"...
I- İPTAL ve YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN
GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
''
III. ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİALARININ GEREKÇELERİ
A-) 19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun 'Seçimin geri
bırakılması' başlıklı 5 nci Maddesinin Anayasaya aykırılığı:
Anılan madde ile;
'(1) Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından savaş sebebiyle yeni
seçimlerin yapılmasına imkân görülmediğine dair karar verilmesi hâlinde,
Cumhurbaşkanı seçimi bir yıl geriye bırakılır.
(2) Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki
usule göre bu işlem tekrarlanabilir.'
Hükmü getirilmiştir.
İptali istenen 'Seçimin geri bırakılması' başlıklı 5.nci Maddesi,
Anayasal dayanaktan yoksundur ve Anayasanın 6 ncı, 78 nci, 102 nci ve 106 ncı
maddelerine aykırı düzenlemeler getirmiştir.
Gerçekten, Anayasanın 'Egemenlik' başlığını taşıyan 6 ncı
maddesinde;
'Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz.'
Hükmü getirilmiştir.
Anayasanın 'Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin geriye
bırakılması ve ara seçimleri' başlıklı 78 nci maddesi ise aynen;
'Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar
verebilir.
Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki
usule göre bu işlem tekrarlanabilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliklerinde boşalma olması halinde,
ara seçime gidilir. Ara seçim, her seçim döneminde bir defa yapılır ve genel
seçimden otuz ay geçmedikçe ara seçime gidilemez. Ancak, boşalan üyeliklerin
sayısı, üye tamsayısının yüzde beşini bulduğu hallerde, ara seçimlerinin üç ay
içinde yapılmasına karar verilir.
Genel seçimlere bir yıl kala, ara seçimi yapılamaz.
Yukarıda yazılı hallerden ayrı olarak, bir ilin veya seçim
çevresinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üyesinin kalmaması halinde,
boşalmayı takip eden doksan günden sonraki ilk Pazar günü ara seçim yapılır. Bu
fıkra gereği yapılacak seçimlerde Anayasanın 127 nci maddesinin üçüncü fıkrası
hükmü uygulanmaz.'
Hükmünü âmirdir.
Keza, Anayasanın Cumhurbaşkanı'nın seçimini hükme bağlayan 102 nci
maddesinde de aynen;
'Cumhurbaşkanı seçimi, Cumhurbaşkanının görev süresinin
dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması
halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır.
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu
alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa,
bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk
oylamada en çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların
çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü
veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın
birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci
oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır.
Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan
Cumhurbaşkanının görevi devam eder.
Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla
düzenlenir.'
Denilmektedir.
Öncelikle şu hususu belirtmek gerekir ki, 1982 Anayasası, kabul
ettiği 'Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı' ilkesi ile tamamen Anayasal bir
rejim tesis etmek istemiştir. Bu ilke ile kurulan Anayasal rejim, esasen, bütün
kişileri ve Devlet organlarını Anayasa çizgisinde tutacak şekilde
sınırlandırmaktadır.
Bu prensip, kaynağını önce Anayasanın 6 ncı maddesinden
almaktadır. Anılan Maddenin Üçüncü Fıkrası, 'Egemenliğin kullanılması, hiçbir
surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.' demek suretiyle,
kullanılacak bütün yetkilerin Anayasadan sâdır olması gerektiğini zorunlu
kılmıştır. Anayasanın herhangi bir hükmünden yetki almış bulunan herhangi bir
organ veya kişi, bu yetkisini hiçbir biçimde devredemez. Hal böyle olunca,
Anayasada Yasama Organı'na 'Cumhurbaşkanı seçiminin geri bırakılması'na ilişkin
herhangi bir yetki verilmediğinden, aksine bir düzenleme Kanun yoluyla
yapılamaz; yapıldığı takdirde, bu yoldaki bir düzenleme 'Anayasanın üstünlüğü
ve bağlayıcılığı' prensibi ile çelişir. Bu itibarla, 6271 sayılı Kanun'un
iptali istenen 'Seçimin geri bırakılması' başlıklı 5 nci maddesi, Anayasanın 6
ncı maddesi hükmüne açıkça aykırıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dört yıllık seçim dönemi dolmadan
istediği zaman seçimlerin yenilenmesine karar verebilmesine karşılık,
seçimlerin geri bırakılması 'çok istisnaî' bir durumdur. Anayasa bunu, sadece
savaş durumuyla sınırlı tutmuştur: 'Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına
imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye
bırakılmasına karar verebilir. Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa,
erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir.' (Anayasa Madde, 78 /
1,2).
Burada, savaş sebebiyle seçimlerin bir yıl geriye bırakılması
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (yasama organının) takdir hakkına bırakılmıştır;
zirâ, 1.nci fıkrada Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye
bırakılmasına 'karar verebilir.' denilmektedir; bu emredici bir hüküm olmayıp,
seçimlerin geri bırakılması tamamen yasama organının takdirine bırakılmıştır.
Oysa, 6271 sayılı Kanun'un Anayasaya aykırı olduğu iddia edilen ve
iptal isteminde bulunulan 5.nci maddesinin 1.nci fıkrasında 'Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân
görülmediğine dair karar verilmesi hâlinde, Cumhurbaşkanı seçimi bir yıl geriye
bırakılır.' denilmek suretiyle seçimlerin geri bırakılmasında yasama organının
bu yöndeki inisiyatifi ve takdir yetkisi elinden alınmış bulunmaktadır. Bu da,
Anayasanın 78.nci maddesinin 1.nci fıkrasındaki düzenlemeye aykırılık teşkil
etmektedir. Zirâ, Anayasada yasama organının takdir hakkına ve yetkisine
bırakılan bir konuda, Kanun ile emredici ve yasama organının elini-kolunu
bağlayıcı hükümler getirilemez; mevcut düzenleme tam bir hukuksuzluktur!
Dolayısı ile, 'seçimlerin geri bırakılması' gibi son derece
istisnaî bir konu 'Cumhurbaşkanlığı seçimi'ne teşmil edilmekte ve Anayasa
değişikliği yoluyla yapılması gereken bir düzenleme Kanun yoluyla
yapılmaktadır.
Görüldüğü gibi, 6271 sayılı Kanunun 5. Maddesi ile, 'savaş sebebi
ile seçimlerin bir yıl ertelenebileceği, geri bırakma nedeninin ortadan
kalkmaması halinde erteleme kararının tekrarlanabileceği' hususu
öngörülmektedir. O halde, Anayasamızın 78. Maddesinde düzenlenen TBMM
seçimlerinin geri bırakılması müessesi, kıyas yoluyla Cumhurbaşkanlığı seçimi
müessesesine de taşınmaktadır.
Anayasanın Cumhurbaşkanlığı seçimini düzenleyen 102 nci maddesinde
'seçimin geri bırakılması'na ilişkin herhangi bir anayasal düzenleme
mevcut değildir. Dolayısı ile, 6271 sayılı Kanun'un 5.nci maddesi ile Anayasada
olmayan bir düzenleme getirilmektedir. Söz konusu düzenlemenin Anayasaya
aykırılığı yanında, parlamenter demokratik sistemin suiistimaline yol
açabilecek bir düzenleme olduğu açıktır. Kaldı ki, seçim yapılıncaya kadar
Cumhurbaşkanlığına kimin vekâlet edeceği Anayasanın 106.ncı maddesinde hükme
bağlanmıştır. Buna göre;
'Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle
geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, görevine dönmesine kadar, ölüm,
çekilme veya başka bir sebeple Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde de
yenisi seçilinceye kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve Cumhurbaşkanına ait yetkileri kullanır.'
Hal böyle olunca, 6271 sayılı Kanunun 'Seçimin geri bırakılması'
başlıklı 5.nci maddesi çok açık bir biçimde Anayasanın 106 ncı maddesini ihlâl
etmektedir; zirâ, anılan maddede Cumhurbaşkanlığı makamının boşalması halinde
yenisi seçilinceye kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı'nın
Cumhurbaşkanlığı'na vekâlet edeceği açıkça belirtilmiş olup, söz konusu Anayasa
hükmünde 'savaş sebebi' Cumhurbaşkanlığı seçiminin ertelenmesi için bir mazeret
olarak görülmemiştir. Anayasanın 106 ncı maddesinin böyle bir olasılık halinde
öngördüğü düzenleme, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ertelenmesi değil, yenisi
seçilinceye kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı'nın Cumhurbaşkanlığı'na
vekâlet etmesidir. Eğer, Anayasa koyucu, savaş sebebi ile Cumhurbaşkanlığı
seçiminin ertelenmesini istese idi, bunu bir Anayasa hükmü ile düzenleyebilir
ve herhangi bir sebeple makamın boşalması halinde Cumhurbaşkanlığı'na vekâlet
etme müessesesini ayrı bir madde hükmü altında düzenlemezdi!..
Bu itibarla, 'Seçimin Geri Bırakılması' başlıklı 5. Maddenin
Anayasal hiçbir dayanağı bulunmamaktadır ve Anayasanın gerek lâfzı ve gerekse
ruhu ile tam bir mübâyenet halindedir. Anayasal dayanak bulunmaması ve doğrudan
doğruya Anayasanın 78, 102 ve 106.ncı maddeleri hilâfına düzenlemeler
yapılması, hukuka ve Anayasa tekniğine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Dolayısı ile, iptali istenen 5 nci Madde, Anayasanın6 ncı,78, 102 ve 106.ncı
maddeleri hükümlerine aykırıdır; iptali gerekir.
B-)19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun 'Adayların görevden ayrılması
ve göreve dönmesi' başlıklı 11.nci maddesinin Anayasaya aykırılığı:
Anılan madde ile;
'MADDE 11-(1) Cumhurbaşkanı adayı gösterilen hâkimler ve savcılar,
yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim
elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu
kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet
bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları
ve subaylar ile astsubaylar, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan
ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst
birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya
ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar, aday listesinin
kesinleştiği tarih itibarıyla görevlerinden ayrılmış sayılır. Bu durum Yüksek
Seçim Kurulunca aday gösterilenin bağlı bulunduğu bakanlığa veya kuruma derhal
bildirilir.
(2) Yüksek mahkeme üyeleri, hâkimler, savcılar ve bu meslekten
sayılanlar ile subay ve astsubaylar hariç olmak üzere, Cumhurbaşkanı adayı
gösterilen Devlet memurları ve diğer kamu görevlileri, adaylığı veya seçimi
kaybetmeleri hâlinde, Yüksek Seçim Kurulunca Cumhurbaşkanının seçildiğinin ilân
edilmesini takip eden bir ay içinde müracaat etmeleri kaydıyla eski görevlerine
veya kazanılmış hak aylık derecelerindeki başka bir göreve dönebilirler.'
Hükmü getirilmiştir.
İptali istenen 'Adayların görevden ayrılması ve göreve dönmesi'
başlıklı 11.nci Maddenin 1 nci fıkrasında geçen '... hâkimler ve savcılar,
yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim
elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu
kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet
bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları
ve subaylar ile astsubaylar, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan
ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst
birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya
ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar, ...' tümcesinin
Anayasal dayanağı olmadığı gibi, Anayasanın 2, 10 ve 11 inci maddelerine aykırı
düzenlemeler getirmiştir.
Anılan madde ile ilgili olarak itiraz başvurusunda dayanılan
Anayasa kuralları şunlardır:
1- 'Madde 2-Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma
ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.'
3- 'Madde 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin
yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.'
3- 'Madde 11- Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.'
6271 sayılı Kanunun 11. maddesindeki düzenlemede, 'Adayların Görevden
Ayrılması ve Göreve Dönmesi' başlığıyla, 'Kamu Görevlilerinin Seçime İştirak
Etme' esasları belirlenmiştir. Buna göre; Yargı mensupları, Üniversiteler, YÖK,
RTÜK, Siyasi Partilerin İl ve İlçe Yöneticileri, Belediye ve İl Genel Meclisi
Üyeleri, Kamu Bankaları gibi somut ölçüler getirilerek; bu Kişilerin, aday
listesinin kesinleştiği tarih itibariyle görevlerinden ayrılmış sayılacakları
hüküm altına alınmıştır.
Yargıç'lar ve bu mesleklerden sayılanlar ile Subay ve Astsubaylar
hariç olmak üzere, Cumhurbaşkanı adayı olarak seçime iştirak edenlerin, eski
görevlerinin iade hakları da saklı tutulmuştur.
İptali talep olunan 11 nci madde, Cumhurbaşkanlığı'na aday olan
kişilerin görevden ayrılmasına ilişkin hükümleri ihtiva etmektedir. Bu madde
yürütme ve yargı organlarında çalışan bazı kişiler ile siyasi kuruluşlarda,
bankalarda ve sivil toplum kuruluşlarında çalışan diğer kişilerin adaylığı
kesinleştiği tarihten itibaren görevinden ayrılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu
düzenlemenin gerekçesi ise sahip oldukları imkân ve kabiliyetleri seçim
kampanyalarında diğer adaylara karşı kullanarak bir haksız üstünlük tesis
etmemesidir. Bu düşünce doğrudur; kurumların aşırı politize olmaması için de
bir tedbir olarak düşünülmüştür.
Bu gerekçenin haklılığı, aday oldukları takdirde mevcut
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar için çok daha fazla geçerlidir. Devletin en
üst makamlarında olmaları hasebiyle devletin, hükûmetin her türlü idari, mali,
ekonomik imkânlarından istifade edebilme, atama, yer değiştirme, devletin kolluk
güçlerini kullanma gibi yetki ve ayrıcalıklara sahiptirler. Türkiye Radyo ve
Televizyon Kurumu (TRT) başta olmak üzere, özel yayın kuruluşları nezdinde de
denetim ve kontrol yetkilerini kullanabilmektedirler. İşte bu düşünce iledir
ki, Anayasamızın 114. Maddesinde düzenlendiği biçimde, seçimler öncesinde,
seçimdeki eşitlik ve adaleti temin etmek üzere Ulaştırma, İçişleri ve Adalet
Bakanları istifa ederler.
Bazı atamaları bizzat kendilerinin yaptığı yahut hükûmetin kontrol
ettiği mekanizmaların egemen olduğu süreçte, idari ve adli bürokrasinin
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan adaylardan etkilenmemesi düşünülemez.
Üstelik bu makamların hangi işinin siyasi, hangisinin rutin devlet
işi olduğunun belirlenmesi de her zaman mümkün değildir.
Bu eleştirilere karşı 'O zaman milletvekili neden istifa etmiyor''
şeklinde bir savunma ileri sürülemez. Zirâ, bu noktada, İktidar Sözcüleri
tarafından, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 18. Madde değişikliğinin
örnek ve dayanak olarak gösterilmesi de; Cumhurbaşkanlığı görevinin konumu,
saygınlığı ve devletin başı olması gibi özellikleri göz önüne alındığında,
anlamsız ve mesnetsiz kalmaktadır
Çünkü, milletvekili yasama organının 550 üyesinden biridir ve
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar gibi icra makamı değildir.
Ancak, iptali istenen 6271 sayılı Kanun'un 11 nci maddesinde,
Cumhurbaşkanlığı seçimine Meclis Başkanı, Başbakan, Bakan ya da Milletvekili
konumunda iken aday olmak isteyen kişilere yönelik, adaylık süresi içinde
istifa etmeleri yolunda herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu konumda
bulunan adayların, böylesine üstün bir Kamu gücü, yetki ve Devlet imkânlarını
kullanırken aday olmaları halinde, diğer adaylar aleyhine haksızlık yapılacağı
ve seçim adaletine ve seçim sonuçlarına gölge düşeceği açıktır.
Bu düşüncelerle, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanların aday
olmaları durumunda, yetki ve sorumluluklarını vekillerine devretmeleri
seçimlerin eşit ve adil cereyan etmesinin bir gereğidir. Aksi takdirde
Anayasanın 10. Maddesinde belirtilen eşitlik ilkesi de ihlal edilmiş olacaktır.
Getirilen bu madde, Başbakan'ın, Cumhurbaşkanı adayı olması
sürecinde, Kamu gücü ve Devlet imkânlarıyla haksız ve adaletsiz propaganda
yapmasının önünü ve yolunu açmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde aday olmak isteyen diğer yurttaşlar ise,
adaylık sürecinde 'göstermelik aday' olarak ve 'seçime sözde meşrûiyet'
kazandırma amacıyla kullanılmış olacaklardır.
Anayasanın 2. maddesinde tanımı yapılan Hukuk Devleti, insan
haklarına saygılı ve bu hakları koruyan, toplum yaşamında adalete ve eşitliğe
uygun bir hukuk düzeni kuran ve bu düzeni sürdürmekle kendini yükümlü sayan,
bütün davranışlarında hukuk kurallarına ve Anayasaya uyan, işlem ve eylemleri
yargı denetimine bağlı olan devlettir.
Hukuk devleti ilkesi, Anayasanın en temel ilkelerinden biridir.
Hukuk devleti; yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan, adaletli bir hukuk
sistemine dayanan devlet düzeninin adıdır. Hukuka güvenin, kamu düzeninin ve
istikrarın korunması hukuk devleti ilkesine bağlılık ile mümkündür.
Anayasa Mahkemesi'nin 28.1.2004 gün ve 2003/86 Esas-2004/6 Karar
sayılı İçtihadında da vurgulandığı gibi, 'Hukuk Devleti' kavramını ortadan
kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan uygulamalar Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan
'Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir.' hükmüne aykırılık
oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı ve hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır,
belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Anayasanın herhangi bir
hükmüne aykırı bir düzenlemenin Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı
ilkelerini ifade eden Anayasanın 11 inci maddesi ile bağdaşması da beklenemez.
Hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesine ise,
Anayasanın 10. maddesinde yer verilmiştir. Bu hükme göre, 'Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.'denilmek suretiyle
Kanunların herkese eşitlikle uygulanacağı vurgulanmıştır. Seçme, seçilme ve
siyasi çalışmalarda bulunma hakkı, vatandaşların yasama, maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme haklarına eşdeğer düzeyde anlam taşımaktadır. Bu
itibarla, seçimlerin serbestliğinin yanı sıra, eşitlik esasına göre yapılması
gereği ve zorunluluğu tüm yurttaşları kapsayacak biçimde Anayasada ve seçim
kanunlarında ilke olarak benimsenmiştir. Seçimlerin eşitliği ilkesi, 'mutlak
bir eşitlik' anlamındadır. Anayasa, seçim sisteminin belirlenmesini Kanun
Koyucuya bırakmış ise de, Kanun Koyucu seçimler konusunda yasama yetkisini kullanırken,
şüphesiz, Anayasal ilkelere uymak zorundadır.
'Eşitlik' ilkesi ile eylemli değil, hukukî eşitlik öngörülmüştür.
Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı
işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını
önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı
kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Yasa
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına
gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik
kuralları ve uygulanmaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı
hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasada öngörülen eşitlik
ilkesi zedelenmez.
Kaldı ki, Kanun koyucu, kuşkusuz Anayasanın ve seçim kanunlarının
temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla düzenleme yapabilir.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural Anayasanın 2 nci
maddesindeki 'Hukuk Devleti' ile 10 ncu maddesindeki 'eşitlik' ilkelerine
aykırıdır. Keza, az yukarıda değinildiği gibi,Anayasanın herhangi bir hükmüne
aykırı bir düzenlemenin Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerini ifade
eden Anayasanın 11 inci maddesi ile bağdaşması da beklenemeyeceğinden, iptali
istenen kural Anayasanın 11 nci maddesine de aykırılık oluşturmaktadır.
C-)19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun 'Propaganda' başlıklı
13.ncü maddesinin 2. nci fıkrasında yer alan; 'ile Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumu' ibaresinin Anayasaya aykırılığı:
İptali istenen 'Propaganda' başlıklı 13.nci Maddenin iptali
istenen 2.nci fıkrası hükmünün Anayasal dayanağı olmadığı gibi, Anayasanın 2,
10 ve 11.inci maddelerine aykırı düzenlemeler getirmiştir.
Anılan madde ile ilgili olarak iptal başvurusunda dayanılan Anayasa
kuralları şunlardır:
1-) 'Madde 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz.'
2-) 'Madde 67- Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.
Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel
oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında
yapılır. Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını
kullanabilmeleri amacıyla kanun, uygulanabilir tedbirleri belirler.
Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.
'
Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini
bağdaştıracak biçimde düzenlenir.'
3-)'Madde 79-Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve
denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin
düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma,
seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları,
şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını
kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulu'nundur.
'
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, işlemlerinin genel
yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre
olur.'
6271 sayılı Kanunun 13. maddesindeki düzenlemede, 'Propaganda'
başlığıyla, 'adayların seçim sürecinde yapacakları propagandanın bu seçime özgü
usul ve esasları' belirlenmiştir. Buna göre;
13 ncü maddenin 1 nci fıkrasında 'Propaganda döneminin, aday
listesinin kesinleştiği gün başlayacağı ve oylamaların yapılacağı günden önceki
saat 18.00'de sona ereceği' hükme bağlandıktan sonra, iptali istenen 2 nci
fıkrasında, 'Propaganda döneminde, Türkiye Radyo ve Televizyonlarında yapılacak
propaganda yayınlarının tam bir tarafsızlık ve eşitlik içinde yapılması, Yüksek
Seçim Kurulu ile Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu tarafından sağlanır.'
Denilmektedir.
Bu hükümde hukuka ciddî anlamda aykırılıklar söz konusudur!
Zirâ, seçimlerin 'yargı yönetim ve denetimi altında yapılacağı'
Anayasanın 67 nci maddesinin 2 nci fıkrasının âmir (emredici) hükmüdür; bu
konuda başka hiçbir güce, organa ya da kuruluşa yetki, inisiyatif ve takdir
hakkı tanınmamıştır; yegâne görevli ve yetkili organ 'yargı'dır ve yargı organı
bu yetkisini 79 ncu maddenin 2 nci fıkrası uyarınca sadece Yüksek Seçim Kurulu
eliyle kullanır.
Başka bir değişle, bu noktada tek yetkili Devlet kurumu Yüksek
Seçim Kurulu'dur.
Kezâ 'seçimlerin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi
altında yapılacağı' hükmüne, Anayasanın 79 ncu maddesinin 1 nci fıkrasında
da yer verilmiştir. Bu hükümlerden çıkan sonuç, 'seçimlerin yargı organının
genel yönetimi ve denetimi altında yapılacağı'dır.
Oysa, 6271 sayılı Kanunun iptali istenilen ve son derece özensiz
bir biçimde kaleme alındığı anlaşılan 13 ncü maddesinin 2 nci fıkrasında
''propaganda yayınlarının tam bir tarafsızlık ve eşitlik içinde yapılmasının,
Yüksek Seçim Kurulu ile Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'nca sağlanması''
öngörülmüştür. Esasen, bu durum, içerikteki özensizliğin biçime yansımış
hâlidir!Yani, anılan hükme göre, propaganda yayınlarının tarafsızlık ve eşitlik
içinde yapılması için Yüksek Seçim Kurulu yanında Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumu (TRT) de görevlendirilmiş bulunmaktadır. Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumu'nun Anayasada böyle bir yetkisi yoktur; yani Anayasada TRT'ye seçim
sürecinin olağan bir unsuru olan propagandayı düzenleme ya da yönetme konusunda
herhangi bir yetki / işlev / mezûniyet verilmemiştir. Dolayısı ile, 6271 sayılı
Kanunun 13 ncü maddesinin 2 fıkrasında adı geçen Türkiye Radyo ve Televizyon
Kurumu bu yetkisini Anayasadan değil, Anayasa hilâfına Kanun'dan almaktadır ve
işte o Kanun, işbu dilekçe ile kimi hükümleri iptal davasına konu yapılan 6271
sayılı Kanun'dur.
Halbuki, 'Hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı' Anayasanın 6 ncı maddesinin 3
ncü fıkrasının son cümlesi hükmüdür.
O halde, iptali istenen 6271 sayılı Kanunun 13 ncü maddesinin 2
nci fıkrasında geçen'' ile Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'' ibâresi
Anayasanın 67 nci ve 79 ncu maddelerine aykırı olması yanında, 6 ncı maddesi de
alenen ihlâl etmektedir.
Diğer yandan, 6271 sayılı Kanunda propaganda konusunda herhangi
bir yasal denetimin olmaması da kuşku ve endişeleri beraberinde getirmektedir.
Bu yolla Parlamenter yapımızdaki finansal zâfiyetler ve belirsizlikler,
Cumhurbaşkanlığı seçimine de taşınmış, parlamenter sistemde eksik olan
şeffaflık ve denetimsizlik hali Cumhurbaşkanlığı seçimine de tamamen yansıtılmış
olmaktadır.
Bu yolla yapılacak denetimin, daha önce yapılmış ihlâllerin fiili
sonuçlarını ortadan kaldırması ve doğmuş olan kamu zararlarını telâfi etmesi de
mümkün değildir.
Böylece 'kayıt dışı propagandaya' fırsat verilmiş olacak ve böyle
bir propaganda dönemi sonucunda, Cumhurbaşkanlığı seçiminin 'meşrûiyeti' dahi
tartışılır hâle gelecektir.
Bu itibarla, iptali istenen 6271 sayılı Kanunun 13 ncü maddesinin
2 nci fıkrasında geçen '... ile Türkiye Radyo Televizyon Kurumu ...' ibaresi
Anayasanın 6 ncı, 67 nci ve 79 ncu maddelerine açıkça aykırı olup, iptali
gerekmektedir.
D-)19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun 'Adaylara Yardım' başlıklı
14 ncü maddesinin Anayasaya aykırılığı:
İptali istenen hüküm, 14 ncü Maddenin 2 nci fıkrasında geçen 'Seçilen
adayın mal bildirimi, seçim sonuçlarının kesinleşmesini müteakip Resmî Gazetede
yayımlanır.' ibâresi; 3 ncü fıkrasında geçen 'Alınan bağış ve yardımlar veraset
ve intikal vergisinden müstesnadır. Adaylar ödünç niteliğinde para kabul
edemez.' ibâresi; 4 ncü fıkrasında geçen 'Alınan bağış ve yardımlar sadece
seçim harcamalarında kullanılır ve başka bir amaç için tahsis edilemez.'
ibâresi; 6 ncı fıkrasının 1 nci cümlesinde geçen '' seçim sonuçlarının
kesinleşmesini izleyen on gün içinde '' ibâresi ile 2 nci cümlesinde geçen ''
seçim hesaplarını inceler ve varsa ' ve öngörülen limitlerin aşılıp
aşılmadığını ' ' ibâreleri; üçüncü cümlesinde geçen '' adaylara '' ibâresi ve
nihâyet 6 ncı fıkranınson cümlesinde geçen 'Kurul bu görevi yerine getirirken
Sayıştaydan ve gerekli görülen diğer ilgili kamu kurumlarından yardım
alabilir.' ibâresidir.
Anılan madde hükmünde iptali talep edilen ibâreler ile ilgili
olarak iptal başvurusunda dayanılan Anayasa kuralları şunlardır:
1-) 'Madde 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz.'
2-) 'Madde 67-Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.
Seçimler ve halkoylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel
oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında
yapılır. Ancak, yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının oy hakkını
kullanabilmeleri amacıyla kanun, uygulanabilir tedbirleri belirler.
Onsekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşı seçme ve halkoylamasına
katılma haklarına sahiptir.
Bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir.
Silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askeri öğrenciler,
taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan
hükümlüler oy kullanamazlar. Ceza infaz kurumları ve tutuk evlerinde oy
kullanılması ve oyların sayım ve dökümünde seçim emniyeti açısından alınması
gerekli tedbirler Yüksek Seçim Kurulu tarafından tespit edilir ve görevli
hakimin yerinde yönetim ve denetimi altında yapılır.
Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini
bağdaştıracak biçimde düzenlenir.
Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.'
3-) 'MADDE 68- Vatandaşlar, siyasî parti kurma ve usulüne göre
partilere girme ve partilerden ayrılma hakkına sahiptir...
Siyasî partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez
unsurlarıdır.
Siyasî partiler önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve
kanun hükümleri içerisinde faaliyetlerini sürdürürler...
Siyasî partilere, Devlet, yeterli düzeyde ve hakça malî yardım
yapar. Partilere yapılacak yardımın, alacakları üye aidatının ve bağışların
tabi olduğu esaslar kanunla düzenlenir.'
4-) 'Madde 79-Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve
denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin
düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve
yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün
yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı
seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim
Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.
Yüksek Seçim Kurulunun ve diğer seçim kurullarının görev ve
yetkileri kanunla düzenlenir.
Yüksek Seçim Kurulu yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşur.
Üyelerin altısı Yargıtay, beşi Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri
arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğunun gizli oyu ile seçilir. Bu
üyeler, salt çoğunluk ve gizli oyla aralarından bir başkan ve bir başkanvekili
seçerler.
Yüksek Seçim Kuruluna Yargıtay ve Danıştaydan seçilmiş üyeler
arasından ad çekme ile ikişer yedek üye ayrılır. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı ve
Başkanvekili ad çekmeye girmezler. Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların
halkoyuna sunulması,
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, işlemlerinin genel
yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre
olur.'
6271 sayılı Kanunun 14 ncü maddesindeki düzenlemeler, Anayasa
Hukuku sistematiği yanında, hukukun genel ilkelerine de aykırıdır. Bu
aykırılıklar, özellikle, 14 ncü maddenin iptali istenilen3 ncü fıkrasında geçen
'Alınan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisinden müstesnadır. Adaylar
ödünç niteliğinde para kabul edemez.' İbâresi ile 4 ncü fıkrasında geçen
'Alınan bağış ve yardımlar sadece seçim harcamalarında kullanılır ve başka bir
amaç için tahsis edilemez.' ibârelerinde yoğunlaşmaktadır.
Esasen, 'Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esasları'düzenleme
amacıyla getirildiği iddia olunan 6271 sayılı Kanun, özellikle 14 ncü
maddesinde tamamenKişiye Özgüdüzenlemeler içermektedir. Anayasa Hukuku
tekniğine göre,genel ve soyut ve kapsayıcınitelikte ilkelerin
belirlenmesi gerekirken, -deyim yerinde ise- 'adrese teslim' bir düzenleme
getirilmek istenilmiştir.
Öncelikle şu husus belirtilmek gerekir ki, 6271 sayılı Kanunun 14
ncü maddesinin 2 ncı fıkrasının 2 nci cümlesinde geçen 'Seçilen adayan mal
bildirimi, seçim sonuçlarının kesinleşmesini müteakip Resmi Gazetede yayımlanır.'
Hükmü, aynı maddenin 4 ncü fıkrasının ilk sözcüklerini oluşturan 'Seçimlerde
şeffaflığın sağlanması amacı' ile çelişmektedir. Eğer, amaç, Cumhurbaşkanı
Seçimi'nde 'şeffaflığın sağlanması' ise -ki bu ilke, bizzat Kanun Koyucu
tarafından 4 ncü fıkranın başındaki ilk sözcüklerde vurgulanmıştır-
Cumhurbaşkanı seçilen kişinin mal bildirimini seçimden sonra değil de, seçimden
önce vermesi halinde söz konusu olabilir; başka bir değişle, seçilen kişinin
seçimden sonra mal bildiriminde bulunmasının 'şeffaflık ilkesi' ile bağdaştığı
söylenemez. Şüphesiz, burada güdülen amaç 'malî şeffaflık'tır. Şeffaflık
ilkesi, adayların mal bildirimlerinin seçimden önce bildirmelerini gerekli ve
zorunlu kılar. Dolayısı ile, iptali istenen 14 ncü maddenin 2 nci fıkrasının 2
nci cümlesinde hükme bağlanan veseçilen adayın mal bildiriminin seçimden
sonraya bırakılmasıbiçimindeki bir düzenleme, hem Kanun'un bizzat kendisi
ile çelişmekte ve hem de Anayasanın 67 nci, 68 nci ve 79 ncu maddeleri ile
çatışmaktadır.
'Adaylara Yardım Başlıklı'14. maddede, bağış öncesinde herhangi
bir yasal denetimin olmaması, yardım yapacak kişi ve kuruluşların bu konudaki
malî denetimlerinin belirsizliği; Cumhurbaşkanı seçiminin finansal kaynakları
konusunda çok büyük kuşku ve endişeleri beraberinde getirecektir.
Parlamenter yapımızdaki finansal zâfiyetler ve belirsizlikler,
Cumhurbaşkanlığı seçimine de taşınmış olacaktır. Parlamenter sistemde eksik
olan saydamlık ve denetimsizlik hali Cumhurbaşkanlığı seçimine de aynen
taşınmış olacaktır. Seçim öncesi yapılması gereken denetimlerin seçim sonrasına
bırakılmış olması hiçbir şekilde kabul ve izah edilemez.
Bu yolla yapılacak denetimin, olası kamu zararlarını telafi etmesi
de mümkün değildir.
Kaynağı belirsiz sermaye grupları tarafından oluşturulacak fonlar
üzerinden yapılacak bir Cumhurbaşkanlığı seçiminin, Anayasal sistemde
yaratacağı tahribatlar, gelecekte başlı başına bir sorun olarak karşımıza
çıkacaktır ve 'kayıt dışı finansmana'fırsat verilecek ve Cumhurbaşkanlığı
seçiminin de bu anlamda 'meşrû olup olmadığı' tartışma konusu yapılacaktır.
Cumhurbaşkanı'nın seçimine ilişkin Anayasanın 21.10.2007 gün ve
5678 sayılı Kanunun 5 nci maddesi ile değişik 102 nci maddesinde, Cumhurbaşkanı
adaylarına 'yardım müessesesi' konusunda herhangi bir hükme yer verilmemiştir.
Cumhurbaşkanı adaylarının kamusal kuruluşlar olmadıkları açıktır. Anayasa
Mahkemesi'nin 9.7.1971 günlü Resmi Gazete'de yayınlanan 2.2.1971 gün ve 1971/13
sayılı Kararında, '...Bir siyasi partinin toplum ve devlet düzenini belirli
görüşler doğrultusunda etkilemesi veya yönetmesi kamu hizmeti niteliği taşır.
Ancak, bu hizmetin yerine getirilmesi, o siyasi parti mensuplarının Türkiye
Büyük millet Meclisi'ne ve yerel yönetimlerin ve seçimle işbaşına gelen
kuruluşlarına girmeleri ile başlar ve bu mensupların aracılığı ile gerçekleşir.
Hizmetlere girenlere para olarak bu hizmetlerin karşılığı ödenir. Siyasi
partilerin kamu hizmeti niteliğindeki çalışmaları ancak bu dar çerçeve içinde
söz konusu edilebilir... Anayasanın siyasi partileri demokratik siyasi hayatın
vazgeçilmez unsurları sayması, muhalefette olan siyasî partilerin iktidara
karşı güvence altına alınması lüzumuna işarettir' Çalışmalarını üyelerinin
olağan yardımları ile sürdüremeyen siyasi partilerin paraca güçlü bir takım
kişi veya kuruluşların etkisi ve baskısı altına düşmesi varsayımı ise, devletin
paraca yardımı olsa dahi söz konusu olabilir. Devlet yardımı, siyasi partilerin
başka yollardan çıkar sağlamalarını engelleyemez...' görüşüne yer
verilmiştir. Bu görüşten hareketle şu sonuçlara varılabilir:
a-) Anayasada Devlet'in, yalnız ve ancak siyasî partilere malî
yardım yapacağı öngörülmüştür; Devlet'in başkaca bir kamu kurumuna, kuruluşuna
veya herhangi bir kimseye malî yardım yapma yükümlülüğü yoktur. Siyasî
partilerin bu ayrıcalığı, onların 'demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez
unsurları oluşundan' (Anayasa, Madde, 68/2) kaynaklanmaktadır.
b-) Anayasanın siyasi partileri demokratik siyasi hayatın
vazgeçilmez unsurları sayması, muhalefette olan siyasî partilerin iktidara
karşı güvence altına alınması gereğine işarettir. Nitekim, sosyal devletin
vazgeçilmez unsurlarından olan sendikalara Devlet nasıl ki malî yardım yapmak
zorunda değilse, demokratik rejimin vazgeçilmez unsurlarından olan siyasî
partilere de aynı şekilde yardım etmek zorunda değildir. Ne var ki, siyasî
partilere yardım ediliyorsa, bu gereklilik, tamamen 'muhalefet görevini ifa
eden siyasî partilerin yürütme organına (iktidara) karşı korunması ve
varlıklarının teminat altına alınması' ihtiyacından doğmaktadır.
c-) Cumhurbaşkanı'nın seçimine ilişkin Anayasanın 21.10.2007 gün
ve 5678 sayılı Kanunun 5 nci maddesi ile değişik 102 nci maddesinde,
Cumhurbaşkanı adaylarına yardım yapılması konusunda da herhangi bir hükme yer
verilmediğine ve bunun yalnızca siyasî partilere özgü bir hak olduğu Anayasal
bir ilke olarak kabul edildiğine göre, Cumhurbaşkanı adayı olacaklara yardım
yapılmasının ve bunun bir Kanun hükmü ile düzenlenmesinin Anayasaya aykırı
olacağı çok açıktır. Anayasa Koyucu, siyasî partilerde olduğu gibi,
Cumhurbaşkanı adaylarına da yardım yapılması gerektiği görüşünü benimsemiş olsa
idi, şüphesiz, bu ilkeye Cumhurbaşkanı'nın seçimini düzenleyen 102 nci
maddesinde yer verirdi!.. Dolayısı ile, Anayasanın 102 nci maddesinde yer
almayan bir düzenlemenin, 'siyasî partilerin demokratik siyasî hayatın
vazgeçilmez unsurları olduğu' ve 'siyasî partilere malî yardım yapılması
gerektiği' yönündeki Anayasal ilkelerden esinlenilerek Cumhurbaşkanlığı
seçimine de teşmil edilmesi ve üstelik bunun Anayasa hükmü ile değil de Kanun
maddesi hükmü (6271 sayılı Kanun Madde:14) ile yapılması seçim konusundaki
Anayasal ilkelerle çelişmekte ve çatışmaktadır.
Şüphesiz, Anayasa, seçim sisteminin belirlenmesini Kanun Koyucuya
bırakmış ise de (Anayasa, Madde: 102/son), Kanun Koyucu seçimler konusunda
yasama yetkisini kullanırken, şüphesiz, Anayasal ilkelere uymak zorundadır.
6271 sayılı Kanunun 'Adaylara yardım' başlıklı 14 ncü maddesinin iptali
istenilen sözcük ve ibârelerinde bu ilkelere uyulmamıştır.
Başka bir deyişle, 6271 sayılı Kanunun iptali istenen 14 ncü
maddesi hükmündeki düzenlemenin yasal dayanağını Anayasanın 102 nci maddesinde
bulabilmek mümkün değildir.
Adaylara yapılacak malî yardımın usul ve esaslarını düzenlemeyi
öngören 6271 sayılı Kanun'un 14 ncü Maddesinde, Anayasanın 101 nci ve 102 nci
Maddelerindeki 2007 yılı değişiklikleri 'Başkanlık Sistemi Kurgusu'
taşıdığından siyasal sorumsuzluk, tarafsızlık ve tam dokunulmazlık makamı olan
Cumhurbaşkanı seçiminin finansal yapısı tam bir kargaşaya yol açmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı adaylığında gerekli olan malî kaynak, adayın kendi yaratacağı
olanaklara bırakılmıştır. Başka bir değişle, Anayasanın 101 nci maddesinin 1
nci fıkrasında belirtilen'Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek
öğrenim yapmış Türkiye Büyük millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve
milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk
tarafından seçilir.'hükmü gözardı edilerek, afakî, nesnellikten uzak ve
malî gücü çok yüksek olan kişilerin Cumhurbaşkanı seçilebilmelerine olanak
sağlayan bir seçim sistemi kabul edilmiştir. Belli bir eleme sonrası hazineden
alınabilecek eşit yardımlarla herkesin aday olabilme ideali kabul edilmeyip,
bir yanda hükûmet olanakları, diğer yanda finans kaynakları ve daha da ötesinde
farklı bir sebeple bir araya gelmiş kişi ve sermaye gruplarının aday
çıkarabileceği bir seçim sistemi benimsenmiştir. İptali istenen 14 ncü madde içerisinde
sâde bir vatandaşın, halktan birinin veya bugüne kadar seçilen Cumhurbaşkanları
profillerine yakın bir kişinin seçilebilme olasılığı yoktur. Bu düzenlemede,
hükûmet eliyle devlet gücüyle ve çok farklı donelerle bir araya gelmiş, kişi ve
sermaye topluluklarının belirleyeceği kişi profili vardır.
Esasen, 6271 sayılı Kanunun 14 ncü maddesi, siyasî sistemimizde
yeni bir uygulama getirmektedir. Ne var ki, bu Kanun, yeni olduğu kadar,
sistemin yozlaşması riskini de içinde barındıran bir Kanundur.
Anılan 14 ncü madde hükmü gereğince, Cumhurbaşkanı adayları seçim
kampanyalarında Türk uyruklu gerçek kişilerden bağış ve yardım kabul
edebileceklerdir.
Gerçek kişilerden yardım ve bağış alınması 'siyasî geleneklerimize
ters' bir uygulamadır.Bu yöntemle, Cumhurbaşkanı'nın 'paraca güçlü bir takım
kişi veya kuruluşların etkisi ve baskısı altına düşmesi'kuvvetle
muhtemeldir.Bu uygulama ile Cumhurbaşkanına 'destek olanlar/olmayanlar'
bağlamında Cumhurbaşkanlığına yakın işadamları, holdingler, sermaye odakları gibi
kişi ve kuruluşlar belirmesi kaçınılmazdır. Bu ayrışma, iş dünyasını da ciddî
biçimde rahatsız edecek ve aynı zamanda 'herkesin' olması gereken
Cumhurbaşkanı, 'paraca güçlü bir takım kişi veya kuruluşların'
Cumhurbaşkanı olarak anılabilecektir. Bu mahzur, seçim sürecinde ve sonrasında
toplumumuzda yeni kutuplaşmalara, hesaplaşmalara, tasfiye veya haksız terfi ve
taltiflere yol açabilecek niteliktedir. Dahası, olumsuz emsâl teşkil ederek,
gelecek yıllarda yapılacak Milletvekili seçimi ile yerel seçimlerde de talep
edilebilir hâle gelecektir. Bu aşamadan sonra ise, artık, 'Yardım ve bağış
yapmayı holdingler, şirketler ve benzeri tüzel kişilere yasakladık''
biçiminde bir söylem, anlamsız olacaktır. Zirâ, holding ve şirketlerin,
etrafındaki yakınları ve çalışanları üzerinden bu yardımları yapmasının önünde
yasal bir engel konulamayacaktır. Bu ibarla, 14 ncü maddenin iptali istenen3
ncü fıkrasında geçen 'Alınan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisinden
müstesnadır. Adaylar ödünç niteliğinde para kabul edemez.' ibâresi; 4 ncü
fıkrasında geçen 'Alınan bağış ve yardımlar sadece seçim harcamalarında
kullanılır ve başka bir amaç için tahsis edilemez.' İbâresi Anayasaya açıkça
aykırı hükümler ihtiva etmektedir.
Öte yandan, iptali istenen 14 ncü madde hükmünde üzerinde önemle
durulması ve irdelenmesi gereken diğer bir husus da şudur:
Anılan maddenin 6 ncı fıkrasında 'seçim hesapları ile bağış,
yardım ve harcamalara ilişkin bilgi ve belgeler, seçim sonuçlarının
kesinleşmesini izleyen on gün içinde Yüksek Seçim Kurulu'na sunulur. Yüksek
Seçim Kurulu bir ay içinde, seçim hesaplarını inceler ve varsa usulsüzlükleri
ve öngörülen limitlerin aşılıp aşılmadığını tespit eder' Kurul bu görevi yerine
getirirken Sayıştaydan ve gerekli görülen diğer ilgili kamu kurumlarından
yardım alabilir.' denilmektedir.
Yüksek Seçim Kurulu, malî konularda uzman değildir; uzman olmadığı
için de seçim hesaplarını inceleyip varsa usulsüzlükleri ve öngörülen
limitlerin aşılıp aşılmadığını sağlıklı bir biçimde belirleyebilmesi mümkün olamaz.
6 ncı fıkranın son cümlesinde geçen 'Kurul bu görevi yerine getirirken
Sayıştaydan ve gerekli görülen diğer ilgili kamu kurumlarından yardım
alabilir.' ibaresi ise, Anayasanın, Yüksek Seçim Kurulu'nun görevlerini
belirten 79 ncu maddesinin 2 nci fıkrası hükmü ile de çelişmektedir. Zirâ,
Anayasanın 79 ncu maddesinin 2 nci fıkrası hükmünde, Yüksek Seçim Kurulu'nun
'seçim hesaplarını inceleme' görevi mevcut değildir; böylece, 6271 sayılı
Kanun'un iptali istenen 14 ncü maddesi ile Yüksek Seçim Kurulu'na 'Anayasada
yer almayan bir görev' (Anayasa Madde: 79 / 2) ve 'kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi' (Anayasa, Madde: 6 / 3 - son cümle) verilmektedir.
Diğer yandan, 'Adaylara yardım' başlıklı 14 ncü maddenin iptali
istenen 6 ncı fıkrasının ilk cümlesinde yer alan 'Seçim hesapları ile bağış,
yardım ve harcamalara ilişkin bilgi ve belgeler, seçim sonuçlarının
kesinleşmesini izleyen on gün içinde Yüksek Seçim kuruluna sunulur.' Hükmünde
geçen '' seçim sonuçlarının kesinleşmesini izleyen on gün içinde '' ibaresi de,
aynı Kanunun 4 ncü maddesinde vurgulanan 'Seçimlerde şeffaflığın sağlanması'
ilkesi ile çelişmekte ve dolayısı ile Kanunun muhtelif maddelerinde yer alan
hükümler, aynı konuyu düzenleme amacı taşımalarına karşın, kendi içlerinde
birbirleri ile çatışmaktadır. Aynı maddenin iptali talep olunan 2 nci fıkrası
için serdettiğimiz ve az yukarıda belirttiğimiz itirazlarımız da da
vurguladığımız üzere, Cumhurbaşkanı Seçimi'nde amaç 'şeffaflığın sağlanması'
ise -ki bu ilke, bizzat Kanun Koyucu tarafından 4 ncü fıkranın başındaki ilk
sözcüklerde vurgulanmıştı- seçim hesapları ile bağış, yardım ve harcamalara
ilişkin bilgi ve belgelerin, seçim sonuçlarının kesinleşmesini izleyen on gün
içinde, yani seçimden sonra değil, Cumhurbaşkanı seçiminden önceki bir süreçte
verilmesi halinde söz konusu olabilir; başka bir değişle, seçim hesapları ile
bağış, yardım ve harcamalara ilişkin bilgi ve belgelerin, seçimden önce değil
de seçimden sonra Yüksek Seçim Kurulu'na verilmesi yönündeki düzenlemenin
'şeffaflık ilkesi' ile bağdaştığı söylenemez. Şüphesiz, şeffaflık ilkesi, seçim
hesapları ile bağış, yardım ve harcamalara ilişkin bilgi ve belgelerin
'seçimden önce' ibrâzını gerekli ve zorunlu kılar. Dolayısı ile, iptali istenen
14 ncü maddenin 6 ncı fıkrasının 1 nci cümlesinde hükme bağlanan ve 'Seçim
hesapları ile bağış, yardım ve harcamalara ilişkin bilgi ve belgeler, seçim
sonuçlarının kesinleşmesini izleyen on gün içinde Yüksek Seçim kuruluna
sunulur.' cümlesinde yer alan 'seçim sonuçlarının kesinleşmesini izleyen on gün
içinde' biçimindeki bir düzenleme, hem Kanun'un bizzat kendisi ile çelişmekte
ve hem de Anayasanın 67 nci, 68 nci ve 79 ncu maddeleri ile çatışmaktadır.
Öte yandan, 14 ncü maddenin iptali istenen 6 ncı fıkrasının 3 ncü
cümlesinde yer alan 'adaylara' ibâresi, hem kanun yapma tekniğine hem de
Anayasanın 101 nci ve 102 nci maddeleri hükümlerine aykırıdır. Zirâ, anılan
maddede, 'Seçim hesapları ile bağış, yardım ve harcamalara ilişkin bilgi ve
belgeler, seçim sonuçlarının kesinleşmesini izleyen on gün içinde Yüksek Seçim
Kuruluna sunulur. Yüksek Seçim Kurulu bir ay içinde, seçim hesaplarını inceler
ve varsa usulsüzlükleri ve öngörülen limitlerin aşılıp aşılmadığını tespit
eder. Bu aşamada tespit edilen eksikliklerin giderilmesi amacıyla Yüksek Seçim
Kurulu tarafından adaylara uygun bir süre verilir.' demektedir. Bu hükümde, son
cümlede belirtilen düzenlemenin seçimden sonraki bir döneme ait olacağı
açıktır. Başka bir değişle, eksiklerin giderilmesi amacıyla adaylara 'seçimden
sonra' uygun süre verileceği öngörülmektedir. Seçimden sonra ise, ortada bir
'aday'dan söz edilmesi olanaksızdır; seçim yapılmış ve seçilen kişi artık
'aday' statüsünden bırakıp, Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Dolayısı ile, 14 ncü
maddenin iptali talep olunan 6 ncı fıkrasının 3 ncü cümlesinde yer alan ''
adaylara '' sözcüğü dil ve anlatım kurallarına, kanun yapım tekniğine, hukuka
ve mantığa ters olmakla birlikte, Anayasanın Cumhurbaşkanı seçimini düzenleyen
101 nci ve 102 nci maddeleri hükümlerine de aykırılık içermektedir.
Açıklanmaya çalışılan nedenlerle, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Anayasa Komisyonlarının müktesebâtı, ciddiyeti ve tarihî sorumluluğuylabağdaşmayan
ve iptali gereken bir hüküm söz konusudur ve bu itibarla 6271 sayılı Kanunun
'Adaylara yardım' başlıklı 14 ncü maddesinin iptali istenen hükümleri
Anayasanın 6 ncı, 67 nci, 68 nci, 79 ncu, 101 nci ve 102 nci maddelerine
aykırıdır; iptalleri gerekir.
E-) 19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun 'Cumhurbaşkanına
tutanağın verilmesi ve andiçme töreni' başlıklı 21 nci maddesinin iptali
istenen; 'Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen tutanak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından
verilir'' tümcesinin Anayasaya aykırılığı:
21 nci Maddenin İptali istenen 'Seçilen Cumhurbaşkanı adına
düzenlenen tutanak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı tarafından verilir'' tümcesinin Anayasal dayanağı
olmadığı gibi, Anayasanın 11 nci ve 79 ncu maddelerine aykırı düzenlemeler
getirmiştir.
Anılan madde ile ilgili olarak iptal başvurusunda dayanılan
Anayasa kuralları şunlardır:
1-) 'Anayasa 'Başlangıç' Bölümü 4 ncü Parağraf: Kuvvetler
ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı
medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu,'
2-) 'Madde 11-Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.'
3-) 'Madde 79- Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve
denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin
düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve
yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün
yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı
seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur.'
6271 sayılı Kanunun seçilen Cumhurbaşkanı adına Yüksek Seçim
Kurulu tarafından Cumhurbaşkanı seçildiğine dair hazırlanacak olan tutanağın
verilmesine ilişkin 21 nci maddesinin 1 nci fıkrasının birinci tümcesindeki
hukukî düzenleme Anayasa Hukuku sistematiği yanında, hukukun genel ilkelerine
de aykırıdır.
Zirâ, 'Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği
olduğu' Anayasanın Başlangıç Bölümü'nün 4 ncü paragrafında çok açık bir biçimde
dile getirilmiştir.
'Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olup,
Kanunların Anayasaya aykırı olamayacağı' ilkesi de Anayasanın 11 nci maddesinde
vurgulanmıştır.
Anayasanın 79 ncu maddesinde de ''Seçimlerin başlamasından
bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün
işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim
konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin
karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını
ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kuruluna
ait olduğu' açıkça belirtilmiş olup, 'seçilen Cumhurbaşkanı adına,
Cumhurbaşkanı seçildiğine dair bir tutanak düzenlenmesi' şüphesiz, seçim
süresince ve seçimden sonra, seçimle ilgili bütün işlemler kapsamında
değerlendirilmesi gereken bir faaliyettir.
Bu faaliyet, yani bir kişinin Cumhurbaşkanı seçildiğine dair
tutanağı düzenleme görev ve yetkisi, sadece ve sadece Yüksek Seçim Kurulu'na
aittir. Bu kural, Anayasanın 79 ncu maddesinin 2 nci fıkrasının hükmüdür.
Nitekim, 6271 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin 2 nci fıkrasında da
aynen;
'Seçilen Cumhurbaşkanı adına, Yüksek Seçim Kurulu tarafından
Cumhurbaşkanı seçildiğine dair bir tutanak düzenlenir.'
Denilmiştir.
Şimdi, 6271 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin 2 nci fıkrasında
tutanak düzenlenmesi görevinin Yüksek Seçim Kurulu'na ait olduğu belirtildikten
sonra, hemen bu maddeyi izleyen ve iptali istenen 21 nci maddenin 1 nci
fıkrasının ilk cümlesinde 'Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen tutanak,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı tarafından verilir'' hükmüne yer vermek, maddeler arasında tam bir
çelişki teşkil etmekte ve Anayasanın 79 ncu maddesinin 2 nci fıkrasına
aykırılık oluşturmaktadır
Dolayısı ile, Anayasanın 79. maddesinde belirtilen 'seçimlerin
başlamasından, bitimine kadar sorumluluk Yüksek Seçim Kurulunundur' hükmünce,
seçilen Cumhurbaşkanı'na, Cumhurbaşkanı seçildiğine dair düzenlenen tutanağın
(mazbatanın) Yüksek Seçim Kurulu tarafından verilmesi, kurumlar ve kurallar
rejimi olan demokrasinin bir gereği olarak kabul edilmelidir.
Bu itibarla,19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun 'Cumhurbaşkanına
tutanağın verilmesi ve andiçme töreni' başlıklı 21 nci maddesinin iptali
istenen; 'Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen tutanak, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından
verilir'' tümcesi, Anayasanın Başlangıç Bölümü'ne, 11 nci ve 79 ncu maddelerine
aykırı olup, iptali gerekmektedir.
F-) 19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanunun Geçici 1.nci Maddesi'nin
Anayasaya aykırılığı:
Yukarıda da değinildiği gibi, 6271 sayılı Kanunun Geçici 1 nci
maddesi aynen şöyledir:
'GEÇİCİ MADDE 1-(1) Onbirinci Cumhurbaşkanının görev süresi yedi
yıldır.
(2) 31/5/2007 tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce seçilen Cumhurbaşkanları, iki defa seçilememeleri kuralı
dâhil, Anayasanın değişiklik öncesi hükümlerine tabidir.'
İptali istenen hüküm, Geçici Madde 1'in tamamıdır.
İptali istenen Geçici Madde 1'in Anayasal dayanağı olmadığı gibi,
Anayasanın Başlangıç Bölümü'ne, 2 nci, 6 ncı, 10 uncu, 11 nci, 67 nci, 101 nci,
102 nci ve 175 nci maddelerine aykırı düzenlemeler getirmiştir.
Anılan madde ile ilgili olarak iptal başvurusunda dayanılan
Anayasa kuralları şunlardır:
1-) 'Anayasanın Başlangıç Bölümü 3 ncü ve 4 ncü paragraflar:
Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine
ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla
belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;'
2-) 'Madde 2-Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma
ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir.'
3-) 'Madde 6-Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz.'
4-)'Madde 10-Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin
yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.'
5-)'Madde 11-Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.'
6-) 'Madde 67- Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasî parti içinde siyasî
faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir.'
7-) 'Madde 101- Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek
öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve
milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk
tarafından seçilir.
Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki
defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.'
8-) 'Madde 102-Cumhurbaşkanı seçimi, Cumhurbaşkanının görev
süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple
boşalması halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır.
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu
alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa,
bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk
oylamada en çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların
çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü
veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın
birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci
oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır.
Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan
Cumhurbaşkanının görevi devam eder.
Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla
düzenlenir.'
9-)'Madde 175-Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir.
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurulda iki defa
görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclisin üye tamsayısının beşte üç
çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür.
Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve
kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü
hakkındaki hükümlere tabidir.
Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları, bir daha
görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderebilir. Meclis, geri
gönderilen Kanunu, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse
Cumhurbaşkanı bu Kanunu halkoyuna sunabilir.
Meclisçe üye tamsayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az
oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki Kanun, Cumhurbaşkanı
tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi
Gazetede yayımlanır.
Doğrudan veya Cumhurbaşkanının iadesi üzerine, Meclis üye
tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile kabul edilen Anayasa değişikliğine ilişkin
kanun veya gerekli görülen maddeleri Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna
sunulabilir. Halkoylamasına sunulmayan Anayasa değişikliğine ilişkin Kanun veya
ilgili maddeler Resmi Gazetede yayımlanır.
Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların
yürürlüğe girmesi için, halkoylamasında kullanılan geçerli oyların yarısından
çoğunun kabul oyu olması gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa değişikliklerine ilişkin
kanunların kabulü sırasında, bu Kanunun halkoylamasına sunulması halinde,
Anayasanın değiştirilen hükümlerinden, hangilerinin birlikte hangilerinin ayrı
ayrı oylanacağını da karara bağlar.
Halkoylamasına, milletvekili genel ve ara seçimlerine ve mahalli
genel seçimlere iştiraki temin için, kanunla para cezası dahil gerekli her
türlü tedbir alınır.'
'Geçici madde 1 ile'getirilen düzenleme sonucunda, Anayasal
anlamda yetki gaspı yapılmış ve Anayasal sistem sabote edilmiştir.
Yüksek mâlumları olduğu üzere, geçici maddeler, uygulama
süreleriyle değil, geçici olarak düzenledikleri hukuki ilişki ve kurumlarla
kendisi ve bağlı oldukları temel metinlerin içerikleri ve verdikleri anlam ile
değerlendirilmelidir. Geçici maddeler, değişik hukuki düzenlemeler arasında
bağlantı kurar, kazanılmış hakların saklı tutulmasını ve uygulamanın geniş bir
zaman dilimine yayılmasını sağlar; geçici maddelerin diğerlerinden farkı budur.
'Hukukî değer' bakımından ise, geçici maddelerle diğerleri arasında hiç bir
farklılık bulunmamaktadır. Geçici madde, yasama organı tarafından yürürlükten
kaldırılıncaya kadar uygulanması zorunlu bir kuraldır. Kenar başlığında 'geçici
madde' yazması da bu sonucu etkilemez (Anayasa Mahkemesi Kararı, Esas Sayısı:
1996/3, Karar Sayısı: 1997/3, Karar Günü: 22.5.1997).
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhurbaşkanlığı görev süresini 1924
tarihli Anayasadan başlanarak daima Anayasalarında hüküm altına almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'ni yöneten siyasî iradeler, Devletin en üst makamı olan
Cumhurbaşkanlığı görev süresinin Anayasal teminât altına alınmasını gerekli
görmüşlerdir.
Bu olgu, Anayasa hukukumuzda köklü bir teâmül haline gelmiştir.
Nitekim, mevcut Anayasa düzenlemesi olan 102 nci maddesinde de
aynı irade tezâhür eylemiştir.
31.05.2007 tarihinde düzenlenen 5678 sayılı Anayasa
değişikliğiyle, 'Cumhurbaşkanlığı görev süresinin 5 yıl olduğu ve en fazla 2
kez seçilebileceği' hüküm altına alınmıştır. Anayasanın 101 nci maddesinin 2
nci fıkrasında belirtilen Cumhurbaşkanı'nın görev süresini hükme bağlayan 'beş
yıllık' süre 'âmir hüküm' olup, Kanun yolu ile düzenleme kapsamına alınamayacak
nitelikte 'emredici' bir Anayasa buyruğudur. Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı makamı
onursal ve yüce bir makamdır. Bu itibarla, Cumhurbaşkanı seçilmiş olmak, bir
kazanılmış (müktesep) hak değil, Cumhurbaşkanı seçilmiş olmak, onursal bir
anayasal görevdir.
5678 sayılı Anayasa düzenlemesinin çerçeve 6. maddesinin, 'Geçici
18 ve 19. maddelerinde' bu durum daha da somutlaştırılmış, '11. Cumhurbaşkanı'
ifadesi kullanılarak, Anayasa Koyucu'nun bu yöndeki iradesine tereddüde yer
vermeyecek ölçüde açıklık ve kesinlik kazandırılmıştır. Anılan Kanunun komisyon
çalışmaları sırasında CHP Grubunun ve Komisyon Üyelerinin, Referandum Takvimi
ve uygulama zorunluluğu sebebiyle, '11. Cumhurbaşkanı' ifadesinin
kullanılmaması yönündeki uyarı ve önerileri, o dönem 'egemen olan' Siyasi irade
tarafından dikkate alınmamıştır.
Bu arada, 28 Ağustos 2007 tarihinde 11. Cumhurbaşkanı'nın TBMM
tarafından seçilmiş olması, bunun devamında ise 5697 sayılı Kanun ile 5678
sayılı Anayasa Değişikliğine ilişkin Referandum Metni içinden geçici 18 ve 19.
maddelerinin çıkarılmış olması yönündeki gelişmeler; yukarıda sözü edilen ve
31.05.2007 tarihinde ortaya çıkan '5 yıl ve 2 dönem' şartını ve bu olgunun
hukukî çerçevesini ortadan kaldırmamaktadır.
Zira, 16.10.2007 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanan 5697sayılı
Anayasa düzenlemesinde süreye yönelik olarak 7 yıl olduğuna dair bir düzenleme
yapılmamış olmakla; 31.05.2007 tarihli Siyasi İrade hâlen varlığını korumakta
ve geçerliliğini sürdürmektedir. Siyasi İrade, bu noktada süre konusunda irade
değişikliğine girmiş veya bu yönde fikir değiştirme gereğine ihtiyaç duymuş
olsa idi, şüphesiz, bu durumu 5697 sayılı Anayasa Değişikliği düzenlemesinde açık
bir şekilde dile getirebilirdi.
Anayasada yer alan ve Cumhurbaşkanı'nın 'görev süresine' ilişkin
olan bir düzenlemenin yine Anayasa ile değiştirilmesi ve düzenlenmesi
zorunluluğunun bir sonucu olarak,gerek TBMM Başkanı'nın görev süresine ilişkin
12.09.2010 tarihli Referandum ile değiştirilen 94/3. madde düzenlemesinde ve
gerekse Anayasa Mahkemesi Üyelerinin görev süreleriyle ilgili geçiş
düzenlemesini getiren ve yine 12.09.2010 tarihli Referandum ile değiştirilen
147 / 1. maddelerindeki bu düzenlemeler, 'Anayasal düzenleme' yoluyla
yapılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu yöndeki iradesini daha önce sarih
bir biçimde ortaya koymuştur.
Kaldı ki, Cumhurbaşkanı'nın görev süresi Anayasada hükme
bağlanması gereken 'temel bir öz'dür; 'Cumhurbaşkanı seçimi müessesesi'nin
esasına ya da usûlüne müteallik bir cihet değildir.
Henüz bir yıl kadar önce yapılan Anayasal düzenlemelerde Anayasa
Hukukunun bu temel ilkesinin gereğini yerine getiren Siyasi İktidarın iş bu
düzenlemede ise, bu nitelikte Anayasal düzenlemeye gerek görmemesi bir
mübâyenetten ve tutarsızlıktan öte; hukuk, demokrasi ve Milli İrade
konularındaki keyfîliğini ve sorumsuzluğunu göstermektedir.
Özetle, bu yönde bir irade değişikliği yapıldığına dair herhangi
bir irade beyanı mevcut olmadığından, Geçici Madde-1'in anayasal ve hukuksal
dayanağı bulunmamaktadır.
Sözü edilen oluş şekli ve safahat karşısında ortaya çıkan Anayasal
gerçek şudur:
Cumhurbaşkanlığı görev süresi, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan
uygulama ve mevcut Mer'i Mevzuat karşısında normatif olarak Anayasal düzenleme
ile yapılmalıdır. Süreyi etkileyecek ya da iddiaya göre belirsizlik yaratacak
bir durum söz konusu ise, bu belirsizliği giderecek düzenlemelerin de Anayasal
düzeyde yapılması zorunluluğu vardır.
Bir diğer husus;Hukuk Devletlerinde mevcut normatif bir
düzenlemede değişiklik yapılmak isteniliyor ise, yine eş değer düzeyde bu
iradenin ortaya konulması zaruretidir. Hukuki teminat ve istikrara müdahale
edilmemesi, keyfiliklerin önlenmesi için İdare Hukukunda kabul edilen
'Paralellik İlkesinin' gereği olarak da, sözü edilen Anayasal kültüre uymak
gerekmektedir.
Mevcut Siyasi İktidarın,Parlamento aritmetiğindeki kritik eşik
sebebiyle, Anayasal düzenlemede sıkıntı yaşayabileceği kaygısı ile bu konuda
yasal düzenleme yolunu tercih ettiği âşikârdır.
Oysa ki, böylesi bir uygulama, Uluslararası platformlarda
demokrasimizin özünün Anayasa Koyucu'nun iradesine ters düşecek bir biçimde ve
haksız olarak irdelenmesine yol açacak; Cumhurbaşkanlığı seçimi müessesesinin
saygınlığına gölge düşürecektir!
Unutulmaması gereken temel gerçek şudur; demokrasilerde
Parlamentolar ya da Siyasi İktidar Grupları çoğunluklarına dayanarak
istedikleri konularda yasal ya da anayasal düzenleme yapamazlar. Anayasal
düzenlemelerin, hangi şartlarda yapılabileceği ve hangi usûle ve prosedüre tâbi
olduğu, Anayasamızın 175. maddesinde açıkça ve emredici bir tarzda
düzenlenmiştir.
Gerek bu sebeple ve gerekse Anayasanın 6. Maddesinde yer alan
'Yetkili Organların' yetkilerini Anayasanın koyduğu esaslara göre
kullanacakları yönündeki hüküm doğrultusunda,Anayasal düzenlemelerinin usul ve
esasları konusunda Siyasî İktidar ya da Parlamentoların 'takdir yetkisi'
bulunmamaktadır.Aksi halde, bu yol açıldığı takdirde, bundan böyle parlamentoda
az sayıda çoğunluğa sahip olan her siyasî parti, Cumhurbaşkanı seçim süresini
kendi siyasî görüş ve tercihleri doğrultusunda keyfî bir biçimde belirleme
yoluna gidebilir. Bu yönde bir uygulamanın ise, 'Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesi' ile bağdaşmayacağı açıktır.
Kuşkusuz, Anayasa değişikliğine ilişkin hükümler, herkes için
'emredici' niteliktedir ve yine herkes için 'bağlayıcı'dır.
Anayasamızın ve parlamenter çoğulcu demokrasi geleneğimizin bu
temel ve vazgeçilmez ilkeleri karşısında; bu ilkelere aykırı bir anlayış ve
uygulama içine girilmesinin ve bunda ısrar edilmesinin, demokrasi kavramıyla
bağdaşmasının söz konusu olamayacağı açıktır. Siyasi İktidar, -deyim yerinde
ise- Makyavelist yöntemler, zorlama yaklaşımlar ve dayatmacı bir anlayışıyla
Anayasal sistemi açıkça sabote etmiştir.
İptali talep olunan yasal düzenleme, öncelikle bu yönü itibariyle
hukuken malûldür.
Diğer yandan gözden kaçırılmaması gereken önemli bir husus da
şudur: Yukarıdaki açıklamaya çalışılan sebeplere binaen, mevcut
Cumhurbaşkanı'nın, beş yıllık görev süresinin dolacağı tarih olan 28 Ağustos
2012 tarihinden sonra tesis edeceği bütün işlemler Anayasal dayanaktan mahrum
kalacaktır!
Anayasal sistemde bu anlamda da bir tıkanma ve kaotik bir dönem
söz konusu olacaktır.
Cumhurbaşkanı'nın bu tarihten sonra tesis edeceği tüm işlemler hem
siyaseten ve hem de Anayasal olarak tartışılır hale gelecektir. Bu durum, toplumda
mevcut olan ayrışma ve kutuplaşma sürecinin daha da ileri boyutlara varmasına
yol açacak ve Cumhurbaşkanlığı Makamı'nın meşruiyeti tartışmaları Ülkemiz
gündeminde tıkanmalara yol açacaktır.
Siyasi İktidar, Anayasal sistemimiz içinde mevcut olan Parlamenter
Demokrasiye yönelik olarak, Halktan aldığı yetkiyle elbette değişiklikler
yapabilir. Anayasal sistem içinde, 'Görev-Yetki-Sorumluluk' dengelerini yeniden
tesis ederek, tercihini 'Başkanlık, Yarı Başkanlık ya da Parlamenter Sistemden'
yana kullanabilir. Bu takdirde, yapılacak Anayasal düzenlemelere yönelik
eleştiri, kaygı ve öneriler ise zaman içerisinde ileri sürülecektir. Getirilen
düzenleme, bu Anayasal sistemlerden hiçbirinin temel karakteristiğini
taşımamaktadır. Öngörülen sistem, artık Anayasa tekniği anlamında 'ucube' bir
sistemdir. Bu bakımdan, parlamenter sistemde, 'yetkili ve sorumlu Başbakan' ile
'yetkili ama sorumsuz Cumhurbaşkanı' arasındaki çift başlı bir yapı, kabul
edilemez bir durum olup, bu durum ancak ucube ve dünyada örneği olmayan bir
'Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni ortaya çıkaracaktır.
Getirilen bu sistemin, çoğulcu demokrasilerde ve parlamenter
sistemlerde örneği yoktur. Siyasî iktidar sözcüleri tarafından örnek olarak
gösterilmek istenilen Avusturya ve Finlandiya gibi ülkelerdeki düzenlemeler de
Ülkemiz için emsal olamaz. Zira, sözü edilen ülkelerin sosyo-kültürel ve
Anayasa yapımı tarihlerindeki dinamiklerin farklılığı bir tarafa, O ülkelerdeki
düzenlemelerde, Cumhurbaşkanlarının anayasal anlamda sorumsuzluğu söz konusu
değildir. Cumhurbaşkanlarının yasal ve anayasal sorumlulukları belirlenmiştir.
Bilindiği gibi,Anayasanın 101 ila 122. maddeleri arasında,
'Yürütme organının', görev ve yetkileri ve sorumlulukları düzenlenmiştir.
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri 104. maddede belirlenmiştir.
Cumhurbaşkanı 104. maddede sayılan geniş yetkilere sahip olmasına
rağmen, Anayasal anlamda sorumsuzdur.
Budüzenlemedeki temel amaç; '... bir taraftan Cumhurbaşkanını
geniş yetkilerle donatıp, diğer yönden ise hiçbir yasal ve anayasal sorumluluk
getirmemek...' yoluyla, 12 Eylül İhtilali'nin yaratmış olduğu antidemokratik
anayasal yapının ömrünü bu yolla egemen kılmak idi.
Nitekim, Bilim Adamı misyonunasahip olan Akademisyenler de, bu tür
bir düzenlemenin, '... Demokrasiyle bağdaşmadığını, yetkiyle birlikte, paralel
olarak sorumlulukların ve denetim yollarının da belirlenmesi gerektiğini...'
hep ifade edegelmişlerdir. Hangi ideolojiye yatkın olursa olsun, aydın namusuna
ve tutarlılığına sahip olan tüm Bilim Adamları; 12 Eylül 1980'den bu yana bu
temel Anayasa gerçeğini hep dile getirmişlerdir.
Böylece, bir taraftan,Halkoyuyla ve seçimle gelen; Anayasal
sistemde çok geniş yetkilere sahip olan; buna rağmen hiçbir Anayasal denetime
(Meclis soruşturması ve benzeri) tâbi olmayan, adeta bir kral gibi ülkeyi
yöneten bir Cumhurbaşkanı; diğer taraftan ise, seçimle gelen ve en üst düzeyde
görev yapan ve Anayasal yetkileri birbirinin içine giren iki makam arasında
doğması kaçınılmaz Anayasal Yetki ve İktidar Kavgası mücadeleleri sonucunda
oluşacak bir Fetret Yapılanması'
Ne yazık ki, iptali talep olunan Geçici Madde-1, 'Kifayetsiz,
muhteris ve öngörüden uzak'bir siyaset anlayışının dramatik bir tezâhürüdür.
Bu ve benzeri düzenlemelerle, Cumhuriyet'in değer ve kazanımlarını
etkisiz kılmaya yönelik olan 'ideolojik saldırılar', en üst düzeyde koruma
altına alınmaktadır.
6271 sayılı Kanun'un iptalini talep ettiğimiz hükümleri, esasen
'parlamenter sistem'e aykırı ve parlamenter sistemin işleyişinde yeni ve
telafisi mümkün olmayacak zararlara yol açabilecek, ülkemizi içinden
çıkılmayacak, anayasal bir kaos ve karmaşaya sürükleyebilecek nitelikte
hükümlerdir.
2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanan 'Cumhurbaşkanlığı
seçimi krizi' ne karşı, bir tepki ile yapılan değişiklik, mantıktan ve objektif
temelden yoksundur ve bu değişiklik yeni anayasal buhranların ve tepkilerin
habercisidir.
6271 sayılı Kanunun, kanun yapma tekniği ve felsefesi açısından da
bazı garabetler içermektedir.
Bunlardan birincisi, milletin 2007'de anayasa değişikliğine
halkoylaması ile karar verdiği bir hususun, halkın temsilcileri, vekilleri
tarafından bir yasa değişikliği ile değiştirilmesi gayretleridir.
Hâlbuki demokrasilerde 'yöntem sorunu' bazen içerik kadar hatta
ondan daha da önemli olabilmektedir.
Hukukun ana prensiplerinden birisi 'işlemlerin paralelliği'
ilkesidir. Yani bir işlem hangi yöntemlerle yapılmışsa, geriye doğru aynı ya da
benzer yöntemlerle işlemden kaldırılabilir, geri alınabilir. Dolayısıyla,
mevcut Cumhurbaşkanının görev süresi hususunun bir anayasa değişikliği ya da
ilâvesi ile mümkün olabileceği ortadadır. Bu temel ilkeye rağmen Anayasada
belirtilen Cumhurbaşkanının görev süresinin Anayasa değişikliği ile değil de,
bir Kanun ile yapılması, hukuk sistemimizin kabul gördüğü bütün prensiplerin
sonuna kadar zorlanmasıdır. Daha da vahim olanı, halkın bizzat kendisi
tarafından referandumda kabul edilmiş bir metnin, vekilleri vasıtasıyla
değiştirilmesi, 'halkın doğrudan tecelli etmiş iradesine karşı' büyük bir
nezâketsizliktir.
Anayasada bu konuda bir belirsizlik yoktur. Değişikliğe halk
oylaması ile Halkın kendisi karar vermiştir. O dönem de bir intikal maddesi
(geçici madde) ile de, mevcut cumhurbaşkanı ile alakalı bir düzenleme halkın
önüne getirilmemiştir. Seçmen kitlesi, mevcut Cumhurbaşkanının da (11 nci
Cumhurbaşkanı) aynı süreye tabi olduğunu düşünerek oy vermiştir. Demokrasiler,
kurulu nizâm içinde hayatını idame ettirir. Anayasada geçici bir düzenleme
yapılmadan, Anayasadaki bir hüküm, bir yasa değişikliği ile 'mevcut Cumhurbaşkanı'
için yok sayılamaz, ortadan kaldırılamaz. Bu, en başta Millî iradeye bir emri
vaki yapmak, dayatmak ve halkı kandırmaktır.
Kanunlar ile Anayasa değişikliklerinin yapıldığı mekân, Millî
İradenin tecelli ettiği Meclis'tir. TBMM, Cumhurbaşkanı'nın görev süresini 5
yıla indirmiş, ikinci kez seçilmesine imkan vermiş ve doğrudan halk tarafından
seçilmesini kabul etmiştir. Mevcut Cumhurbaşkanı'nın da bu değişikliğe tâbî
olacağını, kendisi ile ilgili geçici bir düzenleme getirmeyerek göstermiştir.
Bu değişiklikler, halk oylamasında da kabul görerek yasalaşmıştır. Mevcut
Cumhurbaşkanına bir istisna öngörülmemiştir.
Şüphesiz, Cumhurbaşkanlığı, bir 'hak' olmayıp 'onursal bir
görev'dir. Öyle ise, onursal bir görevde 'kazanılmış bir hak'tan söz edebilmek
olanaklı değildir. Hukukî güvenceye ilişkin herhangi bir hüküm de Anayasaya
eklenmemiştir. Aksine, onbirinci Cumhurbaşkanı'nın seçildiği sırada görev
süresini beş yıla indiren süreç başlamıştır. Dolayısı ile, mevcut Cumhurbaşkanı
açısından 'sürpriz bir düzenlemenin varlığı'ndan söz edilemez. Kaldı ki, mevcut
Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin yedi yıl olduğu kabul edilmiş olsaydı, siyasî
iktidar, Anayasa Mahkemesi'nin mevcut üyeleri ile ilgili olarak tıpkı son
Anayasa değişikliğinde olduğu gibi, 7.5.2010 gün ve 5982 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un 25 nci Maddesi ile Anayasaya eklenen 'Geçici 18 nci Madde
doğrultusunda ve 'anılan madde benzeri' bir 'intikal hükmü' getirerek iradesini
açıkça ortaya koyardı.
Diğer yandan, Anayasanın 102 nci maddesinin son fıkrasında,'Cumhurbaşkanlığı
seçimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği'hükmü yer almakla
birlikte, süre ile ilgili şart (beş yıl şartı) Anayasada net bir biçimde
belirlenmiştir. Anılan bu hüküm karşısında, Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin
'Kanunla belirlenecek esaslar arasında yer aldığı'nı söylemek yerinde
olmayacaktır.
Özetle belirtmek gerekir ki;
Mevcut Cumhurbaşkanı'nın görev süresinin 'yedi yıl olduğunu ve
ikinci kez seçilemeyeceğini' öngören Geçici Madde-1'in incelenmesi sonucunda
aşağıdaki tespitlere ulaşılmaktadır:
1. 6271 sayılı Kanun'un 3 ncü Maddesi'nin ilk fıkrası iki cümleden
ibarettir: İlk cümle, Cumhurbaşkanı'nın seçimini düzenleyen önceki mevzuatla
ilişki kurarak görev süresini 7 yıldan 5 yıla düşüren bir hüküm getirmektedir;
ikinci cümlesi ise daha önceki hale göre Cumhurbaşkanı'nın birden fazla kez
seçilebilmesine olanak sağlayan ve şahsın hukuk alanını genişleten 'genişletici
bir hüküm' mâhiyetindedir,
2. Yapılan değişikliğin ise tamamen siyasî saiklerle, her iki
cümleyi de işlevsiz bırakarak 'uygulanamaz' hale getirmekte ve adeta bu
düzenlemenin tek hedefinin mevcut Cumhurbaşkanı'nın (Onbirinci
Cumhurbaşkanı'nın) şahsı olduğu anlaşılmaktadır,
3. Şahsî bir düzenleme yapılarak 'Kanunların genelliği ve
objektifliği' prensibine aykırı biçimde, demokrasilerin müesses nizam içinde
yürümesi prensibi ihlal edilmektedir,
4. Geçici Madde-1, mevcut Cumhurbaşkanı'na ikinci kez aday olma ve
seçilme yasağı getirmekte ve böylece Anayasamızda belirtilen 'eşitlik ilkesi'
ile 'seçme ve seçilme hakkı'nı sınırlandıran anti-demokratik hükümler
içermektedir.
Yukarıda açıklandığı biçimde anlaşılması ve yorumlanması gereken
6271 sayılı Kanun'un iptali istenen Geçici Madde-1 hükmü, Anayasanın gerek
Başlangıç Bölümü'nde, gerekse 2 nci, 6 ncı, 10 uncu, 11 nci, 101 nci, 102 nci
ve 175 nci maddeleri hükümlerinde yer alan ilkelerle çatışmakta ve
çelişmektedir.
Bütün bu tespitler karşısında, açıklanmaya çalışılan nedenlerle,iptali
istenen Geçici Madde 1'in Anayasal dayanağı olmadığı gibi, Anayasanın Başlangıç
Bölümü'ne, 2 nci, 6 ncı, 10 uncu, 11 nci, 67 nci, 101 nci, 102 nci ve 175 nci
maddelerine aykırı düzenlemeler getirmiştir ve iptali gerekmektedir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Yukarıda da açıklandığı veçhile,
Yüksek mâlûmları olduğu üzere, Kamu Hukuku'nda yürütmeyi durdurma
kararı verilebilmesi için iki şartın birlikte bulunması gerekmektedir.
Bu iki şarttan biri, düzenlemenin açıkça hukuka aykırı olması,
diğeri ise dava konusu düzenlemenin uygulanması halinde ortaya telâfisi
imkânsız veya telâfisi güç bir zararın doğacak bulunmasıdır.
28185 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak 26.1.2012 tarihinde
yürürlüğe giren 19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanun'un,
'Seçimin geri bırakılması'başlıklı 5.nci Maddesi,
'Adayların görevden ayrılması ve göreve dönmesi' başlıklı 11.nci
maddesinin 1 nci fıkrasında geçen '... hâkimler ve savcılar, yüksek yargı
organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları,
Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve
kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından
işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları ve subaylar
ile astsubaylar, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri
ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst
birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya
ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar, ...' sözcük grubu,
'Propaganda' başlıklı 13.ncü maddesinin 2.nci fıkrasında geçen ''
ile Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'' ibaresi,
'Adaylara yardım' başlıklı 14.ncü maddesi,
'Cumhurbaşkanına tutanağın verilmesi ve andiçme töreni' başlıklı
21.nci maddesinin iptali istenen; '... Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen
tutanak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı tarafından verilir'' cümlesi,
Geçici 1 nci maddesi,
Öngördüğü yasal düzenlemeler nedeniyle, yürürlüklerinin
durdurulması için gerekli olan her iki şartı da taşımaktadır.
Çünkü, yukarıda belirtilen ve iptali istenen hükümler, Anayasaya
açıkça aykırıdır. Bu hükümlerin uygulanması halindebir yandan Devletin varlık
ve bağımsızlığı, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü gibi yüksek
menfaatlerinin süratle korunması, öte yandan seçimle işbaşına gelmiş olan
Cumhurbaşkanının durumunun, uzun süre askıda kalmaması prensiplerine, egemenlik,
eşitlik, Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, seçme, seçilme ve siyasî
faaliyette bulunma hakkı, Cumhurbaşkanı seçiminin Anayasada öngörülen ilkeleri,
Anayasanın değiştirilmesi, seçimlere ve halkoylamasına katılma konusunda
Anayasanın öngördüğü bütün kurallar ihlâl edilmiş olacağı ve bu ilkeler
yönünden telâfisi imkânsız zararların doğacağı çok açık ve kesindir.
Dava konusu hükümler hakkında yürürlüğün durdurulması kararı
verildiği takdirde, hukuk sistemimizde herhangi bir boşluk meydana gelmeyecek,
sadece, Anayasaya aykırı olan uygulama durdurulmuş olacaktır.
Ancak, dava konusu hükümler yönünden 'yürürlüğü durdurma' Kararı
verilmeyip de iptal kararı verilmesi halinde, bu iptal kararı büyük olasılıkla
etkisiz kalacaktır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli
gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava
açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
19.1.2012 gün ve 6271 sayılı Kanun'un;
'Seçimin geri bırakılması' başlıklı 5 nci Maddesinin Anayasanın6
ncı,78, 102 ve 106 ncı maddeleri hükümlerine,
'Adayların görevden ayrılması ve göreve dönmesi' başlıklı 11 nci
Maddenin 1 nci fıkrasında geçen '... hâkimler ve savcılar, yüksek yargı
organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları,
Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve
kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından
işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları ve subaylar
ile astsubaylar, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri
ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin
ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların
yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar, ...' tümcesinin Anayasanın 2, 10
ve 11 nci maddelerine,
'Propaganda' başlıklı 13 ncü maddesinin 2 nci fıkrasında yer alan;
'ile Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu' ibaresininAnayasanın 6 ncı, 67 nci ve
79 ncu maddelerine,
Kanunun 'Adaylara yardım' başlıklı 14 ncü Maddenin 2 nci
fıkrasında geçen 'Seçilen adayın mal bildirimi, seçim sonuçlarının
kesinleşmesini müteakip Resmî Gazetede yayımlanır.' ibâresi; 3 ncü fıkrasında
geçen 'Alınan bağış ve yardımlar veraset ve intikal vergisinden müstesnadır.
Adaylar ödünç niteliğinde para kabul edemez.' ibâresi; 4 ncü fıkrasında geçen
'Alınan bağış ve yardımlar sadece seçim harcamalarında kullanılır ve başka bir
amaç için tahsis edilemez.' ibâresi; 6 ncı fıkrasının 1 nci cümlesinde geçen ''
seçim sonuçlarının kesinleşmesini izleyen on gün içinde '' ibâresi ile 2 nci
cümlesinde geçen '' seçim hesaplarını inceler ve varsa ' ve öngörülen limitlerin
aşılıp aşılmadığını ' ' ibâreleri; üçüncü cümlesinde geçen '' adaylara ''
ibâresi ve nihâyet 6 ncı fıkranınson cümlesinde geçen 'Kurul bu görevi yerine
getirirken Sayıştaydan ve gerekli görülen diğer ilgili kamu kurumlarından
yardım alabilir.' İbâresinin Anayasanın 6 ncı, 67 nci, 68 nci, 79 ncu, 101 nci
ve 102 nci maddelerine,
'Cumhurbaşkanına tutanağın verilmesi ve andiçme töreni' başlıklı
21 nci maddesinin iptali istenen; 'Seçilen Cumhurbaşkanı adına düzenlenen
tutanak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı tarafından verilir'' tümcesinin, Anayasanın Başlangıç
Bölümü'ne, 11 nci ve 79 ncu maddelerine,
Geçici 1.nci Maddesi'nin Anayasanın Başlangıç Bölümü'ne, 2 nci, 6
ncı, 10 uncu, 11 nci, 67 nci, 101 nci, 102 nci ve 175 nci maddelerine,
Aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.'"