ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2013/66
Karar Sayısı : 2014/19
Karar Günü : 29.1.2014
R.G. Tarih-Sayı :
10.1.2015-29232
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve Emine Ülker TARHAN ile birlikte 125 milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU : 28.3.2013 günlü,
6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 8. maddesiyle, 27.10.1999 günlü, 4458 sayılı Gümrük
Kanunu'na eklenen 218/A maddesinin,
B- 19. maddesiyle değiştirilen, 1.6.2000 günlü, 4572 sayılı
Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun'un 1. maddesinin beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinin,
C- 20. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen,
4572 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ".ürün
alım bedelini hesaplama ve ödeme şekline, kredi kullanmalarına, yatırımlarına,
gelir-gider farklarının dağıtımına ve giderlerin paylaşımına." ibaresinin,
D- 21. maddesiyle değiştirilen, 4572 sayılı Kanun'un 4.
maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi ile ikinci fıkrasının son cümlesinin,
E- 22. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen,
4572 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının,
F- 31. maddesiyle, 3.1.2002 günlü, 4733 sayılı Tütün ve
Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8.
maddesine eklenen son fıkranın,
G- 49. maddesiyle değiştirilen, 18.5.2004 günlü, 5174
sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu'nun
100. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ".ile organlarında görevli
üyeleri." ibaresi ile üçüncü fıkrasının birinci ve ikinci
cümlelerinin,
H- 52. maddesiyle değiştirilen, 8.3.2007 günlü, 5597 sayılı
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. maddesinin;
1-(1) numaralı fıkrasının,
2- (3) numaralı fıkrasında yer alan ".ile Bakanlar
Kurulunca belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından." ibaresinin,
I- 80. maddesiyle, 13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nun 397. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın ikinci cümlesinin,
Anayasa'nın 2., 7., 8., 10., 11., 18., 35., 47., 73., 135., 161.,
162. ve 171. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenilen Yasa Kuralları
İptali istenilen kuralların yer aldığı 28.3.2013 günlü,
6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
1- 8. maddesiyle, 27.10.1999 günlü, 4458 sayılı Gümrük
Kanunu'na eklenen 218/A maddesi şöyledir:
"MADDE 218/A- 1. Bakanlık, 8/6/1994 tarihli ve 3996 sayılı
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması
Hakkında Kanun uyarınca yaptırarak işletme hakkını verdiği gümrük kapıları
ve/veya lojistik merkezlerini, işletme süresi bittikten sonra 30 yılı geçmemek
üzere, 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında
Kanunun 18 inci maddesinde belirtilen kiralama ve/veya işletme hakkının
verilmesi yöntemleri ile 3996 sayılı Kanun ve bu Kanunun uygulanmasına ilişkin
ikincil mevzuattaki görevlendirme usullerini kıyas yoluyla uygulayarak
devredebilir. Devirlerin yöntemini, değer tespit komisyonu ve görevlendirme
komisyonu üyelerini, bu komisyonların çalışma usul ve esasları ile diğer
hususları belirlemeye Bakan yetkilidir."
2- 19. maddesiyle değiştirilen, 1.6.2000 günlü, 4572 sayılı
Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun'un 1. maddesinin beşinci
fıkrası şöyledir:
"Kooperatif ve birliklerdeki ortaklık payları rehin ve haciz
edilemez. Ortaklık paylarının devri örnek anasözleşmede belirtilen
şartlarla yapılabilir."
3- 20. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen,
4572 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:
"Kooperatif ve birliklerin çalışma konuları ile ürün alım ve
değerlendirme işlemlerine, ürün alım bedelini hesaplama ve ödeme
şekline, kredi kullanmalarına, yatırımlarına, gelir-gider farklarının
dağıtımına ve giderlerin paylaşımına ilişkin usul ve esaslar örnek
anasözleşmede gösterilir. Anasözleşmeyle, ortaklara elde ettiği ürünün tamamını
veya belirli bir kısmını teslim etme ya da teslim edilmesi zorunlu asgari ürün
miktarı şartı getirilebilir."
4- 21. maddesiyle değiştirilen, 4572 sayılı Kanun'un 4.
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Birlik ve kooperatif organları genel kurul ve yönetim
kuruludur. Yönetim kurulu asıl ve yedek üyeleri genel kurulca seçilir.
Birliklerde genel müdür, kooperatiflerde ise müdür veya vekilleri yönetim
kurulunun doğal üyesidir. Genel müdür dışındaki birlik yönetim kurulu
üyelerinin en az ikisi dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun ve örnek
anasözleşmede belirtilen niteliklere sahip kişiler arasından seçilir.
Genel kurul toplantılarına katılma hakkına sahip ortaklarda aranan
şartlar ile birliklerin genel kurullarını teşkil eden kooperatiflerin
temsilcilerinin sayısı, nitelikleri, görev süreleri ve seçilme esasları,
kooperatif ve birlik yönetim kurulu üyelerinin sayısı ve bu üyelerde aranan
şartlar örnek anasözleşmede belirlenir. Yönetim kurulu üyelerinin görev süresi
en fazla dört yıl olup süresi dolan yönetim kurulu üyelerinin görevleri, altı
ayı geçmemek üzere, yapılacak ilk genel kurul toplantısına kadar devam
edebilir. Görev süresi sona erenler yeniden seçilebilir. Yönetim kurulu ayda
bir kez olağan olarak toplanır. Kooperatif ve birlik işlerinin zorunlu kıldığı
durumlarda, gerekçeli olarak, olağanüstü toplanabilir. Yönetim kurulu
üyelerine ayda en fazla iki toplantı için huzur hakkı ve harcırah ödenebilir."
5- 22. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen,
4572 sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Bakanlıkça ortak sayısı ve ciro gibi kıstaslar dikkate
alınarak belirlenen birlikler, 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanununun ilgili hükümlerine göre bağımsız denetime tabidir."
6- 31. maddesiyle, 3.1.2002 günlü, 4733 sayılı Tütün ve
Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8.
maddesine eklenen son fıkra şöyledir:
"Her türlü uyuşturucu madde, alkollü içki, tütün ve tütün
mamulleri bağımlılığı ile mücadele etmek amacıyla Türkiye Yeşilay Cemiyetine
5018 sayılı Kanunun 29 uncu maddesi hükmüne tabi olmaksızın yardım yapılmak
üzere, Sağlık Bakanlığı bütçesinde gerekli ödenek öngörülür."
7- 49. maddesiyle değiştirilen, 18.5.2004 günlü, 5174
sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu'nun
100. maddesi şöyledir:
"MADDE 100- Odalar, borsalar, Birlik ve bunların
bağlı ve ilgili kuruluşları Bakanlığın denetimine tabidir.
Odalar, borsalar ve Birliğin ilgili personeli ile
organlarında görevli üyeleri, Bakanlık müfettişlerinin talebi üzerine her
türlü belge, defter, kayıt ve bilgileri ibraz etmek ve örneklerini noksansız ve
gerçeğe uygun olarak vermek, para ve para hükmündeki evrakı göstermek, bunların
sayılmasına ve incelenmesine yardımcı olmak, yazılı ve sözlü bilgi taleplerini
karşılamak, denetimde her türlü yardım ve kolaylığı göstermek ve
çalışmalarını yapabilecekleri uygun bir yer tahsis etmekle yükümlüdür.
İkinci fıkrada belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmeyen veya
76 ncı maddede belirtilen suçlardan dolayı haklarında kovuşturmaya başlanan ya
da görevi başında kalması yapılan denetim bakımından sakıncalı görülen oda,
borsa ve Birlik personeli Bakanlık müfettişinin teklifi üzerine Bakanlıkça
tedbiren geçici olarak görevden uzaklaştırılabilir. Bu madde kapsamında organ
üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları ise Bakanlık veya doğrudan Cumhuriyet
savcısı tarafından yetkili asliye hukuk mahkemesinde açılan dava üzerine, iki
ay içinde basit usulde yapılacak yargılama sonucunda karara bağlanır. Dava
sonucu, mahkemece Bakanlık, ilgili oda veya borsa ve Birliğe bildirilir.
Görevden uzaklaştırılan personele, uzaklaştırma süresi boyunca yapılacak
ödemelerin üçte ikisi ödenir.
Bu madde kapsamında görevden uzaklaştırılanlar; denetim sırasında
veya denetimin tamamlanmasından sonra Bakanlık kararıyla veya haklarında
kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ya da mahkûmiyetlerine karar
verilmediği takdirde görevlerine dönerler. Görevine iade edilenlerin uzaklaştırma
süresi boyunca mahrum kaldığı ödentileri, kanuni faizleri ile birlikte istihdam
edilen oda, borsa veya Birlik tarafından ödenir.
Bakanlık, bu madde kapsamında açılan davaları katılan sıfatıyla
takip edebilir.
Odalar, borsalar, Birlik ve bunların organları ile bağlı ve ilgili
kuruluşları, Bakanlıkça yapılan denetim sonucunda verilen talimatlara ve bu
Kanunun uygulanmasına ilişkin alınan tedbirlere riayet etmek zorundadır."
8- 52. maddesiyle değiştirilen, 8.3.2007 günlü, 5597
sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:
"(1) Yurt dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınır. Bakanlar Kurulu, bu
miktarı sıfıra kadar indirmeye yetkilidir."
"(3) Çıkış tarihi itibarıyla yurt dışında oturma izni
bulunanlar, 7 yaşını doldurmamış olanlar, pasavan ve benzeri belgelerle çıkış
yapanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine kimlik belgesiyle çıkış yapanlar ile yurt
dışına ticari amaçla sefer yapan kara, deniz, hava ve demiryolu toplu taşıma ve
yük taşıma araçlarının mürettebatı ile Bakanlar Kurulunca belirlenen
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından yurt dışına çıkış harcı
alınmaz."
9- 80. maddesiyle fıkralar eklenen 13.1.2011 günlü, 6102
sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 397. maddesi şöyledir:
"MADDE 397- (1) Dördüncü fıkra uyarınca denetime
tabi olan anonim şirketlerin ve şirketler topluluğunun finansal tabloları
denetçi tarafından, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunca
yayımlanan uluslararası denetim standartlarıyla uyumlu Türkiye Denetim
Standartlarına göre denetlenir. Yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporu içinde
yer alan finansal bilgilerin, denetlenen finansal tablolar ile tutarlı olup olmadığı
ve gerçeği yansıtıp yansıtmadığı da denetim kapsamı içindedir.
(2) Denetime tabi olanlar, hazırlanmış olan finansal tablolarının
denetimden geçip geçmediğini, denetimden geçmiş ise denetçi görüşünü ilgili
finansal tablonun başlığında açıkça belirtmek zorundadır. Bu hüküm, yönetim
kurulunun yıllık faaliyet raporu için de uygulanır. Denetime tabi olduğu hâlde,
denetlettirilmemiş finansal tablolar ile yönetim kurulunun yıllık faaliyet
raporu, düzenlenmemiş hükmündedir.
(3) Şirketin ve topluluğun finansal tabloları ile yönetim
kurulunun yıllık faaliyet raporu, denetleme raporunun sunulmasından sonra
değiştirilmişse ve değişiklik denetleme raporlarını etkileyebilecek
nitelikteyse, finansal tablolar ile, birinci fıkra çerçevesinde yönetim
kurulunun yıllık faaliyet raporu yeniden denetlenir. Yeniden denetleme ve bunun
sonucu, raporda özel olarak açıklanır. Denetçi görüşünde de yeniden denetlemeyi
yansıtan uygun eklere yer verilir.
(4) 398 inci madde kapsamında denetime tabi olacak şirketler
Bakanlar Kurulunca belirlenir.
(5) Dördüncü fıkra kapsamı dışında kalan anonim şirketler ile 4572
sayılı Kanun kapsamındaki kooperatifler ve bunların bağımsız denetime tabi
olmayan üst kuruluşları bu fıkra hükümlerine göre denetlenir. Denetime
ilişkin usul ve esaslar ile bu fıkra uyarınca denetim yapacak denetçilerin
niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine, seçilmelerine,
görevden alınmalarına veya ayrılmalarına; denetimin ve denetim raporlarının
içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin hususlar Gümrük ve
Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir. Kanunun denetçinin sorumluluğuna ilişkin hükümleri, bu
fıkra uyarınca denetim yapacak denetçilere de kıyasen uygulanır.
(6) Beşinci fıkra kapsamında denetime tabi olduğu hâlde söz konusu
denetimi yaptırmayanların finansal tabloları ve yönetim kurulu yıllık faaliyet
raporu düzenlenmemiş hükmündedir."
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 2., 7., 8., 10., 11., 18., 35.,
47., 73., 135., 161., 162. ve 171. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla
PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Muammer
TOPAL, Zühtü ARSLAN ve M. Emin KUZ'un katılımlarıyla 11.6.2013 gününde yapılan
ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aşamasında karara
bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Evren ALTAY tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, iptali istenen yasa kuralları, dayanılan
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun'un 8. Maddesiyle, 4458 Sayılı Gümrük
Kanunu'na Eklenen 218/A Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kamu hizmetine özgülenmiş mal ve hizmet üretim
birimleri ile varlıklarının işletme hakkının devri veya kiralanması yoluyla
özelleştirilmesine ilişkin kuralların 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları
Hakkında Kanun'da ayrıntılı olarak düzenlendiği, sözleşme süresi sonunda
mülkiyeti kendiliğinden Gümrük ve Ticaret Bakanlığına geçecek olan 3996 sayılı
Kanun'a göre yap-işlet-devret modeliyle yapılan gümrük kapıları ve lojistik
merkezlerindeki kamu hizmetinin kamu personeli eliyle yürütülmesinin tercih
edilmeyerek bu hizmetin kiralama veya işletme hakkının devredilmesi suretiyle
özelleştirilmesinde 4046 sayılı Kanun'da öngörülen usul ve esasların
uygulanması yerine bu konuda herhangi bir hüküm bulunmayan 3996 sayılı Kanun ve
bu Kanun'un uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuatta görevlendirme usullerinin
kıyas yoluyla uygulanmasını öngören kuralın Gümrük ve Ticaret Bakanının keyfi
uygulamalarına hukuksallık kazandırmak amacını taşıdığı, siyasal iktidarı
hukukla sınırlayan ve aynı zamanda istikrara hizmet eden hukuk devleti ilkesi
uyarınca, gerek idarenin işlemlerini hukuka uygun şekilde tesis edebilmesi,
gerekse yargı denetiminin sağlanabilmesi için idarenin görev ve yetkilerinin
kanunlarda açıkça gösterilmesi gerekirken dava konusu kuralın belirlilik ve
öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğu gibi kanunların özel, aktüel, geçici
durumu gözetmemesi, belli bir bakanlığı hedef almaması ve aynı durumda olan tüm
özelleştirmelerin aynı kurallara bağlanmasını zorunlu kılan kanunların
genelliği ilkesine de aykırı bulunduğu, özelleştirmelerde keyfiliğe hizmet eden
düzenlemenin kamu yararı amacını gözetmemesi nedeniyle yetki saptırmasını söz
konusu kıldığı ve amaç ögesi bakımından kanunun sakatlığına yol açtığı,
Anayasa'nın 7. maddesi uyarınca yasal düzenlemelerde temel ilkelerin
belirlenmesi ve çerçevenin çizilmesi gerektiği, 47. maddesinde de özelleştirme
usul ve esaslarının ve özel hukuk sözleşmeleriyle gerçek ve tüzel kişilere
yaptırılabilecek veya devredilebilecek yatırım ve hizmetlerin kanunla
belirleneceğinin öngörüldüğü, hiçbir ilke konulmadan ve çerçeve çizilmeden
gümrük kapıları ve lojistik merkezlerinin devir yöntemi, değer tespit
komisyonu ile görevlendirme komisyonu üyelerini ve bu komisyonların çalışma
usul ve esasları ile diğer hususları belirleme yetkisinin Bakan'a verildiği
belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7. ve 47. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
1- (1) Numaralı Fıkranın Birinci Cümlesi
Dava konusu kuralla, Gümrük ve Ticaret Bakanlığının, 3996
sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde
Yaptırılması Hakkında Kanun uyarınca yaptırarak işletme hakkını verdiği gümrük
kapıları ve/veya lojistik merkezlerini, işletme süresi bittikten sonra 30 yılı
geçmemek üzere, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un 18.
maddesinde belirtilen kiralama ve/veya işletme hakkının verilmesi yöntemleri
ile 3996 sayılı Kanun ve bu Kanun'un uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuattaki
görevlendirme usullerini kıyas yoluyla uygulayarak devredebileceği
belirtilmiştir.
Anayasa'nın 47. maddesinde, "...Devletin, kamu
iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan
işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller kanunla
gösterilir. Devlet, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri
tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk
sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya
devredilebileceği kanunla belirlenir..." denilmiştir.
Dava konusu kuralla, 3996 sayılı Kanun uyarınca yap-işlet-devret
modeli ile yaptırılmış, işletilmiş ve sözleşme süresi sona ermiş gümrük
kapıları ve lojistik merkezlerinin özel sektörce işletilmesine devam edilmesine
karar verilmesi halinde uygulanacak kurallara yer verilmiştir. Bu husus, madde
gerekçesinde "Yap-işlet-devret modeli kapsamında yeniden
yapılandırılan gümrük kapılarının ve/veya lojistik merkezlerinin işletme dönemi
bitiminden itibaren Hazineye yük oluşturmayacak bir şekilde yeniden
işletilebilmesi için yapılacak devirde; hangi mevzuatın kıyasen uygulanması
gerektiği belirlenmiştir..." şeklinde ifade edilmiştir.
Kuralda, özelleştirme yöntemleri bakımından 4046 sayılı Kanun'a,
görevlendirme usulleri yönünden ise 3996 sayılı Kanun'da yer alan düzenlemelere
atıfta bulunulmuştur.
4046 sayılı Kanun'un 18. maddesinde özelleştirme yöntemleri;
satış, kiralama, işletme hakkının verilmesi, mülkiyetin gayrı ayni
hakların tesisi ve gelir ortaklığı modeli ve işin gereğine uygun sair hukuki
tasarruflar olarak belirlenmiş ve özelleştirme programına alınan kuruluşların
bu yöntemlerden birinin veya birkaçının birlikte uygulanması suretiyle
özelleştirileceği ifade edilmiştir. Anılan maddede, "kiralama",
kuruluşların aktiflerindeki varlıklarının kısmen veya tamamen bedel
karşılığında ve belli bir süre ile kullanma hakkının verilmesi, "işletme
hakkının verilmesi" ise kuruluşların bir bütün olarak veya
aktiflerindeki mal ve hizmet üretim birimlerinin - mülkiyet hakkı saklı kalmak
kaydıyla - bedel karşılığında belli süre ve şartlarla işletilmesi hakkının
verilmesi olarak tanımlanmıştır.
3996 sayılı Kanun'un 2. maddesinde ise bu Kanun'un, aralarında
sınır kapıları ve gümrük tesisleri ile lojistik merkezlerin de yer aldığı
yatırım ve hizmetlerin yaptırılması, işletilmesi ve devredilmesi konularında
yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketlerinin veya yabancı
şirketlerin görevlendirilmesine ilişkin usul ve esasları kapsadığı
belirtilmiştir. Kanun'un 4. maddesinde de bu kapsamdaki yatırım ve hizmetlerin
yap-işlet-devret modeli çerçevesinde sermaye şirketleri veya yabancı şirketler
eliyle gerçekleştirilmesindeki usul ve esasların; bu şirketlerde aranılacak
özellikler, sözleşmelerin kapsamı, yatırım sonucu oluşacak mal ve hizmetlerin
ücretinin belirlenmesine uygulanacak kriterler ve konuya ilişkin diğer ilkelere
yer verilmek suretiyle Maliye, Bayındırlık ve İskan, Ulaştırma, Enerji ve Tabii
Kaynaklar bakanlıkları, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Hazine
Müsteşarlığı ve Dış Ticaret Müsteşarlığınca müştereken hazırlanarak Bakanlar
Kurulu kararı ile yürürlüğe konulacağı belirtilmiştir. Bu çerçevede, Bakanlar
Kurulunun 26.4.2011 günlü ve 2011/1807 sayılı kararı ile "3996 sayılı
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması
Hakkında Kanunun Uygulama Usul ve Esaslarına İlişkin Karar" 11.6.2011
günlü, 27961 mükerrer sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
konulmuştur. Söz konusu düzenlemeler çerçevesinde yap-işlet-devret modeli ile
yaptırılan gümrük kapılarında yer alan ticari tesislerin, sözleşmenin tarafı
olan şirketçe işletilmesi de uygulamayı oluşturmuştur.
Dava konusu kural kapsamında bulunan gümrük kapıları ve/veya
lojistik merkezlerinin devri konusunda 4046 sayılı Kanun'da yer alan kiralama
ve/veya işletme hakkının verilmesi yöntemleri ile 3096 sayılı Kanun ve bu
Kanun'un uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuattaki görevlendirilme usullerinin
kıyas yoluyla uygulanmasının öngörülmesi, kanun koyucunun bu konudaki takdirini
ve tercihini yansıtmakta ve bu yönüyle kuralda, özelleştirmeye ilişkin usul ve
esasların kanunla gösterilmesini öngören Anayasa'nın 47. maddesine aykırılık
bulunmamaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri olan
belirlilik ilkesine göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare
yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net,
anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gereklidir. Hukuk güvenliği ilkesi
ise normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven
duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Kuralda, devri öngörülen gümrük kapıları ve/veya lojistik
merkezlerinin kapsamı, devirde uygulanacak özelleştirme yöntemleri ve görevlendirme
usulleri ile azami devir süresi açıkça belirtilmiş olduğundan, kuralın
belirsizliğinden ve öngörülemezliğinden söz edilemez.
Kuralda, kıyasen uygulanacağı belirtilen diğer kanun hükümlerinin
anayasaya uygunluk denetimi ise ancak bu düzenlemelerin iptali istemiyle
açılacak bir dava veya yapılacak bir başvuru sonucu yapılabileceğinden,
bakılmakta olan dava kapsamında söz konusu hükümlerin incelenebilmesine ve bu
incelemenin sonucuna bağlı olarak dava konusu kuralın iptaline olanak
bulunmamaktadır. Benzer şekilde, normlar hiyerarşisinde kanundan daha alt
düzeyde yer alan bir düzenlemenin hükümlerine atıfta bulunulmasının ve bu
bağlamda 3996 sayılı Kanun'un uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuattaki
görevlendirme usullerinin kıyasen uygulanacağının belirtilmesinin yerindeliği
tartışılabilir ise de Anayasa Mahkemesince ikincil mevzuat hükümlerinin
incelenebilmesi mümkün olmadığı gibi ikincil mevzuata atıfta bulunulmuş olması
da dava konusu kuralın Anayasa'ya aykırılığına neden oluşturmaz. İkincil mevzuat
hükümlerine karşı açılacak davalarda yargı mercilerince yapılacak hukuka
uygunluk denetimi kapsamında, ikincil mevzuatın kanuna uygunluğunun
denetleneceği ve ilgili kanunun Anayasa'ya aykırı görülmesi halinde Anayasa
Mahkemesine başvurulabileceği açıktır.
"Hukuk devleti ilkesi" gereğince,
yasama işlemlerinin, kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek
amacıyla yapılması gerekir. Bir kuralın Anayasa'ya aykırılık sorunu
çözümlenirken "kamu yararı" konusunda Anayasa Mahkemesinin
yapacağı inceleme, kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını
araştırmaktır. Anayasa'nın çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının
Anayasa'da bir tanımı yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kimi
kararlarında da belirtildiği gibi, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı
ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Bu saptamanın doğal sonucu olarak da,
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnız özel çıkarlar için veya yalnız belli
kişilerin yararına olarak yasa kuralı konulamaz. Böyle bir durumun açık bir
biçimde ve kesin olarak saptanması halinde, söz konusu yasa kuralı Anayasa'nın
2. maddesine aykırı düşer ve iptali gerekir. Açıklanan ayrık hal dışında, bir
yasa kuralının ülke gereksinimlerine uygun olup olmadığı bir siyasi tercih
sorunu olarak kanun koyucunun takdirine ait olduğundan, salt bu nedenle
kamu yararı değerlendirmesi yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz. İptali
istenilen kuralın kamu yararı yerine, kişisel yarar gözetilerek çıkarıldığı
sonucuna ise ulaşılamamıştır.
Yasamanın genelliği ilkesi uyarınca kanun koyucunun Anayasa'ya
aykırı olmamak kaydıyla her konuyu kanunla düzenleyebileceği kuşkusuzdur. Bu
nedenle, 4046 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yer alan "Genel ve
katma bütçeli idarelerle bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşların mal ve hizmet
üretim birimleri ve varlıklarının (baraj, gölet, otoyol, yataklı tedavi
kurumları, limanlar ve benzeri diğer mal ve hizmet üretim birimleri) işletme
haklarının verilmesi veya kiralanması ile kamu iktisadi teşebbüsleri arasında
yer alan ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede tanımlanmış bulunan
"kamu iktisadi kuruluşları"nın ve bunların müessese, bağlı ortaklık,
işletme, işletme birimleri ve varlıklarının, mülkiyetin devri dışında kalan
yöntemler ile özelleştirilmesi bu Kanun hükümlerine tabidir." hükmü
gözetildiğinde bu Kanun'un özelleştirme uygulamaları bakımından genel kanun
niteliği taşıdığı açık ise de bu durum kanun koyucunun, yapılabilecek bir
özelleştirmenin konusunu ve niteliğini gözeterek o konuda özel düzenlemeler
yapabilmesine engel oluşturmamaktadır. Bu yönüyle, dava konusu kuralın
yasamanın genelliği ilkesi ile kamu yararına aykırılığından da söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 47. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
2- (1) Numaralı Fıkranın İkinci Cümlesi
Dava konusu kural, gümrük kapıları ve/veya lojistik merkezlerinin
devir yöntemini, değer tespit komisyonu ve görevlendirme komisyonu üyelerini,
bu komisyonların çalışma usul ve esasları ile diğer hususları belirlemeye
Gümrük ve Ticaret Bakanı'nın yetkili olduğunu ifade etmektedir.
Anayasa'nın 7. maddesinde, "Yasama yetkisi Türk Milleti
adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa'nın 47. maddesinin üçüncü fıkrasında da, "Devletin,
kamu iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde
bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller
kanunla gösterilir." denilmiştir.
Söz konusu maddelere göre, özelleştirmeye ilişkin usul ve
esasların kanunla düzenlenmesi gerekmektedir ve kanun ile düzenlenmesi
öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme
yetkisinin verilebilmesi olanaklı değildir.
Kuralda, Gümrük ve Ticaret Bakanı'na, gümrük kapıları ve/veya
lojistik merkezlerin devrinde kiralama veya işletme hakkının verilmesi
yöntemlerinden hangisinin uygulanacağını ya da her ikisinin birlikte uygulanıp
uygulanmayacağını belirleme yetkisi verilmiştir. Kiralama ve/veya işletme
hakkının verilmesi yöntemleri arasında yapılacak seçim veya bu yöntemlerin
birlikte uygulanmaları, gümrük kapıları ve/veya lojistik merkezlerin devrinde
kamu yararına en uygun görevlendirmenin yapılabilmesi bakımından önem
taşıdığından, bu devir yönteminin belirlenmesi bakımından hiçbir ilke konulmaksızın
ve çerçeve çizilmeksizin Bakan'a yetki verilmesi, yasama yetkisinin devri
niteliğindedir.
Öte yandan, Gümrük ve Ticaret Bakanına gümrük kapıları ve/veya
lojistik merkezlerin devrinde görev yapacak değer tespit komisyonu ve
görevlendirme komisyonu üyelerini ve bu komisyonların çalışma usul ve esasları
ile diğer hususları belirleme yetkisi de verilmiştir. Bakan'a yetki verilen
konular, bir özelleştirme uygulaması bakımından önem taşıyan esaslı unsurlar
olup Anayasa'nın 47. maddesi uyarınca "özelleştirmeye ilişkin usul ve
esaslar" kapsamında bulunan bu hususların kanunla düzenlenmesi
zorunludur.
Nitekim, özelleştirme konusunda genel kanun niteliği taşıyan ve
bu konuda özel düzenleme olmadığı sürece uygulanması gereken 4046 sayılı
Kanun'un benzer kurallarının iptali istemiyle açılan davalarda da Anayasa
Mahkemesi bu noktadan hareket ederek; 9.4.1997 günlü, E:1997/35, K:1997/45
sayılı kararıyla "değer tespit komisyonları ile ihale
komisyonlarının oluşumu, görev ve yetkilerinin yasama organınca düzenlenmemesi(ni)
yasama yetkisinin yürütmeye devri niteliğinde" görerek iptal
kararı vermiş, kanun koyucu tarafından yapılan yeni düzenlemeye karşı açılan
davayı ise 25.11.1999 günlü, E:1998/43, K:1999/44 sayılı kararıyla "4046
sayılı Yasa'nın 18. maddesinin 4232 sayılı Yasa ile değiştirilen itiraz konusu
(B) ve (C) bentleriyle, değer tespit komisyonlarının oluşumu, çalışmaları,
görevleri, bağlı oldukları ölçütler, ihale komisyonlarının oluşumu, ihale usulü
ve işlemleri ayrıntılı biçimde düzenlenerek, bu çerçevede idareye konunun
niteliğinden kaynaklanan kimi yetkiler tanındığından yasama yetkisinin
devrinden söz edileme(yeceği)" gerekçesiyle reddetmiştir.
Dava konusu kuralda da, gümrük kapıları ve/veya lojistik
merkezlerin devrinde görev yapacak değer tespit komisyonu ile görevlendirme
komisyonlarının oluşumunun ve çalışma usul ve esaslarının kanunla
düzenlenmeyerek, bu komisyonlarının oluşumu ile çalışma usul ve esaslarının
belirlenmesinde Gümrük ve Ticaret Bakanı'nın yetkili kılınması, yasama
yetkisinin devri niteliğindedir.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 7. ve 47. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
B- Kanun'un 19. Maddesiyle Değiştirilen, 4572 Sayılı Tarım
Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun'un 1. Maddesinin Beşinci
Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, ortaklık paylarının devrinin örnek
anasözleşmede belirtilen şartlarla yapılabileceği kuralının, kooperatif ve
birliklerin örnek anasözleşmelerinin birliklerin görüşü alınarak Sanayi ve
Ticaret Bakanlığınca hazırlanacağı ve örnek anasözleşme hükümlerinde Bakanlığın
oluru ile değişiklik yapılabileceği yolundaki 4572 sayılı Kanun'un 7. maddesi
ile birlikte ele alındığında ortaklık payı devir şartlarının belirlenmesinin
Bakanlığın iradesine bırakıldığı, kooperatif ve birlik ortaklarının sahip
oldukları ortaklık payı kadar sermayeyi teşkil eden anapara ve paraya
çevrilebilir mallar üzerinde mülkiyet hakkına sahip oldukları, ortaklık payı
devrinin de mülkiyet hakkına konu oluşturduğu, ortaklık payı devir koşullarının
kanunla yapılmayıp idarenin iradesine bırakılmasının mülkiyet hakkına aykırı
olduğu, ortaklığa bağlı olan yönetim, seçme ve seçilme haklarının kullanımı
bakımından büyük önem taşıyan ortaklık payı devrine ilişkin kuralın kooperatif
ve birliklerin özerklik ve bağımsızlıklarını zedelediğinden kamu yararına
dayanmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 35. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, tarım satış kooperatif ve birliklerindeki
ortaklık paylarının devrinin örnek anasözleşmede belirtilen şartlarla
yapılabileceği ifade edilmiştir.
Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla
sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
biçimindeki hükme yer verilerek, mülkiyet hakkı, miras hakkıyla birlikte
bir temel hak olarak güvence altına alınmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye
başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak
koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma
ve tasarruf olanağı veren bir haktır.
Ortaklık payı, sermaye yönünden ortakların taahhüt ettikleri
paylardır. Bir kooperatifin sermayesini, o kooperatifin ortak üreticilerinin;
bir birliğin sermayesini ise o birliğin ortak kooperatiflerinin taahhüt
ettikleri ortaklık payları oluşturmaktadır. Kanun'da kooperatif ve
birliklerdeki ortaklık paylarının, rehin ve haciz edilemeyeceği belirtilmiştir.
4572 sayılı Kanun'un 1. maddesinde, kooperatif
ve birliklerdeki ortaklık paylarının, başka bir kooperatif ya da birlikle
birleşme hali dışında devredilmesi yasaklanmış iken, anılan maddede 6455
sayılı Kanun'la yapılan değişiklikle kooperatif ve birliklerdeki ortaklık
paylarının devrinin anasözleşmede belirtilen şartlarla yapılabilmesi olanaklı
kılınmıştır.
Anasözleşmeler, kooperatif ve birlikler yönünden uyulması zorunlu
temel metinleri içermekte olup, kooperatif ve birlik ortaklarının hak ve
yükümlülüklerinin de bu kapsamda anasözleşmeye konu edilebilmesi mümkün
bulunmaktadır. Ortaklık payının devri hususu da bu kapsamda yer almakta olup
devir koşullarının anasözleşmeyle belirlenmesi mülkiyet hakkının ihlali olarak
nitelendirilemez.
Öte yandan, bir kuralın, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnız
özel çıkarlar için veya yalnız belli kişilerin yararına olarak konulması hali
dışında, ülke gereksinimlerine uygun olup olmadığı bir siyasi tercih sorunu
olarak kanun koyucunun takdirine ait olduğundan, salt bu nedenle kamu
yararı değerlendirmesi yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz. İptali istenilen
kuralın kamu yararı yerine, kişisel yarar gözetilerek çıkarıldığı sonucuna
ulaşılamamıştır.
Dava dilekçesinde, ortaklık paylarının devrinin anasözleşmede
belirtilen şartlarla yapılabilmesinin Anayasa'ya aykırılığı doğrudan ileri
sürülmemiş, anasözleşmenin hazırlanması ve değiştirilmesi konularında Sanayi ve
Ticaret Bakanlığına verilen yetki nedeniyle kuralın Anayasa'ya aykırılığı ileri
sürülmüştür.
Kanun'un "Örnek anasözleşmeler" başlıklı
7. maddesinde, "Kooperatif ve birliklerin örnek anasözleşmeleri,
birliklerin görüşü alınarak Bakanlıkça hazırlanır. Bakanlıkça, bu Kanunda
açıkça örnek anasözleşmelerde düzenleneceği belirtilen hususlara ilişkin
hükümlerde, birliklerin görüşü de alınarak doğrudan veya birliklerin yarıdan
bir fazlasının yönetim kurullarının bu konudaki müşterek isteği ve Bakanlığın
oluru ile değişiklik yapılabilir. Birliklerin yarıdan bir fazlasının müştereken
değişiklik için başvurması halinde, Bakanlık başvuruyu en geç üç ay içinde
değerlendirerek sonuçlandırır. Anasözleşmelerin diğer hükümlerindeki
değişiklikler genel usullere göre yapılır."denilmektedir.
Örnek anasözleşmelerde düzenlenmesi öngörülen hususlar ile
anasözleşmelerin hazırlanmasına ve değiştirilmesine ilişkin kurallar, farklı
nitelikte kurallardır. Kanun'un, örnek anasözleşmelerin hazırlanmasına ve
değiştirilmesine ilişkin 7. maddesi, dava konusu kurallar kapsamında yer
almamaktadır. Bu nedenle, anasözleşmelerin hazırlanması ve değiştirilmesinde
Bakanlığa verilen görev ve yetkinin Anayasa'ya uygunluğunun incelenebilmesi olanaklı
değildir. Bu durumda, anasözleşmelerin hazırlanmasında ve değiştirilmesinde
Bakanlığa verilen yetki dolayısıyla, ortaklık payı devir koşullarının
anasözleşmede yer almasının Anayasa'ya aykırılık taşıdığı iddiasının, Kanun'un
1. maddesinin beşinci fıkrasının dava konusu ikinci cümlesinin Anayasa'ya
uygunluk denetimi kapsamında incelenebilmesine olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 35. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
C- Kanun'un 20. Maddesiyle Başlığıyla Birlikte
Değiştirilen, 4572 Sayılı Kanun'un 3. Maddesinin İkinci Fıkrasında Yer
Alan "...ürün alım bedelini hesaplama ve ödeme şekline, kredi
kullanmalarına, yatırımlarına, gelir-gider farklarının dağıtımına ve giderlerin
paylaşımına..."İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, ürün alım bedelini hesaplama ve ödeme şekli,
kredi kullanmaları, yatırımları, gelir-gider farklarının dağıtımı ve giderlerin
paylaşımı ile ilgili konuların, tarım satış kooperatif ve birliklerinin mali ve
finansal konularıyla doğrudan ilişkili faaliyetleri olduğu, bu faaliyetlere
ilişkin yetkilerin ellerinden alınarak bu hususları düzenleme yetkisinin
Bakanlığa verilmesinin Kanun'un 1. maddesinde tanımlanan amaçla bağdaşmadığı
gibi kooperatifler ile birliklerin özerkliğini ve mali yönden bağımsızlıklarını
zedeleyen bir düzenleme olduğu, diğer taraftan 4572 sayılı Kanun'un yürürlüğe
girdiği 2000 yılından bu yana kooperatifler ve özellikle de birliklerin ürün
alım bedelini ödeme şekli, kredi kullanımı, yatırımlar gibi konularda, piyasa
koşullarına göre farklı fiyat uygulaması, avans ödeme ile ürün alımı, ortaklara
bankalar vasıtasıyla kredi kullandırılması, ekonomik koşullara göre
yatırımların durdurulması gibi piyasa hareketleri karşısında risklerini
azaltan, finansman ihtiyaçlarına göre uygun sistemler geliştirdikleri ve büyük
uğraşlar sonucu bu sistemlerin ortakları tarafından benimsenmesini
sağladıkları, bu konularda Bakanlığın anasözleşmeler ile farklı uygulamalar
getirmesinin birliklerde ve kooperatiflerde büyük sorunlara neden olabileceği
ve kamu yararına dayanmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. maddesine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un "Çalışma konuları ve çalışmalarda uyulacak
esaslar" başlıklı 3. maddesinde yer alan, tarım satış kooperatif ve
birliklerin "ürün alım bedelini hesaplama ve ödeme şekline, kredi
kullanmalarına, yatırımlarına, gelir-gider farklarının dağıtımına ve giderlerin
paylaşımına" ilişkin usul ve esasların örnek anasözleşmede
gösterileceğine ilişkin kuralın iptali istenilmiştir.
İptali istenilen kuralda yer alan konulara ilişkin usul ve
esasları düzenleme yetkisinin Bakanlığa verildiği ve bu durumun Anayasa'ya
aykırı olduğu iddiası, anasözleşmenin hazırlanması ve değiştirilmesi
konularında Bakanlığa verilen yetki esas alınarak ileri sürüldüğünden, Kanun'un
1. maddesinin beşinci fıkrasının ikinci cümlesi yönünden belirtilen gerekçeler
dava konusu kural yönünden de geçerli bulunmaktadır.
Anasözleşme ile getirilecek yeni düzenlemenin, kooperatif ve
birliklerde bugüne kadar oluşan uygulamadan farklı uygulamalara yol açacak
olmasının kamu yararına aykırı olduğu iddiası ise kanunların amaç unsuru
yönünden Anayasa'ya uygunluk denetimine ilişkin bulunmaktadır. "Hukuk
devleti ilkesi" gereğince, yasama işlemlerinin,
kişisel yararları değil kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması
gerekir. Bir kuralın Anayasa'ya aykırılık sorunu çözümlenirken "kamu
yararı" konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme de, kanunun
kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığını araştırmaktır. Anayasa'nın çeşitli
hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasa'da bir tanımı
yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında da belirtildiği
gibi, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan
toplumsal yarardır. Bu saptamanın doğal sonucu olarak da, kamu yararı düşüncesi
olmaksızın, yalnız özel çıkarlar için veya yalnız belli kişilerin yararına
olarak yasa kuralı konulamaz. Böyle bir durumun açık bir biçimde ve kesin
olarak saptanması halinde, söz konusu yasa kuralı Anayasa'nın 2. maddesine
aykırı düşer. Açıklanan ayrık hal dışında, bir yasa kuralının ülke
gereksinimlerine uygun olup olmadığı bir siyasi tercih sorunu olarak kanun
koyucunun takdirine ait olduğundan, salt bu nedenle kamu yararı değerlendirmesi
yapmak anayasa yargısıyla bağdaşmaz. İptali istenilen kuralın kamu yararı
yerine, kişisel yarar gözetilerek çıkarıldığı sonucuna ulaşılamamıştır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
D- Kanun'un 21. Maddesiyle Değiştirilen, 4572 Sayılı Kanun'un
4. Maddesinin;
1- Birinci Fıkrasının İlk Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, denetim kurullarının tarım satış kooperatif ve
birliklerinin organları arasından çıkarılarak kooperatifler ile bağımsız
denetime tabi olmayan birliklerin denetimsiz bırakıldığı, Kooperatifler
Kanunu'nda genel kurul tarafından denetim organı seçilmesinin öngörüldüğü ve
denetçilerin genel kurul namına kooperatifin bütün işlem ve hesaplarını
inceleyeceğinin belirtildiği, tarım satış kooperatif ve birliklerinin,
ortaklarının mesleki ihtiyaçlarını karşılamak, ürünlerini daha iyi şartlarda
değerlendirerek ekonomik çıkarlarını korumak amacıyla ortaklarının koyduğu
sermayeyle kurulan ve organlarında ortaklarının oylarıyla görev alınan
demokratik kitle örgütleri oldukları, demokratik devlet ilkesinin Anayasa'nın
2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayıldığı, 171.
maddesinde ise Devlete kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri alma
görevi verildiği, demokratik devlet ilkesinin yönetimin hesap verebilirliğinin
sağlanmasını gerektirdiği, kooperatif ve birlik yönetim kurullarının hesap ve
işlemleri ile faaliyetlerinin, ortakların seçimiyle oluşan denetim kurulları
tarafından ortaklar adına denetlenmesinin yönetimin hesap verebilirliğinin
sağlanmasının ve demokratik devlet ilkesinin gereği olduğu, birlik ve
kooperatiflerin yönetim kurullarının hesap verebilirliğini ortadan kaldıran
düzenlemenin kamu yararına aykırı olduğu gibi, kooperatifçiliğin gelişmesi için
devlete verilen gerekli tedbirleri alma görevine de aykırılık oluşturduğu,
ortak sayısı ve ciro gibi ölçütlere göre Bakanlık tarafından belirlenen
birliklerin 6102 sayılı Kanun'a göre denetlenir ve denetim giderleri birlik
bütçesinden ödenirken diğer birlikler ile kooperatiflerde 6102 sayılı Kanun'a
göre denetim yapılmayacağı, hukuki konumları aynı olan birlik ve kooperatiflere
farklı işlem ve mali yükümlülükler getirildiği belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2., 10. ve 171. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, birlik ve kooperatif organlarının, genel
kurul ve yönetim kurulu olduğu belirtilmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir
hukuk devleti olduğu belirtilmiş, 171. maddesinde de Devletin, millî
ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve
tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak
tedbirleri alacağı ifade edilmiştir.
İptali istenilen kuralın yer aldığı madde gerekçesinde, Türkiye
Kooperatifçilik Stratejisi Eylem Planı'nda öngörülen hedefler doğrultusunda
maddenin değiştirilerek, kooperatif ve birliklerin organları, çalışma usul ve
esasları, görev süreleri, seçimlerin yenilenmesinin yeniden belirlendiği ifade
edilmiştir. Söz konusu "Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem
Planı 2012-2016"da ise tarım satış kooperatif ve birliklerinin
sürdürülebilir mali ve idari yapıya sahip olmaları ve rasyonel bir finansman
modeli oluşturulması hususları yönünden yeni düzenlemeler yapılması
gereği belirtilmiştir.
Öte yandan, kooperatiflerin, ticaret şirketleri arasında sayıldığı
13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda da şirketlerin denetimleri
konusunda köklü değişiklikler yapılmış ve kural olarak sermaye şirketlerinde
bağımsız denetim uygulaması getirilmiştir.
Dava konusu kuralda, denetim kuruluna, birlik ve kooperatif
organları arasında yer verilmemesi, birlik ve kooperatiflerin denetimsiz
bırakılması anlamını taşımamaktadır. 6455 sayılı Kanunla 4572 sayılı Tarım
Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun ve 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanun'da yapılan değişikliklerle tarım satış kooperatif ve birliklerinin
denetimi özel olarak düzenlenmiştir. 4572 sayılı Kanun'un 5. maddesinde, Gümrük
ve Ticaret Bakanlığınca ortak sayısı ve ciro gibi kıstaslar dikkate alınarak
belirlenen birliklerin, Türk Ticaret Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre
bağımsız denetime tabi oldukları belirtilmiş, 6102 sayılı Kanun'un 397.
maddesinde de tarım satış kooperatiflerinin ve bunların bağımsız denetime tabi
olmayan üst kuruluşlarının denetimine ilişkin kurallara yer verilmiştir.
Kanun koyucunun, tarım satış kooperatifi ve birliklerinde üyeler
arasından seçilen denetim kurullarınca yapılan denetimin işlevsel olmadığı
sonucuna ulaşarak, Anayasa ile Devlete verilen, kooperatifçiliğin gelişmesini
sağlayacak tedbirleri almak görevi kapsamında söz konusu denetim ile ulaşılmak
istenen amaca varılmasını teminen Türk Ticaret Kanunu'nda şirketler yönünden
öngörülen kurallarla uyumlu olarak kooperatif ve birlik organları arasından
denetim kurulunu çıkarması ve bağımsız denetim usulünü kabul etmesinin, kamu
yararına aykırı olduğu söylenemez. Özellikle harcamalar ve bilançoya ilişkin
mali denetimin uzmanlık isteyen bir alan olduğu gözetildiğinde, bu denetimin
konunun uzmanları tarafından yerine getirilmesinin, yönetimin hesap
verebilirliği ve demokratik yönetim ilkelerine aykırılık oluşturduğundan söz
edilemez.
Anayasa'nın 10. maddesinde, "Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara
sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve
idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak
hareket etmek zorundadırlar" denilmiştir.
"Kanun önünde eşitlik ilkesi" hukuksal durumları
aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik
öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar
karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve
ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitlik ilkesi ihlal
edilmiş olmaz. Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
4572 sayılı Kanun'un 8. maddesinde ifade edildiği üzere bu Kanun,
1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'nun ayrılmaz bir parçası olmakla birlikte
sosyoekonomik yönden tarım satış kooperatif ve birliklerinin ayrı bir kanun ile
düzenleme konusu yapılmalarını gerekli kılan özellikli konumları, diğer
kooperatiflerden farklı hukuki konumlarından kaynaklanmakta olup söz konusu
kooperatifler ve birlikler hakkında 1163 sayılı Kanun'da yer alan kurallardan
farklı kurallara tabi tutulmalarında eşitlik ilkesine aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 10. ve 171.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
2- İkinci Fıkrasının Son Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kooperatif ve birliklerin Kanun'la belirlenen
görev ve sorumluluklarını yerine getirilebilmesi için yönetim kurullarının
gerektiğinde ayda ikiden fazla toplanabileceği, yönetim kurulu üyelerinin
huzur hakkı ve harcırah miktarlarına dava konusu kuralla getirilen sınırlamanın
angarya yasağına girdiği, ölçülülük ilkesi gereğince Devletin sağlamakla
yükümlü olduğu sınırlamadan beklenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında
adil bir denge bulunmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 18.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
4572 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasında, tarım satış
kooperatif ve birliklerinde yönetim kurulunun ayda bir kez olağan toplanacağı,
kooperatif ve birlik işlerinin zorunlu kıldığı durumlarda ise gerekçeli olarak
olağanüstü toplanabilecekleri öngörüldükten sonra, dava konusu kuralla yönetim
kurulu üyelerine ayda en fazla iki toplantı için huzur hakkı ve harcırah
ödenebileceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın 18. maddesinde, hiç kimsenin zorla
çalıştırılamayacağı ve angaryanın yasak olduğu, şekil ve şartları kanunla
düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar
ile olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetlerin, ülke
ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi
niteliğindeki beden ve fikir çalışmalarının, zorla çalıştırma sayılmayacağı
belirtilmiştir.
Madde gerekçesinde ise angarya, kişinin emeğinin karşılığını
almadan zorla çalıştırılması olarak tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesinin
çeşitli kararlarında da angarya, bir maldan ya da bir kişinin çalışmasından
karşılıksız yararlanma olarak tanımlanmıştır.
Kanun koyucu, Kanun'la belirlenen görevleri kapsamında
yönetim kurulunun ayda bir kez olağan toplanmasını yeterli görmüş, olağanüstü
toplantı yapılabilmesi bakımından ise bir sayı sınırı öngörmemekle birlikte,
mali haklar yönünden yönetim kurulu üyelerine ayda en fazla iki toplantı
için huzur hakkı ve harcırah ödenebileceğini kabul etmiştir. Kuralın amacı,
yönetim kurulu toplantıları için üyelere bir ayda ödenebilecek toplam ücreti
belirlemektir. Kaldı ki, yönetim kurulu üyelerine ödenen huzur hakkı ve
harcırah miktarı, kooperatif ve birliklerin genel kurulları tarafından
belirlenmekte olup, söz konusu ücretin belirlenmesi bakımından yasal bir
sınırlama da bulunmamaktadır. Bu kapsamda, yönetim kurulu üyelerine yönetim
kurulu toplantılarına katılmaları karşılığında ücret ödenmesi nedeniyle, bu
toplantılar kapsamındaki çalışmalarının angarya olarak nitelendirilmesi mümkün
olmadığı gibi hakkın kötüye kullanılmasını önleyici bir yönünün bulunduğu da
anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri
arasında belirtilen hukuk devletinin bir gereği olarak kanun koyucu, ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Ölçülülük ilkesinin alt ilkeleri olan; "elverişlilik",
başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "gereklilik"
başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve "orantılılık"
ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü
ifade etmektedir.
Kanunla yönetim kurulu üyelerine yapılabilecek huzur hakkı ve
harcırah ödeme miktarı yönünden üst sınır belirlenmesi, yönetim kurulunun ayda
bir olağan toplanmasını öngören kanuni düzenleme ile birlikte ele alındığında,
dava konusu kural ile ulaşılmak istenen amaç yönünden ölçülülük ilkesine aykırı
olarak nitelendirilemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 18. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
E- Kanun'un 22. Maddesiyle Değiştirilen, 4572 Sayılı Kanun'un
5. Maddesinin Birinci Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Türk Ticaret Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre
bağımsız denetime tabi olacak birliklerin Bakanlıkça "ortak sayısı ve
ciro gibi" kıstaslar dikkate alınarak belirleneceğine ilişkin kuralda
ortak sayısı ve ciro kriteri yönünden sayı ve miktar gibi bir çerçeve
çizilmediği, diğer kıstaslar yönünden de bir belirleme yapılmaksızın bu
konuda yetkinin tümüyle Bakanlığa bırakıldığı, temel ilkeler belirlenmeksizin
yürütmeye yetki verilmesinin Anayasa'ya aykırı olduğu, ortak sayısı ve ciro
gibi ölçütlere göre Bakanlık tarafından belirlenen birlikler 6102 sayılı
Kanun'a göre denetlenir ve denetim giderleri birlik bütçesinden ödenir iken
Bakanlığın belirlemesi dışında kalan birliklerin ve tarım satış kooperatifleri
ile 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu'na göre kurulan diğer kooperatif ve
birliklerin denetiminin 6102 sayılı Kanun'a göre yapılmayacağı ve bütçelerinden
bağımsız denetim gideri ödemesinde bulunulmayacağı, 4572 sayılı Kanun ile
1163 sayılı Kanun'da hukuki konum ve durumları ile statüleri aynı olan birlik
ve kooperatifler için farklı işlem ve mali yükümlülükler getirilmesinin kanun
önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7.,
8. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, Bakanlıkça ortaklık sayısı ve ciro gibi
kıstaslar dikkate alınarak belirlenen birliklerin Türk Ticaret Kanunu'nun
ilgili hükümlerine göre bağımsız denetime tabi oldukları ifade edilmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik ilkesi"dir. Bu ilkeye
göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve
uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı
koruyucu önlem içermesi gerekir.
Anayasa'nın 7. maddesinde ise "Yasama yetkisi Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, Anayasa'da kanun ile düzenlenmesi öngörülen
konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin
verilmesi olanaklı değildir.
Kanun koyucu, birliklerin denetimi yönünden bir ayrıma gitmiş ve
Bakanlıkça ortaklık sayısı ve ciro gibi kıstaslar dikkate alınarak belirlenen
birliklerin Türk Ticaret Kanunu'na göre bağımsız denetime tabi olduklarını, bu
kapsam dışında kalan birliklerin ise aynı Kanun'un 397. maddesinin (5) numaralı
fıkrası hükümlerine göre denetleneceğini kurala bağlamıştır.
Madde gerekçesinde de, bugüne kadar uygulanma imkânı olmayan dış
denetime ilişkin düzenlemenin uygulanabilir hale getirilmesi ve işlevsel
olmayan denetim kurullarının kaldırılmasından sonra ortaya çıkabilecek denetim
boşluğunun doldurulması ve etkin bir denetim sisteminin oluşturulması amacıyla,
Bakanlığın 1163 sayılı Kanun'a göre denetim yetkileri saklı kalmak üzere,
maddenin yeniden düzenlendiği, Bakanlıkça belirlenen kriterleri taşıyan
birliklerin Türk Ticaret Kanunu'nun ilgili hükümlerine göre birliklerin
bağımsız denetime tabi tutulması, bunun dışında kalan birlikler ve
kooperatiflerin hesap, işlem ve varlıkları ile mali tablolarının denetçilere
denetlettirilmesi yükümlülüğünün getirildiği belirtilmiştir.
Dava konusu kuralla, Türk Ticaret Kanununa göre bağımsız denetime
tabi olacak birlikleri belirleme yetkisi Gümrük ve Ticaret Bakanlığına
verilirken, "ortaklık sayısı" ve "ciro" gibi
kıstasların dikkate alınarak bu yetkinin kullanılacağı belirtilmektedir.
Ortaklık sayısı ve ciro kriterleri, birliklerin mali yönden büyüklüklerini
gösteren objektif ölçütlerdir. Bu ölçütler ticari hayattaki gelişmelere göre
değişkenlik gösterebileceğinden, bu ölçütler yönünden sayı ve miktar
belirtilmemesi, bir eksiklik oluşturmamaktadır. Bakanlıkça belirlenecek diğer
kriterlerin de birliklerin mali yapısını gözeten objektif kriterler olması
gerektiği açıktır. Bu niteliği itibarıyla, kuralla Bakanlığa bırakılan
bağımsız denetime tabi birlikleri belirleme yetkisinin çerçevesinin çizilmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Bu nedenle, dava konusu kural, yasama yetkisinin devri
niteliğini taşımadığı gibi kuralın belirsizliğinden de söz edilemez.
Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen "kanun önünde eşitlik
ilkesi", hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke
ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı,
aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak kanun karşısında eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olmaz. Kanun önünde
eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
Birliklerin, kooperatiflerin üst kuruluşları olması dolayısıyla
kooperatiflerle aynı hukuki konumda bulunmadıkları, bu nedenle aynı kurallara
tabi tutulmamalarının eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmayacağı açıktır.
Bağımsız denetime tabi olan birliklerin belirlenmesinde ise birliklerin mali
yapıları dikkate alındığından, ortaklık sayısı ve ciro gibi objektif ölçütler
dikkate alınarak belirlenen bağımsız denetime tabi tutulan birlikler ile bu
kapsam dışında kalan birlikler, mali yapıları yönünden farklı konumda
bulunduklarından aynı kurallara tabi tutulmaları zorunluluğundan söz edilemez.
Öte yandan, Kanun'un 4. maddesinin birinci fıkrasının birinci
cümlesine yönelik incelemede belirtildiği üzere, 1163 sayılı Kanun'un varlığına
rağmen tarım satış kooperatif ve birliklerinin ayrı bir kanuni düzenleme konusu
yapılmalarına neden olan farklı özellikleri nedeniyle diğer kooperatiflerden
farklı kurallara tabi tutulmalarında da eşitlik ilkesine aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 7. ve 10. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa'nın 8. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.
F- Kanun'un 31. Maddesiyle, 4733 Sayılı Tütün ve Alkol
Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8. Maddesine
Eklenen Son Fıkranın İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kamu yararına çalışma statüsü verilmiş olan
derneklere 5018 sayılı Kanun'un 29. maddesi hükmüne tabi olmaksızın yardım
yapılmak üzere Sağlık Bakanlığı bütçesinde gerekli ödeneğin öngörüleceğinin
hükme bağlanmak suretiyle dava konusu kuralda bütçe ödeneğine ilişkin hükme yer
verildiği, bütçe kanunlarının görüşülme usul ve esasları bakımından Anayasa'da
ayrı bir yöntem kabul edildiği, bütçe kanunlarında TBMM Genel Kurulunda
üyelerin gider arttırıcı veya gelir azaltıcı tekliflerde bulunmalarının
önlendiği ve Cumhurbaşkanına bütçe yasalarını bir daha görüşülmek üzere TBMM'de
geri gönderme yetkisi tanınmadığı, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname
ile bütçede değişiklik yapma yetkisi verilmediği, bu farklılıklar nedeniyle
kanun ile düzenlenmesi gereken bir konunun bütçe kanunu ile düzenlenmesine
olanak bulunmadığı, bir kanun hükmünün bütçe kanunu ile değiştirilmesine veya
kaldırılmasına olanak bulunmadığı gibi öteki kanunlarda da bütçe ödeneğine
ilişkin hükümlerin yer almasının olanaksız olduğu belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 2., 11., 161. ve 162. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, her türlü uyuşturucu madde, alkollü içki,
tütün ve tütün mamulleri bağımlılığı ile mücadele etmek amacıyla Türkiye
Yeşilay Cemiyetine 5018 sayılı Kanun'un 29. maddesi hükmüne tabi olmaksızın
yardım yapılmak üzere, Sağlık Bakanlığı bütçesinde gerekli ödeneğin
öngörüleceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın bütçeye ilişkin 161. ve 162. maddeleri şöyledir:
"MADDE 161. Devletin ve kamu iktisadî teşebbüsleri
dışındaki kamu tüzelkişilerinin harcamaları, yıllık bütçelerle yapılır.
Mali yıl başlangıcı ile merkezi yönetim bütçesinin hazırlanması,
uygulanması ve kontrolü kanunla düzenlenir.
Kanun, kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan
fazla sürecek iş ve hizmetler için özel süre ve usuller koyabilir.
Bütçe kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm
konulamaz."
"MADDE 162. Bakanlar Kurulu, merkezi
yönetim bütçe tasarısı ile millî bütçe tahminlerini gösteren raporu, malî yıl
başından en az yetmişbeş gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar.
Bütçe tasarıları ve rapor, kırk üyeden kurulu Bütçe Komisyonunda
incelenir. Bu komisyonun kuruluşunda, iktidar grubuna veya gruplarına en az
yirmibeş üye verilmek şartı ile, siyasî parti gruplarının ve bağımsızların
oranlarına göre temsili göz önünde tutulur.
Bütçe Komisyonunun ellibeş gün içinde kabul edeceği metin, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve malî yıl başına kadar karara bağlanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Genel Kurulda, kamu idare
bütçeleri hakkında düşüncelerini, her bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler
sırasında açıklarlar; bölümler ve değişiklik önergeleri, üzerinde ayrıca
görüşme yapılmaksızın okunur ve oylanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bütçe kanunu tasarılarının
Genel Kurulda görüşülmesi sırasında, gider artırıcı veya gelirleri azaltıcı
önerilerde bulunamazlar."
Anayasa'nın 87. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev
ve yetkileri arasında "kanun koymak, değiştirmek ve
kaldırmak" görev ve yetkisinin yanı sıra "bütçe
kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek" görev ve yetkisine de
ayrıca yer verilmiştir. Bütçe kanunlarını öteki kanunlardan ayrı tutan bu kural
karşısında, kanun ile düzenlenmesi gereken bir konunun bütçe kanunu ile
düzenlenmesi veya herhangi bir kanunda yer alan hükmün bütçe kanunları ile
değiştirilmesi ve kaldırılması olanaksızdır.
Anayasa'nın 88. maddesinde, kanunların Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nde teklif, görüşülme usul ve esasları düzenlenirken, bütçe
kanunlarının görüşülme usul ve esasları 162. maddede ayrıca belirtilmiştir. Bu
maddeyle bütçe kanun tasarılarının görüşülmesinde ayrı bir yöntem kabul
edilmiş, Genel Kurulda üyelerin gider arttırıcı veya gelir azaltıcı tekliflerde
bulunmaları önlenmiş ve Anayasa'nın 89. maddesiyle de Cumhurbaşkanı'na bütçe
kanunlarını bir daha görüşülmek üzere TBMM'ye geri gönderme yetkisi
tanınmamıştır. Öte yandan, Anayasa'nın 163. maddesinde bütçede değişiklik
yapılabilmesi esasları ayrıca düzenlenmiş, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde
kararname ile bütçede değişiklik yapma yetkisi verilemeyeceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın anılan maddeleri incelendiğinde, bütçe kanunlarına
bütçe ile ilgili olmayan kurallar konulmamasının amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Anayasa'da birbirinden tamamen ayrı ve değişik olarak düzenlenen bu iki
kanunlaştırma yönteminin doğal sonucu olarak, olağan kanun ile düzenlenmesi
gereken bir konunun, bütçe kanunu ile düzenlenmesi, değiştirilmesi veya
kaldırılması olanaksızdır. Bu durum, Anayasa'nın 161. maddesinde "Bütçe
kanununa, bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz." denilmek
suretiyle ifade edilmiştir. "Bütçe ile ilgili hükümler"kavramı,
mali nitelikteki hükümleri değil, kanun konusu olabilecek bir kuralı
kapsamaması koşuluyla bütçenin uygulanması ile ilgili, uygulamayı
kolaylaştırıcı ve açıklayıcı nitelikte hükümleri ifade
etmektedir. Anayasa'nın 161. maddesinin getiriliş amacı, bütçe
kanunlarında, yıllık bütçe kavramı dışındaki konulara yer vermemek, böylece
bütçe kanunlarını ilgisiz kurallardan uzak tutarak kendi yapısı içinde
bütünleştirmektir.
Anayasa koyucu bütçe kanunlarında yer alamayacak hususları
belirtmiş olup, bir kuralın uygulanması sonucu gelir elde edilecek ya da
harcama yapılacak olması, o kuralın bütçe kanunu kapsamında yer alması
zorunluluğunu doğurmamaktadır. Bu çerçevede, kamu kurumlarının
ödeneklerine ilişkin kuralların kanun konusu yapılabilmesine bir engel
bulunmamaktadır. Bütçe kanunlarında ilgili kurumun o yıla ait ödenek miktarı
ile harcama usul ve esasları düzenlenmekle birlikte, ödeneklere ilişkin genel
ve soyut nitelikteki tüm kuralların, bütçe kanununda yer alması zorunluluğundan
söz edilemez.
Bu kapsamda, her türlü uyuşturucu madde, alkollü içki, tütün ve
tütün mamulleri bağımlılığı ile mücadele etmek amacıyla Türkiye Yeşilay
Cemiyetine yardım yapılmak üzere, Sağlık Bakanlığı bütçesinde gerekli ödeneğin
öngörülmesine ilişkin dava konusu kuralın, bütçe kanununda yer almamasının
Anayasa'nın bütçe ile ilgili kurallarına aykırılığından söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 161. ve 162. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa'nın 2. ve 11. maddeleri ile ilgisi görülmemiştir.
G- Kanun'un 49. Maddesiyle Değiştirilen, 5174 Sayılı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu'nun 100.
Maddesinin;
1- İkinci Fıkrasında Yer alan "...ile organlarında
görevli üyeleri..." İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 135. maddesi uyarınca odalar ve
borsalar ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde (Birlik) yapılacak mali denetimin
kapsamına, oda, borsa ve Birlik yönetim kurullarının görev, yetki ve
sorumluluğunda olan hesap ve mali tablolar ile işlem ve faaliyetlerin girdiği,
diğer organların mali denetim kapsamında denetlenecek hesap, mali tablo, işlem
ve faaliyetlerinin bulunmadığı, dava konusu ibare ile mali denetim kapsamında
hesap ve işlemleri olmayan oda ve borsalarda meslek komiteleri, oda/borsa
meclisi ve oda/borsa disiplin kurulu ile Birlik Genel Kurulu, oda ve borsa
konseyleri ile Yüksek Disiplin Kurulu üyelerinin görev, yetki ve
sorumluluklarında olmayan ve ellerinde bulunmayan "her türlü
belge, defter, kayıt ve bilgileri ibraz etme, örneklerini noksansız ve gerçeğe
uygun olarak verme, para ve para hükmündeki evrakı gösterme, bunların sayılması
ve incelenmesine yardımcı olma, yazılı ve sözlü bilgi verme, denetimde her
türlü yardım ve kolaylığı gösterme ve çalışmalarını yapabilecekleri uygun bir
ortamı tahsis etme"yükümlülüğüne tabi tutulmalarının ölçülülük
ilkesine aykırı olduğu ve bu kuralda kamu yararı bulunmadığı, belirtilen organ
üyelerine getirilen yükümlülüklerin angarya kapsamına girdiği belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 2. ve 18. maddelerine aykırılığı ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava
konusu kural Anayasa'nın 135. maddesi yönünden de incelenmiştir.
5174 sayılı Kanun'un "Denetim" başlıklı 100.
maddesinin birinci fıkrasında odalar, borsalar, Birlik ve bunların bağlı ve
ilgili kuruluşlarının Bakanlığın denetimine tabi oldukları belirtilmiş, ikinci
fıkrasında da odalar, borsalar ve Birliğin ilgili personeli ile organlarında
görevli üyelerinin, Bakanlık müfettişlerinin talebi üzerine her türlü belge,
defter, kayıt ve bilgileri ibraz etmek ve örneklerini noksansız ve gerçeğe
uygun olarak vermek, para ve para hükmündeki evrakı göstermek, bunların
sayılmasına ve incelenmesine yardımcı olmak, yazılı ve sözlü bilgi taleplerini
karşılamak, denetimde her türlü yardım ve kolaylığı göstermek ve çalışmalarını
yapabilecekleri uygun bir yer tahsis etmekle yükümlü oldukları ifade
edilmiştir. Odalar, borsalar ve Birlik "organlarında görevli
üyelerin" söz konusu denetim kapsamında belirtilen hususlar ile
yükümlü kılınmaları, dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, Anayasa'nın 135.
maddesinde, düzenlenmiş ve "belli bir mesleğe mensup olanların
müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak,
mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının
birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak
üzere meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve
organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı
gözetimi altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri" olarak
tanımlanmıştır. Anılan maddede, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları
üzerinde Devletin idari ve mali denetimine ilişkin kuralların kanunla
düzenleneceği de ifade edilmiştir.
5174 sayılı Kanun'da, ticaret ve sanayi odası, ticaret odası,
sanayi odası ve deniz ticaret odasını ifade eden "odalar"ın
tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olduğu ve
"borsalar"ın ise kamu tüzel kişiliğine sahip ticaret borsaları
ile Bakanlık ve Sermaye Piyasası Kurulunun teklifi üzerine, Bakanlar
Kurulu kararı ile kurulan ürün ihtisas borsası unvanını taşıyan ürün
borsalarını kapsadığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin, odalar ve
borsalar arasındaki birlik ve dayanışmayı temin etmek, mesleğin genel
menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, oda ve borsa mensuplarının
meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, bunların birbirleriyle ve halk ile olan
ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere, meslek disiplinini ve
ahlâkını korumak, ülkenin kalkınması, ekonominin gelişmesi için gerekli
çalışmaları yapmak ve bu Kanun'da belirtilen hizmetleri yerine getirmek
amacıyla kurulan, tüzel kişiliğe sahip, kamu kurumu niteliğinde meslek üst
kuruluşu olduğu belirtilmiştir.
Kanun'da odalar ile ticaret borsalarının organları, meslek
komiteleri, meclis, yönetim kurulu ve disiplin kurulu; Birlik organları ise
Genel Kurul, oda ve borsa konseyleri, Yönetim Kurulu ve Yüksek Disiplin Kurulu
olarak öngörülmüş ve bu organların görevleri yine Kanun'la belirlenmiştir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınının denetimine
ilişkin Anayasa'nın 135. maddesi uyarınca odalar, borsalar ve Birliğin idari ve
mali denetimi kapsamında, Bakanlık müfettişlerinin yapacağı denetimin etkili ve
sağlıklı olabilmesi için ilgililere bir takım yükümlülükler öngörülmesinde
Anayasa'ya aykırılık bulunmadığından, odalar, borsalar ve Birlik
organlarında görevli üyelerin de bu kapsamda yükümlü kılınmalarında Anayasa'ya
aykırılık bulunmamaktadır. Odalar, borsalar ve Birlik organları üyelerinin
idari ve mali denetim kapsamında öngörülen yükümlülüklerinin, yalnızca ilgili
oldukları ve kanunen görevli bulundukları konularla sınırlı olacağı açıktır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti
olduğu belirtilmiş olup, kanun koyucu düzenlemeler yaparken hukuk devleti
ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise "elverişlilik",
"gereklilik" ve "orantılılık" olmak
üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. "Elverişlilik", başvurulan
önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, "gereklilik"
başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve "orantılılık"
ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü
ifade etmektedir. Bir kurala uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafından
öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında da "ölçülülük
ilkesi" gereğince makul bir dengenin bulunması zorunludur.
Dava dilekçesinde, söz konusu denetimin mali denetim olduğu ve bu
nedenle mali konularla ilgili olmayan oda, borsa ve birlik organlarının bu
denetim kapsamında yükümlü kılınmalarının ölçülülük ilkesine aykırı olduğu
ileri sürülmüş ise de Kanun'da söz konusu denetimin, mali denetimle sınırlı bir
denetim olduğu yolunda bir hükme yer verilmediğinden, bu denetimin idari ve
mali denetimi kapsadığı anlaşılmaktadır.
Odalar, borsalar ve Birliğin idari ve mali denetimi kapsamında,
Bakanlık müfettişlerinin denetim sırasında, denetim konusu ile ilgili olarak
denetlenen kuruluşun organlarında görevli üyelerden bilgi ve belge
isteyebilmesi ve bu kişilerin müfettişlere denetimde her türlü yardım ve
kolaylığı göstermeleri ise denetimin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için
gerekli olduğu gibi, bu amaca elverişli de olduğu ve getirilen yükümlük ile
ulaşılmak istenen amaç arasında bir orantısızlığın da bulunmadığı
anlaşılmaktadır.
Belirtilen nedenlerle kuralda, ölçülülük ilkesine aykırılık
bulunmamaktadır.
Anayasa'nın 18. maddesinde, "Hiç kimse zorla
çalıştırılamaz. Angarya yasaktır. Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere
hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde
vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı
alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları,
zorla çalıştırma sayılmaz." hükmü yer almaktadır.
Madde gerekçesinde angarya, kişinin emeğinin karşılığını almadan
zorla çalıştırılması olarak tanımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin çeşitli
kararlarında da angarya, bir maldan ya da bir kişinin çalışmasından karşılıksız
yararlanma olarak tanımlanmıştır.
Bir kuruluşun denetimi sırasında bu kuruluşun organlarında kendi
istekleri ile görev alan kişilerin, müfettişlere yardımcı olma ve denetim
konusu ile ilgili bilgi ve belgeleri verme ile yükümlü kılınmalarının, angarya
olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 18. ve 135.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
2- Üçüncü Fıkrasının Birinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kamu görevlilerinin atanmalarındaki usule göre
görevden alınmalarının idare hukukunun temel ilkesi olduğu ve görevden alma
yetkisinin atamaya yetkili amirlere ait bulunduğu, kamu idarelerinin denetimi
sırasında görevden uzaklaştırma yetkisinin Sayıştay'a dahi verilmediği, oda,
borsa ve Birlik personelinin bazı suçlar yönünden Devlet memuru sayılsalar da
asıl olarak işçi statüsünde oldukları, Bakanlık müfettişlerinin Bakanlık
teşkilatında çalışanlarla ilgili yetkilerinin birebir aynısını oda, borsa ve
Birlik üzerinde kullanmasının vesayet denetimini hiyerarşik denetime
dönüştüreceği, Bakanlığın bilgi ve belgeye erişimini engelleyen oda, borsa ve
Birlik personelinin haklarında disiplin soruşturması ve/veya ceza davası
açılmasını atamaya yetkili oda, borsa ve Birlikten talep etmesi ve talebinin haklı
bir nedene dayanmaksızın yerine getirilmemesi durumunda Cumhuriyet savcılarına
suç duyurusunda bulunarak sorumluları hakkında ceza davası açılmasını
sağlayabileceği gibi bilgi ve belgeye erişimin de yargı kararıyla
sağlanabileceği, Bakanlığın oda, borsa ve Birliğin atamaya yetkili amirlerinin
yerine geçip ilgili personeli görevden uzaklaştırabilmelerinin kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının özerklikleriyle bağdaşmadığı belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 135. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, oda, borsa ve Birlik personelinin görevden
uzaklaştırılması düzenlenmekte ve maddenin ikinci fıkrasında belirtilen
yükümlülüklerini yerine getirmeyen veya 76. maddede belirtilen suçlardan dolayı
haklarında kovuşturmaya başlanan ya da görevi başında kalması yapılan denetim
bakımından sakıncalı görülen oda, borsa ve Birlik personelinin Bakanlık
müfettişinin teklifi üzerine Bakanlıkça tedbiren geçici olarak görevden
uzaklaştırılabileceği belirtilmektedir.
Anayasa'nın 135. maddesinde kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşları ve üst kuruluşları, belli bir mesleğe mensup olanların müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel
menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri
ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere
meslek disiplini ve ahlâkını korumak maksadı ile kanunla kurulan ve organları
kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi
altında, gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri olarak tanımlanmış ve bu
kuruluşlar üzerinde Devletin idari ve mali denetimine ilişkin kuralların
kanunla düzenleneceği ifade edilmiştir.
Oda, borsa ve Birlik personelinin, Bakanlık müfettişinin teklifi
üzerine Bakanlıkça tedbiren geçici olarak görevden uzaklaştırılabilmesi için üç
koşuldan birinin varlığı aranmaktadır. Bunlardan ikisi idari ve mali denetim
ile ilişkili olup, oda, borsa ve Birliğin Bakanlık müfettişlerince idari ve
mali denetimi sırasında ilgili personelin Kanun'da belirtilen yükümlülüklerini
yerine getirmemesi ve yapılan denetim bakımından görevi başında kalmasının
sakıncalı görülmesidir. Bir diğer görevden uzaklaştırma sebebi olarak ise 5174
sayılı Kanun'un 76. maddesinde belirtilen suçlardan dolayı personel hakkında
kovuşturmaya başlanmış olmasıdır. Anılan maddede, "Odalar,
borsalar ve Birliğin organ üyeleri ile personeli, görevlerini yerine getirirken
görevleriyle ilgili suç teşkil eden fiil ve hareketlerinden, bu kuruluşların
paralarıyla para hükmündeki evrak, senet ve sair varlıkları ile muhasebe ve
muamelata ilişkin her çeşit defter ve evrak ile ilgili olarak
işledikleri suçlardan dolayı kamu görevlisi olarak cezalandırılırlar." denildiğinden
ilgililerin bu nedenle görevden uzaklaştırılabilmesi, bu kişiler hakkında
görevleriyle ilgili suç işledikleri ya da bu kuruluşların paraları ile para
hükmündeki evrak, senet ve sair varlıklar ile muhasebe ve muamelata ilişkin her
çeşit defter ve evrakla ilgili suç işledikleri iddiasıyla kovuşturmaya
başlanmış olmasına bağlıdır.
Görevden uzaklaştırmanın geçici süreli oluşu ve ivedilik arz
etmesi hususları da dikkate alındığında bu işlemin, idari ve mali denetimin
sağlıklı yapılabilmesi için gerekli bir önlem olduğu anlaşılmakta ve bu yönüyle
oda, borsa ve Birlik personelinin görevden uzaklaştırılmasına ilişkin kuralda
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ilişkin anayasal düzenlemeye
aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 135. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
3- Üçüncü Fıkrasının İkinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, Bakanlık müfettişlerince yapılması öngörülen
denetimin mali denetim olduğu ve mali denetim kapsamında hesap ve işlemleri
olmayan oda ve borsalarda meslek komiteleri, oda/borsa meclisi ve oda/borsa
disiplin kurulu ile Birlik Genel Kurulu, oda ve borsa konseyleri ile Yüksek
Disiplin Kurulu üyelerinin görev, yetki ve sorumluluklarında olmayan konularda
kendilerine yükümlülük verilmesi ve bu yükümlülüklerini yerine getirmedikleri
gerekçesiyle Bakanlık veya doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından yetkili
asliye hukuk mahkemesinde açılacak dava üzerine basit usulde yapılacak
yargılama sonucunda görevden uzaklaştırılmalarının ölçülülük ilkesiyle
bağdaşmadığı, kişilerin, görev, yetki ve sorumluluklarında olmayan konu
ve alanlarda yükümlü kılınmasında kamu yararı olmadığı gibi, görev, yetki ve
sorumluluğunda bulunmayan işlerden dolayı haklarında görevden uzaklaştırılma
talepli dava açılmasında hak, hukuk, adalet ve hakkaniyet bulunmadığı, hukuk devleti
ilkesi ile bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, bu madde kapsamında oda, borsa ve Birlik
organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmalarının, Bakanlık veya doğrudan
Cumhuriyet savcısı tarafından yetkili asliye hukuk mahkemesinde açılan dava
üzerine, iki ay içinde basit usulde yapılacak yargılama sonucunda karara
bağlanacağı ifade edilmiştir. "Bu madde kapsamında oda, borsa ve
Birlik organ üyelerinin görevden uzaklaştırılmaları", maddede sayılan
ve yukarıda belirtilen sebeplerle görevden uzaklaştırmayı ifade etmektedir.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava
konusu kural Anayasa'nın 135. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Anayasa'nın yürürlükte bulunan 135. maddesinin metninde, kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının organlarının görevden
uzaklaştırmalarına ilişkin hüküm bulunmamakla birlikte, konuya ilişkin olarak
madde metninde daha önce yer alan hükümlerin ve bu hükümlerin madde metninden
çıkmasına yol açan Anayasa değişikliği gerekçesinin belirtilmesi, anayasa
koyucunun bu konudaki mevcut iradesinin ortaya konulması bakımından önem
taşımaktadır.
18.10.1982 günlü, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın
135. maddesinin mülga yedinci ve sekizinci fıkralarında, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının organlarının görevden uzaklaştırılmalarına
olanak tanınmıştır:
"Türk Devletinin varlık ve bağımsızlığının, ülkenin ve
milletin bölünmez bütünlüğünün, toplumun huzurunun korunması ve Devletin
Anayasada belirtilen temel niteliklerini tehdit edici faaliyetlerin önlenmesi
bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde mahallin en büyük mülki amiri
bu organları geçici olarak görevden uzaklaştırabilir.
Görevden uzaklaştırma kararı; üç gün içinde mahkemeye bildirilir.
Mahkeme görevden uzaklaştırma kararının yerinde olup olmadığına en geç on gün
içinde karar verir."
Söz konusu düzenleme ile organların belirli hallerde mahallin en
büyük mülki amiri tarafından görevden uzaklaştırılabilmesi kabul edilmiş ve bu
işlemin yargısal denetiminin belirli bir süre içinde mahkemece yapılması
öngörülmüştür.
Anayasa'nın Başlangıç metni ile bazı maddelerinin değiştirilmesine
ilişkin 23.7.1995 günlü, 4121 sayılı Kanun'un 13. maddesi ile Anayasa'nın 135.
maddesinde değişiklikler yapılmış ve madde bugünkü şeklini almıştır. Söz konusu
kanun teklifinde, mahallin en büyük mülki amirinin kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşlarının organlarını görevden uzaklaştırma yetkisi bakımından
herhangi bir değişiklik öngörülmemiş iken, kanun teklifinin görüşüldüğü TBMM
Anayasa Komisyonunca 135. maddenin yedinci ve sekizinci fıkralarının da yer
aldığı altı fıkrası değiştirilmiş ve bu değişiklik sonucunda kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşlarının organlarının görevden uzaklaştırılmalarına ilişkin bir
düzenlemeye madde metninde yer verilmemiştir. Anılan kuruluşların organlarının
görevine mahkeme kararı ile son verilmesine ilişkin düzenleme, içeriğinde
yapılan değişikliğe rağmen korunmakla birlikte, görevden uzaklaştırmaya ilişkin
düzenleme kaldırılmış ve bunun yerine, değişiklik gerekçesinde belirtildiği
üzere dernek ve sendikalarda olduğu gibi meslek kuruluşlarının da faaliyetten
men edilmesi uygun görülmüştür. Söz konusu değişiklik sonrasında getirilen ve
halen yürürlükte bulunan Anayasa'nın 135. maddesinin konuya ilişkin hükümleri
şöyledir:
"Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının
sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri
seçtirilir.
Ancak, millî güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya
suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede
sakınca varsa, kanunla bir merci, meslek kuruluşlarını veya üst kuruluşlarını
faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmidört saat
içerisinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde, bu idarî karar kendiliğinden yürürlükten
kalkar."
Anayasa'nın 135. maddesinin mülga ve merî hükümleri ile bu
hükümlerdeki değişikliğe ilişkin yasama süreci gözetildiğinde, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının görevden uzaklaştırılmalarına olanak
tanıyan düzenlemenin ortadan kaldırılmak suretiyle anayasa koyucunun bu konuya
ilişkin iradesini açık ve net bir şekilde ortaya koyduğu ve bu kuruluşların
organlarının görevden uzaklaştırılabilmelerinin mevcut anayasal düzenleme
bakımından mümkün olmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, oda, borsa ve Birlik organlarının görevden
uzaklaştırılmalarını olanaklı kılan kural, Anayasa'nın 135. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Engin YILDIRIM, Hicabi DURSUN ve Zühtü ARSLAN bu görüşe
katılmamışlardır.
Kural, Anayasa'nın 135. maddesine aykırı görülerek iptal
edildiğinden, Anayasa'nın 2. maddesi yönünden ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir.
H- Kanun'un 52. Maddesiyle Değiştirilen 5597
Sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. Maddesinin;
1- (1) Numaralı Fıkrasının;
a- Birinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kural olarak harç alınmasının kanun koyucunun
takdirine bağlı olmakla birlikte mutlaka bir kamu hizmetinin karşılığı olarak
harç alınabileceği, yurt dışına çıkışlarda harç alınmasını gerekli kılan bir
kamu hizmetinin verilmediği, seyahat özgürlüğünün ancak suç soruşturma ve
kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek amacıyla kanunla
sınırlanabileceği, yurt dışına çıkış harcı alınmasının vatandaşın yurt dışına
çıkış hürriyetini zedeleyen bir düzenleme olduğu belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 23. ve 73. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kural, yurt dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınacağını öngörmektedir.
Anayasa'nın 73. maddesinde, herkesin, kamu
giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü bulunduğu,
vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının, maliye politikasının sosyal
amacı olduğu, vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı
öngörülmüştür.
Anılan maddede öngörülen yükümlülükler arasında
yer alan "vergi", kamu
giderlerini karşılamak amacıyla yasalarla gerçek ve tüzelkişilere malî güçlerine
göre getirilen bir yükümlülüktür. Belirli bir hizmetten doğrudan yararlanma
karşılığı olmayan vergi tüm kamu hizmetleri için yapılan giderlere ortak
katılma payıdır. "Harç" ise kimi kamu hizmetlerinden
yararlanmanın karşılığı olarak tahsil edilen kamu gelirleridir. Ödenen vergiler
bakımından, vergi mükelleflerinin bireysel bir hizmet ya da karşılık talep etme
haklarının bulunmamasına karşın, harçlar belirli bir kamu hizmetinden
yararlanmanın (tapu, pasaport gibi) karşılığıdır. "Resim", bir
iş ya da faaliyetin yapılmasına yetkili kuruluşlar tarafından izin verilmesi
dolayısıyla yapılan bir ödeme şeklinde tanımlandığı gibi harca benzer biçimde
kamu kuruluşlarında görülen hizmetin ve yapılan giderlerin karşılığı olarak
yalnız o işle ilgili gerçek ve tüzelkişilerden sağlanan gelirler şeklinde de
açıklanmaktadır. "Vergi, resim, harç benzeri malî yükümlülük"
ise kişilerden yapılan kamu hizmetleri karşılığında ya da bir hizmet karşılığı
olmaksızın kamu gücüne dayanılarak alınan paralardır. Benzeri malî yükümlülük
kimi zaman vergi, harç ve resimin özelliğini ayrı ayrı yansıtırken kimi zaman
da vergi, harç ve resimin ortak öğelerini taşıyabilmektedir.
Dava konusu kuralda, yurt dışına çıkış yapan
vatandaşlardan harç adı altında alınması öngörülen söz konusu tutarın, kamu
gücüne dayalı olarak, tek taraflı bir iradeyle alındığı hususları
gözetildiğinde Anayasa'nın 73. maddesinde belirtilen "vergi,
resim, harç benzeri malî yükümlülük" kavramı içinde
değerlendirilebilecek bir kamu geliri niteliği taşıdığı açıktır.
Anayasa'nın 73. maddesi uyarınca vergi, resim, harç benzeri malî
yükümlülüklerin, kanunla konulması,
değiştirilmesi ve kaldırılması öngörüldüğünden, yurt dışına çıkışlarda
belirtilen nitelikte bir yükümlülük getirilmesinde Anayasa'ya aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 73. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 23. maddesi ile ilgisi görülmemiştir.
Alparslan ALTAN, Erdal TERCAN ile Zühtü ARSLAN bu görüşe katılmamışlardır.
Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep
KÖMÜRCÜ ile Engin YILDIRIM iptal isteminin reddi yolundaki sonuca
katılmamışlardır.
b- İkinci Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kuralın, verginin yasallığı ilkesine aykırı
olduğu belirtilerek Anayasa'nın 73. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralla, 15 Türk Lirası olan yurt dışı çıkış harcı
miktarını sıfıra kadar indirmeye Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır.
Anayasa'nın 73. maddesinin dördüncü fıkrasında, "Vergi,
resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve
indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve
aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna
verilebilir." denilmiştir.
Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunun
belirttiği alt ve üst sınırlar içinde Bakanlar Kurulunca değiştirilebilmesi,
mevcut ekonomik koşulların özeliklerine göre önemli sosyo-ekonomik amaçlara
ulaşabilmek için gerekli kabul edilmektedir. Bir vergi, resim, harç veya
benzeri mali yükümlülük tutarının Bakanlar Kurulu'nca sıfıra kadar indirilmesi
hiçbir zaman yükümlülüğün kaldırılması anlamına gelmez. Bu durumda söz konusu
yükümlülük bir kurum olarak devam etmekte olup Bakanlar Kurulu, ekonomik
koşullara göre dilediği zaman bu tutarı kanun ile belirlenen sınırlar içinde
kalarak arttırabileceğinden, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük
tutarının Bakanlar Kurulu'nca sıfıra kadar indirilmesinin söz konusu
yükümlülüğün kaldırılması anlamını taşıdığı ve bunun verginin kanuniliği
ilkesine aykırılık oluşturduğu söylenemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 73. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Zehra Ayla PERKTAŞ bu görüşe katılmamıştır.
2- (3) Numaralı Fıkrasında Yer Alan "... ile Bakanlar
Kurulunca belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından..." İbaresinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kanun koyucunun vergiyi belirlerken sosyal,
ekonomik, mali ve kültürel amaçlı ya da benzer nedenlerle konu ve kişileri
vergiden muaf veya müstesna kılabileceği, kanun koyucunun vergi koyma,
kaldırma, istisna tutma ve muafiyetten yararlandırma gibi düzenlemeler
sırasında takdir yetkisini kullanırken, kamu yararı, mali güç, sosyal ve
ekonomik amaç, kamu hizmetinin en iyi biçimde görülmesi gibi haklı nedenlere
dayanması gerektiği, ancak bu suretle vergide adalet ve eşitlik ilkesi ile
vergide genellik ilkesinin korunabileceği, Bakanlar Kurulunca belirlenecek Türk
vatandaşlarından yurt dışına çıkış harcı alınmamasının bu kişilere ayrıcalık
tanınması anlamına geleceği, bu tür ayrıcalıkların ise verginin verimliliği ile
vergide adalet ilkelerine aykırılık teşkil edeceği ve verginin kanuniliği
ilkesiyle bağdaşmayacağı, vergilendirme yetkisinin keyfiliğe kaçacak şekilde
kullanıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 73. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
5597 sayılı Kanun'un 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yurt
dışına çıkış harcı alınmayacak kişiler belirlenmiş ve çıkış tarihi itibarıyla
yurt dışında oturma izni bulunanlar, 7 yaşını doldurmamış olanlar, pasavan ve
benzeri belgelerle çıkış yapanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine kimlik
belgesiyle çıkış yapanlar ile yurt dışına ticari amaçla sefer yapan kara,
deniz, hava ve demiryolu toplu taşıma ve yük taşıma araçlarının mürettebatı ile
Bakanlar Kurulunca belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından yurt dışına
çıkış harcı alınmayacağı ifade edilmiştir. "Bakanlar Kurulunca
belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından" yurt dışına
çıkış harcı alınmayacak olması, dava konusu kuralı oluşturmaktadır.
Anayasa'nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında, vergi, resim,
harç ve benzeri malî yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya
kaldırılacağı, dördüncü fıkrasında ise vergi, resim, harç ve benzeri malî
yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin
hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik
yapmak yetkisinin Bakanlar Kuruluna verilebileceği belirtilmiştir.
Vergilendirmede genel kural, kanunla belirlenmiş
konu ve kişilerden vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülük alınmasıdır.
Kanun koyucu, kimi durumlarda vergi kapsamına alınan konuyu, kimi durumlarda
kişileri vergi dışında tutabileceği gibi verginin tümünden ya da bir bölümünden
de vazgeçebilir. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülük öngören
kanunlarda sosyal, ekonomik, mali ve kültürel amaçlı birtakım muaflık, istisna
ve indirimler getirilmesi, kanun koyucunun takdirine bağlı bir konudur.
Anayasa'da vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin
muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde
değişiklik yapabilme yetkisinin Bakanlar Kuruluna verilebileceği belirtilmekle
birlikte, Bakanlar Kuruluna verilen bu yetkinin kullanılabileceği alt ve üst
sınırların da kanunda belirtilmesi zorunludur. Bakanlar Kurulunun bu
sınırları aşacak biçimde herhangi bir düzenleme getirebilmesi olanaklı
değildir. Bir başka deyişle, Bakanlar Kuruluna verilen bu yetki "koşullu
ve sınırlı bir yetki"dir. Vergilendirmede esas kural, vergilerin
kanunla konulup, kaldırılması ve değiştirilmesi olduğundan, verginin yasallığı
ilkesinin zedelenmesine yol açacak ve yasama yetkisinin yürütme organına devri
sonucunu doğuracak şekilde yürütme organına sınırsız bir yetki verilmesi kabul
edilemez.
Dava konusu kural kapsamında, yurt dışına çıkış harcı alınmayacak
vatandaşları belirleme konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilirken, Anayasa'da
belirtilen "aşağı ve yukarı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi"nin
aşılarak ve hiçbir ölçüt öngörülmeksizin, söz konusu vatandaşları belirleme
konusunda Bakanlar Kuruluna sınırsız bir yetki verilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, yurt dışı çıkış harcından muaf kişileri
belirleme konusunda Bakanlar Kuruluna verilen yetki, Anayasa'nın 73. maddesine
aykırıdır. Kuralın iptali gerekir.
Kural, Anayasa'nın 73. maddesine aykırı görülerek iptal
edildiğinden, Anayasa'nın 2. maddesi yönünden ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir.
I- Kanun'un 80. Maddesiyle, 6102 Sayılı Türk
Ticaret Kanunu'nun 397. Maddesine Eklenen (5) Numaralı Fıkranın İkinci
Cümlesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kanun koyucu tarafından denetime ilişkin usul
ve esaslar ile denetim yapacak denetçilerin nitelikleri, uyacakları etik
ilkeler, görev ve yetkileri, seçilmeleri, görevden alınmaları veya ayrılmaları,
denetimin ve denetim raporlarının içeriği ve raporun genel kurula sunulması
konularında temel ilkeler konulmadan, çerçeve çizilmeden yürütmeye düzenleme
yetkisi verilmesinin sınırsız ve belirsiz bir alanın yürütmenin düzenlemesine
bırakılması sonucuna yol açtığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7., 8. ve
11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 397. maddesinin (5) numaralı fıkrası, Bakanlar Kurulunca
belirlenen ve Kanun'un 398. maddesi kapsamında denetime tabi olacak şirketler
arasında yer almayan anonim şirketler ile 4572 sayılı Kanun kapsamındaki
kooperatifler ve bunların bağımsız denetime tabi olmayan üst kuruluşlarının
denetimine ilişkin hükümler içermektedir. Söz konusu anonim şirketler ile
kooperatifler ve üst kuruluşlarının denetimine ilişkin usul ve esaslar ile
denetim yapacak denetçilerin niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve
yetkilerine, seçilmelerine, görevden alınmalarına veya ayrılmalarına; denetimin
ve denetim raporlarının içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin
hususların Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanacak ve Bakanlar Kurulunca
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğine ilişkin kural, dava konusu kuralı
oluşturmaktadır.
Anayasa'nın 7. maddesinde, "Yasama yetkisi Türk
Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
denilmektedir.
Yasama yetkisinin devredilemezliği ilkesi uyarınca, yasa koyucunun
temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız
ve belirsiz bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Kanun ile
yetkilendirme Anayasanın öngördüğü biçimde kanun ile düzenleme anlamına gelmez.
Kanun koyucu gerektiğinde sınırlarını belirlemek koşuluyla bazı konuların düzenlenmesini
idareye bırakabilir. Bu bağlamda, sık sık değişik önlemler alınmasına veya
bunların kaldırılmasına gerek görülen ekonomik, teknik veya benzeri alanlarda
temel kurallar saptandıktan sonra ayrıntıların düzenlenmesinin idareye
verilmesi, yasama yetkisinin devri olarak nitelendirilemez.
Dava konusu kuralla, anonim şirketlerin bir kısmı ile 4572
sayılı Kanun kapsamındaki kooperatifler ve bunların bağımsız denetime tâbi
olmayan üst kuruluşlarının denetimine ilişkin olarak kuralda belirtilen hususların
yönetmelikle düzenlenmesi öngörülmüş olmakla birlikte, denetime tâbi bu
şirketlerin, kooperatiflerin ve üst kuruluşlarının faaliyet alanlarının
birbirinden farklı olduğu hususu gözetildiğinde, iş kolları farklı olan bu
şirket, kooperatif ve üst kuruluşlarla ilgili olarak kanun koyucu tarafından
tek bir düzenlemenin yapılabilmesinin güçlüğü karşısında, teknik niteliğinin
gözetilerek anılan şirket, kooperatif ve üst kuruluşların denetimine ilişkin
Kanun'da belirtilen hususların Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve
Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenmesi, yasama yetkisinin
devri olarak nitelendirilemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 7. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep
KÖMÜRCÜ ile Erdal TERCAN bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın, Anayasa'nın 2., 8. ve 11. maddeleri ile ilgisi
görülmemiştir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
28.3.2013 günlü, 6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 1- 8. maddesiyle, 27.10.1999 günlü, 4458 sayılı
Gümrük Kanunu'na eklenen 218/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci
cümlesinin,
2- 49. maddesiyle değiştirilen, 18.5.2004 günlü, 5174 sayılı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu'nun 100.
maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin,
3- 52. maddesiyle değiştirilen, 8.3.2007 günlü, 5597 sayılı
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer
alan ".ile Bakanlar Kurulunca belirlenen Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarından." ibaresinin,
yürürlüğünün durdurulması istemlerinin koşulları oluşmadığından
REDDİNE,
B- 1- 8. maddesiyle, 4458 sayılı Kanun'a eklenen 218/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesine,
2- 19. maddesiyle değiştirilen, 1.6.2000 günlü, 4572 sayılı
Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun'un 1. maddesinin beşinci
fıkrasının ikinci cümlesine,
3- 20. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen, 4572
sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ".ürün
alım bedelini hesaplama ve ödeme şekline, kredi kullanmalarına, yatırımlarına,
gelir-gider farklarının dağıtımına ve giderlerin paylaşımına." ibaresine,
4- 21. maddesiyle değiştirilen, 4572 sayılı Kanun'un 4.
maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi ile ikinci fıkrasının son cümlesine,
5- 22. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen, 4572
sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasına,
6- 31. maddesiyle, 3.1.2002 günlü, 4733 sayılı Tütün ve Alkol
Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8. maddesine
eklenen son fıkraya,
7- 49. maddesiyle değiştirilen 5174 sayılı Kanun'un 100.
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ".ile organlarında
görevli üyeleri." ibaresi ile üçüncü fıkrasının birinci
cümlesine,
8- 52. maddesiyle değiştirilen 5597 sayılı Kanun'un 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına,
9- 80. maddesiyle, 13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nun 397. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın ikinci cümlesine,
yönelik iptal istemleri, 29.1.2014 günlü, E.2013/66, K.2014/19
sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkralara, cümlelere ve ibarelere ilişkin
yürürlüğün durdurulması istemlerinin REDDİNE,
29.1.2014 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- SONUÇ
28.3.2013 günlü, 6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 8. maddesiyle, 27.10.1999 günlü, 4458 sayılı Gümrük
Kanunu'na eklenen 218/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1- Birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- İkinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
B- 19. maddesiyle değiştirilen, 1.6.2000 günlü, 4572 sayılı
Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun'un 1. maddesinin beşinci
fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C- 20. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen, 4572
sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ".ürün
alım bedelini hesaplama ve ödeme şekline, kredi kullanmalarına, yatırımlarına,
gelir-gider farklarının dağıtımına ve giderlerin paylaşımına." ibaresinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D- 21. maddesiyle değiştirilen, 4572 sayılı Kanun'un 4.
maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi ile ikinci fıkrasının son cümlesinin
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 22. maddesiyle başlığıyla birlikte değiştirilen, 4572
sayılı Kanun'un 5. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F- 31. maddesiyle, 3.1.2002 günlü, 4733 sayılı Tütün ve Alkol
Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 8. maddesine
eklenen son fıkranın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
G- 49. maddesiyle değiştirilen, 18.5.2004 günlü, 5174 sayılı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu'nun 100.
maddesinin;
1- İkinci fıkrasında yer alan ".ile organlarında
görevli üyeleri." ibaresinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Üçüncü fıkrasının;
a- Birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- İkinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Engin
YILDIRIM, Hicabi DURSUN ile Zühtü ARSLAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
H- 52. maddesiyle değiştirilen, 8.3.2007 günlü, 5597 sayılı
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. maddesinin;
1- (1) numaralı fıkrasının;
a- Birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla
PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ ile Engin YILDIRIM'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- İkinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Zehra Ayla PERKTAŞ'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- (3) numaralı fıkrasında yer alan ".ile Bakanlar
Kurulunca belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından." ibaresinin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I- 80. maddesiyle, 13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nun 397. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın ikinci cümlesinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Serruh KALELİ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ ile Erdal TERCAN'ın
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
29.1.2014 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
Zühtü
ARSLAN
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
KARŞIOY
1- 6455 sayılı Kanun'un 52. maddesiyle değiştirilen 5597 sayılı
"Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun"un dava konusu edilen 1.
maddesiyle yurt dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından çıkış
başına 15 TL harç alınacağı öngörülmektedir.
Mahkememiz çoğunluğu, görüşünü oluşturan gerekçesinde; yurt dışına
çıkış yapanlardan kamu gücüyle vergi resim, harç benzeri mali yükümlülük
kavramı içinde kanunla alınan böyle bir tutarın Anayasa'nın 73. maddesinde
belirtilen kamu geliri vasfına sahip olmasını, Anayasa'ya aykırı olmamak için
yeterli görmüştür.
Anayasa'nın 73. maddesinde tanımlanan ve iptali istenen kuralda
yer alan "harç" (yurt dışı çıkış harcı)'ın alınma nedeni
tartışmasızdır ki öncelikle talep karşılığı bireye sunulmuş ve yararlanılmış
bir kamu hizmetini bünyesinde bulundurmasını gerektirir.
Yurt dışına çıkarken alınacak zorunlu harç şeklindeki kural ile
getirilen düzenleme, paranın ödenmemesi halinde yurt dışına çıkmanın
yasaklanması anlamına geldiğinden, kişinin Anayasa'nın 23. maddesinde yer alan
seyahat özgürlüğünün özüne dokunan onu sınırlayıp kullanılmaz hale getiren bir
müdahale olduğu düşünüldüğünde, müdahalenin niteliğinin, gözetilmesi gerektiği
açıktır. İptali istenen kural lafzi, soyut anlamlandırmalarının dışında etki
yarattığı özgürlük alanı yönünden değerlendirilmezse normun kanuni nitelemesini
ve normun anlam ve kapsamını belirlemeye yarayan bir tespit niteliği
taşır. Halbuki Anayasa kuralları arasında hiyerarşik bir üstünlük, öncelik
sıralaması bulunmadığının kabulü karşısında normların birbirleri ile olan,
kesişen ilgi alanlarının birlikte değerlendirilmesi Anayasa yargısının
getirdiği bir zorunluluktur.
Bu bağlamda sadece düzenleyici nitelikli yasa gücünü anlatan kanun
devleti ile hak ve özgürlükleri bünyesinde barındıran ve korumak durumunda olan
hukuk devleti arasında seyahat özgürlüğünü anlamlandırmaya yönelik farklarının
iptali istenen kural kapsamında değerlendirmeye alınması gerekir.
Anayasamızda seyahat özgürlüğü ancak ilgili maddesinde özel olarak
sayılan suç soruşturma ve kovuşturma ve suç işlenmesini önlemek sebebiyle ve
ancak hakim kararı ile sınırlanabilecek bir temel haktır.
Sınırlandırmanın temel koşulu, özgürlüğün çekirdek alanına
dokunmamak onun kullanılmasını açıkça veya düzenlemede olduğu gibi örtülü
şekilde kullanılmaz hale getirmemektedir. Yasayla yapılması zorunlu
sınırlamaların sınırlarının da Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvence
kurallarının belirlediği unutulmamalıdır.
Anayasa'nın 23. maddesinde yer alan, ve bireye tanınmış, serbestçe
yer değiştirme olarak nitelenecek seyahat özgürlüğü hakkının yurt içi ve
dışı seyahati kapsadığı açıktır.
İnsan hakları Evrensel Bildirgesi'nin 13. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan bu hakkın, herkesin kendi memleketi de dahil olmak üzere
herhangi bir memleketi terk etmek ve memleketine geri dönmek özgürlüğünü
içerdiğini söylerken, Birleşmiş Milletler kişisel ve siyasal haklar
sözleşmesinin 12. maddesinde yer alan seyahat özgürlüğü, ulusal güvenlik,
kamu düzeni, genel sağlık, genel ahlak veya başkalarının hak ve özgürlüklerini
korumak için gerekli sebepler ile hukuken öngörülmüş sınırlamalar dışında
sınırlamaya tabi tutulamayacağını belirtmektedir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin ek 4 sayılı protokolünün 2. maddesinde, herkesin serbest dolaşım
ve ülke dışına çıkma serbestisine sahip olduğunu ve bu hakların demokratik
toplumda ancak zorunlu önlemler ile sınırlanabileceğini söylemektedir.
Anayasa'nın 23. maddesinde sayılan özel sınırlama nedenlerini
içermeyen bu düzenleme, yasallık ilkesini barındırmakla birlikte, seyahat
özgürlüğü yönünden getirdiği müdahalenin niteliği değerlendirildiğinde
demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı bir müdahale olduğunun kabulü
olanaklı değildir.
Mahkememiz çoğunluğuna dahil bazı üyeler, kurala yalnızca
Anayasa'nın 73. maddesinden bakmıştır. Madde de belirtilen kamu geliri olarak
öngörülen "harç" alacağı yurt dışına çıkmak isteyenden tahsil
edilmemesi halinde örtülü olarak yurt dışına seyahat etme özgürlüğünü kullanılmaz
hale getiren otomatik bir uygulamadır.
Özgürlüklerin asıl sınırlamaların istisna olduğu demokratik hukuk
devletinin Anayasal düzeninde özgürlük alanı kısıtlamaları, açık sınırlama
kuralları dışında rejime tabii olmayan usullerle yapılmamalı ve kullanılmasını
(Anayasa'nın 15. maddesi koşulları hariç) imkansız hale getirecek düzeye
vardırmamalıdır.
Anayasa'nın 73. maddesinde yer alan,
Vergi, devletin kamusal gereksinimlerini karşılamak üzere
egemenlik gücüne dayalı olarak tek taraflı iradesi ile kişilere yüklediği
kaynağını Anayasa'dan alan kamu alacağıdır. Vergi ve yükümlülüğünün kabulü bir
vatandaşlık görevi niteliğindedir. Ancak bu vergilendirme yetkisi, yasallık,
eşitlik, genellik ve mali güç gibi ilkelerle sınırlıdır.
Öte yandan iptali istenen düzenlemede bahse konu öngörülen yük ise
bir HARÇ'tır. Devlet birey ilişkisinde, usulünde ki gibi tarh tahakkuk
aşamalarını geçmiş tahsili beklenen doğmuş bir alacak değildir.
Kanunla düzenlenmesi koşulu ile bir kamu hizmetinden harç alınması
yasa koyucunun takdirinde ise de bu yetki bireyin hak ve özgürlüğünün sınırında
oluşturduğundan keyfi kullanımı hukuk devleti ilkesine aykırılık taşıyacaktır.
Harç, mahkememiz kabulü ile bireylerin özel menfaatlerine ilişkin
olarak kamu hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında bu hizmetlerin
maliyetlerine katılma amacı ile zor unsuruna dayanılarak alınan mali bir
yükümlülüktür.
Dava konusu kural yönünden istenen harcın karşılığında verilen
fiili bir hizmet yoktur. Kişi sahip olduğu pasaport Kanunu'nun kendisine
sağladığı hak ile elde ettiği pasaportunun var ve usulüne uygun olduğunu
ilgiliye göstermek suretiyle çıkış işlemi yapma serbestisine sahip iken,
kuralın getirdiği müdahaleye bakıldığında pasaportu kontrol etmenin adeta bir
ücrete tabii kamu hizmeti olduğu ve harçlandırılması gerektiği yaklaşımı ise,
pasaport kontrolünün devletin üstün gücü ile yapıldığı, uluslar arası
zorunluluklardan kaynaklanan bir denetim faaliyeti olduğu ve vatandaş talebine
bağlı olmadığı düşünüldüğünde, bireye sağladığıözel bir yarardan da
bahsedilemeyeceğinden kuralda yazılı yurt dışına çıkışta alınan 15 TL paraya
" harç "demenin mümkün olmadığı nedenleri ile kuralda,
Anayasa'nın 73. maddesine uygunluk bulunmamaktadır. Kural Anayasa'nın 23. ve
73. maddelerine aykırıdır. Anılan nedenler ile çoğunluk görüşüne
katılınmamıştır.
2- 6455 sayılı Kanun'un 80. maddesine 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanun'un 397. maddesiyle eklenen (5) nolu fıkranın ikinci cümlesi ile denetime
ilişkin usul ve esaslar ile bu fıkra uyarınca Denetim yapacak
denetçilerin niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine,
seçilmelerine, görevden alınmalarına veya ayrılmalarına; denetimin ve denetim
raporlarının içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin hususlar
Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir denmektedir.
İptali istenen dava konusu kural, bir kısım Anonim şirket ve
kooperatif ve üst kuruluşların denetimlerinin Türk Ticaret Kanunu'nun bu konuda
var olan denetimin konu ve kapsamını belirleyen 380. maddesi, denetçilerle
ilgili 395. ve 400. maddeleri ve denetim raporlarına ilişkin 402.
maddedeki genel kurallarından ayırarak, bunların denetim ve raporlama
usullerini Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanıp Bakanlar Kurulunca
çıkarılacak yönetmeliğe bırakacağını düzenlemiştir.
Kural ile, bakanlar kurulu kararı kapsamına girmeyen anonim
şirketler ile tarım satış kooperatifleri ve bağımsız denetime tabi olmayan
birliklerinin bu fıkra uyarınca denetlenmesi öngörülmüştür. Dava konusu kural,
bu kapsamda yapılacak olan;
- Denetime ilişkin usul ve esasların,
- Denetim yapacak denetçilerin niteliklerine, uyacakları etik
ilkelere, görev ve yetkilerine, seçilmelerine, görevden alınmalarına veya
ayrılmalarına ilişkin hususların,
- Denetimin ve denetim raporlarının içeriğine ve raporun genel
kurula sunulmasına ilişkin hususların,
Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği ifade edilmiştir.
13.01.2011 tarihli 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun var olan
397. maddesi önceki halinde, Anonim şirketler arasında bir ayrım
yapılmaksızın tamamı, denetim konusu ve kapsamı, denetçiler, raporları yönünden
aynı hükümlere tabii iken, 26.06.2012 tarihinde 6335 sayılı yasayla 397.
maddede yapılan değişiklik ile 398. madde kapsamında denetime tabii olacak
şirketler Bakanlar kurulunca belirlenir hükmünü içeren dördüncü fıkra eklenmiş,
kapsama giren bağımsız denetim yaptıran şirket sayısının ülke genelindeki
100.000 anonim şirketten yalnızca 2.700 kadar olduğu anlaşılıp ve kalan şirketlerin
denetimsiz kalma sorunları ortaya çıkınca tamamının denetim kapsamına alınması
amacı ile kanun tasarısında yer almayan ancak genel kurulda verilen bir önerge
ile, 6455 sayılı Yasa ile 6102 sayılı Yasa'nın 397. maddesi iptali istenen
cümlenin yer aldığı beşinci fıkra eklenerek yukarıda yazılı şekli ile
değiştirildiği anlaşılmıştır.
Dava konusu kural kapsamında bulunmayan, Bakanlar Kurulunca
bağımsız denetime tabi olacağı belirlenen anonim şirketlerin denetiminin nasıl
yapılacağı, Türk Ticaret Kanunu'nun 397. ve devamı maddelerinde ayrıntılı
olarak düzenlenmiştir.
Bu kapsamda, kural olarak anonim şirketlerin ve şirketler
topluluğunun finansal tabloları denetçi tarafından, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve
Denetim Standartları Kurumunca yayımlanan uluslararası denetim standartlarıyla
uyumlu Türkiye Denetim Standartlarına göre denetleneceği ve yönetim kurulunun
yıllık faaliyet raporu içinde yer alan finansal bilgilerin, denetlenen finansal
tablolar ile tutarlı olup olmadığı ve gerçeği yansıtıp yansıtmadığının da
denetim kapsamı içinde olduğu belirtilmiştir. Denetime tabi olduğu hâlde,
denetlettirilmemiş finansal tablolar ile yönetim kurulunun yıllık faaliyet
raporlarının, düzenlenmemiş hükmünde olduğu ifade edilmiştir. Denetim konusu ve
kapsamı da kanunun 398. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Ayrıca, denetçi olabilecekler Kanun'un 400. maddesinde,
denetçilerin seçimi, görevden alınması ve sözleşmenin feshi 399. maddesinde ve
denetim raporunun içeriği 402. maddede ayrıntılı olarak düzenlenmiş ve anılan
maddelere aşağıda yer verilmiştir.
Anonim şirketlerin denetim usul ve esasları, denetçilerin
nitelikleri ve seçimi, denetim raporlarının içeriği, yukarıda belirtildiği
üzere Türk Ticaret Kanunu'nda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesine rağmen iptal
davası konusu kural ile yönetmelikle düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
Kanun'un 397. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında yapılacak
denetimle, denetçilerle ve denetim raporları ile ilgili Kanunda hiçbir
belirleme yapılmamış, temel ilkeler konulmamış ve yürütme organının yapacağı
düzenleme bakımından bir çerçeve çizilmemiştir. Dava konusu kuralla yapılan tek
belirleme, yönetmelikle düzenlenmesi öngörülen hususların tek tek sayılmasıdır.
Denetçilerin sorumluluğu bakımından Türk Ticaret Kanunu'nda öngörülen hükümlere
atıfta bulunulurken, denetimine ilişkin usul ve esasların, denetçilerin
niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine, seçilmelerine,
görevden alınmalarına veya ayrılmalarına ilişkin hiçbir belirleme yapılmadan
bütün yetki idareye verilmiş ve bu konuların yönetmelikle düzenleneceği kabul
edilmiştir.Yönetmelikle düzenlenmesi kabul edilen bu hususların teknik konular
yahut ayrıntı olduğu da söylenemez. Çünkü anılan tüm bu hususlar Türk Ticaret
Kanunun'da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Hiçbir ilke konulmadan ve belirleme yapılmadan şirketlerin, tarım
satış kooperatifleri ile birliklerin denetimine ilişkin belirtilen hususların
teknik içerikli uzmanlık isteyen alanlar niteliği taşıdığı gerçeği karşısında
tüm bu hususların yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesi, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Anayasa Mahkemesinin benzer bir konuda yakın tarihte vermiş olduğu
ve elektrik üretim ve dağıtım tesislerinin inceleme ve denetimlerinin
denetleme şirketlerince yapılmasını öngören "Denetim şirketleri ile
ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla
EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." hükmünü de
içeren bir kuralı iptal kararında, "Denetim
şirketlerinin yetkileri ve nitelikleri ile bu şirketlerce yapılacak denetimin
usul ve esaslarına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin ve çerçevesi
çizilmeksizin, yürütme organına düzenleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturur." gerekçesine yer
vermiştir.
Belirtilen nedenle kural, Anayasa'nın 7. maddesine aykırıdır.
İptali gerekir.
Anılan nedenler ile çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
EK GEREKÇE
28.3.2013 günlü, 6455 sayılı Gümrük Kanunu ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun'un, 52. maddesiyle değiştirilen, 8.3.2007 günlü, 5597 sayılı Yurt
Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesine
yönelik iptal istemi Anayasa'nın 73. maddesine aykırı bulunmazken, çoğunluk
kararında kuralın Anayasa'nın 23. maddesi ile ilgisi bulunmadığı
sonucuna varılmıştır. Sonuca ve Anayasa'nın 73. maddesi ile ilgili gerekçeye
katılmakla birlikte, kuralın Anayasa'nın 23. maddesiyle de ilgili olduğu ve bu
yönden de anayasal inceleme yapılması gerektiği düşüncesiyle karara ek gerekçe
ile katılınmıştır.
İptali istenen düzenleme yurt dışına çıkış yapan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınmasını
öngörmekte ve bu düzenleme gereğince söz konusu harcı ödemeyen vatandaşların
yurtdışına çıkmasına izin verilmemektedir. Yapılan anayasal incelenme sırasında
iptali istenen kuralın bu yönü önemlidir. Şayet düzenleme ile öngörülen harç
yalnızca yurtdışına her çıkış için öngörülen ve yurtdışına çıkarken veya
döndükten sonra da ödenebilen bir yükümlülük olarak düzenlenmiş olsa idi, bu
durumda münhasıran Anayasa'nın 73. maddesi kapsamında vergilendirme yetkisi
bağlamında incelenmesi gereken bir sorun olarak görülebilirdi. Ancak,
iptali istenen hükümle yurt dışına çıkış için öngörülen mali yükümlülük yerine
getirilmediğinde yurt dışına çıkmak, dolayısıyla seyahat etmek mümkün
bulunmadığından, kural doğrudan Anayasa'nın 23. maddesiyle de ilgilidir. Bu
nitelikte bir düzenleme yönünden doğrudan ilgili olan Anayasa'nın 23. maddesi
göz ardı edilerek yalnızca 73. madde ile yapılan anayasal inceleme eksik bir
inceleme niteliğinde olacaktır.
Belirli bir konuyla ilgili olarak cevaz veren ve yasaklayan birden
fazla farklı anayasa kuralının mevcudiyeti halinde yapılacak anayasal
incelemede, Anayasa'nın belirli bir konuda sahip olduğu farklı yöndeki
düzenlemelerinin kapsam ve sınırlarının belirlenmesi ve somut soruna
uyumlaştırılmak suretiyle uygulanması gerekecektir. Eldeki işte de bu türden
bir uyumlaştırma ihtiyacı zorunlu olan bir anayasal sorun bulunduğundan
Anayasa'nın 73. ve 23. maddeleri birlikte değerlendirilmek suretiyle bir sonuca
varılması gerekmektedir.
Anayasa'nın 23. maddesinde herkesin yerleşme ve seyahat
hürriyetine sahip olduğu belirtildikten sonra yerleşme hürriyetinin, suç
işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli
kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak amaçlarıyla; seyahat
hürriyetinin, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini
önlemek amaçlarıyla kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca,
vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyetinin ise ancak suç soruşturması veya
kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabileceği hüküm
altına alınmıştır. Maddede seyahat özgürlüğü bakımından "bir mali
yükümlülüğün yerine getirilmemesi" hali özel sınırlama sebepleri arasında
sayılmamıştır.
İptali istenilen kuralla yurt dışına çıkış harcının ödenmemesi
halinde, yurt dışına çıkış izni verilmediğinden Anayasa'nın 23.
maddesinde kabul edilen seyahat özgürlüğünün sınırlandığı açıktır. Bu durumda
getirilen bu sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesine uygunluğunun da saptanması
gerekir. Anayasa'nın 13. maddesine göre, temel hak ve hürriyetler, özlerine
dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere
bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Ayrıca, bu sınırlamaların,
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
İptali istenen kuralla ilgili olduğu saptanan Anayasa'nın 23.
maddesi ve temel hakların sınırlanması ile ilgili ilkeleri içeren 13. maddesi
hükmü, Anayasa'nın 73. maddesiyle birlikte değerlendirilerek bir sonuca
varılmalıdır. Anayasa'nın "Vergi ödevi" başlıklı 73. maddesinde ise
herkesin kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle
yükümlü olduğu belirtilmiştir. Belirtilen Anayasa hükmü Devlet kurumları ve kamu
idarelerine maddede belirtilen çerçeve içerisinde kalmak koşuluyla vergi,
resim, harç ve benzeri yükümlülükler getirme yetkisi vermektedir. Nitekim
eldeki işte de iptali istenen düzenleme ile, bu yetki kapsamında yurt dışına
çıkış izni için "yurtdışı çıkış harcı" adı altında ek mali yükümlülük
getirilmesinin Anayasa'nın 23. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılması,
Anayasa'nın 73. maddesinin tamamen göz ardı edilmesi sonucunu doğuracaktır. Öte
yandan, getirilen mali yükümlülüğün miktarı gözetildiğinde iptali istenen
hükümle öngörülen yurt dışı çıkış harcının, demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olduğu söylenemeyeceği gibi öngörülen miktarın ölçüsüz
olduğu da söylenemez. Bu nedenle kuralın Anayasa'nın 73. maddesi yanında 23. ve
13. maddelerine de aykırı olmadığı sonucuna varılması gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle iptali istenen hükmün Anayasa'nın
73. maddesi yanında, ayrıca Anayasa'nın 13. ve 23. maddeleri yönünden de
incelenmesi ve aynı sonuca varılması gerektiği düşüncesiyle, "kuralın
Anayasa'nın 23. maddesiyle ilgisinin bulunmadığı" yönündeki sonuca
katılmadım.
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
KARŞIOY YAZISI
1- Kanun'un 52. maddesiyle değiştirilen 5597 sayılı Yurt Dışına
Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi :
A- Harç ve benzeri mali yükümlülükler yönünden :
Kuralda, yurt dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınması öngörülmektedir.
Harçlar, fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu
kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödeme olarak
tanımlanmaktadır (Anayasa Mahkemesinin E:2012/158, K:2013/55 sayılı kararı).
Buna göre, Türkiye Cumhuriyetinin kara hava ve deniz kapılarından yasal olarak
yurt dışına çıkış yapan kişiler, bu çıkış hizmetlerinin karşılığı olarak bir
miktar harç ödeyeceklerdir.
Kuralın öngördüğü ödemenin gerçek anlamda bir harç olmayıp, vergi,
resim, harç ve benzeri bir mali yükümlülük olarak kabulü düşünülebilir ise de
bu durum, kuralın Anayasa'ya aykırılığı yönünden önem taşımamaktadır. Şöyle ki:
Kuralla, Türk sınır kapılarından çıkış yapan Türk vatandaşları ile
yabancı uyruklular aynı hizmetten yararlandığı halde, yalnızca Türk
vatandaşlarına harç ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik
ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş; 10. maddesinde eşitlik ilkesine
yer verilmiş; 73. maddesinde vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler
hakkındaki esaslar düzenlenmiştir. Anayasanın, harçların tabi olacağı
esasları da belirleyen 73. maddesinde "Herkes, kamu giderlerini
karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür" denilmek
suretiyle, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerde vatandaş ve
yabancı ayrımı yapılamayacağı öngörülmüştür.
İptali istenen kuralda, mali güçlerine bakılmaksızın ve
hizmetten yararlanma konusunda eşit konumda olup olmadıkları gözetilmeksizin,
Türk vatandaşları ile yabancı uyruklular arasında ayrıma gidilmiştir. Bu durum
vergi ve harçlara ilişkin Anayasal ilkelere ve eşitlik ilkesine, dolayısıyla
hukuk devletine aykırıdır. Anayasa Mahkemesinin 15.10.2009 tarihli ve
E:2006/119, K:2009/145 sayılı kararında verginin tam ve dar mükelleflerden faklı
alınması, daha açık bir ifadeyle dar mükellef olan yabancı uyruklulardan hiç
alınmaması, Anayasa'nın 2., 10. ve 73. maddelerine aykırı bulunarak,
yabancılara bu konuda ayrıcalık tanıyan kural iptal edilmiştir.
Yurt dışına çıkış harcı konusunda yabancılar ve Türk vatandaşları
arasında yapılan ayrım, Anayasa'nın 73. maddesinin dördüncü fıkrasında
belirtilen, istisna ve indirimler kapsamına da girmemektedir. İstisna veya
indirimden söz edilebilmesi için kuralın, yurt dışına çıkış yapan herkesten
belli bir mali yükümlülüğü yerine getirmesinin öngörülmesi, ancak haklı bir
nedene ve kamu yararına dayanarak (örneğin turizmi teşvik) yabancılar için bu
meblağın belli bir oranda veya sıfıra kadar indirilmesi hususunda Bakanlar
Kuruluna yetki verilmesi gerekir. Kural, bu Anayasal gereklere uymamaktadır.
Belirli bir işlemi yapanlardan, bir eylemi gerçekleştirenlerden
veya bir hizmetten yararlananlardan makul bir harç alınması veya her ne ad
altında olursa olsun mali bir yükümlülük getirilmesi Anayasal sınırlar içinde,
yasa koyucunun takdir yetkisi içerisindedir. Ancak bu konuda hizmetten
yararlanan Türk vatandaşları ile yabancı uyruklular arasında salt vatandaşlık
temelinde ayrım yapılması, yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 2., 10.
ve 73. maddelerine aykırı olduğundan kuralın iptali gerekir.
B- Seyahat özgürlüğü yönünden:
Kuralın Anayasaya uygunluk denetiminin, Anayasa'nın 23. maddesi
yönünden de yapılması gerekir. Seyahat özgürlüğünün düzenlendiği 23. madde
şöyledir:
"Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
Yerleşme hürriyeti suç işlenmesini önlemek, sosyal ve
ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve
kamu mallarını korumak;
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle
ve suç işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir".
Kurala gereğince yurt dışına çıkabilmek için Türk vatandaşları
tarafından 15 TL. tutarındaki harç (veya benzeri mali yükümlülük) bedelinin
ödenmesi gerekmektedir.
Yurt dışına çıkışların vergi, harç ve benzeri bir mali
yükümlülüğün yerine getirilmesi şartına bağlanmasının, seyahat özgürlüğüne bir
müdahale niteliği taşıdığı açıktır. Her ne kadar kuralla öngörülen ödemenin
büyük bir meblağ olmaması nedeniyle seyahat özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahalenin
varlığından söz edilemeyeceği ileri sürülebilir ise de, bu meblağın daha büyük
miktarlarda tespit edilmesi halinde seyahat özgürlüğüne ciddi bir müdahalenin
ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. Anayasa'da belirtilen nedenler dışında seyahat
özgürlüğünün kısıtlanması mümkün olmadığından, hukuksal niteliği bakımından
kuralın Anayasa'nın 23. maddesine aykırılık incelemesinin de zorunlu olduğu
düşüncesindeyim. Bu nedenle kuralın 23. madde ile ilgisinin görülmediğine dair
çoğunluk görüşüne katılma olanağı yoktur.
2- Kanun'un 80. maddesiyle 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun
397. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın ikinci cümlesi :
Kuralda, anonim şirketlerin bir kısmı ile kooperatifler ve
bunların bağımsız denetime tabi olmayan üst kuruluşlarının denetimine ilişkin
düzenlemelerin yönetmelikle yapılması öngörülmektedir.
Kanunla düzenlenmiş olan anonim şirketler ve kooperatiflerin
denetimine ilişkin temel ilkelerin yine kanunla düzenlenmesi hukuk devletinin
ve belirlilik ilkesinin gereğidir. Yasa ile çerçevesi çizilmeden ve temel ilkeler
belirlenmeden İdareye yönetmelikle düzenleme yetkisi verilmesini öngören
kuralın, yasa koyucu tarafından düzenlenmesi gereken bir konuda İdareye
çok geniş takdir alanı bıraktığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle kuralda, yasama
yetkisinin devredilmezliğine ilişkin Anayasa'nın 7. maddesine uyarlık
bulunmadığı açıktır. Açıklanan nedenle kuralın iptali gerektiği
düşüncesindeyim.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
28.3.2013 günlü, 6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik yapılmasına Dair Kanun'un;
1) 52. maddesiyle değiştirilen 8.3. 2007 günlü, 5597 sayılı
Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve (3)
numaralı fıkrasının incelenmesi;
Dava konusu edilen fıkralar şöyledir.
"(1) Yurt dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınır. Bakanlar Kurulu, bu
miktarı sıfıra kadar indirmeye yetkilidir."
"(3) Çıkış tarihi itibarıyla yurt dışında
oturma izni bulunanlar, 7 yaşını doldurmamış olanlar, pasavan ve benzeri
belgelerle çıkış yapanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine kimlik belgesiyle
çıkış yapanlar ile yurt dışına ticari amaçla sefer yapan kara, deniz, hava ve
demiryolu toplu taşıma ve yük taşıma araçlarının mürettebatı ile
Bakanlar Kurulunca belirlenen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından yurt
dışına çıkış harcı alınmaz."
Anayasa'nın 23. maddesinde "Yerleşme ve seyahat
özgürlüğü" düzenlenmiştir. Sözü geçen maddenin beşinci fıkrasında 5982
sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce yurt dışına çıkma özgürlüğünün
vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması nedeniyle
sınırlanabileceği belirtilmişti. Yapılan itiraz üzerine Anayasa Mahkemesinin 18.10.2007
tarih ve E:2007/4, K:2007/81 sayılı kararı ile vergi borçları nedeniyle yurt
dışına çıkış yasağına ilişkin kuralın Anayasa'nın 13. ve 23. maddelerine aykırı
olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.
Anayasa'nın 23. maddesinin beşinci fıkrasında 7.5.2010
günlü, 5982 sayılı Kanunu'nun 3. maddesi ile yapılan değişiklikle
"Vatandaşların yurt dışına çıkma özgürlüğü ancak suç soruşturması
veya kovuşturması sebebiyle hakim kararına bağlı olarak
sınırlandırılabilir." hükmü yer almış olduğundan, vergi ödevine bağlı
olarak yurt dışına çıkışların engellenemeyeceği açıktır.
Bu durumda yurt dışına çıkışta yurt dışı çıkış harcı alınması
kişilerin yurt dışına çıkış özgürlüğünü sınırlayan bir düzenlemedir ve bu
haliyle Anayasa'nın 13. ve 23. maddelerine aykırıdır.
Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi'nin 1.11.2012 günlü ve E:2011/64;
K:2012/168 sayılı kararında da belirtildiği gibi "harç" bir kamu
hizmeti karşılığında alınır. Buna göre harcın alınmasında esas olan kişilerin
bir kamu hizmetinden yararlanmayı kamudan talep etmesi ve bir hizmet
karşılığında ödenmesidir.
Dava konusu edilen kuralda "yurt dışı çıkış harcı"
olarak isimlendirilen ödemenin, kişilerin kamudan talep ettikleri bir hizmetin
karşılığı olmadığı, dolayısıyla harç niteliği taşımadığı açıktır. Bu
durumda "yurt dışı çıkış harcı" adı altında alınan "15
Türk Lirası" Anayasa'nın 73. maddesi kapsamında alınan bir harç
niteliğinde olduğu söylenemez.
Açıklanan nedenle kural Anayasa'nın 23. ve 73. maddelerine
aykırıdır.
Diğer taraftan dava konusu kuralın birinci fıkrasının birinci
cümlesi yurt dışı çıkış harcı alınmasını öngördüğünden ve fıkranın kalan
cümlesinde de yurt dışı çıkış harcı ile ilgili olarak Bakanlar Kuruluna istisna
ve muafiyet belirleme yetkisine ilişkin hükümler içerdiğinden; yurt dışına
çıkış harcının Anayasa'ya aykırı olması nedeniyle maddenin kalan
bölümlerinin de aynı nedenlerle Anayasa'nın 23. ve 73. maddelerine aykırı
olduğu açık olup, iptali gerekmektedir.
2) 80. maddesiyle 13.1.2011 günlü 6102
sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 397. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın
ikinci cümlesinin incelenmesi;
Dava konusu edilen ikinci cümlenin, yer aldığı fıkra şöyledir.
"(5) Dördüncü fıkra kapsamı dışında kalan anonim şirketler
ile 4572 sayılı Kanun kapsamındaki kooperatifler ve bunların bağımsız denetime
tabi olmayan üst kuruluşları bu fıkra hükümlerine göre denetlenir. Denetime
ilişkin usul ve esaslar ile bu fıkra uyarınca denetim yapacak denetçilerin
niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine, seçilmelerine,
görevden alınmalarına veya ayrılmalarına; denetimin ve denetim raporlarının
içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin hususlar Gümrük ve
Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir. Kanunun denetçinin sorumluluğuna ilişkin hükümleri, bu
fıkra uyarınca denetim yapacak denetçilere de kıyasen uygulanır."
Anonim şirketlerin denetim usul ve esasları, denetçilerin
nitelikleri ve seçimi denetim raporlarının içeriği 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nun 400., 399., 402. maddelerinde ayrıntılı bir şekilde
düzenlenmektedir.
Dava konusu kuralla anonim şirketlerin bir kısmının ve 472 sayılı
Kanun kapsamındaki kooperatifler ve bunların bağımsız denetime tabi olmayan üst
kuruluşlarının denetimine ilişkin usul ve esaslar ile denetim yapacak
denetçilerin niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine,
seçilmelerine, görevden alınmalarına ve ayrılmalarına, denetim ve denetim
raporlarının içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin hususların
Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği hükme bağlanmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiştir. Buna göre devletin tüm organları Anayasa ve
hukukun üstün kuralları ile bağlıdır.
Anayasa'nın 7. maddesinde "Yasama yetkisi Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez" denilmektedir. Buna göre yasa
koyucu temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi
sınırsız ve belirsiz bir alanı yürütmenin düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Bu durumda Türk Ticaret Kanunu'nda geniş ve ayrıntılı olarak
yapılan düzenlemelere rağmen, hiçbir ilke konulmadan ve çerçevesi çizilmeden
bir kısım anonim şirketlerin, tarım satış kooperatifi ile birliklerin
denetimine ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesi
yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine aykırılık oluşturur.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırı
olup iptali gerekmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle sözü geçen kuralların Anayasa'ya
aykırı olduğu ve iptali gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
28.3.2013 günlü, 6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
1) 52. maddesiyle değiştirilen 8.3.2007 günlü 5597 sayılı yurt
dışına çıkış harcı hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının incelenmesi
Fıkrada "Yurt dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınır."
Anayasa Mahkemesinin 1.11.2012 günlü, E:2011/64, K:2012/168 sayılı
kararında da belirtildiği üzere, bir hizmetin harç konusu olabilmesi için,
kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir
yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması
gerektiğinden, adı harç olmakla birlikte hukuken "harç" niteliği
taşamayan, yurt dışına çıkışta Türk vatandaşlarından "yurt dışı çıkış
harcı" alınmasında Anayasa'nın 73. maddesine uyarlık bulunmamaktadır.
"Yurt dışına çıkış harcı", Anayasa'nın 73. maddesi
kapsamında bir harç olmadığından, seyahat özgürlüğü yönünden yapılacak
Anayasa'ya uygunluk denetiminden 73. maddenin esas alınabilmesi de mümkün
olamamakta ve bu nedenle yurt dışına çıkışın engellenmesi sonucunu doğuran dava
konusu kural, Anayasa'nın 23. maddesine de aykırı bulunmaktadır.
2) 6455 Sayılı Kanun'un 80. maddesiyle 6102 sayılı Türk Ticaret
Kanunu'nun 397. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın ikinci cümlesinin
incelenmesi
Cümlede "Denetime ilişkin usul ve esaslar ile bu fıkra
uyarınca denetim yapacak denetçilerin niteliklerine, uyacakları etik ilkelere,
görev ve yetkilerine, seçilmelerine, görevden alınmalarına veya ayrılmalarına;
denetimin ve denetim raporlarının içeriğine ve raporun genel kurala sunulmasına
ilişkin hususlar Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar
Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
Kanun'un 397. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında yapılacak
denetimle, denetçilerle, denetim raporları ile ilgili kanun da hiçbir belirleme
yapılmamış, temel ilkeler konulmamış ve yürütme organının yapacağı düzenleme
bakımından bir çerçeve çizilmemiştir.
Hiçbir ilke konulmadan ve belirleme yapılmadan şirketlerin, tarım
satış kooperatifleri ile birliklerin denetimine ilişkin usul ve esasların,
denetçilerin niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine,
seçilmelerine, görevden alınmalarına veya ayrılmalarına; denetim ve denetim
raporlarının içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin hususların
yönetmelikle düzenleneceğinin belirtilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine aykırılık oluşturur.
Anayasa Mahkemesinin benzer bir konuda yakın tarihte vermiş olduğu
ve elektrik üretim ve dağıtım tesislerinin incelenme ve denetimlerinin
denetleme şirketlerince yapılmasını öngören "Denetim şirketleri
ile ilgili uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, Bakanlık görüşü alınmak kaydıyla
EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir." hükmünü de
içeren bir kuralı iptal kararında, " Denetim şirketlerinin
yetkileri ve nitelikleri ile bu şirketlerce yapılacak denetimin usul ve
esaslarına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin ve çerçevesi çizilmeksizin,
yürütme organına düzenleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devredilmezliği
ilkesine aykırılık oluşturur." gerekçesine yer vermiştir.
Belirtilen nedenle kural, Anayasa'nın 7. maddesine aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle yukarda her bölümde açıklanan gerekçelerle
Anayasa'ya aykırı olduğu belirtilen kuralların iptali gerektiği düşüncesi ile
çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY GEREKÇESİ
6454 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 52. maddesiyle değiştirilen
5597 sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'ın 1. maddesinin birinci fıkrası, "Yurt
dışına çıkış yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk
Lirası harç alınır." düzenlemesini içermektedir.
Anayasa'nın 23. maddesinde, "Herkes, yerleşme ve seyahat
hürriyetine sahiptir... Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması
sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek; Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
(Değişik: 3/10/2001-4709/8 md.; Değişik: 12/9/2010-5982/3 md.) Vatandaşın yurt
dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle
hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir", hükmü yer almaktadır.
Dava konusu kural Anayasa'da öngörülen seyahat özgürlüğünün
sınırlanabileceği durumlardan birisini kapsamamaktadır. Vatandaşların yurt
dışına çıkma hürriyeti, ancak ve ancak suç soruşturması veya kovuşturması
sebebiyle hakim kararına bağlı olarak sınırlanabilir. Buna karşılık, iptali
istenen kuralla söz konusu harcı ödemeyen bir vatandaşın yurt dışına çıkması
engellenerek, anayasanın yurt dışına çıkışın sadece hakim kararıyla
sınırlanabileceği hükmü açık bir şekilde ihlal edilmektedir.
Demokratik devlet vatandaşlarını mümkün olduğunca az bürokratik
işlemlere konu eden devlettir. Küresel bir dünyada insanların seyahat
özgürlüğünü kullanmalarının önündeki engeller azaltılmaya çalışılırken, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının ancak otoriter rejimlerde görülebilecek bir
uygulama ile bu özgürlükten yararlanmak için bir bedel ödemek zorunda
bırakılmaları ve gereksiz yere zaman alıcı bürokratik formalitelerle
uğraşmaları kabul edilemez. Dava konusu kural Anayasa'nın 23. maddesinin
birinci ve üçüncü fıkralarına aykırıdır.
Temel haklara yönelik sınırlamaların hukuki bir dayanağının
olması, meşru bir amaç gütmesi, demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olması
gerekmektedir. Temel bir hak olan seyahat özgürlüğüne yönelik bir müdahale
niteliği taşıyan iptali istenen kural meşru bir amaç taşısa bile, ki bana göre
taşımamaktadır, her hâlükârda demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük
ilkelerini karşılamamaktadır. Bu açıdan kural Anayasa'nın 13. maddesiyle
de uyumluluk taşımamaktadır.
Kanun koyucu bir kamu hizmetinin karşılığı olarak harç alma yetkisine
sahiptir. İptali istenen kural ile herhangi bir kamu hizmeti sunulmadan
"harç" adı altında bir bedel alınmaktadır. Kuraldaki "harç"
kavramını meşru gösterebilecek tek kamusal işlem yurt dışına çıkarken ilgili
görevli tarafından pasaportun kontrol edilmesi ve çıkış tarihini gösteren bir
kaşenin pasaporta vurulmasıdır. Pasaport kontrolü ve çıkış tarihinin vurulması
kamusal bir hizmet olmadığından "yurt dışına çıkış harcı"
ibaresindeki "harç" Anayasa'nın 73. maddesi kapsamı içinde değerlendirilebilecek
bir harç değildir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de 1.11.2012 günlü, E: 2011/64, K:
2012/67 sayılı kararında bir hizmetin harç konusu olabilmesi için kişilerin bir
kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması
ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması gerektiği ölçütlerini
ortaya koymuştur. Dolayısıyla dava konusu kural Anayasa'nın 73. maddesini de
aykırıdır.
Modern demokrasilerde eşine az rastlanır bir çeşit Deli Dumrul
düzenlemesi olan dava konusu kural Anayasa'nın 13., 23. ve 73. maddelerine
aykırıdır.
KARŞIOY YAZISI
6455 sayılı Kanun'un 49. maddesiyle değiştirilen 5174 sayılı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Kanunu'nun 100. maddesinin üçüncü fıkrasının
ikinci cümlesi Anayasa'nın 135. maddesine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Dava konusu kuralla, 5174 sayılı Kanun'un 100. maddesi kapsamında
oda, borsa ve birlik organlarının üyelerinin görevden uzaklaştırılmalarının,
Bakanlık veya doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından yetkili asliye hukuk
mahkemesinde açılan dava üzerine, iki ay içinde basit usulde yapılacak
yargılama sonucunda karar bağlanacağı ifade edilmiştir.
İptali istenilen cümlede, görevden uzaklaştırma sebepleri yer
almamakla birlikte, " bu madde kapsamında organ üyelerinin görevden
uzaklaştırılmaları"ndan söz edilmesi nedeniyle, bu maddede yer verilen
görevden uzaklaştırma sebeplerinin organ üyeleri yönünde de geçerli olduğu
söylenebilir.
135. maddenin bugünkü metninde, meslek kuruluşlarının organlarının
görevine mahkeme kararıyla son verilebileceği de belirtilmektedir.
Anayasa'da göreve son verme yetkisinin mahkemeye verilmiş olması,
görevden uzaklaştırma yetkisinin de mahkemeye verilebileceği sonucunu
doğurmamaktadır. Zira Anayasada öngörülen göreve son verme, ancak organların
"amaçları dışında faaliyet göstermeleri" haline özgüdür. Dolayısıyla,
Anayasanın bu hükmü, ancak organların "amaçları dışında faaliyet
göstermeleri" halinde yargı kararıyla görevden uzaklaştırılabilmelerine
ilişkin yasal bir düzenlemeye dayanak olabilecektir. Anayasa'nın 135.
maddesinde yer alan, "Bu meslek kuruluşları üzerinde Devletin idari ve
mali denetimine ilişkin kurallar kanunla düzenlenir" hükmü, gerek bu
kuruluşlar üzerinde merkezi idarenin idari vesayet yetkisini, gerekse bu yetkinin
kapsamını (idari ve mali denetimle sınırlı olduğunu) göstermektedir.
Meslek kuruluşları ve üst kuruluşları, üstlendikleri hizmetler
itibariyle Anayasamızda kamu kurumu niteliğinde birer kamu tüzelkişisi olarak
yer almışlardır. Bu nitelikleri itibariyle, idari teşkilat bütünü içerisinde
kamu idareleri, kamu kurumları yanında meslek kuruluşları olarak ayrı bir
kategoriyi oluşturmaktadırlar. İdari teşkilat bütünü içerisinde yer alan her
türlü kurum ve idareler, ayırım yapılmaksızın şu veya bu şekilde değişik
etkinlikte Devletin gözetim ve denetimine tabidirler.
Anayasa Mahkemesi, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının
idari vesayete tabi olduklarını, ancak bu vesayetin Anayasa'nın 127. maddesinde
mahalli idareler yönünden öngörülen vesayetten farklı olduğunu, idari ve mali
denetim yetkisi kapsamında değerlendirilmesi ve bu denetim sınırlarını aşmaması
gerektiğini kabul etmektedir. İdari ve mali denetim ise idari ve mali konularda
inceleme, araştırma, soruşturma ve teftişi yapmak yetkisini kapsamaktadır.
Anayasa Mahkemesi Kooperatifler Kanunu ile ilgili bir kararında,
kooperatiflerde Bakanlıkça yapılan denetim sonucunda yönetim kurulu üyeleri ile
üst düzey yöneticilerinin hukuka aykırı eylemlerinin saptanması halinde
Bakanlıkça görevlerine son verilebileceği yolundaki hüküm,
(kooperatifleri düzenleyen Anayasa'nın 171. maddesinde yer alan ve
kooperatiflerin Devletin her türlü kontrol ve denetimine tabi olduğu yolundaki
hükmünü, Anayasa'nın 171. maddesindeki "Devlet, milli ekonominin
yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin
korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak tedbirleri
alır." kuralı ile çelişmediği gerekçesi ile Anayasa'ya aykırı
bulunmamıştır.
Bu açıklamalar çerçevesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşları üzerinde Devletin idari ve mali denetimi kapsamında, söz konusu
meslek kuruluşu organlarında görevli üyelerin görevden uzaklaştırma
istemlerinin, bu kişiler yönünden bir güvence oluşturulacak şekilde, bağımsız
ve tarafsız yargı yerlerince karar bağlanmasının öngörülmesinde Anayasa'ya
aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, kuralın Anayasa'nın 135. maddesine aykırı
olmadığı kanaatinde olduğumuzdan çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
EK GEREKÇE VE KARŞIOY
28.3.2013 günlü, 6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un, bazı
hükümlerinin iptali istenmiştir.
Bu kapsamda 52. maddesiyle değiştirilen, 8.3.2007 günlü, 5597
sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun'un 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve 80.
maddesiyle 13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 397. maddesine
eklenen (5) numaralı fıkranın ikinci cümlesinin de iptali istenmiştir.
5597 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik açısından ek gerekçe, 6102
sayılı Kanun'da yapılan değişiklik açısından da karşıoy yazılması gerekmiştir.
1- Kanun'un 52. Maddesiyle Değiştirilen 5597 Sayılı Yurt
Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun'un 1. Maddesinin Birinci Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yapılan
Değişiklik Açısından Ek Gerekçe
İptali istenen hüküm, "(1) Yurt dışına çıkış yapan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınır. Bakanlar
Kurulu, bu miktarı sıfıra kadar indirmeye yetkilidir" şeklindedir.
Mahkememiz çoğunluğu, hükmü Anayasa'nın 73. maddesi kapsamında değerlendirmiş
ve Anayasa'ya aykırı bulmamış; 23. madde ile ilgili görmemiştir. Kanaatimce
de, hükümle, yurt dışına çıkış için mali bir yükümlülük öngörüldüğünden,
73. madde açısından incelenmelidir. Anayasa m. 73 açısından bakıldığında,
Kanunkoyucu, yurt dışına çıkmak isteyenler için Kanunla mali bir
yükümlülük getirebilir. O nedenle Anayasa'nın 73. maddesine bir aykırılık
yoktur.
Ancak, iptali istenen hüküm, yurt dışına çıkış için mali bir
yükümlülük öngördüğünden ve bu yükümlülük yerine getirilmediğinde yurt dışına
çıkmak, dolayısıyla seyahat etmek kural olarak engellendiğinden, hükmün
Anayasa'nın 23. maddesiyle de ilgisi vardır; o açıdan da incelenmesi
gereklidir.
Anayasa m. 23 şu şekildedir: "Herkes, yerleşme
ve seyahat hürriyetine sahiptir.
Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik
gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu
mallarını korumak;
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç
işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması
veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.
Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun
bırakılamaz."
Görüldüğü gibi, seyahat özgürlüğünü sınırlayan nedenler arasında,
"yurt dışı çıkış harcı" gibi, bir mali yükümlülüğün yerine
getirilmemesi nedeni bulunmamaktadır. Ancak 73. madde gereğince Devlet sunduğu
bir hizmet nedeniyle mali bir yükümlülük öngörebilmektedir. Burada da, pasaport
dışında, yurt dışına çıkış izni için ek mali bir yükümlülük getirilmektedir.
Nitekim, Mahkememiz çoğunluğu yukarıda da belirtildiği üzere, hükmü bu nedenle
Anayasa'nın 73. maddesine aykırı görmemiştir.
Bilindiği gibi, Anayasa'nın iki maddesi belirli bir konuda farklı
yönde düzenlemeler içeriyorsa, biri diğerinin sınırını oluşturabilmektedir ve
her iki maddenin de uygulanmasını sağlayacak şekilde yorum yapılması
gereklidir. Bu açıdan Anayasa'nın 73. ve 23. maddelerini birlikte
değerlendirmek gerekir. Bu durumda da, Devletin yurt dışına çıkmak
isteyen kişilerden, adı, harç yahut farklı şekilde de olsa, belirli bir
miktar para alması mümkündür.
Yurt dışına çıkış harcının ödenmemesi halinde, yurt dışına
çıkış izni verilmediğinden Anayasa'nın 23. maddesinde kabul edilen seyahat
özgürlüğünün sınırlandığı açıktır. O nedenle getirilen bu sınırlamanın
Anayasa'nın 13. maddesine de uygun olması gerekir. Anayasa m. 13
gereğince bir hak veya özgürlüğe kanunla getirilen sınırlamanın,
demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması
gereklidir. Bu açıdan bakıldığında, iptali istenen hükümle getirilen yurt
dışı çıkış harcının, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı
olduğu söylenemeyeceği gibi, Ülkemizdeki asgari ücret ve genel gelir seviyesi
dikkate alındığında istenen miktarın ölçüsüz olduğu da söylenemez.
Yukarıda belirtilen nedenlerle iptali istenen hüküm, Anayasa'nın
73. maddesinin dışında, 13. ve 23. maddelerine de aykırı değildir.
2- Kanun'un 80. Maddesiyle 13.1.2011 günlü, 6102 sayılı Türk
Ticaret Kanunu'nun 397. Maddesine Eklenen (5) Numaralı Fıkranın İkinci Cümlesi
Açısından Karşıoy
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 397. maddesine eklenen 5.
fıkra şu şekildedir.
(5) Dördüncü fıkra kapsamı dışında kalan anonim şirketler ile 4572
sayılı Kanun kapsamındaki kooperatifler ve bunların bağımsız denetime tabi
olmayan üst kuruluşları bu fıkra hükümlerine göre denetlenir. Denetime
ilişkin usul ve esaslar ile bu fıkra uyarınca denetim yapacak denetçilerin
niteliklerine, uyacakları etik ilkelere, görev ve yetkilerine, seçilmelerine,
görevden alınmalarına veya ayrılmalarına; denetimin ve denetim raporlarının
içeriğine ve raporun genel kurula sunulmasına ilişkin hususlar Gümrük ve
Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir. Kanunun denetçinin sorumluluğuna ilişkin hükümleri, bu
fıkra uyarınca denetim yapacak denetçilere de kıyasen uygulanır." Fıkranın
ikinci cümlesinin Anayasa'nın 2., 7., 8. ve 11. maddelerine aykırı olduğu
belirtilerek iptali istenmiştir
Mahkememiz çoğunluğu, iptali istenen cümleyi, teknik bir husus
olduğu gerekçesiyle Anayasa'ya aykırı görmemiştir.
Mahkememiz Başkanvekili Serruh KALELİ'nin, bu konuya ilişkin
yazmış olduğu karşıoy'da belirtilen gerekçelerle, hükmün Anayasa'nın 7.
maddesine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde olduğumdan, Mahkememiz
çoğunluğunun görüşüne katılmam mümkün olmamıştır.
KARŞIOY GEREKÇESİ VE FARKLI GEREKÇE
6455 sayılı Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 49. maddesiyle değiştirilen,
5174 sayılı Kanunun 100. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin
iptaline ve aynı Kanunun 52. maddesiyle değiştirilen, 5597 sayılı Kanunun 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali isteminin ise reddine karar
verilmiştir. Çoğunluğun iptal kararına katılmıyor, red kararına ise farklı
gerekçeyle katılıyorum.
I- KARŞIOY GEREKÇESİ
5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve
Borsalar Kanununun 100. maddesinin üçüncü fıkrasının iptal edilen cümlesi
şöyledir: "Bu madde kapsamında organ üyelerinin görevden
uzaklaştırılmaları ise Bakanlık veya doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından
yetkili asliye hukuk mahkemesinde açılan dava üzerine, iki ay içinde basit
usulde yapılacak yargılama sonucunda karara bağlanır."
1. 5174 sayılı Kanunun "Denetim" başlıklı 100.
maddesinin birinci fıkrasında odalar, borsalar, Birlik ve bunların bağlı ve
ilgili kuruluşlarının Bakanlığın denetimine tabi olduğu, ikinci fıkrasında
bunların ilgili personeli ile organlarında görevli üyelerinin Bakanlık müfettişlerinin
talebi üzerine her türlü bilgi ve belgeyi ibraz etmekle, denetim sırasında her
türlü yardım ve kolaylığı göstermekle yükümlü oldukları belirtilmektedir.
Maddenin, iptali istenen cümlenin de içinde bulunduğu, üçüncü
fıkrasında ise "tedbiren geçici olarak görevden uzaklaştırma" konusu
düzenlenmektedir. Buna göre, ikinci fıkrada belirtilen
yükümlülükleri yerine getirmeyen veya Kanunun 76 ncı maddesinde belirtilen
suçlardan dolayı haklarında kovuşturmaya başlanan ya da görevi başında kalması
yapılan denetim bakımından sakıncalı görülen oda, borsa ve Birlik personeli
Bakanlık müfettişinin teklifi üzerine Bakanlıkça, organ üyeleri ise Bakanlık
veya doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından açılan dava üzerine mahkemece
tedbiren geçici olarak görevden uzaklaştırılabilecektir.
Kuralın gerekçesinde, düzenlemenin 5368 sayılı Esnaf ve
Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu ile tanınan, Bakanlığın denetimine tabi
olan esnaf ve sanatkar odaları ve bunların üst birliklerinin denetimi sırasında
denetim ve soruşturmanın güvenliği açısından geçici olarak görevden
uzaklaştırma yetkisine paralel bir şekilde yapıldığı belirtilmiştir. Gerekçeye
göre "Maddede yapılan değişiklik ile görevi başında kalması denetim ve
soruşturmanın yapılması bakımından sakıncalı görülen; oda, borsa ve Birlik
personelinin Bakanlık denetim elemanlarının teklifi üzerine Bakanlıkça, organ
üyelerinin ise Bakanlık denetim elemanlarının teklifi üzerine Bakanlık veya
Cumhuriyet savcısının talebi ve yetkili asliye mahkemesinin kararı üzerine
görevden uzaklaştırılabilmesi hususundaki hukuki boşluğun giderilebilmesi
amaçlanmıştır."
Mahkememiz çoğunluğu, kuralı Anayasanın 135. maddesine aykırı
bularak iptal etmiştir. İptal kararı, organların görevden uzaklaştırılmasına
ilişkin Anayasanın 135. maddesinde yapılan değişikliğe dayandırılmıştır. 135.
maddenin mülga yedinci ve sekizinci fıkraları kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarının organlarının görevden uzaklaştırılmalarına imkan veren
düzenlemeler içermekteydi. Bu fıkralarda "Türk Devletinin varlık ve
bağımsızlığının, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünün, toplumun huzurunun
korunması ve Devletin Anayasada belirtilen temel niteliklerini tehdit edici
faaliyetlerin önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
mahallin en büyük mülki amiri bu organları geçici olarak görevden
uzaklaştırabilir. Görevden uzaklaştırma kararı; üç gün içinde mahkemeye
bildirilir. Mahkeme görevden uzaklaştırma kararının yerinde olup olmadığına en
geç on gün içinde karar verir" denmekteydi. 1995 yılında yapılan
değişiklikle bu fıkralar 135. maddeden çıkarılmış, yerine belli şartlar altında
bu organların faaliyetten menedilmesine ilişkin düzenleme getirilmiştir.
135. maddenin yürürlükteki yedinci fıkrasına göre, "milli
güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut
yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci,
meslek kuruluşlarını veya üst kuruluşlarını faaliyetten men ile
yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmidört saat içerisinde görevli
hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi
halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar." Ayrıca,
amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının
görevlerine mahkeme kararıyla son verileceğine ve yerlerine yenilerinin
seçtirileceğine ilişkin hüküm de 1995 değişikliği sonrasında 135. maddede yer
almaya devam etmiştir.
Görüldüğü üzere, amaçları dışında faaliyet gösteren kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının mahkeme kararıyla
görevlerine son verilmesi, milli güvenliğin, kamu düzeninin, suç işlenmesini
veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği durumlarda da
gecikmesinde sakınca varsa kanunla yetkili kılınan merci tarafından faaliyetten
menedilmesi mümkündür. Anayasada yapılan değişiklikle, gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde meslek kuruluşlarının organlarının "mahallin en büyük
mülki amiri" tarafından geçici olarak görevden uzaklaştırılmaları yerine,
belli şartlar altında kanunla yetkilendirilmiş "bir merci" tarafından
faaliyetten menedilmeleri öngörülmüştür. Kimileri bu değişikliği meslek
kuruluşlarının özerkliği bakımından atılmış olumlu bir adım olarak görürken,
bazı hukukçular da "Yasa koyucu, idarenin (ya da herhangi bir
devlet erkinin) herhangi bir derecedeki memuruna, kuruluş organlarının görevden
uzaklaştırılması yetkisinin tanınmasının yolunu açmıştır" diyerek
eleştirmişlerdir (Bkz. Metin Günday, Orhan Tekinsoy, Mustafa B. Mısır ve Yunus
B. Çamurdan, Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları Raporu:
Anayasa'nın 135. Maddesinin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi ve Bir Öneri, www.ado.org.tr/dosyalar
/KKNMK.raporu.doc, erişim tarihi: 21/12/2014).
Her durumda bu anayasal değişiklik, belli şartlar altında
organlarda görev yapan üyelerin artık hiçbir şekilde geçici olarak görevden
uzaklaştırılamayacakları anlamına gelmemektedir. Çok daha ağır bir yaptırım
olan "göreve son verme ve yerlerine yenilerini seçtirme" yetkisini
mahkemelere veren, belli şartlar altında gecikmesinde sakınca varsa meslek kuruluşlarını
faaliyetten menetme yetkisini idareye veren anayasa koyucunun, "tedbiren
geçici olarak görevden uzaklaştırma" yetkisini mahkemelere vermediğini
ileri sürmek mümkün değildir.
Diğer yandan, 1995 değişikliğiyle Anayasadan çıkarılan düzenleme
ile iptali istenen kuraldaki düzenleme tamamen birbirinden farklıdır.
Birincisi, 135. maddenin mülga yedinci fıkrasında geçici olarak görevden
uzaklaştırma sebepleri olarak "Türk Devletinin varlık ve
bağımsızlığının, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünün, toplumun huzurunun
korunması ve Devletin Anayasada belirtilen temel niteliklerini tehdit edici
faaliyetlerin önlenmesi" gösterilmiştir. Halbuki, iptali istenen
kuralda meslek kuruluşlarının denetimi sırasında yasal yükümlülüklerini yerine
getirmeyen ya da görevleriyle ilgili suçlardan yargılanan organ üyelerinin
tedbiren geçici olarak görevden uzaklaştırılmaları söz konusudur. İkincisi,
mülga yedinci fıkrada meslek kuruluşlarının organlarının, iptali
istenen kuralda ise yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyen organ
üyelerinin geçici olarak görevden uzaklaştırılmaları öngörülmüştür.
Üçüncüsü ve en önemlisi, 135. maddenin mülga yedinci fıkrasında gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde organların geçici olarak görevden
uzaklaştırılması yetkisi mahallin en büyük mülki amirine yani idareye
verilmişken, iptali istenen kuralda organ üyelerini görevden uzaklaştırma
yetkisi yargı organına tanınmıştır.
Sonuç olarak, çoğunluğun 1995 anayasa değişikliğinden hareketle,
135. maddede artık "geçici olarak görevden uzaklaştırma"
kaldırıldığından mahkeme kararıyla da olsa organ üyelerinin tedbiren geçici
olarak görevden uzaklaştırılamayacağı yönündeki yorumu isabetli değildir. Zira,
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını anayasal kurum haline getiren ve
bu konuda "ileri" bir düzenleme olarak kabul edilen 1961 Anayasasının
122. maddesi bile "İdare, seçilmiş organları, bir yargı mercii kararına
dayanmaksızın, geçici veya sürekli olarak görevinden uzaklaştıramaz"
demek suretiyle meslek kuruluşlarının organlarının yargı kararıyla geçici
olarak görevden uzaklaştırılabileceğini kabul etmiştir.
2. Esasen, iptali istenen kuralın anayasal dayanağı Anayasanın
135. maddesinin beşinci fıkrasıdır. Buna göre, "Bu meslek
kuruluşları üzerinde Devletin idari ve mali denetimine ilişkin kurallar kanunla
düzenlenir". Nitekim Mahkememiz tam da bu hüküm nedeniyle, Kanunun
100. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen yükümlülüklerin muhatapları
arasında "organ üyeleri"nin de bulunmasını Anayasaya aykırı
görmemiştir. Mahkemeye göre, "Anayasa'nın 135. maddesi uyarınca
odalar, borsalar ve Birliğin idari ve mali denetimi kapsamında, Bakanlık
müfettişlerinin yapacağı denetimin etkili ve sağlıklı olabilmesi için
ilgililere bir takım yükümlülükler öngörülmesinde Anayasa'ya aykırılık
bulunmadığından, bu kapsamda, odalar, borsalar ve Birlik organlarında görevli
üyelerin de bu kapsamda yükümlü kılınmalarında Anayasa'ya aykırılık
bulunmamaktadır. Odalar, borsalar ve Birlik organları üyelerinin
idari ve mali denetim kapsamında öngörülen yükümlülüklerinin, yalnızca ilgili
oldukları ve kanunen görevli bulundukları konularla sınırlı olacağı açıktır."
Denetim sırasında organ üyelerinin yükümlü kılınabileceğini kabul
eden çoğunluk, bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda ve Kanunda
belirtilen diğer nedenlerle söz konusu kişilerin tedbiren geçici olarak
görevden uzaklaştırılmalarının Anayasaya aykırı olacağına karar vermiştir.
Halbuki, belli şartlar altında kişilerin bulundukları görevden geçici olarak
uzaklaştırılmaları gerek denetimin gerekse desoruşturma ve kovuşturmanın
sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için kaçınılmaz bir tedbir olarak kabul
edilmektedir. Buna karar verecek olan da hiç kuşkusuz mahkemedir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları Anayasanın 135.
maddesinde "organları kendi üyeleri tarafından seçilen" kamu tüzel
kişileri olarak nitelendirilmiştir. Bunlar, bir yandan üyelerince seçilen
organlar eliyle yönetilen ve bu anlamda özerkliği olan, diğer yandan da kuruluş
amaçları dışında faaliyet göstermesi yasaklanan ve bu kapsamda devletin gözetim
ve denetimi altında tutulan kuruluşlardır. Kamu tüzel kişiliğine sahip olan ve
belli alanlarda kamu gücü kullanan bu kuruluşlar üzerinde devletin idari
vesayet yetkisi uygulanmaktadır.
İptal kararıyla birlikte, belli suçlardan yargılanan organ üyelerinin
mahkemece organlardaki görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmaları imkanı da
ortadan kaldırılmıştır. Halbuki, kamu tüzel kişiliği bulunmayan ve tamamen özel
hukuk hükümlerine göre faaliyet gösteren dernekler ve kooperatifler gibi kuruluşlar
üzerinde bile Devletin belli ölçüde idari ve mali denetim yetkisine sahip
olduğu, bazı şartlar altında bu kuruluşların organlarında görev alanların idari
ya da yargısal kararla tedbiren görevden uzaklaştırılabildikleri bilinmektedir.
Sözgelimi 5253 sayılı Dernekler Kanununun 32. maddesinin birinci fıkrasının (f)
bendi uyarınca, dernek yönetim kurulu başkanı ve üyeleri görevleriyle ilgili
suçlardan dolayı yargılandıklarında "mahkeme yargılama sırasında
sanıkların, organlardaki görevlerinden geçici olarak uzaklaştırılmasına da
karar verebilir."
Benzer şekilde, 1163 sayılı Kooperatifler Kanununun 90.
maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi de "Yapılan denetimler
sonucunda, kooperatiflerin, kooperatif birliklerinin, kooperatif merkez
birliklerinin, Türkiye Milli Kooperatifler Birliğinin ve bunların
iştiraklerinin yönetim kurulu üyeleri ile üst düzey yöneticilerinin, hukuka
açıkça aykırı eylem ve işlemlerinin tespit edilmesi durumunda, ilgili Bakanlık,
kamu yararı ve hizmet gerekleri dikkate alınarak gecikmesinde sakınca görülen
hallerde ileride telafisi güç veya imkansız zararlara yol açılmasının
engellenmesi amacıyla bu kişilerin görevlerine tedbiren son verebilir"
şeklinde bir düzenlemeye yer vermektedir. Anayasa Mahkemesi, bu kuralın
Anayasaya uygunluğunu denetlemiş ve iptal istemini reddetmiştir. Anayasanın
171. maddesinin ikinci fıkrasındaki kooperatiflerin "Devletin her türlü
kontrol ve denetimine tâbi" olduğuna ilişkin hükmün 1995 yılındaki
anayasa değişikliği ile kaldırılmasına rağmen, Mahkememiz çoğunluğu, Bakanlığa
tanınan yöneticileri tedbiren görevden uzaklaştırma yetkisiyle "kooperatifler
ile ilgili suistimallerin önüne geçilmesinin amaçlandığı"nı belirterek
dava konusu kuralda Anayasaya aykırılık bulmamıştır (E.2010/79, K.2012/9, K.T:
19.01.2012, R.G: 29.5.2012).
Dernek ve kooperatifler gibi, kamu gücü kullanmayan ve özel hukuk
hükümlerine göre faaliyet gösteren kuruluşların sorumlulularının belli şartlar
altında tedbiren görevden uzaklaştırılmaları kabul edilmişken, kamu gücü
kullanan ve kamu tüzel kişiliğine sahip meslek kuruluşlarının organlarında
görev yapan üyelerin mahkeme kararıyla bile geçici olarak görevlerinden
uzaklaştırılamayacağını ileri sürmek çelişkili bir durumdur.
Dahası, Anayasanın 127. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca
"görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya
kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini,
İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir".
Buna göre, milyonlarca vatandaşın oyuyla seçilmiş bir belediye başkanı ya da
meclis üyesi yürütme organı tarafından soruşturmanın/kovuşturmanın selameti
için geçici olarak görevden uzaklaştırılabilirken, göreviyle ilgili bir suçtan
dolayı hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan bir oda, borsa ya da
Birlik başkanı veya yönetim kurulu üyesinin mahkeme kararıyla dahi geçici
olarak görevden uzaklaştırılmayacağını kabul etmek, ne lafzi, ne amaçsal ne de
sistematik yorumla anayasal dayanağı bulunabilecek bir sonuçtur. Böyle bir
sonuca ulaşılabilmesi için Anayasanın 135. maddesinde veya herhangi bir
maddesinde meslek kuruluşlarının organlarında görev yapan üyelerin yargı
kararıyla bile olsa hiçbir durumda geçici olarak görevden
uzaklaştırılamayacağına dair bir düzenlemenin bulunması gerekirdi.
Bu nedenlerle, iptali istenen kuralın Anayasanın 135. maddesine
aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
3. Dava dilekçesinde ileri sürüldüğü gibi, kuralla öngörülen geçici
tedbirin ölçüsüz olduğu da söylenemez. İdari vesayet kapsamında kamu kurumu
niteliğindeki kuruluşların denetimi sırasında organ üyelerinin tedbiren geçici
olarak görevden uzaklaştırılabilmeleri, denetimin etkili bir şekilde
yapılabilmesi için gerekli görülen bir tedbirdir. Bu tedbirin geçiciliği ve
ancak mahkeme kararıyla uygulanabilmesi, organ üyeleri açısından bir
teminattır.
İptal edilen cümlenin devamında, görevden uzaklaştırılanların
denetim sırasında veya denetimin tamamlanmasından sonra haklarında kovuşturmaya
yer olmadığına karar verildiğinde veya mahkumiyetlerine karar verilmediğinde
görevlerine dönecekleri öngörülmektedir. Ayrıca, bunlara uzaklaştırma süresi
boyunca yapılacak ödemelerin üçte ikisinin ödeneceği, görevlerine döndüklerinde
de uzaklaştırma süresi boyunca mahrum kaldıkları ödemelerin kanuni faiziyle
birlikte ödeneceği belirtilmektedir. Bu nedenle, kuralın ölçülü bir düzenleme
getirdiği ve Anayasanın 2. maddesine aykırı bir yönünün olmadığı
açıktır.
Açıklanan gerekçelerle, kuralın Anayasaya aykırı olmadığını
düşündüğümden çoğunluğun iptal yönündeki görüşüne katılmıyorum.
II- FARKLI GEREKÇE
Mahkememiz çoğunluğu, Kanunun 52. maddesiyle değiştirilen 5597
sayılı Yurt Dışına Çıkış Harcı Hakkında Kanun ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci
cümlesinin iptali istemini, kuralın Anayasanın 73. maddesine aykırı olmadığı ve
23. maddesiyle de ilgisinin olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. 73. madde
yönünden çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte, 23. maddeye ilişkin görüşe
aşağıda açıklayacağım nedenlerle katılmamaktayım.
İptali istenen kural, "Yurt dışına çıkış yapan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarından çıkış başına 15 Türk Lirası harç alınır"
şeklindedir. Bu haliyle kuralın yurt dışına çıkmak isteyen vatandaşlara
"harç" adı altında bir mali yükümlülük getirdiği, bu yükümlülüğün de
Anayasanın 73. maddesi kapsamında kanunla düzenlendiği açıktır. Nitekim,
5597 sayılı Kanunun genel gerekçesinde "harç tutarının makul bir
seviyeye indirilmesi suretiyle vergide adalet ve genellik prensibine de uyum
sağlanmaktadır" denilmiştir.
Kuralın 73. madde kapsamında bir mali yükümlülük getirdiği kabul
edildikten sonra bunun seyahat hürriyetiyle, özellikle de yurt dışına çıkma
hürriyetiyle ilişkisinin belirlenmesi gerekir. Dava konusu kural her durumda
Anayasanın 23. maddesiyle ilgilidir. Kuralla getirilen, yurt dışına seyahat
etmek isteyen kişilerin pasaport alırken pasaport harcı ödeme, bilet alırken
bilet bedeli yanında farklı adlarla vergi ödeme yükümlülüğü gibi bir mali
yükümlülük olup, bunun yurt dışına çıkma hürriyetine bir müdahale olduğu açıktır.
Seyahat hürriyetini koruyan Anayasanın 23. maddesine göre "Seyahat
hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir. Vatandaşın yurt dışına çıkma
hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hakim kararına
bağlı olarak sınırlanabilir." Maddede bunun dışında bir sınırlama
nedenine yer verilmemiştir.
Burada öncelikle 23. maddenin açık hükmü karşısında seyahat
hürriyetine yönelik dava konusu kuralla bir sınırlamanın getirilip
getirilemeyeceğini belirlemek gerekir. Mahkememizin yerleşik içtihatları
uyarınca, Anayasanın temel hak ve hürriyetleri düzenleyen ve hiçbir sınırlama
nedenine yer vermeyen maddeleri yorumlanırken, düzenlenen hak ve hürriyetlerin
doğasından kaynaklanan sınırlamalarla, diğer anayasal hükümlerden kaynaklanan
sınırlamaların da esas alınması gerektiği kabul edilmiştir.
Anayasanın sistematik yorumu, anayasal hükümler arasındaki
irtibatı dikkate almayı gerektirir. Bu yaklaşım, ilk bakışta hak ve
hürriyetlerin aleyhine gibi görünse de, bir çok durumda çatışan haklar arasında
dengeleme yaparken başvurulan kaçınılmaz bir yöntem olarak ortaya
çıkabilmektedir.
Dava konusu kural, Anayasanın 73. maddesine dayanarak bir
mali yükümlülük getirmek suretiyle yurt dışına çıkma hürriyetini
sınırlandırmaktadır. Ancak bu sınırlandırmanın Anayasanın 13. maddesinde
öngörülen ölçütlere aykırı olduğu söylenemez. Her şeyden önce, adı
"harç" olan bu yükümlülüğün, belli kamu hizmetlerinin karşılığında
veya kamu giderlerinin karşılanması amacıyla getirildiği açıktır.
Bu mali yükümlülüğün 15 TL gibi ülke şartlarında sembolik
sayılabilecek bir miktara tekabül etmesi karşısında, kuralın vatandaşların yurt
dışına çıkma hürriyetinin özüne dokunmadığı, onu kullanılamaz hale getirmediği
ortadadır. Aynı nedenle, 15 TL tutarındaki harcın, vatandaşlara
katlanamayacakları bir mali yük getirdiği, bu anlamda kuralın ölçülülük
ilkesine aykırı olduğu da söylenemez.
Açıklanan gerekçelerle, dava konusu kural Anayasanın 73. maddesine
aykırı olmadığı gibi, 23. maddesine de aykırı değildir.