"...
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gereçle bölümü şöyledir:
“Sanık hakkında I.Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın
19.03.2013 gün ve 2013/485-100 esas ve karar sayılı iddianamesi ile 1632 sayılı
ASCK.'nun 137'nci maddesinde düzenlenen “Hizmette Tekasül Dolayısıyla Harp
Malzemesinin Mühimce Hasarına Sebebiyet Vermek” suçundan kamu davası
açılmış olup, bu suçtan Mahkememizde yargılaması devam etmektedir.
Söz Konusu As.C.K.nun 137'inci maddesi olan Tekasül Dolayısıyla
Esliha Ve Harp Malzemesinden Bir Şeyin Hasara Uğramasına Sebep Olanlar hükmü
TSK personelinin Hizmette Tekasül (taksir ile) ile herhangi hizmete müteallik
bir şeyin hasara uğratılması durumunda söz konusu şahıs hakkında ceza
yargılaması yapılıp hem ceza yargılaması çerçevesinde ceza verilmekte hem de
tazmin hukuku uygulanarak söz konusu zarar tahsil edilmektedir. Sivil kamu
kurumunda görevli kamu personellerinin taksir dolayısıyla herhangi bir kamu
malına zarar vermeleri durumunda ceza yargılaması yapılmamakta sadece tazmin
hukuku icra edilmektedir. Özellikle askerlik hizmetini yapan er ve erbaş
personelin kendilerine zimmetli askeri araçlar ile yapmış oldukları trafik
kazalarından ötürü ceza yargılanmasına tabi tutulmaktadır. Söz konusu kamu
zararının ödenmiş olması (şüpheli, sanık, kasko şirketi vs. tarafından) bile
kamu davasının açılmamasını veya açılan davada davanın düşmesini
sağlamamaktadır.
Askeri araçta meydana gelen hasarın sanık tarafından bedeli
ödenmek suretiyle giderilmiş olması As.C.K.nun 137 nci maddesinde
öngörülen cezai sorumluluğu ortadan kaldırılmaz. (As.Yrg.3.D. 7.12.1965,
E. 1035, K. 1029).
Sanığın sevk ve idaresindeki araçla geri manevra yaparken
dikkatsizliği ve tedbirsizliği sonucu Trafo cihazının klavuz kablosunu çiğneyip
hasara uğrattığı ve bilirkişinin inandırıcı gerekçelerle açıkladığı gibi 4/8
oranında kusurlu olduğu anlaşıldığından yerel mahkemenin “hizmete tekasülle
harp malzemesinin mühimce hasarına sebebiyet vermek” suçundan dolayı tesis
ettiği mahkumiyet hükmünde ve bu karara ilişkin kabul ve değerlendirilmesinde
herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir. (As.Yrg.4.D., 20. 12. 1994, E.637,
K.636)
Top.Tb.K.lığında görevli olan sanığa askerlik hizmet ve görevi
gereği 25.07.2003 tarihinde el senedi ile otobüs aracının el senedi ile
zimmetle teslim edildiği, bu aracın üzerinde top dürbününün de bulunduğu,
19.09.2003 tarihinde intikal yapılırken söz konusu dürbünün ağaç dalına
takılması sonucu kırıldığı, bu kırılma sonucunda dürbünün HEK'e ayrıldığı ve
12.594.010.000.-TL tutarında hazine zararının oluştuğu, bilirkişinin raporunda
sanığın olayda 2/8 oranında kusurlu olduğu belirttiği, böylelikle sanığın
hizmette tekasülle harp malzemesinin mühimce hasarına sebebiyet vermek suçunu
işlediği maddi vakıa olarak anlaşılmaktadır. (As. Yrg. 1.D., 25.5.2005,
E.2005/586, K.2005/575)
Sanık terhisli J.ER ….'in J.Gn.K.lığı ... Özel Ulş.Tb.K.lığı emrinde
askerlik hizmetini yapmakta iken, .. plakalı İveco marka minibüsün şoförü
olarak görevlendirildiği, bu aracın kendisine 20.02.2005 tarihinde teslim
edildiği, bu aracı kullanabileceğine dair askeri ehliyeti de mevcut olan
sanığın, 07.06.2005 günü saat 18.10 sıralarında, aracıyla J.Gn.K.lığı'nın
Bakanlıklar ve Beştepe karargahlarında görev yapan personelden Eryaman
istikametine gidecek olanları evlerine götürmek maksadıyla intikale başladığı,
İstanbul yolu üzerinde bulunan Makromarket isimli işyerinin yakınlarına
geldiklerinde, sanık ile aynı istikamete seyir halinde olan bir kamyonun
sanığın kullandığı aracı sollayarak önüne geçmesinin ardından ani bir şekilde
yavaşlaması üzerine, sanığın kullandığı askeri aracın duramayarak plakası tam
olarak tespit edilemeyen bu kamyona arkadan çarptığı, bahse konu kamyonun
trafik kazasının ardından durmayarak yoluna devam ettiği, askeri araçta 244,85
YTL tutarında hasar meydana geldiği, olayda sanığın tam kusurlu olduğunun ve
araçta meydana gelen hasarın mühimce olduğunun bilirkişi marifeti ile tespit
olunduğu, bu suretle sanığın üzerine atılı hizmette tekasülle askeri malzemenin
mühimce hasarına sebebiyet vermek suçunu işlediği anlaşılmaktadır.
(As.Yrg.2.D.,19.09.2007, E.2007/1509, K.2007/1497).
Sanığın, tam kusurlu olarak sebebiyet verdiği kaza sonucunda,
kullanmakta olduğu, …plakalı askeri araçta, sağ ön çamurluk, sağ ön sinyal, sağ
ön far, sağ ön tampon plastiği, panjur plastiği kısımlarının hasar gördüğü
anlaşılmış olup, aracın bu hali ile hareket etmesi mümkün olmakla birlikte,
tahsis amacına yönelik bir göreve ve dolayısıyla trafiğe çıkmasının uygun
olması, aracın onarılması ve hasara uğrayan malzemenin yenilenmesi süresince
tahsis amacından uzak kalmış olması ve tamiri için zaman, masraf ve emek harcanmış
olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, askeri araçta oluşan hasarın,
Askeri Yargıtayın yerleşik kararları doğrultusunda mühimce olduğu, bu itibarla,
Askeri Yargıtay 1 inci Dairesinin, hasarın mühimce olmaması nedeniyle hükmün
esastan bozulmasına ilişkin 18.07.2007 tarihli ve 2007/1603-1596 sayılı
ilamının yerinde olmadığı ve dolayısıyla Askeri Mahkemenin atılı suçun
oluştuğuna ilişkin kabulünün isabetiyle olduğu sonucuna varılmıştır.
(As.Yrg.Drl.Krl., 3.4.2008, E.2008/61, K.2008/60)
İzmir'deki birliğinde askerlik görevini yapmakta olan sanığın,
16.05.2008 tarihinde sevk ve idaresindeki … plakalı Ford Transit marka askeri
araçla seyir halinde iken, önünde seyretmekte olan ….. plakalı araca arkadan
çarpma suretiyle, askeri aracın toplam 1.022,05 YTL tutarında mühimce hasarına
sebebiyet verdiği, araç hasar bedelini rızasıyla ödediği ve böylece atılı suçu
işlediği anlaşılmakla, kanıtlara ve hukuka uygun gerekçelerle ve alt sınırdan
ceza tayiniyle yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesinde bir isabetsizlik
bulunmamaktadır. (As.Yrg.4, D., 17.03.2009, E.2009/609, K.2009/595)
Görevi kötüye kullanma suçu ile tekâsül dolayısıyla esliha ve
harb malzemesinden bir şeyin hasara uğramasına sebep olma suçlarının mukayesesi
ve anayasal hükümlerle değerlendirilmesi,
1632 sayılı AsCK'nun 137'nci maddesine göre; “Vazife veya hizmette
tekasüldolayısıyla bir gemi veya tayyarenin veya esliha ve harb malzemesinden
birinin mühimce hasara uğramasına sebep olan(...) üç seneye kadar hapsolunur.
Tekasül, üşenme, üşengeçlik, gevşeklik, tembellik anlamlarına gelmektedir.
Madde görevinde ihmal gösteren kişinin bu eylemiyle zarar meydana gelmesi
durumunda, cezalandırılacağını düzenlemektedir. Burada suçun manevi unsurunun
kast mı yoksa taksir mi olduğu hususu madde metninden anlaşılamamakla birlikte,
zarar sonucu doğan eylemin görevi ihmalden kaynaklandığı ve suçun konusunun mal
olduğu bir nebze söyleyebilir.
Görevi kötüye kullanma suçu ise TCK md. 257'de düzenlenmiştir. Bu
maddeye göre; kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin
gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veyakamunun
zararına neden olanya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi,
altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kanunda ayrıca suç
olarak tanımlanan haller dışında,görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya
gecikme göstererek,kişilerin mağduriyetine veyakamunun zararınaneden olan ya da
kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Burada geçen kamu zararı ibaresi açıklanmaya
muhtaçtır. Madde gerekçesinde; “görevin gereklerine aykırı davranış
dolayısıyla, kamu açısından bir zarar meydana gelmiş olabilir. Örneğin orman
alanında veya kamu arazisinin işgaliyle yapılan işyeri veya konutlara elektrik,
su, gaz, telefon ve yol gibi alt yapı hizmetleri götürülmekle, görevin
gereklerine aykırı davranılmış olabilir” açıklaması yapılmıştır. Kanun
cezalandırma için somut bir zararın meydana gelmesini aramaktadır. Somut bir
zararın meydana gelip gelmediğinin tespitinde, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanunu'nun 71. maddesinde yer alan kriterler dikkate alınmaktadır.
Anılan maddeye göre; kamu zararının belirlenmesinde; a) İş, mal veya hizmet
karşılığı olarak belirlenen tutardan fazla ödeme yapılması, b) Mal alınmadan,
iş veya hizmet yaptırılmadan ödeme yapılması, c) Transfer niteliğindeki
giderlerde, fazla veya yersiz ödemede bulunulması, d) İş, mal veya hizmetin
rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla alınması veya yaptırılması, e) İdare
gelirlerinin tarh, tahakkuk veya tahsil işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde
yapılmaması, f) Kamu kaynakları ile yükümlülüklerinin yönetilmesi,
değerlendirilmesi, korunması veya kullanılmasında gerekli önlemlerin alınmaması
veya özenin gösterilmemesi suretiyle öz kaynağın azalmasına sebebiyet
verilmesi, g) Mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması, gibi esaslar
dikkate alınmaktadır. (Bu kriterlerin esas alındığı Yargıtay Kararları için
bkz. YCGK., T. 21.02.2006, E. 2006/165, K. 2006/31, YCGK., T. 06.12.2005, E.
2005/110, K. 2005/159)
Görüldüğü üzere bu suç tipinde fiziki olarak varolan bir malın
tahrip olmasından değil, kamunun var olan kaydi ve efektif zenginliklerinin
zarara uğratılması söz konusudur. Fiziki olarak var olan bir malın zarara
uğratılması TCK md. 151'de suç olarak düzenlenmiş, manevi unsuru kast olarak
belirlenip, kamu malı olması ağırlaştırıcı neden kabul edilmiştir.
İrdelenmesi gereken bir diğer husus ise suçların manevi
unsurlarıdır. Görevi kötüye kullanma suçunda geçen“görevinin gereklerini
yapmakta ihmal veya gecikme göstererek”ibaresinden yola çıkarak, kamu
görevlisinin ayrıca dikkatsizlik, tedbirsizlik, meslek ve sanatta acemilik gibi
taksiri belirten ifadeler kullanılmadığı için bu suçun taksirle işlenemeyeceği
kabul edilmektedir. Bu suç ancak kasten işlenebilen bir suç olarak karşımıza
çıkmaktadır. İptali istenen As.C.K'da yasa metninde ise tekasül gibi bir
kavramdan bahsedilmiştir. Muğlak, manevi unsur bakımından kategorize edilemeyen
bu terim dolayısıyla, trafik kazası yapan asker kişiler hakkında askeri aracın
zarara uğraması durumunda “Tekasül Dolayısıyla Esliha ve Harb Malzemesinden Bir
Şeyin Hasara Uğramasına Sebep Olma” suçundan ceza davası açılmakta,taksirle
görevi ihmalya dataksirle mala zarar vermegibi genel ceza hukukunda yer almayan
ceza sorumluluğu alanı ortaya çıkmaktadır.
Kanunların genel, soyut, objektif ve anlaşılabilir olması
gerekmektedir. İptali istenen kanun maddesindeki tekâsül kelimesi taksir
şeklinde anlaşılmakta ve bu da Anayasada yer alan hukuk devletiyle uyuşmayan
sonuçlar doğurmaktadır. Ceza kanunlarının açık olması gereklidir, çünkü suç ve
cezada kanunilik ilkesi ceza hukukunun temel ilkesidir. Mala karşı suçlarda
taksirle sorumluluğunun kaldırıldığı, taksirle görevde ihmalin olmayacağı
yönündeki güncel ve çağdaş düzenlemeler karşısında, asker kişilerin büyük
mağduriyetine neden olan bu suç tipinin Anayasada yer alan hukuk devleti
ilkesiyle bağdaştırılması mümkün değildir. Askerlerin yaptıkları hizmet, içinde
yer aldıkları statü gibi mazeretler, kişilerin müphem ve kanunda yer almayan
düzenlemeler gereği cezalandırılması sonucunu haklı kılmayacaktır. Aynı kamu görevini
yerine getiren sivil resmi kurum şoförünün taksirle kaza yapması halinde,
görevi ihmal ya da taksirle mala zarar verme sorumluluğu doğmaz iken, asker
kişinin aynı olayda taksirli hareketinden ceza sorumluluğu doğmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesi ile Anayasanın 38.
maddesinde yer alan suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olan bu maddenin
iptali gerekmektedir. (Ahmet Sacit MÜDERRİSOĞLU)
5237 sayılı TCK'nun 3'üncü maddesinde “Adalet ve kanun önünde
eşitlik ilkesi” aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
“Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi”
Madde 3- (1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla
orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din,
mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri,
felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal
konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. ve 10'uncu maddeleri
aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir.
“MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.”
“MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin
yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Anayasanın 2. ve 10'uncu maddelerinden anlaşıldığı üzere Türkiye
Cumhuriyeti bir Hukuk Devleti olup kanun önünde herkes eşittir.
Yasa koyucu Ceza Hukukuna ilişkin düzenlemelerde yetkisini
kullanırken kuşkusuz, Anayasaya ve Ceza Hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak
koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü
ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı veyahafifleştirici tutum ve davranışların neler
olacağı, hangi cezaların para cezasına çevrilebileceği veya tecil edilebileceği
gibi konularda takdir yetkisine sahiptir. Ancak Anayasanın 2'nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu uygulamakla
yükümlü devlet anlayışını yansıttığından... suçla ceza arasında akla uygun,
kabul edilebilir, amaçla uyumlu bir orantının sağlanması hukuk devleti olmanın
gereğidir. (Anayasa Mahkemesinin 21.01.2004 gün ve 2002/166 esas, 2004/3 sayılı
kararı)
Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen “yasa önünde eşitlik ilkesi”
hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil,
hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı hukuksal durumda
bulunan kişilerin aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve yasalarla kişiler
arasında ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle,
aynı durumda bulunan kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa
karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır.
Ceza hukukunun, toplumun kültür ve uygarlık düzeyi, sosyal ve
ekonomik yaşantısıyla bağlantısı bulunması nedeniyle suç ve suçlulukla mücadele
amacıyla ceza ve ceza muhakemesi alanında sistem tercihi Devletin ceza siyaseti
ile ilgilidir. Bu bağlamda ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler bakımından yasa
koyucu Anayasa'nın ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla,
soruşturma ve yargılamaya ilişkin olarak hangi yöntemlerin uygulanacağı,
toplumda belli eylemlerin suç sayılıp sayılmaması, suç sayıldıkları takdirde
hangi çeşit ve ölçülerdeki ceza yaptırımlarıyla karşılanmaları gerektiği, hangi
hal ve hareketlerin ağırlaştırıcı ya da hafifletici sebep olarak kabul
edileceği gibi konularda takdir yetkisine sahiptir.
Yasa koyucu, farklı hukuksal konumda olan kişileri farklı
yaptırımlara tâbi tutabilir. Söz konusu kamuya ait askeri aracı kullanan asker
kişiler ile kamuya ait sivil aracı kullanan sivil kişilerin farklı hukuksal
konumda olduklarını söylemek mümkün değildir.
Öte yandan, yukarıda sayılan nedenler sadece askerlik hizmeti için
değil, pek çok diğer hizmette ve meslekte de geçerlidir. Askerlik hizmet ve
gerekliliklerinin farklılık arz etmesi, farklı muamele yapılması için sağlam
bir gerekçe oluşturmaz. Öyle olsaydı, her meslek grubu için ayrı ayrı
düzenlemeler yapılması gerekirdi. Örneğin, polislik mesleğinde veya her hangi
bir kamu kurumunda kamu aracı kullanan şahsın kaza yapıp araca zarar vermesi
durumunda meri ceza kanunlarımızda mevcut olmayantaksirle kamu malına zarar
suçundanceza verilmesi gerekecekti. Bu durumda gerek trafik kazalarında gerekse
her türlü taksirli davranışlar tazminat sorumluluğun yanındacezai sorumluluğu
doğuracaktı.
Askerlik görevini yerine getirenlerin suç işlememesine dönük
tedbirlerin alınmasının, askeri disiplinin sağlanması açısından gerekli olduğu
açıktır. Bununla birlikte, askeri disiplini korumak ve tesis etmek amacıyla
getirilmiş bir kuralın, bireyin hak ve özgürlüklerini daraltması,taksirli
davranışlarından doğan kamu malına verdiği zarardan (zararın karşılanmış olması
durumunda dahi) dolayı askeri mahkemede yargılanmayı gerektiren cezai
müeyyideye tabi tutulmasıve adalet duygusunun zedelenmesine yol açması da kabul
edilemez. Bu durum, Anayasa'nın 2. maddesinde ifade edilen hukuk devleti
ilkesinin ihlal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Asker kişilerin bir kısmı için askerlik gönüllü olarak tercih
ettikleri bir meslekken, diğerleri için zorunlu olarak yaptıkları bir görevdir.
Zorunlu olarak askerlik görevini yapan asker kişilerin özgürlüklerinin askerlik
hizmeti süresince kısıtlandığını düşündüğümüzde, her hangi bir gönüllülük
esasına dayanmayan tamamen yapmak zorunda kaldıkları görevlerden biri olan araç
şoförü vazifesini ifa ederken taksirli olarak her hangi bir trafik kazasına
karışmaları durumunda, askeri suç olarak tanımlanan bir fiil için, sivil
şahıslardan farklı cezai muameleye tabi tutularak taksirle kamu malına zarar
verme suçu ile yargılanmaya tabi tutulmaları Anayasa'nın 10. maddesinde vücut
bulan eşitlik ilkesine aykırıdır. Askerlik görevinin kendine has
özelliklerinden dolayı asker kişiler ile sivil kişiler arasında farklı
muameleye neden olan her durumun meşrulaştırılmasının bir gerekçesi olamaz.
Asker ve sivil kişiler arasında elbette farklılıklar vardır ama bu farklılıklar
asker kişiler aleyhine temel hak ve özgürlükler anlamında eşitsizlik yaratmak
için kullanılmamalıdır.
Anayasanın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa
koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu
bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk devletinde yasa koyucu yalnız
yasaların Anayasaya değil, Anayasanın da hukukun evrensel temel ilkelerine
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine
Anayasanın 10. maddesinde yer verilmiştir. Buna göre, yasa önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda
bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında
eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.Söz konusu her hangi bir kamu aracını
kullanan görevli kamu personelleri arasında farklı birhukuksal eşitlikdurumunun
olduğunu söylemek mümkün değildir. Yapılan iş yüklenilen görev aynı olmakla
birlikte aradaki fark sadece birinin üniforma giymesi diğerinin üniforma
giymemesi.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun
üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Yasa koyucunun, suç ve cezaların belirlenmesinde takdir yetkisi
olmakla birlikte bu yetkisini kullanırken suç ile ceza arasındaki adil dengeyi
sağlaması ve öngörülen cezanın cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmede
elverişli olması gibi esasları dikkate alması zorunludur. Suçların ağırlığı,
kamu düzeni için oluşturduğu etki ve ceza siyasetinin gereği olarak suçların ve
cezalarının belirlenmesinde yasakoyucunun takdiri Anayasa ve ceza hukukunun
temel ilkeleriyle sınırlıdır. Oysa Askeri Ceza Kanununun 137'inci maddesi
“Vazife veya hizmettetekasüldolayısıyla bir gemi veya tayyarenin veya esliha ve
harb malzemesinden birinin mühimce hasara uğramasına sebep olan(...) üç seneye
kadar hapsolunur.” düzenlenirken ne çağımızın hukuk mantalitesi vardı ne de
çağımızın sosyoekonomik durumu mevcuttu.
Yasa koyucu, Askeri Ceza Kanununun 137'inci maddesini düzenlerken
hukuk devleti ilkesinin bir gereği ve ceza hukukunun temel prensiplerinden olan
ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “elverişlilik”,”gereklilik've “orantılılık”olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır.“Elverişlilik”,başvurulan önlemin ulaşılmak
istenen amaç için elverişli olmasını,“gereklilik”başvurulan önlemin ulaşılmak
istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve“orantılılık”ise başvurulan önlem ve
ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Askeri
Ceza Kanununun 137'inci maddesi ve müeyyidesi ölçülülük ilkesi ile
bağdaşmamaktadır. Çünkü bireyin elinde olmayan nedenlerle ortaya çıkan maddi
zararlardan dolayı ceza yargılamasına tabi tutulması ceza yargısının ruhu ile
bağdaşmamaktadır. Yine bireyin elinde olmayan nedenlerle ortaya çıkan maddi
zararlardan dolayı ceza yargılamasına tabi tutulması taksirle sebep olunan kamu
malına zarar fiili sebebi ile 3 yıla kadar hapis cezası ön görülmesi
orantılılık ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Hukuk Devleti İlkesi Yönünden:
Askeri Ceza Kanununun 137'inci maddesi ile korunan hukuksal değer“gemi
veya tayyarenin veya esliha ve harb malzemesinden birinin mühimce hasara
uğramasına sebepolunması”dır.Kamu malına zarar verme suçunu düzenleyen Türk
Ceza Kanununun 152/1-a madde ve fıkrası ile korunan hukuksal değer ise “her
türlü kamu malına kast manevi unsuru ile zarar verilmesi”dir. Uygulamada hemen
hemen her türlü askeri malzemenin harp malzemesi olduğundan hareketle ceza
davası açılmakta ve asker şahıslar taksirle kamu malına zarar vermeden ceza
almaktadırlar. Bu husus özellikle trafik kazalarına karışan servis araçlarında
kendini göstermektedir. Servis aracını kullanan askeri şahsın trafik kazasına
karışması durumunda ceza davası açılmaktadır. Bu durum gerek ceza kanunlarının
mantalitesi ile gerek “Hukuk Devleti ilkesi” ve “Eşitlik İlkesi” ile de
bağdaşmamaktadır.
Kanunilik İlkesi Yönünden:
Hukukumuzda “Suçta Ve Cezada Kanunilik” olarak kavramlaştırılan ve
1982 Anayasasının 38/1 maddesinde düzenlenen ilke Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 7'nci maddesinde yer almaktadır. Maddede “hiç kimsenin işlendiği
zaman milli veya milletlerarası hukuka göre bir suç teşkil etmeyen bir fiil
veya ihmalden dolayı mahkum edilemeyeceği ve suç işlendiği zaman tertibi
gereken cezadan daha ağır bir cezaya da çarptırılamayacağı” hükme bağlanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi konuyu değerlendirdiği bir
kararında şu görüşleri dile getirmiştir: “Mahkemenin görüşüne göre aşağıdakiler
“kanun tarafından öngörülmüş olma” ifadesinden çıkan iki gerekliliktir.
Öncelikle, hukuk yeterince erişilebilir olmalıdır: Yurttaşın elinde, yasa
kurallarının uygun olanlarının eldeki olaya uygulanabildiğine dair bir gösterge
olmalıdır, ikinci olarak, bir kural kişinin davranışını belirlemesine imkan
verecek açıklıkla düzenlenmemiş olursa “yasa” olarak kabul edilemez: birey,
-eğer gerekiyorsa uygun bir tavsiye ile- makul bir dereceye kadar, belli
koşullar altında, belli bir davranışın hangi sonuçları doğurabildiğini
öngörebilmelidir. Bu sonuçların mutlak bir kesinlikle öngörülebilir olması
gerekmez. Deneyimler bunun olanaklı olmadığını da göstermektedir. Ayrıca, kesin
bir şekilde öngörebilme çok arzulanan bir şey iken, aşırıya kaçan bir sertliği
beraberinde getirebilir, yasa değişime ayak uydurabilecek bir yapıda olmalıdır.
Bu yüzden hukuk kuralları kaçınılmaz bir şekilde, az veya çok,belirsiz/muğlak
bir şekilde ifade edilmiştir ki, bu hukuk kurallarının yorumu ve uygulanışı
uygulamanın sorunudur.” (29.03.1979 tarihli Sunday Times/Birleşik Krallık
kararı, parag. 49)
Bu ilke gereğince yasa hükmüne erişen bir bireyin bunu
anlayabilmesi ve davranışlarını bu yasaya uygun şekilde düzenleyebilmesi için
“hangi fiillerin suç oluşturduğunun” ve “hangi fiil için ne tür bir yaptırım
belirlendiğinin” kanunda yeterli bir açıklıkta belirtilmesi gerekir.
Oysa Askeri Ceza Kanununun 137'inci maddesi “Vazife veya hizmettetekasüldolayısıyla
bir gemi veya tayyarenin veya esliha ve harb malzemesinden birinin mühimce
hasara uğramasına sebep olan(...) üç seneye kadar hapsolunur.” şeklinde ifade
edilerek “Kanunilik İlkesi” açıkça çiğnenmiştir. Tekasül söz konusu madde
metninden anlaşılmamakta AYİM ve Askeri Yargıtay kararlarında taksir olarak
kabul edilmektedir.
Anayasa'nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, ... kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılmaz” denilerek “suçun yasallığı”,
üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak
kanunla konulur” denilerek, “cezanın yasallığı” ilkesi getirilmiştir.
Anayasa'da öngörülen suçta ve cezada yasallık ilkesi, insan hak ve
özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da
temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Anayasa'nın 38. maddesine paralel
olarak Türk Ceza Kanunu'nun 2. maddesinde yer alan“suçta ve cezada kanunilik”ilkesi
uyarınca, hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek
cezalarınhiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimdeyasada gösterilmesi, kuralın
açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak
eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
Yasa koyucu ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde yetkisini
kullanırken Anayasa'ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak
koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü
ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı veya hafifleştirici tutum ve davranışların
neler olacağı gibi konularda takdir yetkisine sahip olmakla birlikte söz konusu
yasanın yasa koyucu tarafından konulduğu tarihinde önemli olduğu, yasanın
konulduğu tarihin sosyal, ekonomik ve kültürel durumunun göz ardı edilmemesi
gerektiği düşünülmektedir.ASCK Almanya ve Fransa askeri kanunlarından iktibas
edilerek 22.5.1930 tarihinde kabul edilen 15.06.1930tarihindeyürürlüğe giren ve
neredeyse madde madde gerekçesi olmayan sadece genelgerekçesiolan, savaş
sonrası çıkartılan cumhuriyetin ilk yıllarına ait bir kanundur. Bu kanunun meri
olduğu dönem boyunca ülkemiz çağ atlamış, ülkemizin ekonomik durumubaştaolmak
üzere sosyal, kültürel bir çok değişiklik geçirmiştir. En önemli husus olan 765
sayılı ceza yasamız baştan sona değişmiş günümüz şartlarına uygun hale
getirilmeye çalışılmıştır. Ancak 1930 tarihli, yürürlüğe girdiği tarihin
ekonomik, kültürel ve ceza mantalitesini taşıyan Askeri Ceza Kanunu günümüz
şartlarına uygun hale getirilmemiştir.
Söz konusu şahısların bir an için farklı hukuki statüye sahip
olduklarını varsayarsak,
“Yasa önünde eşitlik ilkesi” hukuksal durumları aynı olanlar için
söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmektedir.
Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme
bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasa karşısında ayırım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi
yasaklanmıştır. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar
aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın
öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz. Nitelikleri ve durumları özdeş
olanlar için yasalarla değişik kurallar konulamaz.
Anayasa Mahkemesinin içtihatlarında da açıklandığı üzere yasa
önünde eşitlik herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına
gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce,
felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle eşitsizliğe
yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak birbirinin aynı
durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların
yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaşların haklı bir nedene dayanarak
değişik kurallara tâbi tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum
ve konumlardaki özellikler kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve değişik uygulamaları gerekli kılabilir.
Durumlardaki değişikliğin doğurduğu zorunluluklar, kamu yararı ya
da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar getirilmesi
durumunda, Anayasa'nın eşitlik ilkesinin çiğnendiği sonucu çıkarılamaz.
Eşitliği bozduğu ileri sürülen kural, haklı bir nedene dayanmakta ise ya da
kamu yararı amacı ile yürürlüğe konulmuş ise, bu kuralın eşitlik ilkesini
zedelediğinden söz edilemez.
Ancak, “haklı neden” veya “kamu yararı”nın anlaşılabilir, amaçla
ilgili, ölçülü ve adaletli olması gerekir. Getirilen düzenleme herhangi bir
biçimde, birbirini tamamlayan, birbirini doğrulayan ve birbirini güçlendiren bu
üç ölçütten birine uymuyor ise, eşitlik ilkesine aykırı bir yön vardır,
denebilir. Çünkü eşitliği bozduğu ileri sürülen kural, haklı bir nedene
dayanmamakta ya da kamu yararı amacı ile yürürlüğe konulmamış olmaktadır.
Bu noktada tartışılması gereken konu, Askeri Ceza Kanununun
137'inci maddesinde yer alan düzenlemenin “haklı nedene” dayanıp dayanmadığı
yahut “kamu yararı” bulunup bulunmadığıdır.
Askerlik hizmetinin disiplin anlayışına bağlı, emir komuta
zincirinin gerektirdikleri doğrultusunda, ulusal güvenliğin sağlanmasındaki
yeri düşünüldüğünde, sivil yaşamdanfarklıdüzenlemelere konu olması, askerî ceza
politikasının kendine özgü bir yapı arz etmesivekimi tedbirlerin farklı
şekillerde uygulanması gerektiği izahtanvarestedir. Bu bakımdan kanun koyucu
yasama faaliyetinde, askerlik hizmetinin gereklerine göre istisnai düzenlemeler
yapabilmektedir.Ancak söz konusu ASCK'nun 137'inci maddesiaskerlik hizmetinin
gereklerine göre istisnai bir düzenleme olmadığı olmaması gerektiği kanaatine
varılmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık, Anayasa'nın ve yasaların üstünde yasakoyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Anayasa'nın 5. maddesinde ise insanın maddî ve manevi varlığını geliştirmesi
için gerekli şartları hazırlamaya çalışmanın Devletin temel amaç ve görevleri
arasında bulunduğu ifade edilmiştir.
Anayasa'nın 10. maddesinde herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin
kanun önünde eşit olduğu ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamayacağı belirtilmiştir. Eşitlik ilkesiyle, birbirinin aynı durumunda
olanlara ayrı kuralların uygulanması, ayrıcalıklı kişi ve toplulukların
yaratılması engellenmektedir. Aynı durumda olanlar için farklı düzenleme
eşitliğe aykırılık oluşturur. Anayasa'nın amaçladığı eşitlik, mutlak ve eylemli
eşitlik değil hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal
durumlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik ilkesi
ihlal edilmiş olmaz. Kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında,
yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz.
Asker kişiler ile siviller arasında yapılan ayırımın “asker
kişi”lerce yapılan hizmetin niteliğine ve bunun gereklerine dayandığı, asker
kişilerin durum ve konumlarındaki özellikler sebebiyle bazı konularda değişik
kuralların getirilmesinin ve değişik uygulamaların benimsenmesinin gerekli
olduğu kabul edilebilir ise de itiraz konusu kuralın askeri hizmetin bir gereği
olmadığı söz konusu askeri şahsın askeri personeli servis ile eve vs.
bırakırken karıştığı bir trafik kazasında kendini gösterdiği bunun askeri
hizmetle her hangi bir bağlantısının olmadığı hakeza aynı durumla sivil kamu
personelinin de karşılaşabileceği bir durum olduğu açıktır.
Özellikleri ve görevleri arasında her hangi bir fark olmayan kamu
aracı şoförlerinin, aralarında fark bulunmayan aynı fiilden dolayı farklı
hukuki mevzuata tabi tutulup sivil şahsın ceza yargılamasına tabi tutulmayıp
asker şahsın ceza yargılamasına tabi tutulup, aynı fiili yapan şahısların
statüsüne bağlı olarak değişik yaptırım uygulanmasını gerektiren bu kural,
askerî hizmetin bir gereği olmadığı gibi ceza adaleti bakımından asker kişiler
ile siviller arasında eşitsizlik yaratmakta, asker kişi statüsündeki şahısların
her hangi bir taksirli davranışından dolayı kamu malına zarar vermeden ceza
yargılamasına maruz kalmalarına sebep olmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 11., İnsan Haklarını ve Ana
Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin 7. maddelerine göre, hiç kimse
işlendikleri sırada millî veya milletlerarası hukuka göre suç teşkil etmeyen
fiillerden veya ihmallerden ötürü mahkûm edilemez. Bunun gibi, suçun işlendiği
sırada uygulanan cezadan daha şiddetli bir ceza verilemez. Anayasanın 90 ıncı
maddesinin son fıkrası uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve
özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır.
Yasama organı kamu düzeninin korunması için ceza hukuku alanında
düzenleme yaparken, anayasal sınırlar içinde hareket etmek ve ceza hukukunun
genel ilkelerine bağlı kalmak zorundadır. Herhangi bir eylemde bulunan kişinin
eylemini gerçekleştirdiği tarihte bu eyleminin yasalarla yaptırım altına alınan
bir suç tipine uyup uymadığını açıkça bilebilecek durumda olması, diğer bir
deyişle yasaklanmış eylemlerin hiçbir tereddüte mahal bırakmayacak şekilde
yasalarla belirlenmiş olması gerekir ve bu husus Anayasa ile teminat altına
alınmış bir haktır.
Anayasa'da yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme
organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi
verilemez. Yürütmeye devredilen yetkinin Anayasa'ya uygun olabilmesi için,
yasada temel hükümlerin ya da temel esasların belirlenmesi, ancak uzmanlık ve
yönetim tekniğine ilişkin konuların düzenlenmesinin yürütme organına
bırakılması gerekir.
Dava konusu olayla ilgili olarak, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti'ne
hukuki bir yükümlülük getiren bir andlaşma niteliğinde olmamakla birlikte,
27.5.1949 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanan ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu
kararı ile ülkemizde duyurulması ve öğretilmesi kararlaştırılan ve bugün pek
çok ülkede mahkeme kararlarında doğrudan veya dolaylı olarak atıf yapıldığı
bilinen, ayrıca Anayasamızın Temel Haklar ve Ödevler'i düzenleyen bölümünün
genel gerekçesinde, bu bölüm düzenlenirken gözönünde tutulduğu belirtilen İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ilgili hükümlerine değinmek gerekir.
Beyanname'nin Önsöz'ünün yanısıra, 1., 2. ve 7. maddelerinde
eşitlik ilkesi önemle vurgulanmış ve yine Önsöz'de Birleşmiş Milletlere üye
devletlerin insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyaca gerçekten saygı
gösterilmesinin teminini taahhüt ettikleri ve 2. maddede tüm insanların
araların hiçbir ayrım gözetilmeksizin Beyanname'de yer alan haklardan
yararlanabilecekleri belirtilmiştir.
Türkiye'nin de taraf olduğu Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin
Milletlerarası Sözleşme'nin Girişinde olduğu gibi pek çok maddesinde eşitlik
ilkesi öne çıkarılmış ve vurgulanmıştır.
Söz konusu temel ilkenin ötesinde Sözleşme'nin 2. maddesinin 2.
bendi ile Sözleşme'ye taraf olan her devletin, kendi anayasal düzenine ve
Sözleşme hükümlerine uygun olarak, Sözleşme ile tanınan hakların uygulanmasını
sağlamak bakımından gerekli olan her türlü önlemi alacağı yönünde düzenleme
getirilmiştir.
Türkiye'nin bir Avrupa Konseyi üyesi olarak taraf olduğu İnsan
Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin girişinde yapılan atıfla
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin etkinliğinin güçlendirildiği açıktır.
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin bir
bütün olarak değerlendirilmesi sonucunda Sözleşme ile öngörülen hakların her
insana ayrım yapılmaksızın tanınmasının ve hiç kimsenin hukukun izin vermediği
eylemlere maruz kalmamasının amaçlandığının ve bu anlamda olmak üzere eşitlik
ilkesinin benimsenmesinin öngörüldüğü anlaşılacaktır.
Sözleşme'nin 7. maddesi ile hiç kimsenin işlediği zaman milli veya
milletlerarası hukuka göre bir suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmalden dolayı
mahkum edilemeyeceği aktarılmakla, kanunilik ilkesine yer verilmiştir. Bu
itibarla mevcut ASCK 137'nci maddesi günümüz şartlarında milletlerarası hukuka
göre suç teşkil etmeyen ancak tazminat hukukunun icra edilebileceği bir kanun
maddesi haline gelmiştir.
Bu itibarla, uluslararası hukuk, söz konusu ASCK'nun kabul
edildiği tarihin sosyoekonomik durumu, ceza hukuku mantalitesi, sivil kamu
personelinin taksirli davranışlarından dolayı kamu malına zarar vermesi
durumunda her hangi bir ceza yargılanmasına tabi tutulmaz iken asker personelin
taksirli davranışlarından dolayı kamu malına zarar vermesi durumunda ceza
yargılamasına tabi tutulması hususları dikkate alındığında, 1632 sayılı Askeri
Ceza Kanununun 137'nci maddesinin Anayasa'nın 2, 10, 36 ve 38'inci maddelerine
aykırılık oluşturduğu anlaşılmış ise de; Anayasamızın, Anayasaya aykırılığın
diğer mahkemelerde ileri sürülmesi başlıklı 152'nci maddesinde bir davaya
bakmakta olan mahkemenin davada uygulanacak bir kanun ya da kanun hükmünde
kararnamenin hükümlerinin Anayasaya aykırılığının ileri sürülebileceğinin
belirtilmesi karşısında, müsnet davada uygulanacak kanun hükmünün 1632 sayılı
Askeri Ceza Kanununun 137'nci maddesinin Anayasa'nın 2, 10, 36 ve 38'inci
maddelerine aykırılık oluşturması nedeniyle, bu maddenin iptali istemiyle T.C.
ANAYASASI'nın 152'nci maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
gerekçeli kararın ve dava dosyasının onaylı suretinin Anayasa Mahkemesine
gönderilmesine karar verilmiştir.”"