"...
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“…Sanık …'nin 02 Mart 2010 tarihinde …
İstanbul Şubesinde basın toplantısı düzenlediği, bu basın toplantısında sarf
ettiği sözlerden dolayı 2 nci Ordu Komutanlığının 04 Mart 2010 tarihli
soruşturma konulu yazısı ile soruşturma emri verildiği, 2 nci Ordu Komutanlığı
Askeri Savcılığının 25 Mart 2010 gün ve 2010/200-1 esas-karar sayılı
yetkisizlik kararı ile sanığın eylemlerinin TCK.nun 318 nci maddesinde yazılı
halkı askerlikten soğutmak veya 319 ncu maddesinde düzenlenen askerleri
itaatsizliğe teşvik suçlarından birisine sübut verebileceği, 353 sayılı Kanunun
1 nci maddesinin 4 ncü fıkrası ve Milli Savunma Bakanlığının 05.05.1971 tarih
ve AD-1971-1444-4 Özel Yetki No: 30 sayılı kararına göre bu suçlarla yargılama
yetkisinin Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesine ve soruşturma yetkisinin
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına ait olduğu belirtilerek 353 sayılı
Kanunun 23 ncü maddesi gereğince yetkisizlik kararı verildiği, Genelkurmay
Başkanlığı Askeri Savcılığınca yapılan soruşturma neticesinde sanık hakkında 30
Mart 2012 gün ve 2012/55-30 esas ve karar sayılı iddianamesi ile; As.C.K.nun 58
inci maddesi delaletiyle TCK.nun 318/2 nci maddesinde düzenlenen “Halkı
Askerlikten Soğutmak” suçundan kamu davası açıldığı ve halen bu suçtan
Mahkememizde yargılamasının devam ettiği anlaşılmıştır.
B. Uygulanacak Maddi Ceza ve Ceza Muhakemesi Normları :
25.10.1963 gün ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanununun “Kuruluş” başlıklı 1 nci maddesinin 4 ncü fıkrasında
As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu maddeleri ile 148 nci maddesinin B
fıkrasında yazılı suçları işleyenlerin yargılanmaları Milli Savunma
Bakanlığının önceden tespit ve Resmi Gazete ile yayınlayacağı askeri
mahkemelerde yapılır hükmünü içermektedir. Askeri Ceza Kanununun 55 nci
maddesinde harp hıyaneti, 56 ncı maddesinde milli müdafaaya hıyanet, 57 nci
maddesinde milli müdafaa aleyhine sair hareketler, 58 nci maddesinde milli
mukavemeti kırmak, 59 ncu maddesinde milli müdafaa vasıtalarını tahrip, 148 nci
maddesinde ise siyasi faaliyetlerde bulunanlar suçları düzenlenmiştir. Bahse
konu kanun maddeleri incelendiğinde, maddelerdeki suçlar açısından 765 sayılı
Türk Ceza Kanununun ilgili maddelerine atıf yapıldığı, bahse konu suçları
işleyenlerin bu atıf maddelerinde belirtilen cezai müeyyidelere tabi kılınacağı
belirtilmiştir. 04.11.2004 tarihli 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve
Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun12 nci maddesinde 01.03.1926 tarihli ve 765
sayılı Türk Ceza Kanununun bütün ek vedeğişiklikleri ile birlikte yürürlükten
kaldırıldığı belirtilmiş, aynı Kanunun “Yollamalar” başlıklı 3 ncü maddesinin 1
nci fıkrasında mevzuatta yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan
yollamaların 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını
oluşturan maddelere yapılmış sayılacağı hükmü yer almıştır.
1. As.C.K.nun 55 nci maddesinde düzenlenen harp hıyaneti suçu
açısından 765 sayılı TCK.nun 129 ncu maddesinin 1 nci fıkrasına yapılan atıf,
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 3
ncü maddesi gereğince 5237 sayılı TCK.nun 307 nci maddesinin 4 ncü fıkrasına,
2. As.C.K.nun 56 ncı maddesinde düzenlenen milli müdafaaya hıyanet
suçu açısından 765 sayılı TCK.nun 133, 136 ncı maddesinin 3 ve son fıkrası ile
127 nci maddenin 3 ncü fıkrasına yapılan atıf, yürürlük Kanununun 3 ncü maddesi
gereğince 5237 sayılı TCK.nun sırasıyla 328, 335, 331 ve 305 nci maddelerine,
3. As.C.K.nun 57 nci maddesinde düzenlenen milli müdafaa aleyhine
sair hareketler suçu açısından 765 sayılı TCK.nun 135 nci maddesine yapılan
atıf, yürürlük Kanununun 3 ncü maddesi gereğince 5237 sayılı TCK.nun sırasıyla
332 ve 339 ncu maddelerine,
4. As.C.K.nun 58 nci maddesinde düzenlenen milli mukavemeti kırmak
suçu açısından 765 sayılı TCK.nun 153, 161 ve 155 nci maddelerine yapılan atıf,
yürürlük Kanununun 3 ncü maddesi gereğince 5237 sayılı TCK.nun sırasıyla 319,
318 ve 323 ncü maddelerine tekabül etmektedir.
5. As.C.K.nun 59 ncu maddesinde düzenlenen milli müdafaa
vasıtalarını tahrip ve 148 nci maddesinin B fıkrasında belirtilen siyasi
faaliyetlerde bulunmak suçu doğrudan As.C.K.nunda düzenlenmiştir.
353 sayılı Kanun'un 1 nci maddesinin 4 ncü fıkrasında yukarıda beş
başlık altında belirttiğimiz As.C.K.nun 55, 56, 57, 58, 59 ve 148/B
maddelerinde belirtilensuçlar açısından yargılama yetkisinin hangi mahkemeye
ait olduğunun Milli Savunma Bakanlığı tarafından önceden tespit edileceği ve
Resmi Gazetede yayınlanacağı belirtilmiştir.
Bu kapsamda Milli Savunma Bakanlığının 05.05.1971 gün ve AD:
1971/1444-4 Özel Yetki No: 30 sayılı Adli Yetki Konulu Özel Yetki Kararı ile
(tıpkı yazım) “As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu maddeleri ile 148 nci
maddesinin B fıkrasında yazılı suçları 01 Temmuz 1971 tarihinden sonra
işleyenlerle ilgili davalara Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesinde
bakılması,Milli Savunma Bakanlığının 05.05.1971 tarih ve 1971-1444-4 sayılı
onay ile kabul ve tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu itibarla 01 Temmuz 1971
tarihinden önce işlenmiş bu suçlarla ilgili davalara Bakanlığın aynı konuya
ilişkin 20 Kasım 1963 tarih ve AD.: 6695-2-63 sayılı onayı ile tayin ve tespit
edilmiş olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 1 nci Ordu Komutanlığı ve 7 nci Ordu
Komutanlığı Askeri Mahkemelerinde bakılması ve davaların bu mahkemelerde intaç
edilmesi gerekmektedir. Ancak 01 Temmuz 1971 tarihinden sonra işlenen suçlar
bakımından “Genelkurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi görevli olacaktır.”
şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Milli Savunma Bakanlığının Ocak 1997 gün ve MİY.:
39-3-96/As.Adl.İşl.İhb.Yet. As.Czev.Ş. sayılı Adli Yetki Değişikliği konulu
Türk Ceza Kanununun 135/1 nci maddesi ile ilgili özel yetki kararı ile (tıpkı
yazım) “As.C.K.nun 57 nci maddesinin 2 nci fıkrasının atıfta bulunduğu TCK.nun
135 nci maddesinin 1 nci fıkrasında yazılı suçu işleyenlerin yargılama yetkisi
01 Mart 1997 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı
Askeri Mahkemesinin yetkisinden çıkarılarak, suçun işlendiği yere en yakın
askeri mahkemelerin yetkisine dahil edilmesi, Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanununun 1 nci ve 26 ncı maddelerine göre ve Milli Savunma
Bakanlığının 30 Ocak 1997 gün ve MİY.: 39-3-97/As.Adl.İşi.İhb.Yet. As.Czev.Ş.
sayılı onayı ile kabul edilmiştir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
C. İptal Talebine Esas Kılınan Anayasa Hükümleri :
07.11.1982 gün ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2
nci maddesinde “Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri düzenlenmiş ve 2 nci maddede
Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde
insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”
denilmiştir.
Anayasamızın 03.10.2001 gün ve 4709 sayılı Kanunun 14 ncü maddesi
ile değişik Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36 ncı maddesinde “Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir, hiçbir
mahkeme görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz” hükmünü
içermektedir.
Anayasamızın Kanuni Hakim Güvencesi başlıklı 37 nci maddesinde
“hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz,
bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma
sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” hükmünü
içermektedir.
Anayasamızın Yargı Başlıklı 3 ncü bölümünün Genel Hükümler başlığı
altındaki mahkemelerin bağımsızlığına ilişkin 138 nci maddesi “hakimler
görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez,
genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz, görülmekte olan bir dava
hakkında yasama meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru
sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve
yürütme organları ile idare mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar
ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez”, hükmünü içermektedir.
Anayasamızın 12 Eylül 2011 gün ve 5982 sayılı Yasanın 15 nci
maddesi ile değişik Askeri Yargı başlıklı 145 nci maddesinde “Askeri yargı
askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür, bu mahkemeler
asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler
aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara
ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu
düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde
görülür. Savaş hali haricinde asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde yargılanamaz,
askeri mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından
yetkili oldukları, kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adli yargı hakim
ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir. Askeri yargı
organlarının kuruluşu, işleyişi, askeri hakimlerin özlük işleri, askeri
savcılık görevlerini yapan askeri hakimlerin görevli bulundukları komutanlıkla
ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre
kanunla düzenlenir” hükümleri yer almaktadır.
D. Hukuksal Değerlendirme :
Somut olayımıza gelindiğinde Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Savcılığınca yapılan soruşturma neticesinde sanık hakkında 30 Mart 2012 gün ve
2012/55-30 esas ve karar sayılı iddianamesi ile; As.C.K.nun 58 inci maddesi
delaletiyle TCK.nun 318/2 nci maddesinde düzenlenen “Halkı Askerlikten
Soğutmak” suçundan kamu davası açılmıştır. Sanık bahse konu suça vücut veren
eylemini gerçekleştirdiğinde 353 sayılı Kanunun 10/A maddesi gereğince asker kişi
sıfatını haizdir. Eylemini gerçekleştirdiği esnada 2 nci Ordu İstihkam Alayında
askerlik hizmetini yerine getirmektedir. 353 sayılı Kanunun 21 nci maddesinin 1
nci fıkrasındaki “askeri mahkemelerin yetkisi, teşkilatında askeri mahkeme
kurulan kıta komutanı veya askeri kurum amirinin kadro ve kuruluş itibariyle
emirleri altında bulunan kişiler ile adli bakımdan kendisine bağlanmış birlik
veya askeri kurum mensupları hakkında caridir.” Hükmüyle belirtilen genel yetki
kaidesi gereğince sanığın 2 nci Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinde
yargılanması gerekmektedir. Ancak 353 sayılı Kanunun 1 nci maddesinin 4 ncü
fıkrası ve Milli Savunma Bakanlığının 05.05.1971 tarih ve AD-1971-1444-4 Özel
Yetki No: 30 sayılı kararına göre Genelkurmay Askeri Mahkemesi tarafından
yargılanmasına başlanmıştır. Bu anlamda 353 sayılı Kanunun1 nci maddesinin 4
ncü fıkrasının sanık hakkında yargılamaya yetkili mahkemeyi belirlemesi
açısından Anayasamızın 152 nci maddesinde belirtildiği şekilde davada
uygulanacak hukuk normu olduğunda şüphe bulunmamaktadır.
Hukuksal değerlendirmede iptal istemiyle bağlantılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının ilgili hükümleri özelden genele doğru
değerlendirilmiştir.
a. Hakim Bağımsızlığına İlişkin Değerlendirme :
Anayasamızın 9 ncu maddesinde “Yargı yetkisinin Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilmiştir.”
Anayasamızın 36 ncı maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir denilmektedir. Adil yargılanma
hakkının bir çok tanımı olmasına rağmen genel olarak Adil yargılanma hakkı,
herkesin meşru tüm araç ve yollardan faydalanmak sureti ile bağımsız ve
güvenceli bir tür yargı mercii önünde haklarını ararken (hak arama özgürlüğünü
kullanırken), yargılamanın usul ve esas ilkelerine uygun bir şekilde başlatılıp,
yürütülüp, sonuçlanmasını istemek, (doğru yargılanmak), bu yargılama sürecinin
istisnaları saklı olmak koşuluyla açık olmasını istemek ve yargısal süreç
içindeki her tür kararın gerekçeli olarak yazılmasını beklemek hakkıdır”
Adil yargılanma hakkı AİHS'nin 6. maddesinde de düzenlenmiştir.
Sözleşmenin 6. maddesinin 1. fıkrasında herkesin, gerek medeni hak ve
hükümlülükleri ile ilgili davalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen
suçlamalar konusunda karar verecek olanyasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafındandavasının makul bir süre içerisinde, hakkaniyete uygun ve
açık olarak görülmesini istemek hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bu madde
de istisnalar da belirtilmiştir.
Anayasamızın Yargı Başlıklı 3 ncü bölümünün Genel Hükümler başlığı
altındaki mahkemelerin bağımsızlığına ilişkin 138 nci maddesi “hakimler
görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani
kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez…”
denilmektedir. Hem Anayasamızın 36 ncı maddesinde belirtilen adil yargılanma
hakkının temel unsurununyasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafındanyargılanma hakkı olması hem de Anayasamızın 138 nci maddesinde
“hakimlerin görevlerinde bağımsız” olduklarının belirtilmesi karşısında hakim
bağımsızlığının belirlenmesi gerekmektedir.
Hakimlerin bağımsızlığı, “hakimlerin gerek yürütme, gerekse yasama
organlarına bağlı olmadıkları, onlardan müstakil oldukları, bu iki organın
hakimlere emir ve talimat veremeyeceği ve tavsiyelerde bulunamayacağı anlamına
gelir.
Hakimlerin bağımsızlığı, kararlarını verirken hür olmaları, hiçbir
dış baskı ve tesir altında bulunmamaları demektir. Baskı yapılması kadar,
yapılabilmesi ihtimali de hakimlerin bağımsızlığını zedeler. Hakimler, hem
yasama, hem yürütme hem yargı organı, hem de ortam karşısında bağımsız
olmalıdır. Anayasa Mahkemesi 16.06.2011 gün ve2010/32 - 2011/105 E.K.sayılı
kararında “Hukuk devleti ilkesinintemel bileşenlerinden olan yargı
bağımsızlığı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca ve en etkin
güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hakimlerin bağımsızlığı
kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal
sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hakimlerin görevlerine ilişkin bağımsızlığı,
onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, bunun amacı adaletin dolaylı dolaysız her
türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak dağıtılacağı yolundaki, güven
ve inancı yerleştirmektir. Yargının bir karakteri olan bağımsızlık, hakimin,
çekinmeden ve endişe duymadan, Anayasa'nın öngördüğü gereklerden başka herhangi
bir dış etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar verebilmesidir.
Hakim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı değil, demokratik bir
toplumda, devlet yapısı içinde tüm kurum ve kuruluşlar ile kişilere karşı da
düşünüp sağlanması gerekir.
Yargının bağımsızlığı konusunda düzenlemeler yapılırken,
hakimlerin yargı içi ve dışı her türlü etki ve kuşkudan uzak karar vermeleri
koşullarının hazırlanması kadar, tarafların ve toplumun yargıya olan güveninin
sağlanmasına da özen gösterilmelidir. Hakimler, hakimliğin gerektirdiği her
türlü yüksek nitelikleri taşısalar bile, kamu vicdanında tarafsızlıkları
konusunda kuşku uyandıracak düzenlemelerden kaçınılmalıdır. Herhangi bir
baskının, etkinin yapılması kadar yapılabilme olasılığı da yargı bağımsızlığını
zedeler. Hakimlerin bağımsızlığı, onların kararlarını verirken özgür olmaları,
her türlü kaygıdan, maddi ve manevi baskı ve etkiden uzak bulunmaları ile
mümkündür. Hak aranılan mahkemenin “bağımsızlığı ve tarafsızlığı” adil yargılanmanın
koşulları arasındadır. Başka herhangi bir kişi, kurum veya organdan emir
almamak, yasamanın, yürütmenin ve diğer dış etkilerin etki alanının dışında
olmak, baskı altında olmamak şeklinde tanımlanan bağımsızlık, tarafların etki
alanının dışında kalmayı, dava taraflarına karşı bağımsızlığı da kapsamaktadır.
Anayasa'da öngörülen yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatının, askeri yargı
için de geçerli olduğunda kuşku bulunmamaktadır.” demektedir.
Bahse konu suçlar açısından, bu aşamada görevli olan bir
mahkemenin, yargılama görevini yürütürken, bahse konu yargılama görevinin
kendisinden, yetki tespit kararı ismini taşıyan ve incelendiğinde bir bakanlık
genelgesi niteliğinde olan, normlar hiyerarşisinde en sonlarda yer alan, yapılmasında,
değiştirilmesinde veya kaldırılmasında, kanunlar gibi katı ve güvenceli
prosedürler içermeyen, bir genelge ile alınıp, başka bir mahkemeye
verilebileceğini biliyor ve bu kaygıyı duyuyorsa, hakim bağımsızlığının
zedeleneceği açıktır. Bugüne kadar böyle bir husus gerçekleşmemiş olsa bile,
belirli bir hakimin veya mahkemenin belirli suç, maddi olgu, hukuki
değerlendirmesinden memnun olmayan yürütmenin, bahse konu suçları, maddi
olguları veya hukuki nitelemeleri farklı değerlendirebilecek, bir mahkeme
arayışına girmesine ve bu suçlar açısından başka mahkemeleri görevlendirmesini
engelleyecek, bir hukuki prosedür belirlenmemiştir. Milli Savunma Bakanı
tarafından imzalanan yetki tespit kararı ismini taşıyan bir kararla, kolayca
mahkemelerin bahse konu suçlar açısından görevlerinin değiştirilebilme
ihtimalinin bulunması bile, kamu vicdanında mahkemenin bağımsızlığı konusunda
kuşku uyandıracak bir husustur. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen
kararında da zikrettiği gibi herhangi bir baskının, etkinin yapılması kadar,
yapılabilme olasılığı da yargı bağımsızlığını zedeleyecektir. Hakimlerin
bağımsızlığı, onların kararlarını verirken özgür olmaları, her türlü kaygıdan,
maddi ve manevi baskı ve etkiden uzak bulunmaları ile mümkündür.
b. Kanuni Hakim Güvencesine İlişkin Değerlendirme :
Anayasamızın Kanuni Hakim Güvencesi başlıklı 37 nci maddesinde
“hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz”
denilmektedir. Bu bağlamda tabii mahkeme veya tabii hakim ilkelerinin
incelenmesi gerekmektedir. “Tabiî mahkeme” veya “olağan mahkeme” ilkesi, bir
uyuşmazlığı çözümleyecek olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce
kanunen belli olması anlamına gelir. Yani, tabiî mahkeme, yahut olağan mahkeme,
çözümlenecek olayın meydana geldiği anda, o olay için kanunun öngördüğü mahkeme
demektir. Kısacası, tabiî mahkeme (olağan mahkeme), olaydan önce kurulmuş ve
somut olay ile kuruluş bakımından ilgisi olmayan mahkeme demektir. Bu
mahkemenin hakimine de “tabiî hâkim” denir. Buna göre, bir uyuşmazlık, ancak
uyuşmazlığın doğumu anında görevli ve yetkili olan mahkeme tarafından
çözümlenecektir. Böylece tabiî hâkim ilkesiyle, davanın olaydan sonra
çıkarılacak bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından yargılanması
yasaklanmakta, yani kişiye veya olaya özgü mahkeme kurma imkanı ortadan
kaldırılmaktadır.
“Tabiî hâkim (doğal yargıç)” ilkesinin doğal sonucu, “olağanüstü
(istisnai) mahkemeler”in kurulmasının yasaklanmasıdır.
“Tabiî hâkim (olağan hâkim)” ilkesi, yürütme ve hatta yasama
organının yargılama faaliyetine müdahalesini önlemeye yarar. Zira, mahkemenin
olaydan önce kanunla kurulması zorunluluğu, bir kere yürütme organının mahkeme
kurmasını yasaklamaktadır. Diğer yandan, yasama organı da kurulmasından önce
gerçekleşmiş olayları yargılamakla görevli ve yetkili mahkeme kuramayacaktır.
Bu ise mahkemelerde yargılanacak olan kişilere, büyük bir güvence sağlar. Çünkü
onları yargılayacak mahkemeler, sırf onlar için kurulmamış, onları yargılayacak
hakimler sırf onlar için atanmamıştır.
Burada ayrıca belirtelim ki, tabiî hâkim ilkesi ve keza
Anayasamızın 37 nci maddesi, olaydan sonra mahkemenin kurulmasını
yasaklamaktadır. “Kurulma”dan kastedilen şey, “bir mahkeme çeşidinin kanunla
kabul edilmesi ve çalışmalarının düzenlenmesidir.” Dolayısıyla hakimin olaydan
sonra tayin edilmesi, mahkemenin sonradan kurulması demek değildir. Aksi
takdirde, tek hakimli bir mahkemede yeni tayin edilen hakimin eski hakimin
başladığı işlere devam etmesi mümkün olamazdı. Keza muhakemenin nakli de tabiî
hâkim ilkesine aykırı olarak görülmemektedir.
1982 Anayasası, “tabiî hâkim” ilkesini “kanunî hakim güvencesi”
başlıklı 37 nci maddesinde şu şekilde düzenlemektedir:
“Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz”
Görüldüğü gibi maddede “tabiî hâkim” veya “tabiî mahkeme” ifadesi
geçmemektedir. Ancak Anayasanın 37 nci maddesinde “kanunî hâkim güvencesi” adı
altında düzenlenen şeyin aslında “tabiî hâkim ilkesi” olduğunu söyleyebiliriz.
Bir kere, maddenin ikinci fıkrasında, “olağanüstü merciler”in kurulması
yasaklandığına göre, bundan a contrario “olağan mahkeme ilkesi”nin kabul
edildiği çıkar ki, “olağan mahkeme” ile “tabiî hâkim” ilkesi aynı şeylerdir.
Diğer yandan 37 nci maddenin Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu Gerekçesinde de
bu maddede ifade edilen ilkenin tabiî hakim ilkesi olduğu açıklanmıştır.
Gerekçede şöyle denmiştir:
“Bu maddede” ‘kanunî' ve ‘tabiî' hâkim güvencesi birlikte
düzenlenmiştir... ‘Tabiî hâkim' kavramı ise yargılanacak nizanın vukuu anında
bulunan kanunun öngördüğü yargı mercii demektir. Bunlara ‘olağan mahkemeler'de
denir. Diğer bir deyimle, bir ceza (niza), ancak vukuu anında yürürlükte bulunan
kanunun tâbi kıldığı yargılama mercii önüne götürülecek; bu kanuna göre, hangi
mahkemenin görev ve yetkisine giriyorsa o mahkeme tarafından çözüme
bağlanacaktır”.
Anayasa Mahkemesi de 1982 Anayasasının 37 nci maddesinde
düzenlenen “kanunî hâkim” ilkesinin “tabiî hâkim” olarak anlaşılması
gerektiğine karar vermiştir.Mahkeme 20 Ekim 1990 tarih ve K.1990/30 sayılı
kararında şöyle demiştir:
“Hukuk devletinde yasal yargıç (kanunî hâkim), doğal yargıç (tabiî
hâkim) olarak anlaşılmalıdır. Doğal yargıç kavramı ise, dar anlamda, suçun
işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini
yasanın belirlemesi diye tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla, doğal yargıç
ilkesi, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana
gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıçların atanmasına engel oluşturur;
sanığa veya davanın yanlarına göre yargıç atanmasına olanak vermez”.
353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun
“Kuruluş” başlıklı 1 nci maddesinin 4 ncü fıkrasındaki düzenlemenin, bugüne
kadaryakınmayakonu olmayan, ancak vahim sonuçlar doğuracak olasılık dahilindeki
uygulamalarını ortaya koymak, konunun anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.
Örneğin As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu maddeleri ile 148 nci
maddesinin B fıkrasında yazılı suçları işlediği iddia edilen bir şüpheli
hakkında savcılık soruşturmaya başladıktan sonra, MSB.lığının bir karar ile
daha önce bu suçları yargılamayla görevlendirilmiş bir mahkemenin görevini,
hangi gerekçe ile olursa olsun bu mahkemeden alarak, başka bir mahkemeye
vermesi halinde, olaydan sonra genelge ile görev ve yetkisi belirlenmiş bir
mahkemede yargılama yapılacağı gerçeği karşısında, doğal hakim ilkesinin
zedeleneceğinde şüphe yoktur. Her ne kadar belirtilen suçlar açısından
yargılama makamının belirlenmesi, görev hususunda bir değerlendirme ise de; 353
sayılı Kanunda bu hususun bir görev olarak belirlenmemesi,Askeri Yargıtay
kararlarında bahse konu suçların yargılama merciinin belirlenmesinde çıkan
uyuşmazlıkların, “yetki uyuşmazlığı” kabul edilmesi karşısında, sınıf ve rütbe
yönünden olmayan yetkisizlik itirazlarının, sanığın sorgu ve savunmasından önce
yapılmasına yönelik, 353 sayılı Kanunun 32 nci maddesi bağlamında da doğal
hakim ilkesi zedelenebilecektir. Örneğin sanık hakkında yargılamaya başlayan
mahkeme, sanığın sorgu ve savunması yapılmadan, MSB.lığının kararı ile bahse
konu suçlara bakmakla görevlendirilen mahkeme değiştirildiğinde, dosyayı
yetkisizlikle yetkili mahkemeye göndermek zorundadır. Bırakınız soruşturma
aşamasında, kovuşturma aşamasında yürütme, bir genelge ile yargı makamını
belirleme yetkisine sahiptir. Bu yetki kendisini Anayasadan almayan bir yetkidir.
Bugüne kadar Milli Savunma Bakanlarının bahse konu yetkilerini kötüye
kullandıklarına yönelik bir uygulama ve bu yönde bir iddia bulunmamaktadır.
Ancak görev gibi kamu düzeninden olan ve öncelikle her yargı organı tarafından
ele alınması gereken bir yetkinin, hukuka aykırı kullanımına olasılık ve hatta
kolaylık sağlayacak, bir yasal düzenlemenin var olduğunu bilmek, bırakın
şüpheli veya sanıkları, bu yetki kendisine verilen kişiler açısından bile
tedirgin edici niteliktedir. Çünkü Yasa incelendiğinde 353 sayılı Kanunun ¼ ncü
maddesinin “yasayla düzenlemenin” temel ilke ve sonucu olan belirlilik ve
öngörülebilirlik içermediği açıktır. Önceden belirlemek ve resmi gazetede
yayınlamak, belirlemede hangi temel normların uygulanacağı, belirlemenin hangi
kriterlere göre yapılacağı, belirleme koşullarının nelerolduğu hususlarını
ortaya koymaması, bu belirlemeye karşıortaya çıkacak uyuşmazlıkları çözecek bir
makamın belirlenmemesi gerçekliği karşısında, doğal hakim ilkesi açısından bir
hukuksal güvence sağlamamaktadır.
c. Hukuk Devleti İlkesine Yönelik Değerlendirme
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2 nci maddesinde Türkiye
Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti en kısa
tanımıyla, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuki
güvenlik sağlayan devlet demektir.
Anayasa Mahkemesi, 25 Mayıs 1976 tarih ve K. 1976/28 sayılı
kararında hukuk devletini şöyle tanımlamıştır:
“Hukuk devleti ilkesi, insan haklarına saygılı ve bu hakları
koruyucu adil bir hukuk düzenikuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü
sayan, bütün davranışlarındahukuk kurallarına ve Anayasa'ya uygun, bütün eylem
ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir”
Anayasa Mahkemesi 1982 Anayasası döneminde verdiği bir çok kararda
hukuk devletini tanımlamak için şu formülü kullanmaktadır:
“Hukuk devleti, her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına
saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlarından kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen
devlettir.”
Anayasa Mahkemesi 21 Haziran 1991 tarih ve K. 1991/17 sayılı
kararında daha basit formül kullanmıştır:
“Hukuk devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan,
toplum yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran ve düzeni
sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, bütün davranışları hukuk kurallarına ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet
demektir”
Anayasa Mahkemesi 27 Mayıs 1999 tarih ve K. 1999/15 sayılı
kararında hukuk devletinin yasama organının da hukuka bağlılığını içerdiğini şu
şekilde belirtmiştir:
“Hukuk devletinde, yasama organını da kapsayacak biçimde devletin
bütün organları üzerinde hukukun ve Anayasa'nın mutlak egemenliği vardır.
Yasakoyucu her zaman hukukun ve Anayasa'nın üstün kuralları ile bağlıdır”
Anayasa Mahkemesi 01 Temmuz 1998 tarih ve K. 1998/45 sayılı
kararında hukuk devleti tanımı ve gereğine ilişkin olarak şöyle demiştir:
“Hukuk Devleti, insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan,
adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan Devlettir. Böyle bir
düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve
eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin, Anayasal
güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır”
Anayasa Mahkemesinin hukuk devleti daha da geniş bir şekilde
tanımladığı kararları da vardır. Örneğin, Anayasa Mahkemesi, 12 Kasım 1991
tarih ve K. 1991/43 sayılı kararında “yönetilenlere en güçlü, en etkin ve en
kapsamlı biçimde hukuksal güvencenin sağlanması, tüm devlet organlarının eylem
ve işlemlerinin hukuka uygun olması” olarak tanımlamış ve “Temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınmadığı, hukukun evrensel kurallarına saygı
gösterilmediği ve adaletli bir düzenin gerçekleşmediği bir ortamda hukuk
devletinden söz edilemez” demiştir. Anayasa Mahkemesi 16.06.2011 gün ve 2010/32
- 2011/105 E.K.sayılı kararında “Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden
olan yargı bağımsızlığı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca ve en
etkin güvencesidir.” demek suretiyle yargı bağımsızlığının ihlalini aynı
zamanda hukuk devleti ilkesinin de ihlali kabul etmiştir.
d. Ulusal Mevzuattaki Düzenlemelerle Karşılaştırma
Türk Ceza Yargılaması açısından olağanüstü dönemlerde veya olağan
dönemlerde belirli suçların muhakemesi için mahkemeler ihdas edilmiştir.
Olağanüstü dönemlere ilişkin Sıkıyönetim dönemleri dikkate alındığında
Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri, olağan dönemlere ilişkin Devlet Güvenlik
Mahkemeleri ile bu mahkemelerin kaldırılmasından sonra 02.07.2012 gün ve 6352
sayılı Kanun'un 105 nci maddesiyle mülga 5271 sayılı CMK'nun 250 nci maddesi
ile kurulan ve Özel Yetkili mahkeme olarak bilinen mahkemeler ile 02.07.2012
gün ve 6352 sayılı Kanun 75 nci maddesi ile kurulan Terörle Mücadele
Mahkemeleri bunlara örnektir.
Yakın döneme ilişkin olması sebebiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun 250 nci maddesi ile kurulan Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri ve
bunların lağvından sonra kurulan Terörle Mücadele Mahkemeleri mukayese
açısından ele alınmıştır.
02.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanunun 105 nci maddesiyle mülga
5271 sayılı CMK'nun 250 nci maddesinde;
“Türk Ceza Kanununda yer alan;
a) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı
madde imal ve ticareti suçu veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama
suçu,
b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün
faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar,
c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde
tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç)
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine
hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak
şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde
görülür” denilmektedir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 3 ncü maddesinde terör
suçları, 4 ncü maddesinde terör amacıyla işlenen suçlar “numerus clauses” olarak
sayıldıktan sonra 02.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanun'un 75 nci maddesi ile
kurulan Terörle Mücadele Mahkemelerine ilişkin 3713 sayılı Terörle Mücadele
Kanununun 10 ncu maddesinde 5271 sayılı CMK'nun mülga 250 nci maddesine benzer
şekilde;
“Bu kanun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar Adalet
Bakanlığının teklifi üzerine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı
çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde
görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür” denilmektedir.
Bu iki düzenleme değerlendirildiğinde yukarıda belirtilen suçlar
işlenmeden bu suçlara hangi mahkemenin bakacağı, yani görevli mahkeme
belirlenmiştir. Bu belirlenme esnasında aynı zamanda bu mahkemelerin farklı
usul kuralları uygulayacağı ve ayrıca bu suçlarla ilgili soruşturma yapan
savcılara diğer savcılara tanınmayan soruşturma yetkilerinin de verildiği
bellidir. Bu suçları işleyenlerin son düzenlemeyle Terörle Mücadele Kanununun
10 ncu maddesi ile yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanacağı açıktır.
Adalet Bakanının teklifi ile HSYK'nın belirleyeceği husus göreve ilişkin değil
yetkiye ilişkin bir husustur. Bu mahkemelerin görevleri yasayla belirlenmekte,
ancak coğrafi yetki Adalet Bakanının teklifi üzerine HSYK tarafından
belirlenmektedir. 5271 sayılı CMK'nun 12, 13, 14, 15, 16 ncı maddeleri Terörle
Mücadele Kanununun 10 ncu maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde, bahse konu
suçları herhangi bir Terörle Mücadele Kanunu ile yetkili mahkemenin coğrafi
yetki alanında işleyen şüpheli veya sanık, duraksamaya yer olmadan yargı
çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek baştan beri belirli olan
ildeki ağır ceza mahkemesinde yargılanacağını bilmektedir.
353 sayılı ASYUK'un 21 nci maddesinde Askeri Mahkemelerin yetkisi
genel olarak “teşkilatında askeri mahkeme kurulan kıta komutanı veya askeri
kurum amirinin kadro ve kuruluş itibariyle emirleri altında bulunan kişiler ile
adli bakımdan kendisine bağlanmış olan birlik veya askeri kurum amirleri
hakkında caridir” şeklinde belirlenmiştir. Kaldı ki askeri mahkemeler arasında
gerek usul hükümlerinin uygulanması gerekse diğer yargılama enstrümanları
açısından herhangi bir farklılık yoktur,bu anlamıyla yukarıdaki suçlar açısından
belirlenen mahkemelerle diğer mahkemeler arasındaki özellik ilişkisine benzer
bir ilişki askeri mahkemeler arasında bulunmamaktadır. Böyle bir fark
bulunmamasına rağmen Milli Savunma Bakanına yetkili mahkemenin belirlenmesi
konusunda verilen yetki her ne kadar usul hukuku anlamında bir yetki olarak
terminolojik olarak ifade edilse de, aslında Milli Savunma Bakanlığı tarafından
yapılan işlemin bu suçlar açısından görevli mahkemeyi belirleme olduğu
anlaşılmaktadır. Asker kişiyi yargılayacak mahkeme belirlenirken, şüpheli veya
sanığın hizmet ilişkisi ile bağlı olduğu askeri birliğin, hangi mahkemenin
yetki alanında olduğu esas alınmaktadır. 353 sayılı Kanunun 32'nci maddesinde
“sınıf ve rütbe yönünden olmayan yetkisizlik itirazlarının sanığın sorgu ve savunmasından
önce yapılması ve mahkemelerin sanığın sorgu ve savunması yapıldıktan sonra
yetkisizlik konusunda bir karar alamayacakları hükmü ile 25.10.1963 gün ve 353
sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun “Kuruluş”
başlıklı1 nci maddesinin 4ncü fıkrasında As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu
maddeleri ile 148 nci maddesinin B fıkrasında yazılı suçları işleyenlerin
yargılanmaları Milli Savunma Bakanlığının önceden tespit ve Resmi Gazete ile
yayınlayacağı askeri mahkemede yapılır” fıkrası birlikte değerlendirildiğinde,
bahse konu suçları işleyen bir şüpheli veya sanığın sorgu ve savunması
alınıncaya kadar hangi mahkemede yargılanacağı hususunda şüphe duyacağı
açıktır. Bu husus dikkate alındığından doğal hakim ilkesinden bahsetmek mümkün
değildir.
e. 353 sayılı Kanun Kapsamındaki Farklı Uygulama,
353 sayılı Kanunun 15 nci maddesinde doğru ve isabetli olarak
“General ve amirallerin askeri mahkemelere tabi suçlarından dolayı
yargılanmaları Genelkurmay Başkanlığı teşkilatında kurulan askeri mahkemede
yapılır”hükmü yer almaktadır. Bu madde doğal hakim ilkesi, hakim bağımsızlığı
ve teminatı açısından çok doğru bir düzenlemedir. Bir general ve amiral askeri
mahkemelerin görevine tabi bir suç işlediğinde, baştan beri nerede
yargılanacağını bilmekte, yargılamayı yapan mahkeme de ne olursa olsun, hiçbir
etki altında kalmadan yargılamayı yapacağını bilmektedir. 353 sayılı Kanunun 15
nci maddesindeki düzenlemenin, As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu maddeleri
ile 148 nci maddesinin B fıkrasında yazılı suçlar açısından da yapılması doğal
hakim ilkesi, hakim bağımsızlığı ve teminatı açısından gereklidir.Türkiye'nin
neresinde olursa olsun bahse konu suçları işleyen şüpheli ve sanık, baştan
itibaren bu suçları işlediğinde nerede yargılanacağını bilmelidir.
Özellik genellik ilişkisi açısından, bir değerlendirme
yapıldığında da bazı sorunlar yaşanacağı açıktır. Örneğin bir general veya
amiral As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu maddeleri ile 148 nci maddesinin B
fıkrasında yazılı suçu işlemesi halinde nerede yargılanacaktır' Genel olarak
general ve amirallerin yargılamaları 353 sayılı Kanunun 15 nci maddesine göre
Genelkurmay Başkanlığı teşkilatında kurulan askeri mahkemede yapılmaktadır.
Ancak bir general veya amiral özel olarak belirlenen As.C.K.nun 55, 56, 57, 58
ve 59 ncu maddeleri ile 148 nci maddesinin B fıkrasında yazılı suçu işlediğinde
ve bu suçları yargılamak için geçmişte olduğu gibi Kara Kuvvetleri Komutanlığı,
1 nci Ordu Komutanlığı ve 7 nci Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemeleri
görevlendirildiğinde nerede yargılanacaktır. Veya As.C.K.nun 57 nci maddesinin
2 nci fıkrasının atıfta bulunduğu TCK.nun 135 nci maddesinin 1 nci fıkrasında
yazılı suçu (5237 S.K. 332 nci madde) işleyenlerin yargılama yetkisi 01 Mart
1997 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Mahkemesinin yetkisinden çıkarılarak, suçun işlendiği yere en yakın askeri
mahkemelerin yetkisine dahil edildiği düşünüldüğünde, bahse konu suçu işleyen
nezdinde askeri mahkeme kurulu kıta komutanı veya kurum amiri, kendi nezdinde
kurulu mahkemede mi yargılanacaktır.' Bu hususlar doğal hakim ilkesi ve hakim
bağımsızlığını zedeleyecek hususlardır. Bu hususun da çözümü, baştan itibaren
bu sorunlara yol açmayacak şekilde, görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesidir.
Ayrıca As.C.K.nun 55, 56, 57, 58 ve 59 ncu maddeleri ile 148 nci
maddesinin B fıkrasında yazılı suçlar açısından yargılama merci belirlenirken
temel değerlendirme ve belirleme kriterinin ne olduğu açık değildir. Özel
yetkinin belirlenmesi ile ilgili değer mevzuata bakıldığında belirleme
açısından beklenen, suçun dış aleme yönelen etkisi veya cezanın ağırlığı gibi
kriterlerin esas alınması gerektiğidir. As.C.K.nun 57 nci maddesinin 2 nci
fıkrasının atıfta bulunduğu TCK.nun 135 nci maddesinin 1 nci fıkrasında yazılı
suçu (5237 S.K. 332 nci madde) işleyenlerin yargılama yetkisi 01 Mart 1997
tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Mahkemesinin yetkisinden çıkarılarak, suçun işlendiği yere en yakın askeri
mahkemelerin yetkisine dahil edilmiştir. Bahse konu suçun cezası 2 yıldan 5
yıla kadar hapis cezasıdır. Ancak halen Genelkurmay Başkanlığı Askeri
Mahkemesinin yetkisinde bulunan As.C.K.nun 58 inci maddesi delaletiyle TCK.nun
318 nci maddesinde düzenlenen “Halkı Askerlikten Soğutmak” suçunun cezası 6
aydan 2 yıla kadardır. Bir suçu özel kılıp, özel yetkili mahkemede yargılanması
yönünde düzenleme yapılırken, suçun vasıf ve ağırlığına dikkat edilmesi
gerektiği hususu, her türlü izahtan varestedir.
Tüm açıklanan nedenler göz önüne alındığında, 25.10.1963 tarihli
353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun 1 inci
maddesinin 4 üncü fıkrasında yazılı “suçları işleyenlerin yargılanmaları Milli
Savunma Bakanlığının Önceden tespit ve Resmi Gazete ile yayınlayacağı askeri
mahkemelerde yapılır” cümlesinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Anayasanın
hukuk devleti ilkesine dair 2 nci, adil yargılanma ilkesine dair 36 ncı, kanuni
hakim güvencesi ilkesine dair 37, mahkemelerin bağımsızlığına dair 138 nci
maddesi ile 145 inci maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
4- Sonuç ve Karar:
1. Sanığın ifadesinin tespiti için terhis belgesinde belirtilen
adresi itibariyle 3 ncü Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesine yazılan talimat
cevabınınBEKLENMESİNE,
2. 25.10.1963 tarihli, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanununun 1 inci maddesinin 4 üncü fıkrasında yazılı “suçları
işleyenlerin yargılanmaları Milli Savunma Bakanlığının önceden tespit ve Resmi
Gazete ile yayınlayacağı askeri mahkemelerde yapılır” cümlesinin Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın 2, 36, 37, 138 ve 145 inci maddelerine aykırı olduğu
kanaatine varıldığından, bu fıkranın iptali istemiyle T.C. Anayasasının 152 nci
maddesi gereğince Anayasa MahkemesineBAŞVURULMASINA,gerekçeli kararın ve dava
dosyasının onaylı suretinin Anayasa MahkemesineGÖNDERİLMESİNE,
3. Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvurusu sonucununBEKLENMESİNE,
4. Anayasa Mahkemesinin iptal başvurusu hakkındaki kararının
duruşma gününden önce yayımlanması veya bu konuya ilişkin yasal düzenleme
yapılması halinde duruşmanın öne alınarak yargılamaya devamEDİLMESİNE,
5. Bu sebeplerle duruşmanın08 MAYIS 2013 günü saat 14.00'debırakılmasına
karar verilip açıklandı.”"