"...
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvurunun gerekçe bölümü şöyledir:
"Davacı vekili, 19.12.2012 tarihinde AYİM'de kayıtlara
geçen dava dilekçesinde özetle; davacının 7. Dönem uzman erbaş komando temel
kursundayken 17.12.2008 tarihinde güç engelleri parkurundan geçerken düştüğünü
ve kolunun çıktığını, akabinde birkaç kez hastanelerde tedavi gördüğünü,
01.12.2009 tarihinde de Siirt 3. Komd. Tug.3 Komd.Tb.1.Komd.Bl.3, nolu
koğuşundayken P.Uzm.Çvş. .'ın elinde bulunan kuru sıkı tabancanın ateş alması
sonucu kolundan yaralandığını, akabinde gördüğü tedavilerden sonra TSK'da görev
yapamaz hale geldiğini ve 16.02.2011 tarihinde de GATA'da bu yönde rapor
düzenlendiğini, özürlülük oranının da %52 olarak belirlendiğini, ancak
Etimesgut Devlet Hastanesi tarafından da %64 oranının belirlendiğini belirterek
uğranılan maddi ve manevi zararlar karşılığı olarak davacıya 130.000,00 TL
maddi, 20 000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 150.000.TL tazminatın
olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda,
davacının 17.12 2008 tarihinde eğitim sırasında düşmesi nedeniyle sol kolunun
çıktığı, ardından çeşitli kez hastanelerde tedavi gördüğü, ayrıca 01.12.2009
tarihinde aynı kolundan P.Uzm.Çvş. .'ın elinde bulunan kuru sıkı tabancanın
ateş alması sonucunda bir kez daha yaralandığı, olay nedeniyle gördüğü tedavi
sonrasında GATA tarafından düzenlenen raporda kolundaki rahatsızlıklar
nedeniyle TSK'da görev yapamayacağına 16.02.2011 tarihinde karar verildiği,
GATA tarafından 28.09.2011 tarihinde düzenlenen raporla da %52 oranında
özürlülüğünün bulunduğuna karar verildiği, maddi ve manevi tazminat talebiyle
açılan ve Ankara 16'ncı Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada verilen
görevsizlik kararı sonrasında işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
B- ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞU KANAATİNE VARILAN YASA HÜKMÜNÜN DAVADA
UYGULANACAK KURAL OLUP OLMADIĞI HUSUSUNUN İRDELENMESİ:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Anayasaya aykırılığın diğer
mahkemelerde ileri sürülmesi" başlıklı 152'nci maddesinin birinci
fıkrasında; bir davaya bakmakta olan mahkemenin, uygulanacak bir kanun veya
kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakması, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un "Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri
sürülmesi" başlıklı 40'ıncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında da; bir
davaya bakmakta olan mahkemenin, bu davada uygulanacak bir kanun veya kanun
hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa;
iptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını
açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslını, başvuru kararına ilişkin
tutanağın onaylı örneğini, dava dilekçesi, iddianame veya davayı açan belgeler
ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerini, dizi listesine bağlayarak
Anayasa Mahkemesi ne göndermesi öngörülmüştür.
6098 sayılı Kanunun 55'inci maddesinde, "Destekten yoksun
kalma zararları ile bedensel zararlar, bu kanun hükümlerine ve sorumluluk
hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal
güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların
belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan
tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya
azaltılamaz.
Bu kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin
sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve
davalarda da uygulanır." hükmü yer almaktadır. Dava dosyasında bulunan
bilgi ve belgelerden anlaşılacağı üzere; davacının eğitim sırasında düşmesi
nedeniyle sol kolunun çıktığı, ardından çeşitli kez hastanelerde tedavi
gördüğü, müteakiben aynı kolundan bir arkadaşının elinde bulunan kuru sıkı
tabancanın ateş alması sonucunda bir kez daha yaralandığı, olay nedeniyle
gördüğü tedavi sonrasında GATA tarafından düzenlenen raporda kolundaki
yaralanma ve sakatlanma nedeniyle TSK'da görev yapamayacağına karar verilmesi
sonrasında, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunduğu, davacıya Sosyal
Güvenlik Kurumunca aylık bağlandığı, bağlanan aylığın rucua tabi olmadığının
bildirildiği, bu durumda davalı idarenin sorumlu olup olmadığının, sorumlu ise
maddi tazminat hesap edilirken bağlanan aylıkların tazminat miktarından düşülüp
düşülmeyeceğinin tespiti için 6090 sayılı Kanunun 55'inci maddesinin göz önünde
bulundurulması ve değerlendirilmesinin gerektiği, bu nedenle 6098 sayılı
Kanunun 55'ınci maddesinin işbu davada uygulanacak kural olduğu ve bu yasa
hükmü dikkate alınmadan dava konusu uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasına imkan
bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Anayasaya aykırı olduğu kanaatine varılan yasa hükmünün işbu
davada uygulanacak yasa hükmü olduğu bu şekilde saptandıktan sonra Anayasaya
aykırı görülmesi hususun irdelenmesine geçilmiştir.
C- DAVADA UYGULANACAK KURAL OLAN YASA HÜKMÜNÜN ANAYASAYA AYKIRI
GÖRÜLMESİ HUSUSUNUN İRDELENMESİ:
1- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55/2'inci maddesindeki;
"Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin
sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda
da uygulanır." hükmünün Anayasanın 2, 10, 40, 125, 129, 141, 155 ve
157'nci Maddelerine Aykırı Görülmesi Hususunun İrdelenmesi:
04.02.2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 01
Temmuz 2012 tarihinde yürürlüce giren 11.01 2011 tarih ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanununun 55. maddesiyle şu hüküm getirilmiştir. "Destekten yoksun
kalma zararları ile bedensel zararlar, bu kanun hükümlerine ve sorumluluk
hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal
güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların
belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan
tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya
azaltılamaz.
Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin
sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve
davalarda da uygulanır."
Hükümetin TBMM'ye sunduğu Türk Borçlar Kanunu Tasarısında
bulunmayan bu fıkra hükmü, tasarının Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında
eklenmiş olup 04.02.2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 01.10
2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayı ve 12.01.2011 tarihli Hukuk
Muhakemeleri Kanununun "Ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan
zararların tazmini davalarında görev" kenar başlıklı 3. maddesiyle de,
"Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer
sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine
yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin
davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin sorumluluğu dışında kalan sebeplerden
doğan aynı tür zararların tazminine ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır.
30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır''
hükmü getirilmiştir.
1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü maddesi ile idarî eylem ve işlemler sebebiyle
ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini
davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmiştir. Anılan madde
hükmüne göre, başka herhangi bir koşul ve sınırlama bulunmaksızın idarî eylem
ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer nedenlerin yol açtığı "vücut
bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesi" ya da "kişinin
ölümü" sonucu oluşan maddî ve manevî zararların tazmini istemiyle açılan
davalarda, görevli yargı yeri adlî yargı düzeni içerisinde "asliye hukuk
mahkemesi" olmuştur.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü maddesi, yasalaşma sürecinde
komisyon görüşmeleri sırasında verilen bir önergenin komisyonda kabul edilmesi
ile yasa tasarısına girmiştir. Komisyonda verilen önergede; insan zararlarına
ilişkin olarak açılan tazminat davalarının farklı yargı kollarında görülmesinin
benzer olaylarda birbirinden farklı kararların çıkmasına sebep olduğu, bu alanın
disipline edilebilmesi bakımından insanın vücut bütünlüğüne ilişkin bir zarar
doğması durumunda zararı kimin verdiğine bakılmaksızın zarar süjesi esas
alınarak bu davaların asliye hukuk mahkemelerinde görülmesi gerektiği
belirtilmiştir. Madde gerekçesinde; "...Bu davalar, doğaldır ki idare
hukuk normlarına değil özel hukuk normlarına, (Hukuk Muhakemeleri Kanunu,
Borçlar Kanunu ve Türk Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları) bağlı
olacaktır. Nitekim Türk Borçlar Kanunu Tasarısına, bu konuda Adalet Komisyonu
tarafından bağımsız bir hüküm de eklenmiştir. Türk Borçlar Kanunu Tasarısı
Komisyon metninde yer alan 55 inci madde şöyledir:.." denilerek Yasa
Koyucu tarafından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü maddesi ile
idarî eylem ve işlemler sebebiyle ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden
doğan zararların tazmini davalarına bakma görevinin asliye hukuk mahkemelerine
verilmesinin, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55'inci maddesiyle de Asliye
Hukuk Mahkemelerinde bakılacak bu davalarda idare hukuku normlarının değil,
özel hukuk normlarının, (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk
Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları) uygulanmasının amaçlandığı
anlaşılmaktadır.
1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasıyla
maddenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması üzerine, Anayasa
Mahkemesinin 16.02.2012 gün ve 2011/35 Esas, 2012/23 Karar sayılı kararıyla, 12.1.2011
günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının; birinci cümlesinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, birinci
cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan ikinci ve üçüncü
cümlelerinin de, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince
iptaline karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi iptal kararında; "Dava dilekçesinde,
Anayasanın 2. maddesinde anlamını bulan hukuk devleti ilkesinin vazgeçilmez
ölçülerinden birinin idarenin yargısal denetimi olduğu, Anayasa da idari ve
adli yargı ayırımının esas alındığı bu ayırımın ilkelerinin Anayasa'da
gösterildiği, idari ve adli yargıda görev konusunun yasa koyucuya
bırakılmadığı, bu nedenle idari yargının görev alanına giren uyuşmazlıkların
çözümünü adli yargıya bırakan dava konusu kuralın, Anayasa'nın 2., 37., 125 ve
155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralla, idari işlemler ve idari eylemler ile
idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların
tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu
öngörülmektedir.
Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasında, "idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır"; 155. maddesinin
birinci fıkrasında ise "Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka
bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakar" hükmü yer almaktadır.
Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği
üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa'da adlî ve idari yargı ayrımına
gidilmiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle
Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına
giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı
görevli olacaktır. Bu durumda idari yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmek konusunda yasa koyucunun
mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari
yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı
neden ve kamu yararının bulunması halinde yasa koyucu tarafından adlî yargıya
bırakılabilir.
Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen
maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi
ve manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına
bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan
zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların
tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin
aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî
yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı
kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı,
idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir.
Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk
kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin
idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda,
idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın
denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak
kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki
kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup
sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız
bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden
kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi
gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem,
işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin
davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden
olduğu söylenemez.
Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 43. maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya
aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur.
Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık
kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasanın 157. maddesi yönünden
de incelenmiştir. Anayasanın 157. maddesinin birinci fıkrasında, "Askerî
Yüksek İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile,
asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve
eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece
mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin
asker kişi olması şartı aranmaz." hükmü yer almaktadır. Anayasanın 157.
maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan
eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli yargının değil;
askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanına
girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen
yitirilmesine yol açan eylem ceza işlem, bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir
asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk
mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve
askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın 157.
maddesine de aykırılık oluşturur." diyerek, iptali istenen kuralın,
Anayasanın 125., 155. ve 157. maddelerine aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
İptal ile idari eylem ve işlemler sebebiyle ölüm veya vücut
bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarına Asliye Hukuk
Mahkemelerinin bakma görevi sona ermiştir. Ancak, bu Mahkemelerde bakılacak bu
davalarda idare hukuku normlarının değil, özel hukuk normlarının, (Hukuk
Muhakemeleri Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk
kanunları) uygulanmasını öngören 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55'inci
maddesi ise yürürlüktedir. Bu durumda iptal kararı sonrasında bu tür davalara
bakmakla tekrar görevli hale gelen İdare Mahkemelerinin, 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanununun 3'üncü maddesinin yürürlüğe girdiği 1 Ekim 2011
tarihinden önceki dönemden farklı olarak, bu tür davalarda, 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanununun 55'inci maddesi uyarınca, idare hukuku normlarını değil, özel
hukuk normlarını, (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Medeni
Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları) uygulama durumları söz konusu olmuştur.
Bu durumda, idarî eylem ve işlemler sebebiyle ölüm veya vücut bütünlüğünün
yitirilmesinden doğan zararların tazmini davalarına Asliye Hukuk Mahkemelerinin
bakması ile idare hukukuna özgü kural ve kuramları uygulayamayan İdare
Mahkemelerinin bakması arasında bir fark yoktur. İdare hukukuna özgü kural ve
kuramları uygulayamayan İdare Mahkemeleri bu davalarda bir nevi "Asliye
Hukuk Mahkemesi" gibi görev yapmış olacaklardır.
Anayasa Mahkemesi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü
maddesinin iptaline ilişkin karada; "Dava konusu kurallar sadece kişinin
vücut bütünlüğüne verilen maddi zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve
ölüm nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararların tazmini konusu kapsama
alınmakta ve bu tazminat davalarına bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine
verilmektedir. Buna göre, aynı idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu
olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan zararlar kapsama alınmadığından,
sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların tazmini davaları idari yargıda
görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin aynı yapı içinde aldığı kararın
bîr bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî yargıda görülmesi yargılamanın
bütünlüğünü bozacaktır." demiştir. 6096 sayılı Borçlar Kanunun 55/2'nci
maddesindeki; "Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile
idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen
veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem
ve davalarda da uygulanır" hükmü uyarınca her türlü idari eylem ve
işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı
zararlara ilişkin istem ve davalarda özel hukuk normları, (Hukuk Muhakemeleri
Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları),
her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin
yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin
ölümüne bağlı olmayan zararlara ilişkin istem ve davalarda ise idare hukukunun
kuram ve kuralları, sorumluluk sebepleri uygulanacak, böylece idarenin aynı
yapı içinde aldığı kararın bir bölümünde özel hukuk normları, bir bölümünde
idare hukukuna özgü kuram ve kurallar uygulanmak suretiyle yargılamanın
bütünlüğü bozulacaktır. Anayasa Mahkemesi mezkur iptal kararında; " ayrıca
iki ayrı yargı kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun
kapsamı, idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara
ulaşılabilecektir. Esasen idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz
sorumluluk kavramları, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve
kişilerin idare karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare
hukukunda, idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri,
fedakârlığın denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara
dayanılarak kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk
alanındaki kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş
olup sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği
tartışmasız bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer
sebeplerden kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde
görülmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı
idari eylem, işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine
ilişkin davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı
neden olduğu söylenemez." demiştir. 6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/2'nci
maddesindeki; "Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile
idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen
veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve
davalarda da uygulanır." hükmü uyarınca her türlü idari eylem ve işlemler
ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün
kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin
istem ve davalarda özel hukuk normları, (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Borçlar
Kanunu ve Türk Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları), her türlü idari
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı
olmayan zararlara ilişkin istem ve davalarda ise idare hukukunun kuram ve
kuralları, sorumluluk sebepleri uygulanacak, böylece aynı idari eylem, işlem
veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin davalarda
farklı hukuk kuralları ve sorumluluk sebepleri uygulanmış olacaktır. Bu tip bir
uygulamada da kamu yararı ve haklı neden bulunmadığı gibi, her türlü idari
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı
zararlarda farklı, bu nitelikte olmayan zararlarda farklı uygulama yapılmak
suretiyle aynı idari eylem ve işlem sebebiyle zarara uğrayan kişiler arasında
haklı bir neden olmadan eşitlik ilkesine aykırı uygulama yapılmış olacaktır.
Anayasa Mahkemesinin Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü
maddesine yönelik vermiş olduğu iptal kararının gerekçesinde de vurguladığı
gibi, idare hukukunda var olan sorumluluk kuralları bireyin idare karşısındaki
korunma kapsamını genişletmektedir. Zira, idare hukukunda, idarenin hiçbir
kusuru olmasa da fedakârlığın denkleştirilmesi, sosyal risk ve terör eylemleri
gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak kişilerin uğradığı
zararların tazmin edilmesi mümkünken, özel hukuk alanındaki kusursuz sorumluluk
halleri belirli konular için düzenlenmiş olup sınırlıdır. Anayasa Mahkemesi bir
kararında; "idari yargının, yani adli yargıdan ayrı ve bağımsız bir idari
yargı sisteminin Anayasaca ve idare hukukunca kabul edilmiş olmasının nedeni,
kamu hizmetlerinde doğan anlaşmazlıkların yapılarındaki özellikler; bunlara
uygulanacak kuralların hukuki ve teknik bir nitelik taşıması; özel hukuk dalı
ile idare hukuku arasında büyük bir bünye, esas ve prensip farkının var olması;
idari işlemlerin, idare hukuku dalında uzmanlaşmış ve kamu hukuku alanında
bilgi ve tecrübe edinmiş hâkimlerce denetlenmesinin zorunlu sayılmış olmasıdır.
Adli yargı ile idari yargının birbirinden ayrılmasının temelinde, özel hukukla
idare hukukunun ayrı ilke ve kurallara oturmuş bulunmaları; uyuşmazlık
alanlarının ve bu uyuşmazlıklara uygulanacak hukuk kurallarının değişik olması
yatmaktadır. Gerçekten özel hukuka egemen olan temel ilke, kişiler arasında hak
ve menfaat eşitliğinin ve irade hürriyetinin bulunmasıdır. Adli yargının amacı,
taraflar arasındaki uyuşmazlığın hak ve nasafet kurallarına göre çözülerek
haksızlığın giderilmesi ve varsa zararın tazmin ettirilmesi olduğu halde idari
yargı denetiminin ana ereği, idarenin, idare hukuku alanı ye kanun çerçevesi
içinde kalmasını sağlamaktır." diyerek (Anayasa Mahkemesinin 25.05.1976
gün ve 1976/1 Esas, 1976/28 Karar sayılı kararı: 16.08.1976 tarihli ve 15679
sayılı Resmî Gazete) adlî yargı ile idarî yargının birbirinden ayrılmasının nedenlerini
belirtmiştir.
6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/2'nci maddesinde, her türlü idari
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı
zararlara ilişkin istem ve davalarda da bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı
belirtildiğinden, uygulanacak kanun hükümlerinden birisi de 6098 sayılı Borçlar
Kanununun 55/1'nci maddesindeki hükümdür. Anılan maddede, destekten yoksun
kalma zararları ile bedensel zararların, bu kanun hükümlerine ve sorumluluk
hukuku ilkelerine göre hesaplanacağı, kısmen veya tamamen rücu edilemeyen
sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin, bu tür
zararların belirlenmesinde gözetilemeyeceği, zarar veya tazminattan indirilemeyeceği
belirtilmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun
39'uncu maddesi; "Üçüncü bir kişinin kastı nedeniyle malûl veya vazife
malûlü olan sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine, bu Kanun uyarınca
bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için
Kurumca zarara sebep olan üçüncü kişilere rücu edilir.
Malûllük, (Ek ibare: 17/04/2008-5754 S.K./66 mad) vazife malûllüğü
veya ölüm hali, kamu görevlilerinin veya er ve erbaşlar ile kamu idareleri
tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak
yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında
kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak
sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan aylıklar için Kurumca, kurumuna veya
ilgililere rücu edilmez." hükmünü,
Aynı Kanunun 93/3'üncü maddesi; "Bu Kanuna dayanılarak
Kurumca açılacak tazminat ve rücû davaları, on yıllık zamanaşımına tâbidir.
Zamanaşımı tarihi; rücu konusu gelir ve aylıklar bakımından Kurum onay
tarihinden, masraf ve ödemeler için ise masraf veya ödeme tarihinden itibaren
başlar." hükmünü içermektedir.
Belirtilen hükümlere göre bir sosyal güvenlik ödemesi ve zarara
uğrayan kişinin vazife malûllüğüne veya ölümüne neden olan üçüncü kişi veya bir
kamu görevlisi var ise, hesaplanacak tazminattan rücu edilebilen sosyal
güvenlik ödemeleri mahsup edilecektir, Bunun içinde Mahkeme kararının
kesinleşmesi beklenecektir. Sorumluların hemen tespit edilemediği durumlarda,
SGK 10 yıllık zamanaşımı süresince sorumluların tespitini bekleyebilecektir.
Gerek yargılama süreci, gerek 10 yıllık zamanaşımı süresi, gerekse Ceza
Muhakemesi Kanununun 231'inci maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararının mahiyeti ve hukuki sonuçları nedeniyle tazminat davası
sonuçlanamayacak, yıllarca sürecektir. Bu durumda hem yargılamalar uzayacak,
yargılamaların uzaması nedeniyle davalı gecikme faizi ödemek durumunda kalacak,
aynı eylemler nedeniyle zarara uğrayan, davalıları aynı idare olan kişiler,
sorumluların tespit edilip edilememesine, yargılamalarının sonuçlanıp
sonuçlanmasına, zarara neden olan üçüncü kişi ve kamu görevlileri hakkında verilecek
hükümlerin mahiyetine göre haklı bir neden olmadan eşitlik ilkesine aykırı
uygulamalara maruz kalacaklardır. Bu durum ise, davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir diyen Anayasanın
141/4'üncü maddesine, 10'uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırıdır.
Devletin rücu hakkını düzenleyen üst norm olan Anayasanın 40'ıncı
maddesinin 3'üncü fıkrasında; "Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki
haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir
Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır" hükmü ile
129'uncu maddesinin 2'inci fıkrasında; "Memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat
davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve
şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir" hükmü birlikte
değerlendirildiğinde, Borçlar Kanununun 55'inci maddesi ile getirilen ve sosyal
güvenlik ödemeleri ile ilişkilendirilen rücu hükmünün, üst norm olan ve
tazminat davalarında kamu görevlilerine kusurlarından dolayı rücu edilmek
kaydıyla şeklinde belirlediği açık ve emredici hükmün uygulanmasını
engellediği, bazı hallerde üst normda öngörülen rücu hakkını ortadan kaldırdığı,
tali bir konuda yapılan yasal düzenlemenin, üst norm olan Anayasa hükmünün
önüne geçtiği, bu haliyle Borçlar Kanununun 55/2'nci maddesinin uygulanacağını
belirttiği hükümlerden birisi olan Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesindeki,
"Kısmen ve tamamen rücu edilemeyen." ibaresinin uygulanması nedeniyle
haliyle Borçlar Kanununun 55/2'nci maddesinin Anayasanın 40, 129'uncu
maddelerine aykırılık oluşturduğu gibi, sosyal güvenlik ödemelerinin yarar
kabul edilmesine ilişkin ayrımın zarar görenler üzerinde yarattığı farklı
uygulamaların, idari yargıda görülen davalarda, kişiler arasında eşitsizliğe
yol açtığı, bununda Anayasanın 10'uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine
aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
Tüm bu açıklamalar ışığı altında ifade etmek gerekir ki, Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 3'üncü maddesinin iptalinden sonra 6098 sayılı Borçlar
Kanununun 55/2'nci maddesi hükmü yürürlükte bulunduğundan idarenin sorumlu
olduğu vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin
ölümüne bağlı zararlara ilişkin davalar, idarî yargının amacına aykırı olarak
özel hukuk hükümlerine göre çözümlenecektir. Bu hüküm uyarınca idarenin
sorumluluğu da özel hukuk hükümlerine göre, (Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Borçlar
Kanunu ve Türk Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları) belirleneceğinden
söz konusu uyuşmazlıkların idarî yargı mercilerinde çözümlenmesinin bir anlamı
kalmayacak idare mahkemeleri bir nevi "Asliye Hukuk Mahkemesi" gibi
görev yapacaktır. 6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/2 hükmü uyarınca idare
mahkemeleri, kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin
idare karşısında korunma kapsamını genişleten, idare hukukunda var olan hizmet
kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramlarını kullanamayacak, idare hukukunda,
idarenin hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın
denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak
kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkün olmayacaktır. Bu durumun
sonucu olarak da bireyin idare karşısındaki korunma kapsamını daralacaktır.
6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/2'nci maddesi uyarınca her türlü idari eylem
ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı
zararlara ilişkin istem ve davalarda özel hukuk normları, (Hukuk Muhakemeleri
Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Medeni Kanunu ile diğer özel hukuk kanunları),
her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin
yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin
ölümüne bağlı olmayan zararlara ilişkin istem ve davalarda ise idare hukukunun
kuram ve kuralları, sorumluluk sebepleri uygulanacak, böylece idarenin aynı
yapı içinde aldığı kararın bir bölümünde özel hukuk normları, bir bölümünde
idare hukukuna özgü kuram ve kurallar uygulanmak suretiyle yargılamanın
bütünlüğünü bozacak ve idarenin malî sorumluluğu konusunda bir ikilik meydana
gelecek, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer
sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya
da kişinin ölümüne bağlı zararlarda farklı, bu nitelikte olmayan zararlarda
farklı uygulama yapılmak suretiyle aynı idari eylem ve işlem sebebiyle zarara
uğrayan kişiler arasında haklı bir neden olmadan eşitlik ilkesine aykırı
uygulama yapılmış olacaktır. 6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/2'nci, 5510
sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 39 ve 93/3'üncü
maddesindeki düzenlemeler nedeniyle yargılamalar uzayacak, yargılamaların
uzaması nedeniyle davalı gecikme faizi ödemek durumunda kalacak, aynı eylemler
nedeniyle zarara uğrayan davalılar aynı idare olan kişiler, sorumluların tespit
edilip edilememesine, yargılamalarının sonuçlanıp sonuçlanmamasına, zarara
neden olan üçüncü kişi ve kamu görevlileri hakkında verilecek hükümlerin
mahiyetine göre haklı bir neden olmadan eşitlik ilkesine aykırı uygulamalara
maruz kalacaklardır. Bu ise, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir diyen Anayasanın 141/4'üncü maddesine,
10'uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırıdır. Borçlar Kanununun
55'inci maddesi ile getirilen ve sosyal güvenlik ödemeleri ile ilişkilendirilen
rücu hükmünün, üst norm olan ve tazminat davalarında kamu görevlilerine
kusurlarından dolayı rücu edilmek kaydıyla şeklinde belirlediği açık ve
emredici hükmün uygulanmasını engellemiş, bazı hallerde üst normda öngörülen
rücu hakkını ortadan kaldırmış, tali bir konuda yapılan yasal düzenleme, üst
norm olan Anayasa hükmünün önüne geçmiştir. Bu haliyle Borçlar Kanununun
55/2'nci maddesinin uygulanacağını belirttiği hükümlerden birisi olan Borçlar
Kanununun 55/1'inci maddesindeki, "Kısmen ve tamamen rücu
edilemeyen,.." ibaresinin uygulanması nedeniyle haliyle Borçlar Kanununun
55/2'nci maddesinin Anayasanın 40, 129'uncu maddelerine aykırılık oluşturduğu
gibi, sosyal güvenlik ödemelerinin yarar kabul edilmesine ilişkin ayırımın
zarar görenler üzerinde yarattığı farklı uygulamaların, idari yargıda görülen
davalarda, kişiler arasında eşitsizliğe yol açmış, bu da Anayasanın 10'uncu
maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırıdır. Hukuk Muhakemeleri Kanununun
iptal edilen 3'üncü maddesi ile Türk Borçlar Kanununun 55'inci maddesinin
ikinci fıkrası benzer gerekçelerle yapılan birbiriyle iç içe düzenlemelerdir.
Bu nedenle birinin iptali sonrasında diğerinin varlığı hukuk bütünlüğünü
bozmaktadır.
Sonuç olarak, idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemleri sonucunda
tazmin sorumluluğunu daraltan, yargılamanın bütünlüğünü bozan, idarenin mali
sorumluluğu konusunda ikilik oluşturan, eşitlik ilkesine aykırı olan, ayrı bir
idari yargının varlık gerekçelerine aykırı olan, yargılamaların uzamasına, aynı
eylemler nedeniyle zarara uğrayan davalıları aynı idare olan kişiler arasında,
sorumluların tespit edilip edilememesine, yargılamalarının sonuçlanıp
sonuçlanmamasına, zarara neden olan üçüncü kişi ve kamu görevlileri hakkında
verilecek hükümlerin mahiyetine göre haklı bir neden olmadan eşitlik ilkesine
aykırı uygulamalara neden olan, Anayasanın 40, 129'uncu maddelerinde belirtilen
rücu sistemine aykırılık oluşturan, sosyal güvenlik ödemelerinin yarar kabul
edilmesine ilişkin ayrımın zarar görenler üzerinde yarattığı farklı uygulamalar
nedeniyle idari yargıda görülen davalarda, kişiler arasında eşitsizliğe yol
açan, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 55'inci maddesinin ikinci fıkrasında yer
alan, "Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin
sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve
davalarda da uygulanır." hükmünün, Anayasa'nın "Türkiye Cumhuriyeti,
toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir." düzenlemesini
içeren 2'nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine, "Herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" düzenlemesini içeren 10'uncu
maddesine, "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu
açıktır...idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür." düzenlemesini içeren 125'inci maddesine, "Davaların en
az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir"
düzenlemesini içeren 141 inci maddesine, "Kişinin, resmi görevliler
tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe
tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır." düzenlemesini içeren Anayasanın 40'ıncı maddesi ile "Memur
ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir."
düzenlemesini içeren Anayasanın 129'uncu maddesine, kamu yararı ve haklı bir
neden olmadan, ayrı bir idari yargının varlık gerekçelerine uygun olarak idari
eylem ve işlemlerden doğan davalara bakmakla görevli olan idari yargının görev
alanına ilişkin Anayasanın 155'inci maddesine, ayrı bir askeri idari yargının
varlık gerekçelerine uygun olarak idari eylem ve işlemlerden doğan davalara
bakmakla görevli olan askeri idari yargının görev alanına ilişkin Anayasa'nın
157'inci maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
2- 6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesindeki
"Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu kanun
hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya
tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan
ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan
indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile
artırılamaz veya azaltılamaz." hükümde yer alan, "Kısmen veya tamamen
rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile" ibaresinin Anayasanın 2.,
10., 40., 125., 129. ve 141'inci maddelerine Aykırı Görülmesi Hususunun
İrdelenmesi:
İdare hukuku ilkelerine ve T.C.Anayasasının 125 inci maddesine
göre, idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür.
İdare zarar görenin uğradığı zararın tamamını karşılamalıdır. İdarenin eylem ve
işlemiyle zarar gören kişinin uğradığı zarar nedeniyle tazminat hesaplanırken
zarara neden olan işlem ve eylemle illiyet bağı içerisinde bulunan yararlar da
tazminattan indirilecektir. Bu tam tazmin ilkesinin bir gereğidir.
Mevzuatımızda da idarenin sorumlu olduğu kabul edilen eylem ve
işlemler nedeniyle sağlanan yararlara ilişkin hükümler bulunmaktadır.
5434 sayılı Kanunun 65'inci maddesi; "Harb malûllerine
aşağıda yazılı yardımlar yapılır:
a) Eksilen vücut organları, son usullere göre yapılması mümkün
sunileriyle tamamlattırılır ve gerekirse tamir ettirilir veya yenisi
yaptırılır.
b) Yurt içinde tedavileri mümkün olmadığı sağlık kurulunca tasdik
olunacak raporla anlaşılanlar, yurt dışında parasız tedavi ettirilir.
ç) Yaşamak için gerekli hareketleri kendi kendine yapmaktan aciz
oldukları sağlık kurulunca tasdikli raporla anlaşılacak ve kimsesizlikleri 108
inci maddeye göre belirtilecek olanlar Sandıkça, kurulacak (Harb Malûlleri
Yurdu) nda parasız barındırılır ve tedavileri yaptırılır. Yedirilmeleri için
harcanacak paralar bunların aylık ve harb malullüğü zamlarından kesilir.
(a), (b), (ç) fıkralarında yazılı yardımlar için Sandıkça
harcanacak paralar her yılsonunda faturası karşılığında Hazineden alınır.
Yukarıdaki hükümler 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun 4
üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar ile hak
sahipleri hakkında ilgisine göre uygulanır " hükmünü,
72'nci maddesi; "5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin
sekizinci fıkrasında belirtilen durumlardan dolayı veya 3/11/1980 tarihli ve
2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile bu Kanuna ek
18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat
Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler
nedeniyle veya 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
kapsamına giren olaylar sebebiyle hayatlarını kaybetmiş bulunan iştirakçilerle
bunlardan aylık almaktayken ölenlerin, baba veya analarına; yukarıda belirtilen
kanunların veya bu Kanunun 56 ncı maddesi kapsamına girecek şekilde hayatını
kaybeden erbaş ve erlere veya 56 ncı maddede belirtilen öğrencilere ya da
bunlardan aynı sebeplerle aylık almakta iken ölenlerin ana veya babalarına;
ölüm tarihini takıp eden ay başından geçerli olarak malullük ve muhtaçlık şartı
aranmaksızın aylık bağlanır, hayatını kaybeden erbaş ve erler ile yedek subay
okulu öğrencilerinin ana ve babasına bağlanan aylığın toplamı 16 yaşından büyük
işçiler için tespit edilen otuz günlük asgari ücretin net tutarından olamaz.
Babaya bağlanan aylık, dul ve yetimlerin bulunması hali de dahil, ana ve babaya
eşit olarak paylaştırılarak ödenir. Dul ve yetimlerle beraber baba veya anaya
aylık bağlanması halinde, eş ve çocukların aylıklar baba veya ananın
bulunmadığı durumlarda bağlanacak aylıktan az olamaz. 03/11/1980 tarihli ve
2330 sayılı Kanun ile bu Kanuna ek 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Kanun
kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle bağlanan aylıklar Bakanlar Kurulu
Kararıyla iki katına kadar çıkartılabilir. Ödenecek aylığın Bakanlar Kurulunca
artırılması halinde, bağlanan aylıkta meydana gelecek farklar ile dul ve
yetimlerle beraber aylık bağlanması halinde, baba veya anaya bağlanan aylıklar
da sosyal güvenlik kurumlarınca Hazineden tahsil edilir.
Yukarıdaki hükümler 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun 4
üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar ile hak
sahipleri hakkında ilgisine göre uygulanır." hükmünü,
Ek 77'nci madde, "Bu Kanunun 56 ncı maddesinde belirtilen
haller kapsamında, 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin sekizinci fıkrasında
belirtilen 03/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması
Hakkında Kanun, 23/04/1981 tarihli ve 2453 sayılı Yurt Dışında Görevli
Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun,
18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi
ve Aylık dağlanması Hakkında Kanun, 28/02/1982 tarihli ve 2629 sayılı Uçuş,
Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve 926
sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun ve 12/04/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu (Ek ibare;
19/06/2010-6000 S. K/13, mad), 24/2/2000 tarihli ve 4536 sayılı Denizlerde ve
Yurt Yüzeyinde Görülen Patlayıcı Madde ve Şüpheli Cisimlere Uygulanacak
Esaslara İlişkin Kanun kapsamındaki görevler ile ayrıca barışta veya olağanüstü
hallerde yapılan eğitim, tatbikat ve manevralar ile (Değişik ibare.
19/06/2010-6000 S.K/13 mad.) birlik halinde intikaller veya mayın dahil
patlayıcı madde arama ve temizleme faaliyetlerinin bilfiil yapılması sırasında,
bu harekat ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle hayatlarını kaybedenlerin dul ve
yetimleri ile malul olanlara, bunların ölümleri halinde de dul ve yetimlerine
bu Kanuna göre bağlanan aylıklar, aşağıdaki esaslar dahilinde yükseltilir.
a) (Değişik bend: 13/06/2001 - 4677/1 md.) Subay, astsubay, uzman
jandarma, uzman erbaşlar, (Ek ibare: 04/07/2012 - 6353 S.K./70, md.) sözleşmeli
subaylar, sözleşmeli astsubaylar, sözleşmeli erbaş ve erler ile Emniyet
Teşkilatı personeli ve Milli İstihbarat Teşkilatı personeli dahil sivil
iştirakçilerin dul ve yetimleri ile malûl olanlara, bunların ölümleri halinde
de dul ve yetimlerine bağlanan aylıklar, kendisinden aylık bağlananlar ile
malûllerin emsalleri esas alınarak her yıl kademe ilerlemesi her üç yılda bir
derece yükselmesi işlemine tabi tutulur.
b) Bu şekilde yükseltilen aylıklarda, azami rütbe tavanı
subaylarda (Ek ibare. 04/07/2012 - 6353 S.K./70. md.) (öğrenim durumuna
bakılmaksızın astsubaydan subay olanlar dahil) kıdemli albaydır. Kıdemli
albaylar ile general ve amirallere bir üst rütbenin aylığı bağlanır.
Astsubaylar (Ek ibare: 17/04/2008-5754 S.K./75.mad) birinci derecenin üçüncü
kademesine kadar yükseltilir. Uzman jandarmalarda yükselinebilecek azami derece
ve kademe 27/07/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununda yer alan aylık gösterge tablolarında belirtilen en yüksek derece ve
kademedir. Uzman erbaşlar ile sözleşmeli erbaş ve erlerin aylık yönünden
yükseltilmeleri ise 18/03/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 16
ncı maddesinde belirtilen esaslara göre yapılır.
c) (Değişik bent; 04/07/2012-6353 S.K./70. md) Sivil iştirakçiler
ile bu Kanunun 56 ncı maddesi 2330 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (e) ve (f)
bentleri ile 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin (i) ve (j) bentlerinde
belirtilenlere uygulanacak azami derece ve kademe ise, genel idare hizmetleri
sınıfı esas alınarak öğrenim durumları itibarıyla 14/7/1965 tarihli ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanununa göre yükselebilecekleri derece ve kademedir.
(Ek fıkra: 13/06/2001-4677/1. md.) Birinci fıkra kapsamında
bulunanlardan, başkasının yardım ve desteği olmadan yaşamak için gereken
hareketleri yapamayacak derecede malûl olanlara, asgari ücretin net tutarı,
aylıklarıyla birlikte ayrıca ödenir.
(Ek cümle: 17/04/2008-5754 S.K./75.mad) Yukarıdaki hükümler
31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendi kapsamındaki sigortalılar ile hak sahipleri hakkında ilgisine göre
uygulanır.
(Ek fıkra: 17/04/2008-5754 S.K./75.mad) Su maddeye göre yapılan
ödemeler her türlü vergi, resim ve harçtan müstesna olup, faturası karşılığında
Hazineden tahsil edilir." hükmünü,
Ek 79 uncu madde; "Aşağıda belirtilen kişilere bu madde
uyarınca ek ödeme yapılır:
a) Harp malullerine.
b) Şehit dul ve yetimlerine.
c) Barışta, olağanüstü yönetim usullerinin uygulandığı haller ile
talim, tatbikat veya manevra sırasında görevin veya çeşitli harp silah ve
vasıtalarının sebep ve tesiriyle vazife malûlü sayılan Türk Silahlı Kuvvetleri
mensupları ile askeri harekâtı gerektiren iç tedip hareketleri veya güvenlik
veya asayişin sağlanmasında Silahlı Kuvvetlerle birlikte veya ayrı olarak
görevlendirilenlerden bu görevlerin çeşitli sebep ve tesirleriyle vazife malûlü
sayılan jandarma ve emniyet mensupları ile sivil görevlilere.
d) (c) bendinde belirtilen görevlerin ifası sırasında, bu
görevlerin çeşitli sebep ve tesirleriyle ölenlerin dul ve yetimlerine.
Hak sahiplerine, yukarıda yazılı durumlar sebebiyle, sosyal
güvenlik kurumlarınca aylık bağlanmasına esas olan tarihten geçerli olmak üzere
müracaat tarihini izleyen yılın en geç ilk üç ayı içinde TC. Emekli Sandığı
tarafından ek ödeme yapılır. Ay farkları yıllık miktarın onikiye bölünmesi
suretiyle hesaplanır.
Her yıl ödenecek miktar, malûllük derecelerine göre aşağıdaki
yazılı göstergelerin ödemenin yapılması gereken yılın ilk dönemindeki Devlet
memuru aylıklarına uygulanacak katsayı ile çarpımı sonucunda bulunacak
tutardır.
(b) ve (d) bentlerinde sayılan dul ve yetimlere birinci derece
malûllere uygulanan gösterge üzerinden; bunlar bir kişi ise tamamı, birden
fazla ise eşit olarak paylaştırılmak suretiyle ve sosyal güvenlik kanunlarına
göre dul ve yetim aylığı aldıkları sürece ödeme yapılır.
Harp veya vazife malûlü olanlara hayatta bulundukları sürece ödeme
yapılır. Ancak, ölen malûlün son yıldaki pay tutarının beş katı, bir defaya
mahsus olmak şartıyla kendisinden dul ve yetim aylığı bağlanacaklara eşit
miktarda paylaştırılmak suretiyle yardım olarak ödenir.
Yukarıda sayılan şehit ve malûllerin çocuklarına; ilköğretim
öğrencileri için (1250), lise öğrencileri için (1875) ve yüksek öğrenim
öğrencileri için (2500) gösterge rakamlarının memur aylık katsayısı ile çarpımı
sonucu bulunacak tutar kadar her ay eğitim ve öğretim yardımı yapılır. Bu
yardımlar 1 Eylül-31 Aralık tarihleri arasında yılda bir kez olmak üzere ve
ilgili eğitim öğretim yılında öğrenci olduklarını gösterir belge ile müracaat
edenlere, talepte bulunduğu yılın Eylül ayında geçerli olan memur aylık
katsayısına göre hesap edilerek başvurularını izleyen ay içinde toptan ödenir.
Bu maddeye göre yapılan ödemeler herhangi bir vergi ve kesintiye
tâbi olmayıp, faturası karşılığında, Hazineden tahsil edilir.
Yukarıda sayılanlar, 13.10.1988 tarihli ve 3480 sayılı Kanun
hükümlerine göre yaptırılmış olan sosyal tesislerden yararlandırılırlar.
Yukarıdaki hükümler 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun 4
üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar ile hak
sahipleri hakkında ilgisine göre uygulanır " hükmünü.
2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun
4'üncü maddesi; "Bu kanun kapsamına girenlerden,
a) Sakatlanarak bağlı oldukları sosyal güvenlik mevzuatına göre
emekliye sevk edilenlere görev malullüğü aylığı bağlanır.
b) Emekli aylığı almakta iken sakatlananların almakta oldukları
aylıkları görev malullüğü aylığına dönüştürülür.
c) Ölenlerin kendilerine bağlanması gereken görev malullüğü
aylığı, dul ve yetimlerine intikal ettirilir.
Bu madde gereğince ilgili sosyal güvenlik kurumlarınca kendi
mevzuatlarına göre bağlanan aylıklar, (5434 sayılı Kanunun 18.01.1979 gün ve
2177 sayılı Kanunla değişik 64 üncü maddesinden yararlananlar hariç) %25 artırılarak
ödenir.
d) Herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayanların sakat
kalmaları halinde, öğrenim durumlarına göre 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun değişik 36 ncı maddesi hükümlerine göre belirlenecek giriş derece ve
kademeleri üzerinden (Öğrenimi bulunmayanların ilkokul mezunu gibi)
kendilerine, ölümlerinde dul ve yetimlerine 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre
T.C. Emekli Sandığınca görev malullüğü aylığı %25 artırılarak bağlanır.
Bu madde hükümlerine göre T.C. Emekli Sandığınca artırılarak
bağlanacak aylıklar; hiçbir suretle aynı derece, kademe ve ek göstergedeki
emsaline 5434 sayılı Kanunun 2177 sayılı Kanunla değişik 64 üncü maddesi (e)
fıkrasının son bendi gereğince bağlanması gereken miktarlardan fazla
olamaz." hükmünü,
5'inci maddesi; "Bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılanlardan
görevleri veya yardımları sona erenlerin bilahare kendilerinin veya eş, füru,
ana, baba ve kardeşlerin yaralanmaları, sakatlanmaları veya ölmeleri halinde bu
durumlarının evvelce ifa ettikleri görev veya yardımdan meydana geldiği tevsik
edilenlere 3 ve 4 üncü madde hükümleri uygulanır," hükmünü,
6'ncı maddesi; "Bu Kanun hükümlerine göre ödenecek nakdi
tazminat ile bağlanacak emekli aylığı uğranılan maddi ve manevi zararların
karşılığıdır.
Yargı mercilerinde maddi ve manevî zararlar karşılığı olarak
kurumların ödemekle yükümlü tutulacakları tazminatın hesabında bu kanun
hükümlerine göre ödenen nakdi tazminat ile bağlanmış bulunan aylıklar gözönünde
tutulur," hükmünü,
8'inci maddesi; "Bu Kanunun 4 ve 5 inci maddeleri gereğince
%25 fazlası ile bağlanan aylıklardaki bu fazlalık ile 4 üncü maddenin (d)
bendine göre bağlanan aylıkların tamamı ilgili sosyal güvenlik kurumlarınca
ödenir ve faturası karşılığında hazineden tahsil edilir." hükmünü,
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 21'inci maddesi; "Kamu
görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya
sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör
eylemlerine muhatap olarak yaralanan, sakatlanan, ölen veya öldürülenler
hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun
hükümleri uygulanır. Ayrıca;
a) (Değişik bent: 28/02/1995-4082/6 md.) Malul olanlarla,
ölenlerin aylığa müstahak dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı,
bunların görevde olan emsallerinin almakta oldukları aylıklardan; emekli
olanların öldürülmeleri halinde ise, dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın
toplam tutarı ve Kanuna göre kendisine bağlanabilecek emekli aylığından az
olamaz. Yaşamak için gereken hareketleri yapamayacak ve başkasının yardım ve
desteğine muhtaç olacak derecede malûl olanlar ile ölenlerin dul ve yetimlerine
en yüksek devlet memuru aylığı üzerinden, diğerlerine mevcut aylıkları
üzerinden, 30 yıl hizmet yapmış gibi emekli ikramiyesi ödenir. Bu bent
hükümlerine göre ilgililere fazla olarak yapılan ödemeler, faturası karşılığı
ilgili sosyal güvenlik kuruluşlarınca Hazineden tahsil edilir.
b) Yurtiçinde ve yurtdışında kamu konutlarından yararlanmakta iken
malul olanların kendileri ölenlerin aylığa müstahak dul ve yetimleri, Kamu
Konutları Kanununda gösterilen özel tahsisli konutlarda oturanlar hariç olmak
üzere, bir yıl süreyle kamu konutlarından yararlanmaya devam ederler. Bu süre
sonunda kamu konutundan çıkacaklar ile kamu konutundan yararlanmayanlar ve özel
tahsisli konutlarda oturanların istekleri halinde ikametgah olarak
kullanacakları yurtiçindeki taşınmazın kira bedeli on yıl süre ile Devletçe
karşılanır. Yurtdışındaki özel tahsisli konutlarda oturanların yurtdışı kira
bedelleri de istekleri halinde bir yıl süre ile Devletçe karşılanır.
c) (Değişik bent: 04/07/2012 - 6353 S.K./75. md.) Konut
kredisinden istifade bakımından 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve
Salahiyet Kanununun ek 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrasındaki hüküm, bir konut
ile sınırlı olmak üzere, malul olanların kendileri, hayatını kaybedenlerin ise
dul aylığı bağlanan eşi, dul aylığı bağlanacak eşin olmaması halinde yetim
aylığına müstehak çocuklarının tamamının müşterek hakkı olarak bir çocuğu,
çocuklarının da olmaması durumunda ana veya babası hakkında da uygulanır.
d) (Değişik bent: 04/07/2012 - 6353 S.K./75 md) Malul olanların
kendileri, hayatını kaybedenlerin ve malul olanların eşleri; ana ve babaları
ile bakmakla yükümlü olunan çocukları, yurt içinde Devlet Demiryollarında,
Denizyolları Şehir Hatlarında ve belediye toptu taşıma araçları ile belediye
tarafından kurulan şirketler veya özet firmalar aracılığıyla yaptırılan toplu
taşıma işinde kullanılan araçlarda ücretsiz seyahat ederler. İlgii kurumlar ve
yerel yönetimler bu hakkın kullanılmasına ilişkin gerekli tedbirleri alır. Bu
bendin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının görüşü
alınmak suretiyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından çıkarılan
yönetmelikle düzenlenir.
e) (Değişik bent: 28/2/1995 - 4082/6 md; Değişik bend:
22/02/2006-5460 SK./1. mad.; Değişik bent: 29/06/2006 - 5532 S.K 15.Mad) Malûl
olanlar ile ölenlerin dul ve yetimleri, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığınca
kendilerine verilen tanıtım kartlarını ibraz etmeleri durumunda, kamu kurum ve
kuruluşlarına ait bütün hastanelerde muayene ve tedavi edilirler. Bunların her
türlü tedavi giderleri; ilgililerin herhangi bir kamu kurumu veya kuruluşunda
çalışmaları halinde bu kurum veya kuruluşça, emekli, yaşlılık, malûllük veya
dul ve yetim aylığı almaları halinde bağlı bulundukları sosyal güvenlik
kurumunca, herhangi bir kuruma tâbi olarak çalışmamaları, 1/7/1976 tarihli ve
2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına
Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında aylık alanlar hariç emekli,
yaşlılık, malûllük veya dul ve yetim aylığı almamaları durumunda Millî Savunma
veya İçişleri Bakanlığınca karşılanır. Malûl olanların eksilen vücut organları,
yurt içi veya yurt dışında en son teknik usullere göre yapılması mümkün
sunileriyle tamamlatır ve gerekirse tamir ettirilir veya yenisi yaptırılır.
f) (Ek bent: 28/02/1995 - 4062/5 md.) Yurtiçinde tedavileri mümkün
olmayanlar, yetkili sağlık kuruluşlarının raporlarına istinaden yurtdışında
(...) (Mülga ibare: 31/05/2006-5510 S K/106.mad).
g) (Ek bent: 23/02/1995 - 4082/6 md.) Yaşamak için gerekli
hareketleri yapmaktan aciz olanlar ile kimsesizler, kamu kurum ve kuruluşlarına
ait, bunlar bulunmadığı takdirde özel rehabilitasyon ve bakım merkezleri,
yurtlar ve huzurevlerinde parasız olarak veya masrafları devlet tarafından
karşılanmak üzere barındırılır, baktırılır (...) (Mülga ibare: 31/05/2006-5510
S.K./106.mad).
h) (Değişik bent: 04/07/2012 - 6353 S K./75. md.) Erbaş ve
erlerden veya geçici veya gönüllü köy korucularından; terörle mücadele görevi
ifa ederken yaralanarak veya sakatlanarak ilgili mevzuatına göre malullük
aylığı bağlanması koşullarının oluştuğu tespit olunanlar, 2330 sayılı Kanuna
göre aylık bağlanması hakkından ve bu fıkranın (c), (d) ve (g) bentlerindeki
haklardan, bunların eş, ana ve babaları ile bakmakla yükümlü olunan kişi
kapsamına giren çocukları da bu fıkranın (d) bendinde düzenlenen haklardan
yararlandırılır. Erbaş ve erlerden veya geçici veya gönüllü köy korucularından;
aynı sebeplerle hayatını kaybedenlerin veya bu fıkra kapsamında malul olması
sebebiyle aylık almakta iken hayatını kaybedenlerin dul aylığına müstehak eşi,
ana ve babaları ile yetim aylığına müstehak çocukları 2330 sayılı Kanun
hükümlerine göre aylık bağlanması hakkından ve bu fıkranın (c) ve (d)
bendindeki haklardan yararlandırılır. Bu fıkra kapsamında er ve erbaşlar için
bağlanacak aylıklar, bitirmiş oldukları okullar neticesinde hak kazandıkları
unvanlar üzerinden yürütmüş oldukları kamu görevleri sebebiyle daha yüksek
aylık bağlanmasına ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; en az dört yıllık
yüksek öğrenim mezunu olanlar sekizinci derecenin birinci kademesindeki,
diğerleri ise eğitim durumlarına bakılmaksızın onuncu derecenin birinci
kademesindeki "Memur" unvanlı kadrolarda bulunanların emekli
keseneğine esas aylıkları üzerinden hesaplanacak vazife malullüğü aylığı
tutarından düşük olamaz ve bunlar için 5434 sayılı Kanunun ek 77 ncı maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendine göre yapılacak yükseltmelerde aynı unvan ve
derece başlangıç olarak esas alınır ve derece yükselmelerinde kadro şartı
aranmaksızın yüksek öğrenim mezunu gibi işlem yapılır.
ı) (Ek bent; 13/11/1995 - 4131/1 md,; Değişik bent; 29/06/2006 -
5532 S.K 15.Mad) Terörle mücadeleden dolayı köyleri boşaltılan üniversite
çağındaki öğrencilere ve ölenlerin çocuklarına yüksek öğrenimleri süresince
Devletçe karşılıksız burs verilir.
i) (Ek bent 04/07/2012 - 6353 S. K/75. md.) Yedek subay okulu
öğrencilerinden, harp okulları ile astsubay meslek yüksekokullarında veya
üniversitelerin fakülte ve yüksekokullarında Türk Silahlı Kuvvetleri hesabına öğrenim
görenler veya kendi hesabına öğrenim görmekteyken askeri öğrenci olanlar, Polis
Akademisi ile Polis Meslek Eğitim Merkezinde veya üniversitelerin fakülte ve
yüksekokullarında Emniyet Genel Müdürlüğü hesabına öğrenim görenler veya kendi
hesabına öğrenim görmekteyken Emniyet Genel Müdürlüğü hesabına öğrenim görmeye
devam edenler, Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü veya Milli
İstihbarat Teşkilatı hesabına açılan okullarda öğrenim görenler ile Türk
Silahlı Kuvvetleri veya Emniyet Genel Müdürlüğü adına öğrenim görmek üzere
temel ve intibak eğitimine tabi tutulanlardan; 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılmamış olup da bu öğrenimleri
veya eğitimleri nedeniyle bu Kanun kapsamındaki terör eylemlerinde hedef
alınarak hayatını kaybedenler ile yaralanan veya sakatlananlardan ilgili
mevzuatına göre malullük aylığı bağlanması koşullarının oluştuğu tespit
olunanların kendileri, 2330 sayılı Kanuna göre aylık bağlanması hakkından ve bu
fıkranın (c), (d) ve (g) bentlerindeki haklardan, bunların eş, ana ve babaları
ile bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giren çocukları da bu fıkranın (d)
bendinde düzenlenen haklardan yararlandırılır. Yukarıda sayılanlardan aynı
sebeplerle hayatını kaybedenlerin veya bu fıkra kapsamında malul olması
sebebiyle aylık almakta iken hayatını kaybedenlerin dul aylığına müstehak eşi,
ana ve babaları ile yetim aylığına müstehak çocukları 2330 sayılı Kanun hükümlerine
göre aylık bağlanması hakkından ve bu fıkranın (c) ve (d) bendindeki haklardan
yararlandırılır.
j) (Ek bent: 04/07/2012 - 6353 S.K/75. md.) Terör eyleminin ortaya
çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanmasında
yardımcı ve faydalı olanlar bu faaliyetlerinden dolayı hayatını kaybettikleri,
yaralandıkları veya sakatlandıkları; ilgili valinin teklifi üzerine Nakdi
Tazminat Komisyonu tarafından karara bağlanan sivillerden ilgili mevzuatına
göre malullük aylığı bağlanması koşullarının oluştuğu tespit olunanların
kendileri, 2330 sayılı Kanuna göre aylık bağlanması hakkından ve bu fıkranın
(c), (d) ve (g) bentlerindeki haklardan, bunların eş, ana ve babaları île
bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giren çocukları da bu fıkranın (d)
bendinde düzenlenen haklardan yararlandırılır. Yukarıda sayılanlardan aynı
sebeplerle hayatını kaybedenlerin veya bu fıkra kapsamında malul olması
sebebiyle aylık almakta iken hayatını kaybedenlerin dul aylığına müstehak eşi,
ana ve babaları ile yetim aylığına müstehak çocukları 2330 sayılı Kanun
hükümlerine göre aylık bağlanması hakkından ve bu fıkranın (c) ve (d)
bendindeki haklardan yararlandırılır.
(Ek fıkra: 04/07/2012 - 6353 S.K./75. md.) Kamu görevlileri ile
birinci fıkranın (h) ve (j) bentleri kapsamına girenlerden terör olaylarını
önlemek amacıyla her türlü patlayıcı maddeye bağlı olarak meydana gelen olaylar
sonucunda ya da her ne şekilde olursa olsun terör olaylarının önlenmesi, takibi
veya etkisiz hale getirilmesi amacıyla ifa edilen görevler sırasında veya bu
görevlere gidiş dönüşler esnasında meydana gelen kazalar sonucunda yaralanan,
sakatlanan, hastalanan veya hayatını kaybedenler, birinci fıkranın durumlarına
uygun hükümlerinden yararlandırılır.
(Ek fıkra: 04/07/2012 - 6353 S.K./75 md) Birinci fıkranın (h), (i)
ve (j) bentlerinde belirtilenlerden bu Kanun kapsamındaki olaylar sebebiyle
yaralananlar, tedavileri sonuçlanıncaya veya maluliyetleri kesinleşinceye kadar
geçen süre içinde 5510 sayılı Kanuna göre sağlanan sağlık hizmetlerinden ve
diğer haklardan, aynı sebeplerle tedavi gören malul kamu görevlilerine ilişkin
hükümler çerçevesinde yararlandırılır. Erbaş ve erler için Türk Silahlı
Kuvvetlerine ait sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan tedaviler hariç, bu
kapsamda yapılacak giderlerin tamamı; ilgililerin genel sağlık sigortalısı olup
olmadığına bakılmaksızın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanır. Ancak,
bu kişilerden 5510 sayılı Kanuna göre genel sağlık sigortası kapsamında yer
almayanlar için, Sosyal Güvenlik Kurumunca yapılmış olan giderler, Sosyal
Güvenlik Kurumu tarafından; erbaş ve erler için ilgisine göre Millî Savunma
Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı, diğerleri
için Maliye Bakanlığından tahsil olunur.
Kendilerine aylık bağlanan dul ve yetimler; ilgili sosyal güvenlik
kurumları mevzuatı gereği aylıklarının kesilmesi halinde, bu madde ile verilen
diğer haklardan da yararlanamazlar" hükmünü içermektedir.
04.02.2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 01
Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 11.01.2011 tarih ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesi yürürlüğe girmeden önce, Dairemizce,
yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve zararın tazmin edilmesine ilişkin
ilkeler uyarınca, Sosyal Güvenlik Kurumunca bağlanan aylıklardan, prim
karşılığı olmayanlar (Zorunlu askerlik hizmetini yapan er ve erbaşlar gibi
yükümlülere bağlanan aylıklar) yarar kabul edilmekte, prim karşılığı bağlanan
aylıklardan, idarenin sorumluluğunu gerektiren olay olmasa, başka bir olay olsa
dahi bağlanacak olan kısmı yarar kabul edilmemekte, sadece idarenin
sorumluluğunu gerektiren olay nedeniyle fazladan bağlanan kısmı, örneğin vazife
malullüğü aylığı ile adı malulüyet aylığı arasındaki fark yarar olarak kabul
edilip zarar ve tazminattan indirilmekte idi.
04.02 2011 tarih ve 27836 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ve 01
Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 11.01.2011 tarih ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu'nun 55/1'inci maddesi ile şu düzenleme getirildi:
"Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu kanun
hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya
tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan
ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan
indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile
artırılamaz veya azaltılamaz." Getirilen bu hükme göre sosyal güvenlik
ödemelerinden rücu edilebilenler zarar ve tazminattan indirilebilecek, rücu
edilemeyenler ise zarar ve tazminattan indirilemeyecektir.
Anayasasının 125'inci maddesinde yer alan, idarenin kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğuna ilişkin hüküm uyarınca,
idarenin eylem ve işlemiyle bir zarar meydana geldiğinde, sorumluluğu
gerektiren şartların gerçekleşmesi halinde, zarar ve tazminattan indirim
yapılmasını gerektiren nedenler yok ise, zarar görenin zararının tamamının
karşılanması zarar verenin verdiği zarardan fazlasıyla ödeme yapmaması,
kısacası zarar verenin mükerrer ödeme yapmaması, zarar görenin sebepsiz
zenginleşmemesi, idarenin yanında sorumlu başka kişiler var ise, Anayasanın 40,
129, 657 sayılı Kanunun 13, 6098 sayılı Kanunun 61 ve devamındaki ve diğer
mevzuat hükümlerindeki sorumluluğa ve rücuya ilişkin hükümler uyarınca,
idarenin zararı karşıladıktan sonra ilgili kişiye rücu etmesi gerekmektedir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesindeki hükmün, Anayasadaki
bu konudaki ilgili hükümler uyarınca, zarar görenin zararının tam olarak
karşılanmasına engel olmaması, zarar verenin mükerrer ödeme yapmasına, zarar
görenin sebepsiz zenginleşmesine, eşitlik ilkesine aykırı sonuçlara,
yargılamaların gereksiz yere uzamasına neden olmaması gerekmektedir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesinin konuya
ilişkin gerekçesi şu şekildedir: "Borçlar Kanununda, ölüme ve vücut
sakatlığına bağlı zararlar ayrı hükümler hâlinde düzenlenmiştir. Ayrı
düzenleme, kodifikasyon tarihi itibariyle bu zararların mahiyetinden, yeni
kanunumuz bakımından ise, ek olarak bu zararların insan hakkı niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
"İnsan Zararları" olarak da kavramlaştırılabilecek olan
bu zararların hesabında Borçlar Kanunu, özellikle yeni 49-52 madde hükümleri,
diğer özel yasalar ve sorumluluk hukuku ilkeleri gözetilecektir. Destekten yoksun
kalma ve iş göremezlik tazminatları, bu yönüyle takdir temelinden daha çok,
bağımsız bir yapı özelliği kazanmış metrik temele (tazminat metriğine) dayanır
(YHGK 21.3.1990 t, 4-586/199-E/K; YHGK. 21.3.1990 t, 10-688/191-E/K. Any. m.
19/son fıkra, "...tazminat hukukunun genel prensipleri.. ." ibaresi).
Bu zararların belirlenmesinde ortaya çıkan farklı uygulamaları
yeknesaklaştırıcı yeni ve özel hükümler öngörülmüştür. Bu hükümlerin şevkinde
tazminatın önleyici işlevi, insan hakkı karakteri, zarar vereni ödüllendirme
sonucunu doğuracak yöntemlerden kaçınma ve sorumluluk hukukunun diğer ilkeleri
esas alınmıştır.
Sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi
görebilmesi, onun sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu
edilebilmesine bağlıdır. Bir kural gereği rücu edilemeyen (emekli sandığı
maaşı, malullük aylığı, ölüm sigortası aylığı) sosyal güvenlik ödemeleri;
teknik arıza, tam kaçınılmazlık hâlindeki ödemeler ve benzeri ödemeler bu
tazminatlardan indirilemeyecektir. Aynı şekilde prensip olarak rücu edilebilen
sosyal güvenlik ödemelerinden bir kısmı rücu edilemeyen miktar dahi
denkleştirilemeyecektir. Zarar görenin kusuruna (müterafik kusura) yansıyan
sosyal güvenlik ödemeleri, tahsis tarihinden sonra meydana gelen sosyal
güvenlik ödemelerindeki artışlar, kısmi kaçınılmazlık ve teknik arıza hâlindeki
ödemeler ve benzerleri rücu edilemediğinden bu miktarlar dahi
denkleştirilemeyecektir.
İnsan zararlarına ilişkin tazminat hakkının, rücu edilemeyen
sosyal güvenlik ödemeleri ile ve ifa amacını taşımayan diğer edinimlerle bir
bağı ve bağlantısı yoktur. Bu nevi ödemelerin denkleştirilmesi, zarar vereni
ödüllendirme anlamına gelir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemelerinin,
sorumluluk hukuku ile koruma altına alınan tazminatı ikame veya telafi
fonksiyonları bulunmamaktadır. Tazminata, rücu edilemeyen sosyal güvenlik
ödemeleri ile yahut ifa amacı taşımayan diğer ödemelerle karşılanmayan zarar
biçiminde bir yaklaşım, ne onun kaynağı ile ve ne de onun işlevi ile bağdaşmaz.
Bu yönüyle sorumluluk (tazminat) hukuku ile sosyal güvenlik hukuku arasında bir
mahiyet farkı bulunmaktadır. Öte yandan rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve
ödemelerinin oluşmasında zarar verenin bir katkısı olmadıktan başka, rücu
edilen ödemelere nazaran zarar verenin mükerrer ödemesi de yoktur. Rücu
edilememe durumunda denkleştirmenin kurucu unsuru olarak illiyet bağı koşulu da
gerçekleşmemektedir.
İfa amacı taşımayan ödemeler, tazminattan indirilemeyecektir.
Zarar veren yahut üçüncü kişi tarafından ödeme kastı dışında kalan saiklerle
yapılan ödemeler (sözgelimi yardımlar ve benzerleri) denkleştirilemeyecektir.
Zarar görenin mamelekine yukarıda belirtilen türden dâhil olan
ödemelere, tazminat hakkını veya destek ilişkisini çökerten bir etki tanınamaz.
Tersine bir yaklaşım, sorumluluk hukukunun önleyici (tenkil) karakteri ile de
bağdaşmaz. Yasa koyucu bu tercihi ile farklı uygulamaları hak ekseninde
bütünleştirmiştir..."
Madde gerekçesine göre, insan zararlarına ilişkin tazminat
hakkının, rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ve ifa amacını
taşımayan diğer edinimlerle bir bağı ve bağlantısı yoktur. Rücu edilemeyen
sosyal güvenlik ödemelerinin, sorumluluk hukuku ile koruma altına alınan
tazminatı ikame veya telafi fonksiyonları bulunmamaktadır. Rücu edilemeyen
ödemeler nedeniyle zarar görenin mamelekine dâhil olan ödemelere, tazminat
hakkını veya destek ilişkisini çökerten bir etki tanınamaz. Tersine bir
yaklaşım, sorumluluk hukukunun önleyici (tenkil) karakteri ile de bağdaşmaz
Sosyal güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun
sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır.
Rücu edilemeyen ödemelerin denkleştirilmesi, zarar vereni ödüllendirme anlamına
gelir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinin oluşmasında zarar
verenin bir katkısı olmadıktan başka, rücu edilen ödemelere nazaran zarar
verenin mükerrer ödemesi de yoktur. Rücu edilememe durumunda denkleştirmenin
kurucu unsuru olarak illiyet bağı koşulu da gerçekleşmemektedir.
6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesi, yukarıda
belirtilen mevzuat hükümlerini dikkate almadan, sosyal güvenlik ödemelerini
indirim işlevini görebilmesini, rücu edilip edilmemesine bağlaması, Devletin
zarardan sorumlu olduğu tam yargı davalarında hukuki sorunlara neden
olmaktadır. Öncelikle Sosyal Güvenlik Kurumu ve sosyal güvenlik ödemeleri ile
Devlet ve onun sorumluluğu arasında bir ilişki var mıdır' Yok ise, sosyal
güvenlik ödemeleri rücu edilip edilmemesine göre neden devletin sorumlu olduğu
tam yargı davalarında zarardan, tazminattan indirilmektedir' Bu davalarda rücu
edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinin oluşmasında zarar verenin bir
katkısı, rücu edilen ödemelere nazaran zarar verenin mükerrer ödemesi yok
mudur' Rücu edilememe durumunda denkleştirmenin kurucu unsuru olarak illiyet bağı
koşulu da gerçekleşmemekte midir'
Sosyal Güvenlik Kurumu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
ilgili kuruluşu olup, Devlet sosyal güvenlik sisteminin finansmanına katkı
sağlamaktadır. Yukarıda sağlanan yararlara ilişkin mevzuat hükümlerinde
belirtildiği gibi, bazı sosyal güvenlik ödemeleri, zarar görene ödendikten
sonra, faturası karşılığı Hazineden tahsil edilmektedir. Bu durumda bu ödemeler
Borçlar Kanununun 55'inci maddesi anlamında rücu edilip edilmemesi söz konusu olacak
bir ödeme midir' Yoksa Sosyal Güvenlik Kurumunun ödenmesine aracılık yaptığı
bir ödeme midir' Bu durumda rücu konusunda 5510 sayılı Kanunun 39'uncu maddesi
hükmü mü yoksa rücuya ilişkin Anayasa, Devlet Memurları Kanunu, Borçlar Kanunu
ile diğer Mevzuat hükümlerindeki hükümler mi dikkate alınacaktır' 2330 sayılı
Kanunun 6'ncı maddesinde belirtilen bu kanun uyarınca bağlanan aylıkların ve
ödenen nakdi tazminatın maddi ve manevi zarar karşılığı olduğu şeklindeki
hükmün bu sistem içerisinde yeri nedir.
6098 sayılı Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesi yürürlüğe
girdikten sonra Dairemizin oyçokluğu ile verdiği kararlarda, Sosyal Güvenlik
Kurumunca bağlanan aylıklar sosyal güvenlik ödemesi kabul edilmiş, bu
ödemelerden iştirakçi olan rütbeli personelden adi malûl aylığı hakkını
kazanmış personelin vazife malullüğü aylığı ile adi malûl aylığı arasındaki
fark, diğer durumlarda aylığın tamamı, 2330, 3713 sayılı Kanun kapsamında
yapılan ödemelerden yukarıda belirtilen doğrultuda aylıklar yarar olarak kabul
edilmiş, Sosyal Güvenlik Kurumunun 39'uncu maddesi çerçevesinde yaptığı
değerlendirme sonucu Mahkememize bildirdiği, sosyal güvenlik ödemelerinin
rücuya tabi olup olmadığı konusundaki cevabi yazıya itibar edilerek karar
verilmiştir Rücu durumunda aylıkların ilk peşin sermaye değerinin yarısı, 2330,
3713 sayılı Kanun kapsamında yapılan aylıktaki %25 oranındaki artışın ve nakdi
tazminat ödemesinin tamamı, rücu söz konusu değil ise, yalnızca 2330, 3713
sayılı Kanun kapsamında yapılan aylıktaki %25 oranındaki artışın ve nakdi
tazminat ödemesinin tamamı yarar kabul edilip zarardan düşülecektir. Rücu
durumunda hukuken rücu edilebilme değil fiilen rücu edilebilme aranacaktır.
Sosyal Güvenlik Kurumunca rücuya tabi olduğu belirtilen ödemelerde, özellikle
terör olayları sonucu gerçekleşen sosyal güvenlik ödemelerinde fiilen rücu
yapılamadığı bildirildiği için, bu ödemeler zarar ve tazminattan
indirilmemiştir.
Belirtilen bu açıklamalar çerçevesinde, Devletin kusur ve kusursuz
sorumluluğunun mevcut olduğu durumlarda, Anayasaya aykırı görülen hususlar
aşağıda örnekler üzerinden belirtilmiştir.
1'inci durumda, A isimli asker şahıs, terör eylemi sonucu, aylık
bağlanmayı gerektirecek derecede yaralanıp sakatlanmıştır. A isimli asker şahsa
3713 ve bu Kanunun yaptığı atıf dolayısıyla 2330 sayılı Kanun uyarınca vazife
malullüğü aylığı bağlanacaktır. 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması
Hakkında Kanunun 4'üncü maddesinde; bu madde gereğince ilgili sosyal güvenlik
kurumlarınca kendi mevzuatlarına göre bağlanan aylıkların, %25 artırılarak
ödeneceği, 4/d maddesinde; bu kanun kapsamına girenlerden; herhangi bir sosyal
güvenlik kurumuna tabi olmayanların sakat kalmaları halinde, öğrenim
durumlarına göre 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun değişik 36'ncı maddesi
hükümlerine göre belirlenecek giriş derece ve kademeleri üzerinden (Öğrenimi
bulunmayanların ilkokul mezunu gibi) kendilerine, ölümlerinde dul ve
yetimlerine 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre T.C Emekli Sandığınca görev
malullüğü aylığı %25 artırılarak bağlanacağı, 6'ncı maddesinde; Bu Kanun
hükümlerine göre ödenecek nakdi tazminat ile bağlanacak emekli aylığı uğranılan
maddi ve manevi zararların karşılığı olduğu, yargı mercilerinde maddi ve manevi
zararlar karşılığı olarak kurumların ödemekle yükümlü tutulacakları tazminatın
hesabında bu kanun hükümlerine göre ödenen nakdi tazminat ile bağlanmış bulunan
aylıklar göz önünde tutulacağı, 8'inci maddesinde; bu Kanunun 4 ve 5' inci
maddeleri gereğince %25 fazlası ile bağlanan aylıklardaki bu fazlalık ile 4
üncü maddenin (d) bendine göre bağlanan aylıkların tamamının ilgili sosyal
güvenlik kurumlarınca ödeneceği ve faturası karşılığında hazineden tahsil
edileceği belirtilmiştir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Kanununun; "Üçüncü bir kişinin kastı nedeniyle malul veya vazife
malulü olan sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine, bu Kanun uyarınca
bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için
Kurumca zarara sebep olan üçüncü kişilere rücû edilir." hükmü yer
almaktadır. Borçlar Kanununun 55/1 inci maddesinde de, rücu edilebilen sosyal
güvenlik ödemelerinin zarar ve tazminattan indirileceği belirtilmiştir.
Bağlanan aylığın tamamının veya artırılmış kısmının ilgili sosyal güvenlik
kurumlarınca ödenip ve faturası karşılığında hazineden tahsil edileceği
belirtilmesine rağmen bu ödeme sosyal güvenlik ödemesi mi sayılacaktır' Üçüncü
kişinin kastının belirlenmesi için kesinleşmiş bir mahkeme kararının gerekli
olup olmadığı bir yana, üçüncü kişiye hukuken rücu edebilme mi yoksa fiilen
rücu edebilme mi dikkate alınacaktır. Yukarıda da belirtildiği üzere, 6098
sayılı Borçlar Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, Dairemizin oyçokluğu ile
verdiği kararlarda, bu ödemeler sosyal güvenlik ödemesi kabul edilmiş, Sosyal
Güvenlik kurumunca, zarara neden olan üçüncü kişilerin tespit edilip bugüne
kadar rücu edilemediği bildirildiğinden fiilen rücu edilebilme kabul edilmiş,
fiilen rücu söz konusu olmadığından Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesi
uyarınca bu ödemeler yarar olarak kabul edilip zarar ve tazminattan indirim
yapılmamıştır. Borçlar Kanununun 55/1 inci maddesinde ve gerekçesinde pirim
karşılığında olmayan, ödeme yapıldıktan sonra faturası karşılığı hazineden
tahsil edilen bu ödemelerle diğer sosyal güvenlik ödemeleri arasında ayrım
yapıldığına ilişkin açık bir ibare de yoktur Fiilen rücu durumunda da, zarara
neden olan üçüncü kişinin ele geçirilme durumu vardır. 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 93'üncü maddesinde, bu Kanuna
dayanılarak Kurumca açılacak tazminat ve rücû davalarının, on yıllık
zamanaşımına tâbi olduğu, zamanaşımı tarihinin; rücû konusu gelir ve aylıklar
bakımından Kurum onay tarihinden, masraf ve ödemeler için ise masraf veya ödeme
tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla fiilen rücu
durumunda da, kasıtlı bir eylemden/suçtan ele geçirilebilme/mahkum olabilme ve
rücu edilebilme söz konusudur. Bu nedenle rücu edilip edilememe, dolayısıyla
rücu edilebilen kısmın zarar ve tazminattan indirilebilmesi için zamanaşımı
süresi olan 10 yıllık süre boyunca tam yargı davasının sonuçlandırılmaya
beklenmesi gerekmektedir. Bunun ise, davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir diyen Anayasa'nın 141/4'üncü
maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Bu bekleme durumunda, zarar
gören zararının karşılanması için yıllarca bekleyecek, davalı ve sorumlu olan
Devlette bu süre içerisinde ödeyeceği tazminat için gecikme faizi ödeyecek,
duruma göre belki de tazminattan indirilecek kısımdan daha fazla gecikme faizi
ödeyecektir. Bu durumun ise Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğunu belirten Anayasanın 2'nci
maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Üçüncü kişinin ele geçirilmesine
bağlı olarak rücu edilip edilemeye göre, benzer eylemler nedeniyle aynı anda
aynı oranda zarar gören kişilerden, bir kısmı rücu edilen kısım nedeniyle daha
az tazminat alacak, tazminatını daha geç alacak, üçüncü kişinin mali durumunun
uygun olmaması nedeniyle rücu edilen kısmı üçüncü kişiden tazmin edemeyecektir.
Bu durumun ise, herkesin kanun önünde eşit olduğunu belirten Anayasanın 10'uncu
maddesine, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
olduğunu belirten Anayasanın 125'inci maddesine aykırı olduğu kanaatine
varılmıştır. Borçlar Kanununun 55'inci maddesinin gerekçesine göre, sosyal
güvenlik ödemelerinin, denkleştirme (indirim) işlevi görebilmesi, onun
sorumluluğu doğuran olaya sebebiyet verenlere rücu edilebilmesine bağlıdır.
Rücu edilemeyen ödemelerin denkleştirilmesi, zarar vereni ödüllendirme anlamına
gelir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinin oluşmasında zarar
verenin bir katkısı olmadıktan başka, rücu edilen ödemelere nazaran zarar
verenin mükerrer ödemesi de yoktur. Rücu edilememe durumunda denkleştirmenin kurucu
unsuru olarak illiyet bağı koşulu da gerçekleşmemektedir. Rücu edilemeyen
ödemeler zarar ve tazminattan indirildiğinde, zarar verenlerden birisi olan
Devlet ödüllendirilmemektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu ödemeler
faturası karşılığı hazineden tahsil edilmektedir. Devletin ve SGK'nın üçüncü
kişiye ilgili mevzuat hükümleri uyarınca rücu edebilmesi söz konusu olduğundan
üçüncü kişi de ödüllendirilmemektedir. Rücu edilemeyen sosyal güvenlik hak ve
ödemelerinin oluşmasında zarar veren üçüncü kişinin bir katkısı olmamakla
birlikte sorumlu olanlardan biri olan Devletin katkısı bulunmaktadır. Bu
ödemeler faturası karşılığı hazineden tahsil edilmektedir. Bu nedenle rücu
edilemeyen sosyal güvenlik hak ve ödemelerinde Devletin mükerrer ödemesi söz
konusu olmaktadır. Rücu edilememe durumunda denkleştirmenin kurucu unsuru
olarak illiyet bağı koşulu da, prim ödemeyen bir askeri şahıs söz konusu
olduğunda, zarar görenlere devletin sorumluluğunu gerektiren olay nedeniyle,
herhangi bir prim ödenmeden bu ödemeler yapıldığından gerçekleşmiştir. Zarar
gören, zarar verici olay olmasaydı yoksun kaldığı gelirleri tazminat olarak
alacak, rücu edilememe nedeniyle aynı zamanda bağlanan aylıkları alacaktır. Bu
durumda zarara neden olan olay olmasaydı elde edeceği gelirlerden daha
fazlasını alacak. Sebepsiz zenginleşecek, Devlette aynı oranda mükerrer ödeme
yapmış olacaktır. Hukuk devleti ilkesi ise, sebepsiz zenginleşmeye ve kişilerin
sorumlu olduklarından fazla bir şekilde ödeme yapmasına cevaz vermez. Bu
nedenle bu durumun, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk Devleti olduğunu belirten
Anayasanın 2'nci maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
2'nci durumda, A isimli asker şahıs 2330 sayılı Kanun kapsamında
aylık bağlanmayı gerektirecek derecede yaralanıp sakatlanmıştır. A isimli asker
şahsa 2330 sayılı Kanun uyarınca vazife malullüğü aylığı bağlanacaktır. A,
üçüncü bir kişinin kasti bir eylemi sonucu yaralanıp sakat kalabileceği gibi,
2330 sayılı Kanun kapsamında üçüncü bir kişinin kastı olmaksızın, görev
esnasında yaralanıp sakat kalabilir. Üçüncü bir kişinin kasti bir eylemi sonucu
yaralanıp sakat kalması ve vazife malullüğü aylığı bağlanması halinde 1
numaralı durumda belirtilen açıklamalar bu durumda da geçerlidir. 2330 sayılı
Kanun kapsamında üçüncü bir kişinin kastı olmaksızın, görev esnasında yaralanıp
sakat kalması ve vazife malullüğü aylığı bağlanması halinde rücu edilebilecek
kimse olmadığından, rücu durumu söz konusu olmayacaktır. Rücu durumu söz konusu
olmadığından bu kişinin tazminat hesabında sosyal güvenlik ödemeleri dikkate
alınmayacak, bu kişi ile üçüncü bir kişinin kasti bir eylemi sonucu yaralanıp
sakat kalan kişinin alacağı tazminat arasında fark olacak, bu kişiler arasında
eşitlik ilkesine aykırı uygulama yapılmış olacaktır. Bunun da, herkesin kanun
önünde eşit olduğunu belirten Anayasanın 10'uncu maddesine aykırı olduğu
kanaatine varılmıştır.
3'üncü durumda, A isimli asker şahıs üçüncü bir şahsın kasıtlı
veya taksirli bir eylemi sonucu aylık bağlanmayı gerektirecek derecede
yaralanıp sakatlanmıştır. A isimli asker şahsa vazife malullüğü aylığı
bağlanacaktır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununun "Uzun Vadeli Sigorta Kolları Bakımından Üçüncü Kişinin
Sorumluluğu" başlıklı 39'uncu maddesinde; "Üçüncü bir kişinin kastı
nedeniyle malûl veya vazife malûlü olan sigortalıya veya ölümü halinde hak
sahiplerine, bu Kanun uyarınca bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin
sermaye değerinin yarısı için Kurumca zarara sebep olan üçüncü kişilere rücû
edilir." hükmü yer almaktadır. Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesinde de,
rücu edilebilen sosyal güvenlik ödemelerinin zarar ve tazminattan indirileceği
belirtilmiştir. Üçüncü bir şahsın kasıtlı veya taksirli bir eylemi sonucu yaralanan
A isimli asker şahsa bağlanan vazife malullüğü aylığının, 1 ve 2'nci durumlarda
bağlanan aylıklarda olduğu gibi, bağlanan bu aylıkların ödeme yapıldıktan sonra
faturası karşılığı hazineden tahsil edileceğine, maddi ve manevi zarar
karşılığı olduğuna dair mevzuatta bir hüküm bulunmamaktadır. Kanun koyucu büyük
bir kısmı da sosyal güvenlik sistemine bağlı olan, mali durumları zayıf olan
üçüncü kişilere rücu edilebilme şartları konusunda, kast-taksir ayrımı, rücu
edilebilecek miktarın azlığı-çokluğu konusunda, sosyal devlet olmanın gereği
olarak, sosyal güvenlik sisteminin özelliklerini de göz önünde bulundurarak
düzenlemeler yapabilir. Ancak Anayasa'nın 125'inci maddesinde, idarenin, kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir.
Zarar görenin zararı karşılandıktan sonra, sorumlu olan kişilere rücu edilip
edilmemesi, edilecekse, hangi şartlarda ve ne miktarda rücu edilebileceği ise
ayrı bir konudur. Borçlar Kanununun 55/1 inci maddesindeki gibi, rücu
edilebilme ile tazminatın ikamesi ve denkleştirme arasında doğrudan bir ilişki
kurulduğunda, Devletin sorumlu olduğu tam yargı davalarında, aynı görev yerinde
kasıtlı bir eylem sonucu yaralanıp sakat kalan kişi ile, aynı görev yerinde
taksirli bir eylem sonucu yaralanıp sakat kalan kişinin alacağı tazminat
miktarı arasında fark oluşturacaktır. Rücu edilen kısım uyarınca üçüncü kişinin
mali durumunun zayıf olması halinde bu kısma ilişkin zararda, üçüncü kişiye
açılabilecek dava sonucunda giderilemeyecektir. Bunun ise, idarenin, kendi eylem
ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğuna ilişkin Anayasa'nın 125
inci maddesine, herkesin kanun önünde eşit olduğunu belirten Anayasa'nın
10'uncu maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. 1'inci durumdaki üçüncü
kişinin kastının belirlenmesi için kesinleşmiş bir mahkeme kararının gerekli
olup olmadığına, üçüncü kişiye hukuken rücu edebilme mi yoksa fiilen rücu
edebilmenin mi dikkate alınacağına, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanununun 93'üncü maddesindeki hüküm nedeniyle, fiilen rücu
durumunda da, kasıtlı bir eylemden/suçtan ele geçirebilme/mahkum olabilme ve
rücu edilebilmeye, rücu edilip edilememe, dolayısıyla rücu edilebilen kısmın
zarar ve tazminattan indirilebilmesi için zamanaşımı süresi olan 10 yıllık süre
boyunca tam yargı davasının sonuçlandırılmayıp beklenmesi gerektiğine, bunun
ise, davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının
görevidir diyen Anayasa'nın 141/4'üncü maddesine aykırı olduğuna, zamanaşımı
süresi içerisinde bekleme durumunda, zarar gören zararının karşılanması için
yıllarca bekleyeceğine, davalı ve sorumlu olan Devletinde, bu süre içerisinde
ödeyeceği tazminat için gecikme faizi ödeyeceğine, duruma göre belki de
tazminattan indirilecek kısımdan daha fazla gecikme faizi ödeyeceğine, bu
durumun ise Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devleti olduğunu belirten Anayasanın 27'nci maddesine aykırı olduğuna,
üçüncü kişinin ele geçirilmesine bağlı olarak rücu edilip edilememeye göre,
benzer eylemler nedeniyle aynı anda aynı oranda zarar gören kişilerden, bir
kısmının rücu edilen kısım nedeniyle daha az tazminat alacağına, tazminatını
daha geç alacağına, üçüncü kişinin mali durumunun uygun olmaması nedeniyle rücu
edilen kısmı üçüncü kişiden tazmin edemeyeceğine, bu durumun ise, herkesin
kanun önünde eşit olduğunu belirten Anayasanın 10'uncu maddesine, idarenin,
kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğunu belirten
Anayasanın 125'inci maddesine aykırı olduğuna, zarar görenin, zarar verici olay
olmasaydı yoksun kaldığı gelirleri tazminat olarak alacağına, rücu edilememe
nedeniyle aynı zamanda bağlanan aylıkları da alacağına, bu durumda zarara neden
olan olmasaydı elde edeceği gelirlerden daha fazlasını alacağına, sebepsiz
zenginleşeceğine, Devletinde aynı oranda mükerrer ödeme yapmış olacağına, Hukuk
Devletinin ise, sebepsiz zenginleşmeye ve kişilerin sorumlu olduklarından fazla
bir şekilde ödeme yapmasına cevaz vermeyeceğine, bu nedenle bu durumun, Türkiye
Cumhuriyetinin bir hukuk Devleti olduğunu belirten Anayasanın 2'nci maddesine
aykırı olduğuna ilişkin açıklamalar bu 3'üncü durumda da geçerlidir.
4'üncü durumda, A isimli asker şahıs kamu görevlisinin kasıtlı
veya taksirli bir eylemi sonucu aylık bağlanmayı gerektirecek derecede
yaralanıp sakatlanmıştır. A isimli asker şahsa vazife malullüğü aylığı
bağlanacaktır. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanununun "Uzun Vadeli Sigorta Kolları Bakımından Üçüncü Kişinin
Sorumluluğu" başlıklı 39'uncu maddesinde; "... Malûllük, vazife
malullüğü veya ölüm hali, kamu görevlilerinin veya er ve erbaşlar ile kamu
idareci tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak
yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında
kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak
sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan aylıklar için Kurumca, kurumuna veya
ilgililere rücû edilmez." hükmü düzenlenmiştir. Rücu için kesinleşmiş
mahkûmiyet kararı şartı aranmaktadır. Bu çerçevede 3 numaralı durumda
belirtilen açıklama ve Anayasaya aykırılık iddiaları 4 numaralı bu durumda da
geçerlidir. Ayrıca, Anayasanın 40'ıncı maddesinde; "Kişinin, resmi
görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna
göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.". 129'uncu maddesinde; "Memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat
davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve
şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir." hükümleri yer
almaktadır. Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesine göre rücu edilebilen sosyal
güvenlik ödemeleri, zarar ve tazminattan indirildiğinde, indirilen bu kısım
için zarar gören kamu görevlilerine karşı dava açmak durumunda kalacaktır.
Oysa, Anayasanın 40 ve 129'uncu maddelerinin söz konusu olduğu durumlarda kamu
görevlisi aleyhine dava açılamaz. Bu husus Anayasa gereği kurulan Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi Kanununun 24'üncü maddesinde; "Kişiler askeri görevlerle
ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü, bu görevleri yerine getiren
personel aleyhine değil, sadece bu mahkemede ilgili kurum aleyhine tazminat
davası açabilirler. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı
saklıdır" şeklinde ifade edilmiştir. Borçlar Kanununun 55'inci maddesi ile
getirilen ve sosyal güvenlik ödemeleri ile ilişkilendirilen rücu hükmünün, üst
norm olan ve tazminat davalarında kamu görevlilerine kusurlarından dolayı rücu
edilmek kaydıyla şeklinde belirlediği açık ve emredici hükmün uygulanmasını
engellediği, bazı hallerde üst normda öngörülen rücu hakkını ortadan
kaldırdığı, tali bir konuda yapılan yasal düzenlemenin, üst norm olan Anayasa
hükmünün önüne geçtiği, bu haliyle Borçlar Kanununun 55/1'inci maddesindeki,
"Kısmen ve tamamen rücu edilemeyen..." ibaresinin Anayasanın 40.,
129'uncu maddelerine aykırılık oluşturduğu gibi, sosyal güvenlik ödemelerinin
yarar kabul edilmesine ilişkin ayrımın zarar görenler üzerinde yarattığı farklı
uygulamaların, idari yargıda görülen davalarda, kişiler arasında eşitsizliğe
yol açtığı, bununda Anayasanın 10'uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine
aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Bu açıdan Borçlar Kanununun 55/1'inci
maddesinin Anayasanın 10., 40. ve 129'uncu maddesine aykırı olduğu kanaatine
varılmıştır. Yine zarar gören Ceza Muhakemesi Kanununun 231'inci maddesi
kapsamında kalan bir eylem sonucu yaralanıp sakat kaldığında, hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinde, anılan madde uyarınca
verilen hüküm hukuki sonuç doğurmadığından, rücu için gerekli olan mahkumiyet
şartı gerçekleşmemiş olacaktır. Ancak verilen hüküm 5 sene süreyle askıda olup,
bu sürenin sonunda maddede öngörülen şartların gerçekleşmesi halinde,
mahkumiyete ilişkin hüküm düşecek, şartların gerçekleşmemesi halinde mahkumiyet
açıklanacak ve mahkumiyet hükmü kesinleştiğinde, rücu için aranan mahkumiyet
şartı gerçekleşmiş olacaktır. Bu süreç içerisinde sosyal güvenlik ödemelerini
rücu edip etmeme açısından tam yargı davası sonuçlanmayacak, bu nedenle, yargılama
uzayacak, zarar gören kişilerin alacakları tazminatlar arasında, aynı eyleme
maruz kaldıkları halde, zarar veren kişilerin bireysel durumları, cezanın
kişiselleştirilmesi gibi durumlar nedeniyle farklılıklar olacak, bu kişiler
haklı bir neden olmadan farklı muameleye maruz kalacak, bu süreç içerisinde
devlette gecikme faizi, duruma göre belki de tazminattan indirilecek kısımdan
daha fazla gecikme faizi ödeyecektir. Bunun ise, davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir diyen Anayasanın
141/4'üncü maddesine, Türkiye Cumhuriyetinin, hukuk Devleti olduğunu belirten
Anayasanın 2'nci maddesine, herkesin kanun önünde eşit olduğunu belirten
Anayasanın 10'uncu maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
5'inci durumda, A isimli asker şahıs kamu görevlisi veya üçüncü
kişinin kasıtlı ve taksirli eylemi olmaksızın aylık bağlanmayı gerektirecek
derecede yaralanıp sakatlanmıştır. A isimli asker şahsa vazife malullüğü aylığı
bağlanacaktır. Rücu edilebilecek kimse olmadığından, rücu durumu söz konusu
olmayacaktır. Terör olayı sonucu, 2330 sayılı Kanun kapsamındaki görevler
nedeniyle, kamu görevlisi veya üçüncü kişinin kasıtlı ve taksirli eylemi sonucu
yaralanıp sakatlanan kişiler hakkında sosyal güvenlik ödemelerinin rücu durumu
olduğu halde, bu kişi için rücu durumu söz konusu olmadığından bu kişinin
tazminat hesabında sosyal güvenlik ödemeleri dikkate alınmayacak, belirtilen
diğer kişilerin alacağı tazminat arasında fark olacak, bu kişiler arasında eşitlik
ilkesine aykırı uygulama yapılmış olacaktır. Bunun da, herkesin kanun önünde
eşit olduğu belirtilen Anayasanın 10'uncu maddesine aykırı olduğu kanaatine
varılmıştır. Zarar gören, zarar verici olay olmasaydı yoksun kaldığı gelirleri
tazminat olarak alacak, rücu edilememe nedeniyle aynı zamanda bağlanan
aylıkları alacaktır. Bu durumda zarara neden olan olay olmasaydı elde edeceği
gelirlerden daha fazlasını alacak, sebepsiz zenginleşecek, Devlette aynı oranda
mükerrer ödeme yapmış olacaktır. Hukuk devleti ilkesi ise, sebepsiz
zenginleşmeye ve kişilerin sorumlu olduklarından fazla bir şekilde ödeme
yapmasına cevaz vermez. Bu nedenle bu durumun, Türkiye Cumhuriyetinin bir Hukuk
Devleti olduğunu belirten Anayasanın 2'nci maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
1- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55/2'inci maddesindeki;
"Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin
sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve
davlarda da uygulanır." hükmünün bu davada uygulanacak hüküm olduğu ve bu
hükmün, Anayasanın 2., 10., 40., 125., 129., 141., 155., 157'nci maddelerine
aykırı olduğu kanısına varıldığından,
2- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55/1'inci maddesindeki;
"Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu kanun
hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya
tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan
ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan
indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile
artırılamaz veya azaltılamaz." hükmünde yer alan, "Kısmen veya tamamen
rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile" ibaresinin bu davada
uygulanacak hüküm olduğu ve bu ibarenin, Anayasanın 2., 10., 40., 125., 129. ve
141'inci maddelerine aykırı olduğu kanısına varıldığından,
belirtilen hüküm ve ibareye ilişkin yasal düzenlemenin iptali
için, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 40'ıncı maddesinin (1) numaralı fıkrasına uygun olarak dava
dosyasından çıkartılacak onaylı belgelerin Anayasanın 152/1 ve 6126 sayılı
Kanunun 40/(1) maddeleri uyarınca ANAYASA MAHKEMESİ'NE GÖNDERİLMESİNE, bu
sebeple davanın GERİ BIRAKILMASINA,
26 MART 2014 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verildi.""