ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2014/87
Karar Sayısı : 2015/112
Karar Tarihi : 8.12.2015
R.G. Tarih-Sayı : 28.01.2016 - 29607
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY ve Muharrem İNCE ile birlikte 121
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU: 6.2.2014 tarihli ve
6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 8. maddesiyle değiştirilen, 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 257. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı
bendinin ".mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu
getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar
itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun
aranılmayacağına,." bölümünün,
B- 47. maddesiyle değiştirilen, 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı
Kamu İhale Kanunu'nun 38. maddesinin;
1- İkinci fıkrasında yer alan
"...gibi hususlarda..." ibaresinin,
2- Üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ".açıklama
istenilmeksizin sonuçlandırılabilmesine." ve ".açıklama
istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin." ibarelerinin,
C- 48. maddesiyle 4734 sayılı Kanun'un 43. maddesine eklenen
fıkrada yer alan ".yaklaşık maliyetin ." ve ".az
ve %15'inden." ibarelerinin,
D- 80. maddesiyle 16.5.2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal Güvenlik
Kurumu Kanunu'nun 30. maddesine eklenen fıkranın,
E- 85. maddesiyle 4.5.2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet
Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen
Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (n) ve (r) bentlerinin ve (o) bendinde yer alan "...ve
benzeri yöntemler kullanılarak..." ibaresinin,
F- 86. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 3. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkranın,
G- 87. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 4. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkranın,
H- 88. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen (3),
(4), (5) ve (6) numaralı fıkraların,
I- 89. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (ç) ve (d) bentlerinin,
İ- 90. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 6/A
maddesinin,
J- 91. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 7. maddesinin;
1- Değiştirilen (2) ve
(3) numaralı fıkralarının,
2- Eklenen (4) numaralı fıkrasının,
K- 93. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un değiştirilen 9. maddesinin
(5), (8) ve (9) numaralı fıkralarının,
L- 94. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 9/A maddesinin (1),
(2), (3), (4), (5), (6), (7) ve (8) numaralı fıkralarının,
M- 97. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un ek 1. maddesine eklenen (5)
numaralı fıkranın birinci cümlesinde yer alan "...hâkim ve
savcılar ise kendilerinin..." ibaresinin,
N- 100. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3. maddenin,
Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 7., 10., 13., 20.,
22., 26., 28., 33., 36., 38., 40., 48., 51., 70., 123., 138., 140. ve 167. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına
karar verilmesi talebidir.
l- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKÜMLERİ
İptali istenilen kuralların yer aldığı 6518 sayılı Kanun'un;
1- 8. maddesiyle 213 sayılı Kanun'un mükerrer 257. maddesinin
birinci fıkrasının değiştirilen (6) numaralı bendi şöyledir:
"Mükerrer Madde 257- (Değişik
birinci fıkra: 22/7/1998 - 4369/5 md.) Maliye Bakanlığı;
(...)
6. (Ek: 3/7/2005 - 5398/23 md.; Değişik: 6/2/2014 - 6518/8 md.) Vergi
güvenliğini sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı elektrikli,
elektronik, manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırmaya, bu cihaz
ve sistemler vasıtasıyla bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol
gibi özel etiket ve işaretlerin kullanılmasına ilişkin zorunluluk getirmeye,
mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel
etiket ve işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye Bakanlığına
bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama
zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve
tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun
aranılmayacağına, bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol
gibi özel etiket ve işaretlerin basımı, dağıtımı ile sistemin kurulması ve
işletilmesi hizmetlerinin, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi
ve Kontrol Kanununa tabi olmaksızın, süresi 5 yılı geçmemek üzere ve 4/1/2002
tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (5 inci maddesinin beşinci fıkrası
hariç) hükümleri çerçevesinde; yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişiler
tarafından yerine getirilmesine, bu hizmetlerde ve yetkilendirilecek gerçek
veya tüzel kişilerde bulunması gereken özellikleri, yetkilendirilecek gerçek
veya tüzel kişilerin faaliyetlerinin yönlendirilmesi, izlenmesi, denetlenmesi,
yetkilendirmenin sonlandırılması ve bunların uygulanmasına ilişkin usul ve
esasları belirlemeye,
(...)
Yetkilidir."
2- 47. maddesiyle 4734 sayılı Kanun'un değiştirilen 38. maddesi
şöyledir:
"Aşırı düşük teklifler
Madde 38- İhale komisyonu
verilen teklifleri (.) değerlendirdikten sonra, diğer tekliflere veya idarenin
tespit ettiği yaklaşık maliyete göre teklif fiyatı aşırı düşük olanları tespit
eder. Bu teklifleri reddetmeden önce, belirlediği süre içinde teklif
sahiplerinden teklifte önemli olduğunu tespit ettiği bileşenler ile ilgili
ayrıntıları yazılı olarak ister.
İhale komisyonu;
a) İmalat sürecinin, verilen hizmetin ve yapım yönteminin ekonomik
olması,
b) Seçilen teknik çözümler ve teklif sahibinin mal ve
hizmetlerin temini veya yapım işinin yerine getirilmesinde kullanacağı
avantajlı koşullar,
c) Teklif edilen mal, hizmet veya yapım işinin özgünlüğü,
gibi hususlarda yapılan yazılı
açıklamaları dikkate alarak, aşırı düşük teklifleri değerlendirir. Bu
değerlendirme sonucunda, açıklamaları yeterli görülmeyen veya yazılı açıklamada
bulunmayan isteklilerin teklifleri reddedilir.
(Ek fıkra: 20/11/2008-5812/12 md.; Değişik üçüncü fıkra:
6/2/2014-6518/47 md.) Kurum, ihale konusu işin türü, niteliği ve
yaklaşık maliyeti ile ihale edilme usulüne göre aşırı düşük tekliflerin
tespiti, değerlendirilmesi ve ekonomik açıdan en avantajlı teklifin
belirlenmesi amacıyla sınır değerler ve sorgulama kriterleri belirlemeye,
ihalenin bu maddede öngörülen açıklama istenilmeksizin
sonuçlandırılabilmesine, ayrıca yaklaşık maliyeti 8 inci maddede öngörülen
eşik değerlerin yarısına kadar olan hizmet alımları ile yapım işleri
ihalelerinde sınır değerin altında olan tekliflerin bu maddede öngörülen açıklama
istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin düzenlemeler yapmaya
yetkilidir. İhale komisyonu bu maddenin uygulanmasında Kurum tarafından yapılan
düzenlemeleri esas alır."
3- 48. maddesiyle 4734 sayılı Kanun'un 43. maddesine eklenen
üçüncü fıkra şöyledir:
"Kurum, ihale üzerinde kalan isteklinin teklifinin sınır
değerin altında olması hâlinde, bu istekliden yaklaşık maliyetin %
6'sından az ve % 15'inden fazla olmamak üzere alınacak kesin
teminat oranına ilişkin düzenlemeler yapabilir."
4- 80. maddesiyle 5502 sayılı Kanun'un 30. maddesine eklenen
fıkra şöyledir:
"Başkanlık merkez teşkilatında genel müdür yardımcısı, daire
başkanı veya taşra teşkilatında il müdürü kadrolarında toplam en az üç yıl
görev yapmış olanlar, atama tarihi itibarıyla fiilen bu kadrolardan birinde bulunmak
şartıyla Sosyal Güvenlik Uzmanı kadrosuna atanabilir."
5- 85. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 2. maddesine eklenen
(n), (o) ve (r) bentleri şöyledir:
" MADDE 2- (1) Bu
Kanunun uygulamasında;
(...)
n) Birlik: Erişim Sağlayıcıları Birliğini,
o) Erişimin engellenmesi: Alan
adından erişimin engellenmesi, IP adresinden erişimin engellenmesi, içeriğe
(URL) erişimin engellenmesi ve benzeri yöntemler kullanılarak erişimin
engellenmesini,
r) Uyarı yöntemi: İnternet ortamında yapılan yayın içeriği
nedeniyle haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişiler tarafından içeriğin
yayından çıkarılması amacıyla öncelikle içerik sağlayıcısına, makul sürede
sonuç alınamaması hâlinde yer sağlayıcısına iletişim adresleri üzerinden
gerçekleştirilecek bildirim yöntemini,
(...)
ifade eder."
6- 86. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 3. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkra şöyledir:
"(3) Bu Kanun kapsamındaki faaliyetleri yurt içinden ya
da yurt dışından yürütenlere, internet sayfalarındaki iletişim araçları, alan
adı, IP adresi ve benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden elektronik
posta veya diğer iletişim araçları ile bildirim yapılabilir."
7- 87. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 4. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkra şöyledir:
"(3) İçerik sağlayıcı, Başkanlığın bu Kanun ve diğer
kanunlarla verilen görevlerinin ifası kapsamında; talep ettiği bilgileri talep
edilen şekilde Başkanlığa teslim eder ve Başkanlıkça bildirilen tedbirleri
alır."
8- 88. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen
(3), (4), (5) ve (6) numaralı fıkralar şöyledir:
"(3) Yer sağlayıcı, yer sağladığı hizmetlere ilişkin
trafik bilgilerini bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere yönetmelikte
belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve
gizliliğini sağlamakla yükümlüdür.
(4) Yer sağlayıcılar, yönetmelikle belirlenecek usul ve esaslar
çerçevesinde yaptıkları işin niteliğine göre sınıflandırılabilir ve hak ve
yükümlülükleri itibarıyla farklılaştırılabilirler.
(5) Yer sağlayıcı, Başkanlığın talep ettiği bilgileri talep edilen
şekilde Başkanlığa teslim etmekle ve Başkanlıkça bildirilen tedbirleri almakla
yükümlüdür.
(6) Yer sağlayıcılık bildiriminde bulunmayan veya bu Kanundaki
yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında Başkanlık tarafından
on bin Türk Lirasından yüz bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir."
9- 89. maddesiyle (1) numaralı fıkrasına (ç) ve (d) bentleri
eklenen 5651 sayılı Kanun'un 6. maddesi şöyledir:
"Erişim sağlayıcının yükümlülükleri
MADDE 6- (1) Erişim sağlayıcı;
a) Herhangi bir kullanıcısının yayınladığı hukuka aykırı
içerikten, bu Kanun hükümlerine uygun olarak haberdar edilmesi halinde (.)
erişimi engellemekle,
b) Sağladığı hizmetlere ilişkin, yönetmelikte belirtilen trafik
bilgilerini altı aydan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere yönetmelikte
belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve
gizliliğini sağlamakla,
c) Faaliyetine son vereceği tarihten en az üç ay önce durumu
Kuruma, içerik sağlayıcılarına ve müşterilerine bildir-mek ve trafik
bilgilerine ilişkin kayıtları yönetmelikte belirtilen esas ve usûllere uygun
olarak Kuruma teslim etmekle,
ç) Erişimi engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak
alternatif erişim yollarını engelleyici tedbirleri almakla,
d) Başkanlığın talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde
Başkanlığa teslim etmekle ve Başkanlıkça bildirilen tedbirleri almakla,
yükümlüdür.
(2) Erişim sağlayıcı, kendisi aracılığıyla erişilen bilgilerin
içeriklerinin hukuka aykırı olup olmadıklarını ve sorumluluğu gerektirip
gerektirmediğini kontrol etmekle yükümlü değildir.
(3) Birinci fıkranın (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinde yer alan
yükümlülüklerden birini yerine getirmeyen erişim sağlayıcısına Başkanlık
tarafından onbin Yeni Türk Lirasından ellibin Yeni Türk Lirasına kadar idarî
para cezası verilir."
10- 90. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 6/A maddesi
şöyledir:
"Erişim Sağlayıcıları Birliği
MADDE 6/A- (1) Bu Kanunun 8 inci maddesi kapsamı dışındaki
erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasını sağlamak üzere Erişim
Sağlayıcıları Birliği kurulmuştur.
(2) Birlik özel hukuk tüzel kişiliğini haizdir. Birliğin merkezi
Ankara'dır.
(3) Birliğin çalışma usul ve esasları Kurum tarafından onaylanacak
Tüzükle belirlenir. Tüzük değişiklikleri de Kurumun onayına tabidir.
(4) Birlik, Tüzüğünün Kurum tarafından incelenerek uygun
bulunmasını müteakip faaliyete başlar.
(5) Birlik, 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme
Kanunu kapsamında yetkilendirilen tüm internet servis sağlayıcıları ile
internet erişim hizmeti veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve
koordinasyonu sağlayan bir kuruluştur.
(6) Bu Kanunun 8 inci maddesi kapsamı dışındaki erişimin
engellenmesi kararları erişim sağlayıcılar tarafından yerine getirilir.
Kararların uygulanması amacıyla gerekli her türlü donanım ve yazılım erişim
sağlayıcıların kendileri tarafından sağlanır.
(7) Bu Kanunun 8 inci maddesi kapsamı dışındaki erişimin
engellenmesi kararları gereği için Birliğe gönderilir. Bu kapsamda Birliğe
yapılan tebligat erişim sağlayıcılara yapılmış sayılır.
(8) Birlik, kendisine gönderilen mevzuata uygun olmadığını
düşündüğü kararlara itiraz edebilir.
(9) Birliğin gelirleri, üyeleri tarafından ödenecek ücretlerden
oluşur. Alınacak ücretler, Birliğin giderlerini karşılayacak miktarda belirlenir.
Bir üyenin ödeyeceği ücret, üyelerin tamamının net satış tutarı toplamı
içindeki o üyenin net satışı oranında belirlenir. Üyelerin ödeme dönemleri,
yeni katılan üyelerin ne zamandan itibaren ödemeye başlayacağı ve ödemelere
ilişkin diğer hususlar Birlik Tüzüğünde belirlenir. Süresinde ödenmeyen
ücretler Birlikçe kanuni faizi ile birlikte tahsil edilir.
(10) Birliğe üye olmayan internet servis sağlayıcıları faaliyette
bulunamaz."
11- 91. maddesiyle (2) ve (3) numaralı fıkraları değiştirilen ve
(4) numaralı fıkra eklenen 5651 sayılı Kanun'un 7. maddesi şöyledir:
"Toplu kullanım sağlayıcıların yükümlülükleri
MADDE 7- (1) Ticarî amaçla toplu
kullanım sağlayıcılar, mahallî mülkî amirden izin belgesi almakla yükümlüdür.
İzne ilişkin bilgiler otuz gün içinde mahallî mülkî amir tarafından Kuruma
bildirilir. Bunların denetimi mahallî mülkî amirler tarafından yapılır. İzin
belgesinin verilmesine ve denetime ilişkin esas ve usûller, yönetmelikle
düzenlenir.
(2) Ticari amaçla olup olmadığına bakılmaksızın bütün internet
toplu kullanım sağlayıcılar, konusu suç oluşturan içeriklere erişimin
engellenmesi ve kullanıma ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarında
yönetmelikle belirlenen tedbirleri almakla yükümlüdür.
(3) Ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılar, ailenin ve
çocukların korunması, suçun önlenmesi ve suçluların tespiti kapsamında usul ve
esasları yönetmelikte belirlenen tedbirleri almakla yükümlüdür.
(4) Bu maddede belirtilen yükümlülükleri ihlal eden ticari amaçla
toplu kullanım sağlayıcılarına, ihlalin ağırlığına göre yönetmelikle
belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde uyarma, bin Türk Lirasından on beş
bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verme veya üç güne kadar ticari
faaliyetlerini durdurma müeyyidelerinden birine karar vermeye mahalli mülki
amir yetkilidir."
12- 93. maddesiyle değiştirilen, 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesi
şöyledir:
"İçeriğin yayından çıkarılması ve erişimin engellenmesi
MADDE 9-
(1) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik
haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel kişiler ile kurum ve
kuruluşlar, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması hâlinde yer sağlayıcısına
başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği
gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini de
isteyebilir.
(2) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik
haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer
sağlayıcısı tarafından en geç yirmi dört saat içinde cevaplandırılır.
(3) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik
hakları ihlal edilenlerin talepleri doğrultusunda hâkim bu maddede belirtilen
kapsamda erişimin engellenmesine karar verebilir.
(4) Hâkim, bu madde kapsamında vereceği erişimin engellenmesi
kararlarını esas olarak, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği
yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak (URL, vb. şeklinde) içeriğe erişimin
engellenmesi yöntemiyle verir. Zorunlu olmadıkça internet sitesinde yapılan
yayının tümüne yönelik erişimin engellenmesine karar verilemez. Ancak, hâkim
URL adresi belirtilerek içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle ihlalin
engellenemeyeceğine kanaat getirmesi hâlinde, gerekçesini de belirtmek
kaydıyla, internet sitesindeki tüm yayına yönelik olarak erişimin engellenmesine
de karar verebilir.
(5) Hâkimin bu madde kapsamında verdiği erişimin engellenmesi
kararları doğrudan Birliğe gönderilir.
(6) Hâkim bu madde kapsamında yapılan başvuruyu en geç yirmi dört
saat içinde duruşma yapmaksızın karara bağlar. Bu karara karşı 4/12/2004
tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna
gidilebilir.
(7) Erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış
olması durumunda hâkim kararı kendiliğinden hükümsüz kalır. (8) Birlik
tarafından erişim sağlayıcıya gönderilen içeriğe erişimin engellenmesi
kararının gereği derhâl, en geç dört saat içinde erişim sağlayıcı tarafından
yerine getirilir.
(8) Birlik tarafından erişim sağlayıcıya gönderilen içeriğe
erişimin engellenmesi kararının gereği derhâl, en geç dört saat içinde erişim
sağlayıcı tarafından yerine getirilir.
(9) Bu madde kapsamında hâkimin verdiği erişimin engellenmesi
kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının veya aynı mahiyetteki
yayınların başka internet adreslerinde de yayınlanması durumunda ilgili kişi
tarafından Birliğe müracaat edilmesi hâlinde mevcut karar bu adresler için de
uygulanır.
(10) Sulh ceza hâkiminin kararını bu maddede belirtilen şartlara
uygun olarak ve süresinde yerine getirmeyen sorumlu kişi, beş yüz günden üç bin
güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır."
13- 94. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 9/A maddesi
şöyledir:
"Özel hayatın gizliliği nedeniyle içeriğe erişimin
engellenmesi
MADDE 9/A- (1) İnternet ortamında yapılan yayın içeriği
nedeniyle özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler,
Başkanlığa doğrudan başvurarak içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin
uygulanmasını isteyebilir.
(2) Yapılan bu istekte; hakkın ihlaline neden olan yayının tam
adresi (URL), hangi açılardan hakkın ihlal edildiğine ilişkin açıklama ve
kimlik bilgilerini ispatlayacak bilgilere yer verilir. Bu bilgilerde eksiklik
olması hâlinde talep işleme konulmaz.
(3) Başkanlık, kendisine gelen bu talebi uygulanmak üzere derhâl
Birliğe bildirir, erişim sağlayıcılar bu tedbir talebini derhâl, en geç dört
saat içinde yerine getirir.
(4) Erişimin engellenmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal eden
yayın, kısım, bölüm, resim, video ile ilgili olarak (URL şeklinde) içeriğe
erişimin engellenmesi yoluyla uygulanır.
(5) Erişimin engellenmesini talep eden kişiler, internet ortamında
yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğinden
bahisle erişimin engellenmesi talebini talepte bulunduğu saatten itibaren yirmi
dört saat içinde sulh ceza hâkiminin kararına sunar. Hâkim, internet ortamında
yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın gizliliğinin ihlal edilip
edilmediğini değerlendirerek vereceği kararını en geç kırk sekiz saat içinde
açıklar ve doğrudan Başkanlığa gönderir; aksi hâlde, erişimin engellenmesi
tedbiri kendiliğinden kalkar.
(6) Hâkim tarafından verilen bu karara karşı Başkanlık tarafından
5271 sayılı Kanun hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir.
(7) Erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış
olması durumunda hâkim kararı kendiliğinden hükümsüz kalır.
(8) Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde doğrudan Başkanın emri üzerine erişimin engellenmesi
Başkanlık tarafından yapılır. (Mülga cümle:
26/2/2014-6527/18 md.)
(9) (Ek: 26/2/2014-6527/18 md.) Bu maddenin sekizinci fıkrası
kapsamında Başkan tarafından verilen erişimin engellenmesi kararı, Başkanlık
tarafından, yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkiminin onayına sunulur. Hâkim,
kararını kırk sekiz saat içinde açıklar."
14- 97. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un ek 1. maddesine eklenen
(5) numaralı fıkra şöyledir:
"(5) 8/6/1984 tarihli ve 217 sayılı Devlet Personel
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci
maddesinde sayılan kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar kurumlarının, hâkim
ve savcılar ise kendilerinin muvafakati ile aylık, ödenek, her türlü
zam ve tazminatlar ile diğer mali ve sosyal hak ve yardımları kurumlarınca
ödenmek kaydıyla geçici olarak Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı emrinde
görevlendirilebilir. Bu kapsamda görevlendirilen personel sayısı Kurumun kadro
sayısının yüzde yirmisini geçemez. Bu personel kurumlarından izinli sayılır.
İzinli oldukları sürece memuriyetleri ile ilgili özlük hakları devam eder ve bu
süreler terfi ve emekliliklerinde hesaba katılır. Terfileri başkaca bir işleme
gerek kalmaksızın süresinde yapılır."
15- 100. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3. madde
şöyledir:
"GEÇİCİ MADDE 3 -
(1) Birliğin kuruluşu bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay
içinde tamamlanır.
(2) Birlik, mevcut internet servis
sağlayıcıları ile erişim hizmeti veren işletmecilerin en az dörtte birinin
katılımıyla imzalanan Birlik Tüzüğünün Kurum tarafından incelenerek uygun
bulunmasını müteakip faaliyete başlar. Birliğin kurulmasını müteakip en
geç bir ay içinde hâlen üye olmayan internet servis sağlayıcıları ve erişim
hizmeti veren işletmeciler üyeliklerini tamamlamak zorundadır.
(3) Belirtilen sürede Birliğin kuruluşunu tamamlayamaması hâlinde,
Kurum tarafından internet servis sağlayıcılarına ve internet erişim hizmeti
veren diğer işletmecilere bir önceki takvim yılındaki net satışlarının yüzde
biri oranında idari para cezası uygulanır.
(4) Birliğin kurulmasını müteakip bir ay içinde üye olmayan
internet servis sağlayıcılarına veya internet erişim hizmeti veren diğer
işletmecilere, Kurum tarafından bir önceki takvim yılındaki net satışlarının
yüzde biri oranında idari para cezası uygulanır."
II- İLK İNCELEME
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Serruh
KALELİ, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN,
Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal
TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü ARSLAN, M. Emin KUZ ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın
katılımlarıyla 14.5.2014 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada
eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma
talebinin ise esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar
verilmiştir.
III- ESASIN İNCELENMESİ
2. Dava dilekçesi ile ekleri, Başraportör Ayşegül ATALAY
tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenilen kanun
hükümleri, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali YILDIRIM, Bilgi Teknolojileri
ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Dr. Ömer Fatih SAYAN, Telekomünikasyon
İletişim Başkanı Ahmet Cemalettin ÇELİK, Daire Başkanı Ahmet KILIÇ, Daire
Başkanı Ali ERDEM, Bilişim Danışmanı Sinan ÜLKER, Erişim Sağlayıcıları Birliği
Genel Sekreteri Doç. Dr. Bülent KENT, Erişim Sağlayıcıları Birliği Hukuktan
Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Av. Yadigar Seda UYSAL, Serbest
Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği Başkanı Yusuf Ata ARIAK, Serbest
Telekomünikasyon İşletmecileri Derneği Hukuk Danışmanı Av. Gökhan CANDOĞAN'ın
8.12.2015 tarihli sözlü açıklamaları dinlendikten sonragereği görüşülüp
düşünüldü:
A- Kanun'un 8. Maddesiyle Değiştirilen, 213 Sayılı Vergi Usul
Kanunu'nun mükerrer 257. Maddesinin Birinci Fıkrasının (6) Numaralı Bendinin
".mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi
geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu
zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit
etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun aranılmayacağına, ." Bölümünün
İncelenmesi
1- ".mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu
getirmeye,..." Bölümü
a- İptal Talebinin Gerekçesi
3. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen kural uyarınca
mükelleflerin ticari faaliyette bulunabilmeleri veya faaliyetlerini
sürdürebilmeleri için alınması zorunlu olan bandrol, pul, barkod,
hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin mükelleflere
verilmesinin vergi dairelerine vadesi geçmiş vergi borcu bulunmadığına ilişkin
belge koşuluna bağlanmasının, vergi ödeme gücüne ulaşma amacı için elverişli ve
gerekli olmadığı, mükelleflerin bu şekilde ticari faaliyette bulunmalarının
engellenmesinin adil ve hakkaniyete uygun olmadığı gibi orantılılık ilkesi ile
de bağdaşmadığı, vadesi geçmiş vergi borcunun tahsilatı için mükelleflerin
ticari faaliyette bulunmalarını engelleyecek düzenlemeler yoluyla piyasadan
çekilmeye zorlanmalarının Devlete verilen görevlerle uyuşmadığı, bu durumun
vadesi geçmiş vergi borcunun tahsilatının hiç sağlanamaması riskini de
taşıdığı, iptali istenilen bölümün adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ölçütlerine uymadığı, çalışma ve sözleşme hürriyetini demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olacak şekilde ortadan
kaldırdığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 13. ve 48. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
4. Kuralın birinci fıkrasının iptali istenilen bölümün de
bulunduğu (6) numaralı bendinde, Maliye Bakanlığının, vergi güvenliğini
sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı elektrikli, elektronik,
manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırmaya, bu cihaz ve sistemler
vasıtasıyla bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel
etiket ve işaretlerin kullanılmasına ilişkin zorunluluk getirmeye, mükelleflere
bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve
işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu
getirmeye yetkili olduğu belirtilmiştir.
5. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir.
6. Anayasa'nın 48. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes,
dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler
kurmak serbesttir." denilmiştir.
7. Anayasa'nın 48. maddesinde, çalışma ve sözleşme hürriyeti için
herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiştir. Anayasanın ilgili maddesinde
özel bir sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan
bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Öte yandan düzenlendiği maddede
hiçbir sınırlama nedenine yer verilmeyen hakların diğer anayasal hükümler
nedeniyle sınırlandırılması da mümkün bulunmaktadır.
8. Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin,
özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen
sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
9. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde
sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlükleri büyük
ölçüde kısıtlayan ve kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar hakkın özüne
dokunur. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü
değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları
gibi güvenceler demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Bu
nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve özüne dokunmamak
koşuluyla demokratik toplum düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve
ancak kanunla sınırlandırılabilirler.
10. Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması
düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun,
kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir.
11. 213 sayılı Kanun'un mükerrer 257. maddesinin birinci
fıkrasının (6) numaralı bendinde, Maliye Bakanlığına, vergi güvenliğini
sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı elektrikli, elektronik,
manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırma, bu cihaz ve sistemler
vasıtasıyla bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel
etiket ve işaretlerin kullanılmasına ilişkin zorunluluk getirme, iptali
istenilen kuralda ise mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür,
damga, sembol gibi özel işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye
Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borçlarının bulunmadığına
ilişkin belge arama zorunluluğu getirme yetkisi verilmektedir. Maliye
Bakanlığına söz konusu yetkilerin verilmesi, mükelleflerin mali güçlerinin
saptanmasını ve vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımını ve kamu
borçlarının ödenmesini sağlamak için kamu yararı amacına yönelik olup, kanun
koyucu bu konuda anayasal sınırlar içinde takdir yetkisini haizdir.
12. İptali istenilen kural ile Maliye Bakanlığına verilen yetki,
çalışma özgürlüğünün güvence alanının kanun koyucu tarafından daraltılması
niteliğinde olduğundan Anayasa'nın 13. maddesi anlamında bir sınırlandırma
niteliğindedir. Bu sınırlama ticaret yapmak isteyen kişilerin vergi borcu dahil
kamuya olan borçlarını ödemeye zorlayıcı nitelik taşıdığından anayasal açıdan
meşru bir amaca dayanmaktadır. Ancak iptali istenilen kural ile getirilen
sınırlamanın demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir
ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara
en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının
incelenmesi gerekir.
13. Söz konusu sınırlamanın, amacı itibarıyla Anayasa'nın 73.
maddesi uyarınca ödev olarak belirlenen vergi borcu ile diğer kamu borçlarının
düzenli ve sürekli bir biçimde tahsilini, kamu alacağının güvence altına
alınmasını ve tahsilatın hızlandırılmasını sağlamaya yönelik olduğu
görülmektedir. Anayasa ve kanunlarla, kamu giderlerinin karşılanabilmesi için
bir ödev olarak öngörülen vergi ödeme yükümlülüğünün, zamanında ve eksiksiz
yerine getirilmesi durumunda, kanunlarla idareye yüklenen kamu hizmetlerinin,
buna bağlı olarak kamu düzeninin ve başkalarının hak ve özgürlüklerini
korumanın aksatılmadan sürdürülmesi mümkün
olacaktır. Dolayısıyla, demokratik toplum düzeni bakımından alınması
gerekli tedbirler kapsamında olan, keyfi ya da hakkın özüne dokunacak bir
sınırlama getirmeyen, temel hakkın kullanımını ortadan kaldırmayan iptali
istenen kural, istisnai bir alanda ve dar kapsamlı olduğundan sınırlı ve
ölçülüdür.
14. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 13. ve 48.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
15. Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
2- ".bu zorunluluk kapsamına girecek amme
alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu
zorunluluğun aranılmayacağına,." Bölümü
a- İptal Talebinin Gerekçesi
16. Dava dilekçesinde özetle, Anayasa'nın 48. maddesinde koruma
altına alınan çalışma hürriyeti kapsamında, mükelleflerin ticari faaliyette
bulunabilmeleri veya faaliyetlerini sürdürebilmeleri için Maliye Bakanlığına
verilen, vergi dairelerine vadesi geçmiş vergi borcu bulunmadığına ilişkin
belge arama zorunluluğu getirme yetkisi bağlamında, bu zorunluluk kapsamına
girecek vadesi geçmiş vergi borcunun ötesinde amme alacaklarının tür ve
tutarlarının ve vadesi geçmiş vergi borcu belgesinin aranılmayacağı hallerin
kanunla belirlenmesi yerine, tüm bu hususlarda düzenleme yapma ile usul ve
esasları belirleme yetkisinin Maliye Bakanlığına bırakılmasının, yasama
yetkisinin devri sonucunu doğurduğu ve idarenin kanuniliği ilkesi ile
bağdaşmadığı belirtilerek iptali istenilen bölümün, Anayasa'nın 7. ve 123.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
17. İptali istenilen hükmün de yer aldığı kuralda, Maliye
Bakanlığının, mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol
gibi özel etiket ve işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye Bakanlığına
bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama
zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve
tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun
aranılmayacağının belirlenmesinde yetkili olduğu belirtilmiştir.
18. Anayasa'nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet
Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği öngörülmüştür. Buna göre,
kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız,
esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasa'nın 7. maddesine aykırı düşer.
Ancak, kanunda temel esasların ve çerçevenin belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık
ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması
Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz. Esasen Anayasa'nın 8. maddesinde yer alan,
"yürütme yetkisi ve görevi Anayasa'ya ve kanunlara uygun olarak
kullanılır ve yerine getirilir" hükmünün anlamı da budur.
19. Kanun koyucu, vergi hukuku alanında yetkisini kullanırken,
Anayasa'nın temel ilkelerine ve vergi ile ilgili kurallarına bağlı kalmak
koşuluyla, kamu gelirlerinin doğru, etkin ve verimli biçimde nasıl ve hangi
yöntemlerle sağlanacağı konusunda takdir yetkisine sahiptir.
20. İptali istenilen kuralda, ek bir vergi veya vergi benzeri mali
yükümlülük getirilmediği gibi, Maliye Bakanlığına vergi ve mali yük konulması
konusunda bir yetki de verilmemiştir. Kuralın, vergi yükümlülüğü ile ilgisi
bulunmamaktadır. İptali istenilen kural ile Maliye Bakanlığına verilen yetki,
mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel
etiket ve işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı
vergi dairelerine vadesi geçmiş borçlarının bulunmadığına ilişkin belge arama
zorunluluğu getirilmesi ile ilgili olarak, bu kapsama girecek amme
alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu
zorunluluğun aranılmayacağına ilişkindir.
21. İptali istenilen kuralda, kanun koyucu tarafından Maliye
Bakanlığına bırakılan düzenleme alanı, vergilendirme ile ilgili temel kurallar
olmayıp, kanunda belirlenen mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı
vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama
zorunluluğun uygulanmasına ilişkin teknik düzenlemeler ve ayrıntıları
içermektedir. Bu bağlamda, kanunla düzenlenmesi gerekmeyen bir konu hakkında
Maliye Bakanlığına yetki verilmesi yasama yetkisinin devri niteliğinde
değildir.
22. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 7. maddesine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
23. Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Alparslan ALTAN ve Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
24. Kuralın Anayasa'nın 123. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
B- Kanun'un 47. Maddesiyle Değiştirilen, 4734 Sayılı Kamu
İhale Kanunu'nun 38. Maddesinin İkinci Fıkrasında Yer Alan "...gibi hususlarda..."
İbaresinin İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
25. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen ibareyle ihale
komisyonlarına, komisyonların aşırı düşük teklif değerlendirmesi sırasında, her
ihaleye ve istekliye göre değişebilen, bu yönüyle de istekliler tarafından
önceden bilinmeyen ve bilinmesi de mümkün olmayan ve dolayısıyla hukuki
belirlilik ile ihalede saydamlık, rekabet ve eşit muamele ilkeleriyle
bağdaşmayan kriterler belirleme, belirlediği kriterler temelinde aşırı düşük
teklif değerlendirmesi yapma ve belgelendirilmemiş cevaplara dayandırma yetkisi
verilerek ihale komisyonlarının keyfi uygulamalarının önünün açıldığı, bu
hukuksal belirsizlik içinde her ihaleye ve her istekliye göre değişebilen
öngörülemez kriterler ile isteklilerin hukuksal güvenliklerinin ortadan
kaldırıldığı, Devletin kamu ihaleleri bağlamında kendisine verilen görevleri
yerine getirmesinin kamu ihalelerinde saydamlık, rekabet ve eşit muamele
ilkelerini hayata geçirecek kurallar koymasından geçtiği, iptali istenilen
ibarenin bu ilkelerle bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2.,
48. ve 167. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya
Aykırılık Sorunu
26. Kanun'un 38. maddesinin birinci fıkrasında, ihale komisyonunun
verilen teklifleri değerlendirdikten sonra, diğer tekliflere veya idarenin
tespit ettiği yaklaşık maliyete göre teklif fiyatı aşırı düşük olanları tespit
edeceği, bu teklifleri reddetmeden önce, belirlediği süre içinde teklif
sahiplerinden teklifte önemli olduğunu tespit ettiği bileşenler ile ilgili
ayrıntıları yazılı olarak isteyeceği belirtilmektedir. Maddenin, iptali
istenilen ibarenin de bulunduğu ikinci fıkrasında ise ihale komisyonunun, aşırı
düşük teklifleri, imalat sürecinin, verilen hizmetin ve yapım yönteminin
ekonomik olması, seçilen teknik çözümler ve teklif sahibinin mal ve hizmetlerin
temini veya yapım işinin yerine getirilmesinde kullanacağı avantajlı koşullar,
teklif edilen mal, hizmet veya yapım işinin özgünlüğü gibi hususlarda yapılan yazılı
açıklamaları dikkate alarak değerlendireceği, bu değerlendirme sonucunda
açıklamaları yeterli görülmeyen veya yazılı açıklamada bulunmayan isteklilerin
tekliflerinin reddedileceği öngörülmekte olup fıkrada yer alan "...gibi
hususlarda..." ibaresi dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
27. Anayasa'nın 2. maddesinde hukuk devleti ilkesi
düzenlenmiştir. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik
olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini
gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle, kanun koyucunun hukuki
düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde
adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması
gerekir.
28. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin
önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki
güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına
karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir.
29. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi uyarınca, yasama organı,
kanun yaparken bütün ihtimalleri göz önünde bulundurarak ayrıntılı hükümler
koyabilir ya da Anayasa'nın kanunla düzenlenmesini zorunlu kıldığı hususlar
dışında bir konuyu isterse soyut bir şekilde düzenleyerek genel ilkeleri ve
çerçeveyi belirleyip ayrıntıları alt düzenleyici işlemlere bırakabilir. Bu
husus kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir.
30. Kanun'un 38. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında öngörülen
düzenlemeler, ihale komisyonunun yetkilerine ilişkin hususlardır. İptali
istenilen "...gibi hususlarda..." ibaresi ile ihale
komisyonunun aşırı düşük teklifleri değerlendirirken bentlerde belirtilen
sebepler dışında diğer nedenleri de tekliflerin aşırı düşük olması nedeni
olarak açıklama kapsamında kabul edebilmesi imkânı getirilmiştir.
31. Aşırı düşük teklif tespit ve sorgulama süreci tüm çağdaş ihale
sistemlerinde var olan, fiyat rekabeti ile kaynakların verimli kullanılması ve
kamu tarafından yapılan ödemenin karşılığının alınması ilkelerini dengeleyen
vazgeçilmez bir aşamayı ifade etmektedir.
32. Kanun'un 38. maddesinin birinci fıkrasında, ihale komisyonunun
verilen teklifleri değerlendirdikten sonra aşırı düşük teklifleri diğer
tekliflere veya yaklaşık maliyete göre tespit edeceği
belirtilmiştir. Kamu kaynaklarının en
iyi şekilde kullanılması anlayışı içerisinde tüm ihale kanunlarında en düşük
fiyatın değil, işin yapılabilirlik değerine karşılık gelen fiyatın kabul
edilmesi ilkesi benimsenmiştir. 4734 sayılı Kanunda bu ilke "ekonomik
açıdan en avantajlı teklif" olarak adlandırılmıştır. Konuya
ilişkin olarak, 4734 sayılı Kanun'un 40. maddesinde,"37 ve 38.
maddelere göre yapılan değerlendirme sonucunda ihale, ekonomik açıdan en
avantajlı teklifi veren istekli üzerinde bırakılır." hükmü yer
almaktadır.
33. Ekonomik açıdan en avantajlı teklife ise
Kanun'un 38. maddesinde hüküm altına alınan aşırı düşük tekliflerin tespit
edilmesi ve sorgulanması işlemlerinden sonra ulaşılmakta, bir başka ifadeyle
ekonomik açıdan en avantajlı teklif, verilen en düşük fiyat teklifini değil,
aşırı düşük tekliflerden arındırılmış teklifler içerisindeki en düşük fiyat
teklifini ifade etmektedir. Bu nedenle, aşırı düşük tekliflerin
değerlendirilerek ekonomik açıdan en avantajlı teklifin belirlenmesi
gerekmektedir. İptali istenilen ibarenin bulunduğu kuralda
da, ihale komisyonunun aşırı düşük teklifleri değerlendirirken bu teklifler
nedeniyle sözleşmenin yürümesini sıkıntıya düşürmemek, verilen aşırı düşük
tekliflerle işin yapılabilirliğini belirleyebilmek için dikkate alacağı
hususlar belirtilmiştir. Ancak bu hususlar tahdidi olarak sayılmayıp, "...gibi
hususlarda..." denilmek suretiyle işin özelliğinden kaynaklanan
ve teklifte önemli olduğu tespit edilen, fakat kuralda belirtilmeyen hususlarda
açıklama yapılmasının sağlanması amaçlanmıştır. Her şeyden önce sayma
yönteminin tercih edilmesi durumunda, daima bazı hususların eksik kalma
olasılığı söz konusu olacaktır. Özellikle yapılan işin özelliğine göre değişik
bileşenlerin söz konusu olduğu ihale hukukunda bu hususları kanunda saymanın
mümkün olmadığı açıktır.
34. Öte yandan, belirlilik ilkesi, yalnızca yasal belirliliği
değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir,
bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması
koşuluyla kanunlara dayanılarak çıkarılan yürütmenin düzenleyici işlemleri ile
de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan,
bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde
öngörülebilir olmasıdır.
35. İptali istenilen ibare, ihalelerde saydamlık, rekabet ve eşit
muamele ilkelerini ortadan kaldırmayan, kuralda belirtilenlerin dışında yer
alan aşırı düşük teklifleri değerlendirme kriterlerini ifade etmektedir. Bu
çerçevede, İhale Komisyonunun aşırı düşük teklifleri incelerken hangi hususları
değerlendirebileceği Kanun'da sayılmakla birlikte, sayılmayan hususlar
açısından da, Kamu İhale Kanunu'nun 5. maddesinde idareler tarafından
gözetilmesi gereken ihalelerde saydamlık, rekabet, eşit muamele, güvenirlilik,
gizlilik, kamuoyu denetimi, ihtiyaçların uygun şartlarla karşılanması ve
kaynakların verimli kullanılması gibi temel ilkeleri ve Kamu İhale Kurumu'nun
bu konudaki düzenleyici işlemlerini göz önüne alacağı şüphesizdir. Bu nedenle,
aynı konudaki farklı ihalelerde ihale komisyonlarının farklı değerlendirmelerde
bulunma durumu da ortadan kalkmış olacaktır. Bu hususlar gözetildiğinde, iptali
istenilen ibarenin belirsiz olduğundan söz edilemez.
36. Kaldı ki, idarelerce bu işlemlerin hem 4734 sayılı Kanun'a hem
de Kurum tarafından yayınlanan yönetmelik, tebliğ, tip şartname, tip sözleşme
ve düzenleyici kararlara uygun olarak yapılmaması halinde, Kanun'un 54., 55. ve
56. maddelerine göre ihale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler
nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının
muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabileceklerin,
şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda bulunabilecekleri belirtilmektedir.
Şikayetler ile ilgili Kurum tarafından verilen nihai kararlar da Kanun'un 57.
maddesi uyarınca yargı denetimine tâbi bulunmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen ibare, Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
38. Kuralın Anayasa'nın 48. ve 167. maddeleriyle bir ilgisi
görülmemiştir.
C- Kanun'un 47. Maddesiyle Değiştirilen, 4734 Sayılı Kanun'un
38. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan ".açıklama
istenilmeksizin sonuçlandırılabilmesine." ve ".açıklama
istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin." İbarelerinin İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
39. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen ibareler ile Kamu
İhale Kurumuna aşırı düşük teklifler ile ilgili olarak, isteklilerden yazılı
açıklama istenilmeksizin ve dolayısıyla isteklilerin teknolojik farktan
kaynaklanan maliyet avantajlarını belgeleriyle ortaya koymalarına imkân
verilmeksizin sonuçlandırılabilmesine ve hatta reddedilmesine ilişkin düzenleme
yapma yetkisinin verildiği, böylece teknolojik farktan kaynaklanabilecek
maliyet farklılıklarının dışlanarak 4734 sayılı Kanun'un, ihtiyaçların uygun
şartlarla ve zamanında karşılanması ile kaynakların verimli kullanılması ilkesi
yanında, Devlete verilen anayasal görevlerle de bağdaşmayan ihale
uygulamalarına yol açıldığı, iptali istenilen düzenlemenin maliyet avantajlı
üretim teknikleriyle çalışan firmalara karşı negatif ayrımcılık yapılmasına
sebep olduğu, adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütleri ile bağdaşmadığı,
kamu alımları yoluyla piyasaya müdahale eden veya en azından piyasayı
yönlendiren Devletin, maliyet avantajlı üretim teknikleriyle çalışan firmaları
teşvik etmesi gerekirken, teknolojik farktan kaynaklanan aşırı düşük
tekliflerin ihale dışında bırakılmasına ilişkin düzenlemeler yapılmasının
önünün açılmasının, Devlete verilen görevlerle uyuşmadığı belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2., 48. ve 167. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya
Aykırılık Sorunu
40. Kanun'un 38. maddesinin iptali istenilen ibarelerin de
bulunduğu üçüncü fıkrasında, Kamu İhale Kurumunun, ihale konusu işin türü,
niteliği ve yaklaşık maliyeti ile ihale edilme usulüne göre aşırı düşük
tekliflerin tespiti, değerlendirilmesi ve ekonomik açıdan en avantajlı teklifin
belirlenmesi amacıyla sınır değerler ve sorgulama kriterleri belirlemeye,
ihalenin Kanun'un 38. maddesinde öngörülen açıklama istenilmeksizin
sonuçlandırılabilmesine, ayrıca yaklaşık maliyeti 8. maddede öngörülen eşik
değerlerin yarısına kadar olan hizmet alımları ile yapım işleri ihalelerinde
sınır değerin altında olan tekliflerin Kanun'un 38. maddesinde öngörülen
açıklama istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin düzenlemeler yapmaya yetkili
olduğu, ihale komisyonunun bu maddenin uygulanmasında Kamu İhale Kurumu
tarafından yapılan düzenlemeleri esas alacağı öngörülmektedir. Kuralda yer alan
"...açıklama istenilmeksizin sonuçlandırılabilmesine..." ve
"...açıklama istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin..."
ibareleri dava konusu kuralları oluşturmaktadır.
41. Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti"
ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını
gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa'ya aykırılık
sorunu çözümlenirken "kamu yararı" konusunda Anayasa
Mahkemesinin yapacağı inceleme, kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı, bunun kanun
koyucunun takdirinde olduğu açıktır.
42. Kural ile Kamu İhale Kurumuna genel olarak, aşırı düşük
tekliflerin tespiti, değerlendirilmesi ve ekonomik açıdan en avantajlı teklifin
belirlenmesi amacıyla sınır değerler ve sorgulama kriterleri belirleme, aşırı
düşük tekliflerin açıklama istenilmeksizin sonuçlandırılabilmesine, yaklaşık
maliyeti 8. maddede öngörülen eşik değerlerin yarısına kadar olan hizmet
alımları ile yapım işleri ihalelerinde sınır değerin altında olan tekliflerin
açıklama istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin düzenlemeler yapma konusunda
yetki verilmekte, ihale komisyonlarının da Kamu İhale Kurumu tarafından
belirlenen düzenlemeleri esas alarak uygulama yapacağı belirtilmektedir.
43. 4734 sayılı Kanun'un 53. maddesinde, "Bu
Kanuna ve Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa ilişkin bütün mevzuatı, standart
ihale dokümanlarını ve tip sözleşmeleri hazırlamak, geliştirmek ve uygulamayı
yönlendirmek." Kurum'un görev ve yetkileri arasında sayılmış,
Kurum'un, Kurul kararıyla bu Kanun'un ve Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu'nun
uygulanmasına ilişkin standart ihale dokümanı, tip sözleşme, yönetmelik ve
tebliğler çıkarmaya yetkili olduğu, Kurul ve Kurum'un yetkilerini, düzenleyici
işlemler tesis ederek ve özel nitelikli kararlar alarak kullanacağı, standart
ihale dokümanları, tip sözleşmeler, yönetmelik ve tebliğlerin Resmî Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe konulacağı belirtilmiştir. İptali istenilen ibarelerin
bulunduğu kuralın da, bu kapsamda Kurum'a verilen görev ve yetkileri içerdiği
anlaşılmaktadır.
44. Diğer taraftan Kamu İhale Kurumuna verilen yetki, kamu
yararının sağlanmasının yanı sıra hizmet gerekleri ve yetkiyi veren Kanun'un
amacının gerçekleştirilmesi ile sınırlıdır. Kurum takdir yetkisini kullanırken,
hukukun genel ilkelerine ve hakkaniyete de uygun davranmak zorundadır.
45. Belirtilen özel ve genel sınırlamalara uygun hareket edilip
edilmediği, Kamu İhale Kurumuna verilen yetkinin keyfi kullanılıp
kullanılmadığı ise yargı denetimine tabidir. Anayasa'nın 125. maddesinde, "İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilerek,
idarenin hukuka bağlılığı, yargı denetimi sayesinde etkili biçimde sağlanmış ve
idare edilenler, idarenin kanunsuz ve keyfi davranışlarına karşı korunmuştur.
46. Bunun yanında madde gerekçesinden kuralın, nispeten küçük
işlerin ihalelerinin daha hızlı bir şekilde sonuçlandırılması ve büyük işlere
göre mali yönden daha güçsüz isteklilerin iştirak ettiği bu ihaleler sonucunda,
aşırı düşük tekliflerden kaynaklanan tasfiye riskinin azaltılmasını sağlamak
amacıyla çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, kanun koyucunun takdir
yetkisi kapsamında kamu yararı amacıyla çıkarılan iptali istenilen ibareler
Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesine aykırı değildir.
47. Anayasa'nın 48. maddesinde, "Herkes dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak
serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal
amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak
tedbirleri alır." denilmektedir.
48. Anayasa'nın 167. maddesinde ise Devlete, para, kredi, sermaye,
mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve
geliştirici önlemleri alma görevi verilmiştir.
49. İhalelere teklif veren gerçek ve tüzel kişiler, Anayasa'nın
48. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen özel teşebbüs kapsamındadır. Kamu
İhale Kurumunun kuruluş amacı ve görevi, kamu ihalelerinin daha sağlıklı ve
düzenli bir biçimde yapılmasını sağlamak için çalışmalar yapmaktır. Bunu
sağlıklı bir biçimde gerçekleştirmek için 4734 sayılı Kanun'un kendisine
verdiği görevleri yerine getirirken görev alanı ve Kanun'da belirtilen diğer
hükümler ile bağlıdır. Kamu İhale Kurumu ihalenin açıklama istenilmeksizin
reddedilmesine ve sonuçlandırılabilmesine ilişkin düzenlemeleri belirlerken kuralları,
ihale konusu işin türü, niteliği ve yaklaşık maliyeti ile ihale edilme usulüne
göre belirleyecektir. Ayrıca, söz konusu maddede öngörülen açıklama
istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin düzenlemeleri, yaklaşık maliyeti 8.
maddede öngörülen eşik değerlerin yarısına kadar olan hizmet alımları ile yapım
işleri ihalelerinde sınır değerin altında olan teklifler için yapabilecektir.
Bu hususların tek tek kanunda düzenlenmesi ise işin teknik özelliği gereği
mümkün değildir.
50. Öte yandan, Kamu İhale Kurumu tarafından yapılan düzenleyici
işlemler kamu ihalesine katılacak tüm kişiler için geçerli ve ortak kuralları
içermektedir. Devletin kamu ihalelerinin sağlıklı ve düzenli işlemesi için
oluşturduğu Kamu İhale Kurumu'nun, görev alanı ile ilgili konularda ilgili
Kanun hükümlerini de gözetmek kaydı ile düzenleme yapmasında ise Anayasa'nın
48. ve 167. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır.
51. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen ibareler, Anayasa'nın
2., 48. ve 167. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
D- Kanun'un 48. Maddesiyle, 4734 Sayılı Kanun'un 43.
Maddesine Eklenen Fıkrada Yer Alan ".yaklaşık maliyetin
." ve ".az ve %15'inden." İbarelerinin
İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
52. Dava dilekçesinde özetle, ihale üzerinde kalan isteklinin
teklifinin sınır değerin altında kalması halinde, kesin teminatın yüklenim
altına girilen sözleşme/ihale bedeli yerine, referans bir değer olan yaklaşık
maliyet üzerinden ve % 6 yerine, % 6 ile % 15 arasındaki bir oranda kesilmesinin
öngörülmesi ve böylece düşük teklifte bulunanların ek faiz maliyeti üzerinden
cezalandırılarak, yüksek teklifte bulunmanın teşvik edilmesinin kamu maliyesi
açısından Hazine zararına, rekabetin engellenmesine ve teknolojik gelişmenin
cezalandırılmasına yol açacağı, bu durumun ise adalet, hakkaniyet ve kamu
yararı ölçütleri ile bağdaşmadığı, iptali istenilen ibarelerin bulunduğu
kuralın elverişli, ölçülü ve orantılı olmadığı, sınır değerin üzerinde olan
ihalelerde kesin teminat, ihale bedelinin % 6'sı oranında alınırken, sınır
değerin altında olan ihalelerde ihale bedeli yerine, referans bir değer olan
yaklaşık maliyetin ve bu maliyetin % 6'sı yerine, % 6 ile % 15'i arasındaki bir
oran üzerinden alınmasının teknolojik üstünlüğü olan firmaların negatif ayrımcılığa
tabi tutulmaları anlamına geldiği, aynı zamanda kamu alımları yoluyla piyasaya
müdahale eden veya en azından piyasayı yönlendiren Devletin, maliyet avantajlı
üretim teknikleriyle çalışan firmaları teşvik etmesi gerekirken teknolojik
üstünlüğünden dolayı teklifi sınır değerin altında kalan firmaları, kesin
teminat üzerinden cezalandırmayı öngören düzenlemeler yaparak ülke ekonomisini
teknolojik ilerlemeden koparacak yollara başvurmasının Anayasa'nın Devlete
verdiği görevlerle bağdaşmadığı belirtilerek iptali istenilen ibarelerin,
Anayasa'nın 2., 10., 48. ve 167. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya
Aykırılık Sorunu
53. "Kesin teminat" hususunun
düzenlendiği Kanun'un 43. maddesinin birinci fıkrasında, taahhüdün sözleşme ve ihale dokümanı hükümlerine uygun
olarak yerine getirilmesini sağlamak amacıyla, sözleşmenin yapılmasından önce
ihale üzerinde kalan istekliden ihale bedeli üzerinden hesaplanmak suretiyle %
6 oranında kesin teminat alınacağı öngörülmüştür. Maddenin, iptali istenilen
ibarelerin bulunduğu üçüncü fıkrasında ise Kurumun, ihale üzerinde kalan
isteklinin teklifinin sınır değerin altında olması halinde, bu istekliden
yaklaşık maliyetin % 6'sından az ve % 15'inden fazla olmamak üzere alınacak
kesin teminat oranına ilişkin düzenlemeler yapabileceği hüküm altına
alınmıştır. Dava konusu ibareler, kuralda yer alan ".yaklaşık
maliyetin ." ve ".az ve %15'inden." ibareleridir.
54. Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiş olup, kanun koyucu düzenlemeler yaparken hukuk
devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise
"elverişlilik", "gereklilik" ve "orantılılık" olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. "Elverişlilik", başvurulan
önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "gereklilik"
başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve "orantılılık"
ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü
ifade etmektedir.
55. Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesi hukuksal
durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal
eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan
kişilerin aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere kanun karşısında
ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı
durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun
karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun önünde eşitlik, herkesin her
yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durum ve konumlarındaki
özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli
kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara
bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaz.
56. Sözleşme düzenlenmesi aşamasında idarece yükleniciden kesin
teminat alınması, yüklenicinin yükümlülüğünü sözleşme hükümlerine uygun olarak
yerine getirmesini sağlamak amacını gütmektedir. İptali istenilen ibarelerin
bulunduğu kural uyarınca da, normal koşullar altında, ihale bedeli üzerinden %
6 oranında alınacak olan kesin teminat miktarı, ihalenin aşırı düşük teklif
sunan istekli üzerinde kalması halinde Kurum'un, bu istekliden yaklaşık
maliyetin % 6'sı ila % 15'i arasında bir oran üzerinden kesin teminat
alınmasına ilişkin düzenlemeler yapabilmesine imkân tanımaktadır.
57. Sınır değer, ihale mevzuatında risk
oluşturacak değer olarak tanımlanmaktadır. Sınır değerin altında olan teklifler
ihale komisyonunca aşırı düşük teklif olarak değerlendirilmektedir. Aşırı düşük
tekliflerin kamuya görünmeyen maliyetleri bulunmakta ve idarenin bu maliyetleri
yüklenmesi söz konusu olabilmektedir. Bunun yanında aşırı düşük teklifte
projenin istenildiği gibi bitirilememe riski de mevcuttur. Bir ihale, aşırı
düşük teklif verene bırakıldığı ve söz konusu proje yapılamadığı takdirde idare
bu ihale nedeniyle zarar görebilir. İhale bedeli olarak aşırı düşük teklif
verildiği için bu teklif üzerinden kesin teminat yatırılmış olması da idarenin
zararını karşılamayabilir. Bu nedenle, aşırı düşük teklifler diğer tekliflere
nazaran daha riskli olduğundan ve ihale yüklenicisi ile idarenin korunması
amaçlandığından, ihale üzerinde kalan istekliden ihale bedeli yerine, yaklaşık
maliyet üzerinden daha fazla oranda teminat alınmak suretiyle oluşabilecek
zarar en aza indirgenmek istenmiştir. Böyle bir oranın belirlenmesi ve bu
oranın yaklaşık maliyet üzerinden belirlenecek olması, aşırı düşük teklif
verilmeden önce isteklinin daha iyi düşünmesini, araştırmasını ve aynı zamanda
herhangi bir zarar meydana gelirse idarenin buna karşı korunmasını
sağlayacaktır. Kamu yararı amacıyla çıkarılan bu düzenleme kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamındadır.
58. Kamu İhale Kanunu'nda, kamuya ait parasal kaynakların
kullanılması hususu da gözetilerek, kamu ihalelerinde rekabetçi bir ortamın
yaratılması ve ihaleye katılanlar arasında fırsat eşitliğinin sağlanması
amaçlanmaktadır. İptali istenilen ibareler ile belirtilen amaçları
sağlayabilmek için getirilen önlemin, Kamu İhale Kanunu ile ulaşılmak istenen
amaç için elverişsiz ve gereksiz olduğundan söz edilemez. Ayrıca kanun
koyucunun, takdir yetkisi kapsamında aşırı düşük tekliflerin taşıdığı riskin en
aza indirilmesi ve oluşacak kamu zararının azaltılması ve kamu kaynaklarının
verimli kullanılmasını sağlamak amacıyla düzenlediği kuralın, amaç ve araç arasında makul ve uygun bir ilişki
kurduğu ve düzenlemenin amacına ulaşmaya elverişli ve orantılı olduğu
anlaşıldığından kuralda ölçülülük ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.
59. Bunun yanında, Kamu İhale Kurumu kendisine verilen bu
yetkiyi, 4734 sayılı Kanun'un 5. maddesinde belirtilen temel ilkeleri ve diğer
hükümleri gözeterek kullanacağından ve Kurumun belirleyeceği kesin teminat
oranı, teklifleri sınır değerin altında olan tüm istekliler için geçerli
olacağından, ihale konusu işin bitirilememe riski gözetilerek ihalenin
aşırı düşük teklif verenin üzerinde kalması durumunda kesin teminat oranının
özel olarak düzenlenmesi eşitlik ilkesine aykırı değildir.
60. Anayasa'nın 48. maddesinin ikinci fıkrasında, "Devlet,
özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri
alır.", 167. maddesinin birinci fıkrasında, "Devlet,
para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli
işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır..." kurallarına
yer verilmiştir.
61. Buna göre, ihalelerin piyasaların sağlıklı ve düzenli
işleyişine uygun ve verimli bir şekilde gerçekleşmesi ve hem idareyi hem de
ihale yüklenicisini korumak amacıyla böyle bir düzenleme yapılması Devletin
görevleri kapsamında olup, kuralda Anayasa'nın 48. ve 167. maddelerine
aykırılık bulunmamaktadır.
62. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen ibareler, Anayasa'nın
2., 10., 48. ve 167. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi
gerekir.
E- Kanun'un 80. Maddesiyle, 5502 Sayılı Sosyal Güvenlik
Kurumu Kanunu'nun 30. Maddesine Eklenen Fıkranın İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
63. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen kuralın siyasal
iktidarın ideolojisine ters düşenlerin Sosyal Güvenlik Uzmanı kadrolarına
atanmasını amaçladığı, genel müdür yardımcısı, daire başkanı ve il müdürü
kadrolarında bulunanlar açısından daha üst görevlere atanmak değilse de en
azından bulundukları kadrolara ait görev güvencelerinin sağlanmasının hukuk
güvenliklerine yönelik mutlak bir kazanılmış hak olduğu, kazanılmış hak olarak
değerlendirilmese dahi meşru beklentilerin karşılanması gerektiği, statü
hukukuna ve kariyer ilkesine dayanan bir personel rejiminde kanunla daha alt
bir göreve atanarak statü kaybına uğratılmalarının hukuk güvenliklerinin ihlali
sonucunu doğurduğu, kanunların kanun koyucunun keyfine göre değil, kamu yararı
amacıyla çıkarılmasının zorunlu olduğu, kuralın statü hukukunun temelindeki
liyakat ilkesi ile bağdaşmadığı, iptali istenilen düzenlemenin söz konusu
kadrolarda en az toplam üç yıl görev yapanların tamamını değil, bazılarını
Sosyal Güvenlik Uzmanı kadrolarına atamayı öngörerek aynı hukuksal durumda olan
kişileri farklı kurallara tabi tuttuğu, yasal atamaya karşı eşitsizliğe muhatap
olan kişilerin hak arama yollarını kapatarak hak arama özgürlüklerini
kullanılamaz hâle getirdiği, söz konusu kişilerin Sosyal Güvenlik Uzmanı
kadrolarına atanmaları durumunda reel ücret bir yana, nominal ücret kaybına da
uğrayacakları belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 10., 36. ve 70. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya
Aykırılık Sorunu
64. İptali istenilen kuralda; başkanlık merkez teşkilatında genel
müdür yardımcısı, daire başkanı veya taşra teşkilatında il müdürü kadrolarında
toplam en az üç yıl görev yapmış olanların, atama tarihi itibarıyla fiilen bu
kadrolardan birinde bulunmak şartıyla Sosyal Güvenlik Uzmanı kadrosuna
atanabilecekleri öngörülmüştür.
65. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin
temel gereklerinden biri kazanılmış haklara saygı gösterilmesidir. Kazanılmış
haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. Kazanılmış hak, kişinin
bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş,
kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haktır.
66. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar. Kanunlara güvenerek hayatını yönlendiren, hukuki iş ve işlemlere girişen
bireyin, bu kanunların uygulanmasına devam edileceği yolunda oluşan
beklentisinin mümkün olduğunca korunması hukuki güvenlik ilkesinin gereğidir.
Ancak güvenin korunması, mevcut bir hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında da
değerlendirilmemelidir. Hukuki güvenliğin mevcut bir hukuki durum için
dokunulmazlık şeklinde algılanması, dinamik toplum yapısının kurallarla statik,
durağan hâle getirilmesi sonucunu doğurur ki bu da toplumun çağın gerisinde
kalmasına neden olabilir. Bu nedenle kanun koyucu, Anayasa'da öngörülen
koşullar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu görevlilerinin durumları
ile ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı değişiklikler yapabilir.
67. Genel müdür yardımcısı, daire başkanı ve il müdürü
kadrolarının Sosyal Güvenlik Uzmanlığı gibi kariyer mesleklerden gelenler ve
idari görevlerden yükselerek gelenler olmak üzere iki ayrı kaynağı
bulunmaktadır. Kariyer meslek kaynağından gelen kişilerin kendi kadrolarına
eşit veya daha düşük statüdeki Sosyal Güvenlik Uzmanı kadrolarına
atanabilmeleri için kuralda belirtilen koşullara tabi tutulmayacakları açıktır.
Dolayısıyla iptali istenilen kural, anılan koşullar aranmaksızın mevcut duruma
göre Sosyal Güvenlik Uzmanlığına atanma imkânına sahip kariyer meslek
kaynağından gelenleri değil, önceki görevi ve kadro unvanı itibarıyla Sosyal
Güvenlik Uzmanlığına atanma imkânına sahip bulunmayan kişileri kapsamaktadır.
68. Sosyal Güvenlik Uzmanlığı kariyer bir meslek olup, bu göreve
atanabilmek için Kanun'da belirtilen koşulların taşınması gerekmektedir. İptali
istenilen kural ise Sosyal Güvenlik Uzmanı olma koşullarını taşımayan genel
müdür yardımcısı, daire başkanı ve il müdürlerine, kariyer bir meslek olan
Sosyal Güvenlik Uzmanı olma hakkı tanımaktadır. Ayrıca, bakanlık merkez
teşkilatında genel müdür yardımcısı, daire başkanı ve taşra teşkilatında il
müdürü olan kişilerin iptali istenilen kuraldan yararlanabilmeleri için bu
kadrolarda toplam en az üç yıl görev yapmış olmaları ve atama tarihi itibarıyla
bu kadrolardan birinde bulunmaları gerekmektedir. Bununla birlikte, bu koşullar
gerçekleşse dahi bu kişilerin Sosyal Güvenlik Uzmanlığına atanmaları konusunda
idarenin takdir yetkisi bulunmaktadır.
69. Genel müdür yardımcısı, daire başkanı ve il
müdürü kadroları idareci (yönetici) kadroları olup idarenin bu kadrolara
bir kere atadığı kişileri meslek hayatları boyunca bu kadrolarda çalıştırma
zorunluluğunun bulunmayacağı açıktır. Dolayısıyla bu kadrolara atanan kişiler
yönünden, bulundukları statülerden doğan, tahakkuk etmiş, kendileri yönünden
kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş haklardan yahut bu durumun
devam edeceği yönündeki haklı beklentiden söz edilemez. Bu nedenle, kamu yararı
ve hizmetin gerekleri dikkate alınarak bu kişilerin idarecilik görevlerine son
verilmesi ve kariyer meslek kadrolarından gelenlerin kendi kadrolarına, kariyer
mesleklerden gelmeyenlerin ise bazı koşulları taşımak kaydıyla, geldiği
kadrodan daha üst bir görev olan Sosyal Güvenlik Uzmanlığı kadrolarına
atanmaları mümkün olup bunu düzenleyen kuralın kazanılmış hakları veya genel
olarak hukuk güvenliği ilkesini ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.
70. Öte yandan, Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti"
ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararları değil kamu yararını
gerçekleştirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa'ya aykırılık
sorunu çözümlenirken "kamu yararı" konusunda Anayasa
Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaşmayacağı, bunun kanun
koyucunun takdirinde olduğu açıktır.
71. Kanun koyucu, kamu yararı ve hizmetin gereklerini dikkate
alarak kamu görevlilerinin statüsünde, bunların unvanlarında, görev ve
yetkilerinde olduğu gibi bu statülere atanma koşullarında da değişiklikler
yapabilir. İptali istenilen kural ile kariyer meslek kaynağından gelmeyen ve
Sosyal Güvenlik Uzmanlığına atanma imkânına sahip olmayanlardan hizmetine
ihtiyaç duyulanların, kuralda belirtilen genel
müdür yardımcılığı, daire başkanlığı veya taşra teşkilatında il
müdürlüğünü en az üç yıl ifa etmeleri ve atama tarihi itibarıyla fiilen bu
kadrolardan birinde bulunmak şartıyla kariyer
meslek olan Sosyal Güvenlik Uzmanlığına atanabilmelerinin sağlanmak istendiği
ve düzenlemenin bu amaçla çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Bu amacın kamu yararına
yönelik olmadığı söylenemez. İptali istenilen kural ile amaçlanan kamu
yararının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise anayasallık denetiminin kapsamı
dışındadır.
72. İptali istenilen kuralda genel
müdür yardımcısı, daire başkanı veya taşra teşkilatında il müdürü olanların
tümünün değil, en az üç yıl görev yapmış olanların ve atama
tarihi itibarıyla fiilen bu kadrolardan birinde bulunanların Sosyal Güvenlik
Uzmanlığına atanabileceği belirtilmiştir. İdare
hukukunun genel ilkeleri uyarınca idarenin bu yetkisini kullanırken kuralda
belirtilen şartları taşıyanlar yönünden de kamu hizmetinin daha iyi işlemesi
veya kamu yararı esasına göre ayrım yaparak atama yapmak zorunda olduğu
açıktır. Kamu hizmetinin daha iyi işlemesi veya kamu yararı amacıyla atama
yapabilmesi için ise söz konusu kadrolarda çalışanların başarısı, liyakatı gibi
çeşitli ayırt edici kriterlerin kullanılması gerekir. Bu nedenle, bu kriterleri
taşıyan kişilerle taşımayanlar aynı hukuki durumda bulunmadıklarından iptali
istenilen kural uyarınca bunlar arasında ayrım yapılarak bunların farklı
kurallara tabi kılınmasında eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilemez.
73. Diğer taraftan, Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti"
başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes, meşrû vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
denilerek yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal
sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Anayasa'nın 125. maddesinde ise "İdarenin her türlü eylem
ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır..." denilmektedir. Her iki
maddeyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınması
adil bir yargılamanın ön koşulunu oluşturur.
74. İptali istenilen kural ile idare tarafından Başkanlık merkez
teşkilatında genel müdür yardımcısı, daire başkanı veya taşra teşkilatında il
müdürü kadrolarında çalışanların Sosyal Güvenlik Uzmanı olarak atanmış
sayılması değil, bu kadrolarda çalışanlardan kuralda belirtilen koşulları
taşıyanların idare tarafından Sosyal Güvenlik Uzmanı olarak atanabilmesi
düzenlenmektedir. Dolayısıyla söz konusu kuralın uygulanabilmesi için idari
işlem tesis edilmesi gerekmektedir. Anayasa'nın 125. maddesi uyarınca da, idari
işlemler yönünden kişilerin yargı yoluna başvurmaları mümkün olduğundan, iptali
istenilen kuralda Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğüne
aykırılık bulunmamaktadır.
75. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 10. ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
76. Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
77. Kuralın Anayasa'nın 70. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
F- Kanun'un 85. Maddesiyle, 5651 Sayılı İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla
Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un; 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına
Eklenen (n) Bendi ile 90. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'a Eklenen 6/A Maddesinin
(1), (2), (3) (4), (5), (6), (8), (9), (10) Numaralı Fıkraları ve 93.
Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un Değiştirilen 9. Maddesinin (5) ve (8) Numaralı
Fıkraları ve 100. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'a Eklenen Geçici 3. Maddesinin
(1), (3), (4) Numaralı Fıkraları ile (2) Numaralı Fıkrasının İkinci Cümlesinin
İncelenmesi
1- Kuralların Anlam ve Kapsamları
78. Erişim Sağlayıcıları Birliği (ESB), Kanun'un 6/A maddesi ile
bir özel hukuk tüzel kişisi olarak, Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki
erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasını sağlamak üzere kurulmuştur.
79. Kanun'un 2. maddesinin iptali istenilen (n) bendinde; Birliğin,
Erişim Sağlayıcıları Birliğini ifade ettiği belirtilmiştir.
80. Kanun'un iptali istenilen 6/A maddesinde ise, ESB ile ilgili
düzenlemeler yer almaktadır. Maddenin (1) numaralı fıkrasında 5651 sayılı
Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki erişimin engellenmesi kararlarının
uygulanmasını sağlamak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliğinin kurulduğu, (2)
numaralı fıkrasında Birliğin özel hukuk tüzel kişiliğini haiz ve merkezinin
Ankara olduğu, (3) numaralı fıkrasında Birliğin çalışma usul ve esaslarının Kurum
(BTK) tarafından onaylanacak Tüzükle belirleneceği ve Tüzük değişikliklerinin
Kurumun onayına tabi olduğu, (4) numaralı fıkrasında Birliğin, Tüzüğün Kurum
tarafından incelenerek uygun bulunmasını müteakip faaliyete başlayacağı, (5)
numaralı fıkrasında Birliğin 5.11.2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik
Haberleşme Kanunu kapsamında yetkilendirilen tüm internet servis sağlayıcıları
ile internet erişim hizmeti veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve
koordinasyonu sağlayan bir kuruluş olduğu, (6) numaralı fıkrasında 5651 sayılı
Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki erişimin engellenmesi kararlarının erişim
sağlayıcılar tarafından yerine getirileceği, kararların uygulanması amacıyla
gerekli her türlü donanım ve yazılımın erişim sağlayıcıların kendileri
tarafından sağlanacağı, (8) numaralı fıkrasında Birliğin kendisine gönderilen
mevzuata uygun olmadığını düşündüğü kararlara itiraz edebileceği, (9) numaralı
fıkrasında Birliğin gelirlerinin, üyeleri tarafından ödenecek ücretlerden
oluşacağı, alınacak ücretlerin, Birliğin giderlerini karşılayacak miktarda
belirleneceği, bir üyenin ödeyeceği ücretin, üyelerin tamamının net satış
tutarı toplamı içindeki o üyenin net satışı oranında belirleneceği, üyelerin
ödeme dönemleri, yeni katılan üyelerin ne zamandan itibaren ödemeye başlayacağı
ve ödemelere ilişkin diğer hususların Birlik Tüzüğünde belirleneceği, süresinde
ödenmeyen ücretlerin Birlikçe kanuni faizi ile birlikte tahsil edileceği, (10)
numaralı fıkrasında Birliğe üye olmayan internet servis sağlayıcılarının
faaliyette bulunamayacağı öngörülmüştür.
81. Kanun'un iptali istenilen geçici 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ise Birliğin kuruluşunun bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay
içinde tamamlanacağı, (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde Birliğin
kurulmasını müteakip en geç bir ay içinde halen üye olmayan internet servis
sağlayıcıları ve erişim hizmeti veren işletmecilerin üyeliklerini tamamlamak
zorunda oldukları, (3) numaralı fıkrasında belirtilen sürede Birliğin
kuruluşunu tamamlayamaması halinde, Kurum tarafından internet servis
sağlayıcılarına ve internet erişim hizmeti veren diğer işletmecilere bir önceki
takvim yılındaki net satışların yüzde biri oranında idari para cezası
uygulanacağı, (4) numaralı fıkrasında ise Birliğin kurulmasını müteakip bir ay
içinde üye olmayan internet servis sağlayıcılarına veya internet erişim hizmeti
veren diğer işletmecilere Kurum tarafından bir önceki takvim yılındaki net
satışların yüzde biri oranında idari para cezası uygulanacağı ifade
edilmektedir.
82. Kanun'un 9. maddesinin iptali istenilen (5) numaralı
fıkrasında da hâkimin 9. madde kapsamında kişilik hakkının ihlal edilmesi
nedeniyle verdiği erişimin engellenmesi kararlarının doğrudan Birliğe
gönderileceği, (8) numaralı fıkrasında Birlik tarafından erişim sağlayıcıya
gönderilen içeriğe erişimin engellenmesi kararının gereğinin derhal, en geç
dört saat içinde erişim sağlayıcı tarafından yerine getirileceği
belirtilmektedir.
83. ESB, 19 Mayıs 2014 tarihinde faaliyete başlamıştır. Birliğin
asıl görevi, Kanun'un 8. maddesi kapsamında olan katalog suçlara ilişkin koruma
ve idari tedbir dışındaki erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasını
sağlamaktır. Birlik, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında
yetkilendirilen tüm internet servis sağlayıcıları ile internet erişim hizmeti
veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve bunlar arasındaki
koordinasyonu sağlayan bir kuruluştur. Birliğe üye olmayan erişim sağlayıcılar
faaliyette bulunamazlar. Bu özelliklere bakıldığında, ESB dernek veya vakıf
statüsünde değildir.
84. Anayasa'nın 135. maddesinde, "Kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup
olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini
kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak,
meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü
ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile
kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen
usullere göre yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu
tüzelkişilikleridir." denilmektedir. ESB'nin, kamu tüzel kişisi
olmaması ve oluşturulma amacının, 5651 sayılı Kanun'un 8. maddesi kapsamı
dışındaki erişimin engellenmesi kararlarını yerine getirmek olması göz önüne
alındığında, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kapsamında da
değerlendirilemeyeceği açıktır.
85. İnternetteki hukuka aykırılıkların giderilebilmesi ancak
erişimin engellenmesi yoluyla yapılabilmekte, erişimin engellenmesi ise ancak
erişim sağlayıcılar üzerinden gerçekleştirilebilmektedir. İçeriğin yayından
çıkartılması ve içeriğe erişimin engellenmesi kararlarının mevcut uygulamalar
yönüyle ortaya koyduğu sorunlar, infaz edilememezlik ve muhatap belirsizliği
gibi engellerin ortadan kaldırılmasını sağlamak için kamu yararı amacıyla ESB
kurulmuştur. ESB, erişim sağlayıcıları ile bağlantıyı sağlamakta ve erişimin
engellenmesi ile ilgili kararları erişim sağlayıcılara iletmekle görevli
bulunmaktadır.
86. ESB'nin, Kanun'da özel hukuk tüzel kişiliğini haiz olduğunun
belirtilmesi ve özel hukuk tüzel kişilerinden oluşması, kuruluşunun kanunla
yapılmış olması, faaliyete başlayabilmesi için Tüzüğünün BTK tarafından
onaylanmasının gerekmesi ve Tüzük değişikliklerinin BTK'nın onayına tabi
tutulması, kurulmasının ve üyeliğin zorunlu tutularak idari yaptırım
öngörülmesi, yapacağı görevlerin kamusal yanının ağır basması gibi hususlar
gözetildiğinde, idari teşkilat yapısı içinde yer almayan, kanunla kurulmuş
kendine özgü bir kurum olduğu söylenebilir.
2- İptal Taleplerinin Gerekçeleri
87. Dava dilekçesinde özetle,
a. Kanun gerekçesinde "Erişim
Sağlayıcıları Birliği" adı altında, özel hukuk tüzel kişiliğine
ve kamusal yetkilere sahip, nev'i şahsına münhasır bir yapının kurulmasının
esas amacının, içeriğin yayından çıkarılması ve içeriğe erişimin engellenmesi
kararlarının infazında yaşanan sorunların giderilmesi olduğunun belirtildiği,
Kanun'un 6/A maddesinin yedinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan "Bu
kapsamda Birliğe yapılan tebligatın erişim sağlayıcılara yapılmış
sayılacağı" ibaresi ile bunun amaçlandığı ve bu konuda
uluslararası uygulamaların esas alındığı ifade edilmiş ise de başka ülkelerde
benzeri bir örneğe rastlamanın mümkün olmadığı,
b. Maddenin beşinci fıkrasında tüm internet servis sağlayıcıları
ile internet erişim hizmeti veren diğer işletmecilerin katılımını mecbur kılan
ve onuncu fıkrasında Birliğe üye olmayan internet servis sağlayıcılarının
faaliyette bulunamayacağını öngören bir tüzel kişiliğin, hukuka uygun ve meşru
bir tüzel kişilik olarak kabul edilemeyeceği, söz konusu Birliğin,
Telekomünikasyon İletişim Başkanı'nın emir ve talimatını yerine getirmekten öte
bir işlevi olmayacak bir kurum mesabesine indirgendiği, tüm internet
servis sağlayıcıları ile erişim hizmeti veren işletmecilerin Birliğe üye olma
zorunluluğu getiren bu düzenlemenin, sektörde faaliyette bulunmak için yeni
bir "koşul" getirilmesi anlamına geldiği,
Birliği hem kurmanın hem de bu Birliğe üye olmanın, servis sağlayıcılar
açısından açıkça zorunlu hale getirilmiş olmasının, ulusal ve uluslararası
hukuk ile teminat altına alınmış olan ve hiç kimsenin iradesi dışında bir
örgüte üye olmaya zorlanamayacağını da içeren örgütlenme özgürlüğünün ihlali
anlamına geleceği ve girişim özgürlüğünü de ihlal ettiği, ilgili alanda
girişimde bulunmak isteyen gerçek ve tüzel kişiler için yeni bir "piyasaya
giriş şartı" getirildiği, Birliğin Kanun'un 6/A maddesinin ikinci
fıkrasında özel hukuk tüzel kişiliğini haiz olduğunun açıkça belirtildiği,
Birliğe üye olmayan internet servis sağlayıcılarını Devlet eliyle sektör dışı
bırakmanın hem rekabet hukukunu ihlal edici, hem de böyle bir erişim
sağlayıcının müktesep hakkını gasp edici nitelikte olduğu, bu nedenle 6/A
maddesinin beşinci ve onuncu fıkralarının dernek kurma hürriyetine aykırı
olduğu, öte yandan anılan düzenlemelerin girişim özgürlüğünü kısıtladığı ve
demokratik bir toplumda gerekli ve zorunlu olmadıkları,
c. Kanun'un 6/A maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, işletmelerin,
iradeleri dışında dâhil oldukları ve kamusal nitelikte bir yükümlülüğü yerine
getirecek olan Birliğin ve engelleme tedbirlerinin bütün külfet ve
giderlerinden sorumlu tutulmalarının hakka ve hakkaniyete aykırı olup, hukuk
devleti ilkesiyle bağdaşmadığı, kamusal yükümlülüğün erişim sağlayıcılara devredilmesine
ek olarak, erişim engelleme tedbirlerinin yüksek maliyetli alt yapılar
gerektiriyor olması karşısında, bu tedbirlerin ancak, piyasada hâkim durumda
olan veya etkin piyasa gücüne sahip internet servis sağlayıcıları ile internet
erişim hizmeti veren işletmeciler tarafından yerine getirilebilmesinin,
piyasaya yeni giren ve daha küçük çapta faaliyet gösteren işletmecilerin,
elektronik haberleşme hizmeti sunamamaları ile sonuçlanacağı, bu tedbirlerin
piyasada hâkim durumda olan veya etkin piyasa gücünü elinde bulunduran internet
servis sağlayıcıları ile internet erişim hizmeti veren işletmeciler tarafından
yerine getirilmesinin tekelleşme ve kartelleşmenin önünün açılmasını
sağlayacağı,
d. 6/A maddesinin birinci, beşinci, altıncı ve onuncu fıkralarının
Anayasa'ya aykırılığının aynı maddenin iptali istenilen diğer fıkralarına da
sirayet ettiği ve anılan fıkraların da kaçınılmaz bir şekilde sakatlanması ve
Anayasa'ya aykırı olması sonucunu doğuracağı, bu fıkralar hakkında ileri
sürülen bütün Anayasa'ya aykırılık gerekçelerinin aynı maddenin diğer fıkra
hükümleri yönünden de aynen geçerli olduğu,
e. Kanun'un 6/A maddesinin iptali ile ilgili olarak
ileri sürülen tüm Anayasa'ya aykırılık gerekçelerinin, Kanun'un 2. maddesinin
(1) numaralı fıkrasına eklenen (n) bendi ile 9. maddenin iptali istenilen
fıkraları için de geçerli olduğu, zira belirtilen maddeler arasında organik bir
bağ bulunduğu, maddelerin varlıklarını sürdürmelerinin birbirlerine bağlı
olduğu,
f. "Birliğin kurulmasını müteakip en geç bir ay içinde
halen üye olmayan internet servis sağlayıcıları ve erişim hizmeti veren
işletmeciler üyeliklerini tamamlamak zorundadır" hükmünün, halen
Birliğe üye olmayan internet servis sağlayıcılarına ve erişim hizmeti veren
işletmecilere Birliğe üye olma zorunluluğu getirdiği, bu mecburiyete uymamanın
müeyyidelerinin ise geçici 3. maddenin (3) ve (4) numaralı fıkralarında
gösterildiği, halen üye olmayan internet servis sağlayıcıları ile erişim
hizmeti veren işletmecilerin Birliğin kurulmasını müteakip en geç bir ay içinde
üyeliklerini tamamlamak zorunda bırakılmalarının dernek kurma
hürriyetine, "Çalışma ve sözleşme hürriyeti"ne ve "Sendika
kurma hakkı"na açıkça aykırı olduğu, diğer yandan Kanun'un 6/A maddesi
hakkında ileri sürülen bütün Anayasa'ya aykırılık gerekçelerinin geçici 3.
madde yönünden de aynen geçerli olduğu,
belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2., 5., 33., 36., 40., 48.,
51. ve 167. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
88. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi
gerekir. Belirlilik ilkesi, bireylerin hukuksal güvenliğinin sağlanması
bakımından da önem arz etmektedir.
89. Kanun koyucunun ESB'yi, içeriğin yayından çıkartılması ve
içeriğe erişimin engellenmesi kararlarının infaz edilememezlik ve muhatap
belirsizliği gibi sorunların ortadan kaldırılması ve işin teknik özelliğinden
dolayı bu görevi yapabilecek başka bir kurumun bulunmamasını da gözeterek,
erişimin engellenmesi kararlarının bir an önce yerine getirilmesini sağlamak
amacıyla kurduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde düzenlemeler yapılması ise
anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır.
90. ESB söz konusu erişimin engellenmesi kararlarını doğrudan
yerine getirmemekte, yalnızca erişim sağlayıcılar ile söz konusu kararın
muhatapları arasında aracılık görevi yapmaktadır. Birliğe üye olunmasının
zorunlu olması ise Birliğe verilen görevin bir gereği olup, zorunluluk
getirilmemesi halinde erişimin engellenmesi kararlarının yerine getirilmesinin
mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. ESB'nin çalışma usul ve esasları Kurum
tarafından onaylanacak Tüzükle belirlenmekte, tüzük değişiklikleri de Kurumun
onayına tabi bulunmaktadır. Ayrıca ESB, Tüzüğünün BTK tarafından uygun
bulunmasını müteakip faaliyete geçmektedir. Bu nedenle, Birliğin Devlet
tarafından gözetim ve denetimi de söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla, 5651
sayılı Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki erişimin engellenmesi kararlarının
uygulanmasını sağlamak için kurulan Birliğin yapısı, işleyişi ve kurulması ile
ilgili olarak getirilen kurallar belirli ve öngörülebilirdir.
91. Anayasa'nın 48. maddesinde "Herkes, dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak
serbesttir. Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal
amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak
tedbirleri alır." denilmektedir.
92. Erişim sağlayıcılar, Anayasa'nın 48. maddesinin birinci
fıkrasında düzenlenen özel teşebbüs kapsamındadır. Aynı maddenin ikinci
fıkrasına göre Devlet özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal
amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak
tedbirleri alır. Erişim sağlayıcılarının ESB'ye üye olma zorunluluğunun
getirilme amacı gözetildiğinde, bu amaca ancak tüm erişim sağlayıcıların söz
konusu Birliğe üye olması ile ulaşılabileceği açıktır. Bu nedenle, kanun koyucu
tarafından getirilen kurallar da bu kapsamda olup, erişimin engellenmesi
kararlarının yerine getirilmesindeki muhatap belirsizliğini ortadan kaldırmak,
kararların bir an önce yerine getirilmesini sağlamaya yöneliktir. Aksi takdirde
söz konusu sistemin işlemesi mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, Anayasa'nın 138.
maddesinde yer alan "Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez." hükmü gözetildiğinde, mahkeme kararlarının bir an
önce yerine getirilmesini sağlamak için erişim sağlayıcıların ESB'ye üye olma
zorunluluğunun getirilmesi, Devletin pozitif yükümlülüklerinin bir sonucu olup,
kişilerin özel teşebbüs kurma haklarını zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır.
93. İnternet piyasası yazılım ve donanım sistemi üzerine kurulmuştur.
Erişim sağlayıcıların faaliyetlerini gerçekleştirebilmeleri için, gerekli olan
yazılım ve donanıma sahip olmaları gerekmektedir. Kanun'un iptali istenilen 6/A
maddesinin (6) numaralı fıkrasında da, kararların uygulanması amacıyla gerekli
her türlü donanım ve yazılımın erişim sağlayıcıların kendileri tarafından
sağlanacağı belirtilmiştir.
94. Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında da belirtildiği gibi,
sosyal devlet ekonomik açıdan müdahaleci devlettir. Anayasamız, mülkiyet
hakkını, özel girişim özgürlüğünü kabul etmekte, aynı zamanda bütün çağdaş
anayasalarda olduğu gibi kamu yararı amacıyla bunlara sınırlamalar
getirilebilmesini ve özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal
amaçlara uygun yürümesini sağlayacak önlemlerin alınmasını öngörmektedir.
Anayasa'nın, "kişilerin ve toplumun refah huzur ve mutluluğunu sağlamak"
görevini Devlete veren 5. maddesi, "özel teşebbüslerin millî ekonominin
gerekleri ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde
çalışmasını sağlayacak tedbirleri" almakla görevlendiren 48. maddesi
hükümleri, Devletin gerektiğinde çalışma hayatına müdahale edebileceğini
göstermektedir. Devlet, internet ortamında yapılan yayınlar nedeniyle kişilik
hakları ve özel hayatının gizliliği ihlal edilen kişilerin korunmasını
sağlamakla görevlidir. Bunun için de bu hakları ihlal edilen kişilere yönelik
yayınlara erişimin engellenmesini sağlamak için iptali istenilen kural ile
ESB'ni kurmuştur. Bu kapsamda, erişimin engellenmesi için gerekli olan her
türlü donanımın ve yazılımın erişim sağlayıcılarının kendileri tarafından
karşılanmasına yönelik hüküm de Devletin aldığı tedbirler kapsamında olup bu
hususlarda düzenleme yapılması kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir.
Belirtilen nedenlerle söz konusu kural Anayasa'nın 2., 5. ve 48. maddelerine
aykırı değildir.
95. İptali istenilen kurallardan 6/A maddesinin (8) numaralı
fıkrası uyarınca Birliğe, gereği yerine getirilmek üzere gönderilen kararlardan
mevzuata uygun olmadığını düşündüklerine itiraz hakkının tanınması ise kamu
yararını sağlamaya yönelik bir düzenlemedir. Birliğe itiraz hakkı tanınmak
suretiyle, verilen erişimin engellenmesi kararının tekrar gözden geçirilmesi
sağlanmak istenmiştir. İptali istenilen kurallardan 6/A maddesinin (9) numaralı
fıkrasında düzenlenen, Birliğin gelirlerinin, üyeleri tarafından ödenecek
ücretlerden oluşacağı, alınacak ücretlerin, Birliğin giderlerini karşılayacak
miktarda belirleneceği, bir üyenin ödeyeceği ücretin, üyelerin tamamının net
satış tutarı toplamı içindeki o üyenin net satışı oranında belirleneceği,
üyelerin ödeme dönemleri, yeni katılan üyelerin ne zamandan itibaren ödemeye
başlayacağı ve ödemelere ilişkin diğer hususların Birlik Tüzüğünde
belirleneceği, süresinde ödenmeyen ücretlerin Birlikçe kanuni faizi ile birlikte
tahsil edileceği hususları ESB'nin varlığını devam ettirmesi ve kendisine
yüklenen erişimin engellenmesi görevinin yerine getirilmesini sağlamaya
yöneliktir. Kamu yararı amacı ile çıkarılan bu düzenlemeler de anayasal
sınırlar içinde kanun koyucunun takdirindedir.
96. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 2., 5. ve 48.
maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
97. Kuralların, Anayasa'nın 33., 36., 40., 51. ve 167.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
G- Kanun'un 90. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'a Eklenen 6/A
Maddesinin (7) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
98. Dava dilekçesinde özetle, kuralın tebligat mevzuatına aykırı
olduğu gibi uluslararası anlaşmalarla korunan hukuki menfaatleri ve tebligat güvenliğini
zedeler mahiyette olduğu, kuralın uygulanması durumunda Birliğe yapılan
tebligatın muhatabı olan erişim sağlayıcıya gidip gitmediği, muhatabına ulaşıp
ulaşmadığı, ulaştı ise içeriğine ne zaman vakıf olduğu, tebligatın tebellüğ
yetkisine sahip olanlarca alınıp alınmadığının muallakta kalacağı, geçerli
tebligatlara bağlanan süreler ve süreçlerin tüm erişim sağlayıcılar için
geçerli olmak üzere Birliğe yapılan tebligat ile sağlanmasının hukuki güvenliği
sarstığı, düzenleme ile bir çok hukuki sürecin ilgili tarafın tebligat
içeriğinin farkında dahi olmadan önce başlayabileceği, bu durumun ise hak arama
hürriyetini ciddi bir şekilde tehdit edebileceği, gerçek ve tüzel kişilerin
haklarını doğrudan etkileme kapasitesine sahip olan tedbir/yaptırım kararlarının,
başka bir özel hukuk tüzel kişisine tebliğ edilmesinin geçerli addedilmesinin
savunma hakkının etkin kullanımını engellediği, 5651 sayılı Kanun kapsamında
internet servis sağlayıcılık faaliyeti yapanlara Birlik vasıtasıyla yapılacak
bildirimin muhatabına ulaşmaması halinde, bu muhatapların meşru vasıta ve
yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı, davalı, müşteki
veya muteriz olarak iddia ve savunma hakları ile adil yargılanma hakkının
elinden alınması ve dolayısıyla hak arama hürriyetinden mahrum bırakılmaları
anlamına geleceği, ayrıca kuralda Anayasa ile güvence altına alınmış hak ve
hürriyetlerin ihlal edildiğini iddia eden gerçek veya tüzel kişilere yetkili
makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkının tanınmadığı
ve yine benzer durumlarda ilgili gerçek veya tüzel kişilere hangi kanun yolları
ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin gösterilmediği belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 2., 36. ve 40. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
99. Kanun'un 6/A maddesinin iptali istenilen (7) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinde, 5651 sayılı Kanun'un 8. maddesi kapsamı
dışındaki erişimin engellenmesi kararlarının gereği için Birliğe gönderileceği,
ikinci cümlesinde ise bu kapsamda Birliğe yapılan tebligatın erişim
sağlayıcılara yapılmış sayılacağı öngörülmektedir.
100. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "hukuk güvenliği" ilkesidir. Hukuk
güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
101. Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir." denilerek yargı mercilerine
davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia,
savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle
korunan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının
ötesinde, Anayasa'nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin
etkili yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir.
102. Tebligat, yetkili makamlarca birtakım hukuki işlemlerin,
bu işlemlerin hukuki sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kişilere kanuna
uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin usulüne uygun olarak yapıldığının
belgelendirilmesidir. İşlemlerin kendilerine bağlanan hukuki sonuçları
doğurabilmesi için usulüne uygun olarak muhatabına bildirilmesi gerekir. Bu
şekilde yapılan tebligat, Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve
savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama
hürriyetinin önemli güvencelerinden biridir.
103. Kanun'un 6/A maddesinin iptali istenilen (7) numaralı
fıkrasının birinci cümlesi uyarınca erişimin engellenmesi için verilen
kararlar, gereğinin yerine getirilmesi için Birliğe gönderilecektir. ESB,
erişim sağlayıcılar ile mahkemeler ve idare arasında koordinasyonu sağlayan bir
kuruluştur. Kural ile kararların en kısa sürede yerine getirilmesi ve bu
konudaki muhatap belirsizliğinin kaldırılması amaçlanmıştır. Erişim
sağlayıcıların sayısının her gün artması, bunları takip etmenin ve adreslerine
ulaşarak tebligat yapılmasının zorluğu hususları gözetildiğinde, sistemin en
iyi şekilde işlemesi için erişimin engellenmesi kararlarının gereği için ESB'ye
gönderilmesi zorunlu bulunmaktadır. Kaldı ki ESB, yalnızca erişim sağlayıcılar
ile koordinasyonu sağlamaktadır. Böyle bir düzenleme de anayasal sınırlar
içinde kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır.
104. Kanun'un 6/A maddesinin iptali istenilen ikinci cümlesinde
ise 5651 sayılı Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki erişimin engellenmesi
kararlarının gereği için Birliğe gönderilen tebligatın, erişim sağlayıcılara
yapılmış sayılacağı belirtilmektedir. Birliğe yapılan tebligat tarihi, erişim
sağlayıcıya yapılmış tebligat tarihi sayılmaktadır. 5651 sayılı Kanun'un 9.
maddesinin (8) numaralı fıkrası ve 9/A maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
erişim sağlayıcılar, bu kararları en geç dört saat içinde yerine getirmekle
görevlidir.
105. Kişi hak ve özgürlüklerinin zarar görmesinin engellenmesi
amacıyla erişimin engellenmesi kararlarının yerine getirilmesinde ortaya
çıkacak gecikme, telafisi imkânsız sonuçlara yol açabilecektir. Bu nedenle,
erişimin engellenmesi kararlarının en kısa sürede yerine getirilmesi
gerekmektedir. Bunu sağlamak için iptali istenilen kural ile ESB'ne yapılan
tebligatın erişim sağlayıcılara yapılmış sayılacağı kabul edilmiştir. Getirilen
sistem ile mahkemelerce ve idare tarafından verilen kararlar ESB'ye elektronik
ortamda doğrudan iletilmekte, ESB de erişim sağlayıcılar ile kurmuş olduğu
sistem üzerinden, bu kararları aynı anda erişim sağlayıcıların bildirilen
elektronik adreslerine iletmektedir. Söz konusu tebligatın erişim sağlayıcılara
ulaştığı da sistemden görülmektedir. Yapılan işin özelliği gereği en kısa
sürede yerine getirilmesinin gerekmesi, teknolojik alanda meydana gelen hızlı
değişim, ESB'nin ve erişim sağlayıcıların söz konusu tebligattan haberdar
olduklarının tespit edilebilmesi hususları göz önüne alındığında iptali
istenilen düzenlemeler kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında olup,
kuralların hukuki güvenlik ilkesine ve hak arama özgürlüğüne aykırı olduğu
söylenemez.
106. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 2., 36. ve 40.
maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
107. Erdal TERCAN, Kanun'un 6/A maddesinin (7) numaralı fıkrasının
ikinci cümlesi yönünden bu görüşe katılmamıştır.
H- Kanun'un 93. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un Değiştirilen 9.
Maddesinin (9) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
108. Dava dilekçesinde özetle, Kanun'un 6/A maddesi kapsamında
belirtilen gerekçelerle kuralın, Anayasa'nın 2., 33., 36. ve 40.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
109. 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesi uyarınca, iptali istenilen
kural ilgisi nedeniyle Anayasa'nın 13. ve 26. maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
110. Kanun'un 9. maddesinin iptali istenilen (9) numaralı
fıkrasında, anılan madde kapsamında hâkimin verdiği erişimin engellenmesi
kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının veya aynı mahiyetteki
yayınların başka internet adreslerinde de yayınlanması durumunda ilgili kişi
tarafından Birliğe müracaat edilmesi halinde mevcut kararın bu adresler için de
uygulanacağı öngörülmektedir.
111. Anayasa'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyeti" başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes,
düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya
toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların
müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de
kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan
yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." denilerek
düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kapsamı belirtilmiştir.
112. Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen "düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyeti"nin sınırları ise maddenin ikinci
fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, bu özgürlüğün kullanılması, millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların
önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce
belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel
ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya
yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla
sınırlanabilir.
113. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece "düşünce
ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil, aynı zamanda sahip
olunan "düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma", buna
bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme" özgürlüklerini
de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü bireylerin serbestçe haber ve
bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve
kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla
birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi,
savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.
114. Anayasa'nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar "söz, yazı, resim
veya başka yollar" olarak ifade edilmiş ve "başka yollar"
ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu
gösterilmiştir.
115. Öte yandan, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü mutlak ve
sınırsız değildir. Nitekim Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin koruma altına
aldığı düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti Anayasa'nın 13. maddesindeki
koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle
sınırlandırılabilir. Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere
yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin
özlerine de dokunamaz.
116. İnternet, modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak
üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir değere
sahip bulunmaktadır. Sosyal medya,
medya içeriğini oluşturmak, yayınlamak ve yorumlamak şeklinde bireysel katılıma
imkân veren şeffaf ve karşılıklı iletişim kurulan bir platform şeklindeki medya
kanalıdır. İnternetin sağladığı sosyal medya zemini, kişilerin bilgi ve
düşüncelerini açıklama, paylaşma ve yaymaları için vazgeçilemez niteliktedir.
117. Bir internet sitesine erişimin engellenmesine karar
verildiği hallerde hukuk devletinin önkoşullarından olan hukuki güvenlik ve
hukuki belirlilik ilkelerinin göz önünde bulundurulması zorunludur.
118. İptali istenilen kural uyarınca, erişimin engellenmesi
kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının aynısı ya da aynı
mahiyetteki yayının başka internet adreslerinde de yayınlanması durumunda
Birlik, bir değerlendirme yapacak ve yargı organınca yeni bir karar
alınmaksızın, ilgili kişinin Birliğe müracaat etmesi halinde hâkimin vermiş
olduğu karar, bu adresler için de uygulanacaktır.
119. Hâkimin verdiği erişimin engellenmesi kararına konu kişilik
hakkının ihlaline ilişkin yayının aynısının bir başka internet adresinde
yayınlanması durumunda Birlik tarafından kararın bu adresler için de
uygulanmasında sorun bulunmamaktadır. Bu durumda mevcut kararın bu adresler
için de uygulanması, söz konusu hâkim kararının yerine getirilmesinden ibarettir.
Çünkü belirtilen yayının kişilik hakkını ihlal ettiği mahkeme tarafından tespit
edilmiş durumdadır. Birliğin burada yapacağı şey, söz konusu yayının aynı olup
olmadığını ve ihlale konu yayının belirtilen internet adresinde aynen veya bir
parçasının yayınlanıp yayınlanmadığını belirlemekten ibarettir. Ayrıca, hâkim
kararını etkisiz kılacak şekilde çok küçük değişiklikler yapılmak suretiyle
aynı eylemin gerçekleştirilmesi halinde de ihlale konu yayının aynı olduğu
kabul edilmelidir. Burada Birlik tarafından hukuki bir değerlendirme yapılması
söz konusu olmayıp maddi olay tespit edilecektir. Bu durumda da erişimin
engellenmesi kararının uygulanacağı yayın, daha önce hâkim kararıyla tespit
edilmiş olduğundan herhangi bir belirsizlikten bahsedilemeyeceği gibi ifade
hürriyetinin keyfi veya ölçüsüz şekilde sınırlandırılmasından da söz
edilemez.
120. Ancak, hâkimin 9. madde kapsamında verdiği erişimin
engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin "aynı
mahiyetteki yayınların" başka internet adreslerinde yayınlanması
durumunda ilgili kişinin Birliğe başvurması halinde bunun tespiti de Birliğe
bırakılmaktadır. Aynı mahiyetin tespiti, yayının aynı olmasından farklı olup,
bu yayının içeriğinin değerlendirilmesini gerektirmektedir. "Aynı
mahiyetteki yayınlar", hâkimin vermiş olduğu erişimin engellenmesi
kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayın ile aynı olmayan, ancak
yöneldiği sonuç bakımından ilgilinin kişilik hakkını ihlal edebilecek mahiyette
olan yayınlardır. Kişilik hakkının kapsamı ve hangi eylemlerin kişilik hakkını
ihlal ettiği ise ilgili tarafların toplumsal, ekonomik, siyasal ve hukuki
konumları, söz konusu yayının ulaştığı kitle ve bu yayının ifade özgürlüğü
kapsamında bulunup bulunmadığı gibi birçok hukuki konunun değerlendirilmesini
ve buna göre karar verilmesini gerektirmektedir. Bu kapsamda iptali istenilen
kuralla aynı mahiyetteki yayınların ESB'ye erişimin engellenmesine yönelik
olarak verilen yetki, kanunilik ilkesinin asgari şartı olan kanunun anlaşılır,
açık ve net olması zorunluluğunu karşılamadığı gibi kapsam ve sınırları da
belirsizdir. Kural "aynı mahiyetteki yayınlar" yönünden
belirli ve öngörülebilir değildir.
121. Öte yandan, Birlik tarafından hakimin verdiği erişimin
engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin aynı mahiyetteki
yayınların başka internet sitesinde yayınlanması halinde bu siteler hakkında da
erişimin engellenmesi kararının uygulanması, bu sitelerden yararlanılmasını
engellediğinden ifade özgürlüğünü de ölçüsüzce sınırlandırmaktadır.
122. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen kuralda yer alan ".veya
aynı mahiyetteki yayınların." ibaresi, Anayasa'nın 2., 13. ve 26.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
123. Kuralın kalan bölümü ise Anayasa'nın 2., 13. ve 26.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
124. Serdar ÖZGÜLDÜR kuralda yer alan "...veya aynı
mahiyetteki yayınların..." ibaresinin iptali ile ilgili sonuca farklı
gerekçe ile katılmış, kuralın "...veya aynı mahiyetteki yayınların..."
ibaresi dışında kalan bölümü için bu görüşe katılmamıştır.
125. Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ile Rıdvan GÜLEÇ kuralda yer alan
"...veya aynı mahiyetteki yayınların..." ibaresinin iptali ile
ilgili bu görüşe katılmamışlardır.
126. Kuralın Anayasa'nın 33., 36. ve 40. maddeleriyle bir ilgisi görülmemiştir.
I- Kanun'un 100. Maddesiyle, 5651 sayılı Kanun'a Eklenen Geçici 3.
Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi
127. 5651 sayılı Kanun'a 6518 sayılı Kanun'un 100. maddesiyle
eklenen geçici 3. maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesi, 27.3.2015
tarihli, 6639 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 30. maddesiyle değiştirilmiştir.
128. Bu nedenle, konusu kalmayan bu cümleye ilişkin iptal talebi
hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
İ- Kanun'un 85. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'un 2. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasına Eklenen (o) Bendinde Yer Alan "...ve benzeri
yöntemler kullanılarak..." İbaresinin İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
129. Dava dilekçesinde özetle, erişimin engellenmesi tanımında
erişimin engellenmesi sırasında kimi yöntemlerden "benzeri
yöntemler" olarak söz edilmesinin 5651 sayılı Kanun'un amacı ve
kapsamı ile çeliştiği ve hukuki belirsizliğe sebebiyet verdiği, internet ortamında
yapılan yayınların düzenlenmesi, içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim
sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcıların yükümlülük ve sorumlulukları ile
internet ortamında işlenen suçlarla içerik, yer ve erişim sağlayıcıları
üzerinden mücadeleye ilişkin normların açık, anlaşılabilir ve sınırları belirli
kurallar içermesi gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
130. İptali istenilen ibarenin bulunduğu kuralda erişimin
engellenmesinin tanımı yapılarak, erişimin engellenmesinin, alan adından
erişimin engellenmesi, IP adresinden erişimin engellenmesi, içeriğe (URL)
erişimin engellenmesi ve benzeri yöntemler kullanılarak erişimin engellenmesini
ifade ettiği belirtilmektedir. İptali istenilen kural "...ve benzeri
yöntemler kullanılarak..." ibaresidir.
131. Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin
temel ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması,
ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi
de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey,
yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale
yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düşen
yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlayabilir. Hukuk güvenliği,
normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
132. Erişim engelleme, internet ortamında yayın yapan bir siteye
girişin çeşitli yöntemlerle önlenmesidir. Başka bir ifadeyle, çeşitli
tekniklerle kullanıcıların bir internet sitesine ulaşımının engellenmesidir.
İnternet sitelerine erişimin engellenmesi için kullanılan tek bir yöntem
bulunmamaktadır. Engellemenin kapsamı, kullanılan teknik, engelleme süresi,
engelleme öncesi ve sonrası takip edilen süreç teknolojik gelişmeye göre
değişmektedir.
133. Kanun koyucu, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda internet
faaliyetleri konusundaki gelişmeleri gözeterek düzenleme yapma yetkisine
sahiptir. Ancak, kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan
bu takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı
ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
134. Gelişen koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler
alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu
alanlarda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
idare tekniğine ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamayacağı gibi yürütme organının yasama organı tarafından
çerçevesi çizilmiş alanda ve değişen koşullara uyum sağlayabilecek esnekliğe
sahip kriterlere uygun olarak, genel nitelikte hukuksal tasarruflarda bulunması,
hukuk devletinin belirlilik ilkesine de aykırı olarak değerlendirilemez.
135. İptali istenilen ibarenin bulunduğu kuralın, internet
ortamındaki gelişmelerin dinamik ve değişken olması gözetilerek, meydana gelen
bilimsel ve teknolojik gelişmelerden faydalanmak suretiyle değişen koşullara
uyularak erişimin engellenmesinin yapılabilmesi için kamu yararı amacıyla
getirildiği anlaşılmıştır.
136. İptali istenilen ibarenin bulunduğu kuralda, erişimin
engellenmesinin tanımı yapılırken alan adından erişimin engellenmesi, IP
adresinden erişimin engellenmesi, içeriğe (URL) erişimin engellenmesi
yöntemleri sayılmış ve devamında "...ve benzeri yöntemler
kullanılarak..." erişimin engellenebileceği belirtilmiştir.
Erişimin engellenmesi usulleri, özel bir uzmanlık ve teknik bilgi isteyen,
hızlı, teknolojik ve bilimsel gelişmeler karşısında çok hızlı değişen ve
gelişen tekniklerdir. Bu nedenle, bu tedbirlerin neler olduğunun kanun
koyucu tarafından önceden tek tek belirlenmesi mümkün değildir. Kanun
koyucunun erişimin engellenmesi yöntemlerini açık bir şekilde saydıktan sonra
bu engelleme yöntemlerine benzer biçimde yapılan erişimin engellenmesini de bu
kapsamda değerlendirmesinde hukuk devletine aykırılık bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, "... ve benzeri yöntemler kullanılarak..."
ibaresinin belirsiz olduğundan ve keyfi uygulamalara yol açacağından söz
edilemez.
137. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
J- Kanun'un 85. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un 2. Maddesinin
(1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (r) Bendinin İncelenmesi
1- İptal
Talebinin Gerekçesi
138. Dava dilekçesinde özetle, gerek yurt içinde gerekse yurt
dışında faaliyet yürütenlere internet sayfalarında bulunan e-mail adreslerinden
geçerli tebligat yapılabilmesine olanak sağlayan düzenlemenin ülkemizin
tebligat mevzuatına aykırı olduğu gibi uluslararası anlaşmalarla korunan hukuki
menfaatleri ve tebligat güvenliğini de zedelediği, hukuk devleti ilkesiyle
çeliştiği, 5651 sayılı Kanun kapsamındaki faaliyetleri yurt içinden veya yurt
dışından yürütenlere internet sayfalarındaki iletişim araçları, alan adı, IP
adresi ve benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden elektronik posta
yoluyla bildirim yapılması durumunda, gönderilen e-mailin gidip gitmediği,
muhatabına ulaşıp ulaşmadığı, ulaştı ise ne zaman görülüp açıldığı, açıldı ise
tebellüğ yetkisine sahip olanlar tarafından alınıp alınmadığı hususları
yanında, ayrıca yurt dışında bulunan hizmet sağlayıcısının tabi olduğu kamu
hukukunu ihlal edebilecek bir düzenleme olduğu, 6518 sayılı Kanun'un 86.
maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 3. maddesine eklenen üçüncü fıkranın Anayasa'ya
aykırılığının, bu düzenlemenin Kanun metninde ifadesini bulduğu Kanun'un 2.
maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r) bendinin de kaçınılmaz bir biçimde
sakatlanması ve Anayasa'ya aykırı olması sonucunu doğuracağı, ayrıca bu şekilde
bir uygulamanın birçok hukuki sürecin ilgili tarafın haberi olmadan
başlayabileceği anlamını taşıdığı gibi hak arama hürriyetini ciddi bir şekilde
tehdit edebileceği, birçok durumda, idari eylem ve işlemlerin muhatabı olan
kişilerin dava, itiraz v.s. süreleri kaçırabileceği ve hak arama özgürlüğünden
mahrum kalacakları, hak arama hürriyeti ihlalinin beraberinde Anayasa'nın 40.
maddesinin ihlal edilmesi sonucunu doğuracağı, iptali istenilen kurallar ile
hak arama hürriyetinin ihlali halinde idari işlemlerin muhataplarının yetkili
makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkının
tanınmadığı ve anılan hükümlerle ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve
mercilere başvuracağına ve süresine yer verilmediği belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2., 36. ve 40. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya
Aykırılık Sorunu
139. Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen
(r) bendinde, uyarı yöntemi tanımlanmış ve uyarı yönteminin; internet ortamında
yapılan yayın içeriği nedeniyle haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişiler
tarafından içeriğin yayından çıkarılması amacıyla, öncelikle içerik
sağlayıcısına, makul sürede sonuç alınamaması hâlinde yer sağlayıcısına,
iletişim adresleri üzerinden gerçekleştirilecek bildirim yöntemini ifade ettiği
belirtilmiştir.
140. Uyarı yöntemi, Kanun'un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrası
ile ilgili bulunmakta ve bu fıkrada; internet ortamında yapılan yayın içeriği
nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden gerçek ve tüzel
kişiler ile kurum ve kuruluşların, içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması
hâlinde yer sağlayıcısına başvurarak uyarı yöntemi ile içeriğin yayından çıkarılmasını
isteyebileceği gibi doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin
engellenmesini de isteyebileceği öngörülmektedir. İptali istenilen kural da,
uyarı yönteminin nasıl yapılacağına ilişkin bir hükümdür.
141. Kanun'un 2. maddesinin (r) bendinde belirtilen uyarı
yönteminde, kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişiler, içeriğin
yayından çıkarılması amacıyla öncelikle içerik sağlayıcısına, makul sürede
sonuç alınamaması hâlinde yer sağlayıcısına iletişim adresleri üzerinden başvuracaklardır.
Kanun'un 9. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan, "İnternet
ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiğini
iddia eden kişilerin talepleri, içerik ve/veya yer sağlayıcısı tarafından en
geç yirmi dört saat içinde cevaplandırılır." hükmü karşısında
içerik ve (veya) yer sağlayıcısı, içeriğin yayından çıkarılması talebini 24
saat içinde cevaplamalıdır. İçerik ve yer sağlayıcısına başvurma hakkı zorunlu
bir hak olmayıp, kişilik hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişi, içeriğe
erişimin engellenmesini doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak da isteyebilir.
142. İptali istenilen kuralda, yetkili makamlarca yapılacak bir
bildirimden değil, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle,
haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişiler tarafından yapılacak, içeriğin
yayından çıkarılmasına ilişkin bir bildirim yönteminden bahsedilmekte ve bu
bildirimin içerik veya yer sağlayıcıların iletişim adreslerine yapılacağı
öngörülmektedir. Kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin uyarı
yöntemine başvurma zorunluluğu bulunmamakta, bu kişilerin içerik veya yer
sağlayıcılara başvurmadan doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğin
yayından kaldırılmasını talep etme hakları da bulunmaktadır. Dolayısıyla, söz
konusu hüküm sebebiyle yapılacak bildirim sonucunda kişilerin hak arama
özgürlüğünü olumsuz etkileyecek bir durum söz konusu değildir.
143. Öte yandan, Kanun'un 2. maddesinin (r) bendinde
belirtilen "uyarı yöntemi"ne ilişkin tanımda, kişilik
haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişiler tarafından içerik ve yer
sağlayıcısının iletişim adresleri üzerinden bildirim yapmaları öngörülmektedir.
İletişim adresi ise içerik ve yer sağlayıcıya ulaşılabilecek belli adresler
olup bu hususta düzenleme yapılması anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamındadır.
144. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
145. Kuralın Anayasa'nın 40. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
K- Kanun'un 86. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un 3. Maddesine
Eklenen (3) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
146. Dava dilekçesinde özetle, Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (r) bendi kapsamında belirtilen gerekçelerle kuralın, Anayasa'nın
2., 36. ve 40. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
147. Kanun'un 3. maddesinin iptali istenilen (3) numaralı
fıkrasında, Kanun kapsamındaki faaliyetleri yurt içinden ya da yurt dışından
yürütenlere, internet sayfalarındaki iletişim araçları, alan adı, IP adresi ve
benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden elektronik posta veya diğer
iletişim araçları ile bildirim yapılabileceği öngörülmüştür.
148. Günümüzde elektronik sistem oldukça yaygınlaşmış ve hayatın
her alanında kullanılır hale gelmiştir. Gelişen teknolojiye uygun olarak
tebligatlarda da elektronik ortamın kullanılması gündeme gelmekte, hatta bazı
alanlarda elektronik tebligatın uygulanması zorunluluğunu gerektirmektedir.
149. 5651 sayılı Kanun'un 1. maddesinde bu Kanun'un amaç ve
kapsamının, içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım
sağlayıcıların yükümlülük ve sorumlulukları ile internet ortamında işlenen
belirli suçlara içerik, yer ve erişim sağlayıcıları üzerinden mücadeleye
ilişkin esas ve usulleri düzenlemek olduğu belirtilmiştir. İptali istenilen
kural ile de 5651 sayılı Kanun kapsamındaki faaliyetleri yurt içinden ya da
yurt dışından yürütenlere elektronik ortamda veya diğer iletişim araçları ile
bildirim yapılabileceği öngörülmüştür. Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, içerik, yer ve erişim sağlayıcılarının yönetmelikle belirlenen esas
ve usuller çerçevesinde tanıtıcı bilgilerini kendilerine ait internet ortamında
kullanıcıların ulaşabileceği şekilde ve güncel olarak bulundurmakla yükümlü
oldukları, aynı maddenin (2) numaralı fıkrası uyarınca da bu yükümlülüğü yerine
getirmeyen içerik, yer ve erişim sağlayıcısına Başkanlık tarafından idari para
cezası verileceği belirtilmiştir. Bu madde kapsamında yer alan içerik, yer,
erişim ve toplu kullanım sağlayıcılar belirtilen hüküm gereği kendilerine
ulaşılabilecek şekilde tanıtım bilgilerini internet sayfasında güncel olarak
bulundurmakla zorunludurlar.
150. İçerik, yer, erişim ve toplu kullanım sağlayıcıların yapmış
oldukları işin bilişim sistemine ait olması, yerine getirdikleri hizmetler
açısından yapılacak bildirimlerin en kısa sürede kendilerine ulaşmasının
gerekmesi, teknolojik alanda meydana gelen hızlı değişim ve bilişim
sistemlerinin ilerlemesi göz önüne alındığında iptali istenilen kuralın bu
kişilere yapılacak bildirimin en hızlı ve en kısa sürede gerçekleştirilmesini
sağlamak için kamu yararı amacına yönelik olarak çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
151. Kuralda belirtilen kişilere elektronik posta veya diğer iletişim
araçları ile yapılabilecek olan bildirimin, kendilerine ulaştığının tespit
edilebilmesi karşısında, iptali istenilen kuralda hukuki güvenlik ilkesine ve
hak arama özgürlüğüne aykırılık bulunmamaktadır.
152. Öte yandan, içerik, yer, erişim ve toplu kullanım
sağlayıcılara elektronik posta ile yapılacak olan bildirimler, internet
sayfalarındaki iletişim araçları, alan adı, IP adresi ve benzeri kaynaklarla
elde edilen bilgiler üzerinden yapılabilecektir. İptali istenilen kuralda,
benzeri kaynaklarla elde edilen bilgiler üzerinden elektronik posta ile
bildirim yapılabilmesinin belirtilmesinin, yeni teknolojik gelişmelerin ortaya
çıkması halinde değişen koşullara uyum sağlanarak bildirim yapılabilmesine
olanak sağlanması amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Benzeri kaynaklarla elde
edilen bilgilerden kastedilenin ise kuralda sayılan internet sayfalarındaki
iletişim araçları, alan adı, IP adresi gibi internetten belirlenebilecek
hususlar olduğu açıktır. Bu nedenle, kuralın bu yönüyle belirsiz olduğundan söz
edilemez.
153. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., ve 36.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
154. Kuralın Anayasa'nın 40. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
L- Kanun'un 87. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un 4. Maddesine
Eklenen (3) Numaralı Fıkranın ve Kanun'un 88. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un
5. Maddesine Eklenen (5) Numaralı Fıkranın ve Kanun'un 89. Maddesi ile 5651
Sayılı Kanunun 6. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (d) Bendinin
İncelenmesi
1- İptal Taleplerinin Gerekçeleri
155. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen hükümlerin,
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın, tüm internet kullanıcılarının
iletişim verilerinin, herhangi bir hukuki sınırlama veya engelleme olmadan
toplamasını mümkün hale getirmek için düzenlendiği, tüm bu süreç boyunca
kısıtlamanın muhatabı olan kişilerin hiçbir şekilde bilgi akışından haberinin
olmayacağı, idarenin tamamen keyfi olarak verdiği bu karar nedeniyle zarar
görecek kişinin itiraz etmesinin mümkün olmadığı gibi yer ve erişim
sağlayıcının da bu karara itiraz etmekte bir menfaatinin bulunmadığı, özel
hayata müdahaleye sebep olacak bu uygulamanın hak arama hürriyetini ortadan
kaldırmasının ötesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 13. maddesinde
öngörülen etkili başvuru yolunu kullanılamaz hale getirdiği, iptali istenilen
kuralların Anayasa'nın "Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen
hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir." kuralına çok
açık bir biçimde aykırılık teşkil ettiği, ".kanunda öngörülen
haller"in nelerden ibaret olduğunun 6518 sayılı Kanun'un hiçbir
maddesinde belirtilmediği, öte yandan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı
(TİB) tarafından içerik (yer ve erişim) sağlayıcısından talep edilecek olan
bilgilerin mahiyetinin belirsiz olmasının yanı sıra, talep yönteminin de net ve
sarih olmadığı, bilginin hassas bilgi, şahsi bilgi, gizli bilgi, ticari sır
gibi çeşitli türlerinin bulunduğu, bu tür bilgilerin hangisinin hangi
yöntemlerle talep edileceğinin kişisel hakların, mahremiyetin ve özel hayatın
gizliliğinin korunması için elzem olduğu, iptali istenilen hükümlerde
Başkanlıkça bildirilen tedbirleri almakla yükümlü olduğu öngörülse de bu
tedbirlerin ne olduğunun açıklanmadığı, dolayısı ile belirsiz olduğu,
Anayasa'nın 13. maddesine göre, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlanabileceği, oysa iptali istenilen kurallarda içerik, yer ve erişim
sağlayıcılar tarafından, talebi halinde Başkanlığa teslim edilecek kişisel
bilgilere Başkanlığın erişimini sınırlandıracak herhangi bir düzenlemeye yer
verilmediği, temel bir hakka müdahale niteliğindeki bir işlemin objektif olarak
amaçlanan kamu yararını gerçekleştirmeye elverişli ve bu amaç doğrultusunda
zorunlu olmasının gerektiği, iptali istenilen hükümler uyarınca içerik, yer ve
erişim sağlayıcıları TİB'in talep ettiği özel hayata ilişkin bütün bilgiler de
dahil olmak üzere her türlü bilgiyi Başkanlığa teslim etmek zorunda
olduklarından hak arama hürriyetinin ortadan kaldırıldığı, bu anayasal hakkı
ihlal edilenlerin hangi kanun yollarını kullanarak, hangi mercilere başvuracağı
ve sürelerinin gösterilmediği belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2., 13.,
20., 36. ve 40. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
156. Kanun'un 4. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, içerik
sağlayıcının,Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının, bu Kanun ve
diğer kanunlarla verilen görevlerinin ifası kapsamında talep ettiği bilgileri
talep edilen şekilde Başkanlığa teslim edeceği ve Başkanlıkça bildirilen
tedbirleri alacağı öngörülmektedir.
157. Kanun'un 5. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (d) bendinde ise, yer ve erişim sağlayıcıların
Başkanlığın talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde Başkanlığa teslim
etmekle ve Başkanlıkça bildirilen tedbirleri almakla yükümlü oldukları
belirtilmektedir. Söz konusu kurallarda Kanun'un 4. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında belirtilen "Başkanlığın bu Kanun ve diğer kanunlarla
verilen görevlerinin ifası kapsamında" ibaresi yer almamaktadır.
158. İptali istenilen kurallar uyarınca içerik, yer ve erişim
sağlayıcılar, TİB tarafından talep edilen bilgileri talep edildiği şekilde
TİB'e teslim etmekle ve TİB tarafından bildirilen tedbirleri almakla yükümlü
tutulmuşlardır.
159. Anayasa'nın 20. maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu,
özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; son
fıkrasında da, herkesin kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme
hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler
hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya
silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenmeyi de kapsadığı ifade edilmiştir. Maddede ayrıca kişisel verilerin ancak
kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği ve
kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği
hükmüne de yer verilmiştir. Madde gerekçesinde de, özel hayatın korunmasının
her şeyden önce bu hayatın gizliliğinin korunması, resmi makamların özel hayata
müdahale edememesi anlamına geldiği belirtilmiştir.
160. Özel hayatın gizliliği ve korunması özgürlüğünün
kullanılması demokratik bir toplumda, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen
nedenlere bağlı olarak, kanunla, belli koşullara, sınırlamalara bağlanabilir.
Ancak, getirilen ve zorunlu tedbir niteliğinde olan bu sınırlamalar Anayasa'nın
13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz.
161. Temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar hakların
özüne dokunamaz. Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum
düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Anayasal açıdan
dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük açısından farklılık göstermekle
birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için
temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına
engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.
162. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, amaç ve
araç arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder.
Ölçülülük, aynı zamanda yasal önlemin sınırlama amacına ulaşmaya elverişli
olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı kapsamasını ve sınırlayıcı önlemin
demokratik toplum düzeni bakımından zorunluluk taşımasını da içeren bir
ilkedir.
163. Anayasa'da güvence altına alınan haklara kamu gücü tarafından
bir sınırlama imkânı getirildiği hâllerde ilgili Kanun'da böyle bir yetkinin
kullanılmasına ilişkin kapsam ve usullerin yeterli bir açıklıkla belirtilmesi
gerekmektedir.
164. İptali istenen kurallarda geçen "bilgi" kelimesi
en kısa tanımıyla "işlenmiş veri"dir. Kişisel veri
kavramı ise belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye
ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Dolayısıyla iptali istenilen
kurallarda geçen bilgi kelimesi kişisel verileri de kapsamaktadır. Kişisel
verilerin korunması hakkı, kişinin insan onurunun korunmasının ve kişiliğini
serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve
özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır.
Ancak söz konusu hak sınırsız değildir. Kişisel verilerin korunması hakkı, veri
sahibinin mutlak ve sınırsız bir veri hâkimiyetini mümkün kılmamaktadır.
Nitekim Türkiye'nin imzaladığı ancak uygulama kanununun yürürlüğe
konmaması nedeniyle taraf olmadığı 1981 tarihli ve 108 sayılı Kişisel Verilerin
Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunmasına Dair Avrupa
Konseyi Sözleşmesi'nin 9. maddesinde de devlet güvenliği, kamu güvenliği,
devletin ekonomik menfaatlerinin korunması ve suçlarla mücadele edilmesi,
ilgilinin veya üçüncü kişilerin hak ve özgürlüklerinin korunması ile verilerin
istatistiki veya bilimsel amaçlarla kullanılması durumlarında, kişisel
verilerin korunmasına sınırlamalar getirilebileceği öngörülmüştür.
165. Bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde, kişisel
verilerin derleme, sınıflandırma, saklama işlemlerine tabi tutulması ve
istendiğinde kolayca sunulabilmesi kolaylaşmış ve bunun sonucunda özel yaşamla
ilgili bu bilgilerin haksız olarak kullanılması riski de ortaya çıkmıştır. Bu
teknolojiler, kişisel verilerin kişinin rızası alınmadan başkalarına
açıklanmasına ve bilginin bulunduğu yerden başka yerlere aktarılmasına imkân
sağlamaktadır.
166. İnternet, ticaretten siyasete, basın-yayından devlet
işlemlerine kadar hayatımızın her alanında çok yoğun kullanılan bir iletişim
aracıdır. Bireylerin hak ve hürriyetlerini kullanırken devletin müdahalesine
uğrayacakları endişesine sahip olmaları, bu hak ve hürriyetlerini serbestçe
kullanmalarını engellemekte, bireylerin demokratik toplum düzeninin temellerini
inşa etme fonksiyonunu geri dönülmez biçimde zedelemektedir. Bireyler interneti
Anayasa'da tanımlı birçok hak ve hürriyetin kullanılması noktasında
araçsallaştırmaktadır. Örneğin bireyler haberleşme özgürlüğünü, düşünce ve
ifadeyi yayma özgürlüğünü, eğitim ve öğrenim hürriyetini, haber alma
hürriyetini, iktisadi girişim hürriyetini internet yoluyla kullanabilmektedirler.
Bu hürriyetlerin sınırlandırılma sebepleri de her bir hürriyeti düzenleyen
Anayasa hükmünde yer almaktadır.
167. Türkiye'de telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin
içeriğini kontrol etmekle yükümlü TİB'in oluşturulmasındaki temel amaç,
iletişimin izlenmesi ve tespit edilmesi uygulamalarında yetkileri
merkezileştirmektir. 5651 sayılı Kanun'a göre TİB, internet içeriğinin
izlenmesi ve denetlenmesi ile hâkim, mahkeme ve Cumhuriyet savcıları tarafından
verilmiş erişim engelleme kararlarının uygulanmasından sorumludur. Ayrıca TİB,
Türkiye'de bulunan belli bazı internet içeriklerine ve 8. maddede sayılan
suçlar bağlamında Türkiye dışında yer alan içeriğe erişimi, bazı suçlar
yönünden idari kararla engelleme yetkisine de sahiptir. TİB'in ayrıca
internetteki içerik izleme sistemlerinin yapısı, zamanlaması ve yöntemlerini,
filtreleme, engelleme ve izleme için kullanılacak yazılım ya da donanımın
üretimine ilişkin asgari ölçütleri belirleme yetkisi de vardır.
168. İptali istenilen hükümlerde yalnızca talep edilen bilgiden
bahsedildiği ve bu konuda açıklayıcı bir düzenleme olmadığı için, "kişisel
veri" veya "isteme bağlı veri" olarak
adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü bilgilerin
TİB tarafından istenebileceği kuşkusuzdur. Yine Kanun'un 5. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında ve 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, yer
ve erişim sağlayıcıların internet trafik bilgilerini saklama görevleri
kapsamında trafik bilgilerinin de TİB tarafından istenilecek bilgi kapsamında
olduğu açıktır. Bunun yanında, iptali istenilen kurallarda belirtilen
yükümlülüklerini yerine getirmedikleri takdirde yer sağlayıcılar Kanun'un 5.
maddesinin (6) numaralı fıkrası, erişim sağlayıcılar ise Kanun'un 6. maddenin
(3) numaralı fıkrası uyarınca idari para cezaları ile cezalandırılacaklardır.
Diğer yandan, madde hükümlerine göre içerik, yer ve erişim sağlayıcılar
tarafından talep edilen bilgilerin verilmesinden ilgili kişilerin haberdar
olmalarına ilişkin bir düzenleme de Kanun'da bulunmamaktadır. Dolayısıyla
kişilerin kendileri ile ilgili bilgilerin TİB'e verilmesinden haberdar olmaları
da söz konusu olmayacaktır.
169. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının, internet ortamında
yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele
edilmesi ve kendisine verilen görevleri yerine getirebilmesi için kişisel
veriler de dâhil olmak üzere bir takım bilgi ve belgelere ihtiyacının bulunması
kaçınılmazdır. Ancak iptali istenilen kurallarda, TİB'in Kanun'daki görevlerini
yerine getirme noktasında içerik, yer ve erişim sağlayıcılardan isteyeceği
bilginin kapsamı ve getirebileceği yükümlülüklerin çerçevesi belirlenmemiş,
içerik, yer ve erişim sağlayıcılardan bilgi talep etme yetkisinin kapsamı
kişisel verilerin korunmasına ilişkin gerekli teminatlar sağlanarak
sınırlandırılmamış ve bildirilen tedbirleri alma noktasında da kapsamı
belirlenemeyen yükümlülükler yüklenmiştir. Kanun'un 4. maddesinin iptali
istenilen (3) numaralı fıkrasında "Başkanlığın bu Kanun ve diğer
kanunlarla verilen görevlerinin ifası kapsamında;" denilerek
genel bir belirleme yapılmıştır. Ancak bu genel belirleme, Kanun'un; iptali
istenilen 5. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (d) bendinde yer almamaktadır. Bu çerçevede iptali
istenilen kurallarda, TİB'in hangi koşullarda ve hangi gerekçelerle istediği
bilgilerin içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından Başkanlığa teslim
edileceğine ya da verilen bilgilerin ne kadar süre ile TİB'de saklanacağına,
talep edilen bilgilerin mahiyetine, içerik, yer ve erişim sağlayıcılara
bildirilecek tedbirlere ilişkin herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır.
Kurallar bu yönleriyle belirli ve öngörülebilir değildirler.
170. Özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar
geniş bir kavram olup devletin yetkili temsilcileri tarafından ilgililer
hakkında rızaları olmaksızın bilgi toplanmasının her zaman söz konusu kişinin
özel hayatını ilgilendireceği kuşkusuzdur. İptali istenilen kurallar, kişinin
açık rızası olmaksızın kişisel verilerine ulaşılmasına ve bu kişisel verilerin
işlenip, bilgi halinde TİB'e teslim edilmesine olanak tanımaktadır. Anayasa'nın
20. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kişisel veriler, ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin
korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir."
denilmektedir. Anayasa'nın bu hükmünde yer alan kişisel verilerin işlenmesine
ilişkin "kanunda öngörülen haller"in nelerden ibaret olduğu
5651 sayılı Kanun'da açıkça belirtilmemiştir. İptali istenilen kurallar,
Anayasa'da yer alan güvenceye rağmen, kişilere ait her türlü kişisel veri,
bilgi ve belgelerin konu, amaç ve kapsam bakımından yeterli sınırlamaya tabi
kılınmaksızın koşulsuz olarak TİB'e verilmesine imkân tanımakta, böylece
kişiler idareye karşı korumasız hale getirilmektedirler. Dolayısıyla iptali
istenilen kurallar, belirli ve öngörülebilir olmadığından kişilerin kişisel
verilerin korunması hakkını ölçüsüzce sınırlandırmakta ve Anayasa'nın 20.
maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
171. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 2., 13. ve 20.
maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
172. Serruh KALELİ, Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, Kadir ÖZKAYA ile
Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamışlardır.
173. Kuralların Anayasa'nın 36. ve 40. maddeleri ile bir ilgisi
görülmemiştir.
M- Kanun'un 88. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'un 5. Maddesine
Eklenen (3) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
174. Dava dilekçesinde özetle, Kanun'un 5. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında öngörülen saklama süresinin uluslararası ve Avrupa hukuku
düzenlemelerine nazaran uzun ve geniş kapsamlı olmasına ek olarak saklanan
verilerin güvenliği ile ilgili herhangi bir önleme de işaret edilmemiş
olmasının ifade özgürlüğü ve özel yaşamın gizliliği açısından ciddi bir tehlike
doğurduğu, ifade özgürlüğü açısından bu bilgilerin her an erişime açık bir
şekilde saklanmasının, muhalif görüşlerin özel alanda dahi ifade edilmesini
engelleyecek boyutta bir otosansür uygulamasına ve korku toplumuna yol
açabilecek nitelikte olduğu, kanun değişiklikleriyle verilerin saklanmasına
ilişkin yeterli korumanın getirilmemiş olmasının özel hayatın gizliliğinin,
yalnızca kamuya mal olmuş insanların ve bilgiye erişim hakkının önüne
geçebildiği ölçüde gündeme getirildiği izlenimini verdiği, anılan düzenlemenin
internet erişim sağlayıcılarının üzerinde mali bir yük oluşturacağı ve internet
kullanım maliyetlerini artıracağı, iptali istenilen kuralla yer sağlayıcı
yönünden getirilen yer sağladığı hizmetlere ilişkin trafik bilgilerini bir
yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere yönetmelikte belirlenecek süre
kadar saklama ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlama
yükümlüğünün belirli ve öngörülebilir kurallara bağlanmaksızın idareye yetki
verilmesi suretiyle sağlanmaya çalışıldığı, süreleri belirleme yetkisinin
genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz şekilde idareye bırakılmasının
yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu, Anayasa'nın 13. maddesine göre
temel hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlandırmaların kanunla öngörülmesi ve
sınırlamaların kanuna uygun olması gerektiği prensibi nazara alındığında, yer
sağlayıcıya, yer sağladığı hizmetlere ilişkin trafik bilgilerini saklama ve bu
bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlama yükümlülüğüne
ilişkin sürenin belirlenmesinin yönetmeliğe bırakılmasının Anayasa'ya
aykırı olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7., 13., 20. ve 26.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
175. Kanun'un 5. maddesinin iptali istenilen (3) numaralı
fıkrasında, yer sağlayıcının, yer sağladığı hizmetlere ilişkin trafik
bilgilerini bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere yönetmelikte
belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve
gizliliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.
176. Anayasa'nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye
Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği
öngörülmüştür. Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir.
177. İnternet ortamında işlenen suçların takibi ve tespiti
amacıyla kişisel veriler de dâhil olmak üzere internet trafik bilgilerine
ihtiyaç bulunmaktadır. Trafik bilgisinin tanımı, 5651 sayılı Kanun'un 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinde yapılmıştır. Buna göre trafik
bilgisi, taraflara ilişkin IP adresi, verilen hizmetin başlama ve bitiş zamanı,
yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri miktarı ve varsa abone kimlik
bilgilerini ifade etmektedir. Kişisel veri kavramı da, belirli veya
kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri
içermektedir. Dolayısıyla trafik bilgisinin kapsamına, kişisel veriler de
girmektedir. Kişisel verilerin korunması hakkı, kişinin insan onurunun
korunmasının ve kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi
olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında
korumayı amaçlamaktadır. Ancak söz konusu hak sınırsız değildir. Kişisel
verilerin korunması hakkı, veri sahibinin mutlak ve sınırsız bir veri
hâkimiyetini mümkün kılmamaktadır. Kanun koyucu, iptali istenilen kuralı,
internet üzerinden işlenen suçlarla mücadele edilmesi açısından önemli ve
gerekli olan bilgilerin kaybolmasının önlenmesi ve faillerin ortaya
çıkarılmasının sağlanması amacıyla düzenlemiştir. Anılan düzenlemenin anayasal
sınırlar içinde kanun koyucunun takdirinde olduğu açıktır.
178. Trafik bilgisi, bir internet kullanıcısının özel hayatı ile
ilgili birçok detayı, kişisel tercihleri, politik eğilimlerini, sağlık
bilgilerini, ticari sırlarını ifşa edebilecek nitelikte kritik bilgiler içeren
bir veri türüdür. Bu nedenle, trafik bilgileri ile bir kişinin hayatı ile
ilgili neredeyse her detayın kolayca tespit edilmesine imkân bulunmaktadır.
Ancak yer sağlayıcılar, yer sağladıkları hizmetlere ilişkin trafik bilgilerine
yaptıkları işin doğası gereği zaten sahip bulunmaktadırlar. Söz konusu kural
yer sağlayıcıları sadece bu bilgileri belirtilen süre saklama, bu bilgilerin
doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlamakla yükümlü kılmaktadır. Trafik
bilgilerinin yer sağlayıcılar tarafından amacına aykırı kullanılması halinde
Türk Medeni Kanunu'nun ve Türk Ceza Kanunu'nun ilgili hükümlerinin bunlar için
de uygulanacağı tabiidir.
179. İptali istenilen kural uyarınca yer sağlayıcılar tarafından
trafik bilgileri belirtilen süre saklanacak, bu arada söz konusu bilgilerin
doğruluğu, bütünlüğü ve gizliliği de sağlanacaktır. Yer sağlayıcıya bu
bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlama yükümlülüğünün
verilmesi, yer sağlayıcının görevinden kaynaklanan ve kişilerin temel hak ve
özgürlüklerini korumaya yönelik bir sorumluluktur. Aynı zamanda, söz konusu
bilgilerin gizliliğinin sağlanması usulleri gelişen teknoloji ile çok değişik önlemlerin
alınmasını gerektirici nitelikte olup devamlı olarak değişebilecek
niteliktedir. Belirtilen bu hususlar, teknik ve uygulamayı esas alan
detaylarla ilgili olup, kural bu yönüyle belirli ve öngörülebilirdir. Bu
nedenle, iptali istenilen kural hukuki güvenlik ilkesine aykırı değildir.
180. Ayrıca kuralda, kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını
aşırı derecede zorlaştıran ya da ortadan kaldıran ve hakkın özüne dokunan bir
sınırlama bulunmadığından kişisel verilerin korunmasıyla ilgili olarak Anayasa'nın
20. maddesinde belirtilen güvencelere aykırılık da bulunmamaktadır.
181. Öte yandan, iptali istenilen kuralda yer sağlayıcıların
trafik bilgilerini ne kadar süre ile saklayacağı, alt ve üst sınırlar
belirtilmek suretiyle gösterilmiştir. Buna göre, trafik bilgileri bir yıldan az
olmamak üzere iki yıla kadar yönetmelikte belirlenecek süre saklanacaktır.
Dolayısıyla, idarenin düzenlenmesine bırakılan alanın çerçevesi çizilmiş
bulunmaktadır. Bu nedenle, alt ve üst sınır göstermek suretiyle yönetmelikle belirlenecek
olan sürenin sınırları gösterildiğinden yürütmeye verilen yetki yasama
yetkisinin devri niteliğinde değildir.
182. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 7., 13. ve 20.
maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
183. Kuralın Anayasa'nın 26. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
N- Kanun'un 88. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'un 5. Maddesine
Eklenen (4) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
184. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen kural uyarınca yer
sağlayıcıların sınıflandırılabilmesinin ve farklılaştırılabilmesinin usul ve
esaslarının belirlenmesinin yönetmeliğe bırakıldığı ve böylece bu konudaki
düzenlemenin belirli ve öngörülebilir kurallara bağlanmaksızın idareye yetki
verilmek suretiyle sağlanmaya çalışıldığı, bu düzenlemenin yasama yetkisinin
yürütmeye devri anlamına geldiği, ayrıca kural ile yer sağlayıcıların
kategorize edilmesinin kanun ile değil de kim tarafından çıkartılacağı belli
dahi olmayan yönetmeliğe bırakılmasının internet aktörleri arasında eko-sisteme
en fazla katkıda bulunan yer sağlayıcılarının önemine oranla yanlış olduğu gibi
normlar hiyerarşisine de aykırı olduğu ve idareye keyfi bir hareket alanı
tanındığı, dolayısıyla böyle bir düzenleme ile hukuki güvenliğin sağlanabilmesinin
mümkün olmadığı, diğer yandan Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve
özgürlüklere ilişkin sınırlandırmaların kanunla öngörülmesi ve
sınırlamaların kanuna uygun olması gerektiği prensibi nazara alındığında, yer
sağlayıcıların sınıflandırılabilmesinin ve farklılaştırılabilmesinin usul ve
esaslarının belirlenmesinin yönetmeliğe bırakılmasının Anayasa'ya uygun
olmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7. ve 13. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
185. Kanun'un 5. maddesinin iptali istenilen (4) numaralı
fıkrasında, yer sağlayıcıların, yönetmelikle belirlenecek usul ve esaslar
çerçevesinde yaptıkları işin niteliğine göre sınıflandırılabilecekleri ve hak
ve yükümlülükleri itibarıyla farklılaştırılabilecekleri öngörülmektedir.
186. Yer sağlayıcıların birçoğunun sunucularını yurt dışında
barındırdığı, bu durumun ise yasa dışı ve zararlı içerikle mücadelede sorun
oluşturduğu, bu nedenle kanun koyucunun, yer sağlayıcıların kayıt altına
alınarak yasa dışı ve zararlı içerikle mücadeleyi arttırmak, ekonomiye katkıda
bulunulması ve yer sağlayıcılara teşvik politikalarının uygulanmasını sağlamak
için kamu yararı amacıyla söz konusu hükmü çıkardığı anlaşılmaktadır. Bu
hükümle, yer sağlayıcılar için yurt içi yer sağlayıcılık hizmetlerinin vergi
yükünün azaltılması, altyapının geliştirilerek bağlantı hızının arttırılması ve
kayıtlı yer sağlayıcılara, özel bir tarife üzerinden elektrik enerjisi
verilmesi gibi politikalarla teşvik edilmesi imkânı sağlanabilecektir.
187. Kanun'un 2. maddesinin (m) bendinde yer sağlayıcının tanımı
yapılmakta, 5. maddesinde ise yer sağlayıcıların yükümlülükleri ayrıntılı bir
şekilde belirtilmiş bulunmaktadır. İptali istenilen kuralda ise yer
sağlayıcıların sınıflandırılmasında yaptıkları işin niteliğinin
değerlendirileceği ve farklılaştırma yapılırken de hak ve yükümlülüklerinin göz
önüne alınacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla yönetmelikte belirlenen usul ve
esaslar açısından Kanun'da çerçeve belirlenmiş bulunmaktadır. Ayrıca, iptali
istenilen kuralda belirtilen yönetmelikle belirlenecek usul ve esaslar kanunla
düzenlenmesi gerekmeyen, uzmanlık gerektiren ve teknik ayrıntılara ilişkin
hususlardır. Bu hususların düzenlenmesinin yönetmeliğe bırakılması ise yasama
yetkisinin devri ya da idareye Anayasa'dan kaynaklanmayan bir yetkinin
kullandırılması şeklinde nitelendirilemez.
188. Diğer taraftan, dava dilekçesinde söz konusu yönetmeliğin kim
tarafından çıkarılacağının dahi belli olmadığı ileri sürülmüş ise de, Kanun'un
11. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, yer sağlayıcıların yükümlülüklerine
ilişkin esas ve usullerin, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenleneceği öngörülmüştür. Kurum'un da Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumunu ifade ettiği 5651 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (ı) bendi ile 5809
sayılı Kanun'un 3. maddesinin (ee) bendi ile 65. maddesinin (3) numaralı
fıkrasında belirtilmiştir.
189. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
190. Kuralın Anayasa'nın 13. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
O- Kanun'un 88. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'un 5. Maddesine
Eklenen (6) Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
191. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen kural uyarınca TİB
tarafından yer sağlayıcılara idari para cezası verilebileceği, idari nitelikte
bile olsa, para cezasını öngören bir yaptırımın idare tarafından değil,
mahkemeler tarafından verilmesi gerektiği, maddede öngörülen para cezasının alt
ve üst haddi arasında "on katı" gibi fahiş bir fark
bulunduğu, öngörülen idari para cezasının "suç ve cezaların
öngörülebilir ve orantılı olma" prensibine aykırı olduğu,
Mahkemelerin bile ceza verirken kanunlarda belirtilen ölçütleri gözeterek ve
gerekçesini de kararlarında göstererek vermeleri gerekirken, TİB'e hem fahiş
hem de keyfi olabilecek nitelikte ve üstelik on kat fark olan bir ceza verme
yetkisi verilmesinin ceza hukukunun temel prensiplerine aykırı olduğu
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 38. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
192. 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesi uyarınca, kural ilgisi
nedeniyle Anayasa'nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir.
193. İptali istenilen kuralda, yer sağlayıcılık
bildiriminde bulunmayan veya bu Kanundaki yükümlülükleri yerine getirmeyen yer
sağlayıcı hakkında Başkanlık tarafından on bin Türk Lirasından yüz bin Türk
Lirasına kadar idari para cezası verileceği öngörülmektedir.
194. Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, "Kimse,
işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı
cezalandırılamaz" denilerek "suçun kanuniliği",
üçüncü fıkrasında da "Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri
ancak kanunla konulur" denilerek, "cezanın kanuniliği"
ilkesi getirilmiştir. Anayasa'da öngörülen suçta ve cezada kanunilik ilkesi,
insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza
hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Suçta ve cezada
kanunilik ilkesi uyarınca, hangi fiillerin suç sayıldığı ve suç sayılan bu
fiillere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde
kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması
gerekmektedir.
195. Değişen sosyal, siyasal ve ekonomik koşullar kimi durumlarda
idarelere bir takım hakların tanınması gereğini ortaya çıkarmıştır. Gelişen,
büyüyen, çeşitlenen ve çoğalan toplumsal gereksinimleri yerinde, zamanında ve
etkin bir biçimde karşılayabilmek için çağdaş yönetimlerde idareye değişik
alanlarda yaptırım uygulama yetkileri tanınmaktadır. İdari para cezası,
kabahat sayılan eylemin işlenmesini önlemeye yönelik caydırıcılık fonksiyonu
gördüğü gibi kamu açısından oluşan zararın giderilmesi amacına da hizmet
etmektedir.
196. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu
gibi kabahatler hukuku açısından da Anayasa'ya bağlı kalmak koşuluyla hangi
eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü,
yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifletici nedenlerinin belirlenmesi ve idareye
yaptırım uygulama yetkisinin verilmesi gibi konularda kanun koyucunun takdir
yetkisi bulunmaktadır.
197. İdarelerin, kanunlarla verilen görevleri yerine getirirken ne
tür kararlar almaları gerektiğinin, her türlü olay ve olgu göz önünde
bulundurularak önceden hukuk kurallarıyla belirlenmesi mümkün olmadığı gibi
kamu hizmetlerinin ve toplumsal ihtiyaçların değişkenliği dikkate alındığında
uygun bir yöntem de değildir. Bu nedenle, idarelerin karşılaştıkları farklı
durumlar karşısında en uygun çözümü üretebilmeleri için takdir yetkisiyle
donatılmaları zorunludur. Takdir yetkisinin amacı, idareye farklı çözümler
arasından uygun ve yerinde olanı seçme serbestîsi tanımaktır.
198. İdareye takdir yetkisi tanınması, idarenin "keyfi" olarak
hareket edebileceği anlamına gelmez. İdareye tanınan takdir yetkisinin, somut
olayın özellikleri, eylemin ağırlığı, oluşan zararın büyüklüğü gibi durumlar
göz önünde bulundurularak eşitlik, kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun
olarak kullanılması ve işlenen fiil ile tayin edilecek ceza arasında adil bir
dengenin gözetilmesi, hukukun genel ilkelerindendir. İdare, cezanın alt
sınırının üzerine çıktığında, bunun nedenlerini ortaya koymak ve gerekçelerini
açıklamak zorundadır. İdarenin, alt sınırın üzerinde ceza tayin etmesinin
gerekçesini açıklayamaması veya açıklanan gerekçenin makul ve haklı olmaması,
eylem ile ceza arasında olması gereken dengeye dikkat etmemesi veya bu dengeyi
ölçüsüz bir şekilde kurması durumunda, cezanın yargı yerlerince iptal edilebileceği
tabiidir.
199. İptali istenilen kural ile düzenlenen idari para cezası,
internet ortamındaki kullanıcılara yer sağlayan kuruluşlara verilen
yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı tarafından uygulanacak olan bir idari yaptırımdır. Böyle bir
düzenlemenin anayasal sınırlar içinde kanun koyucunun takdirinde olduğu da
açıktır.
200. Yer sağlayıcılara idari yaptırım uygulanabilecek eylemler
5651 sayılı Kanun'da gösterilmiş, uygulanacak para cezasının alt ve üst sınırı
Kanun'da belirtilmiştir. Yer sağlayıcılarkanunda gösterilen kabahatleri
işlemeleri durumunda ne kadar para cezasına muhatap olabileceklerini
öngörebilir ve bilebilir durumdadırlar. Bu nedenle iptali istenilen kuralda,
cezanın türü ve miktarı yönünden herhangi bir belirsizlik söz konusu olmadığı
gibi suçların ve cezaların kanuniliği ilkesine de aykırılık bulunmamaktadır.
201. İptali istenilen kuralda alt ve üst sınırları
gösterilen idari para cezası belirlenirken hangi kıstasların göz önüne
alınacağı belirtilmemiştir. Ancak, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 3.
maddesinde, anılan Kanun'un genel hükümlerinin idari para cezası yaptırımını
gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı hükme bağlanmış, aynı Kanun'un
17. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da, idari para cezasının, alt ve üst
sınırı gösterilmek suretiyle belirlendiği durumlarda, idari para cezasının
miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve
ekonomik durumunun birlikte göz önünde bulundurulacağı belirtilmiştir. Bu
nedenle TİB, yer sağlayıcılara verilecek idari para cezasının miktarını
belirlerken Kabahatler Kanunu'nun 17. maddesinde belirtilen ölçütlere ve ayrıca
hukukun genel ilkelerine de uymak zorundadır. Dolayısıyla idari para
cezasının tayininde hiçbir ölçütün belirlenmediği ve idarenin keyfi bir şekilde
ceza takdir etmesine olanak sağlandığı söylenemez. Bu nedenle, kural hukuk
devleti ilkesine aykırı değildir.
202. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine
aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Ö- Kanun'un 89. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'un 6. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasına Eklenen (ç) Bendinin İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
203. Dava dilekçesinde özetle, kamuoyunda ve basında "Gezi
önlemi" olarak nitelendirilen bu düzenlemenin ne anlama
geldiğinin anlaşılamadığı, erişim sağlayıcının hangi alternatif erişim
yollarını, hangi araçları kullanarak engelleyeceği hususunun uygulayıcının
keyfine bırakıldığı, kuralda bu konuda açıklık ve netlik bulunmadığı, "erişimi
engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif erişim
yolları"nın neler olduğunun Kanun metninde açık bir şekilde ifade
edilmesi gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
204. İptali istenilen kuralın yer aldığı Kanun'un 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, erişim sağlayıcılarının yükümlülükleri ile ilgili
düzenlemeler yer almaktadır. İptali istenilen kuralda da, erişim sağlayıcının,
erişimi engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif erişim
yollarını engelleyici tedbirleri almakla yükümlü olduğu belirtilmektedir.
205. Erişimin engellenmesi, internet ortamında yayın yapan bir
siteye girişin çeşitli yöntemlerle önlenmesidir. Erişimi engelleme kararı uygulansa
dahi, internet kullanıcıları erişimi engellenen yayına çeşitli teknikleri
kullanmak suretiyle ulaşabilmekte ve erişimin engellenmesi kararını etkisiz
hale getirebilmektedir. İptali istenilen kural bu kapsamda erişim sağlayıcıya,
erişimi engelleme kararı verilen yayınlara ulaşılmasını engelleyecek alternatif
erişim yollarını engelleyici tedbirleri alma yükümlülüğü getirmektedir. Böylece
erişimin engellenmesi kararı verilen yayınlara farklı yöntemlerle ulaşan
kullanıcıların bu yayınlara ulaşmaları erişim sağlayıcıların kullanacağı
alternatif tedbirlerle engellenebilecek ve erişimin engellenmesi kararlarının
etkisiz hale gelmesi önlenebilecektir.
206. İptali istenilen kural, erişimi engelleme kararı verilen
yayınlarla ilgili olarak, bu kararların etkili bir şekilde uygulanmasını
sağlamak için TİB'in görevlerinin ifası kapsamında ihtiyaç duyulan verilerin
erişim sağlayıcı tarafından karşılanması noktasında ortaya çıkan sorunların
giderilmesi amacıyla çıkarılmıştır. Bu kapsamda, erişim sağlayıcının erişimi engelleme
kararı verilen yayınlarla ilgili olarak erişim yollarını engelleyici tedbirleri
almakla yükümlü kılınması kanun koyucunun takdir yetkisi içinde kalmaktadır.
207. Alternatif erişim yollarını engelleyici tedbirler özel bir
uzmanlık ve teknik bilgi isteyen, hızlı, teknolojik ve bilimsel gelişmeler
karşısında çok hızlı değişen ve gelişen tedbirlerdir. Bu nedenle, bu
tedbirlerin neler olduğunun kanun koyucu tarafından önceden tek tek
belirlenmesi mümkün değildir. Ayrıca erişim sağlayıcılar söz konusu alternatif
tedbirleri, erişimin engellenmesi kararı verilmiş yayınlar hakkında
uygulayacaklardır. İptali istenilen kural ile erişim sağlayıcılara doğrudan
erişimin engellenmesi yetkisi verilmiş değildir. Erişim sağlayıcılara yüklenen
görev daha önce verilen erişimin engellenmesi kararının etkili bir şekilde
yerine getirilmesinden ibarettir. Dolayısıyla, iptali istenilen kuralda hukuki
güvenlik ve belirlilik ilkelerine aykırı bir yön bulunmamaktadır.
208. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
P- Kanun'un 91. Maddesiyle 5651 Sayılı Kanun'un 7. Maddesinin
Değiştirilen (2) ve (3) Numaralı Fıkraları ile Maddeye Eklenen (4)
Numaralı Fıkranın İncelenmesi
1- Kuralların Anlam ve Kapsamları
209. Kanun'un 7. maddesinde toplu kullanım sağlayıcılarının
yükümlülükleri düzenlenmiştir. Toplu kullanım sağlayıcı da, Kanun'un 2.
maddesinin (i) bendinde, kişilere belli bir yerde ve belli bir süre internet
ortamı kullanım olanağı sağlayanı ifade eder şeklinde belirtilmiştir.
210. Kanun'un 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ticari amaçla
toplu kullanım sağlayıcıların mahalli mülki amirden izin belgesi almakla
yükümlü oldukları, izne ilişkin bilgilerin otuz gün içinde mahalli mülki amir
tarafından Kurum'a bildirileceği, bunların denetiminin mahalli mülki amirler
tarafından yapılacağı, izin belgesinin verilmesine ve denetimine ilişkin esas
ve usullerin yönetmelikle düzenleneceği, iptali istenilen (2) numaralı
fıkrasında ticari amaçla olup olmadığına bakılmaksızın bütün internet toplu
kullanım sağlayıcıların, konusu suç oluşturan içeriklere erişimin engellenmesi
ve kullanıma ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarında yönetmelikle
belirlenen tedbirleri almakla yükümlü oldukları, iptali istenilen (3) numaralı
fıkrasında ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcıların, ailenin ve çocukların
korunması, suçun önlenmesi ve suçluların tespiti kapsamında usul ve esasları
yönetmelikte belirlenen tedbirleri almakla yükümlü oldukları, iptali istenilen
(4) numaralı fıkrasında ise bu maddede belirtilen yükümlülükleri ihlal eden
ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına, ihlalin ağırlığına göre
yönetmelikle belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde uyarma, bin Türk
Lirasından on beş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verme veya üç güne
kadar ticari faaliyetlerini durdurma müeyyidelerinden birine karar vermeye
mahalli mülki amirin yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır.
211. Kanun'un 7. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen
idari cezaların ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına uygulanabilmesi
için aynı maddede belirtilen yükümlülüklerin ihlal edilmesi gerekmektedir.
Kanun'un 7. maddesinde ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcıların yerine
getirmesi gereken yükümlülükler şunlardır:
a- Mahalli mülki amirden izin belgesi almak,
b- Konusu suç oluşturan içeriklere erişimin engellenmesi ve
kullanıma ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarında yönetmelikte
belirlenen tedbirleri almak,
c- Ailenin ve çocukların korunması, suçun önlenmesi ve suçluların
tespiti kapsamında usul ve esasları yönetmelikte belirlenen tedbirleri almak.
2- İptal Taleplerinin Gerekçesi
212. Dava dilekçesinde özetle, düzenlemelerin belirli ve
öngörülebilir kurallara bağlanmaksızın idareye yetki verilmek suretiyle
sağlanmaya çalışıldığı, böyle bir düzenlemenin hukuki güvenliği
sağlayamayacağı, internet toplu kullanım sağlayıcılarına anılan maddede
getirilen yükümlülükleri ve öngörülen müeyyideleri belirleme yetkisinin genel,
sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir şekilde idareye bırakılmasının "yasama
yetkisinin devri" niteliğinde olduğu, Anayasa'nın 13. maddesine
göre temel hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlandırmaların kanunla öngörülmesi
ve sınırlamaların kanuna uygun olması gerektiği prensibi nazara alındığında
iptali istenilen kuralların Anayasa'nın 13. maddesine de aykırı olduğu, idari
nitelikte bile olsa, para cezasını öngören bir müeyyidenin idare birimleri
tarafından değil de mahkemeler tarafından verilmesi gerektiği, maddede
öngörülen para cezasının alt ve üst haddi arasında "onbeş
katı" gibi fahiş bir fark olduğu ve hangi sınırdan verilmesinin
takdirinin çok hassas ve ayrıntılı bir muhakeme faaliyetini gerekli kıldığı, bu
nedenle bu yetkinin idareye değil, mahkemelere ait olması gerektiği,
mahalli mülki amir tarafından ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına bin
Türk lirasından on beş bin Türk lirasına kadar idari para cezası
verilmesinin "suç ve cezaların öngörülebilir ve orantılı
olma" prensibine de aykırı olduğu, ülkemizde ceza mahkemelerinin
bile cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi sırasında Türk Ceza
Kanunu'nun 61. maddesinde belirtilen hususları kararında göstermesi gerekirken
idareye bağlı bir görevliye hem fahiş, hem de keyfi olabilecek nitelikte ve
üstelik arada on beş kat fark olan bir cezaya hükmetme yetkisinin verilmesinin
ceza hukukunun temel prensiplerine uygun olmadığı, Anayasa'nın 38. maddesinin
üçüncü fıkrasında, "Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri
ancak kanunla konulur" denildiği, kanunla konulması gereken bir
cezanın ise mahkemelerce verilmesi gerektiği belirtilerek kuralların,
Anayasa'nın 2., 7., 13. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3- Anayasa'ya
Aykırılık Sorunu
213. Kanun'un 7. maddesinin iptali istenilen (2) ve (3) numaralı
fıkraları ile toplu kullanım sağlayıcıların sunmuş oldukları hizmet nedeniyle
özellikle çocukların internetteki zararlı ve yasal olmayan içerikten korunması, suçların
işlenmesinin önlenmesi, suçlunun tespitinde önemli işlev görecek olan kayıt
bilgilerinin tutulması ve kamera kayıtlarının belirli süre saklanmasına ilişkin
yasal dayanakların güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu itibarla, internet toplu
kullanım sağlayıcıları ve ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına iptali
istenilen kurallarda gösterilen çerçevede belirtilen tedbirleri alma
yükümlülüğünün yüklenmesi, anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla kanun
koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır.
214. Kanun'un 7. maddesinin iptali istenilen (2) numaralı
fıkrasında bütün internet toplu kullanım sağlayıcılarına, yönetmelikle belirlenen
tedbirleri alma yükümlülüğü verilmiştir. Ancak söz konusu kuralda alınması
gereken tedbirlerin konusunun suç oluşturan içeriklere erişimin engellenmesi ve
kullanımına ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarına yönelik olduğu
belirtilmek suretiyle çerçevesi belirlenmiştir. Yine, aynı maddenin (3)
numaralı fıkrasında ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına yönetmelikte
belirlenen tedbirleri alma yükümlülüğü verilmekte, bu yükümlülüklerin kapsamı
da ailenin ve çocukların korunması, suçun önlenmesi ve suçluların tespiti
olarak belirtilmektedir. Yönetmelikle belirlenecek olan tedbirlere ilişkin
çerçeve iptali istenilen kurallarda gösterilmiş olup idare söz konusu
tedbirleri belirlerken iptali istenilen kurallarda belirtilen amaçlarla sınırlı
olarak bu yetkisini kullanacaktır. Bu nedenle iptali istenilen kurallar,
belirli ve öngörülebilirdir.
215. Ayrıca, yönetmelikle belirlenecek olan tedbirlerin
teknolojideki gelişmelere göre sık sık değişebilecek olması gözetildiğinde,
uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin hususları belirleme yetkisinin idareye
verilmesi, yasama yetkisinin devri olarak nitelendirilemez.
216. Kanun'un 7. maddesinin iptali istenilen (4) numaralı
fıkrasında ise, bu maddede belirtilen yükümlülükleri ihlal eden ticari amaçla
toplu kullanım sağlayıcılarına, ihlalin ağırlığına göre yönetmelikle
belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde uyarma, bin Türk Lirasından on beş
bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verme veya üç güne kadar ticari
faaliyetlerini durdurma müeyyidelerinden birine karar vermeye mahalli mülki
amirin yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır.
217. Kanun koyucu, suçların niteliği, işlenme biçimi, içerik ve
yoğunluğu, kamu düzenini ihlal derecesi ve cezaların caydırıcılığı gibi
nedenleri gözeterek, Anayasa ve ceza hukukunun temel ilkeleri çerçevesinde,
hangi eylemlerin suç sayılacağını ve bunlara verilecek cezaların tür ve
miktarını saptayabileceği gibi toplumsal sonuçları bakımından doğurduğu
tehlikenin ağırlığına göre, kimi eylemlere hürriyeti bağlayıcı cezalar dışında,
idari yaptırımlar uygulanmasını da öngörebilir.
218. İptali istenilen kuralla ticari amaçla toplu kullanım
sağlayıcılarının, Kanun'un 7. maddesinde belirtilen yükümlülükleri ihlal etme
eylemi, kabahat olarak kabul edilmiş ve seçenekli yaptırım öngörülmüştür. Söz
konusu yükümlülüklerin kapsamı da Kanun'un 7. maddesinin (1), (2) ve (3)
numaralı fıkralarında düzenlenmiş ve bu yükümlülüklere uyulmaması halinde
verilebilecek cezalar iptali istenilen kuralda açıkça belirtilmiştir. Kural bu
yönüyle belirli ve öngörülebilirdir.
219. Suç sayılan eylem ve cezası kanunda gösterildikten sonra
yasama organının uzmanlık ve yönetim tekniğine ilişkin konularda önlemler
alınması amacıyla yürütme organına yetki vermesi, suçun idari düzenlemelerle
ortaya konulması anlamına gelmez. Ayrıca, iptali istenilen kuralda ticari
amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına 7. maddedeki yükümlülükleri ihlal etmesi
halinde yönetmelikle belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde verilecek olan
cezaların ihlalin ağırlığına göre belirleneceği ve söz konusu cezanın mahalli
mülki amir tarafından verileceği belirtilmektedir.
220. Öte yandan, iptali istenilen kuralda düzenlenen
kabahatler, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'na tabi olup anılan Kanun'un genel
hükümleri içinde yer alan 17. maddesinde, idari para cezası uygulanırken hangi
ölçütlerin esas alınacağı gösterilmiştir. Söz konusu maddenin (2) numaralı
fıkrasına göre, idarî para cezasının, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek
suretiyle belirlendiği durumlarda, idarî para cezasının miktarı tespit edilirken
işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu
birlikte göz önünde bulundurulur. Dolayısıyla kuralda belirtilen yaptırımların
tayininde hiçbir ölçütün belirlenmediği ve idarenin keyfi bir şekilde ceza
takdir etmesine olanak sağlandığı söylenemez.Yükümlülükleri yerine getirmeyen
ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılara uygulanacak cezaların seçenekli
olarak gösterildiği ve ihlalin ağırlığı ile Kabahatler Kanunu'nda gösterilen
hususlar göz önüne alınarak bu cezalardan biri belirleneceğinden kuralın
ölçüsüz olduğundan da söz edilemez. Bu nedenle, gerek kabahatin, gerekse
yaptırımların kanunla düzenlenmiş olması karşısında kuralda belirsizlik ve
öngörülemezlikten söz edilemeyeceği gibi suç ve cezaların kanuniliği ilkesine
aykırılık da bulunmamaktadır.
221. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 2., 7. ve 38.
maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
222. Kuralların Anayasa'nın 13. maddesi ile bir ilgisi
görülmemiştir.
R- Kanun'un 94. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'a Eklenen 9/A
Maddesinin (1), (2), (3), (4), (5), (6), (7) ve (8) Numaralı Fıkralarının
İncelenmesi
1- İptal Taleplerinin Gerekçeleri
223. Dava dilekçesinde özetle, TİB uygulamaları üzerindeki
yargısal denetimin hafifletilmiş olmasının ulusal ve uluslararası hukuk ile
çeliştiği, anılan maddede diğer düzenlemelerin aksine 5237 sayılı Türk Ceza
Kanunu'na herhangi bir atıf yapılmamış olmasının ve kişilik hakkının içinde yer
alan özel hayatın gizliliğinin ihlali olgusunun ayrı bir maddede düzenlenmesinin,
subjektif kavram olan özel hayatın gizliliğinin hangi tanımının esas alınacağı
sorusunu gündeme getirdiği, yeni düzenlemeye göre "özel hayatın
gizliliğinin" ihlaline ilişkin bir mağduriyet iddiasının herhangi
bir merciin değerlendirmesine yer bırakmadan süreci re'sen başlatacağı,
düzenlemedeki belirsizliğin kabul edilebilir nitelikte olmadığı, iptali
istenilen kuralda Başkanlığın verdiği erişimin engellenmesi tedbirinin
onaylanmasına ilişkin sulh ceza mahkemesinin kararına karşı içerik sahibi de
dâhil kimseye itiraz hakkının tanınmadığı ve gidilebilecek itiraz yolunun
gösterilmediği, dolayısı ile bu düzenlemenin hak arama hürriyetine aykırı
olduğu, 9/A maddesinin altıncı fıkrasında ise Başkanlığın verdiği erişimin
engellenmesi tedbirinin kaldırılmasına ilişkin sulh ceza hâkiminin kararına
karşı itiraz yolu gösterildiği, ancak itirazda bulunma hakkının sadece
Başkanlığa tanındığı, oysa özel hayatın ihlal edildiğini ileri sürerek
Başkanlığa doğrudan müracaat ederek içeriğin kaldırılması talebinde bulunan kişinin
talebi üzerine Başkanlıkça verilen tedbir kararının kaldırılmasını öngören sulh
ceza hâkiminin kararının, asıl özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden
kişinin aleyhine olmasına rağmen, maddede bu kişiye hiçbir itiraz hakkının
tanınmadığı, bu hususun da hak arama hürriyetine ve Anayasa'nın 40. maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarına aykırı olduğu, iptali istenilen kuralın sekizinci
fıkrasında yer alan hükmün ise tam bir "sansür" hükmü
olup TİB'e doğrudan erişimin engellenmesi kararı verme yetkisi tanıdığı, bu
düzenlemeye göre özel hayatın gizliliği veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerine bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde TİB Başkanının herhangi bir ihbar, iddia, şikayet ya da başvuru
olmaksızın, herhangi bir kişinin talebi bulunmaksızın erişimin engellenmesine
ilişkin tedbir kararına re'sen karar verebileceği, bu durumun hukuk devleti
ilkesine aykırı olduğu, böyle bir yetki verilmesinin Anayasa'nın 26., 22. ve
28. maddelerinin çok ağır bir şekilde ihlali anlamına geldiği belirtilmiştir.
Ayrıca, 9/A maddesinin sekizinci fıkrası hükmü ile TİB Başkanına temel hak ve
hürriyetlerden biri sayılan "ifade hürriyetine" doğrudan
müdahale ederek bu hürriyetin kullanımını engelleme konusunda emir verme
yetkisi tanındığı, bu durumun ifade özgürlüğünün kanun dışı bir yolla
sınırlanması anlamına geldiği, ayrıca düzenlemenin ölçülülük ilkesiyle ve
düzenleme ile korunmak istenen menfaatlerle bağdaşmadığı, belirtilen Anayasaya
aykırılık gerekçelerinin maddenin birinci, üçüncü, dördüncü fıkrası için de
geçerli olduğu, söz konusu Anayasa'ya aykırılığının aynı maddenin iptal konusu
yapılan ikinci, beşinci ve yedinci fıkralarına da sirayet ettiği ve anılan
fıkralarında kaçınılmaz bir biçimde sakatlanması ve Anayasa'ya aykırı olması
sonucunu doğurduğu, belirtilen gerekçelerin bu kurallar için de geçerli olduğu,
diğer yandan, 6216 sayılı Kanun'un 43/4 maddesi uyarınca 9/A maddesinin
birinci, üçüncü, dördüncü, altıncı ve sekizinci fıkralarının iptaline karar
verilmesi halinde uygulanma kabiliyeti kalmayan aynı maddenin ikinci, beşinci
ve yedinci fıkralarının da iptaline karar verilmesi gerektiği
belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2., 13., 22., 26., 28., 36. ve 40.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
224. Kanun'un iptali istenilen 9/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatının
gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişilerin, Başkanlığa doğrudan
başvurarak içeriğe erişimin engellenmesi tedbirinin uygulanmasını
isteyebileceği, (2) numaralı fıkrasında, yapılan bu istekte hakkın ihlaline
neden olan yayının tam adresine (URL), hangi açılardan hakkın ihlal edildiğine
ilişkin açıklamaya ve kimlik bilgilerini ispatlayacak bilgilere yer verileceği,
bu bilgilerde eksiklik olması hâlinde talebin işleme konulmayacağı, (3)
numaralı fıkrasında, Başkanlığın kendisine gelen bu talebi uygulanmak üzere
derhâl Birliğe bildireceği, erişim sağlayıcıların bu tedbir talebini derhâl, en
geç dört saat içinde yerine getireceği, (4) numaralı fıkrasında, erişimin
engellenmesinin, özel hayatın gizliliğini ihlal eden yayın, kısım, bölüm,
resim, video ile ilgili olarak (URL şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi
yoluyla uygulanacağı, (5) numaralı fıkrasında, erişimin engellenmesini talep
eden kişilerin, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın
gizliliğinin ihlal edildiğinden bahisle erişimin engellenmesi talebini talepte
bulunduğu saatten itibaren yirmi dört saat içinde sulh ceza hâkiminin kararına sunacağı,
hâkimin, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel hayatın
gizliliğinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirerek vereceği kararını en geç
kırk sekiz saat içinde açıklayacağı ve doğrudan Başkanlığa göndereceği; aksi
hâlde, erişimin engellenmesi tedbirinin kendiliğinden kalkacağı, (6) numaralı
fıkrasında, hâkim tarafından verilen bu karara karşı Başkanlık tarafından 5271
sayılı Kanun hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebileceği, (7) numaralı
fıkrasında, erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış olması
durumunda hâkim kararının kendiliğinden hükümsüz kalacağı, (8) numaralı
fıkrasında ise, özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hâllerde doğrudan Başkanın emri üzerine erişimin engellenmesinin
Başkanlık tarafından yapılacağı öngörülmüştür.
225. Özel hayatın gizliliği, Anayasa'nın 20. maddesinde "Herkes,
özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.
Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz"; haberleşme
özgürlüğü ise Anayasa'nın 22. maddesinde "Herkes, haberleşme
hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır" denilerek
koruma altına alınmıştır.
226. Özel hayatın korunması her şeyden önce özel hayatın
gizliliğinin korunması, başkalarının gözleri önüne serilmemesi demektir.
Kişinin özel hayatında yaşananların, yalnız kendisinin istediği kimseler
tarafından bilinmesini isteme hakkı, kişinin temel haklarından biridir
ve bu niteliği nedeniyle insan haklarına ilişkin beyanname ve sözleşmelerde
yer almış, tüm demokratik ülkelerin mevzuatlarında açıkça belirlenen istisnalar
dışında devlete, topluma ve kişilere karşı korunmuştur.
227. Haberleşme özgürlüğü, kişinin kesintiye uğramadan ve sansür
edilmeden başkalarıyla iletişim kurma hakkıdır. Bu özgürlük, çok daha geniş bir
alanı kaplayan "özel hayatın" bir parçasını oluşturur.
228. Modern toplumlarda diğer kişi haklarında olduğu gibi özel
hayatın gizliliği ve haberleşme özgürlüğü de sınırsız bir hak niteliğinde
değildir. Bazı hallerde bu haklara da müdahale edilebilmesi mümkün olmakta ve
kişiler de bu müdahalelere katlanmak durumundadırlar.
229. Anayasa'nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında haberleşme
hürriyetine, ancak millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve
özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak,
usulüne göre verilmiş hâkim kararı ile ya da gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde yine bu sebeplere bağlı olarak kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı
emri ile müdahalede bulunulabileceği; kararın yetkili merci tarafından
verilmesi halinde yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulması ve
hâkimin de kararını kırk sekiz saat içinde açıklaması gerektiği; aksi halde
verilen kararın kendiliğinden kalkacağı hükme bağlanmıştır.
230. Anayasa'nın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlıklı
26. maddesinde de herkesin, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu,
ancak bu hürriyetlerin kullanılmasının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile
bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği
belirtilmiştir.
231. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif
yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında
Anayasa'nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin
açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı;
pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması
için gereken tedbirleri almalıdır. Ancak, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü
mutlak ve sınırsız değildir. Nitekim Anayasa'nın 22., 26. ve 28. maddelerinin
koruma altına aldığı düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti Anayasa'nın 13.
maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle
sınırlandırılabilir. Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere
yönelik sınırlamalar, ancak kanunla yapılabilir ve hak ve özgürlüklerin
özlerine dokunamayacağı gibi demokratik toplum düzeninin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
232. Anayasal haklara yönelik müdahalenin bir kanuna dayanması
yeterli olmayıp, bu kanunun belirlilik ve öngörülebilirlik gibi belli
niteliklere sahip olması gerekir. Başka bir ifadeyle kanun, ilgili kişinin
davranışlarını belirlemesi amacıyla, kolayca ulaşabileceği, gerektiğinde
profesyonel yardım almak suretiyle de olsa anlayabileceği, açık, net ve
yeterince belirgin nitelikte olmalıdır.
233. Anayasa'da güvence altına alınan haklara kamu gücü tarafından
bu konuda bir sınırlama imkânı getirildiği hallerde ilgili Kanun'da böyle bir
yetkinin kullanılmasına ilişkin kapsam ve usullerin yeterli bir açıklıkla
tanımlanması gerekmektedir.
234. Kanun'un birinci maddesinde, Kanun'un amaçlarından birinin
internet ortamında işlenen belirli suçlarla içerik, yer ve erişim sağlayıcıları
üzerinden mücadeleye ilişkin esas ve usulleri düzenlemek olduğu belirtilmiştir.
235. Kanun'un 9/A maddesinde, özel hayatın gizliliği nedeniyle
erişimin engellenmesine ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca
erişimin engellenmesine karar verilebilmesi, söz konusu içeriğin özel hayatın
gizliliğinin ihlal edilmesi hali ile sınırlıdır.
236. Kanun koyucunun özel hayata verdiği önemin bir göstergesi
olarak, özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiği durumlarda bu hakkı ihlal
edilenin başvurması ve söz konusu başvurunun usulüne uygun olması halinde
derhal internet ortamında yapılan yayın içeriğine erişimin engellenmesini
sağlayarak, özel hayatın gizliliğini korumak istediği anlaşılmaktadır. Bu
bağlamda, anayasal sınırlar içinde kalmak şartıyla internet ortamında yapılan
yayın içeriği nedeniyle özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden
kişilerin Başkanlığa doğrudan başvurarak içeriğe erişimin engellenmesi
tedbirinin uygulanmasını istemelerini öngören hüküm ve bu başvuru talebinde
hangi hususların gösterileceğinin ve kararın ne şekilde uygulanacağının ve başvuru
yollarının belirlenmesi konularında kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir.
237. Anayasa'nın 22. maddesinde haberleşme hürriyetinin
başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasına bağlı olarak gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri ile
Anayasa'nın 26. maddesinde ise ifade hürriyetinin başkalarının şöhret veya
haklarının, özel ve aile hayatlarının korunması amacıyla sınırlanabileceği
belirtilmektedir. Anayasa'nın 28. maddesinde de, basın hürriyetinin sınırlanmasında,
Anayasa'nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı
öngörülmektedir. İptali istenilen kurallar ile getirilen bu sınırlamayla
Anayasa'nın 22., 26. ve 28. maddelerinde belirtilen sınırlama sebeplerine bağlı
kalındığı ve sınırlamanın başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması
nedeniyle meşru bir amaca dayandığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bunun
yanında, Anayasa'nın 22. maddesi kapsamında, yetkili kılınmış mercii ile
yapılacak olan sınırlamada özel hayatın gizliliğinin ihlal edilmesi halinin de
gecikmesinde sakınca bulunan hallerden biri olarak nitelendirileceği açıktır.
Dolayısıyla, özel hayatın gizliliğine keyfi ya da hakkın özüne dokunacak bir
sınırlama getirmeyen kurallar, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve
ulaşılmak istenen amaçla sınırlı ve ölçülüdür.
238. Diğer taraftan, iptali istenilen kurallarda erişimin
engellenmesi ile ilgili olarak idareye verilen yetkinin kapsam ve usulleri ile
bu yetkiyi nasıl kullanacağı ve erişimin engellenmesini ne şekilde uygulayacağı
ayrıntılı bir şekilde gösterilmiştir. Kurallar bu yönüyle belirli ve
öngörülebilir olduklarından, hukuk devleti ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
239. Kanun'un 9/A maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca TİB'in
erişimi engelleme tedbirinin yargısal denetimi, sulh ceza hâkimi tarafından
yapılmaktadır. Özel hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişi
talepte bulunduğu saatten itibaren 24 saat içinde sulh ceza mahkemesine
başvurmalıdır. Hâkim, internet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel
hayatın gizliliğinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirerek vereceği
kararını en geç kırk sekiz saat içinde açıklayacak ve doğrudan Başkanlığa
gönderecektir. Aksi halde, erişimin engellenmesi tedbiri kendiliğinden ortadan
kalkacaktır. Kanun'un iptali istenilen 9/A maddesinin (5) numaralı
fıkrası ile getirilen düzenleme, Anayasa'nın 22. maddesinin ikinci fıkrası
gereği olduğundan kuralda Anayasa'ya aykırılık bulunmamaktadır.
240. Dava dilekçesinde, itirazda bulunma hakkının sadece
Başkanlığa tanındığı, özel hayatı ihlal edilen kişiye itiraz hakkı tanınmadığı
belirtilerek Kanun'un 9/A maddesinin (6) numaralı fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olduğu ileri sürülmüştür. İptali istenilen kuralın (6) numaralı fıkrasında,
hâkimin verdiği karara karşı TİB'in Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) hükümlerine
göre itiraz edebileceği düzenlenmesine karşın, başvuruda bulunana yönelik
itiraz hakkı ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak, 5271 sayılı
CMK'nın 267. maddesi uyarınca, hâkim kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.
CMK'nın 268. maddesi uyarınca da, itiraz hakkı ilgililere tanınmıştır. Mağdurun
bu ilgililer kapsamında olduğu açıktır. Dolayısıyla, mağdurun da CMK hükümleri
uyarınca itiraz hakkının bulunması karşısında iptali istenilen kural, hak arama
hürriyetine ve Anayasa'nın 40. maddesine aykırı değildir.
241. Kanun'un 9/A maddesinin (7) numaralı fıkrası uyarınca,
erişimin engellenmesine konu içeriğin yayından çıkarılmış olması durumunda söz
konusu ihlal ortadan kalktığından ve özel hayatın korunmasını gerektiren bir
durum kalmadığından, hâkim kararının kendiliğinden hükümsüz kalması ise işin
doğası gereği olup kural, Anayasa'ya aykırılık içermemektedir.
242. İptali istenilen kuralın (8) numaralı fıkrasında ise
özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde doğrudan Başkanın emri üzerine erişimin engellenmesinin Başkanlık
tarafından yapılacağı öngörülmektedir.
243. Kuralda yer alan "özel hayatın gizliliğinin
ihlali" ve "gecikmesinde sakınca bulunan
haller" ibarelerinin içerik ve kapsamının kanun koyucu tarafından
önceden tek tek belirlenmesi mümkün değildir. Ancak, özel hayatın gizliliğinin
ihlal edilmesi hallerinin tamamının, gecikmesinde sakınca bulunan haller olarak
nitelendirileceği de açıktır.
244. Kanun koyucu, özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak
gecikmesinde sakınca bulunan hallerin hızlı ve seri karar alınmayı gerektiren
bir özellik arz etmesini göz önüne alarak, iptali istenilen kural ile kişinin
kendisinin dahi haberinin olmadığı ya da kamuya mal olmuş kişilerin özel
hayatlarının gizliliğinin ihlal edildiği durumlarda, kamu düzeni ve kamu
yararını korumak amacıyla TİB Başkanına erişimin engellenmesine karar verme
yetkisi tanımıştır. Böyle bir düzenleme ise anayasal sınırlar içinde kanun
koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır.
245. TİB Başkanının söz konusu yetkiyi, özel hayatın gizliliğinin
ihlaline bağlı olarak ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kullanacağı
açıktır. Her ne kadar kuralda TİB Başkanının erişimin engellenmesi ile ilgili
olarak hangi yolla erişimin engelleneceği açık bir şekilde belirtilmemiş ise
de, Kanun'un 9/A maddesinin (4) numaralı fıkrasında erişimin engellenmesinin,
özel hayatın gizliliğini ihlal eden yayın, kısım, bölüm, resim, video ile
ilgili olarak (URL şeklinde) içeriğe erişimin engellenmesi yoluyla yapılacağına
ilişkin hükmün TİB Başkanı için de geçerli olduğu açıktır. Kanun'un 9/A maddesi
ile erişimin engellenmesi için gerekli durum ve şartların temel esasları ve
çerçevesi belirlenmiş bulunmakta olup, kural bu haliyle belirli ve
öngörülebilir niteliktedir.
246. Ayrıca, TİB Başkanının Kanun'un 9/A maddesinin (8) numaralı
fıkrası uyarınca vermiş olduğu erişimin engellenmesi kararı, aynı maddenin (9)
numaralı fıkrası uyarınca yargı denetimine tâbidir. Başkan tarafından verilen
erişimin engellenmesi kararı, Başkanlık tarafından, yirmi dört saat içinde sulh
ceza hâkiminin onayına sunulacak ve hâkim kararını kırk sekiz saat içinde
açıklayacaktır.
247. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa'nın 2., 13., 22., 26.,
28., 36. ve 40. maddelerine aykırı değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
S- Kanun'un 97. Maddesiyle, 5651 Sayılı Kanun'un Ek 1. Maddesine
Eklenen (5) Numaralı Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan "...hâkim
ve savcılar ise kendilerinin..."İbaresinin İncelenmesi
1- İptal Talebinin Gerekçesi
248. Dava dilekçesinde özetle, yargı organının unsurları ve
şüphesiz en etkin figürleri olan hâkim ve savcıların bir idarenin emrinde
görevlendirilmelerinin Anayasa'ya açıkça aykırı olduğu, mevzuata göre yalnızca
Adalet Bakanlığı bünyesinde, adli hizmete ilişkin görevlendirilmeleri söz
konusu olan hâkim ve savcıların TİB veya başka bir idare emrinde
görevlendirilebilmelerinin mümkün olmadığı, iptali istenilen düzenlemede
geçen "emrinde" ibaresinin dahi başlı başına yargı
bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile bağdaşamaz nitelikte
olduğu, "Mahkemelerin bağımsızlığı" ilkesine gölge
düşürdüğü, ayrıca iptali istenilen ibarenin Anayasa'nın 140. maddesinin beşinci
fıkrasında belirtilen "Anayasal düzene uygun bir kanun"
kapsamında kabul edilemeyeceği, "Mahkemenin bağımsızlığı" ve
"Hâkimlik teminatı" ilkelerini ihlal eden bir
düzenlemenin Anayasa'nın Başlangıç bölümünün 4. paragrafında ifade edilen
"kuvvetler ayrılığı" prensibine de aykırılık teşkil ettiği
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2., 138. ve 140.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
249. İptali istenilen ibarenin bulunduğu kuralda, 8.6.1984 tarihli
ve 217 sayılı Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinde sayılan kamu kurum ve kuruluşlarında
çalışanların kurumlarının, hâkim ve savcıların ise kendilerinin muvafakati ile
aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali ve sosyal hak ve
yardımları kurumlarınca ödenmek kaydıyla geçici olarak Telekomünikasyon
İletişim Başkanlığı emrinde görevlendirilebileceği öngörülmektedir. Kuralda yer
alan "...hâkim ve savcılar ise kendilerinin..."ibaresi,
dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
250. Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin en
önemli öğesi sayılan yargı bağımsızlığı, mahkemelerin bağımsızlığı üzerine
kurulur. Hâkimler de, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik güvencesi
esaslarına göre görevlerini yerine getirirler. Mahkemelerin bağımsızlığı ile
hâkimlerin görevlerinde bağımsız olmaları, birbirleriyle eş anlamlı, biri
öbürünün nedeni ve doğal sayılacak ilkelerdir. Hâkimlik güvencesi de bu
hukuksal bileşkenin gereğidir.
251. Anayasa'nın 138. maddesinde "Mahkemelerin
bağımsızlığı", 139. maddesinde"Hâkimlik ve savcılık
teminatı" ilkeleri yer almış; 140. maddesinin ikinci fıkrasında
da, hâkimlerin görevlerini, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre yerine getirecekleri belirtilmiştir.
252. Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden olan
yargı bağımsızlığı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca ve en etkin
güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi, hâkimlerin görevlerinde
bağımsız olduklarını ifade etmektedir. Hâkimlerin görevlerinde bağımsızlıkları
ise onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, adaletin, dolaylı dolaysız her türlü
etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak şekilde dağıtılması amacını
gütmektedir. Yargının bir karakteri olan bağımsızlık, hâkimin, çekinmeden ve
endişe duymadan, Anayasa'nın öngördüğü gereklerden başka herhangi bir dış etki
altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar
verebilmesidir.
253. Hâkimlik teminatı da aynı amaca yönelik olup, hâkim ve
savcıların azledilmelerine, kendileri istemedikçe Anayasa'da öngörülen yaştan
önce emekliye ayrılmalarına, herhangi bir sebeple aylık, ödenek ve diğer özlük
haklarından yoksun bırakılmalarına engel oluşturmaktadır.
254. Gerek mahkemelerin bağımsızlığı gerekse hâkimlik
teminatı ilkeleri, yargılama faaliyetine ilişkin ilkeler olup esas olarak adil bir
yargılama sistemini sağlama amacını gütmektedirler.
255. Anayasa'nın 140. maddesinin beşinci fıkrasında "Hâkimler
ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev
alamazlar" denilmektedir. Buna göre, hâkim ve savcıların kanunda
belirtilmek koşulu ile resmi ve özel görev alabilecekleri Anayasa koyucu
tarafından kabul edilmiştir. Bu bağlamda, bir hâkim veya savcının başka bir
kurum veya kuruluşta görevlendirilebilmesi için öncelikle hâkim veya savcının
görevlendirileceği kurum veya kuruluşun kanununda açıkça görevlendirme
yapılabileceğine dair bir düzenlemenin bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla,
bir hâkim veya savcının görevlendirileceği kurum veya kuruluşun kanununda
görevlendirme yapılabileceğine dair bir düzenleme yoksa hâkim veya savcının
geçici yetki veya görevlendirme ile o kurum veya kuruluşta
görevlendirilebilmesi mümkün değildir. Bu şekilde geçici yetki veya herhangi
bir görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilen hâkim veya
savcının kadroları ile ilişikleri devam etmekte ve hâkim ve savcı statüleri
korunmaktadır. Nitekim, bu hâkim ve savcıların özlük işlemleri 2802 sayılı
Kanun'a göre yapılıp Anayasa'da teminat altına alınan güvencelerden de
yararlanmaktadırlar. Bu nedenle, Anayasa'nın 140. maddesinin beşinci fıkrası
gereğince ancak bir kanunun açık hükmüne göre geçici yetki veya herhangi bir
görevlendirmeyle başka bir kurum veya kuruluşta görevlendirilebilen hâkim ve
savcının, 2802 sayılı Kanun'da tanımlanan hâkim ve savcı tanımının içerisinde
yer almadığı söylenemez.
256. Kanunlarla belirlenecek resmi ve özel görevlerin
belirlenmesinde ise kanun koyucunun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hâkim
ve savcılık teminatı ve bağımsızlığı ilkelerini içeren anayasal düzenlemeleri
gözetmesi gerektiği açıktır.
257. İptali istenilen kural uyarınca hâkim ve savcılar
kendilerinin uygun bulması ile Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı emrinde
görevlendirilebileceklerdir. Bu görevlendirme geçici olup, hâkim ve savcıların
aylık, ödenek, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali ve sosyal hak ve
yardımları kendi kurumları tarafından ödenecektir. Ayrıca, hâkim ve savcılar
kurumlarından izinli sayılacaklar ve izinli oldukları sürece de meslekleri ile
ilgili özlük hakları devam edecektir. Bunun yanında, Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığında görev yaptıkları süre de terfi ve emekliliklerinde hesaba
katılacaktır. Terfileri başkaca bir işleme gerek kalmaksızın süresinde
yapılacaktır.
258. Hâkim ve savcıların TİB'de görevlendirilebilmeleri için 6087
sayılı Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Kanunu hükümleri uyarınca HSYK
İkinci Dairesinin izin vermesi gerekmektedir. 6087 sayılı Kanun'un 9.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında HSYK İkinci Dairesinin görevleri yer almakta
olup, aynı kuralın (a) bendinin beşinci sırasında ise, "Diğer
kurumların geçici görevlendirme ve nakil taleplerine ilişkin izin işlemlerini
yürütme" görevi İkinci Dairenin görevleri arasında
düzenlenmiştir. Belirtilen bu hüküm uyarınca, muvafakatleri bulunan hâkim ve
savcıların TİB'de görevlendirilmelerine ilişkin izin işlemlerini HSYK İkinci
Dairesi yapacaktır.
259. Hâkim ve savcıların TİB'de görevlendirilmelerine ilişkin
hüküm kanunla düzenlenmiş bulunmaktadır. Bunun yanında hâkimlik teminatı
gereğince, görevlendirme yapılabilmesi için hâkim ve savcıların kendi
muvafakatlerinin bulunması şart koşulmuştur. Ayrıca, Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığının görev alanı ve hukukla olan ilişkisi gözetildiğinde, hâkim ve
savcıların mesleki bilgi ve birikimlerinden yararlanmak amacıyla Başkanlık
emrinde görevlendirilmelerinde Anayasa'ya aykırılık bulunmamaktadır.
260. Açıklanan nedenlerle iptali istenilen ibare, Anayasa'nın 2.,
138. ve 140. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
261. Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.
262. Kuralın Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile ilgisi görülmemiştir.
IV- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
263. Dava dilekçesinde özetle, iptali istenilen kuralların
Anayasaya açıkça aykırı olduğu ve yürürlüklerinin durdurulmaması halinde hukuk
devleti yönünden telafisi imkansız durum ve zararların ortaya çıkacağı, 6518
sayılı Kanun'un 5651 sayılı Kanun'da yaptığı değişikliklerle bilgi toplumuna
giden yolda ciddi engeller yaratıldığı, ifade özgürlüğü, insan hakları ve temel
hak ve hürriyetlerin korunması gibi temel konularda Avrupa Birliği Hukuku'na
aykırı uygulamalara sebep olduğu, Anayasa'da teminat altına alınmış özel
hayatın gizliliği, haberleşme hürriyeti, ifade hürriyeti, basın hürriyeti,
dernek kurma/derneğe üye olup olmama hürriyeti, sendika kurma/sendikaya üye
olup olmama hürriyeti, çalışma sözleşme hürriyeti, hak arama hürriyeti ve temel
hak ve hürriyetlerin korunması ve temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla
sınırlandırılabilmesi gibi temel insan hak ve hürriyetlerini daha da
kısıtlayıcı ve sınırlandırıcı bir hale getirdiği, bu menfi durumun toplumda
bilgi birikiminin sağlanması, bilgi ekonomisinin oluşturulması ve son olarak
Türkiye'nin Bilişim Toplumu olarak küresel rekabette yerini alma hedefi ile
bağdaşmadığı, erişim engelleme tedbiri hükmedilmesine imkan tanıyan söz konusu
değişikliklerin oranlılık ve ölçülülük ilkelerinin uygulanmasını sağlamaktan
uzak olduğu, özel hayatın gizliliği nedeniyle erişimin engellenmesi tedbirinin
uygulanabilmesine imkan veren ve son derece suistimale açık bir durum ortaya
koyan düzenleme ile TİB Başkanının emriyle ölçüsüz şekilde erişimin
engellenmesi tedbirinin uygulanabileceği bir durum yaratıldığı, bu düzenlemeler
kapsamında verilecek erişimin engellenmesi kararlarının ESB eliyle
uygulanmasının da son derece sakıncalı olduğu, bir yandan TİB'e sınırsız
yetkiler verildiği, bir yandan da ifade özgürlüğü, dernek kurma/derneğe üye
olup olmama özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, basın özgürlüğünün ihlal edildiği,
özel hayatın gizliliği ihlal edilen kişilere başvuracak hiçbir kanun yolu
öngörülmediği, 6518 sayılı Kanun'la getirilen sınırlamaların fazlasıyla geniş
ve veri saklama süresi de dahil olmak üzere diğer tüm ayrıntıların düzenleyici
işlemlerle idare tarafından belirlendiği, iptali istenilen kuralların özel
hayata önemli nitelikte müdahale niteliğinde olduğu belirtilerek kuralların,
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi talep edilmiştir.
6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 93. maddesiyle 4.5.2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında
Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla
Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'un değiştirilen 9. maddesinin (9) numaralı
fıkrasında yer alan ".veya aynı mahiyetteki yayınların."ibaresine
yönelik yürürlüğün durdurulması talebinin, koşulları oluşmadığından REDDİNE,
B- 1- 87. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 4.
maddesine eklenen (3) numaralı fıkraya,
2- 88. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen (5)
numaralı fıkraya,
3- 89. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (d) bendine,
yönelik iptal hükümlerinin yürürlüğe girmelerinin ertelenmeleri
nedeniyle bu fıkralara ve bende ilişkin yürürlüğün durdurulması talebinin
REDDİNE,
C- 1- 8. maddesiyle değiştirilen, 4.1.1961
tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun Mükerrer 257. maddesinin birinci
fıkrasının (6) numaralı bendinin ".mükelleflerin Maliye
Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin
belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme
alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu
zorunluluğun aranılmayacağına,." bölümüne,
2- 47. maddesiyle değiştirilen, 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı
Kamu İhale Kanunu'nun 38. maddesinin;
a- İkinci fıkrasında yer alan ".gibi hususlarda."
ibaresine,
b- Üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ".açıklama
istenilmeksizin sonuçlandırılabilmesine." ve ".açıklama
istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin." ibarelerine,
3- 48. maddesiyle 4734 sayılı Kanun'un 43. maddesine eklenen
fıkrada yer alan ".yaklaşık maliyetin ." ve ".az
ve %15'inden." ibarelerine,
4- 80. maddesiyle, 16.5.2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal
Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 30. maddesine eklenen fıkraya,
5- 85. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (n) ve (r) bentlerine ve (o) bendinde yer alan "...ve
benzeri yöntemler kullanılarak..." ibaresine,
6- 86. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 3. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkraya,
7- 88. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen
(3), (4) ve (6) numaralı fıkralara,
8- 89. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (ç) bendine,
9- 90. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 6/A maddesine,
10- 91. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 7. maddesinin;
a- Değiştirilen (2) ve (3) numaralı fıkralarına,
b- Eklenen (4) numaralı fıkrasına,
11- 93. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un değiştirilen 9.
maddesinin (5) ve (8) numaralı fıkralarına ve (9) numaralı fıkrasının ".veya
aynı mahiyetteki yayınların." ibaresi dışında kalan bölümüne,
12- 94. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 9/A maddesinin
(1), (2), (3), (4), (5), (6), (7) ve (8) numaralı fıkralarına,
13- 97. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un ek 1. maddesine eklenen
(5) numaralı fıkranın birinci cümlesinde yer alan "...hâkim ve
savcılar ise kendilerinin..." ibaresine,
14- 100. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3.
maddenin (1), (3) ve (4) numaralı fıkralarına ve (2) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesine,
yönelik iptal talepleri, 8.12.2015 tarihli, E.2014/87, K.2015/112
sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkra, bent, cümle, bölüm ve ibarelere
ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerininREDDİNE,
D- 100. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3.
maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesi hakkında, 8.12.2015 tarihli ve
E.2014/87, K.2015/112 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar
verildiğinden, bu cümleye ilişkin yürürlüğün durdurulması talebi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
8.12.2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
264. 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında,
kanunun belirli kurallarının iptali, diğer kurallarının veya tümünün
uygulanmaması sonucunu doğuruyorsa, bunların da Anayasa Mahkemesince iptaline
karar verilebileceği öngörülmektedir.
265. 6518 sayılı Kanun'un 89. maddesiyle 5651 sayılı
Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (d) bendinin
iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan aynı maddenin (3) numaralı
fıkrasında yer alan ". ve (d)." ibaresinin
de 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
iptali gerekir.
VI- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
266. Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, "Kanun,
kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da
bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte
yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe
gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede
yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez." denilmekte, 6216
sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural
tekrarlanmaktadır.
267. 6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun'un 87. maddesiyle 5651
sayılı Kanun'un 4. maddesine eklenen (3) numaralı fıkranın, 88. maddesiyle 5651
sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın, 89. maddesiyle 5651
sayılı Kanun'un 6. maddesinin; (1) numaralı fıkrasına eklenen (d) bendinin ve
(3) numaralı fıkrasında yer alan "...ve (d)..." ibaresinin
iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edecek
nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu fıkralara,
bende ve ibareye ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete'de
yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VII- HÜKÜM
6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 8.
maddesiyle değiştirilen, 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun
Mükerrer 257. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinin;
1- ".mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu
getirmeye,." bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Alparslan ALTAN ile Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2- ".bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür
ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun
aranılmayacağına,." bölümünün Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Alparslan ALTAN ile Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
B- 47. maddesiyle değiştirilen, 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı
Kamu İhale Kanunu'nun 38. maddesinin;
1- İkinci fıkrasında yer alan ".gibi hususlarda."
ibaresinin,
2- Üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ".açıklama
istenilmeksizin sonuçlandırılabilmesine." ve ".açıklama
istenilmeksizin reddedilmesine ilişkin." ibarelerinin,
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
C- 48. maddesiyle
4734 sayılı Kanun'un 43. maddesine eklenen fıkrada yer alan ".yaklaşık
maliyetin ." ve ".az ve %15'inden." ibarelerinin
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D- 80. maddesiyle, 16.5.2006 tarihli ve 5502 sayılı Sosyal
Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 30. maddesine eklenen fıkranın Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
E- 85. maddesiyle,
4.5.2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında
Kanun'un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (n) ve (r) bentlerinin ve
(o) bendinde yer alan "...ve benzeri yöntemler
kullanılarak..." ibaresinin Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal
taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F- 86. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 3. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkranın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
G- 87. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 4. maddesine eklenen (3)
numaralı fıkranın Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Serruh KALELİ,
Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, Kadir ÖZKAYA ile Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ
GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
H- 88. maddesiyle
5651 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen;
1- (3), (4) ve (6) numaralı fıkraların Anayasa'ya aykırı
olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- (5) numaralı fıkranın Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, Serruh KALELİ, Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, Kadir ÖZKAYA ile
Rıdvan GÜLEÇ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün, Anayasa'nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL
SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I- 89. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen;
1- (ç) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- (d) bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Serruh
KALELİ, Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, Kadir ÖZKAYA ile Rıdvan GÜLEÇ'in
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, iptal hükmünün, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü
fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince,
KARARIN RESMÎ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE
GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- (d) bendinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan
aynı kuralın (3) numaralı fıkrasında yer alan ".ve (d)." ibaresinin
de, 6216 sayılı Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216
sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ
GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
J- 90. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 6/A maddesinin;
1- (1), (2), (3), (4), (5), (6), (8), (9) ve (10) numaralı
fıkralarının Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
2- (7) numaralı fıkrasının;
a- Birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- İkinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal talebinin REDDİNE, Erdal TERCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
K- 91. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un 7. maddesinin;
1- Değiştirilen (2) ve (3) numaralı fıkralarının,
2- Eklenen (4) numaralı fıkrasının,
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
L- 93. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un değiştirilen 9.
maddesinin;
1- (5) ve (8) numaralı fıkralarının Anayasa'ya aykırı
olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- (9) numaralı fıkrasının;
a- ".veya aynı mahiyetteki yayınların." ibaresinin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ile Rıdvan
GÜLEÇ'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
talebinin REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
M- 94. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen 9/A maddesinin
(1), (2), (3), (4), (5), (6), (7) ve (8) numaralı fıkralarının Anayasa'ya
aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
N- 97. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'un ek 1. maddesine eklenen
(5) numaralı fıkranın birinci cümlesinde yer alan "...hâkim ve
savcılar ise kendilerinin..." ibaresinin, Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
O- 100. maddesiyle 5651 sayılı Kanun'a eklenen geçici 3.
maddenin;
1- (1), (3), (4) numaralı fıkralarının Anayasa'ya aykırı
olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- (2) numaralı fıkrasının;
a- Birinci cümlesi, 27.3.2015 tarihli ve 6639 sayılı Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 30.
maddesi ile değiştirildiğinden, konusu kalmayan bu cümleye ilişkin iptal talebi
hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, OYBİRLİĞİYLE,
b- İkinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
8.12.2015 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
|
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Serruh KALELİ
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin
GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ VE DEĞİŞİK GEREKÇE
1. "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" ile milletvekllerince
verilen 10 ayrı "Kanun Teklifi", Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)
Plân ve Bütçe Komisyonunda birleştirilerek görüşülmüş ve TBMM Genel Kurulu'na
sevkedilmiş ve 6.2.2014 tarih ve 6518 sayılı "Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"
olarak kabul edilmiş ve 19.2.2014 tarih ve 28918 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu Kanun'un 80. maddesi ile 5502 sayılı Kanun'un 30. maddesine
eklenen fıkranın ve Kanun'un 93. maddesi ile 4.5.2007 tarih ve 5651 sayılı
Kanun'un değiştirilen 9. maddesinin (9) numaralı fıkrasının, keza Kanun'un 97.
maddesi ile 5651 sayılı Kanun'un Ek-1. maddesine eklenen (5) numaralı fıkradaki
iptali istenen ibarenin "Kanun Tasarısı"nda ve "Kanun
Tekliflerinde" yer almadığı ve bu düzenlemelerin TBMM Plân ve Bütçe
Komisyonunca birleştirilen metne eklendiği anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 88. maddesinde "Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu
ve milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir." denilmektedir.
Anayasa'nın 88. maddesinin birinci fıkrasının ihlâli sonucu bir yasalaştırma
söz konusuysa, bu konudaki ihlâl Anayasa'nın 148. maddesi anlamında bir
"şekil sakatlığı"na değil, doğrudan 88. maddesine aykırı düşer ve
yapılacak anayasal denetimin, "şekil bakımından" değil, "esas
bakımından" söz konusu olması gerekir. 88. maddenin ikinci fıkrasındaki
"Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme
usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir" hükmünün de, bu açıklama
çerçevesinde yorumlanması ve bu düzenlemenin aynı maddenin birinci fıkrasındaki
anayasal hüküm doğrultusunda anlaşılması ve hüküm ifade etmesi gerekir. Yani,
birinci fıkraya aykırı bir durum söz konusu ise artık ortada doğrudan bir
Anayasa ihlâli söz konusu olacak ve Anayasa'nın bu hükmünün bir tekrarından
ibaret olan TBMM İçzüğü'nün 35. maddesinin ihlâli nedeniyle, Anayasa'nın
148. maddesinde belirtilen (ve son oylamaya ilişkin olmadığından kanunun
iptalini gerektirmeyen) bir şekil sakatlığından ve şekil denetiminden değil;
88. maddenin birinci fıkrasının ihlâli sonucu esası ilgilendiren bir
sakatlıktan ve esas denetimden söz edilebilecektir.
Davanın somutu ile ilgili olarak düzenleme öngören TBMM
İçtüzüğü'nün "Komisyonların yetkisi, toplantı yeri ve zamanı"
başlıklı 35. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir: "Komisyonlar,
kendilerine havale edilen kanun tasarı ve/veya tekliflerini aynen veya
değiştirerek kabul veya reddedebilirler; birbirleriyle ilgili gördüklerini
birleştirerek görüşebilirler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca
kendilerine ayrılan salonlarda toplanırlar.
Ancak, komisyonlar, 92 nci maddedeki özel durum dışında kanun
teklif edemezler, kendilerine havale edilenler dışında kalan işlerle
uğraşamazlar. Başkanlık Divanının kararı olmaksızın Genel Kurulun toplantı
saatlerinde görüşme yapamazlar ve kanun tasarı ve tekliflerini bölerek ayrı
ayrı metinler halinde Genel Kurula sunamazlar."
İçtüzüğün 35. maddesinin yukarıdaki açık metninden de açıkça
anlaşılacağı üzere, komisyonların kendilerine havale edilen kanun tasarı ve
tekliflerini görüşme yetkileri sınırlandırılmış olup, komisyonların İçtüzüğün
92 nci maddesindeki özel durum dışında (genel veya özel af ilanını içeren kanun
tasarı ve teklifleri) kanun teklif etme yetkileri yoktur. Yukarıda belirtilen
yasa değişiklikleri Bakanlar Kurulunca önerilen Tasarı metninde olmadığı halde
ve teklif metinlerinde Plân ve Bütçe Komisyonu tarafından Tasarı metnine ilave
edilerek kanunlaştırıldığından; bu durum Anayasa'nın 88. maddesinin birinci
fıkrasına (dolayısiyle de bu hükmün açıklaması mahiyetinde bulunan TBMM
İçtüzüğü'nün 35 inci maddesine) açıkça aykırı düşmektedir.
Anayasa'nın 88. maddesinin birinci fıkrasının açık âmir hükmü
karşısında, TBMM İçtüzüğü'nün 87 nci maddesi gerekçe gösterilerek, görüşülmekte
olan bir tasarı veya teklifin konusu olmayan "başka" kanunlarda ek ve
değişiklik getiren "yeni bir kanun teklifi mahiyetindeki"
değişikliklerin "Genel Kurul" tarafından da yapılamayacağı açıktır.
Anayasa'nın 148. maddesindeki "Kanunların şekil bakımından
denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı.
hususları ile sınırlıdır." hükmünün de bu belirlemeye etkisinin
olamayacağı kuşkusuzdur. Gerçekten, 88 nci maddenin birinci fıkrasına açıkça
aykırı bir yasama faaliyeti sözkonusu olduğundan, Genel Kurulca öngörülen
çoğunlukla yapılacak bir "son oylama"nın belirtilen Anayasa'ya aykırılığı
düzelteceği kabul edilemez. Ancak 88 inci maddenin birinci fıkrasına uygun bir
yasama faaliyeti içerisinde 148 inci maddedeki "şekil denetimi"
kuralı işletilebilir. Davanın somutunda ise yukarıda açıklandığı üzere, aksi
yönde bir yasama faaliyeti bulunduğu görüldüğünden; 148 inci maddenin bu
davanın somutunda uygulama kabiliyeti bulunmamaktadır. (Bu konudaki bir
inceleme için bkz.: Torba Yasalar ve Yasama sürecindeki İçtüzük Hükümlerinin
Şekil Denetimi Sorunu, Hıfzı DEVECİ, TBB Dergisi, 2015 (117) s. 55-90)
Esasen Anayasa Mahkemesinin 25.12.2008 tarih ve E.2008/71,
K.2008/183 sayılı kararına (RG 9.4.2009, Sayı:27195) konu iptal davası
başvurusunun içeriğinden de, bu şekildeki bir uygulamanın TBMM İçtüzüğü'nün 35.
maddesine aykırı düştüğünün TBMM Başkanlığınca saptandığı ve ilgili komisyona
kabul edilen tasarı metninin iade edilmesine karşılık, ilgili komisyonca iade
edilen tasarı metninin yeniden bir üst yazı ile Genel Kurulun onayına sunulmak
üzere TBMM Başkanlığına geri gönderildiği ve akabinde yasalaştığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle; 6518 sayılı Kanun'un 80. maddesi ile 5502
sayılı Kanun'un 30. maddesine eklenen fıkranın ve Kanun'un 93. maddesi ile 5651
sayılı Kanun'un değiştirilen 9. maddesinin (9) numaralı fıkrasının ".veya
aynı mahiyetteki yayınların." ibaresi dışında kalan bölümünün, Kanun'un
97. maddesi ile 5651 sayılı Kanun'un Ek-1. maddesine eklenen (5) numaralı
fıkradaki iptali istenen ibarenin Anayasa'nın 88. maddesine aykırı düşmesi
nedeniyle iptaline karar verilmesi gerektiği kanaatine ulaştığımdan; çoğunluğun
aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
Keza, Kanun'un 93. maddesi ile 5651 sayılı Kanun'un değiştirilen
9. maddesinin (9) numaralı fıkrasında yer alan ".veya aynı mahiyetteki
yayınların." ibaresinin iptali yolundaki karara da yukarıdaki değişik
gerekçeyle katılıyorum.
2. 6518 sayılı Kanun'un 8. maddesi ile değiştirilen 213 sayılı
Kanun'un Mükerrer 257. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinin
iptali istenen bölümüyle mükelleflere, vergi dairelerine olan borçlarının
bulunması halinde bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi
özel işaretlerin verilmesi yasaklanmakta ve bu konuda Maliye Bakanlığı gerekli
düzenlemeleri yapmakla yetkili kılınmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 18.10.2007 tarih ve E.2007/4, K.2007/81;
14.2.2013 tarih ve E.2011/63, K.2013/28 sayılı kararlarında, iptal istemine
konu kurala benzer yasal düzenlemeler "ölçülülük" ilkesine aykırı
bulunarak iptal edilmiştir.
Anılan kararlarda da işaret edildiği üzere dava konusu kuralın
"... mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi
geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye ..."
bölümünün, vatandaşlık ödevi kapsamında bulunan vergi borcu ve bu kapsamda
bulunmayan kamu alacakları yönünden "ölçülü" bir sınırlama olmadığı
açık olduğu gibi, bu alacakların tahsilini kolaylaştırmaya yönelik olsa da,
mükelleflere anılan özel işaretlerin verilmemesi Anayasa'nın 48. maddesinde
teminat altına alınan Çalışma ve Sözleşme Özgürlüğünün açık ihlali sonucunu
doğurmaktadır. Dolayısıyla kuralın bu bölümünün Anayasa'nın 48. maddesine
aykırılığı nedeniyle iptali gerekmektedir.
Kuralın bu bölümünün iptali durumunda geriye kalan "... bu
zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar itibariyle tespit
etmeye ve hangi hallerde bu zorunluluğun aranılmayacağına ..." bölümünün
de uygulanma olanağı kalmayacağından; bu bölümün de 6216 sayılı Kanun'un 43.
maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca iptali gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle; Anayasa'nın 48. maddesine aykırı olan
kuralın iptaline karar verilmesi gerektiği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun
aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
5651 sayılı Kanun'un 4. maddesine eklenen üçüncü fıkra içinde yer
alan "Talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde başkanlığa
teslim eder" ibaresi ile yine aynı Yasa'nın 5. maddesine eklenen (5)
numaralı fıkrasında ve 6. maddesine eklenen (1) numaralı fıkranın (d) bendinde
yer alan aynı ibarenin, Mahkememizce Anayasa'nın 2., 13. ve 20. maddelerine
aykırı görülerek oyçokluğu iptal eden çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Dava dilekçesinde, talep halinde TİB Başkanlığınca yer, erişim ve
içerik sağlayıcılar tarafından, teslim edilecek bilgilere erişimi
sınırlandıracak bir düzenlemeye yer verilmediği, her türlü bilgiyi teslim
etmenin hak arama hürriyetini ortadan kaldırdığı, hakkı ihlal edilenin hangi
kanun yolunu kullanarak hangi merciye başvuracağının ve sürelerinin
gösterilmediği nedenleri ile Anayasanın ilgili maddelerine aykırılığı ileri
sürülmüştür.
İptali istenilen maddelere konu talep edilen bilgilerin, bir an
için kişilerle ilgili belirlenmiş her türlü bilgi olduğu düşünülebilirse de,
Anayasa Mahkemesinin 2.10.2014 gün ve 2011/149 Esas, 2014/151 Karar sayılı
İPTAL kararı karşısında, yer ve erişim sağlayıcıların temin ettiği, Anayasa ile
teminat altına alınan, iletişimin gizliliği, düşünce ve ifadeyi yayma
özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, kişisel verilerin korunması gibi bir çok temel
hakla doğrudan ilintili edinilmiş trafik bilgilerinin, kural ve sınırlamaya tabi
olmaksızın TİB Başkanlığınca edinilmesinin Anayasa'ya aykırı kabul edildiği
hukuksal durum karşısında ayrıca TİB tarafından talep edilecek bilgilerin
korumadan yoksun bilgi kapsamında olamayacağı açıktır.
Nitekim TİB yetkililerinin talep edilen bilgilerin kişisel
verilere ilişkin olmayıp içerik ve yer sağlayıcıların güncel adres bilgileri
ile sınırlı ve uygulamanın da bu şekilde olduğu ifadeleri dikkate alınmalıdır.
Ayrıca; Başkanlığın talep edeceği bilgilerin, kendisine bu Kanun ve diğer
kanunlarla verilen görevlerin ifası kapsamında sınırlandığı, 5651 sayılı
Yasa'nın 4. maddesine eklenen üçüncü fıkrasından da anlaşılmaktadır. Söz konusu
düzenleme karşısında kuralda tanınmış yetkinin sınırlanmadığı da
söylenemeyecektir.
Kanun kapsamı irdelendiğinde, internetin güvenli kullanımını
sağlama, kanun kapsamına giren suçları oluşturan içeriğe sahip faaliyet ve
yayınları önleme amaçlı olduğu bunun için esas ve usul belirleyerek gerekli
tedbir alma kriter belirleme görevi bulunduğu, kolluk ve soruşturma mercilerine
yardımda bulunmak bu maksatlarla içerik yer ve erişim sağlayıcılar ile
koordinasyon içinde faaliyette bulunulacağına yönelik olduğu görülecektir.
Anayasa'nın 20. maddesinde belirtilen özel hayatın
gizliliği, 22. maddesindeki haberleşme özgürlüğü, 26. maddesindeki düşünceyi
açıklama ve yayma gibi kural kapsamında ilintili görülen haklar sınırsız temel
haklar değildir.
Kişisel verilen korunması hakkı insanın maddi ve manevi
bütünlüğünün gelişiminde ne kadar temel ve öncelikli olsa da, bu hak veri sahibine
mutlak ve sınırsız bir hakimiyet alanı bırakmamaktadır. 1981 tarih ve 108
sayılı kişisel verilerin otomatik işleme tabi tutulması karşısında kişilerin
korunmasına dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin 9. maddesinde devlet, kamu,
güvenlik, ekonomik menfaatlerin korunması ve SUÇLARLA MÜCADELE KAPSAMINDA
kişisel verilerin korunmasına sınırlama getirilebileceği kabul edilmiştir. Yine
Sözleşme'nin 5. maddesinde göre kişisel veriler açıkça belirlenmiş meşru
amaçlar için, toplanma gerekçesiyle sınırlı olmak ve gerekli süreyi aşmamak
şartlarıyla tutulabileceği kabul edilmiştir. Nitekim 5651 sayılı Yasa 5.
maddesinin üçüncü fıkrasında sağlanmış trafik bilgilerinin gizliliğinin
sağlanarak ne kadar süre ile saklanabilecekleri açıkça ifade edilmektedir.
TİB Başkanlığına ulaştırılmış bilgilerin, kanunun verdiği yetki ve
belirlenmiş görev alanı kapsamında sınırlandığı düşünüldüğünde bilgilerin
amaç-araç kapsamında yöntem sınırlaması yapılmadan ölçüsüz bir biçimde
saklandığı ve kullanılabilir halde bulduğunu söyleme olanağı yoktur.
İptali istenen hükmün TİB Başkanlığının tüm internet
kullanıcılarının iletişim verilerinin her hangi bir sınırlama getirilmeden
toplanmasının mümkün hale getirdiğini, özel hayata müdahaleye sebep olan
uygulamanın hak arama hürriyetini ortadan kaldırdığı, TİB Başkanlığınca talep
edilen bilgilerin mahiyeti, talep yönteminin belirsizliği, bilginin içinde özel
hayat bilgisi de olup bununda talep halinde verileceği ileri sürülmüş ise de;
5651 sayılı Yasa'nın 2. maddesinin (e), (f) ve (j) bentleri, kapsamında yer
alan yer, hizmet ve erişim sağlayıcıların; taraflara ilişkin IP adresi, verilen
hizmetin başlama ve bitiş anı, yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri
miktarı ve abone kimlik bilgileri, bu olanakları sağlayanlar, kullanıcıya
sunulan bilgileri üreten, değiştiren gerçek ya da tüzel kişiliklere ait
veriler, yasanın erişeceği bilginin sınırları olarak belirlediğinden, özel
kişisel hayat bilgisi, şahsi, gizli, ticari sır nitelikli bir bilgiyi edinme ve
toplama gibi bir yetkilerinin bulunmadığı görülmelidir. Kanun, görev kapsamında
edinilebilecek bilgi yetkisinin sınırlarını açıkça tanım maddesinde ifade
etmiştir.
5809 sayılı Elektronik Haberleşme Yasası'nın 6. maddesinin (ı)
bendinde yer alan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun elektronik haberleşme
ile ilgili olarak ihtiyaç duyacağı her türlü bilgi ve belgeyi gerçek ve tüzel
kişilerden alabilmesine ilişkin kuralın, iptali istemiyle geldiği Mahkememizde
kurumun amaç ve görev alanında yer alan sektör ve ilgili şikayetleri
değerlendirme ve denetim işlevlerinin gereği gibi yerine getirilebilmesi amacı
ile sınırlı olarak, abone ve kullanıcıların kişisel bilgilerin gizliliği ve
ticari sırları da koruma görevi olduğu da düşünüldüğünde, kuralın verdiği
yetkinin özel hayat ve haberleşme özgürlüğüne yönelik olduğunun
düşünülemeyeceği ve bu hakları sınırlamadığı gerekçeler ile 2008/115 Esas,
2011/86 Karar sayılı dosyada Anayasa'ya uygun bulunduğuna dikkat çekmek
gerekir.
Günümüzde, iletişim ve bilgiye ulaşımda oluşan teknolojik
kolaylıklar ile oluşabilecek hukuksuzluklar karşısında, kendisini oluşturan
kişi ve devlet varlığını yaşatma ve koruma sorumluluğunda oluşan olağanüstü
yoğunluk ve teknolojik çağda, hakların korunması ve birey/devlet arası hakların
korunmasının dengelenmesinde aşırı hassasiyet eşiğine ulaşılmıştır. Demokratik
toplum inşaasında, yıkılmasının önüne geçecek tedbirleri alma zorunluluğu
gözetilmeden hürriyetler kendilerinin sınırsız hakimiyet alanına terk edilemez.
Elbette Anayasal hak ve hürriyetlerin demokratik toplum
gereklerine uygun şekilde ve ölçüsüz bir müdahaleye uğramadan kullanılması,
hissedilmesi demokratik toplum temel öğelerinden varsayılmakta ise de
Anayasa'da yazılı çerçevesi içerisinde hak kullanımının da bir sınırının
bulunduğu kişi bilincinde yer almalı ve gözden uzak tutulmamalıdır.
Mahkememiz karar gerekçesinde Anayasa'nın 20. maddesinde yer alan
özel ve aile hayatına saygı kapsamında, herkesin kendisi ile ilgili veriler
hakkında bilgilenme, erişme amacı doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını
öğrenme hakkı olduğuna değindikten sonra iptali istenen kuralda geçen
"bilgi" kelimesinin, kişiye ait BÜTÜN bilgileri (kişisel verileri)
kapsadığını değerlendirmekte, bunlarında TİB tarafından istenebileceğini talep
edilen bilgilerden kişilerin haberdar olmalarına ilişkin bir düzenlemenin de
bulunmadığını ifade etmektedir.
İptali istenen kuralda geçen kişisel veri, yukarıda da açıklandığı
gibi kişiye özel, gizli, saklı, sır, özel hayat bilgisi olmayıp, internet
kullanıcısının bu ortamda yer alması dolayısıyla yararlandığı yer, erişim ve
hizmet sağlayıcıların 5651 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde sayılı kişilik tipleri
ve kullanılan elektronik ortama ilişkin teknik bilgileri ile sınırlıdır.
Yasanın görev ve yetki alanı dışında bilgi edinilmesi mümkün olmadığı
düşünüldüğünde edinilmesi mümkün olmayan bilginin aktarılması ya da talebi de
mümkün değildir.
Kişinin, TİB Başkanlığından istenecek bilgisinin aktarılmasından
haberdar edilme keyfiyetine ilişkin bir açıklık olmadığı yönündeki gerekçeye de
katılınmamıştır. Kullanıcının elektronik ortama girdiğinde nelerle
karşılaşabileceği yasada açıkça yazdığına göre kendisi için sürpriz olmayacak
bu hukuki açıklık karşısında somutta haberdar edilme mutlak bir zorunluluk
olmaktan çıkmaktadır. Kaldı ki Yasa'nın 3. maddesinde bildirim yükümlülüğünün
nasıl yerine getirileceği de açıklamış bu hükmün Anayasa'ya aykırılık iddiası
da Mahkememizce reddedilmiştir.
YİNE Mahkememiz gerekçesinde, Anayasa'nın 20. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin
açık rızası ile işlenebilir kuralı karşısında iptali istenen düzenlemede,
kanunda öngörülen hallerin neler olduğu 5651 sayılı Yasa'da açıkça
belirtilmediği ifade edilmiş ise de, TİB Başkanlığının Yasa'nın 4. maddesinin
Ek 3. fıkrasında, bu kanun ve diğer kanunlarda verilen görevlerin ifası
kapsamında talep edeceği bilgiler hakkında gerektiğinde tedbir almakla yetkili
olduğu düşünüldüğünde tedbir yani varsayılan hakkın kullanımına gelen sınırlama
ya da yegane müdahale nedenlerinin (yani kanunda öngörülen haller) neler olduğu
Yasa'nın 8. maddesinde açıklanmaktadır.
Bir koruma tedbiri olarak verilen erişimin engellenmesi, yani
tedbir kararına neden ihtiyaç duyulacağı, kanunun birinci maddesinde yer alan
amaç bölümü ve genel gerekçesi ile birlikte ve bir bütün olarak incelendiğinde
ve internetin güvenli kullanımının sağlanması, kanun kapsamına giren suçlarla
mücadele, kolluk ve soruşturma mercilerine yardım olarak açıklandığı
düşünüldüğünde, TİB' e verilen yetkinin öngörülmemiş ve meşru amaç zemini dışında,
ölçüsüz olduğunu söylemeye imkan bulunmamaktadır.
Bu anlamda TİB'e verilen tedbir alma yetkisinin esasları belirli,
çerçevesi çizilmiş, bağlı bir yetki olduğu düşünüldüğünde bunun yetki devri
niteliği bulunmamaktadır.
Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası hükmü de gözetildiğinde
kural Anayasa'ya aykırı bulunmamıştır.
Kanun'un 8. maddesiyle değiştirilen 213 sayılı Vergi Usul Kanunu
mükerrer 257. maddesinin birinci fıkrasının (6) numaralı bendinde
".mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş
borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk
kapsamına girecek amme alacaklarını tür tutar itibariyle tespit etmeye ve
hangi hallerde bu zorunluluğun aranılmayacağına,..." hükmü yer almakta
ve iptali istenmektedir.
Kurala göre, vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına
ilişkin belge getirmeyen mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram, kupür,
damga, sembol gibi özel etiket ve işaretler verilmeyecek, dolayısıyla mükellef
bu zorunluluğa uymadığı için ticaret yapamayacaktır.
Anayasa'nın 48. maddesinde herkesin dilediği alanda çalışma ve
sözleşme hürriyeti ile sahip olduğu özel teşebbüs kurma serbestiyesine sahip
olduğu, devletinde özel teşebbüsleri güvenli ve kararlılık içerisinde sosyal
amaçlarına uygun çalışmasını temin edecek tedbirler almakla yükümlü olduğu
ifade edilmiştir. Madde de ayrıca bir sınırlama sebebi de sayılmamaktadır.
Kural ile gelen müdahale, özel teşebbüsün çalışma hakkını
zedelemekten öte ortadan kaldırmakta, zaten devlete bir borcu olan
mükellefi ödemeye zorlamadan öte, ticaret yapmaktan, kazanmaktan, maddi ve
manevi bütünlüğünü geliştirme ve koruma haklarından yoksun bırakmaktadır.
Çağdaş demokrasiler, demokratik hukuk devletlerinde hak ve
özgürlüklerin EN GENİŞ şekilde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler ise,
haklara müdahale eden kuralların anılan nitelemeye uygun biçimde dar yorumundan
kaçınarak değerlendirilmesi gerekir. Hukuk devletinden, hak ve özgürlükleri
koruması her alanda güçlenerek, adaletli bir düzen sağlaması, hakka saygılı,
hakkın elde edilişini kolaylaştıran önündeki engelleri kaldıran, mutluluğu amaç
edinen hakkaniyetli, müdahale eden kural içeriğinin, bireyin davranış direncine
izin verecek ölçekte olması beklendiğinde, kamu yararı ile birey hakları
arasında adil bir dengenin de gözetilmiş olması zorunludur.
Ancak kural kendinden olmasa da, hakkın doğasından gelen bir
sınırlama sebebi ile müdahale edilebilen bir alan içerisine alındığında ise,
müdahale hakkın kullanılmasına mutlak engel teşkil etmemelidir. Demokratik
toplum düzeninde özgürlükler asıl, sınırlamalar istisnadır. Hakkın özüne
dokunma yasağının ölçeği de Anayasa'nın ruh ve sözüne, insan hakkına saygıya
dayalı ölçülülük ilkesidir.
Maliye Bakanlığına kural ile getirilen yetki, devlete borçlu olana
ticaret yaptırmama yasağıdır. Mükellefin devlete olan vergi borcunu, kamu
alacağının görece üstünlüğü karşısında güvence altına almak kaygısıyla,
tahsilatı hızlandırmaya yönelik meşru bir amacı olduğu kabul edilse bile,
anılan müdahalede amaca erişmek için lüzumlu sınır aşılmamalı, yani daha hafif
bir önlemle amaca erişmek etkili olacak iken iptali istenen kuralda bu yönde
bir yol seçilmemiş olması ölçülülüğün gereklilik ilkesini karşılamamaktadır.
Kaldı ki, makul ve dengeli olmayan müdahalenin, mükellefin ticaret
hayatını bitiren, yaşam kalitesini engelleyen sonuçlar doğuracağı da
düşünüldüğünde orantılı olduğu da söylenemeyecektir.
Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun özgürlük
kısıtlamalarının bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belirli
bir özgürlüğün ortadan kaldırılması düzeyine vardırılmaması gerekir. Pekala,
vergi borçlusunun borcunu tahsil etmede sayısız kamu gücü üstünlüğü sağlayan
yollar ve usuller mevcut olup, geçici süre, sayısal sınırlamalar, tekerrür
hallerine yönelik değişik yaptırım türleri gibi amaca erişmeye yönelik hakkın
özünü zedelemeyen önlemler mevcut iken doğrudan hakkın
kullanımını ortadan kaldıran iptali istenen kural, demokratik düzenin gerekli
kıldığından fazla ve ulaşılmak istenen amaçtan ötedir.
Kuralda yer alan, bu zorunluluk kapsamına girecek amme
alacaklarını, tür ve tutar itibariyle tespit etmeye ve hangi hallerde bu
zorunluluğun aranılmayacağına ilişkin bölüme ilişkin olarak kuralın geri kalan
bölümünün Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptal edilmesi gerektiğini tarafımdan
düşündüğünde, uygulama alanı kalmayacak bu bölüm yönünden de 6216 sayılı
Yasa'nın 43. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca iptal edilmesi gerekeceği
düşüncesi oluşacaktır.
Yukarıda anlatılan nedenler ile kuralın Anayasa'nın 2., 13. ve 48.
maddelerine aykırı olduğu nedenleri ile çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
KARŞIOY
YAZISI
1. 6518 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle, 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu'nun mükerrer 257. maddesinin birinci fıkrasının değiştirilen (6)
numaralı bendinde Maliye Bakanlığının vergi güvenliğini sağlamak amacıyla
niteliklerini belirleyip onayladığı, elektrikli, elektronik, manyetik ve
benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırmaya, bu cihaz ve sistemler vasıtasıyla
bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve
işaretlerin verilmesinde, "mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu
getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar
itibariyle tespit etmeye ve hangi hallerde bu zorunluluğun
aranılmayacağına" ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili olacağı
öngörülmektedir. Kuralın Anayasa'ya uygunluğu iki bölüm halinde denetlenmiş
olmakla birlikte cümlenin tümü için geçerli olan karşı görüşümüz aşağıda
açıklanmıştır.
2. İptali istenen kural uyarınca Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığını belge ile kanıtlayamayan
kişilere, yasada sayılan özel etiket ve işaretler verilmeyecektir. Buna göre,
yaptıkları ticaret icabı bu özel işaret ve etiketleri temin etmek, aksi
takdirde idari veya cezai yaptırımlarla karşılaşmak zorunda bulunan kişilerin
Maliye'ye borçlarını ödemedikleri müddetçe ticaretlerini sürdürmeleri mümkün
olamayacaktır.
3. Anayasa'nın 48. maddesinde "Herkes, dilediği alanda
çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir"
denilmiş; bu hürriyetler için herhangi bir sınırlama nedeni de öngörülmemiştir.
4. Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa'nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
5. Öte yandan, Anayasa'nın ilgili maddesinde özel bir sınırlama nedeni
öngörülmeyen hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının
bulunduğunda tereddüt yoktur. Bu haklar, diğer Anayasal hükümler nedeniyle
sınırlandırılabilir. Bu kapsamda, her ne kadar vergiyi bir vatandaşlık ödevi
olarak kabul eden Anayasa'nın 73. maddesinin, bu ödevin yerine getirilmesi
amacıyla serbestçe ticaret yapma hakkına bir sınırlama getirdiği öne
sürülebilirse de bu sınırlamanın yine Anayasa'nın 13. maddesindeki ilkelere
göre demokratik bir toplumda zorunlu ve ölçülü olması gerekir.
6. Kanunlarda, vergi borçlarının ve diğer amme alacaklarının
tahsili için özel yöntemler ve gecikme halinde uygulanacak yüksek faizler
öngörülmüş, diğer taraftan uzlaşma, erteleme, taksitlendirme gibi kolaylıklar
da gözetilmiştir. Vergi tahsilatının amacının, mükellefi mali yönden çökertmek
pahasına da olsa her türlü zorlayıcı yöntemi kullanarak vergiyi süratle almak
olmadığı, kamu hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli olan Maliye'ye düzenli
vergi geliri sağlanması ile çalışanların ve müteşebbislerin rahatça işlerini
sürdürebilmeleri ihtiyacı arasında adil bir dengenin kurulması gerektiği
açıktır. Nitekim Anayasa'nın 5. maddesiyle Devlete verilen görevler de bunu
gerektirmektedir. Bu nedenledir ki mükelleflerin çok ağır gelen vergilerini
ödemekte geciktikleri ve artan borçları defaten kapatma imkanını kaybettikleri
ve bu durumun genel bir soruna dönüştüğü hallerde yasa koyucu müteaddit
defalar, özel yasalarla vergi affı, erteleme, taksitlendirme gibi kolaylıklar
sağlamıştır.
7. İptali istenen kural, çeşitli nedenlerle vergi borcu bulunan ve
ticaretlerini sürdürebilmek için yasada sayılan özel etiket ve işaretlere
ihtiyacı bulunan kişilerin bu etiket ve işaretleri temin ettikten sonra elde
edecekleri kazançları ile Maliye'ye borçlarını ödemesine de imkan bırakmamaktadır.
Buna göre kişi, ihtiyaç duyduğu özel etiket ve işaretleri alamadığı için işine
ara vermek zorunda kalabilecek, ancak mali durumu böylece daha da
kötüleşeceğinden, vergi borçlarını ödemesi de güçleşecektir. Bu durumda
kuralın, gözetilen amaca elverişli olduğu da söylenemez. Nitekim Anayasa
Mahkemesinin Esas: 2007/4, Karar: 2007/81 sayılı kararında kişilerin vergi
borcu nedeniyle yurt dışına çıkışlarının yasaklanmasına ilişkin yasa kuralının
iptali gerekçeleri arasında, yurt dışına çıkışı yasaklamanın, vergi tahsilatını
sağlamaya yeterli olmadığına da dikkat çekilerek, amaçla araç arasında ilişki
bulunmadığı belirtilmiştir.
8. Vergi ve diğer amme alacaklarının tahsilatının hızlandırılması
amacıyla çalışma özgürlüğüne bir müdahalede bulunan kuralın, Anayasa'nın 13.
maddesindeki ölçütleri karşıladığından söz edilemez.
9. Bu nedenle kuralın, Anayasa'nın 13. ve 48. maddelerine aykırı
olduğu ve iptali gerektiği düşüncesindeyim.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
bazı madde ve fıkralarının Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali
istenmiştir. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, sözkonusu Kanun'un 8. maddesiyle
değiştirilen 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 257. maddesinin birinci
fıkrasının 6. bendindeki değişikliklerin bir kısmının iptali talebinin reddine
karar verilmiştir. Ancak aşağıda açıklanan nedenlerle belirtilen
kısmın Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde
olduğumuzdan, çoğunluk görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır:
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 257. maddesinin iptali
istenilen bölümün de bulunduğu birinci fıkrasının 6. bendi şöyledir:
Maliye Bakanlığı;
.
"6. (Ek: 3/7/2005 - 5398/23 md.; Değişik: 6/2/2014 -
6518/8 md.) Vergi güvenliğini sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip
onayladığı elektrikli, elektronik, manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri
kullandırmaya, bu cihaz ve sistemler vasıtasıyla bandrol, pul, barkod,
hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin kullanılmasına
ilişkin zorunluluk getirmeye, mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram,
kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin verilmesinde, mükelleflerin
Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına
ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme
alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu
zorunluluğun aranılmayacağına, bandrol, pul, barkod, hologram, kupür,
damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin basımı, dağıtımı ile sistemin
kurulması ve işletilmesi hizmetlerinin, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa tabi olmaksızın, süresi 5 yılı geçmemek üzere
ve 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (5 inci maddesinin beşinci
fıkrası hariç) hükümleri çerçevesinde;
yetkilendirilecek gerçek veya
tüzel kişiler tarafından yerine
getirilmesine, bu hizmetlerde ve yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişilerde
bulunması gereken özellikleri, yetkilendirilecek gerçek veya tüzel kişilerin
faaliyetlerinin yönlendirilmesi, izlenmesi, denetlenmesi, yetkilendirmenin
sonlandırılması ve bunların uygulanmasına ilişkin usul ve esasları
belirlemeye,"
Yetkilidir.
Hükümdeki ".mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi
dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu
getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar
itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu zorunluluğun
aranılmayacağına,.." kısmının iptali istenmiştir.
Mahkememiz çoğunluğu, kuralı Anayasa'ya aykırı görmemiş, iptal
talebini reddetmiştir.
İptali istenilen kuralın gerekçesinde konu ile ilgili olarak:
"213 sayılı Vergi Usul Kanununda değişiklik yapılması
suretiyle, kayıt dışı ekonominin yüksek olduğu sektörlerde kayıp ve kaçak ile
mücadele edilmesi amacıyla Bandrollü ürün İzleme Sisteminin getirilmesinin, söz
konusu sistemin işletilmesinin ve sistem içindeki firmaların vergi borcunun
daha etkin bir şekilde takibinin sağlanması amaçlanmıştır" denilmiştir.
Görüldüğü gibi, iptali istenen kısımlarla birlikte hüküm, Maliye
Bakanlığına verilen bazı yetkileri düzenlemektedir. Maliye Bakanlığının;
vergi güvenliğini sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı
elektrikli, elektronik, manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri
kullandırmaya, bu cihaz ve sistemler vasıtasıyla bandrol, pul, barkod,
hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin kullanılmasına
ilişkin zorunluluk getirmeye, mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram,
kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin verilmesinde,
mükelleflerin Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu
bulunmadığına ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk
kapsamına girecek amme alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve
hangi hâllerde bu zorunluluğun aranılmayacağına yetkili olduğu belirtilmiştir.
Kuralın uygulanmasının bir sonucu olarak, vergi dairelerine vadesi
geçmiş borcu bulunmadığına ilişkin belge getirmeyen mükelleflere bandrol, pul,
barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretler
verilmeyecek, dolayısıyla mükellefler bu zorunluluğa uymadıkları için ticaret
yapamayacaklardır. Kural uyarınca mükelleflere bandrol, pul, barkod, hologram,
kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin verilebilmesi için vergi
dairelerine vadesi geçmiş borçlarının bulunmaması gerekmektedir.
Kuralda, bu zorunluluk kapsamına girecek olan alacaklardan "amme
alacakları" olarak bahsedilmiştir. 6183 sayılı Kanun'un 1.
maddesinde, kamu alacağı, Devlete, vilayet
hususi idarelerine ve belediyelere ait vergi, resim, harç, ceza tahkik ve
takiplerine ait muhakeme masrafı, vergi cezası, para cezası gibi asli, gecikme
zammı, faiz gibi fer'i amme alacakları ve aynı idarelerin akitten, haksız fiil
ve haksız iktisaptan doğanlar dışında kalan ve amme hizmetleri tatbikatından
mütevellit olan diğer alacakları ile; bunların takip masrafları olarak
tanımlanmıştır.
Kurala göre Maliye Bakanlığı, bu zorunluluk kapsamına girecek amme
alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu
zorunluluğun aranılmayacağını belirlemeye yetkilidir. Böylece, Maliye Bakanlığı
hangi tutarın altında veya üstünde bulunan kamu alacaklarının bu kapsamda
olduğunu belirleyebileceği gibi, kamu alacaklarından hangilerinin bu kapsamda
bulunduğunu tespite de yetkili kılınmıştır.
Ayrıca, 213 sayılı Kanun'un mükerrer 257. maddesi hükmüne
uyulmaması halinde aynı Kanun'un mükerrer 355. maddesi uyarınca özel usulsüzlük
cezası kesileceği kabul edilmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk
devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık olan devlettir.
Anayasa'nın 48. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes,
dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler
kurmak serbesttir." denilmiştir. Birey bu özgürlüğünü kullanarak
çalışmak için dilediği alanı ve işi seçebilir, gerekli sözleşme ve
işlemleri yapabilir. Devlet de, bireylerin bu özgürlüğünü kullanabilmesi için
gerekli düzenlemeleri yapmalı ve tedbirleri almalıdır.
Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların Anayasa'nın
sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, temel hak
ve özgürlükler, istisnaî olarak ve özüne dokunulmadan demokratik toplum
düzeninin gerekleri için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla
sınırlandırılabilirler.
Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen
sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması
düşünülemez. Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun,
kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir
özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak
düzeye vardırılmaması gerekir.
İptali istenen kuralla Maliye Bakanlığına, vergi güvenliğini ve
tahsilatını sağlamak amacıyla niteliklerini belirleyip onayladığı elektrikli,
elektronik, manyetik ve benzeri cihazlar ve sistemleri kullandırma, bu cihaz ve
sistemler vasıtasıyla bandrol, pul, barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi
özel etiket ve işaretlerin kullanılmasına ilişkin zorunluluk getirme yetkisi
verilmektedir. Mükelleflerin mali güçlerinin saptanması ve vergi yükünün
adaletli ve dengeli dağılımını sağlamak için kamu yararı amacıyla kanun koyucu
gerektiğinde Maliye Bakanlığına da yetki verebilir, bu konuda anayasal sınırlar
içinde takdir yetkisini haizdir.
İptali istenilen kuralda ise, genel ve soyut olarak mükelleflere
vergi dairelerine olan borçlarının bulunması halinde bandrol, pul, barkod,
hologram, kupür, damga, sembol gibi özel işaretlerin verilmesi
yasaklanmaktadır. Bu yasaklama ise mükelleflerin söz konusu özel işaretlerin
verilmemesi sonucu ticaret yapmalarını engelleyici niteliktedir. Anayasa'nın
48. maddesinde, çalışma ve sözleşme hürriyetleri için herhangi bir sınırlama
nedeni öngörülmemiştir. Maddede sınırlama nedenlerinin gösterilmemesi, kanun
koyucunun çalışma özgürlüğünü sınırlandıracak düzenlemeler yapamayacağını
göstermektedir. Dava konusu kuralda öngörülen yasaklama, çalışma özgürlüğünün
güvence alanının kanun koyucu tarafından daraltılması niteliğinde olduğundan
Anayasa'nın 13. maddesi anlamında ölçüsüz bir sınırlandırma niteliğindedir. Bu
yasaklama ticaret yapmak isteyen kişilerin kamuya olan borçlarını ödemeden,
sözkonusu bandrol, pul, barkod vd. bağlı olan ticari faaliyetlerini
yapmalarını yasaklamaktadır. Söz konusu sınırlamanın, Anayasa'nın 73. maddesi
uyarınca ödev olarak belirlenen vergi borcu ile diğer kamu borçlarının
ödenmesini sağlamak için meşru bir amaca yönelik olduğu söylenebilir. Ancak,
kamu hizmetlerinin yürütülmesinde gerekli kaynağın elde edilmesi için vergi ve
diğer kamu alacaklarının takip ve tahsiline yönelik özel hukuki düzenlemeler,
kolaylık ve hızlılık sağlanmasının doğal olduğu kabul edilmekle birlikte, bu
konuda bireylerin hakları ve hukukun genel ilkelerinin de göz önünde
bulundurulması hukuk devletinin bir gereğidir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
hükümleri ve yine diğer kanunlarla getirilen, vergi cezaları ve gecikme faiz ve
zammı uygulamaları göz önüne alındığında, mükelleflerin vergi borcunun ödenmesi
ve kamu alacaklarının tahsili konusunda yasal düzenlemelerin bulunduğu, ayrıca
bu alacakların niteliğine bağlı olarak, takip konusunda normal bir alacağa
nazaran önemli bir takım ayrıcalıklar da tanındığı görülmektedir.
İptali istenilen kuralda, Anayasa'nın 73. maddesinde vatandaşlık
ödevi olarak belirlenen vergi yanında, kamu alacakları da yer almaktadır. Dava
konusu kuralın, vergi borcu da dâhil, borcu olmadığına ilişkin belge
getiremeyen mükelleflere Maliye Bakanlığının zorunlu tuttuğu bandrol, pul,
barkod, hologram, kupür, damga, sembol gibi özel etiket ve işaretlerin
verilmemesi sonucunu doğurduğu, bu durumun ise kişilerin çalışma özgürlüğünü
zedeleyen bir etkisinin bulunduğu açıktır.
Çalışma ve sözleşme özgürlüğüne getirilen sınırlamada,
sınırlamanın amacı, vergi borcunun tahsilinin sağlanması, araç ise çalışma ve
sözleşme yapma özgürlüğünün yahut daha somut haliyle ticaret yapmanın belirli
konularda yasaklanmasıdır. Amaç ile araç arasında makul bir ilişkinin
bulunduğunun söylenebilmesi için ticaretin engellenmesi ile vergi alacağının
tahsilinin zorluğu veya imkânsızlığı arasında makul bir tercih nedeninin
bulunması gereği açıktır. Yasak, hiçbir şart öngörmeksizin, hatta vergi borcunun
tutarı dahi belirtilmeden, vergi borcunun ödenmemesine bağlı olarak
kendiliğinden uygulandığı zaman amaç ile araç arasındaki makul ilişki ve denge
ortadan kalkar.
İptali istenilen kuralla, kamu alacaklarının tahsilinin
sağlanmasının amaçlandığı bu yonüyle kamu yararını amaçladığı
görülmektedir. Ancak, dava konusu kural olmasa dahi yukarıda belirtildiği
üzere, 6183 sayılı Kanunla kamu alacaklarının tahsili için özel hükümler ve
kolaylıklar zaten kabul edilmiştir. Ayrıca, ticaretini yapıp kazanç elde
edemeyen kimselerin vergi borcunu ödemesi de kolay değildir. Bu açıdan, iptali
istenen hükümlerin dolaylı olarak, kamu alacağının daha kolay tahsiline de bu
açıdan engel olduğu da söylenebilir.
İptali istenen hüküm, vatandaşlık ödevi kapsamında bulunan vergi
borcu ve bu kapsamda bulunmayan kamu alacakları yönünden ölçülü bir sınırlama
olmadığı gibi, bu alacakların tahsili amacıyla mükelleflere kuralda belirtilen
özel işaretlerin verilmemesinin Anayasa'nın 48. maddesinde güvence altına
alınan çalışma ve sözleşme özgürlüğü alanına yapılmış bir sınırlama olduğu, bu
sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesi kapsamında demokratik bir toplum düzeni
için gerekli olmadığı, bir an için gerekli olduğu kabul edilse bile ölçülülük
ilkesine uygun olmadığı açıktır.
Nitekim benzer şekilde, 5682 sayılı Pasaport Kanunu'nun, 28.5.1988
günlü, 3463 sayılı Yasa ile değiştirilen 22. maddesinin birinci
fıkrasındaki, vergiden borçlu olduğu pasaport vermeye yetkili
makamlara bildirilenlere pasaport veya seyahat vesikası verilmeyeceğine ilişkin
kısmın iptali istenmiş; Anayasa Mahkemesinin 18.10.2007 tarihli,
2007/4 Esas, 2007/81 Karar sayılı kararıyla kuralın Anayasa'nın 2., 13. ve 23.
maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, 213 sayılı Kanun'un mükerrer 257. maddesinin
birinci fıkrasının (6) numaralı bendinin iptali istenilen ".mükelleflerin
Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerine vadesi geçmiş borcu bulunmadığına
ilişkin belge arama zorunluluğu getirmeye, bu zorunluluk kapsamına girecek amme
alacaklarını tür ve tutar itibarıyla tespit etmeye ve hangi hâllerde bu
zorunluluğun aranılmayacağına."şeklindeki kısımlarının, Anayasa'nın
2., 13. ve 48. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde
olduğumuzdan Çoğunluğun görüşüne katılmamız mümkün olmamıştır.
Üye
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1. 6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun'un 87. maddesiyle 5651
sayılı Kanun'un 4. maddesine eklenen (3) numaralı fıkrası ve Kanun'un 88. maddesiyle
5651 Sayılı Kanun'a eklenen 5. maddenin (5) numaralı fıkrası ve Kanun'un 89.
maddesi ile 5651 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) mumaralı fıkrasına eklenen
(d) bendi Mahkememiz çoğunluğunca iptal edilmiştir.
2. İptal edilen kurallar internet platformunda içerik, yer ve
erişim sağlayıcı olarak faaliyet gösterenlere getirilen yükümlülüklere ilişkin
bulunduğundan iptali istenilen kuralların anlam ve kapsamının belirlenmesi
bakımından öncelikle internetin anlam ve kapsamının irdelenmesi gerekmektedir.
3. İnternet 1969 yılında bir askeri proje olarak ortaya çıkmış,
1983 yılında sivil kullanıma açılmış ve 1990'lardan itibaren de küresel bir ağ
haline gelmiştir.
4. Bilinen geleneksel iletişim türlerinden farklı olarak,
iletişime çok büyük bir hız kazandırmış, farklı kesimlerce üretilen etkileşimli
multimedya içeriklerinin, dünyanın herhangi bir yerinden sayısız başka
yerlerine saniyeler içerisinde ulaşılabilmesini sağlamıştır. Bilginin çok daha
hızlı ve ucuz bir şekilde yayılmasına olanak sağladığı için de, toplumların
geleneksel, ekonomik, siyasal kültürel yapılarını etkilemiş, böylece köklü
değişim ve dönüşümlerin önünü açmış, yönetimden siyasete, ekonomiden hukuka,
aileden arkadaşlık ilişkilerine, insanların tutum, davranış ve alışkanlıklarında
önemli değişmelere sebep olmuştur. Bu değişim ve dönüşümler de işin doğası
gereği yeni yönetimsel ve hukuksal sorunları ortaya çıkarmıştır.
5. İnternet uygulamasında "ulusal sınır" gerçeğinin
olmaması nedeniyle, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi biri tarafından
üretilen içerikler serbestçe yayına konulup dünya genelinde milyonlarca kişiye
ulaşabilmektedir. Buradaki "ulusal sınır"sızlık ile internetin teknik
alt yapısı ve yayılmış ağ yapısı ve paylaşım ve erişim kolaylığı da, internete
bağlanabilen her kişinin, istemesi halinde yasa dışı içerik oluşturup, bu
içerikleri çok hızlı bir şekilde dünyanın dört bir yanına yaymasına, gerçek
kimliğini gizleyebilmesine olanak sağlamaktadır. Ayrıca, internet platformu
herhangi bir doğrulama mekanizması barındırmadığından, iletişim, bilgi edinme,
paylaşım ve eğlence gibi iyi ve zararsız amaçlarla kullanılmasının yanında,
sahte isim ve hesaplarla yasa dışı içerik oluşturup paylaşabilme amacıyla da
kullanılabilmektedir. Bu da suç ve suçlulara kendilerini kolayca gizleyerek
yasa dışı iş ve eylemleri hayata geçirebilmelerine fırsat vermektedir. Yani,
bir kısım terör ve suç örgütleri bir kısım faaliyetlerini internet ortamına
taşıyabilmekte, siber saldırılar yanında ülkelerin milli güvenlik ve kamu
düzenlerini yok etmeyi hedef alan içeriklerini çok kısa zamanda çok geniş
kitlelere ulaştırabilmektedirler. Ayrıca başka bir kısım içeriklerle de
mahremiyet ihlallerine, bilgi hırsızlığına, telif hakları ihlallerine, özel
hayatın gizliliğinin ortadan kaldırılmasına, dolandırıcılığa, kişilik haklarına
saldırılara, bahis, kumar, fuhuş, çocukların cinsel istismarı, pornografi,
intihar ve uyuşturucuya yönlendirme, siber zorbalık, şiddet, ırkçılık,
ayrımcılık ve nefret söylemi gibi yasalara aykırı veya zararlı kabul edilen bir
takım durumların geniş kitlelerin önüne getirilmesine, onların etkilenimlerine,
böylece de sosyal dokunun zedelenmesine, ahlaki yapının bozulmasına ve hukuksal
sorunların çıkmasına neden olabilmektedir.
6. Belirtildiği üzere internetin diğer kitle iletişim
araçlarından farklı olan ve yukarıda sözü edilen doğası ve özellikleri, çok
boyutlu, çok aktörlü dinamik ve dağıtık yapısı, tekniği, işleyiş biçimi, alt
yapısı ve "ulusal sınır"sızlık/uluslararası niteliği, suç yeri ve
zamanı ve suçlu yönünden kendine has özellikler sergilemekte, bu da internet
platformunun düzenlenmesini ve bu alana ilişkin bazı sınırlamalar getirilmesini
zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk, internetin kendine özgü yapısından ve
teknik özelliklerinden kaynaklanan bir zorunluluk olmasına rağmen, ifade
özgürlüğü ve bilgiye erişim özgürlüğü bağlamında, bilgi ve düşüncenin serbest
dolaşımına engel olacağı kanaatiyle, internetin düzenlenmesinde erişimin
engellenmesi gibi bir takım yaptırımlar uygulanması ciddi eleştirilerle karşılaşmıştır.
7. Getirilen tüm eleştirilere karşın, toplumun, özellikle de
çocukların korunmasının, bilgi güvenliliğinin sağlanmasının, suç oluşumunun
önlenmesinin, suç oluştuktan sonraki süreçte yapılacak araştırma ve
incelemelere olanak sağlamasının, suçlu ve sorumluların ortaya çıkmasının
vazgeçilemez bir zorunluluk olması nedeniyle, gerçek hayatta kurulan sistemin
internet ortamında (sanal ortamda) da kurulması gerektiği söylenmektedir.
8. Mukayeseli hukuk açısından başka ülkelere bakıldığında da,
toplumun tümünün ve özellikle de çocuklar ile gençlerin ve ailelerin bu
alandaki risk ve tehlikelere karşı korunması amacıyla internetin güvenli
kullanımının sağlanmasına yönelik tedbirler alındığı, internetle ilgili
strateji ve politikalar geliştirildiği, farklı biçimlerde de olsa giderek artan
bir oranda internetle ilgili müdahaleler içeren uygulamalara gidildiğinin
görüldüğü belirtilmektedir[1].
9. Öte yandan ülkeler bazında içerik düzenlemesi için farklı
yaklaşımlar sergileniyor olsa da, hem yöntem hem de düzenlemeye konu
içeriklerin türleri konusunda bir uzlaşı sağlandığı, bu kapsamda, içerik
düzenlemelerinde uyar - kaldır (notice and takedown -NTD) yönteminin
benimsendiği ve internetin güvenli kullanımı konusunda bilinçlendirme
çalışmalarının yapılmasının, telif hakkı ihlalleri, çocukların cinsel
istismarı, ırkçılık, ayrımcılık, nefret ve şiddet uyandıran içerikler ile
ekstrem pornografi içerikleri konusunda her bir ülkenin kendisinin düzenlemeler
yapabileceğinin, sektöre ilişkin uluslararası arenada genel bir kabul gördüğü
ifade edilmektedir.
10. Bununla birlikte, hızlı gelişen teknoloji ile birlikte,
içeriğin düzenlenmesinde kullanılan yöntemleri aşmaya yönelik alternatif
yöntemlerin de sürekli olarak geliştiği de ifade edilmekte, bunun da internetin
düzenlenmesi hususunu daha da karmaşık hale getirdiği, bu sebeple, ihtiyaçlara
tam olarak cevap veren bir yasal mevzuatın var olmasının yanında, içeriğin
düzenlenmesinde etkin bir şekilde kullanılacak farklı yöntemlere sahip olmanın
ve dinamik bir idari yapı oluşturmanın gerekliliği vurgulanmaktadır.
11. Bir taraftan belirtilen bu durumlar söz konusu iken, diğer
taraftan internetin doğası ("ulusal sınırsızlık" özelliği) gereğince
ulus devletler için internetin denetim ve kontrolünde başka bir takım
zorlukların da bulunduğu, bu zorlukların en önemlilerinden birisinin internetin,
devletin klasik ulusal egemenlik anlayışına meydan okuyan karmaşık, dağıtık,
çok değişkenli, dinamik ve sınır tanımayan küresel yapısı olduğu, devletlerin
ülke sınırları içerisinde hukuk kuralı koyma ve bunu uygulama meşruiyetlerini
esas alan klasik ulusal egemenlik yaklaşımlarına dayalı mevzuatın, ulusal sınır
tanımayan bu teknoloji karşısında çoğu zaman sıkıntılar yaşar hale geldiği
belirtilmektedir.
12. Diğer yandan da, konunun bilimsel otoritelerine göre
yaygınlaşan ve etkinleşen internetin sosyal, siyasal ve ekonomik hayatı
yönlendiren etkili bir araç olduğunun iyice ortaya çıkmasıyla birlikte[2] devletler,
internet üzerindeki etkilerini ve etkinliklerini hem ulusal, hem de
uluslararası düzeyde arttırmanın gayreti içine girmişler; internetteki (e-)
ticaretin milyarlarca dolarlık hacme ulaşması, alan adlarının değerlenmesi,
çeşitli telif hakkı ihlallerine yol açılması, internet üzerinden veri
iletişiminin ulusal güvenliğin bir parçası olarak görülmesi ve zararlı içeriğin
denetlenmesi gibi nedenlerle alan adları ve IP adreslerinin yönetimi (internet
üzerinde söz sahibi olma, alan adları ile IP numaralandırma politikalarını
belirleme ve kontrol etme) sadece devletlerle özel sektör arasında değil,
devletler arasında da bir menfaat ve bir anlamda da ideolojik bir sorun alanı
haline gelmiş bulunmaktadır. Yine aynı otoritelere göre, siber uzayın mimarisi bu
teknolojileri geliştiren ve üreten devletlerin politikaları doğrultusunda
şekillenmekte, dolayısıyla bu alanın sınırları ve kuralları büyük oranda, bu
alanda teknoloji üreten ülkelerin özel ve kamusal güçleri tarafından
belirlenmektedir.
13. Durum böyle olmakla birlikte, internet trafiğinin, farklı
ülkeleri saniyeler içerisinde geçerek akması, böylesine karmaşık bir yapı
içerisinde belli bir noktadaki bir sorunun, dünyanın uzak başka bir
noktasındaki internet trafiğini olumsuz yönde etkileyebilmesi, web sitelerini
barındıran sunucuların dünyanın her tarafına yayılmış durumda olması, genel
veya bölgesel internet noktalarının kontrol ve bakımına ihtiyaç duyması, hat
sayılarının artırılması ve böylece internetin işlerliğinin devamının sağlanması
amacıyla tüm devletlerin aktif katılımının, uluslararası iş birliğinin ve
koordinasyonun sağlanması gerektiğine işaret edilmektedir.
14. Ayrıca, internet ortamının fiziki bir coğrafya ile sınırlı
olmaması durumuna bağlı olarak, internet üzerinden işlenen suçlarla
mücadelenin, gerçek sorumlu veya suçluluları bulup cezalandırmanın ulusal
mevzuata göre gerçekleştirilmesinin her zaman mümkün olmaması nedeniyle,
sözkonusu sanal ortamın zararlı etkilerinden korunmak ve "serbest suç
işleme bölgeleri"nin oluşumunu engellemek amacıyla da uluslararası iş
birliğinin ve her ülke için geçerli olacak yeknesak ortak kurallar
oluşturmanın zorunlu olduğu belirtilmektedir.
15. İptal edilen kuralların anlam ve kapsamına ve kurallara
ilişkin anayasal değerlendirmeye gelince:
16. Kanun'un 4. maddesinin (3) numaralı fıkrasında içerik
sağlayıcılar, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) bu kanun ve diğer
kanunlarla kendisine verilen görevlerin ifası kapsamında talep ettiği bilgileri
talep edilen şekilde Başkanlığa teslim etmekle ve Başkanlıkça bildirilen
tedbirleri almakla yükümlü tutulurken, 5. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile
6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer ve erişim sağlayıcılar
TİB'in talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde Başkanlığa teslim
etmekle ve Başkanlık tarafından bildirilen tedbirleri almakla
yükümlü tutulmuşlardır.
17. Öncelikle belirtmek gerekir ki, her ne kadar 4. maddenin (3)
numaralı fıkrasında yer alan "Başkanlığın bu Kanun ve diğer
kanunlarla verilen görevlerinin ifası kapsamında" ibaresi, 5.
maddenin (5) numaralı fıkrası ile 6. maddenin (1) numaralı fıkrasının (d)
bendinde yer almamış ise de, konunun doğası gereğince, bu ibarenin 5 ve 6.
maddelerin iptal edilen kuralları içinde geçerli olduğunun kabulü
gerekmektedir.
18. Öte yandan, iptal edilen düzenlemelerde TİB tarafından talep
edilecek bilginin niteliği belirtilmemiş ise de, ilgili mevzuat bir bütün
olarak incelenip değerlendirildiğinde, iptal edilen kurallar uyarınca, içerik,
yer ve erişim sağlayıcılar tarafından TİB'e verilmesi öngörülen bilgilerin
kişisel veri kapsamında olduğu ve bu bilgilerin en basit şekliyle bir yerden
başka bir yere aktarılması sağlandığından da kişisel verilere bir
müdahalenin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.
19. Kurallar, Mahkememiz çoğunluğunca, özetle, Anayasa'da yer
alan güvenceye rağmen, kişilere ait her türlü kişisel veri, bilgi ve
belgelerin, konu, amaç ve kapsam sınırlaması olmaksızın koşulsuz olarak TİB'e
verilmesine imkân tanıdığı, böylece kişilerin idareye karşı korumasız hale
getirildiği, dolayısıyla da kişilerin özel ve aile hayatının gizliliğini
ölçüsüzce sınırlandırdığı, TİB'e, çerçevesi çizilmemiş, esasları belirlenmemiş
bir alanda hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın geniş yetkiler tanındığı, bunun
da yasama yetkisinin devri niteliği taşıdığı gerekçesiyle iptal edilmiş
bulunmaktadır.
20. Çoğunluk görüşüne dayalı iptal kararında Anayasa'nın 13 ve 20.
maddelerinin anlam ve kapsamına, özel hayatın gizliliği ve korunması
özgürlüğünün kullanılmasına ve temel hak ve özgürlüklere getirilebilecek
olan sınırlamalara ilişkin genel açıklamalara tarafımızca da aynen
katılınmaktadır.
21. Çoğunluk görüşünden ayrıldığımız husus, iptal edilen
kuralların anlam ve kapsamı ile kurallarla TİB'e müdahale imkanı verilen
kişisel verilerin niteliği ve internetin anlam ve kapsamı dikkate alındığında
bu verilere yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı noktasındadır.
22. İptal edilen düzenlemelerde TİB tarafından talep edilecek
bilginin niteliği belirtilmemiş olsa da, ilgili mevzuat bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, söz konusu kurallar uyarınca TİB'in içerik, yer ve erişim
sağlayıcılardan, kendiliğinden, genel, sürekli, düzenli ve periyodik olarak
bilgi talep etmeyeceği, yalnızca ya yasal görevlerinin ifası kapsamında
kendiliğinden, yahut tekil olay ve konularla ilgili olarak başka kurumların
talebi üzerine bu yola başvuracağı ve bu kapsamda içerik, yer ve erişim
sağlayıcılardan;
- 5651 sayılı Kanunun 8. maddesinin altıncı fıkrası ile 8/A
maddesinin dördüncü fıkrasının TİB'e yüklediği, suça konu internet içeriklerini
oluşturan ve yayanlar hakkında, Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunma görevinin ifası için, ilgili içerik, yer ve erişim sağlayıcılardan, suç
duyurusunda kullanılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılıklarına gerekli olan (IP
adresi, kullanıcı ve iletişim bilgisi, hizmetin başlama ve bitiş zamanı,
yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri miktarı gibi) bilgileri,
- Suçu ve suçluyu tespite yönelik olarak Cumhuriyet
Savcılıklarından gelen taleplerin karşılanmasına ilişkin bilgileri,
isteyebileceği,
- Yasadışı içeriklerin kullanımdan kaldırılmasını teminen,
içerik sağlayıcılara uyar-kaldır yöntemiyle bildirimlerde bulunabileceği,
- Kullanımdaki internet hizmetinin daha güvenli ve kaliteli
olması bakımından, içerik, yer ve erişim sağlayıcılarca alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi bağlamında bildirimlerde bulunabileceği,
- Siber saldırıların tespiti ve önlenmesi bağlamında içerik, yer
ve erişim sağlayıcılardan bazı tedbirleri almalarını isteyebileceği,
sonucuna varılmaktadır.
23. Ayrıca, internet trafik bilgilerinin ilgili mevzuat uyarınca
ancak mahkeme kararı ile alınabildiği, bu tür trafik bilgilerinin TİB'e
uğramaksızın, işletmeciden alınıp doğrudan ilgili mahkemeye gönderildiği,
TİB'in bu konuda, mahkemeden gelen talepleri işletmeciye iletme, işletmeciden
gelen bilgiyi de doğrudan mahkemeye iletme dışında bir işlev ifa etmediği
gözetildiğinde de, iptal edilen kurallar kapsamında istenebilecek bilgilerin
trafik bilgisi niteliğinde bilgiler olmadığı da anlaşılmaktadır.
24. Bu bakımdan, TİB'in temin ettiği bilgilerin, ancak 5651
sayılı Kanun'un 10. maddesinde belirlenen görevler kapsamında ve diğer
yasaların belirlediği yetkiler çerçevesinde ilgili mercilerle koordinasyon
kapsamında verilebileceği, bunların gelişigüzel başka kurum ve kişilerle
paylaşılmasının veya başka amaçlarla depolanıp kullanılmasının yasal olarak
mümkün olmadığı, aksi durumun ilgililerin sorumluluklarını doğuracağında duraksama
bulunmamaktadır.
25. 5651 sayılı Kanun'un iptal edilen hükümleri ile 5271 sayılı
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun ilgili düzenlemelerini birlikte gözetildiğinde,
TİB'in kanunu icra noktasında içerik, yer ve erişim sağlayıcılardan isteyeceği
bilginin kapsamının ve getirebileceği yükümlülüklerin çerçevesinin
belirlenmediği, bilgi talep etme yetkisinin kapsamının kişisel verilerin
korunmasına ilişkin gerekli teminatlar sağlanarak sınırlandırılmadığı ve
kişilere neler olduğu belirlenemeyen yükümlülükler yüklediği de söylenemez.
26. Ayrıca yine yukarıda ayrıntılı bir biçimde açıklandığı üzere,
internet platformu, olumlu ya da olumsuz her türlü bilgi ya da bilgi niteliği
taşımayan içeriğin, zararlı ve suç niteliğindeki uygulamaların yer aldığı,
internet kullanan hemen herkesin kişisel verilerinin, bilinen ya da bilinmeyen
bir çok yerde kaydedildiği ve istenildiğinde ilgili internet aktörlerince
çeşitli amaçlarla kullanılabildiği çok geniş bir alandan oluşmaktadır ve bu
platform, fiziksel ortamdaki suçların izlerini ülkesel sınırları tanımadan çok
süratli bir şekilde sanal ortamda dolaştırmaktadır. Böyle bir dünyada suç ve
suçlularla mücadele, ahlakın ve sağlığın korunması, özellikle çocuk haklarının
korunması büyük bir önem arz etmektedir.
27. Durum böyle olunca da, kamu düzenini sağlama, suç ve
suçlularla mücadele etme, toplumun huzur ve refahı, temel hak ve özgürlükleri
koruma görevleri bulunan ve Anayasa'da belirlenen ilkeler ve meşru amaçlar
çerçevesinde temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı uygulamaları her türlü
denetime açık olan devletin, sanal ortamdaki suçlarla mücadele etme sürecinde
görevlendirdiği kurumuna "internet yayınlarının düzenlenmesi ve bu
yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi amacıyla koordinasyon,
önleme, yayın engelleme, internet yayın kalitesini denetleme, filtreleme ve
bloke etme sistemlerini geliştirme, izleme, siber saldırılara karşı önlem
alma" gibi yetkiler verirken, ilgili işletmelerden bilgi alma ve tedbir
talep etme yetkisinin çok sınırlı bir şekilde verilmesi gerektiğini söylemek
tutarlı bir uygulama olarak değerlendirilememektedir.
28. Kaldı ki internetin anlam ve kapsamına ilişkin olarak yukarıda
yapılan anlatımlara göre, kişisel veriler internet platformuna girdiği andan
itibaren, kişilerin münhasır özel alanından çıkmaktadır. Söz konusu veriler,
internet kullanımında kendisinden yararlanılan yer sağlayıcı, içerik sağlayıcı,
erişim sağlayıcı, yönlendirici (router), internet değişim noktası (internet
exchange point), veri merkezleri gibi bir dizi ortakla paylaşılmaktadır. Bu
kapsamda "gizlilik kuralları" paydaşlar arasında onaylanmakta, fakat
internet hizmetinden yararlanmak isteyen kişinin gizlilik anlaşmasını onaylama
iradesinin özgürlüğü sorgulanamamaktadır. Bu açıdan değerlendirildiğinde sanal
ortamdaki kişisel bilgilerin ve verilerin devletin bir kurumunda toplanması ile
özel hayata ölçüsüzce müdahalede bulunduğunun kabul edilmesi, sanal dünyanın
gerçekliği ile bağdaşmamaktadır.
29. Bu itibarla, iptal edilen kurallarla yapılan müdahalenin, hem
kişilerin kendi yararları açısından, hem de toplum ve ailenin korunması
bakımından gerekli ve ölçülü olduğu, düzenlemelerde Anayasa'nın 7., 13. ve 20.
maddelerine aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
30. Açıklanan nedenlerle iptale ilişkin çoğunluk görüşüne
katılmıyoruz.
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
Kadir
ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan
GÜLEÇ
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
1. Davada, 6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Kanun'un 93.
maddesiyle değiştirilen 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesinin "Bu madde
kapsamında hâkimin verdiği erişimin engellenmesi kararına konu kişilik hakkının
ihlaline ilişkin yayının veya aynı mahiyetteki yayınların başka internet
adreslerinde de yayınlanması durumunda ilgili kişi tarafından Birliğe müracaat
edilmesi hâlinde mevcut karar bu adresler için de uygulanır." hükmünü
içeren (9) numaralı fıkrasının iptali istenilmiş,
Mahkememiz çoğunluğunca ".veya aynı mahiyetteki
yayınların." ibaresi Anayasa'nın 2., 13. ve 26.
maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiş, fıkranın kalan bölümüne ilişkin
iptal istemi ise oybirliği ile reddedilmiştir.
2. ".veya aynı mahiyetteki yayınların." ibaresinin iptaline
ilişkin kararda, kuralın, hâkimin 9. madde kapsamında verdiği erişimin
engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin "aynı
mahiyetteki yayınların" başka internet adreslerinde yayımlanması
ve ilgili kişinin de Birliğe başvurması durumunda, bunun tespitini Birliğe
bıraktığı, aynı mahiyetin tespitinin, yayının aynı olmasından farklı olduğu,
"Aynı mahiyetteki yayınlar"ın, hâkimin vermiş olduğu erişimin
engellenmesine kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayın ile aynı
olmayan ancak yöneldiği sonuç bakımından ilgilinin kişilik hakkını ihlal eder
mahiyette olan yayınlar olduğu, kişilik hakkının kapsamının ve hangi eylemlerin
kişilik hakkını ihlal ettiğinin, ilgili tarafların toplumsal, ekonomik, siyasal
ve hukuki konumları, söz konusu yayının ulaştığı kitle ve bu yayının ifade
özgürlüğü kapsamında bulunup bulunmadığı gibi birçok hukuki konunun
değerlendirilmesini ve buna göre karar verilmesini gerektirdiği, kuralla
verilen yetkinin, kanunilik ilkesinin asgari şartı olan kanunun anlaşılır, açık
ve net olması zorunluluğunu karşılamadığı, bu itibarla da kuralın, "aynı
mahiyetteki yayınlar" yönünden belirli ve öngörülebilir nitelikte
olmadığı; ayrıca, Birlik tarafından, kişilik hakkının ihlaline ilişkin aynı
mahiyetteki yayınların başka internet sitesinde yayımlanması halinde bu siteler
hakkında da erişimin engellenmesi kararının uygulanmasının, bu sitelerden
yararlanmayı engellemesi nedeniyle ifade özgürlüğünü de ölçüsüzce
sınırlandırdığı gerekçesine dayanılmıştır.
3. Öncelikle belirtmek gerekir ki kuralda sözü edilen birlik, özel
hukuk tüzel kişisi olarak Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki erişimin
engellenmesi kararlarının uygulanmasını sağlamak üzere, Kanun'un 6/A maddesi
ile kurulmuş Erişim Sağlayıcıları Birliği'dir. Birliğin
asıl görevi, Kanun'un 8. maddesi kapsamında olan katalog suçlara ilişkin koruma
ve idari tedbir dışındaki erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasını
sağlamaktır. Birlik, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında
yetkilendirilen tüm internet servis sağlayıcıları ile internet erişim hizmeti
veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve bunlar arasındaki
koordinasyonu sağlayan bir kuruluştur. Birliğe üye olmayan erişim sağlayıcıları
faaliyette bulunamamaktadırlar.
4. Mahkememiz çoğunluğunca ".veya aynı mahiyetteki
yayınların." ibaresinin iptaline karar verilen
Kanun'un 9. maddesinin (9) numaralı fıkrasında, hâkimin verdiği erişimin
engellenmesi kararının internet ortamında uygulanması
düzenlenmiştir. Fıkrada, hâkimin söz konusu 9. madde kapsamında verdiği
erişimin engellenmesi kararına konu kişilik hakkının ihlaline ilişkin yayının
veya aynı mahiyetteki yayınların başka internet adreslerinde de yayınlanması
durumunda ilgili kişi tarafından Birliğe müracaat edilmesi halinde mevcut
kararın bu adresler için de uygulanacağı öngörülmektedir. Fıkranın ".veya
aynı mahiyetteki yayınların." ibaresinin dışında kalan
kısmında Mahkememiz çoğunluğunca da anayasal bir sorun görülmediğinden ve
tarafımızca da aynı görüş paylaşıldığından bu kısma ilişkin olarak burada bir
değerlendirme yapılmayacaktır.
5. Kuralla ilgili değerlendirmeye geçmeden önce, ilgisi nedeniyle
öncelikle internetle ilgili kısa bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Buna göre, anlam ve kapsamı bir önceki (5651 sayılı Kanun'un 4. maddesinin, 3
ve 5. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(d) bendine ilişkin) karşı oyumuzda ayrıntılı olarak anlatılan internetin,
modern demokrasilerde, başta ifade özgürlüğü olmak üzere, temel hak ve
özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir değere sahip bulunduğunda,
medya içeriği oluşturmak, yayınlamak ve yorumlamak şeklinde bireysel katılıma
imkân veren şeffaf ve karşılıklı iletişim kurulan bir platform şeklinde işleyen
bir medya kanalı olduğunda, sağladığı sosyal medya zemininin, kişilerin bilgi
ve düşüncelerini açıklama, paylaşma ve yaymaları için vazgeçilemez nitelikte
olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle de kanaatimizce teşvik edilmesi,
geliştirilmesi gereken bir alandır. Ancak, aynı platformun kimi zaman
kimilerince manipülasyon amaçlı ve iftira niteliğinde üretilen yanlış
bilgi ve yalanların saniyeler içerisinde mekân engeline takılmadan dünyanın
dört bir yanına yayılmasına olanak sağladığı, böylelikle de kimi kişiler
hakkında telafisi imkansız zararların oluşmasına neden olabilecek şekilde
kullanılabildiği de unutulmamalıdır.
6. ".veya aynı mahiyetteki yayınların." ibaresine
gelince:
7. Farklı kişilerle ilgili hazırlanmış aynı mahiyetteki
içeriklerle veya aynı kişiyle ilgili hazırlanmış farklı bir içerikle ilgili
yeniden hâkim kararı alınmaksızın erişimin engellenmesi uygulamasının Erişim
Sağlayıcıları Birliği'ne verilmesinin, Birliğe yargı yetkisi verme niteliğinde
olacağında şüphe yoktur. Bu nedenle, kanaatimizce "aynı mahiyetteki
yayınlar" ibaresinden, daha önce hâkim denetiminden ve hukuki
değerlendirmesinden geçmiş bir içeriğin değişik versiyonlarının anlaşılması
gerekmektedir.
8. İnternet dünyasının genişliği, kullanıcı yoğunluğu, kullanıcı
profilinin çeşitliliği, takip ve denetiminin zorluğu, fiziki ortamda saatler
sürebilecek doğru bilgi ya da manipülasyon amaçlı ve iftira niteliğindeki
yanlış bilgi ve yalan akışının internette saniyeler içerisinde mekân engeline
takılmadan sağlanabildiği gerçeği ile bu gerçeklik ortamında suç ve suçlularla
mücadelede sağlanılmak zorunda olunan başarı birlikte düşünüldüğünde, iptal istemine
konu fıkrada belirtilen nitelikteki yayınlar hakkında da öncelikle yargısal
sürecin işletilmesi gerektiğinin söylenilmesi, yargısal denetimin
sonuçlanmasına ilişkin süreyi göz ardı edilmemesi gereken bir durum olarak
ortaya çıkarmaktadır. Zira, hızlı bir şekilde karar alınıp bu kararın
uygulanmasını gerektiren kimi durumlarda sürecin işleyişinin
yavaşlaması/yavaşlatılması, hukuka aykırı içerikten zarar gören kişilerin
haklarının telafisi imkansız ve ağır bir biçimde zedelenmesine de yol açabilecektir.
9. Öte yandan daha önce yargı denetimine konu olmuş bir içerikle
ilgili küçük değişiklikler yapılarak internetin farklı adreslerine servis
edilen yayınların her biri hakkında hâkim kararı aranması, internet
dünyasındaki suç ve suçlularla mücadeleyi oldukça zorlaştıracaktır. Birliğin,
yargı denetimi sonrası erişimin engellenmesi kararına konu içerikle aynı olan
yayınları tespit edip tedbir uygulaması kabul edilirken, kişi ve konu birliği
aynı mahiyette olanları tespit edemeyeceğinin düşünülmesi izahı zor bir durum
olarak ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki iptale konu düzenleme olmasa bile, hâkim
kararı ile erişimi engellenen yayınla ilgili kişi ve konu birliği bulunmak
şartıyla, Birlik tarafından diğer internet adresleri hakkında tedbir yetkisinin
kabul edilmesi, usul ekonomisi, yargı kararlarının etkililiği ve verimliliği
açısından bir zorunluluk olarak da görülebilir.
10. Ayrıca "aynı mahiyetteki yayınlar" hakkındaki
erişimin engellenmesi kararının itiraz üzerine yargı denetimine tabi
tutulmasına bir engel bulunmaması, Birlik tarafından verilen tedbir kararının
koşullarının oluşmadığı kanaatine varılması veya ölçüsüz bulunması durumunda
kaldırılabileceği dikkate alındığında, kuralla öngörülen tedbirin orantısız
olmadığı da görülmektedir.
11. Kaldı ki, yargı kararlarının infazı aşamasında karşılaşılan
tartışmalı durumlar ve açıklamaya muhtaç hususlarla ilgili yargı makamlarından
görüş istenmesi her zaman mümkündür. Hatta infaz aşamasında ortaya çıkacak hak
ihlallerinin tekrar yargıya götürülmesine de bir engel bulunmamaktadır. Hal
böyle olunca kuralın belirsizliğinden de söz edilemez.
12. Açıklanan nedenlerle, 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesinin
(9) numaralı fıkrasında geçen "... veya aynı mahiyetteki yayınların
..." ibaresinin Anayasa'ya aykırı olmadığı gerekçesiyle anılan kuralların
iptali yolundaki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
6.2.2014 tarihli ve 6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
bazı madde ve fıkralarının Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptali
istenmiştir. Bu kapsamda, sözkonusu Kanun'un 90. maddesiyle 5651 sayılı
İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla
İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'a eklenen 6/A maddesinin de
iptali istenmiş; maddenin yedinci fıkrasının ikinci cümlesi dışındaki iptal
talebi oybirliği ile reddedilmiş, ancak ikinci cümlenin Anayasaya aykırı olduğu
ve iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan, Mahkememiz Çoğunluğunun görüşüne
katılmam mümkün olmamıştır.
5651 sayılı Kanun'a eklenen 6/A maddesinin yedinci fıkrası şu
şekildedir: "Bu Kanunun 8 inci maddesi kapsamı dışındaki erişimin
engellenmesi kararları gereği için Birliğe gönderilir. Bu kapsamda Birliğe
yapılan tebligat erişim sağlayıcılara yapılmış sayılır."
Maddenin gerekçesinde bu konuya ilişkin olarak ayrıca bir açıklık
getirilmemiştir.
Fıkranın ilk cümlesi ile Kanun'un 8. maddesi dışındaki erişimin
engellenmesi kararlarının yerine getirilmesini sağlamak için Erişim
Sağlayıcıları Birliğine (ESB) gönderilmesi kabul edilmiştir. Belirtmek gerekir
ki, erişimin engellenmesi kararlarının gereği esas itibarı ile erişim
sağlayıcıları tarafından yerine getirilecektir. Ancak bu kararların gereğinin
yerine getirilip getirilmediğini denetlemek için ESB'ne ayrıca
gönderilmesi isabetli olmuştur. Fıkranın ikinci cümlesi ile de erişimin
engellenmesine ilişkin kararların, mahkemelerce ya da ilgili kurumlarca
ESB'ne tebliğ edilmesi halinde, bu tebligatın aynı zamanda erişim sağlayıcılara
da yapılmış sayılması kabul edilmiştir. Bu durumda, erişimin engellenmesi
kararını asıl olarak yerine getirecek olan erişim sağlayıcılara ayrı bir
tebligat yapılması öngörülmemiştir.
Mahkememiz çoğunluğu, ikinci cümleyi de Anayasa'ya aykırı görmemiş
ve iptal talebini reddetmiştir. Çoğunluk, ret gerekçesinde, erişimin engellenmesi
kararlarının en kısa sürede yerine getirilmesinin gerekliliğini, bunu sağlamak
için iptali istenilen kural ile ESB'ne yapılan tebligatın erişim sağlayıcılara
yapılmış sayılacağının kabul edildiğini, getirilen sistem ile mahkemelerce ve
idare tarafından verilen kararların ESB'ye elektronik ortamda doğrudan
iletildiğini, ESB'nin de erişim sağlayıcılar ile kurmuş olduğu sistem
üzerinden bu kararları aynı anda erişim sağlayıcıların bildirilen elektronik
adreslerine ilettiğini, söz konusu tebligatın erişim sağlayıcılara ulaştığının
da sistemden görüldüğünü, teknolojik alanda meydana gelen hızlı değişim
ve erişim sağlayıcıların söz konusu tebligattan haberdar olmaları göz önüne
alındığında, iptali istenilen düzenlemelerin kanun koyucunun takdir yetkisi
kapsamında olduğunu belirtmiştir.
Tebligat, tebligatı yapan makamca, muhataba, ilgili işlemi usulüne
göre bildirmesi ve bu bildirme işleminin de belgelendirilmesidir. Tebligat
kural olarak muhataba, bilinen en son adresinde yapılır (Teb.K.m.10). Ancak
muhatap adresinde bulunmazsa, muhatabın adresi bulunamazsa vb. tebligatın
mümkün olmadığı hallerde, tebligatın ne şekilde yapılacağı Tebligat
Kanunu'nda ayrıca düzenlenmiştir (bkz. m.16,21,31). Ancak bu hallerde dahi,
tebliğ konusu işlem, muhatabın tasarruf alanına mümkün olduğunca sokulmaya
çalışılmakta, muhatabın işlemi öğrenmesi için çaba sarfedilmektedir. Ayrıca, bu
hallerde, yani tebligatın muhatabın kendisine değil de bir başkasına
yahut başka yere yapılmasında bir zorunluluk bulunmaktadır.
İptali istenen cümleye bu açıdan bakıldığında, tebligat, muhataba
yani erişimin engellenmesi kararının gereğini yerine getirmekle sorumlu erişim
sağlayıcılara yapılmamakta, onun yerine ESB'ne yapılmaktadır. Bilindiği gibi,
ESB özel hukuk tüzel kişisi olup, erişim sağlayıcılardan ayrı bir kişiliği
vardır. ESB, erişim sağlayıcıların kanuni yahut iradi temsilcisi de
değildir.
Mahkememiz çoğunluğu, kararların ESB'ne tebliğ edilmesinin yeterli
olduğunu, erişim sağlayıcılara ayrıca tebligat yapılmamasının gerekçesini,
kararların bir an önce yerine getirilmesinin gerekliliği ve ESB'nin oluşturulan
sistemle kararı zaten hemen erişim sağlayıcılara da ilettiği ve bunun sistem
üzerinden görülebildiği, şeklinde açıklamaktadır. Ancak, bu gerekçeler, tebligatın
muhataba değil de ESB'ne yapılmasını haklı kılmaktan uzaktır.
Öncelikle böyle bir sistemin kabul edilmesinin gerekçesi olarak
çoğunluk, fıkranın ilk cümlesinin iptali talebinin reddine ilişkin
gerekçede "Erişim sağlayıcıların sayısının her gün artması,
bunları takip etmenin ve adreslerine ulaşarak tebligat yapılmasının zorluğu
hususları gözetildiğinde sistemin en iyi şekilde işlemesi için erişimin
engellenmesi kararlarının gereği için ESB'ye gönderilmesi zorunlu
bulunmaktadır" demektedir. Buna göre, demek ki, ESB erişimin
engellenmesi kararlarını her zaman anında erişim sağlayıcılara
ulaştıramamaktadır. Kaldı ki, erişim sağlayıcısı olabilmek için BTK'dan lisans
almak zorunludur. Lisans verilirken, gerekli adres ve iletişim bilgileri de
erişim sağlayıcı tarafından BKT'ya bildirilmektedir. Erişim sağlayıcının
sertifika alırken bildirmek zorunda olduğu elektronik adresine çok rahat
tebligat yapılabilir ve bu durum zaman kaybına da neden olmaz. Eğer ESB,
belirtildiği şekilde kendisine tebliğ edilen kararı hemen erişim sağlayıcılara
ulaştırıyorsa bu takdirde, tebligata ilişkin temel kuraldan yani tebligatın
muhataba yapılması gerektiğine ilişkin kuraldan ayrılmanın anlamı yoktur;
ESB'nin, kararı erişim sağlayıcılara ulaştırdığı tarihin, tebligat tarihi
olarak kabul edilmesi mümkündür. ESB, oluşturulan sistem üzerinden erişim
sağlayıcıların kararı öğrenip öğrenmediklerini de kontrol edebildiğinden,
tebligat tarihini ispat etmek zor olmayacaktır. ESB, oluşturulan sistemle,
kararı otomatik olarak hemen erişim sağlayıcılara gönderiyorsa, kararın
gereğinin yerine getirilmesi için zaman kaybı da yaşanmamaktadır,
ESB, kararı oluşturulan sistemle hemen erişim sağlayıcılara
ulaştırıyorsa, erişim sağlayıcılarının hak kaybı yaşaması sözkonusu olmayabilir.
Ancak ESB, kararı erişim sağlayıcılara hemen gönderemezse, göndermede gecikme
yaşanırsa, erişim sağlayıcının adresinde sıkıntı varsa, bu takdirde, iptali
istenen hüküm etkisini gösterecek, erişim sağlayıcıya hiç tebligat yapılmasa
yahut geç tebligat yapılsa dahi, ESB'ne yapılan tebligat kendisine yapılmış
sayılacak ve tebligata bağlı olarak ortaya çıkabilecek sorumluluklar devreye
girecektir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki, 5651 sayılı Kanun'un 9.
maddesinin (8) numaralı fıkrası ve 9/A maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
erişim sağlayıcılar, bu kararları dört saat içinde yerine getirmekle
yükümlüdür; yerine getirmediğinde adli para cezası ile karşılaşmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "hukuk güvenliği" ilkesidir. Hukuk
güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Anayasa'nın hak arama özgürlüğünü düzenleyen 36. maddesinin
birinci fıkrasında, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahiptir" denilerek yargı mercilerine
davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia,
savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle
korunan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının
ötesinde, Anayasa'nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden biridir. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme
karşı haklılığını ileri sürüp ispatlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin
etkili yolu, yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir.
Mahkemenin yahut tebligat yapacak makamın, tebligat konusu işlemi
muhataba usulüne göre yapması gerekir. Usulüne uygun işlemlerin kendilerine
bağlanan hukuki sonuçları doğurabilmesi için muhatabına bildirilmesi gerekir.
Böylece tebligata bağlanan süre işlemesi, bazı yükümlülüklere katlanılması vb.
muhataptan beklenebilir hale gelsin. Usulüne uygun olarak yapılan tebligat,
Anayasa'da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma hakkının tam olarak
kullanılabilmesinin ve bireylere tanınan hak arama özgürlüğünün en önemli
güvencelerinden biridir. Muhatabın, tebligat konusu işlemden usulüne uygun
olarak bilgilendirilmesi, hakkaniyete uygun yargılamanın da bir gereğidir.
İptali istenilen cümlede, Kanun'un 8. maddesi kapsamı dışındaki
erişimin engellenmesi kararlarının, erişim sağlayıcılara ayrıca tebliğ
edilmemesi, ESB'ne yapılacak tebligatın yeterli görülmesi yahut ESB'ne yapılan
tebligatın erişim sağlayıcılara yapılmış sayılması şeklinde bir sistem
öngörülmüştür. Buna göre, ESB'ne yapılan tebligat erişim sağlayıcılara da
yapılmış sayıldığından, erişim sağlayıcıların kararın gereğini yerine getirmek
için kanunda öngörülen süre, ESB'ne yapılan tebligat tarihinden itibaren
işlemeye başlayacaktır. Yukarıda belirtildiği üzere, 5651 sayılı Kanun'un 9.
maddesinin (8) numaralı fıkrası ve 9/A maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca
erişim sağlayıcılar, bu kararları dört saat içinde yerine getirmekle
yükümlüdür; yerine getirmedikleri takdirde 5651 sayılı Kanun'un 9. maddesinin
(10) numaralı fıkrası uyarınca adli para cezası ile karşılaşmaktadırlar. Erişim
sağlayıcıları, ESB'nin kusuruyla yahut teknik nedenlerle erişimi engelleme
kararlarının kendilerine bildirilmemesi veya geç bildirilmesi halinde,
kendilerinin bir kusuru olmamasına, kendilerine fiilen herhangi bir bildirim ve
tebligat yapılmamasına rağmen, yukarıda belirtilen yaptırıma maruz bırakılmış
olmaktadırlar. Bu durumun, erişim sağlayıcılarının, sözkonusu yaptırıma
karşı yargı mercileri nezdinde itiraz edebilme gibi bazı haklarını
kullanamamalarına neden olması da mümkündür. Şu halde iptali istenilen cümle,
erişim sağlayıcılarını, kendilerinden kaynaklanmayan gecikmelere karşı
yeterince koruma sağlamadığı için hukuki güvenlik ilkesine aykırılık
oluşturduğu gibi, hak arama özgürlüğünün özünü de zedelemektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 5651 sayılı Kanun'un 6/A
maddesinin (7) numaralı fıkrasının "Bu kapsamda Birliğe yapılan
tebligat erişim sağlayıcılara yapılmış sayılır" şeklindeki ikinci
cümlesinin, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği
kanaatinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmadım.
[1] Bu düzenlemeler yapılırken
bireylerin internetin sunduğu engin fırsat ve imkanlardan en yaygın ve etkin
biçimde yararlanmalarına olanak sağlanması ile vatandaşların ve toplumun
internet ortamının meydana getirdiği/getireceği risk ve tehlikelerden korunması
arasında, makul, adil kabul edilebilir bir dengenin gözetilmesi diğer bir
deyişle özgürlük ile güvenlik arasında dengeli hukuki düzenlemelerin yapılması
gerekeceği tabiidir.
[2]Günümüz itibarıyla dünya genelindeki internet kullanıcı
sayısının 3 milyar 346 milyona, ülkemiz de ise 47 milyona ulaştığı, ülkemizdeki
internet kullanıcılarının "video izleme" eyleminde %93,6'lık oranla
dünya 1. si ; %70'lik oranla "spor sitelerini ziyaret" eyleminde de
Avrupa 1.si oldukları; günde ortalama 4,9 saat kişisel bilgisayarları
üzerinden, 1,9 saat mobil cihazlar aracılığıyla internet ortamında bulundukları
(Global Dijital Statistics 2014) ; sosyal medyada geçirilen günlük
ortalama sürenin 2,5 saat olduğu, %94'ünün en az bir sosyal paylaşım ve
iletişim platformunda sayfasının bulunduğu, bu oranın çocuk internet
kullanıcılarında %85 olduğu ve bu çocukların %42'sinin sosyal paylaşım
sitesindeki hesaplarını kendi kişisel bilgilerinin herkes tarafından
görülebileceği "herkese açık" seçeneği ile kullandıkları (Avrupa
Çevrimiçi Çocuklar Araştırma Projesi Türkiye Sonuçları 2010) belirtilmektedir.
Yine günümüz itibarıyla internet ortamında dünya genelinde yaklaşık 950 milyon
alan adı, 750 milyon web sitesi ki bunun yaklaşık 1 milyon 300 bininin yerli
web sitesi 45 milyar web sayfası olduğu, sosyal paylaşım platformlarının
birisinde bir saatte yaklaşık 350 milyon fotoğraf paylaşılırken, bir başkasında
bir günde yaklaşık 1 milyar video izlendiği ifade edilmektedir.