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 7. maddesi ile oluşturulmuştur. O tarihte, tetkik hâkimleriyle
üyelerin dairelere dağıtımı görevi, Başkanlar Kurulundan alınarak, yeni kurulan
Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Daha sonra, bunun doğru olmadığı ve sakıncaları
anlaşılarak, 6494 sayılı Kanun ile anılan yetkiler, Başkanlık Kurulundan
alınarak yeniden Başkanlar Kuruluna verilmiştir. 6572 sayılı Kanunun 18.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A maddesi ile mezkûr görevler, bir
kez daha Başkanlar Kurulundan alınıp, yetkileri daha da genişletilerek ikinci
kez Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
Yine,
yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11.
maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik
2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen
düzenlemenin; 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin
birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin ve
14. maddesi ile değişik 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesi ve 18.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A. maddesinin dava konusu yapılan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de
açıklamaya çalıştığımız veçhile, 2575 sayılı Danıştay Kanununun 19. maddesine
göre, Başkanlar Kurulu, Danıştay Başkanının başkanlığında, Başsavcı,
başkanvekilleri ve tüm daire başkanlarından oluşur. Bu hâliyle Başkanlar
Kurulu, her biri birer yüksek mahkeme olan Danıştay dairelerinin başkanları ve
kurulların başkanlarından oluşan geniş katılımlı, çoğulcu, demokratik bir organdır.
Başkanlar Kurulu, bu yönüyle, Danıştay bünyesi içerisinde yüksek bir karar
mercii konumundadır.
2575
sayılı Kanunun 19/A maddesine göre, Başkanlık Kurulu ise; Danıştay Başkanının
başkanlığında, üçü daire başkanı, üçü Danıştay üyesi olmak üzere altı asıl
üyeden oluşur. Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı ile
kurullara başkanlık eden iki başkanvekili, Başkanlık Kurulunda yer
almamaktadır. Bu hâliyle Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı
zayıf bir karar organı mâhiyetindedir.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden başka
bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü
merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde bağımsız
oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre
hüküm verecekleri; 155. maddesinde ise, Danıştay’ın, idarî mahkemelerce verilen
ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son
inceleme merci olduğu, kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece
mahkemesi olarak bakacağı ve Danıştay’ın, kuruluşu, işleyişi, Başkan, Başsavcı,
başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri ve seçim usûlleri,
idarî yargının özelliği, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre kanunla düzenleneceği, hükmü yer almaktadır.
Yukarıda,
6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11. maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen düzenlemenin;
12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen düzenlemenin; 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 26.
maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin ve 14. maddesi
ile değişik 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesi ve 18. maddesi ile
değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A. maddesinin dava konusu yapılan hükümlerinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de belirttiğimiz
gibi, Hukuk devleti; eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı,
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan devlettir. Hukukun ve adaletin en somut yansıması olan
yargı bağımsızlığı, “hukuk devleti” ilkesinin bir gereği ve doğal bir
sonucudur.
“Hâkimlerin
bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet erkleri ile, taraflar
ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış bağımsızlık değildir. Hâkimlerin
bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi içindeki güçlere karşı da korunması
gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada ve uluslararası metinlerde de bu
husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik Komisyonu, CDL-AD[2010]004,
CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Uluslararası
metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık”
meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme
sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye
karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de
uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme
başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
“Yargı
bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit
davalarda verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Az
yukarıda da değinildiği veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer
Devlet güçlerine karşı bağımsız olması anlamına gelmeyip, konunun bir de
“dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa
olsun, aynı yargılama yetkisini kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında
kendisi, aynı zamanda, diğer hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz
mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız
olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık” mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece
mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı zamanda, bir mahkemenin başkanı veya
Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan hâkimler arasında veya aynı mahkemede
görev yapan hâkimlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde de söz konusu
olabilmektedir.
Yine,
yukarıda, 6572 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 11.
maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 10. maddesi ile değişik
2575 sayılı Kanunun 14. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında öngörülen
düzenlemenin; 12. maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 17. maddesinin
birinci fıkrasında öngörülen düzenlemenin; 13. maddesi ile değişik 2575 sayılı
Kanunun 26. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinde geçen ibârenin ve
14. maddesi ile değişik 27. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci tümcesi ve 18.
maddesi ile değişik 2575 sayılı Kanunun 52/A. maddesinin dava konusu yapılan
hükümlerinin Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi bölümlerinde de
değinildiği üzere, Yüksek mahkemelerin dâhilî bağımsızlıklarıyla ilgili
olabilecek iki temel unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı
mensuplarının görev yapacakları dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise
uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek
yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir şekilde karar vermeleri için büyük önemi
hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem “bağımsız”
hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine,
objektif ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir
hukukî değer olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini, kuvvetle
tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama getirilmesi
gerekmektedir.
İş bu dava
dilekçemizde dava konusu yaptığımız ve dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1),
(2), (3), (4), (5), (6) ve (7) numaralı başlıkları altında Anayasa'ya aykırılıkları
nedeniyle iptal gerekçeleri bahislerinde açıklamaya çalıştığımız veçhile, 6572
sayılı Kanunun 8. maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde
değiştirilmiştir.” hükmü; 10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri
“Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş, …” ibâresi; 12. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci fıkrasının birinci ve ikinci
tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri Kurulu, idari dava dairelerinin
başkanları ile her idari dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu
tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek üyeden; Vergi Dava Daireleri
Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile her vergi dava dairesinden
iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen üç asıl ve üç yedek
üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki
üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden görevlendirilirken, diğer yarısı
kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler arasından yenilenir.” tümceleri
ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan “Kurulların asıl veya yedek
üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık Kurulu tarafından yedi gün
içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye görevlendirilir.” tümcesi; 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden
birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava
dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi
ile 13. maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan
“Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresi; 14.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci
fıkrasının ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ...
Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” ibâresi; 18. maddesi ile değişik 2575
sayılı “Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci fıkrasında yer alan (a),
(b), (c) ve (d) bentleri ile ikinci fıkrası hükmü ve 20. maddesi ile 2575 sayılı
“Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen
“Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” tümcesinde öngörülen bütün bu düzenlemeler ile,
Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden
oluşan ve Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, Danıştay Başsavcısı, kurullara
başkanlık eden iki başkanvekili ile daire başkanlarını bünyesinde
bulundurmayan, dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar organı
olduğuna -az yukarıda müteaddit kez değinilen- Başkanlık Kuruluna, daire
başkanlarının, üyelerin ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin belirlenmesi
yanında, aynı zamanda, dairelerin bakacakları uyuşmazlıkları dahî münhasıran
belirleme yetkisi verilmektedir. Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye
olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal olarak oy
çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkanlık Kurulunda
yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere dört kişi, bir
bütün olarak anılan Yüksek Mahkeme'yi kendi iradeleri doğrultusunda
yönlendirebilecek ve bu meyânda, Danıştay daire başkanlarının, kurullarda ve
dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ile tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve
dairelerde görev yapacakları hususları dahî, Başkanlar Kurulu tarafından
belirlenecektir. Bu durum, yüksek bir yargı organı olan Danıştay bünyesinde katı
bir hiyerarşik yapının oluşmasına sebebiyet vermekte ve dolayısı ile, dava
konusu yapılan değişikliklerle, Anayasa’nın 138. maddesi ile 155. maddesinin
beşinci (son) fıkrası hükümleri anlamında, “mahkemelerin bağımsızlığı” ve “hâkimlik
teminatı” esasları ihlâl edilmektedir. “Yargı bağımsızlığı”nın bulunmadığı bir
ahvâlde ise, kuşkusuz, Anayasa’nın 2. maddesinde sayılan “hukuk devleti”nin
varlığından söz edebilmek mümkün değildir.
Başka bir
deyişle, yukarıda da değinildiği veçhile, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12.,
13., 14., 18. ve 20. maddelerinin (dava konusu yapılan hükümlerinde) Danıştay
bünyesi içerisinde oluşturulan Başkanlık Kurulu’nun görev ve yetkileri ile
ilgili düzenlemeler bir bütün (kül) hâlinde değerlendirildiğinde, Danıştay
tetkik hâkimleri ile Başkanlık Kurulunda görev almayan Danıştay daire
başkanları ve Danıştay üyelerinin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından
Başkanlık Kurulunu oluşturan daire (mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak
öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât yapısı oluşturulmakta ve böylece,
Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve “Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa
olmaz koşullarından birini oluşturan “Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi
zedelenmektedir. Zirâ, Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış
Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da oluşturulan ve bir anlamda, katı bir
hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, Yüksek
Mahkemenin bağımsızlığına halel getirdiğinden, kaçınılmaz bir biçimde,
Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk devleti” ilkesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Diger
yandan, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin gereklerinden olan
hukuki güvenlik ilkesi, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Danıştay
daireleri, kurulduğu tarihten bu yana, genellikle aynı işlere bakmaları
nedeniyle, bu konuda uzmanlaşma sağlanmış, bu dairelerde görev yapan meslek
mensupları ve tetkik hâkimleri de uzmanlığın gereği olarak görev yapmaktadır.
Dolayısı ile, tüm meslek mensupları ve tetkik hâkimlerinin görev yerlerinin
değiştirilmesi, yüksek yargı organının yeniden kurulması ve yapılandırılması olarak
değerlendirilmelidir. Şüphesiz, bu olgu, -deyim yerinde ise- aynı bina içinde
kat veya oda değiştirmek gibi telâkkî edilemez.
Kamu
görevlilerinin bulundukları görevlerden alınmalarını gerektiren haklı bir neden
olmadıkça görevlerine son verilememesi, “hukukî güvenlik” ilkesinin bir
gereğidir. Hukukî ve fiilî zorunluluk hâllerinde kamu görevlilerinin
bulundukları görevden alınarak başka bir göreve atanmalarının, yasal
düzenlemelere konu edilebileceği kabûl edilmektedir.
Kamu kurum
ve kuruluşlarının yeniden yapılandırılmaları kapsamında, teşkilat yapısı
değiştirilen kurum ve kuruluşların bazı kadrolarında görev yapan kamu
görevlilerinin, görevlerine son verilerek başka kadrolara atanmalarının
öngörülmesi, söz konusu hukukî ve fiilî zorunluluklar nedeniyle getirilen yasal
düzenlemelerin bir örneğini oluşturmaktadır. Bu durumda, ilgililerin başka
kadrolara atanmalarının sebep unsuru, ilgili kurumun ya da kuruluşun yeniden
teşkilatlandırılması anlamına gelmekte olup, yürürlükte bulunan kanunlara dayanılarak
ve kamu görevlisinin öznel durumu dikkate alınarak, idarece tesis edilen naklen
atama işlemlerinden tamamen farklıdır. Söz konusu hukukî ve fiilî zorunluluklar
nedeniyle kazanılmış haklar korunarak başka kadrolara atama yapılması, kanun
koyucunun takdir yetkisi alanı içindedir.
Bu
nedenle, yapısal bir değişikliğin sonucu olarak, Kurulda görev yapan kamu
görevlilerinin görevlerine son verilmesini gerektiren hukukî ve fiilî
zorunluluklardan söz edilebilmesi de olanaklı olmadığından, bu kişilerin görevlerine
kanunî düzenlemelerle son verilmesi, “hukukî güvenlik” ilkesinin ihlâline yol
açar.
Bu
itibarla, 6572 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 2575 sayılı eklenen Geçici 26.
maddenin dava konusu yapılan hükümleri, kanaatimizce, bu açıdan da Anayasa’nın
2. maddesine aykırıdır.
6572
sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 26'nın
üçüncü fıkrasında yer alan dava konusu ibâre ve dördüncü fıkrası hükmü ile iş
durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirlenmesi ve
iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağının yeniden belirlenmesi görevinin Başkanlık Kuruluna verilmesine
ilişkin düzenleme, Danıştay Başkanının başkanlığında, altı üye olmak üzere,
toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun (doğal olarak oy çokluğu ile
karar alacağı ciheti de dikkate alındığında), Başkan ve / veya asıl ve / veya
yedek üye olmak üzere Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere
dört kişinin bir bütün olarak -yukarıda belirtilen yetkilere sahip olmak
sûretiyle- bir anlamda, yüksek mahkemeyi kendi iradeleri doğrultusunda
yönlendirebileceği anlamına gelmektedir. Şüphesiz, bu durum, yüksek yargı
organı içinde katı bir hiyerarşik yapı oluşturmakta ve bu itibarla, Anayasa’nın
138. maddesi ile 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükmü anlamında, mahkemelerin
ve hâkimlerin bağımsızlığına ve hâkimlik teminatı esaslarına aykırılık teşkil
etmektedir.
Diğer
yandan, Anayasa'nın 155. maddesinin dördüncü fıkrasında, “Danıştay Başkanı,
Başsavcı, başkanvekilleri ve daire başkanları, kendi üyeleri arasından Danıştay
Genel Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için
seçilirler. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.” denilmektedir. Buna göre,
boşalan bir daire başkanlığı için gündem dağıtılıp adaylık başvurusu
yapıldıktan sonra, bu daire başkanlığında dört yıl süre ile görev yapılması
gerekmektedir. Zirâ, Genel Kurul tarafından seçim yapılırken, dairenin baktığı
uyuşmazlık türleri ve nitelikleri de dikkate alınmak sûretiyle, başkan olunacak
dairede görev yapma ve bakılacak uyuşmazlıklara vukûfiyet gibi özellikler
değerlendirilerek seçim yapılmaktadır. Belli bir süreyle ve seçim yapılmak
sûretiyle gelinen daire başkanlığı görevi, görev yapılan daire ile sıkı-sıkıya
bağlı olması nedeniyle, Başkanlık Kuruluna daire başkanlarının görev
yapacakları daireleri belirleme yetkisi verilmesi, Anayasa'nın “Danıştay” kenar
başlıklı 155. maddesi hükmüne aykırıdır. Danıştay daire başkanlarının görev
yapacakları dairelerin değiştirilmesi yetkisi, az yukarıda da belirtildiği
gibi, -sözgelimi- “büyükşehir belediye başkanlarının görev yapacakları illerin
değiştirilmesi konusunda İçişleri Bakanlığına yetki verilmesi” kadar, hukuka ve
işin gereklerine aykırıdır.
Ayrıca,
Anayasa'nın 155. maddesinin beşinci fıkrasında, “Danıştayın, kuruluşu,
işleyişi, Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin
nitelikleri ve seçim usulleri, idari yargının özelliği, mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.”
denilmektedir. İptalini talep ettiğimiz dava konusu düzenlemenin üçüncü
fıkrasında yer alan “Danıştay daireleri” ile dördüncü fıkrasında zikredilen “Danıştay
daire başkanları”nın, “Danıştay üyeleri”nin ve “Danıştay tetkik hâkimleri”nin,
Danıştay’ın kuruluşunda ve işleyişinde aslî unsurlar olduklarına göre, söz
konusu unsurların çalışma ilkelerini, kuruluş ve işleyişini belirleyen yasal
düzenlemelerde “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasları”nın
gözetilmesi gerekir. Oysa, 6572 sayılı Kanunun 20. maddesi 2575 sayılı Kanuna
eklenen “Geçici Madde 26”nın dava konusu yapılan hükümleri uyarınca iş durumunu
dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünün yeniden belirlenmesi ve iş
bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağının yeniden belirlenmesi görevinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hâkimlik teminatı esaslarına aykırı olarak Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat
yapısının doğmasına yol açacak şekilde Başkanlık Kuruluna verilmesi,
Anayasa’nın 155. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükmü ile bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan, yukarıda, dava dilekçemizin (IV). Bölümünün (1), (2), (3), (4), (5)
ve (6) numaralı başlıkları altındaki bölümlerde de açıklamaya çalıştığımız
veçhile, dava konusu düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan Coeme ve
diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin
ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir. Bu kararda
AİHM, bakanların, ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhâkemesi yasaları
olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını olaya
uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM, bu davada,
“kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi”nin (doğal hâkim ilkesinin), aynı zamanda,
usûl yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş ve “bu ilke
gereği, usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin
görev alanları ile yetkilerine ilişkin konularda yargı organlarına takdir
yetkisi tanınmamalı” şeklinde bir içtihâda varmıştır.
Oysa, 6572
sayılı Kanunun 20. maddesi 2575 sayılı Kanuna eklenen “Geçici Madde 26”nın dava
konusu yapılan hükümleri uyarınca iş durumunu dikkate alarak daireler
arasındaki iş bölümünü yeniden belirlenmesi ve iş bölümüne ilişkin
kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, kurulların ve
dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Danıştay daire
başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ve tetkik
hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacağının yeniden belirlenmesi
görevinin Başkanlık Kuruluna verilmesine ilişkin düzenleme ile, ekonomik
değeri yüksek kimi idarî uyuşmazlık ve davaların, yürütme organının iradesi ve
inisiyatifi doğrultusunda sonuçlanmasına cevaz verilmekte ve böylece, açıkça
“kanunla kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” ilkesi ihlâl edilmektedir. Söz
konusu düzenleme ile, demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından
vazgeçilmekte, çoğulculuk ortadan kaldırılmakta ve sonuç olarak, kararların
belli bir düşünce doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmakta ve Danıştay
Başkanlık Kurulu’na, spesifik bir dava veya uyuşmazlığın (bir anlamda) istediği
idarî veya vergi dava daireleri ile idarî dairelerden herhangi birine
inceletmeye imkân sağlayan aşırı yetkiler tanınmaktadır. Diğer bir ifade ile,
hangi dosyaya hangi idarî ve / veya vergi dava dairesinin, daire başkanı ve
üyelerinin veya tetkik hâkimlerinin bakacağının önceden bilinmesi gerekirken,
yapılan değişiklik ile, Danıştay’a hangi İdari Dava Dairesinin ve Vergi
Dava Dairesinin hangi uyuşmazlığa ve davaya bakacağını istediği zaman değiştirme
gibi çok geniş yetkiler verildiği ve böylece hangi dairenin (başkan ve
üyelerin) hangi dosyaya bakacağının önceden bilinebilir olması lâzimesi
bertaraf edildiği için, Anayasamızın 36. maddesinde teminat altına alınan “âdil
yargılanma hakkı” açıkça çiğnenmekte ve yine bu hakkın doğal bir uzantısı olan
ve Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla kurulmuş mahkeme /
kanunî hâkim güvencesi” (tabî hâkim) ilkesi ihlâl edilmektedir. Başkanlık
Kurulunun daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirleyeceğini öngören ve
Kural'ın üçüncü fıkrasında yer alan “... iş durumunu dikkate alarak
...” ibâresi ile, yine Başkanlık Kurulunun Danıştay daire başkanlarının,
kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay üyelerinin ve tetkik hâkimlerinin
hangi kurul ve dairelerde görev yapacağını yeniden belirleyeceğini öngören ve
Kural'ın dördüncü fıkrasında yer alan “... iş bölümüne ilişkin kararın Resmî
Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak ...” ibâresi, bu bapta
açıklanmaya çalışılan ve iptal gerekçelerimize konu olan Anayasa ihlâllerini
telâfi etmemekte ve ortadan kaldırmamaktadır. Diğer bir ifade ile, hangi
uyuşmazlığa, davaya ve dosyaya, hangi dairenin ve hâkimin bakacağının önceden
bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile, Başkanlık Kuruluna Danıştay’da hangi
dairenin, hangi uyuşmazlığa, davaya ve dosyaya bakacağını istediği zaman
değiştirme gibi çok geniş yetkiler verildiği için, açıkça, “âdil yargılanma
hakkı” ile “kanunla kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” ilkesi ihlâl
edilmektedir.
Başka bir
ifade ile (dava dilekçemizin muhtelif bölümlerinde müteaddit kez açıklanmaya
çalışıldığı veçhile), Danıştay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış
bulunan Başkanlık Kurulu ile Danıştay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının
doğmasına sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme olan
Danıştay'ın bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil bir
yargılanma” için adalete erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş
olmaları yanında, aynı zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları
gerektiğine göre, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri
açıklanmaya çalışılan dava konusu düzenleme, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence
altına alan 36. maddesi ile “Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37.
maddesi hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, 6572 sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı “Danıştay
Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü fıkrasında geçen “Başkanlık
Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler
…” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş bölümüne
ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde,
kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak
Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan Danıştay
üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev yapacağını
yeniden belirler.” tümcesi Anayasa'nın 2., 36., 37., 138. ve 155. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
(Bu
bapta dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı
Danıştay Kanununa eklenen Geçici Madde 26'nın üçüncü fıkrasında yer alan dava
konusu “Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş
bölümünü yeniden belirler ...” ibâresi ile dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” Kuralı hakkında Yüksek Mahkemenizce verilecek
olası bir iptal kararı, 6572 sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı
Danıştay Kanununa eklenen Geçici Madde 26'nın -yine- üçüncü fıkrasında yer alan
dava-dışı “... ve buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazete’de yayımlanır.
Bu karar, yayım tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.” sözcük
grubu (ibâresi) ile aynı maddenin beşinci fıkrasında yer alan “Başkanlık
Kurulunun iş bölümünün belirlenmesine ilişkin kararı uygulanmaya başlayıncaya
kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki iş bölümüne ilişkin hükümler
uygulanmaya devam olunur.” Kuralı ile altıncı fıkrasında yer alan “Yeni iş
bölümüyle dairesi değiştirilen dava dosyaları, iş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde ayrıca bir karar
verilmesine yer olmaksızın listeye bağlanmak suretiyle mevcut hâlleriyle ilgili
daireye devredilir. İş bölümü kararı sonrası Danıştaya gelecek olanlar (karar
düzeltme ve yargılamanın yenilenmesi dâhil) ile kanun yollarına konu edilerek
bozulan dava dosyaları iş bölümü kararıyla görevleri belirlenen dairelerce
sonuçlandırılır.” Kuralının uygulanamaması
sonucunu doğuracaktır. Bu durumda, -şüphesiz, takdir Yüksek Mahkemenize ait
olmak üzere- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun “Dosya üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama”
başlığını taşıyan 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmü gereğince, bu bapta
dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı Danıştay
Kanununa eklenen Geçici Madde 26'nın üçüncü fıkrasında yer alan dava konusu
“Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirler ...” ibâresi ile dördüncü fıkrasını oluşturan “Başkanlık
Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren
on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda ve dairelerde görev yapan
Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul ve dairelerde görev
yapacağını yeniden belirler.” Kural'ının Yüksek Mahkemenizce iptal başvurumuz
doğrultusunda iptali hâlinde, uygulama kâbiliyeti kalmayan 6572 sayılı Kanunun
20. maddesi ile 2575 sayılı Danıştay Kanununa eklenen Geçici madde 26'nın
üçüncü fıkrasında yer alan dava-dışı “... ve buna ilişkin karar derhâl
Resmî Gazete’de yayımlanır. Bu karar, yayım tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya
başlanır.” sözcük grubu (ibâresi) ile aynı maddenin beşinci fıkrasında yer alan
“Başkanlık Kurulunun iş bölümünün belirlenmesine ilişkin kararı uygulanmaya
başlayıncaya kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki iş bölümüne ilişkin
hükümler uygulanmaya devam olunur.” Kuralı ile altıncı fıkrasında yer alan “Yeni
iş bölümüyle dairesi değiştirilen dava dosyaları, iş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde ayrıca bir karar
verilmesine yer olmaksızın listeye bağlanmak suretiyle mevcut hâlleriyle ilgili
daireye devredilir. İş bölümü kararı sonrası Danıştaya gelecek olanlar (karar
düzeltme ve yargılamanın yenilenmesi dâhil) ile kanun yollarına konu edilerek
bozulan dava dosyaları iş bölümü kararıyla görevleri belirlenen dairelerce
sonuçlandırılır.” Kuralının da iptaline karar verilmesi ciheti, Yüksek
Mahkemenizin takdirindedir).
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
Başkanlık
Kurulu’na, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirlenmesi ve iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de
yayımlanmasından itibaren on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu
ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda
ve dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul
ve dairelerde görev yapacağının yeniden belirlenmesi görevinin verilmesine
ilişkin getirilen düzenleme ile, Danıştay Başkanının başkanlığında, altı
üye olmak üzere, toplam, yedi kişiden oluşan Başkanlık Kurulunun, doğal
olarak, oy çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkanlık
Kurulunda yer alan Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere
dört kişinin, bir bütün olarak, Yüksek bir yargı organı olan
Danıştay’ı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine cevaz
verilmekte ve böylece, Danıştay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının oluşmasına
yol açılmaktadır. Bu itibarla, dava konusu bu düzenlemenin, iptal
kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda,
Başkanlık Kuruluna, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına, hukuk
devleti ilkesine, âdil yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim güvencesine (tabiî
hâkim ilkesine) aykırı şekilde verilen yetkiler sonucunda, telâfisi güç veya
imkânsız zararların doğması kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların
doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen
düzenlemenin, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
8-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 26.
maddesinin tamamı olan:
“MADDE 26-2797
sayılı Kanunun 59 uncu maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.”
Hükmünün
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Bu
düzenleme ile, 2797 sayılı Yargıtay Kanununun “Adli yılın açılışı:” kenar
başlıklı 59. maddesi yürürlükten kaldırılmaktadır. 2797 sayılı Kanunun 6572
sayılı Kanunun 26. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 59. maddesi şu hükmü
içermektedir:
“Her adli
yıl Ankara‘da bir törenle açılır. Yargıtay Birinci Başkanı bir konuşma yapar.
Açılış
konuşmasının metni ve tören gündemi üzerinde daha önceden Başkanlar Kurulunun
düşüncesi alınır.”
Görüldüğü
üzere, anılan Kural’ın yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte, bundan böyle, adlî
yıl açılışlarında tören yapılamayacak, bunun doğal bir sonucu ve yansıması
olarak Yargıtay Birinci Başkanı adlî yıl açılış konuşması yapamayacak ve
böylece, açılış konuşmasının metni ve tören gündemi üzerinde daha önceden
Başkanlar Kurulunun düşüncesi alınamayacaktır.
Her adlî
yılın törenle açılmasına, bu törende Yargıtay Birinci Başkanının bir
konuşma yapmasına ve açılış konuşmasının metni ve tören gündemi üzerinde daha
önceden Başkanlar Kurulunun düşüncesinin alınmasına ilişkin 2797 sayılı Kanunun
59. maddesinde öngörülen düzenlemenin 6569 sayılı Kanunun 26. maddesi ile
ilgâsına yönelik olarak, T.C. Yargıtay Basın Bürosunun 24.11.2014 tarihli
“Basın Açıklaması”nda, aynen şu görüşlere yer verilmiştir:
“( … )
Türk Yargı
Kültüründe önemli bir yer tutan, 1943 yılından beri yasama, yürütme ve yargının
üst düzey temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen ve yargının
sorunlarının adlî yargı ile savunma makamlarının en üst temsilcileri tarafından
dile getirildiği adlî yıl açılış töreninin kaldırılmak istenmesi, sadece
Yargıtay’ın değil, yargı adına ifade edilen tüm düşüncelerin etki gücünü
azaltacaktır.
( … )
Bağımsız
bir yüksek mahkeme olan Yargıtay, 146 yıllık bir kurum olarak, kurallarla,
kurullarla, müzakere kültürü ile yıllar içinde oluşturduğu güçlü kurumsal
yapısı ve iyi yetişmiş insan kaynakları ile yargısal sorunlara çözümler
önerebilecek imkân, tecrübe ve kabiliyete sahiptir. Sorunların tespiti ve çözüm
ihtiyacı ortaya çıktığında, kurumlar düzeyinde katkı verebileceğimiz her
fırsatta dile getirilmiştir.
Yargının
bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının organizasyonlarında ve işleyişinde
kendini gösterir. Yargının teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle,
ani gelişen olaylar üzerine, makul, meşrû ve haklı gerekçe içermeden, tek
taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan olmamalıdır. Özellikle yargıya tanınan
yasal demokratik seçim hakkının kullanılması sonucunda oluşan temsile, yeni bir
yasa değişikliği ile tekrarlanan bu tür müdahale düşünceleri kabul edilemez.
Bu kapsamda,
yapılacak düzenlemeler, yargıda devamlılık ve tutarlılık esaslarına aykırı,
geçmişe ve geleceğe sâri bir dizi yanlışın önünü açabilecek niteliktedir.”
(T.C. Yargıtay Basın Bürosu’nun 24.11.2014 tarihli “Basın Açıklaması”,
http://www.yargitay.gov.tr/belgeler/site/documents/basinaciklamasi24112014.pdf
[Çevrimiçi Kaynak], Erişim Tarihi:9.1.2015).
Anayasa’nın
“Cumhuriyetin nitelikleri” kenar başlıklı 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” denilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde
belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel niteliklerinden olan
"Hukuk Devleti" ilkesi, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan,
idarenin hukuka bağlılığını amaç edinen, buna karşılık kamu gücünün sınırsız,
ölçüsüz ve keyfî kullanılmasını önleyen en önemli unsurlardan biridir.
Anayasa
Mahkemesi, “hukuk devleti” ilkesini; hukuk güvenliği, kamu yararı, nesnellik
kriteri, adalet ve hakkaniyet ölçütleriyle birlikte açıkladığı bir Kararında şu
tesbitlerde bulunmuştur: “Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti,
eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, varlık nedenini bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendirmekte gören, her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu güçlendirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların
üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa
bulunduğu bilincinde olan devlettir (...) Yasaların kamu düzeninin kurulması ve
korunması, kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif,
adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti
olmanın gereğidir.” (Anayasa Mahkemesi’nin 27.9.2006 Tarihli ve 2004/63 Esas,
2006/94 Karar sayılı Kararı).
Kanunların,
kamu yararı amacına yönelik olması, genel, objektif, âdil kurallar içermesi ve
hakkaniyeti gözetmesi, hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle,
yasakoyucunun, hukukî düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini,
anayasal sınırlar içinde, adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz
önünde tutarak kullanması gerekir.
“Hukuk devleti” ilkesi, hukuk güvenliğinin ve adaletin
sağlanmasına yönelik hukuk anlayışını temsil etmekte ve yasaların, yasakoyucunun keyfine göre değil, kamu yararı amacıyla çıkarılmasını
zorunlu kılmaktadır.
Anayasa
Mahkemesi’nin pek çok Kararında isâbetle vurgulandığı üzere, hukuk devletinin
vazgeçilmez öğeleri arasında yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesi
ile, bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı
düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle, “hukuk devleti” ilkesinin
hayata geçirilmesinde ve yaşatılmasında çok önemli yeri ve işlevi olan yargı
erki ile yargı kurumlarının organizasyonlarının ve işleyişinin düzenlenmesinde,
yasakoyucunun, bu esâsı gözardı etmemesi ve yasama normlarına, bu olguyu en iyi
şekilde yansıtması zorunludur.
Yüksek
malûmları olduğu veçhile, “evrensel hukuk ilkeleri” ya da “hukukun genel
ilkeleri” denildiğinde, hakkın kötüye kullanılmaması, iyi niyet, sözleşmeye
bağlılık, ayrımcılık yapılmaması, ölçülülük, kazanılmış hakları saygı, haklı
beklentilerin korunması, yasaların geriye yürümezliği, hukuk güvenliği, adalet,
eşitlik, yasallık, belirlilik ve öngörülebilirlik gibi, evrensel düzeyde kabûl
gören “hukukun üstün kuralları” anlaşılmaktadır.
Bu
bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, adlî yıl açılış töreninin
kaldırılmasını öngören dava konusu düzenleme, “evrensel hukuk ilkeleri” ya da
“hukukun genel ilkeleri” bağlamında iyi niyet, adalet ve hakkaniyet gibi
“hukukun üstün kuralları” ile bağdaşmayan, hukukî dayanağı olmayan, mâkûl,
meşrû ve haklı gerekçeler içermeyen, Devlet geleneği kapsamında hukukî bir
açıklaması bulunmayan, tek taraflı ve keyfî bir uygulamadır.
Bu
itibarla, adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk
devletinde, dava konusu düzenlemede olduğu gibi, yargı erkinin aleyhine sonuç
doğmasına cevaz veren böylesi bir düzenlemenin âdil olduğundan ve kamu yararı
amacına dayandığından söz edilemez. Adlî yıl açılış töreninin kaldırılmasını
öngören ve kanaatimizce, tamamen kişisel ve siyasî sâiklerle yapılan dava
konusu düzenleme, kanunların kamu yararına dayanmasını ve adaletin sağlanmasını
amaçlayan “hukuk devleti ilkesi” ve “hukukun genel ilkeleri” ile çatışma
hâlindedir ve bu itibarla, Anayasa'nın “hukuk devleti” ilkesini benimseyen 2.
maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, Türk Yargı Kültüründe önemli bir yer tutan, Devlet
geleneğine dönüşen, 1943 yılından beri yasama, yürütme ve yargının üst düzey
temsilcilerinin katılımı ile gerçekleştirilen ve yargının sorunlarının adlî
yargı ile savunma makamlarının en üst temsilcileri tarafından dile getirildiği
adlî yıl açılış töreninin kaldırılmasını öngören ve (T.C. Yargıtay Basın
Bürosu’nun 24.11.2014 tarihli “Basın Açıklaması”nda da vurgulandığı veçhile)
yargıda devamlılık ve tutarlılık esaslarına aykırı, geleceğe sâri bir dizi
yanlışın önünü açabilecek nitelikte olan 6572 sayılı Kanunun 26.
maddesi, Anayasa’nın “hukuk devleti” ilkesini
benimseyen 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
Türk Yargı
Kültüründe önemli bir yer tutan, Devlet geleneğine dönüşen, 1943 yılından beri
yasama, yürütme ve yargının üst düzey temsilcilerinin katılımı ile
gerçekleştirilen ve yargının sorunlarının adlî yargı ile savunma makamlarının
en üst temsilcileri tarafından dile getirildiği adlî yıl açılış töreninin
kaldırılmasını öngören, “evrensel hukuk ilkeleri” ya da “hukukun genel
ilkeleri” bağlamında iyi niyet, adalet ve hakkaniyet gibi “hukukun üstün
kuralları” ile bağdaşmayan, hukukî dayanağı olmayan, mâkûl, meşrû ve haklı
gerekçeler içermeyen, Devlet geleneği kapsamında hukukî bir açıklaması
bulunmayan, tek taraflı ve keyfî bir uygulama sonucunda yargı erkinin aleyhine
sonuç doğmasına cevaz veren, âdil olmayan ve kamu yararı amacına dayanmayan, tamamen
kişisel ve siyasî sâiklerle yapılan, kanunların kamu yararına dayanmasını ve
adaletin sağlanmasını amaçlayan “hukuk devleti ilkesi” ve “hukukun genel
ilkeleri” ile çatışma hâlinde bulunan ve yargıda devamlılık ve tutarlılık
esaslarına aykırı, geleceğe sâri bir dizi yanlışın önünü açabilecek nitelikteki
dava konusu düzenleme ile, telâfisi güç veya imkânsız zararların doğması
kaçınılmaz olacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla,
Anayasa'ya açıkça aykırı olan ve iptali istenen dava konusu düzenlemenin, iptal
kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün de durdurulması
gerekir.
9-) 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un 27. maddesi
ile 2797 sayılı “Yargıtay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 14”ün,
Dördüncü
fıkrasında geçen,
“Yeni
oluşan Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki
iş bölümünü yeniden belirler …”
İbâresi
ile,
Beşinci
fıkrasını oluşturan,
“Birinci
Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından
itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi
dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.”
Tümcesinin
Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçesi:
Dava
konusu işbu düzenlemeler ile, 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı
Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları
doğrultusunda yapılacak seçimler sonucunda yeni oluşan Birinci Başkanlık
Kurulu’nun, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden
belirleyeceği ve Birinci Başkanlık Kurulu’nun da, iş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu
ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve
tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirleyeceği
hükme bağlanmaktadır (Bu bapta dava konusu yaptığımız hükümler, 6572 sayılı
Kanunun 14. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün dördüncü
fıkrasının “Yeni oluşan Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak
daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile beşinci
fıkrasının tamamına münhasır olup, aynı maddenin dördüncü fıkrasında geçen dava-dışı
“... ve buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazete’de yayımlanır. Bu karar, yayım
tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.” hükmü ile altıncı ve
yedinci fıkraları hükümlerine yönelik herhangi bir iptal talebimiz
bulunmamaktadır; ancak, dava-dışı bu ibâre ve hükümlerin 6216
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun “Dosya
üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama” başlığını taşıyan 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrası hükmü gereğince iptaline karar verilip verilmeyeceği
cihetine aşağıda değinilecektir).
Yargıtay'da
6494 sayılı Kanun ile, anılan yetkiler, Başkanlar Kurulundan alınarak, Birinci
Başkanlık Kuruluna yeniden verilmiş olmasına ve bu doğrultuda seçimler yapılmış
ve ilgili yetkiler kullanılmış olmasına karşılık, 6572 sayılı Kanunun 14.
maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün dördüncü fıkrasında
yer alan dava konusu ibâre ve dördüncü fıkrasında yer alan düzenleme ile, bu
görevler, bir kez daha Başkanlar Kurulundan alınıp, ikinci kez Birinci
Başkanlık Kuruluna verilmektedir.
2797 sayılı
Yargıtay Kanununun 9. maddesine göre, Başkanlar Kurulu, Yargıtay Başkanının
başkanlığında, başkanvekilleri ve tüm daire başkanlarından oluşur. Bu hâliyle
Başkanlar Kurulu, her biri birer yüksek mahkeme olan Yargıtay dairelerinin
başkanları ve kurulların başkanlarından oluşan geniş katılımlı, çoğulcu ve
demokratik bir organdır. Başkanlar Kurulu, bu yönüyle Yargıtay’ın içerisinde
yüksek bir karar merciidir.
2797
sayılı Kanunun 10. maddesine göre Birinci Başkanlık Kurulu ise; Yargıtay
Başkanının başkanlığında, altısı daire başkanı, altısı da Yargıtay üyesi olmak
üzere on iki asıl ve dördü daire başkanı ve dördü Yargıtay üyesi olmak üzere
sekiz yedek üyeden oluşur. Böylece, Birinci Başkanlık Kurulu, Yargıtay Birinci
Başkanı ile on iki üye olmak üzere, toplam, on üç kişiden oluşmaktadır.
Başkanlar Kurulunda olmasına rağmen, kurullara başkanlık eden iki başkanvekili
ile daire başkanları, Birinci Başkanlık Kurulunda yer almamaktadır. Bu hâliyle
Birinci Başkanlık Kurulu, dar katılımlı ve demokratik yapısı zayıf bir karar
organı olarak oluşturulmuştur.
Anayasa’nın
2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu; 36. maddesinde,
herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip bulunduğu; 37. maddesinde, hiç kimsenin kanunen tabî olduğu mahkemeden
başka bir merci önüne çıkarılamayacağı; bir kimseyi kanunen tabî olduğu
mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip
olağanüstü merciler kurulamayacağı; 138. maddesinde, hâkimlerin, görevlerinde
bağımsız oldukları ve Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî
kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 154. maddesinde ise, Yargıtay’ın, adliye
mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir yargı merciine bırakmadığı karar ve
hükümlerin son inceleme mercii olduğu, kanunla gösterilen belli davalara da ilk
ve son derece mahkemesi olarak bakacağı ve Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi,
Başkan, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ile üyelerinin nitelikleri
ve seçim usûllerinin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına
göre kanunla düzenleneceği hükmü yer almaktadır.
Yukarıda,
dava dilekçemizde, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13., 14., 18. ve 20.
maddelerinin dava konusu yapılan ibâre ve hükümleri hakkında Anayasa’ya
aykırılığı nedeniyle iptal gerekçelerimizde de açıklamaya çalıştığımız veçhile,
“Hâkimlerin bağımsızlığı” kavramı, sadece yasama ve yürütme gibi diğer Devlet
erkleri ile, taraflar ve medya gibi baskı gruplarına karşı sağlanacak bir dış
bağımsızlık değildir. Hâkimlerin bağımsızlığı, aynı zamanda, yargının kendi
içindeki güçlere karşı da korunması gereken bir değerdir. Öğretide, uygulamada
ve uluslararası metinlerde de bu husus özellikle vurgulanmıştır (Venedik
Komisyonu, CDL-AD[2010]004, CDL-INF[2000]5, CDL[2007]003).
Uluslararası
metinlerde yargı içindeki “dâhilî bağımsızlık” meselesi, “hâricî bağımsızlık”
meselesine göre çok daha az ele alınmış olmakla birlikte, asla, daha az öneme
sahip bir konu değildir. Bazı anayasalarda, “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” hükmü yer almaktadır. Bu ilke, hâkimleri, her şeyden önce hâricî etkiye
karşı korumaktadır. Ancak, söz konusu ilke, aynı zamanda, yargı içinde de
uygulanabilir. Hâkimlerin yargısal kararlar verme süreçleri bakımından mahkeme
başkanlarının veya üst derece mahkemelerinin “ast”ı olarak öngörüldüğü
hiyerarşik bir teşkilat yapısı, söz konusu “hâkimlerin yalnızca hukuka tâbî
olduğu” ilkesinin açık bir ihlâlini teşkil eder.
Yine,
yukarıda, dava dilekçemizde, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13., 14., 18. ve
20. maddelerinin dava konusu yapılan ibâre ve hükümleri hakkında Anayasa’ya
aykırılığı nedeniyle iptal gerekçelerimizde de açıklamaya çalıştığımız gibi,
“Yargı bağımsızlığı” ilkesine dayalı bir sistemde, yüksek mahkemeler, münferit
davalarda verdikleri kararlar ile bütün ülke sathında içtihat birliğini temin
etmektedirler. Comman Law hukuk sisteminin aksine, Kara Avrupası Hukukunda, önceki
içtihada uygun karar verme mecbûriyeti bulunmasa da, kararlarının temyiz
incelenmesinde bozulmasını önlemek isteyen ilk derece mahkemeleri, yüksek
mahkeme kararlarında ortaya konulan ilkelere uyma eğilimi göstereceklerdir.
Ayrıca, özel olarak hazırlanacak bazı usûl kuralları, farklı yargı birimleri
arasında tutarlılığı sağlayabilir.
Yukarıda
dava dilekçemizin muhtelif bölümlerinde müteaddit kez ifade etmeye çalıştığımız
veçhile, “Yargı bağımsızlığı”, yargının, yalnızca diğer Devlet güçlerine karşı bağımsız
olması anlamına gelmeyip, konunun bir de “dâhilî” boyutu mevcuttur. Her bir
hâkim, yargı teşkilatındaki yeri ne olursa olsun, aynı yargılama yetkisini
kullanmaktadır. Bu sebeple, yargılama esnasında kendisi, aynı zamanda, diğer
hâkimlere ve mahkeme başkanları ile (temyiz mahkemesi veya diğer yüksek mahkemeler
gibi) başka mahkemelere karşı da bağımsız olmalıdır. “Dâhilî bağımsızlık”
mefhûmu, yalnızca, alt ve üst derece mahkemeleri hâkimleri arasında değil, aynı
zamanda, bir mahkemenin başkanı veya Başkanlık Kurulu ile, orada görev yapan
hâkimler arasında veya aynı mahkemede görev yapan hâkimlerin birbirleri ile
olan ilişkilerinde de söz konusu olabilmektedir.
Yine,
yukarıda, dava dilekçemizde, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12., 13., 14., 18. ve
20. maddelerinin dava konusu yapılan ibâre ve hükümleri hakkında Anayasa’ya
aykırılığı nedeniyle iptal gerekçelerimizde de açıklamaya çalıştığımız üzere,
Yüksek mahkemelerin dâhilî bağımsızlıkları ile ilgili olabilecek iki temel
unsur bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı mensuplarının görev yapacakları
dairelerin belirlenmesi, ikincisi ise uyuşmazlıkların çözümleneceği dairelerin
belirlenmesidir. Bu iki konu, yüksek yargının ve hâkimlerinin bağımsız bir
şekilde karar vermeleri için büyük önemi hâizdir.
Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin açık ifadesi doğrultusunda, âdil bir
yargılanma için, adalete erişimde aracı olacak mahkeme, yalnızca kanunla
kurulmuş olmamalı, aynı zamanda, gerek genel, gerekse özel anlamda hem
“bağımsız” hem de “tarafsız” olmalıdır.
Âdil bir
yargılanmanın sağlanması için gerekli olan bu unsurların varlığını incelerken,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “adaletin yerine getirilmesi yetmez, yerine
geldiğinin görünür olması da gereklidir” ölçütünü kullanmıştır. Bu ölçüt, “görünüşte
bağımsızlık” olarak nitelendirilmekte ve AİHM tarafından “âdil yargılanma
hakkı”nın bir unsuru olarak kabûl edilmektedir. Tüm bu ifade edilenler
ışığında, bir davaya bakacak hâkimler, davanın özelliğine göre ad hoc (duruma
mahsus) ve/veya ad personam (kişiye mahsus) olarak seçilmemeli, aksine,
objektif ve şeffaf kıstaslara göre belirlenmelidir. Nitekim, evrensel bir
hukukî değer olan “doğal hâkim ilkesi” de bunu gerektirmektedir.
Venedik
Komisyonunca hazırlanan görüşlerde, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını
güçlendirmek amacı ile, davaların dairelere dağıtılmasının, mümkün olduğu
ölçüde, önceden kanunla veya kanuna dayalı olarak çıkarılan düzenlemelerle
belirlenmiş olan objektif ve şeffaf kıstaslara dayandırılması gereğini,
kuvvetle tavsiye etmektedir. İstisna teşkil eden hâllerde ise, açıklama
getirilmesi gerekmektedir.
Düzenleme
ile, Yargıtay Birinci Başkanı ile on iki üye olmak üzere, toplam, on üç kişiden
oluşan Birinci Başkanlık Kuruluna daire başkanlarının, üyelerin ve tetkik
hâkimlerinin görev yerlerinin yeniden belirlenmesi yanında, aynı zamanda dairelerin
bakacakları uyuşmazlıkları da yeniden ve münhasıran belirleme yetkisi
verilmiştir. Birinci Başkanlık Kurulun, doğal olarak oy çokluğu ile karar
alacağı vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek
üye olmak üzere yedi kişi, bir bütün olarak, 516 üyeli olacak yüksek mahkemenin
(Yargıtay'ın) her türlü iç-işleyişinin düzenlenmesinde belirleyici olacaktır.
Bu durum, Anayasamızın 138. maddesi ile 154. maddesinin beşinci (son) fıkrası
hükümleri anlamında “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı” esaslarına
aykırılık teşkil etmekte, Yüksek yargı organı içinde katı bir hiyerarşik yapı
oluşmasına ve bu sûretle, Anayasamızın 2. maddesinde ifadesini bulan “hukuk
devleti” ilkesinin zarar görmesine neden olmaktadır.
Eş
anlatımla, Yargıtay bünyesi içerisinde oluşturulan Birinci Başkanlık Kurulu’nun
görev ve yetkileri ile ilgili düzenlemeler bir bütün (kül) hâlinde
değerlendirildiğinde, Yargıtay tetkik hâkimleri ile Birinci Başkanlık Kurulunda
görev almayan Yargıtay daire başkanları ve Yargıtay üyelerinin yargısal
kararlar verme süreçleri bakımından Birinci Başkanlık Kurulunu oluşturan daire
(mahkeme) başkanlarının “ast”ı olarak öngörüldüğü hiyerarşik bir teşkilât
yapısı oluşturulmakta ve böylece, Anayasa’nın 138. maddesinde hükme bağlanan ve
“Hukuk devleti” ilkesinin olmazsa olmaz koşullarından birini oluşturan
“Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi zedelenmektedir. Zirâ, Yargıtay bünyesinde
olağanüstü yetkilerle donatılmış Birinci Başkanlık Kurulu ile Yargıtay’da
oluşturulan ve bir anlamda, katı bir hiyerarşik yapının doğmasına sebebiyet
veren dava konusu düzenleme, Yüksek Mahkemenin bağımsızlığına halel
getirdiğinden, kaçınılmaz bir biçimde, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini
bulan “hukuk devleti” ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
6572
sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün
dördüncü fıkrasında öngörülen ve Birinci Başkanlık Kuruluna “daireler
arasındaki iş bölümünü yeniden belirleme” ve beşinci fıkrasında öngörülen
“Yargıtay daire başkanlarını, üyelerini ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde
görev yapacağını belirleme” yetkisi verilmesine ilişkin düzenleme, Yargıtay
Birinci Başkanı ile on iki üye olmak üzere, toplam onüç üyeden oluşan Birinci Başkanlık
Kurulunun (doğal olarak oy çokluğu ile karar alacağı ciheti de dikkate
alındığında), Başkan ve / veya asıl ve / veya yedek üye olmak üzere yedi
kişinin bir bütün olarak -yukarıda belirtilen yetkilere sahip olmak sûretiyle-
bir anlamda, yüksek mahkemeyi (Yargıtay'ı) kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebileceği
anlamına gelmektedir. Şüphesiz, bu durum, az yukarıda da belirtildiği gibi,
yüksek yargı organı içinde katı bir hiyerarşik yapı oluşturmakta ve bu
itibarla, Anayasa’nın 138. maddesi ile 154. maddesinin beşinci (son) fıkrası
hükümleri anlamında, mahkemelerin ve hâkimlerin bağımsızlığına ve hâkimlik
teminatı esaslarına aykırılık teşkil etmektedir.
Diğer yandan, Anayasa’nın 154.
maddesinin üçüncü fıkrasında, “Yargıtay Birinci Başkanı, birinci
başkanvekilleri ve daire başkanları kendi üyeleri arasından Yargıtay Genel
Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için
seçilirler; süresi bitenler yeniden seçilebilirler.” denilmektedir. Buna göre,
boşalan bir daire başkanlığı için gündem dağıtılıp adaylık başvurusu
yapıldıktan sonra, bu daire başkanlığında dört yıl süre ile görev yapılması
gerekmektedir. Zirâ, Genel Kurul tarafından seçim yapılırken, dairenin baktığı
uyuşmazlık türleri ve nitelikleri de dikkate alınmak sûretiyle, başkan olunacak
dairede görev yapma, bakılacak uyuşmazlıklara vukûfiyet gibi özellikler
değerlendirilerek seçim yapılmaktadır. Belli bir süre ile ve seçim yapılmak
sûretiyle gelinen daire başkanlığı görevi, görev yapılan daire ile sıkı sıkıya
bağlı olması nedeniyle, bütün daire başkanlarının görev yaptıkları dairelerdeki
görevlerinin yeniden değiştirilme yetkisinin getirilmesi, Anayasa'nın “Yargıtay”
kenar başlıklı 154. maddesi hükmüne aykırı olacaktır. Yine, yukarıda, dava
dilekçemizde, 6572 sayılı Kanunun 18. maddesi hakkında Anayasa’ya aykırılığı
nedeniyle iptal gerekçelerimizde de açıklamaya çalıştığımız veçhile, Daire
başkanlarının görev yapacakları dairelerin değiştirilmesi yetkisi, -deyim
yerinde ise- büyükşehir belediye başkanlarının görev yapacakları illerin
değiştirilmesi konusunda İçişleri Bakanlığına yetki verilmesi kadar hukuka ve
işin gereklerine aykırıdır.
Ayrıca,
Anayasa'nın 154. maddesinin beşinci (son) fıkrası, “Yargıtayın kuruluşu,
işleyişi, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet
Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin nitelikleri ve seçim usulleri,
mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla
düzenlenir.” hükmünü âmirdir.
6572
sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün
dördüncü fıkrasında Birinci Başkanlık Kuruluna “daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirleme” ve beşinci fıkrasında da “Yargıtay daire başkanlarını,
üyelerini ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden
belirleme” yetkisi verilmesine ilişkin dava konusu düzenlemede zikredilen
“Daireler”in, “Yargıtay daire başkanları”nın, “üyeler”in ve “tetkik
hâkimleri”nin Yargıtay’ın kuruluşu ve işleyişinde aslî unsurlar olduklarına
göre, söz konusu unsurların çalışma ilkelerini, kuruluş ve işleyişini
belirleyen yasal düzenlemelerde “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esasları”nın gözetilmesi gerekir. Oysa, Birinci Başkanlık Kuruluna, 6572 sayılı
Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün dördüncü
fıkrasında öngörülen “daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirleme” ve
beşinci fıkrasında öngörülen “Yargıtay daire başkanlarını, üyelerini ve tetkik
hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirleme” yetkisi
verilmesi, Anayasa’nın 154. maddesinin beşinci (son) fıkrası hükmü ile de
bağdaşmamaktadır.
Diğer
taraftan, yine, yukarıda, dava dilekçemizde, 6572 sayılı Kanunun 8., 10., 12.,
13., 14., 18. ve 20. maddelerinin dava konusu yapılan ibâre ve hükümleri
hakkında Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçelerimizde de açıklamaya
çalıştığımız gibi, dava konusu düzenleme ile, AİHM tarafından karara bağlanan
Coeme ve diğerleri/Belçika kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.
maddesinin ihlâli oluşturan karardaki olaya benzeyen bir yapı öngörülmektedir.
Bu kararda AİHM, bakanların, ceza yargılamalarına ilişkin ceza muhâkemesi
yasaları olmamasına rağmen, Belçika Yüksek Mahkemesi, genel ceza usûl yasasını
olaya uygulamış ve bakanı ve suç ortaklarını mahkûm etmiştir. AİHM, bu davada,
“kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi”nin (doğal hâkim ilkesinin), aynı zamanda,
usûl yasalarına ilişkin düzenlemeleri de kapsadığını belirtmiş ve “bu ilke
gereği, usûl hukuku hükümleri de önceden yasa ile öngörülmeli ve mahkemelerin
görev alanları ile yetkilerine ilişkin konularda yargı organlarına takdir
yetkisi tanınmamalı” şeklinde bir içtihâda varmıştır.
Oysa, 6572
sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen Geçici Madde 14’ün
dördüncü fıkrası uyarınca “daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirleme”
ve beşinci fıkrası uyarınca da “Yargıtay daire başkanlarını, üyelerini ve
tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirleme”
yetkisinin Birinci Başkanlık Kuruluna verilmesine ilişkin dava konusu düzenleme
ile, özellik arzeden kimi hukukî ya da cezaî uyuşmazlık ve davaların,
yürütme organının iradesi ve inisiyatifi doğrultusunda sonuçlanmasına cevaz
verilmekte ve böylece, “kanunla kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim
güvencesi” ilkesi ihlâl edilmektedir. Söz konusu düzenleme ile,
demokratik meşrûiyyet ve katılımcılık esâsından vazgeçilmekte, çoğulculuk
ortadan kaldırılmakta ve sonuç olarak, kararların belli bir düşünce
doğrultusunda alınmasına zemin hazırlanmakta ve Yargıtay Birinci
Başkanlık Kurulu’na, spesifik bir dava veya uyuşmazlığın (bir anlamda) istediği
hukuk veya ceza dairelerinden herhangi birine inceletmeye imkân sağlayan aşırı
yetkiler tanınmaktadır. Diğer bir ifade ile, hangi dosyaya hangi hukuk ya da
ceza dairesinin, başkan ve üyelerinin veya tetkik hâkimlerinin bakacağının
önceden bilinmesi gerekirken, yapılan değişiklik ile, Yargıtay’da Birinci
Başkanlık Kuruluna hangi Hukuk Dairesinin ve / veya Ceza Dairesinin, hangi
uyuşmazlığa ve davaya bakacağını istediği zaman değiştirme gibi, çok geniş
yetkiler verildiği ve böylece, hangi dairenin, hangi dosyaya bakacağının
önceden bilinebilir olması lâzimesi bertaraf edildiği için, Anayasamızın 36.
maddesinde teminat altına alınan “âdil yargılanma hakkı” açıkça çiğnenmekte ve
yine Anayasamızın 37. maddesinde hükme bağlanan “kanunla kurulmuş mahkeme /
kanunî hâkim güvencesi” (tabî hâkim) ilkesi ihlâl edilmektedir.
Bu
cümleden olarak, 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna eklenen
Geçici Madde 14’ün dördüncü fıkrasında geçen dava konusu “Yeni oluşan Birinci
Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü
yeniden belirler …” ibâresi içerisinde yer alan “… iş durumunu dikkate alarak
…” sözcük grubu ile, 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Kanuna
eklenen Geçici Madde 14’ün beşinci fıkrasını oluşturan “Birinci Başkanlık Kurulu,
iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün
içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak
Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde
görev yapacağını yeniden belirler.” Kural’ı içerisinde yer alan “… iş bölümüne
ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde,
dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak …” sözcük
grubu, bu bapta açıklanmaya çalışılan ve Anayasa'ya aykırılıkları nedeniyle
iptal gerekçelerimize konu olan Anayasa ihlâllerini telâfi etmemekte ve ortadan
kaldırmamaktadır. Diğer bir ifade ile, hangi uyuşmazlığa, davaya ve dosyaya,
hangi dairenin ve hangi hâkimin bakacağının önceden bilinmesi gerekirken, yapılan
değişiklik ile, Birinci Başkanlık Kuruluna hangi dairenin, hangi uyuşmazlığa,
davaya ve dosyaya bakacağını istediği zaman değiştirme gibi çok geniş yetkiler
verildiği için, bu yönü itibariyle de, açıkça, “âdil yargılanma hakkı” ile “kanunla
kurulmuş mahkeme / kanunî hâkim güvencesi” ilkesi ihlâl edilmektedir. Dolayısı
ile, Yargıtay bünyesinde olağanüstü yetkilerle donatılmış bulunan Birinci
Başkanlık Kurulu ile Yargıtay’da hiyerarşik bir teşkilat yapısının doğmasına
sebebiyet veren dava konusu düzenleme, yüksek bir mahkeme olan Yargıtay’ın
bağımsızlığına ve tarafsızlığına halel getirmektedir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 6. maddesi hükmü de gözönüne alındığında, “âdil bir yargılanma”
için adalete erişim aracı olarak mahkemelerin, kanunla kurulmuş olmaları
yanında, aynı zamanda, hem bağımsız ve hem de tarafsız olmaları gerektiğine
göre, bu bapta Anayasa'ya aykırılığı nedeniyle iptal gerekçeleri açıklanmaya
çalışılan dava konusu düzenleme, bu açıdan da, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6. maddesine ve Anayasa’nın “âdil yargılanma hakkı”nı güvence
altına alan 36. maddesi ile “Kanunî hâkim güvencesi”ni hükme bağlayan 37.
maddesi hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanmaya
çalışılan nedenlerle, Başkanlar Kurulu ve Genel Kurula ait bazı yetkilerin dava
konusu düzenleme ile bir kez daha, bir defalık ve kesin olarak Birinci
Başkanlık Kuruluna devredilmesini düzenleyen ve yukarıda sayılan tüm bu
yetkileri yedi kişinin iradesine bırakan 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile
2797 sayılı “Yargıtay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 14”ün dördüncü fıkrasında
yer alan “Yeni oluşan Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak
daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile, beşinci
fıkrasını oluşturan “Birinci Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın
Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu
ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve
tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.” tümcesi
Anayasa'nın 2., 36., 37., 138. ve 154. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
(Bu
bapta dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı
Yargıtay Kanununa eklenen Geçici Madde 14'ün dördüncü fıkrasında yer alan “Yeni
oluşan Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki
iş bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile, beşinci fıkrasını oluşturan
“Birinci Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de
yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu ve
ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve
tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.” Kuralı
hakkında Yüksek Mahkemenizce verilecek olası bir iptal kararı, 6572 sayılı Kanunun
27. maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay Kanununa eklenen Geçici Madde 14'ün -yine-
dördüncü fıkrasında yer alan dava-dışı “... ve buna ilişkin karar derhâl
Resmî Gazete’de yayımlanır. Bu karar, yayım tarihinden itibaren on gün sonra
uygulanmaya başlanır.” sözcük grubu (ibâresi) ile aynı maddenin altıncı
fıkrasında yer alan “Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun iş bölümü kararı
uygulanmaya başlayıncaya kadar bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki iş
bölümüne ilişkin hükümler uygulanmaya devam olunur.” Kuralı ile yedinci
fıkrasında yer alan “Yeni iş bölümüyle dairesi değiştirilen dava dosyaları,
beşinci fıkra uyarınca görevlendirme yapılmasından itibaren on gün içinde
mevcut hâlleriyle ilgili daireye gönderilir.” Kuralının uygulanamaması
sonucunu doğuracaktır. Bu durumda, -şüphesiz, takdir Yüksek Mahkemenize ait
olmak üzere- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun “Dosya üzerinden inceleme ve gerekçeyle bağlı olmama”
başlığını taşıyan 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmü gereğince, bu bapta
dava konusu yapılan 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay
Kanununa eklenen Geçici Madde 14'ün dördüncü fıkrasında yer alan “Yeni oluşan
Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş
bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile, beşinci fıkrasını oluşturan “Birinci
Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından
itibaren on gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurarak Yargıtay daire başkanları, üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi
dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.” Kuralının Yüksek Mahkemenizce
iptal başvurumuz doğrultusunda iptali hâlinde, uygulama kâbiliyeti kalmayan
6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay Kanununa eklenen
Geçici Madde 14'ün -yine- dördüncü fıkrasında yer alan dava-dışı “... ve
buna ilişkin karar derhâl Resmî Gazete’de yayımlanır. Bu karar, yayım
tarihinden itibaren on gün sonra uygulanmaya başlanır.” sözcük grubu (ibâresi)
ile aynı maddenin altıncı fıkrasında yer alan “Yargıtay Birinci Başkanlık
Kurulunun iş bölümü kararı uygulanmaya başlayıncaya kadar bu Kanunla yapılan
değişiklikten önceki iş bölümüne ilişkin hükümler uygulanmaya devam olunur.”
Kuralı ile yedinci fıkrasında yer alan “Yeni iş bölümüyle dairesi değiştirilen
dava dosyaları, beşinci fıkra uyarınca görevlendirme yapılmasından itibaren on
gün içinde mevcut hâlleriyle ilgili daireye gönderilir.” Kuralının da iptaline
karar verilmesi ciheti, Yüksek Mahkemenizin takdirindedir).
YÜRÜRLÜĞÜ
DURDURMA GEREKÇESİ:
Birinci
Başkanlık Kurulu’na, iş durumunu dikkate alarak daireler arasındaki iş
bölümünü yeniden belirlenmesi ve iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de
yayımlanmasından itibaren on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu
ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtay daire başkanları, kurullarda
ve dairelerde görev yapan Yargıtay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul
ve dairelerde görev yapacağının yeniden belirlenmesi görevinin verilmesini
öngören ve böylece, yukarıda sayılan tüm bu yetkileri Başkan ve / veya
asıl ve / veya yedek üye olmak üzere yedi kişinin iradesine bırakan dava
konusu düzenleme ile, Yargıtay Birinci Başkanı ile on iki üye olmak üzere,
toplam, onüç kişiden oluşan Birinci Başkanlık Kurulunun, doğal olarak, oy
çokluğu ile karar vereceği vâkıâsı da dikkate alındığında, Başkan ve / veya
asıl ve / veya yedek üye olmak üzere yedi kişinin, bir bütün olarak, Yüksek bir
yargı organı olan Yargıtay’ı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirebilemelerine
cevaz verilmekte ve böylece, Yargıtay bünyesinde katı bir hiyerarşik yapının
oluşmasına yol açılmaktadır. Bu itibarla, dava konusu düzenlemenin iptal
kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar uygulanması durumunda,
Birinci Başkanlık Kurulu’na, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına, hukuk devleti ilkesine, âdil yargılanma hakkı ile Kanunî hâkim
güvencesine (tabiî hâkim ilkesine) aykırı şekilde verilen yetkiler ile, 6572
sayılı Kanunun 20. maddesi ile 2575 sayılı Kanuna eklenen Geçici 26. maddenin
niteliği gereği bir kez uygulanmakla Yargıtay’ın yapısı ve işleyişi tümüyle
değişeceğinden telâfisi güç veya imkânsız zararların doğması kaçınılmaz
olacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasa'ya açıkça
aykırı olan ve iptali istenen düzenlemenin iptal kararının Resmî Gazete’de
yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün de durdurulması gerekir.
V.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Yüksek
mâlûmları olduğu üzere, Kamu Hukukunda yürütmeyi durdurma kararı verilebilmesi
için, yasal bir düzenlemenin uygulanması hâlinde telâfisi güç veya imkânsız
zararların doğması ve bu yasal düzenlemenin açıkça hukuka aykırı olması
şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Dava konusu olayda, 2.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı Kanun’un iptallerini talep ettiğimiz dava konusu madde,
fıkra, bent, tümce, ibâre ve değişiklikleri yönünden, bu iki şart birlikte
gerçekleşmiştir.
Dava
dilekçemizde de mufassal bir biçimde açıklamaya çalıştığımız veçhile, dava
konusu yapılan ve Anayasa’ya aykırılıkları nedeniyle iptali istenen ve bu bapta
da yürürlüklerinin durdurulması talep olunan madde, fıkra, bent, tümce, ibâre
ve değişikliklerin öngördüğü düzenlemelerle, Anayasa’da “Temel haklar ve
hürriyetler” arasında sayılan “hak arama hürriyeti”, âdil yargılanma hakkı”,
“Kanunî hâkim güvencesi (tabiî hâkim ilkesi)”; ilkesi, “Mahkemelerin
bağımsızlığı” ilkesi ve “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolunun açık olduğu” prensibi”, -söz konusu hakların ve hürriyetlerin özüne
dokunurcasına- “Hukuk devleti” ve “Adâlet” ilkeleriyle bağdaşmayacak sûrette
sınırlanmakta ve “Hukuk devleti” ilkesi ihlâl edilmektedir.
Bütün bu
açıklamaya çalıştığımız sebeplerle, dava konusu yapılan ve iptali istenen
madde, fıkra, bent, tümce, ibâre ve değişiklikler, Anayasa’ya açıkça aykırıdır.
Dava konusu madde, fıkra, tümce ve ibârelerin uygulanması hâlinde
(yukarıda, her bir dava konusu düzenlemenin Anayasa’ya aykırılıkları nedeniyle
iptal gerekçeleri bahislerinin sonunda “Yürürlüğü Durdurma Gerekçesi” başlıkları
altında da ayrı ayrı açıklamaya çalıştığımız veçhile), “Hukuk devleti” ilkesi,
“hak arama hürriyeti”, “âdil yargılanma hakkı”, “kanunî hâkim güvencesi (tabiî
hâkim ilkesi)”, “Mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi ve “İdarenin her türlü eylem
ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu” prensibi konularında
Anayasa’nın öngördüğü kuralların ihlâl edilmiş olacağı ve bu Anayasal ilke ve
güvenceler yönünden telâfisi imkânsız zararların doğacağı kesindir.
Dava
konusu madde, fıkra, bent, tümce, ibâre ve değişiklikler hakkında yürürlüğün
durdurulması kararı verildiği takdirde, hukuk sistemimizde herhangi bir boşluk
meydana gelmeyecek, sadece, Anayasa’ya aykırı olan uygulama durdurulmuş
olacaktır. Ancak, dava konusu yasal düzenlemeler yönünden “Yürürlüğü Durdurma”
Kararı verilmeyip, sadece İptal Kararı verilmesi hâlinde, bu İptal Kararı
-büyük bir ihtimâlle- etkisiz kalacaktır.
Öte
yandan, Anayasal düzenin, hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli gerekleri arasında
sayılmaktadır. Anayasa’ya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken
“hukukun üstünlüğü” ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün
sağlanamadığı bir düzende ise, kişinin temel hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi, “hukuk devleti” ilkesi
yönünden (yukarıda açıklamaya çalıştığımız veçhile), telâfîsi imkânsız durum ve
zararlara yol açacaktır.
Böylesi
bir ahvâlin husûle gelmesini önlemek amacıyla, Anayasa’ya açıkça aykırı olan ve
iptalleri istenen dava konusu madde, fıkra, bent, tümce, ibâre ve
değişikliklerin, İptal Kararının Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
yürürlüklerinin de durdurulması talebi ile Yüksek Mahkemenizde iş bu dava
açılmıştır.
VI. SONUÇ
VE İSTEM
02.12.2014
tarihli ve 6572 sayılı “HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN”un;
1-) 8.
maddesinin tamamını oluşturan “2575 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan “Başkanlar” ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.”
hükmünün Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 155. maddelerine,
2-)
10. maddesinde geçen “2575 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin ikinci ve dördüncü
fıkralarında yer alan “Başkanlar” ibareleri “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiş,
…” ibâresinin Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 155. maddelerine,
3-) 12.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 17. maddesinin birinci
fıkrasının birinci ve ikinci tümcelerini oluşturan “İdari Dava Daireleri
Kurulu, idari dava dairelerinin başkanları ile her idari dava dairesinden iki
yıl için Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen iki asıl ve iki yedek
üyeden; Vergi Dava Daireleri Kurulu ise vergi dava dairelerinin başkanları ile
her vergi dava dairesinden iki yıl için Başkanlık Kurulu tarafından
görevlendirilen üç asıl ve üç yedek üyeden oluşur. İki yıllık süre sonunda
Başkanlık Kurulunca, her iki kuruldaki üyelerin yarısı iki yıl süreyle yeniden
görevlendirilirken, diğer yarısı kurullarda daha önce görevlendirilmeyen üyeler
arasından yenilenir.” tümceleri ile, beşinci (son) tümcesini oluşturan
“Kurulların asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması hâlinde Başkanlık
Kurulu tarafından yedi gün içinde, kalan süreyi tamamlamak üzere yeni üye
görevlendirilir.” tümcesinin Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 155.
maddelerine,
4-) 13.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 26. maddesinin ikinci
fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş yükü bakımından zorunluluk doğması
hâlinde vergi dava daireleri, idari dava daireleri veya idari dairelerden
birinin veya birkaçının görev alanını değiştirerek bu daireleri; vergi dava
dairesi, idari dava dairesi veya idari daire olarak görevlendirebilir.” tümcesi
ile 13. maddenin birinci paragrafında geçen “… üçüncü fıkrasında yer alan “Başkanlar”
ibaresi “Başkanlık” şeklinde değiştirilmiştir.” ibâresinin Anayasa’nın 2., 36.,
37., 138. ve 155. maddelerine,
5-) 14.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 27. maddesinin ikinci
fıkrasının ikinci cümlesinde geçen “… dava daireleri arasındaki iş bölümü ...”
ve “… Başkanlık Kurulu tarafından belirlenir.” ibârelerinin Anayasa’nın 2.,
36., 37., 138. ve 155. maddelerine,
6-) 18.
maddesi ile değişik 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”nun 52/A maddesinin birinci
fıkrasında yer alan,
“a) Üyelerin
görev yerlerini, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde tutarak
belirlemek.
b) Zorunlu
hâllerde daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirmek.
c)
Danıştay tetkik hâkimlerinin çalışacakları daireleri, kurulları ve görecekleri
işleri belli etmek ve gerektiğinde yerlerini değiştirmek.
d)
Daireler arasında iş bölümünü belirlemek.” bentlerinin Anayasa’nın 2., 36.,
37., 138. ve 155. maddelerine; ikinci fıkrasını oluşturan “Başkanlık Kurulunun
kararları kesin olup bu kararlar aleyhine başka bir yargı merciine
başvurulamaz.” hükmünün Anayasa’nın 2., 36. ve 125. maddelerine,
7-) 20.
maddesi ile 2575 sayılı “Danıştay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 26”nın üçüncü
fıkrasında geçen “Başkanlık Kurulu, iş durumunu dikkate alarak daireler
arasındaki iş bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile, dördüncü fıkrasını
oluşturan “Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin kararın Resmî Gazete’de
yayımlanmasından itibaren on gün içinde, kurulların ve dairelerin iş durumunu
ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Danıştay daire başkanları, kurullarda
ve dairelerde görev yapan Danıştay üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi kurul
ve dairelerde görev yapacağını yeniden belirler.” tümcesinin Anayasa’nın 2.,
36., 37., 138. ve 155. maddelerine,
8-) 26.
maddesinin tamamını oluşturan “2797 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır.” hükmünün Anayasa’nın 2. maddesine,
9-) 27.
maddesi ile 2797 sayılı “Yargıtay Kanunu”na eklenen “Geçici Madde 14”ün
dördüncü fıkrasında geçen “Yeni oluşan Birinci Başkanlık Kurulu, iş durumunu
dikkate alarak daireler arasındaki iş bölümünü yeniden belirler …” ibâresi ile,
beşinci fıkrasını oluşturan “Birinci Başkanlık Kurulu, iş bölümüne ilişkin
kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından itibaren on gün içinde, dairelerin iş
durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak Yargıtay daire başkanları,
üyeleri ve tetkik hâkimlerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden
belirler.” tümcesinin Anayasa’nın 2., 36., 37., 138. ve 154. maddelerine,
Aykırı
olmaları nedeniyle, gerek lâyihamızda açıkladığımız gerekçelerle ve gerekse
Yüksek Mahkeme’niz tarafından re’sen belirlenecek nedenlerle Anayasa’ya aykırı
olduklarına ve İPTALLERİNE, Kararın Resmî Gazete’de yayımlanacağı güne kadar
YÜRÜRLÜKLERİNİN DURDURULMASINA,
Karar
verilmesini saygı ile arz ve talep ederiz. “