"...
II- İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ
A- E.2012/143 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'Hava Eğitim Komutanlığı Askeri Savcılığının 01.10.2012 tarih ve
2012/1-232 esas-karar sayılı iddianamesi ile sanığın 12.11.2008-26.03.2009
tarihleri arasında yurt dışına firar suçunu işlediğinden bahisle, ASCK'nın
67/1-a maddesi gereğince cezalandırılması iddiasıyla kamu davası açılmış olup,
Yapılan yargılama sırasında sanık resen emekli Hv.Kont.Tğm. '.müdafii
Av. '. 31.10.2012 tarihli duruşmada Anayasa Mahkemesinin 2011/111 esas, 2012/56
karar sayılı dosyada tesis etmiş olduğu kararın 6 Ekim 2012 tarihinde Resmi
Gazetede yayınlandığını, bu kararda ASCK'nın 49/A madde ve fıkrasında yer alan
'er ve erbaşlar için firar suçu ile ilgili olarak askeri mükellefiyetlerin sona
erdiği andan itibaren zaman aşımı başlar' hükmünü iptal ettiğini ancak
'taahhüdün bitmesi' ifadesinin yürürlüğü hususunda mahkemenin yetkisiz olduğunu
belirterek karar tesis etmediğini, TCK'da en ağır suçlarda bile zaman aşımı
olarak 20 sene öngörtümekte olduğunu, fakat yargılama konusu suçta müvekkilinin
ömür boyu ceza tehdidi altında kaldığını hukuk devleti ilkesine aykırı gördüğü
bu durumdan dolayı Mahkememizin 7 Eylül 1999 tarihinde resen emekliye sevk
edilen müvekkilin 765 sayılı TCK'ya göre azami 7,5 sene olan zaman aşımı süresi
göz önünde bulundurularak davanın düşmesine karar vermesini veya bu hususun
iptali konusunda Anayasa Mahkemesine başvurulmasını talep etmiş, Askeri
Savcılık makamı, takdirin Mahkememize ait olduğunu mütalaa etmiştir.
II- SORGU VE SAVUNMA:
Sanık Resen Emekli Hv.Kont.Tğm. '' sorgu ve savunmasında:'Haklarımı
anladım, ben 1996 yılında teğmen olarak Hava Harp Okulundan mezun oldum,
24.6.1998 tarihinde 12 gün süreyle izne ayrıldım, izin sürem içerisinde
3.7.1998 tarihinde İstanbul Atatürk Hava Limanından Güney Afrika Cumhuriyetine
gittim, o tarihten Türkiye'ye döndüğüm 27.9.2012 tarihine kadar Güney Afrika
Cumhuriyetinde kaldım, 27.9.2012 tarihinde Atatürk Hava Limanından Türkiye'ye
giriş yaptım, yurtdışında iken Türkiye'deki mesleki safahatım hakkında bir
bilgi alamadım, bu nedenle birliğime katılmak amacıyla Türkiye'ye dönmeye karar
verdim, İstanbul Atatürk Hava Limanında pasaport kontrolü esnasında hakkımda
yakalama emri olduğu anlaşıldı, bunun üzerine yakalanarak Kz.Dz.Sh.K.lığı
As.Savcılığına çıkarıldım, burada ifademin tespitine müteakip serbest
bırakıldım' şeklinde beyanda bulunmuştur.
Sanık müdafii Av'' 'Müvekkilin savunmalarına katılıyoruz,
kendisinin suç işleme kastı yoktur, kendisi birliğine teslim olmak ve mevcut
durumu çözmek amacıyla Türkiye'ye dönmüştür, gene kendisi irticalen mahkeme
huzuruna çıkmak için İzmir'de Askeri Savcılığa gelmiştir, müvekkil hakkında
öncelikle beraat kararı verilmesini, mahkeme aksi kanaatte ise seçenek
yaptırımlardan herhangi birinin uygulanmasını talep ediyoruz' ve 'Anayasa
Mahkemesinin 2011/111 esas, 2012/56 karar sayılı dosyada tesis etmiş olduğu
karar 6 Ekim 2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmıştır, bu kararda ASCK'nın
49/A madde ve fıkrasında yer alan 'er ve erbaşlar için firar suçu ile ilgili
olarak askeri mükellefiyetlerin sona erdiği andan itibaren zaman aşımı başlar' hükmünü
iptal etmiş ancak 'taahhüdün bitmesi' ifadesinin yürürlüğü hususunda mahkemenin
yetkisiz olduğunu belirterek karar tesis etmemiştir. TCK'da en ağır suçlardan
bile zaman aşımı olarak 20 sene öngörülmektedir, fakat yargılama konusu suçta
müvekkil ömür boyu ceza tehdidi altında kalmaktadır, hukuk devleti ilkesine
aykırı gördüğümüz bu durumdan dolayı mahkemenin 7 Eylül 1999 tarihinde resen
emekliye sevk edilen müvekkilin 765 sayılı TCK'ya göre azami 7,5 sene olan
zaman aşımı süresi göz önünde bulundurularak davanın düşmesine karar vermesini
veya bu hususun iptali konusunda Anayasa Mahkemesine başvurulmasını, mahkeme
heyeti aksi kanaatte ise müvekkil hakkında CMK'nın 231'inci maddesi
hükümlerinin uygulanmasını talep ediyoruz' şeklinde beyanlarda bulunmuştur.
III- İNCELEME VE DEĞERLENDİRME :
Olay tarihinde İzmir-Çiğli 2.Ana Jet Üs K.lığı emrinde görevli
olan sanık resen emekli Hv.Kont.Tğm. '..'ın yıllık iznini kullanmak üzere
24.06.1998 tarihinde birliğinden ayrıldığı, müteakiben herhangi bir yurtdışı
izni olmamasına rağmen 03.07.1998 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanından
çıkış yaparak Güney Afrika'ya gittiği ve yurt dışına firar suçunu işlemeye
başladığı, sanığın bu durumu devam ederken MSB'nin 07.09.1999 gün ve (99-51022)
sayılı kararı ile resen emekliliğe sevk edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri'nden
ilişiğinin kesildiği ve asker kişi sıfatının sona ermesi ile suçun temadisinin
de sona erdiği, sanığın bilahare 27.09.2012 tarihinde İstanbul Atatürk Havalimanından
Türkiye'ye giriş yaparken Pasaport Kontrol Büro Amirliği ekiplerince hakkında
Mahkememizce çıkartılan yakalama emri gereğince yakalandığı ve Kz.Dz.Sh.K.lığı
Askeri Savcılığına sevk edildiği, Hv.Eğt.K.lığı Askeri Savcılığının talimatı
doğrultusunda sanığın ifadesinin tespitine müteakip serbest bırakıldığı
anlaşılmış ve sanık hakkında yurt dışına firar suçunu işleği iddiasıyla kamu
davası açılmış olup, yapılan yargılama sırasında sanık resen emekli
Hv.Kont.Tğm. ' müdafii Av. '. 31.10.2012 tarihli duruşmada Anayasa Mahkemesinin
2011/111 esas, 2012/56 karar sayılı dosyada tesis etmiş olduğu kararın 6 Ekim
2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlandığını, bu kararda ASCK'nın 49/A madde ve
fıkrasında yer alan 'er ve erbaşlar için firar suçu ile ilgili olarak askeri
mükellefiyetlerin sona erdiği andan itibaren zaman aşımı başlar' hükmünü iptal
ettiğini ancak 'taahhüdün bitmesi' ifadesinin yürürlüğü hususunda mahkemenin
yetkisiz olduğunu belirterek karar tesis etmediğini, TCK'da en ağır suçlarda
bile zaman aşımı olarak 20 sene öngörülmekte olduğunu, fakat yargılama konusu
suçta müvekkilinin ömür boyu ceza tehdidi altında kaldığını, hukuk devleti
ilkesine aykırı gördüğü bu durumdan dolayı Mahkememizin 7 Eylül 1999 tarihinde
resen emekliye sevk edilen müvekkilin 765 sayılı TCK' ya göre azami 7,5 sene
olan zaman aşımı süresi göz önünde bulundurularak davanın düşmesine karar
vermesini veya bu hususun iptali konusunda Anayasa Mahkemesine başvurulmasını
talep etmiş, Askeri Savcılık makamı, takdirin Mahkememize ait olduğunu mütalaa
etmiştir.
Sanığın eylemine uyan müsnet yurt dışına firar (yabancı memlekete
firar) suçunun unsur ve cezasını düzenleyen ASCK'nın 67/1-a maddesinde
öngörülen cezanın üst sınırı beş yıl hapis cezasıdır. 765 sayılı TCK'nın
102/4'üncü maddesi gereğince, beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını
gerektiren suçlarda, beş yıl geçmesiyle kamu davası ortadan kalkmaktadır.
765 sayılı TCK'nın 104/1'inci maddesine göre; dava zamanaşımı,
mahkûmiyet hükmü, yakalama, tutuklama, celp veya ihzar müzekkereleri, adli
makamlar huzurunda sanığın sorguya çekilmesi veya Cumhuriyet Savcısı tarafından
mahkemeye yazılan iddianame ile kesilmekte ve bu halde zamanaşımı, kesilme
gününden itibaren yeniden işlemeğe başlamakta, ancak aynı maddenin ikinci
fıkrasına göre, ilave edilecek süre öngörülen dava zamanaşımı süresinin
yarısından fazla olamamaktadır.
765 sayılı TCK'nın 103'üncü maddesi uyarınca dava zamanaşımı,
tamamlanmış suçlarda fiilin yapıldığı tarihten, teşebbüs halinde kalan suçlarda
son fiilin yapıldığı tarihten, mütemadi ve müteselsil suçlarda temadi ve
teselsülün bittiği tarihten başlamaktadır. Kanun koyucu, ASCK'nın 49'uncu
maddesinin A fıkrasında, bazı askeri suçlar (yoklama kaçağı, saklı ve firar)
bakımından dava zamanaşımının başlangıcı konusunda 'bütün askeri
mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesini' esas almak
suretiyle, söz konusu askeri suçlar bakımından dava zamanaşımının hangi tarihte
başlayacağı konusunda TCK'da belirlenen genel ilkelerden ayrılıp özel bir
düzenleme yapma yoluna gitmiştir. ASCK'nın Ek 8'inci maddesinde, TCK'nın genel
hükümlerinin ASCK'da düzenlenen suçlarda uygulanacağı belirtildikten sonra,
ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasındaki düzenleme istisna tutulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin 11.04.2012 tarih ve 2011/111 esas, 2012/56 karar sayılı
kararı ile '... fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri
mükellefiyetlerin... bitmesinden itibaren işlemeğe başlar.' ibaresinin, 'firar
suçu' yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiş, '... veya
bizzat girmiş oldukları taahhüdün...' ibaresinin, itiraz başvurusunda bulunan
Mahkeme'nin bakmakta olduğu davada uygulanma olanağı bulunmadığından, bu
ibareye ilişkin başvurunun Mahkeme'nin yetkisizliği nedeniyle reddine karar
verilmiştir. Dolayısıyla ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasında belirtilen
bizzat taahhüt altına girmiş olan faillerin firar suçları bakımından dava
zamanaşımının başlangıcı suçun temadisinin bittiği tarihten değil, faillerin bizzat
girmiş olduğu taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlayacaktır.
Maddede yer alan; 'Bütün askeri mükellefiyetlerin bitmesi'
teriminin 1111 ve 1076 sayılı kanunlar kapsamında devletin kamu gücüne
dayanarak askerlik yükümü yüklediği mükellefler için söz konusu olduğu, bunun
askerlik çağı ile birlikte değerlendirilmesi gerektiği, askerlik çağının
(muvazzaflık ve yedeklik dönemlerinin) bitiminde dava zamanaşımı süresinin
başlayacağı (Rıfat TAŞKIN, Askeri Ceza Kanunu (Şerh), 8'inci Basım, 1946, s.
95; Sahir ERMAN, Askeri Ceza Hukuku, Umumi Kısım ve Usul, 7'nci Bası, İstanbul
1983, s.287, Ali SEÇEN, Askeri Ceza Kanununda Müruru Zamana Dair Hususi
Hükümler Üzerinde Bir İnceleme, Askeri Adalet Dergisi, Yı1:8, Sayı:32, s.30) ve
Hulusi ÖZBAKAN, Askeri Ceza Kanunu, Ankara 1990, s.90) kabul edilmektedir.
Bizzat girmiş olunan taahhütlerin (Bir şey yapmayı üstüne alma,
üstlenme) bitmesi terimi ise, Türk Silahlı Kuvvetlerinde temel askerlik hizmeti
dışında uygulanması gereken durumu ifade etmektedir.
Böylece Askeri Ceza Kanununda, zorunlu veya sözleşmeye bağlı
hizmet arzına dayalı askerlik hizmet tanımlaması yapıldığı ortaya çıkmaktadır.
Suç tarihlerinde yürürlükte bulunan 926 sayılı TSK Personel
Kanununun 112'nci maddesinde, muvazzaf subay ve astsubayların nasbedildikleri
tarihten itibaren 15 yıl hizmet etmedikçe istifa edemeyecekleri düzenlemesine
yer verilerek idareye karşı hizmet arzı taahhüdü altına girdikleri, ayrıca aynı
Kanunun 113'üncü maddesinde hizmet arzı taahhüdü süresinin yurt içinde ve
dışında öğrenim, görme, kurs ve staj yapma ile yurt dışına sürekli görevde
bulunmaya bağlı olarak uzadığı görülmektedir.
Bu nedenle, subay ve astsubaylarda, bir 'Taahhüt' altında hizmete
nasbedildikleri için ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasında yazılı olan
terimlerden sadece 'Bizzat girilen taahhüt' kapsamına dahildirler(Rıfat TAŞKIN,
Askeri Ceza Kanunu (Şerh), 8'inci Basım, 1946, s.94,95).
Disiplinsizlik ve ahlaki durumları sebebiyle sicil yolu ile veya
mahkeme kararıyla subay/astsubaylıktan çıkarılanlar er kaynağına alınmakta,
Mahkeme kararı olmaksızın resen ilişiği kesilen bayan subay ve astsubaylar 41
yaşına kadar personel seferberlik kaynağına alınmakta (Dizi 131,133), böylece
idari anlamda statü değişikliği yapılmaktadır.
Askeri Yargıtay uygulamasında da istikrar kazandığı üzere,
zamanaşımı süreleri kanun koyucu tarafından daha önce objektif olarak
düzenlenen kriterlere ve suçun işlenmeye başlandığı andaki durum ve statüye
göre belirlenmesi gereklidir. Suçun tamamlanmasından sonra statünün değişmesi,
zamanaşımı kurallarının da değişmesini ve farklı uygulanmasını
gerektirmemektedir.
Sanığın sicil yolu ile idarece Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiğinin kesilmesi ve personel seferberlik kaynağına alınması İdare Hukuku
çerçevesinde özünde haklı ve doğru bir işlem olsa bile zamanaşımı kuralları
açısından objektif bir ilke ve dayanak olarak görülmesi mümkün değildir.
Suçun temadi bitim tarihi de dikkate alındığında, 01.06.2005
tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu önceki kanuna göre lehe
hükümler içermediğinden, aynı Kanun'un 7/2'nci maddesine istinaden 765 sayılı
Türk Ceza Kanunu'nun zamanaşımına ilişkin hükümlerinin sanık hakkında da
uygulanması gerektiği açıktır. (Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24.02.1994
tarih ve 1994/18-18 E.K. sayılı; Askeri Yargıtay 3.Dairesinin 14.02.2012 tarih
ve 2012/211-220 E.K.sayılı, Askeri Yargıtay 1.Dairesinin 21.03.2007 tarih ve
2007/493-489 E.K.sayılı vb. ilamları bu yöndedir.)
Yapılan bu açıklamalar kapsamında; 31.08.1974 doğumlu olan ve
Türk Silahlı Kuvvetlerinden 07.09.1999 tarihinde resen emekli edilen sanığın,
1996 nasıplı olduğu dikkate alındığında, suç tarihi itibarı ile TSK Personel
Kanununun 112'nci maddesine göre, henüz 15 yıllık mecburi hizmet süresini
doldurmadan (30.08.2011 tarihinde dolmaktadır) Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiğinin kesildiği anlaşılmakla; suç tarihlerindeki statüsü gereği sanık
hakkında dava zamanaşımı süresi, Türk Silahlı Kuvvetlerinden resen ilişiğinin
kesildiği ve temadinin bittiği 07.09.1999 tarihinden itibaren değil, 15 yıllık
mecburi hizmet süresini doldurması gereken 30.08.2011 tarihinden itibaren
işleyeceği ve halen bu sürenin işlemekte olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği üzere, Anayasa'nın
2'nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Hukuk Devleti olduğu
belirtilmiştir. Hukuk Devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine
açık, kanunların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri
ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda Hukuk
Devletinde, kanun koyucu yalnız kanunların Anayasaya değil, Anayasanın da
hukukun evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine
Anayasanın 10'uncu maddesinde yer verilmiştir. Buna göre, kanun önünde eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile, eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda
bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak,
ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda
bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında
eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Kanun koyucunun, suç ve cezaların belirlenmesinde takdir yetkisi
olmakla birlikte, bu yetkisini kullanırken suç ile ceza arasındaki adil dengeyi
sağlaması ve öngörülen cezanın cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmede
elverişli olması gibi esasları dikkate alması zorunludur. Dava ve ceza
zamanaşımı ile ilgili kurallar dahi cezayı ağırlaştıran yahut suç koyan
hükümler niteliğindedir. Dava ve ceza zamanaşımı sürelerinin; suçların
ağırlığı, kamu düzeni için oluşturduğu etki ve ceza siyasetinin gereği olarak
belirlenmesinde kanun koyucunun takdiri, Anayasa ve ceza hukukunun temel
ilkeleriyle sınırlıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında,
sanığın 30.08.1996 nasıplı subay olması nedeniyle, üzerine atılı yurt dışına
firar suçu yönünden dava zamanaşımı süresinin; ASCK'nın 49'uncu;maddesinin
A fıkrası uyarınca, bizzat girmiş olduğu taahhüdün biteceği tarih olan
30.08.2011 tarihinden itibaren işlemeye başlaması ve zamanaşımını kesen
nedenler göz önüne alındığında (01.10.2012 tarihli sorgu) 01.10.2017 tarihinde
sona ermesi gerekecektir.
Halbuki, ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasındaki istisnai
düzenleme olmasaydı, genel hükümler uyarınca, sanığa isnat olunan yurt dışına
firar suçunda, atılı suçun temadisinin bitim tarihi olan 07.09.1999 tarihinden
sonraki beş yıllık süre içerisinde zamanaşımını kesen veya durduran herhangi
bir sebep bulunmadığından, dava zamanaşımı 07.09.2004 tarihinde sona ermiş
olacaktı.
Bir askeri birimde disiplinsizlik teşkil eden bir eylem
yapıldığında, faili olan asker kişinin eylemiyle orantılı bir şekilde ve en
kısa sürede cezalandırılmamasının, askeri disiplinin tesisinde zafiyete neden
olacağı açıktır. Zorunlu askerlik hizmetinin bulunduğu ülkemizde, bir asker
kişinin yetkili amirlerinden izin almaksızın görevi gereği bulunması gereken
yerden ayrılıp yedi günden fazla bir süre sonra yakalanması veya kendiliğinden
katılması veya asker kişi sıfatının sona ermesi suretiyle oluşan firar suçunun
failinin eylemiyle orantılı bir şekilde cezalandırılmaması askeri disiplinin
tesisinde büyük bir zafiyete neden olacağı açık olup, askeri disiplinin tesisi
maksadıyla failinin tutuklanabilmesi gibi sivil kişiler tarafından işlenen
suçlarda uygulanamayacak bazı istisnai düzenlemeler yapılmasının bir gereklilik
olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak bu istisnai düzenlemelerin, Hukuk
Devleti ilkesinin bir gereği ve ceza hukukunun temel prensiplerinden olan
ölçülülük ilkesine uygun olması gerekir.
Kanun koyucu, dava zamanaşımı kurumunu düzenlerken ölçülülük
ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise 'elverişlilik', 'gereklilik' ve 'orantılılık'
olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. 'Elverişlilik' başvurulan önlemin
ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, 'gereklilik' başvurulan önlemin
ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve 'orantılılık' ise
başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade
etmektedir.
Ölçülülük ilkesiyle Devlet, cezalandırmanın sağladığı kamu yararı
ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla
yükümlüdür. Firar suçunda dava zamanaşımının başlangıcıyla ilgili kanuni
düzenlemenin askeri disiplinin tesisinde zafiyeti önlemek amacına uygun olduğu
söylenebilir ise de, somut olayda olduğu gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerinden
ilişiği kesilmiş bir kişinin görev yaptığı dönemde işlediği firar suçu
nedeniyle çok uzun bir süre cezalandırılma tehdidi altında yaşamasının askeri
disiplinin tesisine herhangi bir katkısının bulunmadığı ve dolayısıyla
belirtilen amaca ulaşmada elverişli olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Firar suçuyla aynı miktarda ceza öngörülen ve firar suçuyla
benzer nitelikte askeri disiplinin tesisinde zafiyetine sebep olan izin
tecavüzü suçunda, dava zamanaşımının genel hükümler çerçevesinde temadinin
bittiği tarihten başlaması, yine sadece asker kişiler tarafından işlenebilen ve
askeri disiplinin zafiyetine sebep olabilecek nitelikte emre itaatsizlikte
ısrar (ASCK'nın 87, 88, 89), üste veya amire fiilen taarruz (ASCK'nın 91),
kendini askerliğe yaramayacak hale getirmek (ASCK'nın 79) gibi suçlarda da dava
zamanaşımının genel hükümler çerçevesinde temadinin bittiği tarihten başlaması
hususları ile Anayasa Mahkemesinin 11.04.2012 tarih ve 2011/111 esas, 2012/56 karar
sayılı kararı birlikte göz önüne alındığında, mütemadi bir suç olan bizzat
taahhüt altına girmiş olan faillerin firar suçlarında zamanaşımı süresinin,
taahhüt altına girmiş olan failin yakalanmak veya kendiliğinden katılmak
suretiyle askeri hiyerarşi ve disiplin altına girdiği tarihten veya ilişiği
kesildiği tarihten değil de, bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden (suç
tarihi itibarı ile statüsüne göre 10 veya 15 yıldan) itibaren başlatılmasının,
askeri disiplinin sağlanması açısından gerekli bir tedbir olduğu da söylenemez.
Aynı zamanda failin lehine olan 765 sayılı TCK'da en ağır cezayı
gerektiren suçlarda bile zamanaşımı süresinin 20 yıl olması karşısında,
öngörülen cezasının üst sınırı 5 yıl olan firar suçunda, dava zamanaşımının,
suçun temadisinin sona erdiği tarihe bakılmaksızın en erken bizzat girmiş
olduğu taahhüdün bitmesinden (suç tarihi itibarı ile statüsüne göre 10 veya 15
yıldan) itibaren başlatılması suretiyle dava zamanaşımı süresinin 20 yılı
geçebilmesinin orantılı olmadığı da açıktır. Genel hükümlere göre, suçun
işlenip tamamlanmasından sonra işlemeye başlayan dava zamanaşımı süresi, firar
suçu işlenip tamamlanmış olsa bile işlemeye başlamamaktadır. Dava zamanaşımı
süresinin başlangıcının girmiş olunan taahhüdün bitmesi şartına tabi tutulması
nedeniyle zamanaşımı süresi orantısızlık içermektedir.
Firar suçunu işleyen kişinin, girmiş olunan taahhüdün bitmesinden
itibaren dava zamanaşımının başlatılmasının, askeri disiplinin tesisinde
zafiyeti önleme amacına ulaşmaya elverişli, askeri disiplinin sağlanmasında
gerekli ve orantılı bir düzenleme olmadığı göz önüne alındığında, dava
zamanaşımının başlangıcının en erken girmiş olunan taahhüdün bitmesinden sonra
başlatılmasına ilişkin ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasındaki düzenlemenin
ölçülülük ilkesiyle çeliştiği anlaşılacaktır.
Söz konusu kanuni düzenleme, firar suçunun ağırlığını, ona verilen
cezanın süresini, cezadan beklenen sosyal faydanın zaman içinde azalacağını
dikkate almaması ve failin yargılamanın başında ilişiği kesilmiş olmasına ve
askeri disiplini bozma durumunda olmamasına rağmen böyle bir gerekçeye
dayanması sebepleriyle kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında
adil bir denge oluşturamadığı yönüyle de ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil
etmektedir.
ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasındaki söz konusu düzenleme,
kişileri işledikleri suçla orantısız ve makul olmayan bir süre içinde
davalarının ne şekilde sonuçlanacağı endişesiyle yaşamak durumunda
bırakmaktadır. Nitekim somut olayda, sanığın uzun yıllar boyunca orantısız ve
ölçüsüz bir şekilde hakkındaki isnatlar için ceza davası tehdidi altında
kalması söz konusudur. Bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı
maddesinde düzenlenen makul sürede adil yargılanma hakkını da ihlal etmektedir.
Kanun önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı
tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı
hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa
Anayasada öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez. Bu yönüyle, Anayasa Mahkemesi ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında da belirtildiği üzere, askeri
hizmetin niteliği gereği, askeri disiplinin tesisinde zafiyeti önlemek
amacıyla, farklı konumda bulunan asker kişiler ile sivil kişilerin farklı
kurallara tabi tutulması Anayasal eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmez.
Askerlik hizmetinin ulusal güvenliğin sağlanmasındaki belirleyici yeri ve
ağırlığı, sivil yaşamda suç oluşturmayan ya da önemsiz görülebilecek cezaları
gerektiren kimi eylemlerin askeri suç olarak kabul edilmelerini ve ağır
yaptırımlara bağlanmalarını zorunlu kılabilmektedir. Bu kapsamda firar suçunun
vasıf ve mahiyeti itibarıyla aynı ceza öngörülen başka suçlardan farklı dava
zamanaşımı süresinin öngörülmesi mümkündür.
Ancak, kanun koyucunun, sadece asker kişiler tarafından
işlenebilen izin tecavüzü gibi, benzeri unsurlar ve cezalar içeren suçlar
bakımından dava zamanaşımı süresi ve başlangıcı için genel hükümleri yeterli
gördüğü halde, taahhüt altına girmiş failler bakımından firar suçunda dava
zamanaşımının başlangıcı konusunda farklı bir düzenleme getirmesi, keza
askerlik mükellefiyeti kapsamında olan faillerin firar suçları yönünden Anayasa
Mahkemesince verilen iptal kararı birlikte değerlendirildiğinde Anayasal
eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 152/1'inci maddesinde 'Bir davaya bakmakta olan
mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır' hükmüne yer verilmektedir. Bu
düzenleme uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için,
elinde yöntemince açılmış ve görevine giren bir dava bulunması ve iptali
istenen kanun hükmünün de o davada uygulanacak kural olması gerekmektedir.
Uygulanacak kanun hükümleri, davanın değişik evrelerinde ortaya çıkan
sorunların çözümünde veya davayı sonuçlandırmada olumlu ya da olumsuz yönde
etki yapacak nitelikte bulunan kurallardır. Somut olayda, Anayasaya aykırı
olduğu değerlendirilen ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasının sanık
hakkındaki davayı sonuçlandırmada uygulanma niteliğinin bulunduğu konusunda
kuşku bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle ve Anayasanın 152'nci maddesi
gereğince, ASCK'nın 49'uncu maddesinin A fıkrasında yer alan '...veya bizzat
girmiş oldukları taahhüdün...' ibaresinin Anayasa'nın 2'nci ve 10'uncu
maddelerine aykırı olduğu değerlendirildiğinden, ASCK'nın 49'uncu maddesinin A
fıkrasında yer alan '...veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün...' ibaresinin
iptali maksadıyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar vermek gerekmiştir.'
B- E.2013/2 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'Olay ve İddia:Donanma Komutanlığı Askerî Savcılığının, 16.10.2008
tarihli ve 2008/11-498 sayılı iddianamesinde; 24.12.2001 tarihinde mesai
başlangıcında mesaiye gelmemek suretiyle firar eden sanığın, 13.3.2003
tarihinde TSK'dan ilişiğinin kesildiği, 24.12.2001-13.3.2003 tarihleri
arasındaki eyleminin yabancı memlekete firar suçunu oluşturduğu kabul edilerek,
ASCK'nın 67/1-A maddesi gereğince cezalandırılması talep edilmiştir.
Hüküm:Donanma Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 22.9.2011 tarihli ve
2011/8-192 sayılı hükmü ile; sanık Dz.Rad.Kd.Çvş. ' hakkında, 24.12.2001-
13.3.2003 tarihleri arasında yabancı memlekete firar suçu işlediği iddiasıyla,
16.10.2008 tarihinde açılan kamu davasının; atılı suçun zaman aşımının mülga
765 sayılı TCK'nın 102/4'üncü maddesi gereğince beş sene olduğu,
24.12.2001-13.3.2003 tarihleri arasında işlenen atılı suç nedeniyle 765 sayılı
TCK'nın 102/4 ve 104'üncü maddeleri uyarınca azami zaman aşımı süresinin yedi
yıl altı ay olduğu, 13.3.2003 tarihinde TSK'dan ayrılışı yapılan sanık
hakkındaki gıyabi tutuklama kararının verildiği 27.2.2002 tarihi itibarıyla
hesaplandığında, beş yıllık dava zaman aşımı süresinin 28.2.2007 tarihinde sona
erdiği, temadinin bittiği 13.3.2003 tarihinden itibaren yedi yıl altı aylık
dava zaman aşımı süresinin de 14.9.2010 tarihi itibarıyladolduğu belirtilerek,
765 sayılı TCK'nın 102/4 ve 104/2'nci ve CMK'nın 223/8'inci maddeleri gereğince
davanın zaman aşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
Temyiz:Hüküm, Askerî Savcı tarafından; sanık açısından dava zaman
aşımı süresinin rütbenin yaş haddinden itibaren başlaması gerektiği ileri
sürülerek, yasal süresi içinde temyiz edilmiştir.
Tebliğname:Askerî Yargıtay Başsavcılığının 19.11.2012 tarihli ve
2012/5369- 3345 sayılı tebliğnamesinde özetle; 1.3.1975 doğumlu olan ve
13.3.2003 tarihinde TSK'dan resen ilişiği kesilen sanığın, 1998 nasıplı olduğu
dikkate alındığında, TSK Personel Kanunu'nun 112'nci maddesine göre, henüz 10
yıllık mecburi hizmet süresini doldurmadan TSK'dan ilişiğinin kesildiği, dava
zaman aşımı süresinin, suç temadisinin bittiği, yani TSK'dan ilişiğinin
kesildiği 13.3.2003 tarihinden itibaren değil, 10 yıllık mecburi hizmet
süresini doldurması gereken 30.8.2008 tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı,
dolayısıyla dava zaman aşımı süresinin henüz dolmadığı belirtilerek, hükmün
bozulmasına karar verilmesi gerektiği yönünde görüş ve düşünce bildirilmiştir.
Daire Kararı:Askerî Yargıtay 4'üncü Dairesinin 9.10.2012 tarihli
ve 2012/1049- 1000 sayılı kararında özetle; Askerî Mahkemece, astsubay
statüsünde iken firar eden ve firarda iken TSK'dan ilişiği kesilmekle firar
suçunun temadisi sona eren sanığın, dava zaman aşımı hükümleri yönünden,
ASCK'nın 49'uncu maddesindeki özel düzenlemeye tabi olamayacağı, genel
hükümlere tabi olması gerektiği, dolayısıyla hakkında, suçun işlendiği
(temadinin sona erdiği) tarih itibarıyla yürürlükte olan ve daha lehe hükümler
içeren 765 sayılı TCK hükümlerinin uygulanması gerektiği, 765 sayılı TCK'nın
104/2'nci maddesinde öngörülen olağanüstü zaman aşımı süresinin 14.9.2010
tarihinde dolduğu vurgulanarak, düşme kararının onanmasına karar verilmiştir.
İtiraz Tebliğnamesi:Askerî Yargıtay Başsavcılığının 19.11.2012
tarihli ve 2011/5369-2012/3345 (İtiraz: 2012/102) sayılı tebliğnamesinde
özetle; 13.3.2003 tarihinde TSK'dan resen ilişiği kesilen sanığın, 1998 nasıplı
olduğu, TSK Personel Kanunu'nun 112'nci maddesine göre, henüz on yıllık mecburi
hizmet süresini doldurmadan (30.8.2008 tarihinde dolmaktadır) TSK'dan
ilişiğinin kesildiği anlaşılmakla; dava zaman aşımı süresi, suç temadisinin
bittiği yani TSK'dan ilişiğinin kesildiği 13.3.2003 tarihinden itibaren değil,
10 yıllık mecburi hizmet süresini doldurması gereken 30.8.2008 tarihinden
itibaren işlemeye başlayacağı ve hâlen sanık lehine hükümler içeren mülga 765
sayılı TCK'nın 102 ve 104'üncü maddelerinde öngörülen sürenin dolmadığı
belirtilerek, itirazda bulunulmuştur.
DAİRELER KURULU KARARI
Rapor okundu, itirazın süresinde yapıldığı anlaşıldıktan sonra
dosya incelendi.
Gereği Düşünüldü:
Yukarıda aşamaları açıklanan dava nedeniyle Daire ile Başsavcılık
arasında ortaya çıkan ve Daireler Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın
konusu; sanık yönünden dava zaman aşımı süresinin hangi tarihten itibaren
başlayacağına ilişkindir.
24.12.2001 tarihinde mesaiye gelmemek suretiyle firar eden ve
13.3.2003 tarihinde TSK'dan ilişiğinin kesilmesiyle firar suçunun temadisi sona
eren sanık hakkında, Askerî Mahkemece temadinin bu şekilde son bulduğu
13.3.2003 tarihinden itibaren yedi yıl altı aylık azami dava zaman aşımı
süresinin 14.9.2010 tarihi itibarıyla dolduğu kabul edilerek, 765 sayılı
TCK'nın 102/4 ve 104/2'nci ve CMK'nın 223/8'inci maddeleri gereğince davanın
zaman aşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Askerî Savcı, temyiz dilekçesinde, dava zaman aşımı süresinin
rütbenin yaş haddinden itibaren işlemeye başlayacağını iddia ettiğinden, suç
tarihleri de gözetilerek, öncelikle dava şartı olan zaman aşımı yönünden
inceleme yapılması gerekmiştir.
İlgili yasa hükümleri;
I- 22.5.1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun,
'Askerî cürümlerde dava ve cezanın nasıl düşeceği:' başlıklı
49'uncu maddesinde;
'Madde 49- (Değişik: 11/12/1935 - 2862/4 md.)
Aşağıdaki fıkralarda yazılı hükümler mahfuz olmak üzere askerî
suçlarda dava ve cezanın düşmesi hususlarında Türk Ceza Kanununun birinci
kitabının 9'uncu Babı hükümleri tatbik olunur.
A) Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava
müruru zamanı, bütün askerî mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları
taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar.
B) Hıyanet cürümleriyle maznun ve mahkûm olanlar hakkında müruru
zaman yoktur.
C) (Ek : 14/6/1989 - 3574/1 md.) Sırf askerî suçlarda Türk Ceza
Kanununun 119'uncu maddesi hükümleri uygulanmaz.'
[Bu maddenin (A) fıkrasının '... fiilleri hakkında dava müruru
zamanı, bütün askerî mükellefiyetlerin ... bitmesinden itibaren işlemeğe
başlar' biçimindeki bölümü, Anayasa Mahkemesinin 30/3/2011 tarihli ve E.:
2007/95, K.: 2011/61 sayılı kararı ile 'bakaya' suçu yönünden, Anayasa
Mahkemesinin 11/4/2012 tarihli ve E.: 2011/111, K.: 2012/56 sayılı kararı ile
de 'firar' suçu yönünden iptal edilmiştir.]
II- 31.3.2005 tarihli ve 5329 sayılı Kanun'un 1'inci maddesiyle
eklenen Ek 8'inci maddesinin birinci fıkrasında; '26.9.2004 tarihli ve 5237
sayılı Türk Ceza Kanununun genel hükümleri bu Kanunda yer verilen suçlar
hakkında da uygulanır. Ancak, bu Kanunun fer'i askerî cezalara ve cezaların
ertelenmesine ilişkin hükümleri ile zaman aşımına ilişkin 49'uncu maddesinin
(A) bendi hükümleri saklıdır.' hükümlerine yer verilmiştir.
İlgili Anayasa hükmü;
Anayasa'nın 2'nci maddesinde, 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun
huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.' hükmü öngörülmüştür.
İnceleme;
TSK'dan ilişiği kesilmiş olan Dz.Rad.Kd.Çvş. '..'ın üzerine atılı
yabancı memlekete firar suçunun unsur ve cezasını düzenleyen ASCK'nın 67/1-a
maddesinde öngörülen cezanın üst sınırı beş yıl hapis cezasıdır. Daha lehe
hükümler içerdiğinden, suç tarihi itibarıyla sanık hakkında uygulanması gereken
765 sayılı TCK'nın 102/4'üncü maddesinde, beş yıldan fazla olmayan hapis
cezasını gerektiren suçlar yönünden dava zaman aşımı süresi beş yıl olarak
öngörülmüştür.
765 sayılı TCK'nın 104/1'inci maddesine göre; dava zaman aşımı,
mahkûmiyet hükmü yakalama, tutuklama, celp veya ihzar müzekkereleri, adli
makamlar huzurunda sanığın sorguya çekilmesi veya Cumhuriyet savcısı tarafından
mahkemeye yazılan iddianame ile kesilmekte ve bu hâlde zaman aşımı, kesilme
gününden itibaren yeniden işlemeğe başlamakta, ancak aynı maddenin ikinci
fıkrasına göre, ilave edilecek süre öngörülen dava zaman aşımı süresinin
yarısından fazla olamamaktadır.
765 sayılı TCK'nın 103'üncü maddesi uyarınca dava zaman aşımı,
tamamlanmış suçlarda fiilin yapıldığı tarihten, teşebbüs hâlinde kalan suçlarda
son fiilin yapıldığı tarihten, mütemadi ve müteselsil suçlarda temadi ve
teselsülün bittiği tarihten başlamakta iken; ASCK'nın 49/1-A maddesinde,
yoklama kaçağı, saklı ve firar fiilleri bakımından dava zaman aşımının,
ilgilinin 'bütün askerî mükellefiyetlerinin veya bizzat girmiş olduğu taahhüdün
bitmesinden itibaren işlemeğe' başlayacağı hüküm altına alınmıştır.
Anayasa Mahkemesinin 11.4.2012 tarihli ve E.: 2011/111, K.:
2012/56 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; 1632 sayılı Askerî Ceza
Kanunu'nun 49'uncu maddesinin (A) fıkrası hükmü, firar suçlarında askerlik
görevi yapanlar için durum ve statülerine göre dava zaman aşımının başlangıcı
yönünden iki farklı tarih öngörmüştür. Bu süre, Anayasa'nın 72'nci maddesinde
belirtilen vatan hizmeti olarak zorunlu er ya da erbaş statüsünde askerlik
görevini yapan kişiler yönünden bütün askerî mükellefiyetlerin bitmesi ile
başlarken, zorunlu askerlik hizmeti dışında görev yapan sözleşmeli er ve
erbaşlar ile subay ve astsubaylar yönünden bizzat girdikleri taahhütlerin
bitmesi ile başlatılmaktadır.
'Bizzat girilen taahhüt' kavramı bir sözleşme veya mecburi hizmet
nedeni ile askerlik görevi yapan kişilerle ilgilidir. Sözleşmeli er ve
erbaşların yaptıkları sözleşmelerle süreli olarak girdikleri ya da subay ve
astsubayların askerî okullardan mezun olduktan sonra yasalara göre belirlenen
sürede zorunlu olarak görev yapmak üzere verdikleri taahhütler
kastedilmektedir. Bu şekilde görev yapanlar subay, astsubay, sözleşmeli er ya
da erbaşlardır.
Askerî Yargıtay uygulamaları incelendiğinde; Askerî Yargıtay
3'üncü Dairesinin 5.4.1999 tarihli ve 1999/185-181 sayılı, 4'üncü Dairesinin
24.6.1997 tarihli ve 1997/378- 375 sayılı kararlarında; firar eden rütbeli
personelin TSK'dan ilişiğinin kesilmemesi hâlinde ASCK'nın 49/1-A maddesi
gereğince bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitiminden itibaren başlaması
gerekeceği, bunun da rütbelerinin yaş haddi olması gerektiği, ancak TSK'dan
ilişiği kesilmekle temadisi sona eren subay ve astsubaylar yönünden dava zaman
aşımı süresinin firarının son bulduğu (temadinin kesildiği) tarihten itibaren
başlaması gerektiği kabul edilmiştir.
2'nci Dairenin 14.2.2012 tarihli ve 2012/211-220, 3'üncü Dairenin
6.7.2012 tarihli ve 2012/882-881 sayılı kararlarında ise; Askerî Yargıtay
Başsavcılığının tebliğnamesinde belirtilen görüşe paralel şekilde, 926 sayılı
TSK Personel Kanunu'nun 112'nci maddesi uyarınca subay ve astsubayların mecburi
hizmet yükümlülüğü altında oldukları, bu nedenle bir 'taahhüt' altında hizmete
nasbedildikleri için, ASCK'nın 49/1-A maddesinde belirtilen 'Bizzat girilen
taahhüt' kapsamında oldukları, bizzat girmiş oldukları taahhüdün ise mecburi
hizmet sürelerinin sona erdiği tarih itibarıyla sona ereceği, dava zaman aşımı
süresinin de bu tarihten itibaren başlayacağı sonucuna varıldığı görülmektedir.
Askerî Yargıtay 4'üncü Dairesinin 24.6.1997 tarihli ve
1997/378-375, 3'üncü Dairesinin 5.4.1999 tarihli ve 1999/185-181 sayılı
kararlarında ise; itiraza konu kararda olduğu gibi dava zaman aşımının, firarı
son bulduğu, başka bir ifadeyle astsubay olan sanığın TSK'dan sicil yoluyla
resen emekli edilişinin onay tarihinde başlayacağı kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen kabulü karşısında;
yabancı memlekete firar suçunu işlediği iddia edilen sanık, astsubay statüsünde
görev yaptığından, üzerine atılı bu suçtan yapılan yargılamada, dava zaman
aşımı süresinin başlangıcı konusunda 'bizzat girdiği taahhüdün bitmesi' dikkate
alınacaktır.
Somut olayda; 1.3.1975 doğumlu olan ve 13.3.2003 tarihinde
TSK'dan resen ilişiği kesilen sanığın, 1998 nasıplı olduğu dikkate alındığında,
TSK Personel Kanunu'nun 112'nci maddesine göre, henüz on yıllık mecburi hizmet
süresini doldurmadan (30.8.2008 tarihinde dolmaktadır) TSK'dan ilişiğinin
kesildiği anlaşılmakla; dava zaman aşımının, on yıllık mecburi hizmet süresini
tamamlaması gereken 30.8.2008 tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı kabul
edildiğinde, zaman aşımının dolacağı en erken tarih 29.8.2013 tarihi olacaktır.
Oysaki; TSK'dan resen ilişiğinin kesildiği ve dolayısıyla atılı
suçun temadisinin bittiği 13.3.2003 tarihi itibarıyla dava zaman aşımı
süresinin başlatılması gerektiği kabul edildiğinde, zaman aşımının 12.3.2008
tarihinde (diğer kabule göre yaklaşık beş yıl önce) dolacağı görülmektedir.
Zorunlu askerlik hizmetinin bulunduğu ülkemizde, disiplinin
temini amacıyla, zaman aşımı yönünden sivil kişiler tarafından işlenen suçlarda
uygulanamayacak bazı farklı ve istisnai düzenlemeler yapılması gereklilik
olarak görülebilecekse de, Yasakoyucunun, zaman aşımı kurumunu düzenlerken,
hukuk devleti ilkesinin bir gereği ve ceza hukukunun temel prensiplerinden olan
ölçülülük ilkesiyle bağlı olduğu kuşkusuzdur.
Ölçülülük ilkesiyle Devlet, cezalandırmanın sağladığı kamu yararı
ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil bir dengeyi sağlamakla
yükümlüdür. Bu ilke 'elverişlilik', 'gereklilik' ve 'orantılılık' olmak üzere
üç alt ilkeden oluşmaktadır. 'Elverişlilik', başvurulan önlemin ulaşılmak
istenen amaç için elverişli olmasını, 'gereklilik' başvurulan önlemin ulaşılmak
istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve 'orantılılık' ise başvurulan önlem
ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.
Sadece asker kişiler tarafından işlenebilen ve askerî disiplinin
zafiyetine sebep olabilecek nitelikte emre itaatsizlikte ısrar (ASCK'nın 87,
88, 89), üste veya amire fiilen taarruz (ASCK'nın 91), kendini askerliğe
yaramayacak hâle getirmek (ASCK'nın 79) gibi suçlarda da dava zaman aşımının genel
hükümler çerçevesinde temadinin bittiği tarihten başlaması hususları birlikte
göz önüne alındığında, mütemadi bir suç olan yabancı memlekete firar suçunda
zaman aşımı süresinin, failin yakalanmak veya kendiliğinden katılmak suretiyle
askerî hiyerarşi ve disiplin altına girdiği tarihten ya da idarece disiplin
altına girmesine gerek görülmeyerek resen ilişiğinin kesildiği tarihten değil
de, bizzat girdiği taahhüdün bittiği tarihten itibaren başlatılmasının, askerî
disiplinin sağlanması açısından gerekli bir tedbir olduğu da söylenemez.
Kaldı ki İdare, firar hâlinde bulunanların resen ilişiğini
kesmekle, bir anlamda rütbeli fail ile arasındaki sözleşmeyi feshettiğinden,
bizzat girilen taahhüdün de devam ettiğini söylemek zordur.
Failin lehine olan 765 sayılı Türk Ceza Kanununda en ağır cezayı
gerektiren suçlarda bile dava zaman aşımı süresinin 20 yıl olduğu dikkate
alındığında, yabancı memlekete firar eden rütbeli personel yönünden, zaman
zaman azami dava zaman aşımı süresine yakın bir dava zaman aşımı süresi
öngören, itiraz konusu kuralın orantılı olmadığını kabul etmek gerekir.
İtiraz konusu kural, suçun ağırlığını, ona verilen cezanın
süresini, cezadan beklenen sosyal faydanın zaman içinde azalacağını dikkate
almaması, disiplinin yeniden tesisine etkin bir katkı sağlamayacak olmasına
rağmen faili uzun ve aynı zamanda belirsiz olan süre ile ceza tehdidi altında
bırakması nedeniyle kamu yararı ile bireyin hak ve özgürlükleri arasında adil
bir denge oluşturmadığından ölçülülük ilkesine aykırılık oluşturacağı
düşünülmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, ASCK'nın 49/1-A maddesinde yer
verilen 'firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, ... bizzat girmiş
oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar' ibaresinin
Anayasa'nın 2'nci maddesine aykırı olduğu değerlendirildiğinden, iptali için
Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir.'"