ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2014/180
Karar Sayısı : 2015/30
Karar Tarihi : 19.3.2015
R.G. Tarih-Sayı :
3.4.2015-29315
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Danıştay Onbeşinci
Dairesi
İTİRAZIN KONUSU : 31.5.2006 tarihli ve
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun 67.
maddesinin üçüncü fıkrasına, 1.3.2012 tarihli ve 6283 sayılı Kanun'un 1.
maddesiyle eklenen ".biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının
yapılması ve/veya." ibaresinin Anayasa'nın 2., 13. ve 20.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
Genel sağlık sigortalısı davacı tarafından, biyometrik kimlik
doğrulama sistemine tanımlanmaksızın hizmet sunmayan özel hastane
başhekimliğinin uygulamasının bildirimi niteliğinde olan işlemin ve dayanak
gösterdiği mevzuatın iptali istemiyle Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
aleyhine açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına
varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
Kanun'un itiraz konusu kuralı da içeren 67. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
"Ayrıca genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu
kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için
sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil haller hariç olmak üzere (acil
hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra); biyometrik
yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı,
sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli
sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesi zorunludur."
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddelerine
dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Serruh KALELİ,
Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan
ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI,
Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın
katılımlarıyla 4.12.2014 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Berrak YILMAZ tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında, biyometrik yöntemlerle yapılacak kimlik
doğrulaması sonucu elde edilecek kişisel verilerin toplanması ve işlenmesinin
kapsamı ile bu verilerin korunmasına ilişkin usul ve esasların belirli
olmadığı, yasama organı tarafından temel ilkeleri koyulmadan, çerçevesi
çizilmeden biyometrik veri toplanmasına olanak veren itiraz konusu kuralın,
Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 67. maddesinin itiraz konusu kuralı da içeren üçüncü
fıkrasında, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin
sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet
sunucularına başvurduklarında acil hâller hariç olmak üzere (acil hâllerde ise
acil hâlin sona ermesinden sonra); biyometrik yöntemlerle kimlik
doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı,
pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden
birinin gösterilmesinin zorunlu olduğu öngörülmüştür.
Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama, hizmet talep eden bir
kullanıcının, ölçülebilir fizyolojik ve bireysel özellikler yoluyla
gerçekleştirilen ve otomatik olarak doğrulanabilen kimlik denetleme yoluyla
gerçek kullanıcı olup olmadığının doğrulanması anlamına gelmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık olan devlettir. Kanun koyucu, Anayasa'ya ve hukukun
genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla her türlü düzenlemeyi yapma konusunda
takdir yetkisine sahiptir. Kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine
tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması ve keyfi davranmaması gerekir.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Belirlilik ilkesi, yalnızca
yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği de ifade
etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve
öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme
içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik
sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli
bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir
normun varlığıdır.
Anayasa'nın 20. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, özel
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile
hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; üçüncü fıkrasında da "Herkes,
kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu
hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu
verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve
amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel
veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla
düzenlenir." denilerek kişisel verilerin korunması, özel hayatın
gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.
Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa'nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Kişisel verilerin korunması hakkı, kişinin insan onurunun
korunması ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi
olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında
korumayı amaçlamaktadır. Ancak söz konusu hak mutlak ve sınırsız olmayıp
Anayasa'nın 13. ve 20. maddeleri gereğince belirli koşullarda, demokratik
toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmamak üzere kanunla
sınırlanabilir. Nitekim Türkiye'nin imzaladığı ancak uygulama kanununun
yürürlüğe konamaması nedeniyle taraf olmadığı 1981 tarihli ve 108 sayılı
Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Kişilerin
Korunmasına Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin 9. maddesinde de devlet
güvenliği, kamu güvenliği, devletin ekonomik menfaatlerinin korunması ve suçlarla
mücadele edilmesi, ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin
korunması ile verilerin istatistiki veya bilimsel amaçlarla kullanılması
durumlarında kişisel verilerin korunmasına sınırlamalar getirilebileceği
öngörülmüştür. Bu nedenle, kişisel verilerin korunması temel hakkına kamu
yararı nedenlerine dayalı olarak müdahale edilebilmesine olanak tanınmaktadır.
İtiraz konusu kuralla, genel sağlık sigortalısı olanlar ve bakmakla
yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan
yararlanabilmeleri için hastane gibi kurumlara başvurduğunda, nüfus cüzdanı,
sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya verilmiş ise çalıştığı Kurum
sağlık kartı belgelerinden biriyle kimlik tespitinin yanında veya sadece
biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması yapılması öngörülmektedir.
Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak
şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Bu bağlamda adı,
soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan
bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik
numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları,
parmak izleri, genetik bilgiler, IP adresi, e-posta adresi, hobiler,
tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri gibi
kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler kişisel
veri kapsamındadır. Bu bağlamda itiraz konusu kuralla öngörülen biyometrik
yöntemle elde edilen verilerin kişisel veri olduğunda kuşku yoktur. Bununla
birlikte söz konusu verilerin, 108 sayılı Sözleşme'nin 6. maddesinde özel
olarak belirtilen politik düşünce, dini inanç, sağlık, cinsel yaşam veya ceza
mahkûmiyetlerine ilişkin veriler gibi çok hassas verilerden olduğu da
söylenemez.
Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama, kişinin kendi
özelliklerini esas alması nedeniyle izinsiz kullanımlara karşı güvenli, kamu
kuruluşlarına yönelik yolsuzluk ve bunların neden olduğu zararlara karşı etkili
ve sosyal güvenliği olan kişiler bakımından da güvenli hizmet alınmasını
sağlayan bir yöntemdir. İtiraz konusu kuralla öngörülen yöntemin sağlık
sektöründeki suiistimallerin engellenmesi ve bu konudaki sahteciliğin önlenmesi
maksadıyla önemli bir güvenlik önlemi olduğunda şüphe yoktur. Nitekim itiraz
konusu kuralın gerekçesinde sağlık hizmetlerinin elektronik ortamda güvenilir
altyapılar üzerinden sağlanması ve hizmetten yararlananların kimliklerinin
saptanmasında geleneksel yöntemlerin eksiklikleri nedeniyle ortaya çıkan kötüye
kullanımların önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla kuralla
öngörülen yöntemin etkin bir şekilde kullanılmasının, Sosyal Güvenlik
Kurumundan haksız menfaat temin edilmesini engellemeye yönelik olduğu ve
kuralda kamu yararı bulunduğu açıktır.
Bu bağlamda itiraz konusu kuralla özel hayatın ve kişisel
verilerin korunması haklarına yönelik olarak yapılan müdahalenin, öngörülen
amaçla orantılı olduğu, müdahale edilen hakların özüne dokunmadığı ve
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil etmediği
anlaşıldığından Anayasa'ya aykırı bir yönü yoktur.
Öte yandan itiraz
konusu kuralla öngörülen yöntemin sadece sağlık sektöründe bu hizmetten
yararlanma amacıyla kullanılabileceği, bu nedenle elde edilen verilerin sadece
bu amaçla sınırlı olarak ve hizmetin devamı için zorunlu olduğu müddetle
sınırlı olmak üzere tutulabileceği dikkate alındığında, bu verilerin neden ve
hangi gerekçeyle temin edileceğine ilişkin olarak konu, amaç ve kapsamı ile ne
şekilde ve hangi süreyle kullanılacaklarına dair bir belirsizlik olduğu
söylenemez.
Ayrıca itiraz konusu
kuralda öngörülen yöntemle elde edilen verilerin amaç ve kapsam
dışında depolanması ve kullanılması hâlinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'ndaki
kişisel verilerin korunmasına ilişkin ceza hükümlerinin uygulanacak olması
nedeniyle bu konuda kanuni güvence de bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2., 13. ve
20. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Engin YILDIRIM ve
Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ
31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu'nun 67. maddesinin üçüncü fıkrasına, 1.3.2012 tarihli ve 6283
sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen ".biyometrik yöntemlerle
kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya." ibaresinin, Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Engin YILDIRIM ile Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
19.3.2015 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü
ARSLAN
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nun
67. maddesinin üçüncü fıkrasına, 6283 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen
". biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya."
ibaresinin Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülmüştür.
Kural, sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin
sağlık hizmetlerinden yararlanmak amacıyla sağlık hizmet sunucularına
başvurduklarında biyometrik yöntemlerle meşru bir kullanıcı olup,
olmadıklarını tespit etmeyi amaçlamaktadır. Kuralda "ve/veya"
bağlacının kullanılması, kimliği tespit etmek ve denetlemek amacıyla biyometrik
yöntemlerin kullanılmasının zorunlu olmadığını, belirtilen diğer belge ve
usullerle de kimlik doğrulamasının yapılabileceğini ortaya koymaktaysa da;
Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği'nde "ve/veya" bağlacı
yerine "ve" bağlacı kullanıldığından biyometrik yöntemlerle kimlik
doğrulaması uygulamada zorunlu hale getirilmiştir. Sağlık hizmetinden
yararlanmak isteyenler biyometrik kimlik doğrulamasını kabul etmediklerinde
sağlık hizmeti alamamaktadır. Bu da sağlık hizmeti almak isteyenlerden zorla
kişisel veri alınması ile eşanlamlıdır. Hasta sağlık hizmeti almak için
biyometrik yönteme boyun eğmek zorunda bırakılmakta, bu yöntemle elde edilen kişisel
verilerinin ne amaçla kimler tarafından kullanılacağını bilmemekte, verilerine
ulaşma, düzeltilmesini ya da silinmesini isteme haklarından mahrum
bulunmaktadır.
"Özel hayatın gizliliği" başlıklı Anayasa'nın 20.
maddesinin 7.5.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanun'la eklenen son fıkrasında
"Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında
bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini
talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de
kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık
rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve
usuller kanunla düzenlenir." denilmektedir. Anılan hükmün
gerekçesinde de "Anayasada kişisel verilerin korunmasına yönelik dolaylı
hükümler bulunmakla birlikte yeterli değildir. Mukayeseli hukukta ve tarafı
olduğumuz uluslararası belgelerde de kişisel verilen korunması önemle vurgulanmaktadır.
Maddeyle, herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkı, anayasal bir hak olarak teminat altına alınmaktadır. Bu bağlamda,
bireylerin kendilerini ilgilendiren kişisel veriler üzerinde hangi hak ve
yetkilere sahip olduğu ve kişisel verilen hangi hallerde işlenebileceği hükme
bağlanırken, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla
düzenleneceği öngörülmektedir." şeklinde değerlendirmenin yer aldığı
görülmektedir. Anayasa'nın 20. maddesinin çıkarılmasını öngördüğü kanun ise
henüz çıkarılmamıştır. Ancak, örneğin Türk Ceza Kanunu'nun 135 - 140.
maddelerinde kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi ve işlenmesi
halleri suç olarak düzenlenmiş ve yaptırıma bağlanmıştır.
Öte yandan, birçok uluslar arası sözleşmede de kişisel verilerle
ilgili düzenlemeler yapılmış ve konunun önemi bu uluslararası metinlere
yansımıştır. Örneğin, Türkiye'nin de 1981'de imzalamasına karşın henüz
onaylamadığı, Avrupa Konseyi'nin 28.1.1981 tarih ve 108 Numaralı "Kişisel
Nitelikli Verilerin Otomatik İşleme Tâbi Tutulması Karşısında Şahısların
Korunmasına Dair Sözleşme"nin 6. maddesine göre, iç hukukta uygun
güvenceler sağlanmadıkça, ırk menşeini, politik düşünceleri, dini veya
diğer inançları ortaya koyan kişisel nitelikli verilerle, sağlık veya
cinsel yaşamla ilgili kişisel nitelikteki veriler ve ceza mahkumiyetleri, otomatik
bilgi işlemine tâbi tutulamazlar. Yine Avrupa Birliğinin 24 Ekim 1995
tarihli "Kişisel Verilerin İşlenmesinde Gerçek Kişilerin Korunması Yönergesi
(95/46/EC)"nde de, siyasi, dini, felsefi görüşler veya uyuşturucu, alkol
bağımlılığı veya sağlık gibi hassas verilerin korunmasına
ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, kişilerin fiziki ve
sosyal kimlikleri, kişisel bilgileri, cinsiyetleri, şahıslarına ait özerk
sahaları, adları, fiziki ve ruhsal bütünlükleri (sağlık/tıbbi
bilgileri) iş ilişkileri, sosyal etkinlikleri, kişisel gelişimi,
fiziki ve moral güvenliği, dış çevrede insanlarla ilişkileri gibi hususları,
sözleşmenin "Özel hayatın ve aile hayatının korunması" başlıklı 8.
maddesi kapsamında "özel hayat" kavramı içinde
değerlendirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında
da, tıbbi verilerin ve bilgilerin Sözleşmenin 8. maddesinin
koruması altında olduğu, bunların korunması ve güvenliğinin üye ülkelerin
sorumluluğunda bulunduğu, bu bilgi ve verilerin başkalarının eline geçmemesi
için gerekli tüm yasal düzenlemelerin ve güvencelerin mevcudiyetinin gerektiği,
keza parmak izi, DNA analizi vb. gibi biyometrik verilerin salt kimlik
tespitine ve güvenlik nedenine yönelik durumlar müstesna, hassas kişisel veri
olarak korunmaları gerektiği içtihat olarak ortaya konulmuştur. Bir örnek olmak
üzere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin S. ve Marper'in Birleşik
Krallığa karşı yaptığı başvuru sonucunda verdiği kararında; gözaltına alınan
kişilerin kan, hücre örnekleri ve parmak izinin alınması fakat daha sonradan bu
kişilerin kendilerine isnat edilen suçla ilişkilerinin kalmaması durumunda,
halen bu bilgilerin tutulmaya devam edilmesini bu ölçüt
açısından değerlendirmiş ve durumu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesinin
8. maddesinin ihlâli olarak görmüştür. Mahkeme, kişisel verilerin muhafazası,
tutulma süresi, kullanımı, üçüncü kişilerin erişimine açık olup, olmaması
verilerin gizliliği ve silinmesi konularında açık ve ayrıntılı asgari
güvencelerin sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. (Case of S.and Marper v. The
United Kingdom, Başvuru No: 30562/04 ve 30566/04, Karar Tarihi: 4 Aralık
2008 paragraf 99.)
Anayasa Mahkemesi de aşağıda işaret edilen kararlarında, sözkonusu
yasal düzenlemelerde yer alan düzenlemeleri, kişisel verilerin
korunmasına ilişkin Anayasa'nın 20. maddesi ile 13. maddesine aykırı
bularak iptali yoluna gitmiştir:
- ". İtiraz konusu kuralla, Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumunun elektronik haberleşme sektörüyle ilgili kişisel verilerin
işlenmesine ve gizliliğinin korunmasına yönelik usul ve esasları belirlemeye
yetkili olduğu hükme bağlanmıştır. Kişisel verilerin korunması hakkı, kişinin
insan onurunun korunması ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi
hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin
işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır. Bilişim teknolojilerindeki
gelişmeler sonucunda, geleneksel yöntemlerle mümkün olmayan çok sayıda
verinin toplanabilmesi; daha önce birbirinden ilişkisiz şekilde tutulan pek çok
verinin merkezi olarak bir araya getirilebilmesi; verilerin, veri eşleştirme ve
veri madenciliği gibi ileri teknolojik imkânlarla analize tâbi tutulmak
suretiyle, veriden yeni veriler üretme kapasitesinin atması; verilere erişim ve
veri transferinin kolaylaşması; kişisel verilerin ticari işletmeler için
kıymetli bir varlık niteliği kazanması neticesinde, özel sektör
unsurlarınca yaratılan risklerin daha yaygın ve önemli boyutlara ulaşması,
terör ve suç örgütlerinin kişisel verileri ele geçirme yönündeki
faaliyetlerinin artması gibi etkenler, günümüzde kişisel
verilerin en üst seviyede korunmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda
Anayasa'nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde 'Kişisel verilerin
korunmasına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.' hükmüne yer verilerek,
kişisel verilerin korunması hakkı anayasal güvenceye bağlanmış ve bu şekilde
kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı koruma altına alınmıştır. Yasama
yetkisinin devredilemezliği ilkesi gereğince, Anayasa'nın açıkça kanunla
düzenlenmesini öngördüğü konularda yürütme organına doğrudan ve ilk elden
düzenleyici işlem yapma yetkisi verilemez. Elektronik haberleşme sektörüyle
ilgili kişisel verilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunmasına yönelik usul ve
esasları belirleme yetkisini Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna veren
itiraz konusu kural, Anayasa'nın 20. maddesinde öngörülen kişisel verilerin
korunmasına ilişkin usul ve esasların ancak kanunla düzenlenebileceğine ilişkin
güvenceye aykırıdır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 20.
maddesine aykırıdır. İptali gerekir..." (Any. Mah.nin 9.4.2013 tarih ve
E.2013/122, K.2014/74 sayılı kararı; RG. 26.7.2014, Sayı: 29072)
-"... Dava konusu kural, internet trafik bilgisinin TİB
tarafından ilgili işletmecilerden herhangi bir hukuki inceleme ya da sürece
dahil olmadan alınmasını ve hâkim tarafından karar verilmesi durumunda bu
bilginin ilgili mercilere verilmesini düzenlemektedir... Kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sağlanan anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi
için, bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin, açık, anlaşılabilir
ve kişilerin söz konusu haklarını kullanabilmelerine elverişli olması
gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını
ilgilendiren veri, bilgi ve belgelerin resmi makamların keyfi müdahalelerine
karşı korunması olanaklı hale getirilebilir... Çağdaş demokrasiler temel hak ve
özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir.
Temel hak ve özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hale getiren
sınırlamalar hakkın özüne dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya
karşı öngörülen kanun yolları gibi güvenceler hep demokratik toplum düzeni
kavramı içinde değerlendirilmelidir... Özel hayatın korunması her şeyden önce
bu hayatın gizliliğinin korunması, başkalarının gözleri önüne serilmemesi
demektir. Kişinin özel hayatında yaşananların, yalnız kendisi veya kendisinin
bilmesini istediği kimseler tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel
haklarında biridir ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname
ve sözleşmelerde yer almış, tüm demokratik ülkelerin mevzuatlarında açıkça
belirlenen istisnalar dışında devlete, topluma ve diğer kişilere karşı
korunmuştur... Trafik bilgisi adı altında istenen bilgiler genel anlamda
belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün
bilgileri ihtiva eden kişisel veri kavramı içerisindedir. Kişisel verilerin
korunması hakkı, kişinin insan onurunun korunmasının ve kişiliğini serbestçe
geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini
kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır... Dava konusu
kural, yukarıda belirtilen kişisel veri niteliğinde olan ve çok ciddi suçların
tespiti, soruşturulması ve kovuşturmasında kullanılmak üzere gerçek ve tüzel
kişilere ilişkin trafik bilgisinin, işlenmemiş veri halinde süreli olarak
muhafaza edildiği erişim veya yer sağlayıcılardan, TİB tarafından herhangi bir
gerekçe veya neden göstermeksizin temin edilmesine olanak sağlamaktadır. Söz
konusu veriler ulaşabilirlik, kişilerin tercihleri, düşünceleri ve davranışları
hakkında fikir verebileceğinden kişilerin özel hayatlarına müdahale edilme
riskini içermektedir. Kuralda, temin edilecek bilgiyle ilgili olarak
herhangi bir konu ve amaç sınırlaması bulunmadığı gibi bilginin kapsamı, ne
şekilde kullanılacağı, tutulacağı süre, temin edilme gerekçesi gibi hususlarla
ilgili olarak da herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır... Bu durumda
verilerin işlenebileceği hallerin kanunda açıkça yer alması zorunluluğu
bulunmasına karşın, kuralda herhangi bir belirleme ve sınırlama yapılmaksızın
doğrudan kişisel veri niteliğindeki trafik bilgisinin temin edilmesine ve
işlenmesine olanak sağlanmasının bu yönüyle Anayasa'nın 20. maddesine aykırı
olduğu açıktır... Anayasa'nın 13. ve 20. maddelerinde yer alan
güvencelere rağmen dava konusu kural ile kişiler, bilgi toplama, saklama,
işleme ve değiştirme yetkisi olan idareye ve diğer kişilere karşı korumasız
bırakılmış, veri toplamanın amaç, gerekçe, kapsam ve sınırlama yasal
düzenlemede yer verilmemiştir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural
Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir..."
(Any. Mah.nin 2.10.2014 tarih ve E.2014/149, K.2014/151 sayılı kararı, RG.
1.1.2015, Sayı: 29223)
-"... Dava konusu ibarenin de yer aldığı (a) bendinde, aynı
Kanun'un 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında PTT'nin faaliyetleri arasında
belirtilen "Adres bilgi kayıt sistemi"nin neyi ifade ettiği husus
belirtilmiştir. Buna göre, adres bilgi kayıt sistemi 25.4.2006 günlü, 5490
sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ve ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla, gerçek
kişilerin rızası alınarak gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve
kuruluşlarına ait fiziki ve elektronik adreslerin, reklâm ve tanıtım amacıyla
PTT hizmetlerinden yararlananlara ücret karşılığı kullandırılmasına
yönelik olarak oluşturulan PTT'ye ait veri tabanını ifade etmektedir. Dava
konusu ibare, adres bilgi kayıt sisteminde, gerçek kişilerin rızasını
aramaktadır. Dolayısıyla, ibarenin mefhumu muhalifinden, tüzel kişiler
yönünden onların rızalarının alınmasına gerek bulunmadığı anlamı
çıkmaktadır. Kişisel verilerin korunması temel hakkı, Anayasa
hukukunda esas olarak yüksek kişilik değerlerini korumaya yönelik bireysel
haklara ilişkindir. Bu hak, kişinin insan onurunun korunmasının ve
kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak,
bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı
amaçlamaktadır. Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği
belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade
etmektedir. Bu bağlamda, bir kişinin kendisinin veya ailesinin sürekli
veya geçici olarak konakladığı, ikamet ettiği yerlere ait bilgiler (fiziki
adresleri) de kişisel veri niteliğindedir. Aynı şekilde, elektronik
posta olarak adlandırılan ve elektronik iletişim ağı üzerinden
gönderilen ve internette ya da kullanıcının bilgisayarında kaydedilebilen
her türlü yazı, ses, resim ya da dil iletilerinin de kişisel veri
niteliğinde olduğu kabul edilmektedir. .. (Anayasa'nın 20. maddesi)
metninde kişisel verilerle ilgili olarak 'herkes'tabirinin
kullanılması dikkate alındığında, tüzel kişilere ilişkin verilerinde
20. madde kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği açıktır. Bu durumda.
tüzel kişilerin kişisel veri niteliğinde bulunan fiziki veya elektronik
adreslerinin, yetkili kişi ya da organlarının rızaları alınmaksızın, dava
konusu kural uyarınca PTT A.Ş. tarafından reklâm veya tanıtım amacıyla toplanıp
kaydedilmesinin ve bunların üçüncü kişilere verilmesinin, Anayasa'nın 20.
maddesine aykırılık oluşturduğu açıktır. Açıklanan nedenlerle, dava
konusu kural Anayasa'nın 20. maddesine aykırıdır. İptali gerekir." (Any.
Mah.nin 4.12.2014 tarih ve E.2013/84, K.2014/183 sayılı kararı; RG.13.3.2015,
Sayı: 29294.)
- Nihayet Anayasa Mahkemesi, henüz gerekçesi yayımlanmayan
4.12.2014 tarih ve E.2013/114, K.2014/184 sayılı kararı ile 12.7.2013
tarih ve 6495 sayılı Kanun'la değiştirilen Sağlık Bakanlığı ve
Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki 663 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname'nin 47. maddesinin aşağıda metnine yer verilen (1), (2) ve (3)
numaralı fıkralarının iptaline karar vermiştir:
" (1) Bakanlık ve bağlı kuruluşları,
mevzuatla kendilerine verilen görevleri, e-devlet
uygulamalarına uygun olarak daha etkin ve daha hızlı biçimde yerine
getirebilmek için, bütün kamu ve özel sağlık kurum ve kuruluşlarından;
sağlık hizmeti alanların, aldıkları sağlık hizmetinin gereği olarak ilgili
sağlık kurum ve kuruluşuna vermek zorunda oldukları kişisel
bilgileri ve bu kimselere verilen hizmete ilişkin bilgileri her türlü
vasıtayla toplamaya, işlemeye ve paylaşmaya yetkilidir.
(2) Bakanlık ve bağlı kuruluşları kişisel sağlık verilerini ilgili
üçüncü kişiler ve kamu kurum ve kuruluşları ile ancak bu kişi ve
kurumların bu verilere erişebileceği hususunda kanun en yetkili olması
halinde görevlerinin yapmalarına yetecek derecede paylaşabilir.
(3) Bakanlık ve bağlı kuruluşları, mevzuatla kendilerine verilen
görevleri yerine getirebilmek için gereken bilgileri, kamu ve özel ilgili bütün
kişi ve kuruluşlardan istemeye yetkilidir. İlgili kişi ve kuruluşlar istenilen
bilgileri vermekle yükümlüdür."
Yukarıdan beri yapılan açıklamalar ışığında ilk tespiti gereken
husus, dava konusu kuralın (biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının
yapılması ve/veya) salt bir kimlik tespitine yönelik düzenleme
mahiyetinde olup olmadığı, kişisel sağlık verilerinin bu yolla depolanıp
işlenmesi ve paylaşılması sonucunu doğurup doğurmayacağının ortaya
konulmasıdır. Sosyal Güvenlik Kurumunun (SGK), kendisine sağlık hizmeti
sunulanlar yönünden bir kimlik tespiti ihtiyacı olduğunda kuşku yoksa da;
kuralda bu amaca yönelik bir düzenleme öngörülürken, sigortalıların ve bakmakla
yükümlü oldukları yakınlarının hassas kişisel veri mahiyetindeki "sağlık
bilgilerinin" korunmasına yönelik düzenlemelerin yapılması gerektiği
açıktır. Çünkü, biyometrik yöntemlerle kimlik bilgilerinin sağlık hizmeti
sunucularınca tespiti, beraberinde o kişinin tüm sağlık verilerinin yetkisiz
ellere geçmesi ihtimalini de getirmekte; aynı şekilde SGK'da toplanan bu kimlik
verilerinin başkalarıyla paylaşılmaması, başka kişi ya da yerlere iletilmemesi
gerekmektedir. Oysa dava konusu kuralda bu yönde hiçbir belirlilik
bulunmamakta, bilakis kural bu mahiyeti itibariyle her türlü kötüye kullanmaya
müsait görünmektedir.
Sigortalı kişilerden alınacak biyometrik örnekler, kişinin sağlık
hizmetine ihtiyaç duyduğu süre boyunca, yani yaşamın sonuna değin elektronik
sistemde saklanacaktır. Kuvvetli suç şüphesi halinde dahi amaçla orantılı bir
sürede saklanabilen bu verilerin, prim ödeyerek sağlık hizmetinden yararlanan
yurttaşlar yönünden süresiz olarak saklanmasının süre yönünden de ölçüsüz bir
tedbir olduğu açıktır. Dolayısıyla kuralın belirlilik ilkesiyle ve dolayısıyla
hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı söylenemez.
Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin özlerine
dokunulmaksızın ölçülülük ilkesine uygun şekilde, yasayla
sınırlandırılabileceği belirtilmektedir. Ölçülülük ilkesi sınırlamada
başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olmasını; bu
aracın sınırlama amacı açısından gerekli olmasını ve araçla amacın ölçüsüz bir
oran içinde bulunmamasını ifade eder. Burada kısıtlama için kullanılan araçla
amaç arasında hak ve özgürlüğü en az sınırlayacak dengeli bir orantı
aranmaktadır.
Özel hayatın gizliliği ve bu kapsamda kişisel verilerin korunması
konusu her şeyden önce insan onuruna saygı ve kişilik haklarına dayanmaktadır.
Bu hak, kişinin saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini mümkün
kılan şeref ve haysiyet, özel yaşam ve sağlık gibi kişisel değerler üzerindeki
çıkarlarını belirterek, bireye kişiliğini dilediği şekilde, serbestçe
geliştirebileceği, kendisi ve sevdikleriyle bir arada olabileceği özerk bir
yaşam alanına sahip olma şansı vermektedir. Bu alanda birey, maddi ve manevi
kişiliğini geliştirmek ve başkaları tarafından bilinmesini istemediği
hususların güvence altına alınmasını istemek hakkına sahiptir.
Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından özel sağlık kuruluşlarına
başvuran hastalardan talep edilen biyometrik veriler, Anayasa'nın 20.
maddesinde düzenlenen, 'özel hayatın gizliliği' ilkesinin mutlak koruması
altındadır. Bireylerin sağlığına veya fiziksel/biyolojik özelliklerine ilişkin
bilgilerin kişisel veri kapsamında olduğunda ise şüphe yoktur.
Kişisel verilerin sistematik biçimde kayıt altına alınabilmesi
için verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenlenmesi ön
koşuldur. Başka bir deyişle kişisel verilerin korunmasına ilişkin gerekli yasal
düzenlemeye ve teknik olanaklara sahip olmayan bir kamu otoritesinin, yasallık
ve kişinin rızası koşullarını sağlaması halinde dahi veri işlemenin hukuka
uygunluğundan söz etmek olanaklı olmayacaktır. Kişisel verilerin alınması ve
işlenmesinin demokratik bir toplumda gerekli olması, amaçla orantılı ve ölçülü
bir tedbir olması gerekmektedir. İtiraz konusu düzenlemede biyometrik
yöntemlerle yapılacak kimlik doğrulaması sonucu elde edilen kişisel verilerin
toplanması ve işlenmesinin kapsamı ile bu verilerin korunmasına ilişkin usul ve
esaslara yer verilmemiştir.
Devlet Denetleme Kurulu da, Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik
Kurumunu da kapsayan kişisel verilerle ilgili raporunda; kişisel verilerin
hangi ilkeler kapsamında toplanacağı, ne şekilde korunacağı, kimlerle ve ne
şekilde paylaşılabileceği, nasıl silineceği, kişilerin Anayasa ile getirilen
haklarını kullanabilmeleri için kurumların ne tür önlemler alması gerektiği
gibi pek çok konuda önemli sorunlar olduğuna dikkat çekmiştir.
(Devlet Denetleme Kurulunun; "Kişisel Verilerin Korunmasına
İlişkin Ulusal ve Uluslararası Durum Değerlendirmesi ile Bilgi Güvenliği ve
Kişisel Verilerin Korunması Kapsamında Gerçekleştirilen Denetim
Çalışmaları" hakkında hazırlanan 27/11/2013 tarih ve 2013/3 sayılı
Denetleme Raporu Özeti, http://www.tccb.gov.tr/ddk26.pdf, erişim tarihi
25.3.2015)
Kuralın Anayasa'nın 13. maddesi bakımından yapılan
değerlendirilmesinde, ölçülü ve gerekli olmadığı da açıktır. SGK yönünden
sağlık suistimalleri gerekçe gösterilerek bu düzenlemenin yapıldığı kuralın
gerekçesinden öne sürülmekteyse de; resmi kimlik belgelerini bir anlamda
geçersiz kılan kuralın ölçülü ve gerekli olduğu kabul edilemez. Ayrıca
Anayasa'nın 20. maddesinde belirtilen esaslı unsurlar da kuralda (yasada) yer
almadığından, kuralın Anayasa'nın 20. maddesinin de ihlâli sonucuna yol açtığı
ve Anayasa Mahkemesinin yukarıda işaret edilen iptal kararlarındaki ölçütleri
taşımadığı görülmektedir.
Açıklanan nedenlerle, ilk nazarda sadece bir kimlik tespiti
yöntemi gibi görünse de, gerçekte sigortalıların tüm sağlık bilgilerinin
(hassas kişisel verilerinin) deşifre edilmesi, işlenmesi, kötüye kullanılması
ihtimalini barındıran ve esaslı hiçbir ölçüt ve güvence ihtiva etmeyen kuralın
Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
kanaatine vardığımızdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Erdal
TERCAN
|