ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2013/84
Karar Sayısı : 2014/183
Karar Günü : 4.12.2014
R.G. Tarih-Sayı :
13.3.2015-29294
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük
Millet Meclisi Üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY ile birlikte 126
milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU : 9.5.2013
günlü, 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun;
1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (a) bendindeki "...ilgili mevzuatı saklı kalmak
kaydıyla," ibaresinden sonra gelen "...gerçek..." ibaresinin
b- (h) ve (ı) bentlerinin,
2- 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer
alan "...millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunmasını
teminen..." ve "....posta yoluyla gönderilmesi yasak
maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler için..." ibarelerinin,
3- 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
4- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "...ve
posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri..." ibaresinin,
5- 9. maddesinin;
a- (3) numaralı fıkrasının,
b- (6) numaralı fıkrasında yer alan "...veya millî
güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık gerekçeleri ile..." ibaresinin,
c- (8) numaralı fıkrasının,
6- 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının,
7- 23. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin,
8- 24. maddesinin,
9- 25. maddesinin (6) numaralı fıkrasının,
10- 29. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkralarının,
11- Geçici 3. maddesinin,
12- Geçici 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "...Yönetim
Kurulunca belirlenen esaslar çerçevesinde..." ve "...ile
geçmesi uygun görülmeyenlerin..."ibarelerinin,
Anayasa'nın 2., 5., 6., 7., 10., 11., 13., 22., 74., 123., 129.,
167. ve 172. maddelerine aykırılıkları ileri sürülerek iptallerine ve iptal
davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi
istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Yasa Kuralları
1- Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- Dava konusu ibareyi de içeren (a) bendi şöyledir:
"a) Adres bilgi kayıt sistemi: 25/4/2006 tarihli ve 5490
sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ve ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla, gerçek kişilerin
rızası alınarak gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait
fiziki ve elektronik adreslerin, reklam ve tanıtım amacıyla PTT hizmetlerinden
yararlananlara ücret karşılığı kullandırılmasına yönelik olarak oluşturulan
PTT'ye ait veri tabanını,"
b- Dava konusu (h) ve (ı) bentleri şöyledir:
"h) Evrensel posta hizmet yükümlüsü: Evrensel posta
hizmetini görev sözleşmesi uyarınca sağlamakla yükümlü kılınan hizmet
sağlayıcısını,"
"ı) Görev sözleşmesi: PTT'nin posta hizmetlerini sunmak üzere
hak ve yükümlülüklerini belirleyen sözleşmeyi,"
2- Kanun'un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenen
ibareleri de içeren (ç) bendi şöyledir:
"ç) Posta hizmetlerinde millî güvenlik, kamu düzeni
ve genel sağlığın korunmasını teminen ilgili idari birimlerle iş
birliği yaparak gerekli tedbirleri almak, posta yoluyla gönderilmesi
yasak maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler için düzenlemeler
yapmak"
3- Kanun'un 6. maddesinin dava konusu (1) numaralı fıkrası
şöyledir:
"(1) Aşağıdaki hizmetler evrensel posta hizmet
yükümlüsünün tekelindedir:
a) Temel ücret göz önünde bulundurularak Kurumun önerisi ve
Bakanlığın teklifi ile Bakanlar Kurulu tarafından ağırlığı veya ücreti
belirlenen yurt içi ve yurt dışı haberleşme gönderilerinin kabulü, toplanması,
işlenmesi, sevki, dağıtımı ve teslimi.
b) 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun elektronik
tebliğe ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 7201 sayılı Kanun ve diğer
kanunlar kapsamındaki elektronik ortam dâhil her türlü tebligatın kabulü,
toplanması, işlenmesi, sevki, dağıtımı ve teslimi.
c) Barışta Türk Silahlı Kuvvetlerinin posta hizmetleri.
ç) Postada alınacak ücretleri gösteren posta pulları, kişisel pul,
anma pulları, posta kartları ve ilk gün zarflarının bastırılıp satışa
çıkarılması."
4- Kanun'un 7. maddesinin dava konusu ibareyi de içeren (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Hizmet sağlayıcıları ile posta hizmetlerinde çalışanlar veya
herhangi bir şekilde posta hizmetleri ile ilgili bilgiye sahip olanların, bu
bilgileri ve posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri açığa
vurmaları, gönderileri açmaları, içlerinde ne olduğunu araştırmaları, üçüncü
kişilere bilgi vermeleri veya herhangi birinin bunları yapmasına neden
olmaları, gönderileri zapt veya yok etmeleri yasaktır."
5- Kanun'un 9. maddesinin;
a- Dava konusu (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"(3) PTT, bu Kanun çerçevesinde yurt içi ve yurt dışında
posta hizmetlerini yürütmeye ve gerekli altyapıyı kurmaya yetkilidir. PTT'nin
söz konusu yetkiye ilişkin hak ve yükümlülükleri Kurum ile imzalanacak görev
sözleşmesi ile belirlenir. Bu sözleşme damga vergisi ve harçtan müstesnadır."
b- Dava konusu ibareyi de içeren (6) numaralı fıkrası şöyledir:
"(6) Kurum, yetkilendirme taleplerini, gerekli şartların
sağlanamaması nedeniyle veya millî güvenlik, kamu düzeni ve genel
sağlık gerekçeleri ile reddedebilir."
c- Dava konusu (8) numaralı fıkrası şöyledir:
"(8) Kurum, millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık
gereklerinden kaynaklanan sebeplerin tespiti hâlinde, şirketlerin posta
sektöründe faaliyete geçmelerini veya posta hizmeti sağlamalarını
engelleyebilir."
6- Kanun'un 17. maddesinin dava konusu (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
"(2) Millî güvenlik ile kamu düzeni gereklerine ve acil
durum ihtiyaçlarına ait düzenlemeler, ilgili bakanlıkların ihtiyaçları ve
görüşleri dikkate alınarak Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenir."
7- Kanun'un dava konusu (a) bendini de içeren 23. maddesi
şöyledir:
" (1) PTT'nin organları şunlardır:
a) Genel Kurul
b) Yönetim Kurulu
c) Genel Müdürlük"
8- Kanun'un dava konusu 24. maddesi şöyledir:
"(1) Genel Kurul; yıllık faaliyet raporu ile bilanço ve
kâr zarar hesaplarını inceleyerek Yönetim Kurulunun ibrasını karara bağlar.
Genel Kurul ayrıca, bu Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 6102 sayılı Kanun
ve ilgili kanunlarda belirtilen görevleri yapar ve yetkileri kullanır."
9- Kanun'un 25. maddesinin dava konusu (6) numaralı fıkrası
şöyledir:
"(6) PTT Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyelerinin
görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanmaları, ilgili Bakanın
iznine bağlı olup, bu konuda 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer
Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır."
10- Kanun'un 29. maddesinin dava konusu (2) ve (3) numaralı
fıkraları şöyledir:
"(2) PTT hizmetleri ile ilgili olarak herhangi bir talepte
bulunmak ve PTT'nin sorumlu olduğu hâllerde dava etme hakkı o hizmetten
yararlanana aittir.
(3) PTT hizmetleri ile ilgili olarak talepte bulunma ve dava açma
hakkı faaliyet konusu işlemin tesisi tarihinden itibaren bir yılın sonunda
zamanaşımına uğrar. Bu süre, PTT'ye başvuru ile kesilir ve yapılan inceleme ve
araştırmaların sonucunun ilgililere bildirildiği tarihte kesildiği yerden
yeniden başlar. Bu süre yeni bir başvuru ile tekrar kesilmez."
11- Kanun'un dava konusu geçici 3. maddesi şöyledir:
"(1) Görev sözleşmesi bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren iki ay içinde düşüncesi alınmak üzere Danıştaya gönderilir.
Danıştayın iki ay içinde düşüncesini bildirmesini müteakip, görev sözleşmesi
PTT ile Kurum arasında imzalanarak yürürlüğe girer.
(2) Evrensel posta hizmet yükümlülüğü, görev sözleşmesi
imzalanıncaya kadar, PTT tarafından yürütülür."
12- Kanun'un geçici 6. maddesinin dava konusu ibareleri de
içeren (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1) Mülga T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğünde
5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi
olarak çalışan ve mevcut statülerinde PTT'de istihdamına devam olunan personel
ile işçi statüsünde istihdam edilen personelden isteyenler Yönetim
Kurulunca belirlenen esaslar çerçevesinde bu Kanunda tanımlanan
sözleşmeli personel statüsüne geçirilebilir, geçmek istemeyenler ile
geçmesi uygun görülmeyenlerin tabi olduğu mevzuatına göre istihdamına
devam olunur."
B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 2., 5., 6., 7., 10., 11., 13.,
22., 74., 123., 129., 167. ve 172. maddelerine dayanılmış, Anayasa'nın 20., 36.
ve 142. maddeleri ise ilgili görülmüştür.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Haşim KILIÇ, Serruh
KALELİ, Alparslan ALTAN, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT,
Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri
NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve
Zühtü ARSLAN'ın katılımlarıyla 5.9.2013 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
yürürlüğü durdurma isteminin ise esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ile ekleri, Başraportör Mustafa ÇAĞATAY tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava konusu yasa kuralları, dayanılan ve
ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Kanun'un 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a)
Bendindeki "...ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla," İbaresinden
Sonra Gelen "...gerçek..." İbaresinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kuralla "adres bilgi kayıt
sistemi" adı altında, gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve
kuruluşlarına ait fiziki ve elektronik adreslerin, reklam ve tanıtım amacıyla
PTT hizmetlerinden yararlananlara ücret karşılığı kullandırılmasına yönelik
olarak veri tabanı oluşturulduğu, ticari amaçlarla veri tabanı oluşturulmasında
gerçek kişilerin rızası aranırken, tüzel kişilerin rızasının aranmadığı,
kuralın tüzel kişilerin reklam ve tanıtım amacıyla fiziki ve elektronik adreslerini
kullandırmak istemeseler dahi rızaları dışında kanunla kullandırma yetkisinin
verildiği, ayrıca posta ve kargo taşımacılığı sektöründe faaliyet gösteren özel
hukuk tüzel kişisi ticari işletmesi olan PTT A.Ş. ile aynı sektörde faaliyet
gösteren diğer özel hukuk tüzel kişisi ticari işletmeler arasında sermayeye
sahiplik dışında hukuken hiçbir fark bulunmadığı hâlde PTT A.Ş.'ye ayrıcalık
tanındığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava konusu kural
Anayasa'nın 20. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Kanun'un 3. maddesinde, Kanun'da geçen bazı sözcük, ibare ve kavramların
ne anlama geldiğine ilişkin tanımlamalara yer verilmiştir. Dava konusu ibarenin
de yer aldığı (a) bendinde, aynı Kanun'un 22. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında PTT'nin faaliyetleri arasında belirtilen "Adres bilgi
kayıt sistemi"nin neyi ifade ettiği hususu belirtilmiştir. Buna göre,
adres bilgi kayıt sistemi, 25.4.2006 günlü, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu
ve ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla, gerçek kişilerin rızası alınarak
gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait fiziki ve
elektronik adreslerin, reklam ve tanıtım amacıyla PTT hizmetlerinden
yararlananlara ücret karşılığı kullandırılmasına yönelik olarak oluşturulan
PTT'ye ait veri tabanını ifade etmektedir. Dava konusu ibare, adres bilgi kayıt
sisteminde, gerçek kişilerin rızasını aramaktadır. Dolayısıyla, ibarenin
mefhumu muhalifinden, tüzel kişiler yönünden onların rızalarının alınmasına
gerek bulunmadığı anlamı çıkmaktadır.
Anayasa'nın 20. maddesinde, herkesin, kendisiyle ilgili kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kişinin kendisiyle
ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların
düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı ifade edilmiştir. Maddede ayrıca
kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla
işlenebileceği ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin
kanunla düzenleneceği hükmüne de yer verilmiştir.
Kişisel verilerin korunması temel hakkı, anayasa hukukunda esas
olarak yüksek kişilik değerlerini korumaya yönelik bireysel haklara ilişkindir.
Bu hak, kişinin insan onurunun korunmasının ve kişiliğini serbestçe
geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak, bireyin hak ve özgürlüklerini
kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır.
Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak
şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Bu bağlamda, bir
kişinin kendisinin veya ailesinin sürekli ve geçici olarak konakladığı, ikamet
ettiği yerlere ait bilgiler (fiziki adresler) de kişisel veri niteliğindedir.
Aynı şekilde, elektronik posta olarak adlandırılan ve elektronik iletişim ağı
üzerinden gönderilen ve internette ya da kullanıcının bilgisayarında
kaydedilebilen her türlü yazı, ses, resim ya da dil iletilerinin de kişisel
veri niteliğinde olduğu kabul edilmektedir.
Anayasa'nın 20. maddesinde kişisel verilerin kişi bakımından
korunma alanının gerçek kişiler ya da tüzel kişileri veya her ikisini içine
alıp almadığı konusunda bir açıklık bulunmamaktadır. Maddenin gerekçesinde de
buna ilişkin bir değerlendirme yoktur. Her ne kadar Anayasa'nın 20. maddesinde
daha ziyade gerçek kişilerin özel hayatı ve bu bağlamda gerçek kişilere ilişkin
kişisel verilerin korunma altında bulundurulduğu ileri sürülebilir ise de madde
metninde kişisel verilerle ilgili olarak "herkes" tabirinin
kullanılması dikkate alındığında, tüzel kişilere ilişkin verilerin de 20. madde
kapsamında değerlendirilmesi gerekeceği açıktır.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve
6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa'da
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Buna göre, medeni
haklara sahip gerçek kişilerin yanında tüzel kişilerin de bireysel başvuru
yönünden dava ehliyetine sahip oldukları açıktır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Hak
ehliyeti" başlıklı 48. maddesinde ise "Tüzel
kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere
bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler." denilmektedir.
Esasen her ne kadar 95/46/EC sayılı Avrupa Veri Koruması
Direktifi'nde yer alan tanım, tüzel kişilere ilişkin verileri dışlamakta ve
kişisel veri kapsamına yalnızca gerçek kişilere ilişkin bilgilerin gireceğini
kabul etmekte ise de, gerek "Elektronik haberleşme sektöründe kişisel
bilgilerin işlenmesi ve gizliliğinin korunması" hakkında 12.7.2002 gün
ve 2002/58/EC sayılı Avrupa Parlamentosu ve Konsey Direktifi'nde, yalnızca
elektronik haberleşme sektörüne ilişkin olarak, hem gerçek kişilerin hem de
tüzel kişilerin veri sahibi kabul edileceğinin ifade edilmesi; gerekse son
yıllarda kabul edilen bazı ülke kanunlarında tüzel kişilerin de kişisel
verilerin korunma alanına dâhil edilmesi bir bütün olarak dikkate alındığında,
Avrupa ve Dünyadaki gelişimin kişisel verilerin korunmasında tüzel kişilerin de
kapsamda yer alması gerektiği yönünde olduğu görülmektedir.
Bu durumda, Anayasa'nın 20. maddesinde kişisel verilerin "ancak
kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği"nin
açıkça ifade edilmesi karşısında, tüzel kişilerin kişisel veri niteliğinde
bulunan fiziki veya elektronik adreslerinin, yetkili kişi ya da organlarının
rızaları alınmaksızın, dava konusu kural uyarınca PTT A.Ş. tarafından reklam ve
tanıtım amacıyla toplanıp kaydedilmesinin ve bunların üçüncü kişilere
verilmesinin, Anayasa'nın 20. maddesine aykırılık oluşturduğu açıktır. Tüzel
kişilere ilişkin kişisel verilerin ilgili kanunlar gereği ya da kişilerin
kendilerince kamuya açıklanmış olması veya açık sicillerde yer almış olması,
söz konusu verilerin ticari amaçlarla üçüncü kişilere aktarımına rıza
gösterildiği anlamına gelmez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 20. maddesine
aykırıdır. İptali gerekir.
Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ile Hasan Tahsin GÖKCAN
bu görüşe katılmamışlardır.
Kural, Anayasa'nın 20. maddesine aykırı görülerek iptal
edildiğinden dolayı Anayasa'nın 2. ve 10. maddeleri yönünden ayrıca incelenmesine
gerek görülmemiştir.
2- Kanun'un 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (h) ve
(ı) Bentlerinin, 6. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının, 9. Maddesinin (3)
Numaralı Fıkrasının ve Geçici 3. Maddesinin incelenmesi
a- Posta Sektörünün Düzenlenmesine İlişkin Genel
Açıklamalar
1990'lardan itibaren posta hizmetleri piyasalarının
serbestleştirilerek rekabete açılmasına yönelik yaklaşımların Dünya genelinde
uygulama alanı bulmaya başladığı gözlemlenmektedir. Bu tür serbestleşmeye
yönelik uygulamalarda ekonomik ve sosyal gerekçelerle birlikte, Avrupa Birliği
gibi birliklerde hem ülkeler hem de piyasalar açısından sınırların kaldırılması
düşüncesinin de önde gelen faktörlerden biri olduğu görülmektedir. Bu faktörlerin
yanında, gelişen iletişim teknolojileri ve küreselleşme eğilimi de posta
piyasalarının serbestleştirilmesi ve rekabete açılmasında önemli bir paya
sahiptir.
Ancak bu sektörlerin devlet tarafından tekel olarak işletilmesinin
istenilen verimi ve toplumsal refaha beklenen katkıyı sağlayamaması gibi
nedenlerle, devletin özelleştirme ve serbestleştirme yolu ile bu piyasalardan
çekilmesi ile tekelci özellik gösteren bu piyasalarda devletçi politikalar,
yerini düzenlenmiş piyasalara bırakmakta ve bu alanlar faaliyet gösterdikleri
sektörlerin siyasi-idarî etkilenmelerden uzak objektif, şeffaf ve öngörülebilir
kurallar ile çalışmasını sağlamak amacıyla kurulmuş olan bağımsız düzenleyici
kurumlar tarafından doldurulmaktadır.
Bu bağlamda, Kanunla ülke genelinde posta hizmetlerinin kaliteli,
sürekli, tüm kullanıcılar için karşılanabilir bir ücretle ve etkin rekabete
dayalı esaslar çerçevesinde sunulmasını sağlamak amacıyla posta sektörünün
serbestleştirilmesi ile mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaflığı sağlanmış
sektörde düzenleme ve denetimin gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir.
Mülga 5584 sayılı Posta Kanunu'nda, tüm açık ve kapalı mektuplar
ile ağırlık ve ücret limiti olmaksızın üzerinde haberleşme mahiyetinde yazı
bulunan kartlar, 7201 sayılı Tebligat Kanunu kapsamındaki her türlü tebliğ
evrakının kabulü, toplanması, işlenmesi, sevk ve dağıtımı ile postada alınacak
ücretleri gösteren posta pulları, anma pulları, posta kartları, ilk ve özel gün
zarflarını bastırıp satışa çıkarmak PTT'nin tekeli kapsamında iken piyasada
fiili bir durum meydana gelmiş ve çeşitli koli-kurye şirketleri PTT'nin yaptığı
işleri yapmaya başlamışlardır. Ancak bu hizmetleri verirken bu şirket ya da
kuruluşların herhangi bir yasal bir mevzuatı ve dayanağı bulunmamaktaydı.
Sektörde yaşanan bu fiili durumun önlenmesi ve bu durumun çözüme kavuşturulması
amacıyla, Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde ve AB'nin bu konuda geçerli
direktifleri de dikkate alınarak, 6475 sayılı Kanunla yapılan düzenlemelerle
sektörde faaliyet sürdüren koli-kurye şirketlerinin durumu yasal bir zemine
kavuşturulmuş, ayrıca sektörde PTT dışında başka işletmeler de faaliyetlerini
sürdüreceği için sektörün düzenlenmesi görevi Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumuna (BTK) verilmiştir.
Kanun'un 4. maddesiyle, BTK, posta hizmetlerinin; güvenilir,
kesintisiz bir şekilde verilmesinin sağlanması, yetki belgelerinin kapsamı,
verilmesi, denetlenmesi, rekabeti tesis etme ve rekabeti engelleyici, bozucu
veya kısıtlayıcı uygulamaları giderme ve bu amaçla ilgili pazarlarda etkin
piyasa gücüne sahip hizmet sağlayıcılara ve gerekli hâllerde diğer hizmet
sağlayıcılara yükümlülükler getirme ve tedbirler alma yetkisini haiz
düzenleyici ve denetleyici bir üst kurum olarak görevlendirilmiştir.
Yurtiçi ve yurtdışı posta hizmetlerini, belirlenmiş ilke ve
kurallarla ülke genelinde bütün yerleşim birimlerinde, her iş gününde, herkese,
eşit ücretle sunan ve bu anlamda fiili olarak evrensel hizmet sağlayıcısı
konumundaki PTT, Kanunla evrensel posta hizmet yükümlüsü olarak, diğer özel
hukuk tüzel kişileri ise BTK'dan alacakları yetki belgesi çerçevesinde evrensel
hizmet sağlayıcısı olarak faaliyette bulunacaklardır.
b- Kuralların Anlam ve Kapsamı
Dava konusu kurallarda; evrensel posta hizmet yükümlüsünün tanımı
ve bu yükümlülüğü görev sözleşmesi uyarınca yerine getirecek olan, kuruluş ve
tescile ilişkin hükümleri hariç olmak üzere 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve
özel hukuk hükümlerine tabi, sermayesinin tamamı hazineye ait olan "kamu
kurumu niteliği ağır basan" bir anonim şirket statüsünde
yapılandırılan PTT A.Ş.'nin, AB Direktifleri ile Katılım Ortaklığı
Belgeleri'nde ülkemizin taahhütleri arasında yer alan posta sektörünün rekabete
açılması amacıyla kontrollü ve kademeli olarak serbestleştirilmesinin
sağlanmasına paralel olarak, görev ve tekel kapsamında sunacağı hizmetlere
ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Buna göre, Kanun'un 3. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (h) ve (ı) bentleriyle, PTT, evrensel posta hizmetini görev
sözleşmesi uyarınca sağlamakla yükümlü "evrensel posta hizmeti
yükümlüsü" olarak görevlendirilmiştir. Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı
fıkrasında, PTT'nin evrensel hizmet yükümlüsü olarak sahip olduğu tekel
hizmetinin kapsam ve sınırları belirtilmiş, Kanun'un 9. maddesinin (3) numaralı
fıkrası ile geçici 3. maddesinde ise PTT ile BTK arasında imzalanacak görev
sözleşmesi ve bunun yürürlük prosedürüne ilişkin hükümlere yer verilmiştir
Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu
edilmeyen (g) bendinde, belirlenmiş ilke ve kurallar çerçevesinde, bir posta
hizmetinin coğrafi alan farkı gözetilmeksizin ülke sınırları içerisinde tüm
kullanıcılar için karşılanabilir ücretlerle kesintisiz olarak sağlanması olarak
tanımlanan "evrensel posta hizmeti"nin, "evrensel
posta hizmet sağlayıcıları" ve "evrensel posta
hizmet yükümlüsü" tarafından yerine getirilmesi öngörülmüş ve
Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu (h) bendinde ise
evrensel posta hizmet yükümlüsünün, evrensel posta hizmetini görev sözleşmesi
uyarınca sağlamakla yükümlü kılınan hizmet sağlayıcısı olduğu ifade edilmiştir.
Kanun'un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu (ı)
bendinde, Kanun'da geçen görev sözleşmesi kavramının ne anlama geldiği
belirtilmiştir. Buna göre, görev sözleşmesi, PTT'nin posta hizmetlerini sunmak
üzere hak ve yükümlülüklerini belirleyen sözleşme olarak tanımlanmıştır.
Kanun'un dava konusu geçici 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
görev sözleşmesinin Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içinde
düşüncesi alınmak üzere Danıştaya gönderileceği ve Danıştayın iki ay içinde
düşüncesini bildirmesini müteakip, PTT ile BTK arasında imzalanarak yürürlüğe
gireceği hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında ise
evrensel posta hizmet yükümlülüğünün, görev sözleşmesi imzalanıncaya kadar PTT
tarafından yürütüleceği hükme bağlanmıştır.
Kanun'un 6. maddesinde, posta tekeline ilişkin hükümlere yer
verilmiştir. Maddenin dava konusu (1) numaralı fıkrasında ise evrensel posta
hizmet yükümlüsü olan PTT'nin tekeli kapsamında kalan hususlar sınırlı olarak
belirtilmiştir. Buna göre;
- Temel ücret göz önünde bulundurularak BTK'nın önerisi ve
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının teklifi ile Bakanlar Kurulu
tarafından ağırlığı veya ücreti belirlenen yurt içi ve yurt dışı haberleşme
gönderilerinin kabulü, toplanması, işlenmesi, sevki, dağıtımı ve teslimi,
- 4.1.1961 günlü, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun elektronik
tebliğe ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 7201 sayılı Kanun ve diğer
kanunlar kapsamındaki elektronik ortam dâhil her türlü tebligatın kabulü,
toplanması, işlenmesi, sevki, dağıtımı ve teslimi,
- Barışta Türk Silahlı Kuvvetlerinin posta hizmetleri,
- Postada alınacak ücretleri gösteren posta pulları, kişisel pul,
anma pulları, posta kartları ve ilk gün zarflarının bastırılıp satışa
çıkarılması,
biçimindeki hizmetler, evrensel posta hizmet yükümlüsü olan
PTT'nin tekeli altında yerine getirilecektir.
c- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
ca- Anayasa'nın 167. ve 172. Maddeleri Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, posta işletmeciliği sektörünün, ancak
Anayasa'nın 22. maddesinde belirtilen "gizliliği" güvence
altına almak amacıyla ve "kamu yararı" gerekçesi ile kamu
tekeli kapsamına alınabileceği, bu şekilde tekel kapsamına alınan posta hizmetinin
ise sermayesinin tamamı Devlete ait özel hukuk tüzel kişisi ticari işletme
lehine değil sermayesinin tamamı Devlete ait olup tekel niteliğindeki mal ve
hizmetleri kamu yararı gözeterek üretmek ve pazarlamak üzere kurulan ve gördüğü
bu kamu hizmeti dolayısıyla ürettiği mal ve hizmetler imtiyaz sayılan kamu
iktisadi teşebbüsü lehine oluşturulması gerektiği, dava konusu kurallarla kamu
yararı gerekçesine dayalı kamu hizmeti kapsamına alma olmadan, rekabetçi posta
hizmetleri sektörünün tekel kapsamına alınarak, sektörel rekabetin ve
dolayısıyla ekonomik etkinlik ile tüketici refahının dışlandığı belirtilerek
kuralların, Anayasa'nın 167. ve 172. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Anayasa'nın 167. maddesinde, "Devlet, para, kredi,
sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı
ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak
tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.
Dış ticaretin ülke ekonomisinin yararına olmak üzere düzenlenmesi
amacıyla ithalat, ihracat ve diğer dış ticaret işlemleri üzerine vergi ve
benzeri yükümlülükler dışında ek mali yükümlülükler koymaya ve bunları
kaldırmaya kanunla Bakanlar Kuruluna yetki verilebilir." denilmektedir.
Bu hükümle yalnız fiilen oluşacak tekelleşme ve kartelleşmenin
değil, anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmenin de önlenmesi görevi
Devlete verilmiştir. Madde gerekçesinde, "tekelleşme" kavramı
açıklanırken, yalnız tekellerin değil, tekel benzeri gruplaşmaların da bu
kapsamda görüldüğü belirtilmiştir. Ayrıca, tekelleşmenin önlenmesinin tüketim
sektörü yanında hizmet sektörü yönünden de gerekliliği vurgulanmış, bu görevin
"sağlıklı bir toplum" ve "sağlıklı bir demokrasinin"
vazgeçilmez koşulu olduğu belirtilmiştir. Buna göre, tekelciliğin her
türlüsünün zararından bireyleri ve toplumu korumak "kişinin ve toplumun
huzuru ve refahı" ile de ilgilidir. Maddede yalnız, tekelleşme değil,
tekel oluşturmayan üretim ve hizmet kuruluşlarının "fiyat anlaşmaları",
"coğrafi bölge paylaşma" ve "benzeri suretle"
gerçekleştirilecek kartelleşme de yasaklanmış; Devlet, bunu engelleyici
önlemleri almakla yükümlü tutulmuştur. Böylece, rekabetin ortadan kaldırılması,
tekellerin ve kartellerin fiyatları oluşturması ve etkilemesi önlenmek
istenmiştir.
Devletin tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önlemek görevi, temelde
tüketiciyi koruma amacı gütmektedir. Anayasa'nın 172. maddesi ile Devlete
verilen tüketicileri koruma görevi ancak, tekelleşme ve kartelleşmelerin
önlenerek özgür rekabet ortamının sağlanması ile güvenceye alınabilir. Piyasa
ekonomisinin etkinliği, serbest rekabet koşullarının varlığına bağlıdır.
Tekelleşmeye veya kartelleşmeye olanak veren ortamlarda piyasa ekonomisi
etkinliğini yitirir. Tekel konumundaki bir kuruluş önlem alınmadan özelleştirildiğinde,
kamu tekelinin yerini özel tekelin alması kaçınılmazdır. Üstelik kamu tekeli
konumundaki mal ve hizmet üretiminde Devletin doğrudan karışması olanağı
varken, özel tekel durumunda bu olanak da söz konusu olmayacak, mal ve hizmet
fiyatları kamu tekelinde olduğundan daha yüksekte belirleneceği gibi kalite de
bundan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle, özelleştirmeye ilişkin yasal
düzenlemelerde, tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemeye, dolayısıyla bireyleri ve
toplumu korumaya yönelik kuralların bulunması zorunludur.
Toplumun günlük yaşamında önemli bir yere sahip olan ve teknolojik
gelişmelerin hızlı bir şekilde yaşandığı enerji, gaz, su ve haberleşme gibi mal
ve hizmetlerin üretildiği piyasaların, Devletin herhangi bir müdahalesi olmaksızın
pazar koşullarına terk edilmesi, bu piyasalarda aksaklıklara yol açması
nedeniyle kabul edilmemektedir. Bu nedenle rekabetin yaşanmadığı, piyasa
aksaklıklarının olduğu durumlarda veya bazı sosyal gerekçelerle, piyasa
ekonomisini bir sistem tercihi olarak ortaya koyan ülkelerde dahi devletler,
piyasanın işleyişine çeşitli vasıtalarla ve belirli sınırlar içinde müdahale
etmektedir. Devletlerin bu piyasalara müdahalesi, bazı sektörlerin kamu
tarafından tekel olarak işletilmesi ya da bu sektörlerdeki özel işletmelerin
regülasyonu şeklinde olmaktadır.
Dava konusu kurallarla yapılmak istenen de posta sektörünün
serbestleştirilmesi durumunda, toplumun tüm kesimlerine sürekli ve belirlenmiş
bir kalite standardında ve karşılanabilir fiyatlarla posta hizmeti sunumunun
Devlet tarafından garanti altına alınmasıdır. Zira, evrensel posta hizmetinin
sağlanmasının garanti altına alınması, Devletin temel bir yükümlülüğüdür.
Toplum ve ihtiyaçları değişip geliştikçe Devlet, sunumunda kamu yararı görülen hizmetler
de dâhil olmak üzere haberleşme hakkı gibi vatandaşlık haklarının temel
bileşenleri olan değişik hizmetlerin sunumunun devamının sağlanmasını garanti
altına almakla yükümlüdür. Diğer taraftan söz konusu hizmetlerin evrenselliği
nedeniyle hizmetlerin bir milletin bütün fertlerine sunumu, yaşadıkları bölge,
ırk, din, sosyal statü gibi unsurlardan bağımsız olmak üzere garanti altına
alınmalıdır.
Kanun'un 6. maddesinde, PTT lehine getirilen tekel, evrensel posta
hizmetinin ülkenin her tarafına kesintisiz ve makul ücretlerle
götürülebilmesinin hem garanti altına alınması hem de bu hizmetin getirdiği
mali yükün bu şekilde hafifletilmesi amacına yöneliktir. Nitekim PTT'ye verilen
tekel kapsamındaki hizmetler ve bunlar için ağırlık sınırlamaları öngörülmesi,
üye devletlerin belli alanlarda evrensel hizmet yükümlüsü lehine tekel
oluşturabileceği yönündeki AB'nin 97/67/CE sayılı Direktifi'yle de uyumlu
olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun Anayasa'nın 167. ve 172. maddelerine aykırı
bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Diğer taraftan, dava konusu kurallarla, dava dilekçesinde
belirtildiği üzere, özel hukuk tüzelkişisi lehine bir tekel oluşturulması da
söz konusu değildir. Zira, sermayesinin tamamı Hazineye ait olan PTT'nin "kamu
kurumu niteliği ağır basan" bir anonim şirket statüsünde bulunduğu
dikkate alındığında, dava konusu kurallarla bir kamu hizmeti olan posta
hizmetlerinin yine bir kamu kurumunun özel hukuk hükümlerine göre faaliyet
gösteren bir birimi tarafından yerine getirilmesi sağlanmaktadır. Bir başka
ifadeyle, mülga 5584 sayılı Posta Kanunu'nda, ağırlık ve ücret limiti
olmaksızın, tüm açık ve kapalı mektuplar ile haberleşme mahiyetinde yazı içeren
kartlar üzerinde bulunan tekel hakkı bir KİT olan PTT'ye ait iken; bu kez aynı
tekel hakkı AB Direktifleri doğrultusunda Bakanlar Kurulu tarafından
belirlenecek belli ağırlık veya ücretlerle sınırlı olarak daraltılmak suretiyle
yine kamu kurumu niteliği ağır basan anonim şirket statüsündeki PTT A.Ş.'ye
verilmektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 167. ve
172. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
cb- Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, kamu yararı gerekçesi ile kanunla kamu tekeline
alınarak kamu hizmeti statüsü tanınan bir hizmetin özel hukuk tüzel kişileri
tarafından yürütülebilmesinin tüm sorumluluk lehine tekel tesis edilen kamu
idaresi üzerinde kalmak kaydıyla, onun sürekli gözetimi ve denetimi altında,
belli yasal usullerle kamu tekeli imtiyazının devri suretiyle mümkün
olabileceği hâlde imtiyazın devri ihalesi açılmadan posta tekeli imtiyazının
kanunla da olsa ve sermayesi Devlete de ait bulunsa herhangi bir özel hukuk
tüzel kişisi olan bir ticari şirkete verilmesinin eşitlik ilkesine aykırı
olduğu belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 10. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Kamu hukukunun genel ilkeleri gereğince, kamu hizmet ve
faaliyetlerinin bizâtihi idare kuruluş ve kurumları eliyle, kamusal yönetim
biçimine göre yürütülmesi asıl ve olağandır. Ancak, bu hizmet ve faaliyetlerden
kamu gücüne özgü olmayanlar ile özel yönetim biçimiyle gerçekleştirilmeye
elverişli bulunanlar, tüm sorumluluk yine ilgili idare üzerinde kalmak
kaydıyla, onun sürekli gözetimi ve denetimi altında, belli yasal usullerle özel
müteşebbislere yaptırılabilir. Özel yönetim biçimiyle yürütülmeye elverişli
olan kamu faaliyet ve hizmetlerinin, özel teşebbüse gördürülebilmesi ise bunun
kanunlarda öngörülmüş bulunmasına bağlıdır; yürütme ve idare kendiliğinden bu
yolu seçemez ve dilediği yöntemi kullanamaz. Konusu, kamu hizmetinin
kurulmasını ve/veya işletilmesini bir özel kişiye devretmek olan sözleşmeler
"kamu hizmeti imtiyaz sözleşmeleri" olarak tanımlanmaktadır.
Kamu hizmeti imtiyaz sözleşmeleri, gerek konusunun bir kamu
hizmetinin kurulması ve/veya işletilmesi olması, gerekse hizmetin yürütülmesini
sağlamak için hizmeti yapanlara kamu gücüne dayanan kimi yetkiler tanıması,
aynı zamanda idarenin, hizmetin düzenli ve istikrarlı biçimde yürütülmesini
sağlamak için denetim ve gözetim yetkisine sahip olması yönünden idarî
sözleşmelerin tüm niteliklerini taşırlar.
Kanun'un dava konusu 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı)
bendinde, 9. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ve geçici 3. maddesinde
öngörülen ve PTT ile BTK arasında imzalanacak olan görev sözleşmesinin, idari
sözleşme türlerinden olan bir "imtiyazın devri sözleşmesi"
niteliğinde olmadığı açıktır. Zira, imtiyaz sözleşmelerinde idari sözleşmenin
bir tarafında kamu idaresi, diğer tarafında ise özel hukuk kişisi
bulunmaktadır. Oysa, PTT ile BTK arasında imzalanan ve dayanağını kanundan alan
görev sözleşmesinin her iki tarafı da kamu kurumudur. Yukarıda belirtildiği
üzere burada, bir kamu hizmeti olan evrensel posta hizmeti, yine kamu kurumu
niteliği ağır basan ve sermayesinin tamamı Devlete ait olan ancak özel hukuk
hükümlerine göre faaliyetlerini sürdüren PTT A.Ş. tarafından yerine
getirilmektedir. Bir başka ifadeyle imtiyaz sözleşmelerinde olduğu gibi kamu
idaresi tarafından yürütülmekte olan bir kamu hizmetinin özel hukuk tüzel
kişisine gördürülmesi gibi bir durum söz konusu olmaması nedeniyle, PTT A.Ş.'ye
diğer özel hukuk tüzel kişileri karşısında bir ayrıcalık tanınmasının söz
konusu olmadığı, dolayısıyla da eşitlik ilkesine aykırı bir durumdan söz
edilemeyeceği açıktır.
Öte yandan, tekel döneminden serbest rekabet dönemine geçişin
hukuk güvenliğini zedelemeden gerçekleştirilebilmesi kimi şirketler için farklı
düzenlemeleri gerekli kılabilir. Bir başka ifadeyle, Anayasa'nın 167. maddesi
ile Devlete verilen para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı
ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alma görevi böyle
bir düzenlemeyi gerektirebilir. Dolayısıyla, bu düzenlemelere bağlı
tutulanların serbest piyasa düzeni içinde faaliyet gösteren şirketlerle aynı
konumda oldukları düşünülemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 10.
maddesine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
3- Kanun'un 4. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinde Yer
Alan ".milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunmasını
teminen." İbaresi ile ".posta yoluyla gönderilmesi yasak
maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler için." İbaresinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde, kuralda geçen "millî güvenlik",
"kamu düzeni" ve "genel sağlığın korunması" gibi
kavramların belirsiz olduğu, ayrıca kuralda "posta yoluyla
gönderilmesi yasak maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler"in neler
olduğu belirtilmeksizin BTK'ya bu konuda yetki verilmesinin yasama yetkisinin
devri anlamına geleceği ve ayrıca bu durumun idarenin kanuniliği ilkesiyle de
bağdaşmayacağı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 7. ve 123. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 4. maddesinin dava konusu ibarelerin de yer aldığı (1)
numaralı fıkrasının (ç) bendinde, BTK'nın posta sektörünün posta hizmetlerinde
millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunmasını sağlamak amacıyla
ilgili idari birimlerle iş birliği yaparak gerekli tedbirleri alma ve posta
yoluyla gönderilmesi yasak maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler için
düzenlemeler yapma görevinin olduğu hükme bağlanmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri "belirlilik"tir. Bu ilkeye göre, yasal
düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve
kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel
olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem
içermesi gerekir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey,
kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi
hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir. Birey ancak bu
durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar.
Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Uygulamada yerleşmiş, uygulama ve öğretinin yardımıyla açıklık
kazanmış, hukuk ve anayasa diline girmiş "millî güvenlik",
"kamu düzeni" ve "genel sağlığın korunması"
gibi kavramların anlamlarının yoruma muhtaç olduğu ya da belirsiz olduğu
söylenemez.
Anayasa'nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu vebu yetkinindevredilemeyeceği
belirtilmiştir.
Anayasa'da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve
bağımlı bir yetkidir. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa'nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri
koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin
düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Farklı koşul ve durumlara göre sık sık değişik önlemler alma,
bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu
alanlarda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve
teknik konulara ilişkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri
olarak yorumlanamaz.
Anayasa'nın 123. maddesinde ise idarenin, kuruluş ve görevleriyle
bir bütün olduğu ve "kanunla" düzenleneceği kurala
bağlanmıştır. Bu maddede yer alan düzenleme, idarenin kanuniliği ilkesine
işaret etmektedir. İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev
ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde, açık bir biçimde
kanunla düzenlenmesini gerekli kılar.
Telekomünikasyon sektörünü düzenleme ve denetleme fonksiyonunun
bağımsız bir idari otorite tarafından yürütülmesi amacıyla 5.4.1983 günlü, 2813
sayılı Telsiz Kanunu'nda değişiklik yapan 27.1.2000 günlü, 4502 sayılı Kanunla
Telekomünikasyon Kurumu kurulmuş ve daha sonra 10.11.2008 günlü, 5809 sayılı
Elektronik Haberleşme Kanunu ile yeni bir düzenlemeye tabi tutularak adı Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu olarak değiştirilmiştir. Kendisine verilen
görev ve yetkiler çerçevesinde, temel işlevi telekomünikasyon alanındaki
kamusal ve özel kesim etkinliklerini kurallar koyarak düzenlemek, konulan
kurallara uyulup uyulmadığını izlemek, denetlemek ve bu kurallara uyulmaması
hâlinde de ya doğrudan doğruya yaptırım uygulamak veya bazen de kanunlarda
gösterilen yaptırımların uygulanması için adli mercileri harekete geçirmek olan
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu, idarenin bütünlüğü içerisinde yer alan,
kamu tüzel kişiliğine sahip, görev alanına ilişkin sektörde kamu hukuku ilke ve
düzenlemelerine bağlı olarak, kamu yararı amacıyla düzenleyici işlemler yapan,
genel idare esaslarına göre faaliyet gösteren, gördüğü hizmet sürekli ve asli nitelik
taşıyan bir kuruluştur.
Söz konusu Kuruma 6475 sayılı Kanun'un 4. maddesiyle, posta
hizmetlerinin; güvenilir, kesintisiz bir şekilde verilmesinin sağlanması, yetki
belgelerinin kapsamı, verilmesi, denetlenmesi, rekabeti tesis etme ve rekabeti
engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı uygulamaları giderme ve bu amaçla ilgili
pazarlarda etkin piyasa gücüne sahip hizmet sağlayıcılara ve gerekli hallerde
diğer hizmet sağlayıcılara yükümlülükler getirme ve tedbirler alma yetki ve
görevi de verilmiştir.
Posta hizmetleri sektöründe düzenleyici ve denetleyici bir otorite
olarak görev yapan ve Anayasa'nın 123. maddesi kapsamında bir kamu kurumu olan
BTK'nın Anayasa'da kanunla düzenlenmesi zorunlu olmayan ve BTK'nın faaliyet
alanının kapsamında kalan dava konusu kuralda belirtilen posta hizmetlerinde
millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunmasını sağlamak amacıyla
ilgili idari birimlerle iş birliği yaparak gerekli tedbirleri alma görevini ifa
etmesinin ve teknik konuları içeren ve bu yönüyle uzmanlık gerektiren bir yetki
niteliğinde bulunan posta yoluyla gönderilmesi yasak maddeler ile kabulü şarta
bağlı gönderilerle ilgili düzenlemeler yapmasının, yasama yetkisinin devri
anlamına gelmeyeceği ve Anayasa'nın 123. maddesinde öngörülen idarenin
kanuniliği ilkesine aykırı bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu ibareler Anayasa'nın 2., 7. ve
123. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
4- Kanun'un 7. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ".
ve posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri ." İbaresinin
İncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu ibarenin posta gönderilerinin
sahibi ve muhatabı kişiler arasındaki münasebetleri mi yoksa Kanun'daki
ifadeyle "posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri" mi açığa
vurulmasını koruma altına aldığı hususunun belirsiz olduğu, ibarenin posta
hizmetlerinde vuku bulacak her türlü ilişkinin örneğin ihaleler ve satın
almalar ile hizmetin yürütülmesindeki muhtemel usulsüzlük, yolsuzluk gibi
durumların açığa vurulmasını da yasak kapsamına alarak kural dışı ilişkilere
koruma sağlayıcı bir işlev gördüğü, Anayasa'nın 22. maddesinde posta hizmetleri
ile ilgili ilişkilerin değil haberleşmenin gizliliğinin güvence altına alındığı,
ayrıca ibarenin bu tür kural dışı ilişkileri gizlilik kapsamına alması
nedeniyle vatandaşların posta hizmetleri ile ilgili ilişkiler hakkındaki
dilekçe ve bilgi edinme hakkını da ölçüsüzce sınırlandırdığı belirtilerek
kuralın, Anayasa'nın 2., 13., 22. ve 74. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Kanun'un 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, hizmet
sağlayıcıları ile posta hizmetlerinde çalışanlar veya herhangi bir şekilde
posta hizmetleri ile ilgili bilgiye sahip olanların, bu bilgileri ve posta
hizmetleri ile ilgili ilişkileri açığa vurmaları, gönderileri açmaları,
içlerinde ne olduğunu araştırmaları, üçüncü kişilere bilgi vermeleri veya
herhangi birinin bunları yapmasına neden olmaları, gönderileri zapt veya yok
etmeleri yasaklanmaktadır. Dava konusu ibarede ise belirtilen kişilerin posta
hizmetleri ile ilgili ilişkileri açığa vurmaları yasaklanmaktadır.
Kanun'un 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, posta hizmetleri
kavramının, posta gönderilerinin kabulü, toplanması, işlenmesi, sevki, dağıtımı
ve teslimini içerdiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda "posta hizmetleri
ile ilgili ilişkiler" kavramının da Kanun'un 5. maddesinde içeriği
belirtilen posta hizmetlerine ilişkin her türlü ilişkiyi ifade ettiği açıktır.
Dolayısıyla, kuralın belirsizliğinden söz edilemez.
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 22. maddesinde haberleşme
hürriyetinin gizliliğinin güvence altına alındığı, dava konusu kuralda
öngörülen posta hizmetleri ile ilgili ilişkilerin gizliliğinin bu kapsamda
değerlendirilemeyeceği ileri sürülmüştür.
Haberleşme hürriyetini düzenleyen Anayasa'nın 22. maddesinin
birinci fıkrasında yer alan "Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir.
Haberleşmenin gizliliği esastır." biçimindeki hüküm, posta
hizmetleriyle ilgili ilişkilerin de gizliliğini güvence altına almaktadır.
Nitekim, Anayasa'nın 22. maddesinin gerekçesinde de "Burada söz konusu
olan haberleşme, kişilerin kendi aralarında P.T.T. araçları aracılığıyla
serbestçe haberleşebilmesidir." denilmek suretiyle, posta hizmetleri
kapsamında PTT araçları ile yapılan haberleşmenin 22. maddenin koruması altında
olduğu ifade edilmiştir. Esasen, posta hizmetleri haberleşme hakkının yerine
getirilebilmesi için önemli bir altyapı şebekesi olarak değerlendirilmektedir.
Diğer taraftan, dava konusu kural, Anayasa'nın 22. maddesinde
güvence altına alınan haberleşmenin gizliliğini daraltan değil, tam aksine
kişiler lehine genişleten düzenleme niteliğinde bulunduğundan, Anayasa'nın 13.
maddesine aykırı bir durumdan söz edilemeyeceği de açıktır. Nitekim dava konusu
kuralın da içinde bulunduğu maddenin gerekçesinde "Haberleşme hürriyeti
Anayasa ile teminat altına alınmış temel hürriyetlerdendir ve Anayasanın 22 nci
maddesinde de belirtildiği üzere, haberleşmenin gizliliği esastır. Madde ile,
Anayasaya paralel bir düzenlemeyle posta hizmetlerinin gizliliği ve
güvenliğinin sağlanmasının hukuki zemine oturtulması amaçlanmaktadır."
denilmiştir.
Anayasa'nın 74. maddesinin birinci fıkrasında, "Vatandaşlar
ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye'de ikamet eden yabancılar
kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, yetkili
makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir." denildikten
sonra, aynı maddenin son fıkrasında "Bu maddede sayılan hakların
kullanılma biçimi, .ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir." hükmüne
yer verilmiştir.
Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, Anayasa'nın ilgili maddelerinde özel sınırlandırma nedeni
bulunmasına bağlı tutulmuş ve Anayasa'nın 74. maddesinde de bu hakkın
sınırlandırılması için özel bir neden öngörülmemiş ise de anayasanın bütünlüğü
ilkesi uyarınca, bir anayasa normu diğerine aykırı olamaz. Dava konusu kuralın
dayanağı, Anayasa'nın 22. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Herkes,
haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır."
biçimindeki hükümdür. Bir başka ifadeyle Anayasa'nın 74. maddesinde,
Anayasa'nın 22. maddesinden kaynaklanan bir anayasal sınırlama söz konusudur.
Anayasal sınırlamaların en belirgin özelliği ise kanun koyucunun bu konularda
aksine bir düzenleme yapma yetkisinin bulunmaması, öngörülen sınırlama ya da
yasaklamalara uygun düzenleme ya da yaptırım getirmek zorunda olmasıdır. Bu
bağlamda, kurala ilişkin gerekçede de ifade edildiği üzere, dava konusu
kuraldaki düzenlemenin Anayasa'nın 22. maddesinden kaynaklanan bir zorunluluk
nedeniyle yapıldığı dikkate alındığında kuralın, Anayasa'nın 74. maddesine
aykırı bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2., 13., 22.
ve 74. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
5- Kanun'un 9. Maddesinin (6) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ".
veya milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık gerekçeleri ile ." İbaresi
ile (8) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık
gerekleri gibi belirsiz kavramlara dayanarak BTK'ya yetki belgesi verilmesi ya
da verilmiş yetki belgesinin iptal edilebilmesi yetkisinin verildiği, bu
durumun ise belirlilik, yasama yetkisinin devri ve idarenin kanuniliği
ilkeleriyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2., 7. ve 123.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanun'un 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, posta sektöründe
faaliyet gösterecek firmaların, posta hizmeti verebilmeleri veya bunun için
gerekli altyapıyı kurup işletebilmeleri için BTK tarafından yetkilendirilmeleri
gerektiği ifade edilmiştir. Maddenin (2) numaralı fıkrasında, BTK tarafından
yapılacak yetkilendirmenin firmalara yetki belgesi verilmesi yoluyla yapılacağı
ve yetki belgesi almak isteyen şirketlerin faaliyetlerine başlamadan önce
BTK'ya başvurmaları gerektiği kurala bağlanmıştır. Aynı maddenin (4) numaralı
fıkrasında ise yetki belgesinin ücreti, kapsamı, süresi ve şekli ile yetki
belgesi sahiplerinin sahip olması gereken mali ve mesleki yeterlik şartları, bu
hizmet için kurulması gereken asgari altyapıya ilişkin usul ve esasların BTK
tarafından yürürlüğe konulan yönetmelikle belirleneceği hükmüne yer
verilmiştir.
Dava konusu ibarenin de yer aldığı (6) numaralı fıkrada yetki
belgesi almak isteyen firmaların bu taleplerinin BTK tarafından "milli
güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık" gerekçeleriyle
reddedilebileceği; dava konusu (8) numaralı fıkrada ise BTK'nın yetki belgesi
almış şirketlerin faaliyete geçmeleri ya da posta hizmetlerini sağlamasını aynı
gerekçelerle engelleyebileceği kurala bağlanmıştır.
Kanun'un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının dava konusu
ibareleri de içeren (ç) bendinin incelendiği bölümde belirtilen aynı
gerekçelerle, dava konusu kurallarda geçen "milli güvenlik, kamu
düzeni ve genel sağlık" kavramları belirsiz olmadığı gibi posta
hizmetleri sektöründe düzenleyici ve denetleyici bir otorite olarak görev yapan
ve Anayasa'nın 123. maddesi kapsamında bir kamu kurumu olan BTK'nın bağımsız
idari otorite olmasının bir gereği olarak yetkili bulunduğu alana ilişkin kural
koyma, bu kuralları uygulama ve yaptırım uygulama yetkileri kapsamında yetki
belgesi isteklerini reddetmesi ya da yetki belgesi verdiği firmaların
faaliyetlerini kuralda belirtilen gerekçelerle engellemesinin yasama yetkisinin
devri anlamına gelmediği açıktır. Esasen dava konusu kurallarda BTK'ya tanınan
yetki belgesi verilmesi ya da verilmiş yetki belgesi çerçevesinde faaliyette
bulunan şirketlerin faaliyetlerinin engellenmesi yetkisinin ancak "mevzuata
aykırılık ve milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık"
gerekçelerine dayalı olarak kullanılabileceği açıkça ifade edilmiş ve böylece
BTK'ya kanunla sınırları çizilmiş bir yetki verilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 2., 7. ve
123. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
6- Kanun'un 17. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralda geçen "millî
güvenlik ile kamu düzeni gereklerine ve acil durum ihtiyaçları"
kavramlarının belirsiz olduğu, kanunda bunların tanımlanmaması nedeniyle
kuralın, Anayasa'nın 2., 7. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
Kanun'un dava konusu kuralın da yer aldığı 17. maddesinde, posta
hizmetlerinin sunulmasında uygulanacak tarifelerin BTK tarafından belirlenmesi
ile söz konusu tarifelerin uygulanması ve kullanıcıların korunmasına ilişkin
usul ve esasların neler olduğuna ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Maddenin
dava konusu (2) numaralı fıkrasında ise tarifeler ve kullanıcıların korunmasına
ilişkin olarak BTK'nın düzenleme yetkisine bir istisna getirilmektedir. Buna
göre, millî güvenlik ile kamu düzeni gereklerine ve acil durum ihtiyaçlarına
ait düzenlemeler, ilgili bakanlıkların ihtiyaçları ve görüşleri dikkate
alınarak Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının teklifi ve Bakanlar
Kurulu kararıyla belirlenecektir. Bir başka ifadeyle dava konusu kuralda, millî
güvenlik ile kamu düzeni gereklerine ve acil durum ihtiyaçlarına ait
düzenlemeler yapma yetkisi BTK'ya değil, Bakanlar Kuruluna verilmektedir.
Kanun'un 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinin incelendiği
bölümde, millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunması kavramlarına
yönelik Anayasa'ya aykırılık iddiası yerinde görülmediğinden, aynı gerekçelerle
dava konusu kural da Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir.
Diğer taraftan, dava konusu kuralda, Bakanlar Kurulunun
tarifelerle ilgili düzenleme yetkisinin ancak milli güvenlik, kamu düzeni
gerekleri ve acil durum ihtiyaçları çerçevesinde olabileceği belirtildiğinden,
Bakanlar Kuruluna sınırları belirsiz bir yetki verildiğinden söz edilemez.
Bakanlar Kuruluna verilen takdir yetkisi, kamu yararının sağlanmasının yanı
sıra hizmet gerekleri ve yetkiyi veren Kanun'un amacının gerçekleştirilmesi ile
sınırlıdır. Bakanlar Kurulu takdir yetkisini kullanırken, hukukun genel ilkelerine
ve hakkaniyete de uymak zorundadır. Her idari eylem ve işlemde olduğu gibi
Bakanlar Kurulunun, dava konusu kuraldaki takdir yetkisini kullanırken de bu
genel ilkelere ve sınırlamalara uygun hareket edilmesi gerekir.
Kaldı ki, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin keyfi kullanılıp
kullanılmadığı yargı denetimine de tabidir. Anayasa'nın 125. maddesinde, "İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." denilerek,
idarenin hukuka bağlılığı, yargı denetimi sayesinde etkili biçimde sağlanmış ve
idare edilenler, idarenin kanunsuz ve keyfi davranışlarına karşı korunmuştur.
Dolayısıyla kuralla, belirsizlik oluşturularak hukuk güvenliği ilkesinin
zedelendiği, yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisi
verilerek yasama yetkisinin devredildiği söylenemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 2., 7. ve 123.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
7- Kanun'un 23. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendi ile
24. Maddesinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, sermayesinin tamamı Hazineye ait olan PTT'nin
pay sahipliğine dayanan oy, yönetim, temsil, denetim gibi hak ve yetkilerini
Hazine Müsteşarlığına ya da başka bir bakanlığa kullandırmasının kanun
koyucunun takdirinde olduğu ancak, bu pay sahipliğinden dolayı oy ve temsilin
gereği olarak oluşturulan ve esas sözleşmenin onaylanması, Yönetim Kurulunun
atanması, yıllık faaliyet raporu ile bilanço ve kâr zarar hesaplarını
inceleyerek Yönetim Kurulunun ibrasına karar verilmesi ile6102 sayılı Kanun'un
408. maddesindeki yetkileri kullanacak Genel Kurul üyelerinin taşımaları
gereken nitelikleri ile kaç kişiden oluşacaklarının ve seçilme/atanma
usullerinin 6475 sayılı Kanun'da düzenlenmeyerek idareye bırakılmasının
kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetkinin kullanımı ve yasama yetkisinin devri
anlamına geldiği belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 6., 7. ve 11. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava
konusu kurallar Anayasa'nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir.
Kanun'un 23. maddesinde, PTT'nin organlarının neler olduğu
belirtilmektedir. Buna göre, PTT'nin organları, Genel Kurul, Yönetim Kurulu ve
genel müdürlükten oluşmaktadır. Kanun'un 24. maddesinde ise Genel Kurulun
görevleri düzenlenmektedir. Kuralda Genel Kurulun, yıllık faaliyet raporu ile
bilanço ve kâr zarar hesaplarını inceleyerek Yönetim Kurulunun ibrasını karara
bağlayacağı, ayrıca Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 6102 sayılı Kanun ve
ilgili kanunlarda belirtilen görevleri yapacağı ve yetkileri kullanacağı hükme
bağlanmıştır.
Anayasa'nın 6. maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasa'dan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiş; 7. maddesinde ise
yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisince
kullanılacağı hüküm altına alınmıştır.
Anayasa'da bir konuda emredici ya da yasaklayıcı bir kural
konulmamışsa, bu konunun düzenlenmesi anayasal ilkeler içinde kanun koyucunun
takdirine bırakılmıştır. Anayasa'da engelleyici bir hüküm bulunmaması durumunda
kanun koyucunun genel düzenleme yapma yetkisine dayanarak kural koyması
kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetkinin kullanılması anlamına gelmez. Kanun
koyucu, yasamanın asliliği ve genelliği ilkesinin bir gereği olarak, Anayasa'da
düzenlenmeyen bir alanı doğrudan düzenleyebilir.
Yine, Anayasa'da kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme
organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve
bağımlı bir yetkidir. Ayrıca, yürütme organına düzenleme yetkisi veren bir yasa
kuralının Anayasa'nın 7. maddesine uygun olabilmesi için temel ilkeleri
koyması, çerçeveyi çizmesi, sınırsız, belirsiz, geniş bir alanı yürütmenin
düzenlemesine bırakmaması gerekir. Farklı koşul ve durumlara göre sık sık
değişik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme
zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve teknik konulara ilişkin hususları yürütmeye
bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.
Bu bağlamda, Anayasa'da kamunun sahip olduğu ve özel hukuk
hükümlerine göre faaliyetlerini sürdüren tüzel kişilerin organları ve bunların
nitelikleri konusunda bir belirlemenin bulunmadığı dikkate alındığında, dava
konusu kurallarda öngörülen PTT'nin Genel Kurulunun üye sayısının ve üyelerinin
niteliklerinin Kanun'da ayrıntılı bir biçimde düzenlenmeyerek bu konuda idareye
takdir hakkı verilmesi yasama yetkisinin devri ya da kaynağını Anayasa'dan
almayan bir yetkinin kullanımı olarak değerlendirilemez.
Diğer taraftan, dava dilekçesinde ileri sürüldüğünün aksine
Kanun'un 21. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile geçici 9. maddesinin
(1) numaralı fıkrasında, PTT'nin sermayesinin tamamının Hazine Müsteşarlığına
ait olduğu, bir başka ifadeyle şirketin tek bir sahibinin bulunduğu, buna
ilişkin yetkinin de Bakanlık tarafından kullanılacağı, esasen 3046 sayılı
Kanun'un 21. maddesinin birinci ve 38. maddesinin birinci fıkraları uyarınca
bakanlığın en üst amiri olan bakanın ya da yetkilendireceği bakanlık
görevlisinin genel kurulu temsil edebileceği, 6102 sayılı Kanun'un 338.
maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince bir kişinin pay sahipliğiyle dahi
anonim şirket kurulabileceği ve aynı Kanun'un 415. maddesinde de genel kurulda
yönetim kurulu tarafından düzenlenen hazır bulunanlar listesinde adı bulunan
pay sahiplerinin bulunabileceği, bu Kanun'da öngörülen kuruluş ve tescile
ilişkin istisnai hükümleri dışında PTT hakkında 6102 sayılı Kanun hükümlerinin
uygulanacağı gibi hükümler birlikte değerlendirildiğinde, Genel Kurulun sayısı
ve nitelikleri konusunda dava konusu kurallarda bir belirsizlik bulunmadığı
gibi yasama yetkisinin devrinden de söz edilemeyeceği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 2., 6. ve
7. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa'nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
8- Kanun'un 25. Maddesinin (6) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
Dava dilekçesinde, 6102 sayılı Kanun ve özel hukuk hükümlerine
tabi özel hukuk tüzel kişisi ticari işletmesi/tacir olan PTT A.Ş.'nin
çalışanlarından genel müdür ve yönetim kurulu üyelerinin, Anayasa'nın 129.
maddesinde münhasıran memurlar ve diğer kamu görevlileri için getirilmiş
bulunan istisnai hükmün kapsamı içine alınmasının Anayasa'nın 129. maddesine
aykırı olduğu gibi kaynağını Anayasa'dan almayan bir yetkinin kullanılması
sonucunu doğurduğu, ayrıca PTT A.Ş. çalışanlarından sadece genel müdür ile
yönetim kurulu üyelerinin istisnai hükmün kapsamına alınıp, diğerlerinin alınmaması
ve posta sektöründe faaliyet gösteren diğer ticari şirketlerin genel müdür ve
yönetim kurulu üyelerinin istisnai hükmün kapsamı dışında tutulması suretiyle
üyelere ayrıcalık tanındığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 6., 10. ve 129.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Dava konusu kuralda, PTT Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyelerinin
görevleri sebebiyle bir suç işlediklerinde yargılanmalarına ilişkin usul
düzenlenmektedir. Buna göre, kuralda belirtilen kişilerin, görevleri sebebiyle
bir suç işlemeleri durumunda yargılanabilmeleri için Ulaştırma, Denizcilik ve
Haberleşme Bakanı'nın izni gerekmektedir. Kuralda ayrıca bu konuda 2.12.1999
günlü, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanun hükümlerine göre hareket edileceği de ifade edilmiştir.
Anayasa'nın 129. maddesinin son fıkrasında "Memurlar ve
diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza
kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun
gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır." hükmü yer almaktadır. Bu
hüküm, Anayasa'nın 128. maddesi anlamında memur ve diğer kamu görevlilerinin
işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılabilmesini,
kural olarak, idari merciin iznine bağlamaktadır. Bir başka ifadeyle memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin suç işlemeleri durumunda, yargılanabilmeleri için
asıl olan, idari mercilerin izninin bulunmasıdır. Ancak, istisnai durumlarda
kanuni düzenlemelerle bu hükmün dışında izin almaksızın genel hükümler
çerçevesinde düzenleme yapılması mümkündür.
Anayasa'nın söz konusu hükmü, Anayasa'nın 128. maddesi anlamında
memur ve diğer kamu görevlisi niteliğini taşımayanlar için memur ve diğer kamu
görevlileri için öngörülen izin sistemi ya da usul hükümlerinin uygulanmasını
yasaklamamaktadır. Bir başka ifadeyle Anayasa'nın 129. maddesi, kamu
görevlilerinin görevlerini aksatmadan yapabilmeleri ve yersiz şikâyetlerle
uğraşmak zorunda kalıp yerine getirmek zorunda oldukları kamu hizmetlerinin
aksatılmaması düşüncesiyle memurlar ve diğer kamu görevlilerine bir güvence
getirmektedir. Aynı güvencenin memur veya diğer kamu görevlileri dışında
kalanlara tanınamayacağına ilişkin bir yasaklama ise bulunmamaktadır. Kanun
koyucunun yasama ilkesinin asliliği ve genelliği ilkesi uyarınca, sahip olduğu
takdir yetkisine dayanarak memur ve diğer kamu görevlisi kapsamında
bulunmayanlar yönünden de izlediği ceza siyasetine göre kamu yararını
gözeterek, aynı güvenceyi içeren düzenlemeler yapması, Anayasa'nın 6. ve 129.
maddelerine aykırılık oluşturmaz. Nitekim mevzuatımızda da Anayasa'nın 128.
maddesi anlamında Devletle arasında herhangi bir statüer ilişki bulunmayan ve
bu manada memur ve diğer kamu görevlileri statüsünde bulunmayan farklı kamu
hizmetlerini yerine getiren kişiler ya da meslek mensupları yönünden genel
soruşturma usulünden farklı olarak özel soruşturma usullerinin öngörüldüğü
görülmektedir.
Dava konusu kuralın, "kamu kurumu niteliği ağır basan"
bir anonim şirket statüsünde bulunan, evrensel hizmet yükümlüsü olarak bir kamu
hizmeti olan posta hizmetlerini ülkenin her tarafına ulaştırmakla yükümlü
kılınan, bu kapsamda kendisine kısmi tekel hakkı tanınan, posta hizmetlerinden
bankacılık hizmetlerine kadar pek çok alanda faaliyette bulunan PTT'nin karar
organı olan Yönetim Kurulu üyelerinin yapılan bu kamu hizmetlerinin aksamaması
amacıyla yasalaştırıldığı dikkate alındığında kuralın, Anayasa'nın 129.
maddesine aykırı bir yönünün bulunmadığı açıktır.
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralla PTT A.Ş. çalışanlarından
sadece Genel Müdür ile Yönetim Kurulu üyelerinin istisnai hükmün kapsamına
alınıp, diğerlerinin alınmaması ve posta sektöründe faaliyet gösteren diğer
ticari şirketlerin genel müdür ve yönetim kurulu üyelerinin istisnai hükmün
kapsamı dışında tutulması suretiyle belirtilen üyelere ayrıcalık tanındığı ve
kuralın eşitlik ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
"Kamu kurumu niteliği ağır basan" bir anonim
şirket statüsünde bulunan ve evrensel hizmet yükümlüsü olarak bir kamu
hizmetini yerine getiren PTT ile posta hizmeti sektöründe faaliyet gösteren
diğer firmalar aynı konumda bulunmadıklarından dolayı bunlar arasında bir
eşitlik karşılaştırması yapılamayacağından, dava konusu kuralın eşitlik
ilkesine aykırılığından söz edilemez.
Yine dava dilekçesinde dava konusu kuralla getirilen soruşturma
usulünün PTT'nin sadece Yönetim Kurulu üyelerini kapsaması nedeniyle eşitlik
ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de PTT'nin karar organı olan Yönetim
Kurulu'nda yer alan üyeler ile diğer personelin hukuki statülerinin farklı
olması nedeniyle, bu kişilerin farklı kurallara tabi tutulması eşitlik ilkesine
aykırılık oluşturmamaktadır. Kaldı ki, PTT'nin mevcut hâlinde dahi 14.7.1965
günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabi olarak çalışan kamu
görevlilerinin de bulunduğu ve bunlar hakkında 4483 sayılı Kanun hükümlerinin
uygulanacağı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa'nın 6., 10. ve
129. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüşe katılmamıştır.
9- Kanun'un 29. Maddesinin (2) ve (3) Numaralı Fıkralarının
İncelenmesi
a- Kuralların Anlam ve Kapsamı
Dava konusu (2) numaralı fıkrada, PTT'ye karşı yapılacak talep ve
PTT'ye karşı açılacak davalarla ilgili bazı düzenlemeler yapılmaktadır. Buna
göre, PTT'nin yapmış olduğu hizmetlerle ilgili olarak herhangi bir talepte
bulunabilmek ve sorumlu olduğu durumlarda PTT'ye karşı dava açabilmek için, o
hizmetten yararlanan kişi konumunda bulunmak gerekmektedir. Kuralda geçen
"PTT hizmetleri ile ilgili" ifadesinin ne anlama geldiği ise
Kanun'un 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtilmiştir. Buna göre,
PTT'nin, yurt içinde ve yurt dışında her türlü taşımacılık hizmetlerini de
içerecek şekilde posta, koli, kargo ve lojistik hizmetleri, pul basımı ve
satımı, denetlemeye ilişkin hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 5411 sayılı Kanun'a
tabi olmaksızın, anılan Kanun kapsamında belirtilen faaliyet konuları ile
ilgili olarak bankalarla yapacağı sözleşmeler doğrultusunda bankalara destek
hizmeti, parasal posta hizmeti, ödeme hizmeti sunma, adres bilgi kayıt sistemi
ve elektronik sertifika hizmet sağlayıcılığı, elektronik ortam dâhil her türlü
tebligat ve telgraf hizmetine ilişkin faaliyetler ile esas sözleşmesinde
belirlenen diğer faaliyetleri, PTT'nin hizmetleridir. Bir başka ifadeyle
PTT'nin, Kanun'da ve esas sözleşmesinde gösterilen posta, lojistik ve
bankacılık işlemleri alanlarında yaptığı tüm hizmetler, PTT hizmetleridir.
Dava konusu (3) numaralı fıkrada ise PTT hizmetleri ile ilgili
olarak talep ve dava zamanaşımına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Fıkranın
birinci cümlesinde, talep ve dava açma hakkının işlemin tesisi tarihinden
itibaren bir yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı ifade edilmiştir. Söz konusu
hükümde, dava açma hakkına ilişkin bu sürenin zamanaşımı süresi olduğu açıkça
ifade edilmiştir. Dava açma süresinin zamanaşımı süresi olarak belirtilmesinin
en önemli sonucu, zamanaşımının hukuk usulünde hâkim tarafından resen değil,
ancak bir def'i olarak ileri sürülmesi durumunda dikkate alınacak olmasıdır.
Fıkranın ikinci cümlesinde, zamanaşımının kesilmesine ilişkin bir durum
öngörülmekte ve zamanaşımının PTT'ye başvuru yapılmasıyla kesileceği,
incelemenin ve araştırmanın sonucunun ilgililere bildirilmesiyle de zamanaşımı
süresinin kesildiği andan itibaren yeniden işlemeye başlayacağı ifade
edilmiştir. Fıkranın son cümlesinde ise zamanaşımı süresinin yeni bir başvuru
yapılması durumunda tekrar kesilmeyeceği ifade edilmek suretiyle, zamanaşımı
nedeniyle kesilmenin ancak bir kez mümkün olabileceği hüküm altına alınmıştır.
b- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
ba- Anayasa'nın 2., 5. ve 10. Maddeleri Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, dava konusu kurallarla 4077 sayılı Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun'da yer alan güvencelere PTT A.Ş. lehine istisnai
düzenlemeler yapıldığı, dava konusu kuralların aynı durum ve statüde olan
herkesi kapsayan 4077 sayılı Kanun'daki kuralları işlemez kılmayı, tüketiciler
aleyhine ve PTT A.Ş. lehine, PTT A.Ş.'ye özel bir ayrıcalığı yasalaştırması
suretiyle yasaların genelliği ilkesine de aykırı davranıldığı, ayrıca PTT'nin
faaliyet alanı içinde bulunan işleri yürütenfirmalarla, para transferi, ödeme
ve bankacılık hizmetlerini yürüten çok sayıda bankanın bulunduğu ve bunların
tamamının yürüttüğü hizmetlerden dolayı 4077 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğu,
oysa dava konusu kurallarla PTT'nin farklı kurallara tabi tutulduğu
belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2., 5. ve 10. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Bir hukuk düzeni içinde genel kurala istisna getiren özel
kurallar, özel kural ile öngörülen istisnaya da istisna getiren daha özel
kurallar bulunması hukuk düzeninin doğasında vardır. O nedenle bir yasa
kuralının başka bir norm ile uyumlu olmaması onun iptal edilmesini gerektiren
bir durum değildir. Daha alt düzeydeki bir norm olan yönetmelikle düzenlenmiş
bir konuda kanun ile farklı bir hüküm getirilmişse normlar hiyerarşisinde daha
üst düzeyde olan kanun hükümlerinin uygulanacağı açıktır. Anayasa Mahkemesi
kanunların başka kanunlara ya da daha alt düzeydeki diğer normlara uyumluluğunu
değil, kanunların Anayasa'ya uygunluğunu denetlemektedir. Bu nedenle, dava
konusu kuralda PTT'ye karşı dava açma zamanaşımının 4077 sayılı Kanun
hükümlerinden farklı bir şekilde düzenlenmesi, ayrıca dava açmanın hangi
durumlarda mümkün olacağının özel bir hükümle belirtilmesi, kuralın sırf bu
nedenle Anayasa'ya aykırı olduğu anlamına gelmez.
Kaldı ki PTT'nin yapmış olduğu hizmetlerle ilgili olarak herhangi
bir talepte bulunabilmek ve sorumlu olduğu durumlarda PTT'ye karşı dava
açabilmek için, o hizmetten yararlanan kişi konumunda bulunulması gerektiğini
ifade eden dava konusu (2) numaralı fıkra, PTT'ye özel bir düzenleme
niteliğinde de değildir. Kural, aslında, taraf sıfatını öngören genel hukuk
usulü kuralının Kanun'da özel olarak ifade edilmesinden başkaca bir anlam ifade
etmemektedir. Kurala ilişkin gerekçede kuralın dava açma ve sorumluluk
konusunda açıklık ve şeffaflığın sağlanması amacıyla yasalaştırıldığı ifade
edilmiştir.
Diğer taraftan, dava dilekçesinde ileri sürülen PTT'nin 4077
sayılı Kanun hükümlerine tabi tutulmamasının PTT'ye özel bir düzenleme
niteliğinde olduğu iddiası da yerinde değildir. Zira, kanun koyucu takdir
yetkisine dayanarak PTT'nin yerine getirilen hizmetlerin kapsamını ve
niteliğini gözeterek PTT'nin 4077 sayılı Kanun hükümlerine tabi olmamasını
öngörmüştür. Bu bağlamda dava konusu kuralların eşitlik ilkesine bu yönüyle de
aykırı bir tarafının bulunmadığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 2., 5. ve
10. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe
katılmamıştır.
bb- Anayasa'nın 13., 36., 142. ve 172. Maddeleri Yönünden İnceleme
Dava dilekçesinde, 4077 sayılı Kanun hükümlerine göre, tüketici
haklarının ihlali durumunda sadece hizmetten yararlanan tüketici değil,
tüketici örgütleri ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı da dava açabilmekte ve
zamanaşımı süresinin ise ayıplı hizmetten dolayı yapılacak taleplerde hizmetin
ifasından itibaren iki yıl, ayıplı hizmetin neden olduğu zarardan dolayı ise üç
yıl olarak belirlendiği hâlde, dava konusu kurallarla PTT hizmetleri ile ilgili
olarak herhangi bir talepte bulunma ve PTT'nin sorumlu olduğu hâllerde dava
açmayı hizmetten yararlananla sınırlandırıldığı, bu durumun ise Anayasa'nın
Devlete yüklediği tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik etme
ve tüketicileri koruma göreviyle bağdaşmadığı belirtilerek kuralların,
Anayasa'nın 172. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
6216 sayılı Kanun'un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle dava
konusu kurallar Anayasa'nın 13., 36. ve 142.maddeleri yönünden de
incelenmiştir.
Anayasa'nın 172. maddesinde, Devletin tüketicileri koruyucu ve
aydınlatıcı tedbirleri alacağı, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimleri
teşvik edeceği ifade edilmiştir. Anayasa'nın 172. maddesinde öngörülen
tüketicilerin korunmasına ilişkin olarak Devlete verilen düzenleme yetkisinin
içeriğinin ve sınırlarının belirlenmesinde, Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi
uyarınca Anayasa'nın diğer hükümlerinin de gözetilmesi gerektiği açıktır. Bir
başka ifadeyle Anayasa'nın 172. maddesi, tüketicinin korunması adına herkese
sonsuz bir dava açma hakkı tanımaz. Öncelikle, 172. maddenin içerik ve
sınırlarının tayininde Anayasa'nın 142. maddesinin de dikkate alınması gerekmektedir.
Anayasa'nın 142. maddesi uyarınca, dava açma süresini belirleyip
belirlememe yetkisi, Anayasa'daki kurallara bağlı kalmak ve adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla kanun koyucunun takdirindedir. Bu
bağlamda, dava konusu kuralda öngörülen bir yıllık dava zamanaşımı süresinin de
belirlenmesi hususu, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak, kanun
koyucu bu takdir yetkisini kullanırken, Anayasa'nın 36. maddesinde öngörülen
hak arama hürriyetinin kullanımını ölçüsüz bir biçimde sınırlandırmaktan
kaçınmalıdır.
Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına
alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Bu hak, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip
bir mahkeme önüne taşınması hakkını da kapsar. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak
arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla
birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak
olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın
doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca
hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa
da, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım
koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından
kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar
olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan
güvencelere aykırı olamaz.
Dava konusu (3) numaralı fıkranın birinci cümlesinde PTT
hizmetleriyle ilgili olarak öngörülen bir yıllık, talepte bulunma ve dava
zamanaşımı süresi, her şeyden önce ilgililerin talepte bulunma veya dava açma
hakkını bütünüyle ortadan kaldırmamakta, sadece belli bir süreyle
sınırlandırmaktadır. Bu düzenlemenin, PTT'nin gereksiz ve ilgili olmayan kişilerce
açılacak davalarla meşgul edilmemesi, böylece yaptığı kamu hizmetinin kesintiye
uğratılmaması amacıyla öngörüldüğü ve bu anlamda kamu yararı amacına dayandığı
anlaşılmaktadır. Kuralda öngörülen bir yıllık zamanaşımı süresinin PTT
tarafından işlemin tesis edildiği tarihten itibaren başlayacağı ve günümüzde
iletişim ve kargo hizmetlerinde kaydedilen hız ve kişilerin PTT yoluyla
aldıkları hizmetleri sorgulayabilmeleri bir bütün olarak dikkate alındığında ve
kişilerin söz konusu işlemlerden en azından gönderici tarafın bizzat başvuran
kişi olarak bilgi sahibi olması nedeniyle taraflara talepte bulunabilmek veya
dava açmak için yeterli düşünme ve hazırlanma imkânı tanıyan bir zaman dilimi
olduğu, dolayısıyla bu sürenin hak arama özgürlüğünün özüne dokunan bir sınırlama
olmadığı da açıktır.
Öte yandan, yukarıda belirtildiği üzere, PTT'nin tacir olması ve
dava konusu kuralda belirtilen işlerinin de ticari iş olması nedeniyle dava
konusu kurallarda talepte bulunanlar veya dava açanlar ve zamanaşımı süresi
yönünden diğer kanunlardan farklı hükümler öngörülmesinin, Anayasa'nın 172.
maddesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 13., 36.,
142. ve 172. maddelerine aykırı değildir. İptal istemlerinin reddi gerekir.
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe
katılmamıştır.
10- Kanun'un Geçici 6. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasında Yer Alan
".Yönetim Kurulunca belirlenen esaslar çerçevesinde." ve
".ile geçmesi uygun görülmeyenlerin." İbarelerinin İncelenmesi
Dava dilekçesinde, sözleşmeli personel statüsüne geçişin esasları
ile sözleşmeli personel statüsüne geçmesi uygun bulunmayanları belirleme
yetkisinin hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan, esasları belirtilmeden ve
çerçevesi çizilmeden Yönetim Kurulu'na verilmesinin, adaletli olmadığı, bir
hukuk kuralında bulunması gereken, belirlilik, öngörülebilirlik, genellik ve
soyutluk kriterlerini taşımadığı, ayrıca dava konusu ibarelerin yasama
yetkisinin devri sonucunu doğurduğu belirtilerek kuralların, Anayasa'nın 2. ve
7. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Kanunla PTT'nin yeniden yapılandırılması kapsamında personelinin
Kanun'un 27. maddesi uyarınca idari sözleşme ile sözleşmeli personel olarak
istihdam edilmesi öngörülmüş; geçici 5. maddede ise mevcut personelin mevcut
statüleriyle istihdam edilmesine devam olunacağı ifade edilmiştir. Kanun'un
dava konusu kuralın da yer aldığı geçici 6. maddesinde ise mevcut personelden
istekli olanların PTT'nin yeniden yapılandırılan hâlinde sözleşmeli personel
olarak çalıştırılabileceği ve buna ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir.
Buna göre, mülga T.C. Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel
Müdürlüğünde 31.5.2006 günlü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanunu'nun 4. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak
çalışan ve mevcut statülerinde PTT'de istihdamına devam olunan personel ile
işçi statüsünde istihdam edilen personelden isteyenler Yönetim Kurulunca
belirlenen esaslar çerçevesinde bu Kanun'da tanımlanan sözleşmeli personel
statüsüne geçirilebilecektir. Buna karşılık, sözleşmeli personel statüsüne
geçmek istemeyenler ile geçmesi uygun görülmeyenlerin tabi olduğu mevzuatına
göre istihdamına devam olunacaktır. Görüldüğü üzere dava konusu ibarelerle,
mevcut personelin sözleşmeli personel olarak istihdam edilebilmeleri, yönetim
kurulunca belirlenecek esaslar çerçevesinde mümkün hâle getirilmekte; yönetim
kurulunca sözleşmeli personel olarak çalıştırılması uygun görülmeyenlerin ise
eski statülerinde çalışmalarına olanak tanınmaktadır.
Maddenin dava konusu edilmeyen diğer fıkralarında ise birinci
fıkra uyarınca sözleşmeli personel olarak çalıştırılan kişilerin mevcut
kazanılmış haklarının korunmasına ilişkin güvenceleri içeren düzenlemelere yer
verilmiştir.
Anayasa'da kamunun sahip olduğu ve özel hukuk hükümlerine göre
faaliyetlerini sürdüren tüzel kişilerde idari hizmet sözleşmesi ile personel
çalıştırılması konusunda bir belirlemenin bulunmadığı dikkate alındığında, dava
konusu ibarelerle mevcut personelden Kanun'da tanımlanan sözleşmeli personel
statüsünde çalışmak isteyenleri belirleme konusunda ayrıntılı bir biçimde
düzenlemenin yapılmamış olması ve bu konuda Yönetim Kurulu'na takdir hakkı
verilmesi yasama yetkisinin devri ya da kaynağını Anayasa'dan almayan bir
yetkinin kullanımı olarak görülemez.
Öte yandan dava konusu ibareler, mevcut personele yeni statüye
geçmesi için bir zorlamada bulunmamakta, bilakis onlara bir tercih hakkı
tanımaktadır. Personelin eski statüde çalışmak istemesi ya da yönetim kurulunca
yeni statüde istihdam edilme talebinin yerinde görülmemesi durumunda, mevcut
statüsü içinde çalışması güvence altına alınmaktadır. Kaldı ki, talebi
reddedilen kişinin yargı yoluna başvurmasına engel bir durum da
bulunmamaktadır.
Dava konusu ibarelerde, idare hukukunda ilgilinin talepte
bulunması hâlinde yapılabilen isteğe bağlı işlemlere benzer bir durum söz
konusudur. Bu tür işlemlerde, yarar ya da yükümlülük getiren bazı işlemlerin
yapılabilmesi, ilgilinin talebine bağlıdır. İlgilinin talebinin bulunmaması
işlemi hukuka aykırı hâle getirir. İlgilinin talebi, işlemin oluşumunu
sağlayıcı bir irade beyanı değil, işlemin sebebidir. Asıl işlem ise idare
tarafından tek yanlı yapılan bir irade açıklamasıyla gerçekleşmektedir. Bu
bağlamda, dava konusu ibarelerle personelin istekli olması durumunda Yönetim
Kurulu'na yeni statüye geçilmesi konusunda takdir yetkisi verilmesinin bu
yönüyle de hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü yoktur.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa'nın 2. ve 7.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
9.5.2013 günlü, 6475 sayılı Posta Hizmetleri
Kanunu'nun;
A- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendindeki "...ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla,"ibaresinden
sonra gelen "...gerçek..." ibaresine yönelik
yürürlüğün durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE,
B- 1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) ve (ı)
bentlerine,
2- 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer
alan "...millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunmasını teminen..." ve "....posta
yoluyla gönderilmesi yasak maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler
için..." ibarelerine,
3- 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,
4- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "...ve
posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri..." ibaresine,
5- 9. maddesinin (3) numaralı fıkrasına, (6) numaralı
fıkrasında yer alan "...veya millî güvenlik, kamu düzeni ve genel
sağlık gerekçeleri ile..." ibaresine ve (8) numaralı fıkrasına,
6- 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasına,
7- 23. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine,
8- 24. maddesine,
9- 25. maddesinin (6) numaralı fıkrasına,
10- 29. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkralarına,
11- Geçici 3. maddesine,
12- Geçici 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan "...Yönetim Kurulunca belirlenen esaslar
çerçevesinde..." ve "...ile geçmesi uygun görülmeyenlerin..." ibarelerine,
yönelik iptal istemleri, 4.12.2014 günlü, E.2013/84, K.2014/183
sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bentlere ve ibarelere
ilişkin yürürlüğün durdurulması istemlerinin REDDİNE,
4.12.2014 günündeOYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VI- SONUÇ
9.5.2013 günlü, 6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun;
A- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1- (a) bendindeki "...ilgili mevzuatı saklı kalmak
kaydıyla," ibaresinden sonra gelen "...gerçek..." ibaresinin Anayasa'ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ile
Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- (h) ve (ı) bentlerinin Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve
iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan"...millî
güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlığın korunmasını teminen..." ve "....posta
yoluyla gönderilmesi yasak maddeler ile kabulü şarta bağlı gönderiler
için..." ibarelerinin Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal
istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C- 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan "...ve
posta hizmetleri ile ilgili ilişkileri..." ibaresinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 9. maddesinin;
1-(3) numaralı fıkrasının,
2- (6) numaralı fıkrasında yer alan "...veya
millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık gerekçeleri ile..." ibaresinin,
3- (8) numaralı fıkrasının,
Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
F- 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G- 23. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
H- 24. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I- 25. maddesinin (6) numaralı fıkrasının Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT'ün
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
J- 29. maddesinin (2) ve (3) numaralı
fıkralarının Anayasa'ya aykırı olmadıklarına ve iptal istemlerinin
REDDİNE, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
K- Geçici 3. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
L- Geçici 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer
alan "...Yönetim Kurulunca belirlenen esaslar çerçevesinde..." ve "...ile
geçmesi uygun görülmeyenlerin..."ibarelerinin Anayasa'ya aykırı
olmadıklarına ve iptal istemlerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4.12.2014 gününde karar verildi.
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
Üye
Hasan
Tahsin GÖKCAN
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
1- PTT'nin Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevleri
sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanmalarının Ulaştırma, Denizcilik
ve Haberleşme Bakanı'nın iznine bağlanmasını ve yargılamanın 4483 sayılı
Kanun'a göre yapılmasını öngören 25. maddenin (6) numaralı fıkrasının
Anayasa'ya aykırı olmadığına dair çoğunluk görüşüne şu nedenlerle katılmıyorum:
Anayasa'nın 129. maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
sorumlulukları, disiplin ve ceza kovuşturmalarının yapılmasında uygulanacak
esaslar düzenlenmektedir. Bu kapsama girmeyen kişilerin, memurlar ve diğer kamu
görevlileri için Anayasa'nın getirdiği bazı güvencelerden yararlandırılmasının
"yasamanın asliliği" ve "Anayasada aksine bir hüküm
bulunmayışı" gibi gerekçelerle açıklanması mümkün değildir. Zira
Anayasanın özel hükümleri ancak Anayasanın diğer maddeleri ve özellikle
"Genel Esaslar" başlıklı Birinci Kısmı ile birlikte
değerlendirildiklerinde anlam ifade ederler.
Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti olduğuna dair
2. madde,egemenliğin yetkili organlar tarafından kullanılacağına ilişkin 6.
madde, yargı yetkisinin bağımsız kullanımına ilişkin 9. madde,kanun önünde
eşitliği öngören 10. madde,idarenin bütünlüğünü belirten 123. madde ile
birlikte değerlendirildiğinde, yasa koyucunun, memurlar ve diğer kamu
görevlileri hakkında Anayasa'nın 129. maddesinde yer alan özel düzenlemeleri,
kapsam dışındaki kişilere teşmil etmekte geniş bir takdir hakkına sahip
olmadığını kabul etmek gerekir. Aksi düşüncenin benimsenmesi, istisnaların dar
yorumlanmasının hukukta genel kural olduğuna dair evrensel yorum esaslarına,
"aksi ile kanıt-argumentum a contrario" gibi en basit yorum
yöntemlerine dahi ters düşer. Anayasa'da açıkça yer alan bir özel hükmün
yalnızca düzenlediği işle ilgili olarak uygulanması gerekirken, "aksinin
yapılması yasaklanmamış ki" mantığıyla, memurlar ve diğer kamu görevlileri
için genel esaslara getirilen istisnanın, hiçbir sıfat ve özelliği olmayan
kişilere dahi teşmili mümkün hale gelir ki, bunun da hukuk devleti olmaktan
çıkmakla eş anlam taşıyacağı açıktır.
Anayasa'da memurlar ve diğer kamu görevlileri için öngörülen
soruşturma usulü,idarenin bütünlüğü içinde hiyerarşik bir ilişki yapısında,
emir ve talimatla görev yapan kişiler için öngörülmüştür. Ticari bir şirket
olan ve Genel İdare içinde yer almayan PTT'nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu
üyeleri, izin mercii olan Bakan'la hiyerarşik bir ilişki içerisinde değildir.
Bakan, bu kişilerin disiplin amiri de değildir.Bu nedenle, Anayasa'da öngörülen
sistemin amacına aykırı olarak, bir özel hukuk tüzel kişisinin organları olan
kişilere ceza soruşturmasında diğer ticari şirket müdür ve yöneticilerine
oranla daha fazla koruma getiren kural, Anayasa'nın 2., 10. ve 129. maddelerine
aykırıdır.
2- Kanun'un 129. maddesinin iptali istenen(2) numaralı fıkrası ile
PTT'nin yapmış olduğu hizmetlerle ilgili olarak her hangi bir talepte bulunabilmek
ve sorumlu olduğu durumlarda PTT'ye karşı dava açabilmek için o hizmetten
yararlanan kişi konumunda bulunmak gerektiği hükme bağlanmış; (3) numaralı
fıkrada ise talep ve dava açma hakkının, işlemin tesisi tarihinden itibaren bir
yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı belirtilmiştir.
İptali istenen yukarıdaki kurallara göre, 4077 sayılı Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanun'un tüketicilere tanıdığı olanaklara PTT lehine bazı
sınırlamalar getirilmiş yani PTT, bir anlamda 4077 sayılı Kanun kapsamından
çıkarılmıştır. Buna göre, yasa koyucunun,benzer hizmetleri sağlayan diğer
ticari şirketlere oranla PTT'yi, tüketici talep ve davalarına karşı özel olarak
korumayı tercih ettiği anlaşılmaktadır.
PTT'nin yaptığı faaliyetin kamusal niteliğinin ağır basmasının
böyle bir özel düzenlemenin haklı nedenini teşkil ettiği şeklindeki düşünceye
katılmak mümkün değildir. Zira PTT, yaptığı hizmetlere karşılık ticari esaslara
göre ücret almakta ve karlılık esasına göre çalışmaktadır. Başka bir deyişle
kendisine Devletçe yüklenen ve diğer özel şirketlerin yapmaktan kaçındıkları
bir külfet söz konusu değildir.
Anayasa'nın 172. maddesinde Devletin tüketicileri koruyucu
tedbirleri alacağı hükme bağlanmıştır. Bu, Devlete verilmiş özel bir görevdir.
4077 sayılı Kanun da bu anayasal gereğin yerine getirilmesi amacıyla
çıkarılmıştır. Anayasa'nın emrinin gereğinin yapılması, bu doğrultuda
çıkarılacak yasaların, kanunların genelliği ilkesinin de icabı olarak,
tüketicilere hizmet veren bütün tacirlere eşit biçimde uygulanmasına bağlıdır.
Anayasa'nın bu gereğinden bir tacirin ayrık tutulması için çok açık bir haklı
neden ve kamu yararı bulunması gerekir. PTT'nin yaptığı işlerin kamusal
boyutunun da bulunması, bu ticari şirketin lehine fakat tüketicinin aleyhine
özel yasa çıkarılması için yeterli bir neden sayılamaz.
Konunun, Anayasa'nın 142. maddesi ile ilgisi bulunmamaktadır.
Kaldı ki 142. madde, yasa koyucuya, her özel iş ve çıkara göre farklı usul
kuralları koyma yetkisi vermemektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle kuralların, Anayasa'nın 2. ve 172.
maddelerine aykırı olduğu düşüncesindeyim.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanununun 3. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde yer alan ". ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla,
gerçek kişilerin rızası alınarak ..." ibaresindeki "gerçek"
kelimesinin Anayasanın 20. maddesine aykırı olduğuna ve iptaline karar
verilmiştir.
Anılan bentte "adres bilgi kayıt sistemi", gerçek
kişilerin rızası alınarak gerçek ve tüzel kişiler ile kamu kurum ve
kuruluşlarına ait fizikî ve elektronik adreslerin, reklâm ve tanıtım amacıyla
PTT hizmetlerinden yararlananlara ücret karşılığı kullandırılmasına yönelik
olarak oluşturulan PTT'ye ait veri tabanı olarak tanımlanmakta ve böylece adres
bilgi kayıt sistemi için gerçek kişilerin rızası aranırken tüzel kişiler ile
kamu kurum ve kuruluşları yönünden böyle bir şart öngörülmemektedir.
Kararın gerekçesinde, Anayasanın 20. maddesinde kişisel verilerin
korunması bakımından gerçek ve tüzel kişilerle ilgili bir açıklık bulunmadığı,
ancak madde metninde "herkes" tabirinin kullanılması sebebiyle tüzel
kişilere ilişkin verilerin de 20. madde kapsamında değerlendirilmesi gerektiği
belirtilmektedir.
Fizikî ve elektronik adreslerin Anayasanın 20. maddesi kapsamında
kişisel veri niteliğinde olduğu açıktır. Ancak kararda da belirtildiği üzere,
anılan hükümde de, maddenin gerekçesinde de kişisel verilerin korunmasının
tüzel kişileri kapsayıp kapsamadığı ile ilgili bir açıklık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde açık bir hüküm
olmamasına rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)'nin kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkını kapsamında değerlendirdiği Sözleşmenin 8. maddesinde
de Anayasanın 20. maddesinde olduğu gibi "herkes" kavramı
kullanılmakta; ancak AİHM kararlarına da dayanılarak, maddenin temel amacının
"bireyi" korumak olduğu, bu madde kapsamındaki hakkın kolektif
olmaktan çok bireysel bir niteliğinin bulunduğu, maddede özne olarak
"herkes" terimi tercih edildiğinden yaş, temyiz kudreti, vatandaşlık
veya cinsiyet temelinde istisna olmaksızın her bireyin bu haktan
yararlanabileceği, buna karşılık bu hakkın dört alt kategorisinden sadece
"konuta saygı hakkının" öznesinin hem gerçek hem de tüzel kişiler
olabileceği, "özel yaşama saygı hakkı", "aile yaşamına saygı
hakkı" ve "haberleşmeye saygı hakkı"ndan ise doğaları gereği
ancak gerçek kişilerin yararlanabileceği belirtilmektedir (Gülay Arslan Öncü, Özel
Yaşama ve Aile Yaşamına Saygı Hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve
Anayasa, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Kapsamında Bir İnceleme, Sibel
İnceoğlu (Ed.), Ankara 2013, s.301). Kişisel veriler, "özel yaşama saygı
hakkı" kapsamında korunan hukukî menfaatler arasında bulunan "bireyin
mahremiyetinin korunması hakkı"nın konusu olarak ele alınmaktadır (Öncü,
age., s.311-312). İncelenen kuralda kamu tüzel kişileri ile özel hukuk tüzel
kişilerini kapsayacak şekilde geçen "tüzel kişiler"in ise adresleri
bakımından "mahremiyet hakkı" söz konusu olmadığı gibi kuruluş
gayeleri itibariyle mümkün olduğunca alenî olmaları gerekmektedir.
Nitekim, kararın gerekçesinde atıf yapılan 95/46/EC sayılı Kişisel
Verilerin İşlenmesi ve Serbest Dolaşımı Konusunda Bireylerin Korunması
Hakkındaki Avrupa Direktifinin 2. maddesinde de kişisel veriler "kimliği
belirli veya belirlenebilir gerçek kişilere ait bilgi" olarak
tanımlanmakta ve elektronik haberleşme sektörüne ilişkin olarak tüzel kişileri
de koruma kapsamında kabul eden 2002/58/EC sayılı Elektronik Haberleşme
Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğin Korunması Hakkındaki
Avrupa Direktifinin Başlangıç kısmının 12. paragrafında bu Direktif ile üye
devletlere 95/46/EC sayılı Direktifin uygulama alanını tüzel kişileri de
kapsayacak şekilde genişletme yükümlülüğü getirilmediği belirtilmektedir.
95/46/EC sayılı Direktifin 8. maddesinde, özel hukuk tüzel kişilerinin
faaliyetleri esnasında yapılan işlemeler ile daha önce kamuya açıklanmış veya
kanunî hakların tesisi için gerekli verilerin işlenmesinde hukuka uygunluk
nedenlerinin bulunduğu da kabul edilmektedir.
Kuralda geçen "tüzel kişiler"den olan şirketlerin, Türk
Ticaret Kanunu ve Kooperatifler Kanununa göre Ticaret Siciline tescil ile tüzel
kişilik kazanacakları ve bunların merkezleri ile ortaklarının adreslerinin de
Ticaret Sicili Gazetesinde ilân edileceği; ayrıca Türk Ticaret Kanununun 39.
maddesine göre ticarî işletmeyle ilgili ticarî mektuplarda ve ticarî defterlere
yapılan kayıtların dayandığı belgelerde sicil numarası, ticaret unvanı,
işletmenin merkezi ile tescil edilen internet sitesinin adresinin
gösterileceği; vakıfların Türk Medenî Kanununun 102. maddesine göre sicile
tescil ile tüzel kişilik kazanacağı ve ilgili Tüzük uyarınca vakfın yerleşim
yerini de belirtecek şekilde Resmî Gazetede ilân edileceği ve nihayet
derneklerin de diğer bilgileri ile birlikte ilgili mevzuat uyarınca sicile
kaydedildiği dikkate alındığında özel hukuk tüzel kişilerinin adresleri
bakımından mahremiyet hakkından söz edilemeyeceği açıktır. Kamu tüzel kişileri
de kamu gücü kullanan, mevzuatla yetki ve görevleri belirlenen ve bu itibarla
yetki ve görevleri gibi adresleri de alenî olması gereken kuruluşlardır.
Dolayısıyla, Anayasanın 20. maddesinin son fıkrasında ayrıca
düzenlenen kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının tüzel kişileri
kapsamadığını belirtmek, AİHM kararlarına da dayanılarak yapılan yukarıdaki
tespitlerle çelişmeyecektir.
Yukarıda da açıklandığı üzere, itiraz konusu kuralla yapılan
düzenlemenin özel hukuk ve kamu tüzel kişileri bakımından, önceden halka
duyurulan ve herkese açık olan verilere ilişkin olması, başka bir ifadeyle
gizliliği değil,aleniyeti esas olan adres bilgilerini kapsaması sebebiyle,
incelenen hükümde tüzel kişilerin rızasının aranmamasında Anayasanın 20.
maddesine bir aykırılık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, Anayasanın mezkûr hükmünde kişisel verilerin
"ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla"
işlenebileceği hükme bağlandığından, belirtilen bu iki durumdan birinin varlığı
kişisel verilerin işlenebilmesi için yeterli görülmekte ve kanunda istisna
olarak öngörülen hâllerde kişinin açık rızasının da aranması
gerekmemektedir.
Ayrıca, kararın gerekçesinde tüzel kişilere ait kişisel verilerin
ilgili kanunlar gereği veya kişilerin kendilerince kamuya açıklanmış ya da açık
sicillerde yer almış olmasının, söz konusu verilerin ücret karşılığında üçüncü
kişilere aktarılmasına rıza gösterildiği anlamına gelmediği belirtilmekte ise
de, veri tabanından yararlananlardan bir ücret alınıp alınmaması kişisel
verilerin korunmasını isteme hakkı bakımından belirleyici bir unsur değildir.
Bu sebeplerle, 6475 sayılı Kanunun 3. maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde yer alan ". ilgili mevzuatı saklı kalmak kaydıyla,
gerçek kişilerin rızası alınarak ..." ibaresindeki "gerçek"
kelimesinin iptaline ilişkin talebin reddine karar verilmesi gerektiği
düşüncesiyle, iptal yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Muammer
TOPAL
|
Üye
M.
Emin KUZ
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
6475 sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun 29. maddesinin (2)
numaralı fıkrasıyla, PTT hizmetleri ile ilgili olarak herhangi bir talepte
bulunmak ve PTT'nin sorumlu olduğu hallerde dava açmak sadece o hizmetten
yararlanan ile sınırlandırılırken; (3) numaralı fıkrasında ise, PTT hizmetleri
ile ilgili olarak talepte bulunma ve dava açma hakkının, faaliyet konusu
işlemin tesisi tarihinden itibaren bir yılın sonunda zamanaşımınauğrayacağı; bu
sürenin PTT'ye başvuru ile kesileceği ve yapılan inceleme ve araştırmaların
sonucunun ilgililere bildirildiği tarihte kesildiği yerden yeniden başlayacağı
ile sürenin yeni bir başvuruyla tekrar kesilmeyeceği kurallarına yerverilmiştir.
Anayasanın 172. maddesinde Devlete, tüketicileri koruyucu ve
aydınlatıcı tedbirleri alma ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini
teşvik etme görevi verilmiş, bu görevleri hayata geçirmek için ise 4077 sayılı
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun çıkarılmıştır. Bu Kanun hükümlerine göre,
tüketici haklarının ihlali durumunda sadece hizmetten yararlanan tüketici
değil, tüketici örgütleri ile Gümrük ve Ticaret Bakanlığı da dava açabilmekte;
zamanaşımı süresi ise, ayıplı hizmetten dolayı yapılacak taleplerde hizmetin
ifasından itibaren iki yıl, ayıplı hizmetin neden olduğu zarardan dolayı ise üç
yıl olarak kurallaştırılmış bulunmaktadır.
6475 sayılı Kanunun, PTT hizmetleri ile ilgili olarak herhangi bir
talepte bulunma ve PTT'nin sorumlu olduğu hallerde dava açmayı hizmetten
yararlanan ile sınırlandıran 29. maddesinin (2) numaralı fıkrası, Anayasanın
Devlete yüklediği tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik etme
göreviyle; talepte bulunma ve dava açma süresini bir yılla sınırlayan (3)
numaralı fıkrası ise, Devletin tüketicileri korumagöreviylebağdaşmamaktadır.
Yasalar arasında aynı konuda farklı kurallar konulması yasa
koyucunun takdir hakkı içindedir ve Anayasa Mahkemesi yasaların denetimini
yasalara göre değil, Anayasal kurallara uygunluğa göre yapar denilebilir.
Ancak, yasa koyucu takdir hakkını kullanırken Anayasal kurallara uymak
zorundadır.
Anayasanın 172. maddesinin gereği olarak tüketici haklarını
güvence altına almak üzere çıkarılan 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanunda yer alan güvencelere PTT A.Ş. lehine istisnai düzenlemeler getiren 6475
sayılı Posta Hizmetleri Kanunu'nun 29. maddesinin (2) ve (3) numaralı
fıkralarındaki hükümler, Anayasanın 2. maddesindekikurallarlabağdaşmamaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde hukuk devleti ilkesine de yer
verilmiştir. Anayasanın 2. maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri
hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olandevlettir.
Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 tarih, E.1996/58, K.1996/43 sayılı
kararında da belirtildiği üzere, "hukuk Devleti olabilmenin en
önemli göstergelerinden biri yasaların genelliği ilkesine
uyulmasıdır. Yasaların genelliği ilkesi, özel, aktüel ve geçici bir durumu
gözetmeyen, belli bir kişi veya kuruluşu hedef almayan, aynı statü ve durumda
olan herkesi kapsayan kuralların getirilmesini zorunlu kılar."Aynı
durumve statüde olanherkesi kapsayan 4077 sayılı Kanundaki kuralları işlemez
kılmayı, tüketiciler aleyhine ve PTT A.Ş. lehine, serbest piyasa ilkelerine
aykırı, haksız rekabet oluşturacak nitelikte, PTT A.Ş.'yi korumaya yönelik,
özel, PTT A.Ş.'ye tanınan bir ayrıcalık, yasalaştırılarak yasaların genelliği
ilkesinden ayrılınmış olunduğundan, kural Anayasanın 2. maddesindeki hukuk
devleti ilkesine aykırılık taşımaktadır.
6475 sayılı Kanun'un 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
PTT'nin faaliyet konuları; yurt içinde ve yurt dışında her türlü taşımacılık
hizmetlerini de içerecek şekilde posta, koli, kargo ve lojistik hizmetleri; pul
basımı ve satımı; 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki faaliyet konuları
ile ilgili bankalarla yapacağı sözleşmeler doğrultusunda bankalara destek
hizmetleri, parasal posta hizmeti, ödeme hizmeti, adres bilgi kayıt sistemi ve
elektronik sertifika hizmet sağlayıcılığı, elektronik ortam dahil her türlü
tebligat ve telgraf hizmetlerine ilişkin faaliyetler ile esas sözleşmesinde
belirlenen diğer faaliyetler olarak sıralanmıştır.
PTT'nin faaliyet alanı içinde bulunan yurtiçi ve yurtdışı koli ve
kargo taşımacılığı hizmetlerini yürüten çok sayıda koli ve kargo taşımacılığı
ile lojistik hizmeti firmaları; para transferi, ödeme ve bankacılık
hizmetlerini yürüten çok sayıda banka vardır ve bunların tamamı yürüttüğü
hizmetlerden dolayı, 4077 sayılı Tüketicinin KorunmasıHakkında Kanunhükümlerine
tabibulunmaktadır.
PTT ile taşımacılık ve lojistik firmaları ve bankalar arasında
sermayeye sahiplik dışında hukuken bir fark bulunmayıp, hukuk karşısında bunlar
özdeş durumdadır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere,
Anayasanın 10. maddesinde öngörülen yasa önünde eşitlik ilkesi, birbirinin aynı
durumda olanlara ayrı kuralların uygulanması ve ayrıcalıklı kişi ve
toplulukların yaratılmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Aynı durumda olanlar
için ayrı düzenleme Anayasaya aykırılık oluşturur. Anayasanın amaçladığı
eşitlik, eylemli değil hukuksal eşitliktir ve aynı hukuksal durumların aynı,
ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı tutulmasını gerektirir.
PTT A.Ş.'nin faaliyet yürüttüğü taşımacılık, lojistik ve
bankacılık sektörlerinde, faaliyette bulunan diğer firmalardan hukuki bir
farklılığı yok iken, ayrı kurallara tabi tutularak ayrıcalıklı kılınmasını
öngören 6475 sayılı Kanun'un 29. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları
Anayasanın 10 uncu maddesine de aykırılık taşımaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6475 sayılı Posta Hizmetleri
Kanunu'nun 29. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkralarının, Anayasanın 2., 10.
ve 172. maddelerine aykırı olduğunu düşündüğümden çoğunluk görüşüne katılmadım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Mahkememiz çoğunluğu tarafından, iptal istemine konu 6475 sayılı
Posta Hizmetleri Kanununun 3. maddesinin (a) bendinde yer alan 'gerçek' ibaresinin,
kuralda tüzelkişiler yönünden rıza öğesine yer verilmemesi ve bu şekilde
kişisel verilerinin korunmaması dolayısıyla Anayasa'nın 10. ve 20. maddelerine
aykırı görülerek iptali gerektiği sonucuna ulaşılmış olmakla birlikte, aşağıda
yazılı nedenlerle bu görüşe iştirak edememekteyim.
İncelemeye konu kural şöyledir : "a) Adres bilgi kayıt
sistemi: 25.4.2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu ve ilgili
mevzuatı saklı kalmak kaydıyla, gerçek kişilerin rızası alınarak, gerçek ve
tüzel kişiler ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait fiziki ve elektronik
adreslerin, reklam ve tanıtım amacıyla PTT hizmetlerinden yararlananlara ücret
karşılığı kullandırılmasına yönelik olarak oluşturulan PTT'ye ait veri
tabanını,"
5982 sayılı Kanunun 2. maddesiyle Anayasa'nın 20. maddesine
eklenen 3. fıkra uyarınca, "herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin
korunmasını isteme hakkına sahiptir. ... kişisel veriler ancak kanunda
öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir..."
Anayasa'daki bu düzenleme elbette tüzelkişileri de kapsamaktadır. Ancak
düşünceme göre, gerçek kişiler ile tüzelkişiler bakımından nelerin kişisel veri
sayılacağı konusunda tam bir paralellik kurulamaz.
Kişisel veri kavramı esasında gerçek kişiler için
geliştirilmiştir. Bu kavramın ortaya çıkmasından önce gerçek kişiler bakımından
hukuki koruma, kişilik haklarının korunması ve 'özel hayatın gizliliği'
(mahremiyet hakkı) kavramları çerçevesinde sağlanmıştır. Gelişen insan hakları
hukukuna paralel olarak insan onuru, bireyin özerkliği ve bilgilerin geleceğini
belirleme hakkı gibi kavramlar geliştirilmiştir. Son kırk yılda Birleşmiş
Milletler, OECD ve Avrupa Konseyi çalışmaları ve uluslararası metinlerde
kişisel veri kavramı yerleşmiştir (bkz.; Elif Küzeci, Kişisel Verilerin
Korunması, Ankara 2010, s. 67 vd., 116 vd.; Hayrunnisa Özdemir, Elektronik
Haberleşme Alanında Kişisel Verilerin Özel Hukuk Hükümlerine Göre Korunması,
Ankara 2009, s. 26 vd; Selen Uncular, İş İlişkisinde İşçinin Kişisel
Verilerinin Korunması, Ankara 2014, s. 29 vd.; Doğan Kılınç, Anayasal Bir Hak
Olarak Kişisel Verilerin Korunması, AÜHFD Y. 61, S. 3, 2012, s. 1089 vd.).
Nitekim Avrupa Birliği ülkelerinde veri koruma düzenlemelerinin temelini teşkil
eden 94/46-EC sayılı Avrupa Veri Koruma Direktifinde gerçek kişiler bakımından
kişisel verilerin korunması esas alınmış, ancak 2002/58 - EC sayılı Avrupa
Parlamentosu ve Konsey Direktifi'nde yalnızca elektronik haberleşme sektörüne
ilişkin olarak gerçek ve tüzel kişilerin veri sahibi kabul edilebileceği
belirtilmiştir.
Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan "Kişisel Nitelikteki
Verilerin Otomatik isleme Tabi Tutulması Karsısında Şahısların Korunmasına Dair
Sözleşme"nin 2. maddesinde kişisel veri; "Kimliği belirtilen veya
belirtilebilen gerçek kişiyle ilgili tüm bilgiler" olarak
tanımlanmıştır (Kılınç, agm. s. 1094.).
Kişisel veri terimi ile genel olarak; kimliği belirli veya
belirlenebilir bir kişiye ait her türlü bilgiyi ifade etmektedir. Bu anlamda
gerçek kişilerin nüfus ve sağlık bilgileri, sosyal ve kültürel ilişkilerine
ilişkin bilgiler, cinsel hayatlarına, gelir-giderlerine, aile yapıları ve bağlarına
ilişkin bilgiler, inanç ve felsefi düşüncelerine, adreslerine dair bilgilerin
kişisel veri olduğu söylenilmelidir. Bu kapsamda, gerçek kişiler yönünden adres
bilgilerinin kişisel veri olarak kabul edilmesi doğaldır. Tüzelkişiler
bakımından da, kişiliklerini ilgilendiren konularla ilgili olarak örneğin
ticari varlıklarını ve ticari ilişkilerini ya da faaliyetleri ve faaliyetleri
sırasında ilişki kurdukları gerçek ve tüzelkişilerle ilgili bilgilerini kişisel
veri kapsamında değerlendirmek mümkün olabilir. Fakat tüzelkişiler bakımından
adres bilgilerinin kişisel veri olarak kabul edilmesi, kişisel veri hukukunun
amacını aşan ve hukukla bağdaşmayan aşırı bir yorum niteliğindedir. Diğer
taraftan, ticari hayatta faaliyet gösteren şirketler ile kooperatifler kuruluş
ve adresleri ticaret sicil gazetesinde ilan edilerek ve Medeni Kanun kapsamında
kurulan vakıflar da tescil ve ilanı Resmi Gazete'de yayımlanarak aleniyet
kazanmaktadır. Benzer biçimde dernekler de kamu yararı veya belirli bir amaçla
faaliyet göstermek üzere kurulan ve topluma kendilerini bu isim ve adresleriyle
duyuran özel hukuk tüzel kişileridir. Belirtilen tüzelkişiler bakımından
aleniyet kazanan faaliyet adreslerinin kişisel veri olduğu ve anayasal koruma
içerisinde bulunduğu görüşü tarafımca paylaşılmamaktadır. Buna karşın bir tüzel
kişinin faaliyeti kapsamında herkesin bilmesine kapalı tutulan bazı adreslerin
(örn. şirket toplantı yeri, üretim veya ticari planlama adresi, bir derneğin
veya vakfın deposunun adresi vb.) kişisel veri olarak korunması söz konusu
olabilir. Ancak kuralda söz konusu olan hukuken aleniyet kazanmış kuruluş
adreslerine ilişkin bilgilerdir.
Anayasa'nın 10. maddesi yönünden ise, hukuk düzenindeki
varlıkları, haklar ve borçlara ehliyetleri bakımından gerçek ve tüzelkişilerin
eşit olduğu söylenebilir ise de, varoluş nedenleri gereği doğal olarak birtakım
haklar bakımından farklı düzenlemelere ihtiyaç olacağı açıktır. Örneğin gerçek
kişi için söz konusu olan seyahat hürriyetinin veya toplantı ve gösteri
yürüyüşü hakkının tüzel kişi bakımından geçerli olduğu ve eşit düzenlemeleri
gerektirdiği ileri sürülemez. Bu nedenle, kişisel veri bakımından aynı hukuki
durumda bulunmayan gerçek ve tüzel kişiler arasında eşitlik karşılaştırmasının
yapılamayacağı görüşündeyim. Diğer taraftan çoğunluk gerekçesinde tüzel kişiye
ait adres bilgilerinin ticari kullanımının hukuka aykırı olduğu ileri
sürülmüştür. Tüzel kişilere ilişkin hukuk kurallarında alenileşmesi öngörülen
adres bilgilerinin, söz gelimi internet ortamında herhangi bir kişi tarafından,
"Türkiye'deki Çocuk ve Kadın Vakıfları ve Adresleri" başlığı altında
reklam gelirlerini haiz bir arama motoruyla tanıtılıyor olması hukuka aykırı
olmayacağı gibi, incelenen Kanundaki düzenlemenin bu bakımdan aykırı bulunması
da o derece mümkün olmayacaktır.
Açıklanan nedenlerle, incelenen kuralın Anayasa'ya aykırı olmadığı
ve iptal başvurusunun reddi gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun
iptal kararına iştirak edememekteyim.