"...
II- İTİRAZLARIN GEREKÇESİ
1- E.2011/18 Sayılı İtiraz BaşvurusununGerekçe Bölümü Şöyledir:
'A) GENEL OLARAK
A-l) T.C ANAYASASI'NDA KONUYA İLİŞKİN DÜZENLEMELER
Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde,insan haklarına saygılı,Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devletidir.
Madde 5- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak;kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya,insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır.
Madde 13- (Değişik: 3/10/2001-4709/2 md.)
Temel hak ve hürriyetler,özlerine dokunulmaksızınyalnızca
Anayasanınilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarakve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,demokratik toplum
düzenininve lâik Cumhuriyetin gereklerine veölçülülük ilkesineaykırı olamaz.
XII. Mülkiyet hakkı
Madde 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar,
ancakkamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
A- 2) 2863 SAYILI YASADA KONUYA İLİŞKİN DÜZENLEMELER
Madde 3/a-l
Kültür varlıkları; tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim,
kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan veya tarih öncesi ya da tarihi
devirlerde sosyal yaşama konu olmuş bilimsel ve kültürel açıdan özgün değer
taşıyan yer üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır veya taşınmaz
varlıklardır.
Madde 3/a- 4
'Koruma'; ve 'Korunma'; taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında
muhafaza, bakım, onarım, restorasyon, fonksiyon değiştirme işlemleri; taşınır
kültür varlıklarında ise muhafaza, bakım, onarım ve restorasyon işleridir
Madde 6-
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları şunlardır.
a) Korunması gerekli tabiat varlıkları ile 19 uncu yüzyıl sonuna
kadar yapılmış taşınmazlar,
b) Belirtilen tarihlerden sonra yapılmış olup önem ve özellikleri
bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen
taşınmazlar,
c) Sit alanı içinde bulunan taşınmaz kültür varlıkları,
d) Milli tarihimizdeki önemleri sebebiyle zaman kavramı ve tescil
sözkonusu olmaksızın Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunda büyük
tarihi olaylara sahne olmuş binalar ve tesbit edilecek alanlar ile Mustafa
Kemal Atatürk tarafından kullanılmış evler.
Madde 7- (Değişik: 17/6/1987 - 3386/2 md.)
(Değişik birinci fıkra : 26/5/2004-5177/26 md.)Korunması gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespiti,
Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri
etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılır.
Yapılacak tespitlerde, kültür ve tabiat varlıklarının tarih,
sanat, bölge ve diğer özellikleri dikkate alınır. Devletin imkanları gözönünde
tutularak, örnek durumda olan ve ait olduğu devrin özelliklerini yansıtan
yeteri kadar eser, korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenir.
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili
yapılan tespitler koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunur.
Tespit ve tescil ile ilgili usuller, esaslar ve kıstaslar
yönetmelikte belirtilir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan
mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları, gerçek ve
tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan cami, türbe, kervansaray, medrese han,
hamam, mescit, zaviye, sebil, mevlevihane, çeşme ve benzeri korunması gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tespiti, envanterlenmesi Vakıflar Genel
Müdürlüğünce yapılır.
Tescil kararlarının ilanı, tebliği ve tapu kütüğüne işlenmesi ile
ilgili hususlar yönetmelikle düzenlenir.
Madde 9- (Değişik: 14/7/2004 - 5226/3 md.)
Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge
kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür
ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşaî ve fizikî
müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz veya kullanımları
değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj, kısmen veya tamamen
yıkma, yakma, kazı veya benzeri işler inşaî ve fizikî müdahale sayılır.
Yetki ve yöntem:
Madde 10- Her kimin mülkiyetinde veya idaresinde olursa olsun,
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu
kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak, Kültür ve Turizm
Bakanlığına aittir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin idare ve kontrolünde bulunan
kültür ve tabiat varlıklarının korunması, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın sağlanmasında, gerektiğinde,
Kültür ve Turizm Bakanlığının teknik yardımı ve işbirliği sağlanır.
Milli Savunma Bakanlığının idare ve denetiminde veya sınır boyu ve
yasak bölgede bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi, Milli Savunma Bakanlığınca yerine getirilir. Bu korunmanın
sağlanması, Milli Savunma Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında
düzenlenecek protokol esaslarına göre yürütülür.
(Değişik: 17/6/1987 - 3386/4 md.)Vakıflar Genel Müdürlüğünün
idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz
kültür ve tabiat varlıkları ile gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde bulunan
cami, türbe, kervansaray, medrese, han, hamam, mescit, zaviye, mevlevihane,
çeşme ve benzeri kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi koruma
kurulları kararı alındıktan sonra, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yürütülür.
Diğer kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan taşınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının korunma ve değerlendirilmesi, bu Kanun
hükümlerine uygun olarak kendileri tarafından sağlanır.
Kamu kurum ve kuruluşlarının mülkiyetinde bulunan taşınmaz kültür
ve tabiat varlıklarının korunması, bu kuruluşların bütçelerine her yıl bu
maksatla konacak ödeneklerle yapılır.
Bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Bütçesine her yıl yeteri kadar ödenek konur.
(Ek: 17/6/1987 - 3386/4 md.)Araştırma, kazı ve sondaj yapılan
alanların korunması ve değerlendirilmesi Bakanlığa aittir.
(Ek fıkra: 14/7/2004 - 5226/4 md.) Büyükşehir belediyeleri,
valilikler, Bakanlıkça izin verilen belediyeler bünyesinde kültür varlıkları
ile ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek üzere sanat tarihi, mimarlık,
şehir plânlama, mühendislik, arkeoloji gibi meslek alanlarından uzmanların
görev alacağı koruma, uygulama ve denetim büroları kurulur. Ayrıca, il özel
idareleri bünyesinde, kültür varlıklarının korunmasına yönelik rölöve,
restitüsyon, restorasyon projelerini hazırlayacak ve uygulayacak proje büroları
ve sertifikalı yapı ustalarını yetiştirecek eğitim birimleri kurulur.
(Ek fıkra: 14/7/2004 - 5226/4 md.)Belediyeler belediye sınırları
ve mücavir alanları içerisinde, valilikler ise bu sınırlar dışında yetkilidir.
(Ek fıkra: 14/7/2004 - 5226/4 md.) Bu bürolar koruma bölge
kurulları tarafından uygun görülen koruma amaçlı imar plânı, proje ve malzeme
değişiklikleri ile inşaat denetimi de dahil olmak üzere uygulamayı denetlemekle
yükümlüdürler.
(Ek fıkra: 14/7/2004 - 5226/4 md.) Alanın özelliği göz önüne
alınarak, bu büroların hangi uzmanlık dallarından teşekkül edeceği, çalışma,
izin usul ve esasları; Bakanlık ve İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak bir
yönetmelikle belirlenir.
Hak ve sorumluluk:
Madde 11- Taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının malikleri bu
varlıkların bakım ve onarımlarını Kültür ve Turizm Bakanlığının bu Kanun
uyarınca bakım ve onarım hususunda vereceği emir ve talimata uygun olarak
yerine getirdikleri sürece, bu Kanunun bu konuda maliklere tanıdığı hak ve
muafiyetlerden yararlanırlar.(Değişik ikinci cümle: 22/5/2007- 5663/1 md.)Ancak,
kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca birinci grup olarak
tescil ve ilan edilen kültür varlıklarının bulunduğu taşınmazlar ile birinci ve
ikinci derece arkeolojik sit alanlarındaki taşınmazlar zilyetlik yoluyla
iktisap edilemez.
Malikler bu varlıkların üzerindeki mülkiyet haklarının tabii icabı
olan ve bu Kanunun hükümlerine aykırı bulunmayan bütün yetkilerini
kullanabilirler.
Bu Kanunun belirlediği bakım onarım sorumluluklarını yerine
getirmekte aczi olanların mülkleri, usulüne göre kamulaştırılır. Mazbut veya
mülhak vakıf varlıkları bu hükme tabi değildir.
Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görmesi ile, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, il özel idareleri, belediyeler ve diğer kamu kurum ve kuruluşları,
yukarıda sözü geçen maliklere lüzum görülen hallerde, taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının koruma, bakım ve onarımlarına, teknik eleman ve ödenekleri ile
yardımda bulunabilirler.
Taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması ve katkı
payı
Madde 12- Özel hukuka tabi gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetinde
bulunan korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının; korunması, bakım ve
onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığınca ayni, nakdi ve teknik yardım
yapılır.
(Ek fıkra: 14/7/2004 - 5226/6 md.)Bu amaçla, Bakanlık bütçesine
yeterli ödenek konulur. Bakanlıkça yapılacak yardımlara ilişkin usul ve esaslar
yönetmelikle belirlenir.
Kamulaştırma:
Madde 15- Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları,
aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:
a) Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerle mülkiyetine geçmiş
olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma
alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak programlara uygun olarak
kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli
ödenek konur.
(Ek: 17/6/1987 - 3386/5 md.; Değişik: 14/7/2004 - 5226/7 md.)Kamu
kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare
birlikleri tescilli taşınmaz kültür varlıklarını, koruma bölge kurullarının
belirlediği fonksiyonda kullanılmak kaydıyla kamulaştırabilirler.
b) Menşei vakıf olup da çeşitli sebeplerle kısmen veya tamamen
gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetine geçen korunması gerekli taşınmaz kültür ve
tabiat varlıkları ve bunların korunma alanlarının kamulaştırılmaları, Vakıflar
Genel Müdürlüğüce yapılır. Bu maksat için Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine
yeteri kadar ödenek konur.
c) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının
korunma alanları, imar planında yola, otoparka, yeşil sahaya rastlıyorsa
bunların belediyelerce; sair kamu kurum ve kuruluşlarının bakım ve onarım ile
görevli oldukları veya kullandıkları bu gibi kültür varlıklarının korunma
olanlarının ise, bu kurum ve kuruluşlarca, kamulaştırılması esastır.
d) Kamulaştırmalarda bedel takdirinde, taşınmaz kültür varlıklarının
eskilik, enderlik ve sanat değeri dikkate alınmaz.
e) (Değişik:17/6/1987 - 3386/5 md.) Kamulaştırma işlemleri, bu
Kanun hükümleri ile2942sayılı Kamulaştırma Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan
hükümlerine göre yapılır.
f) (Ek:17/6/1987 - 3386/5md.; Değişik:25/6/2009-5917/24md.)Sit
alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli oranlı koruma amaçlı imar planında kesin
inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının bulunduğu parseller, aynı ada içerisindeki bütün parsel
maliklerinin başvurusu ve karşılığında önerilen parsellerin tamamının kabulü
koşuluyla, başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak
değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen
taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin
talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların
yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne
ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı
imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa
malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli,2942sayılı Kanunun11inci maddesi
hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye
Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle
belirlenir.
Madde65-(Değişik:23/1/2008-5728/408md.)
a) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının
yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa
olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar
hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.
Bu fiiller, korunması gerekli kültür ve tabiat varlığını yurt
dışına kaçırmak maksadıyla işlenmiş ise, verilecek cezalar bir kat artırılır.
b) Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma
şartlarına, koruma amaçlı imar plânlarına ve koruma bölge kurullarınca
belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşaî ve fizikî
müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin
güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.
c) Bu Kanuna aykırı olarak yıkma veya imar izni veren kişi, iki
yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasıyla
cezalandırılır.
d) Bünyesinde koruma, uygulama ve denetim büroları kurulmuş
idarelerden bu Kanunun57nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları uyarınca
izin almaksızın veya izne aykırı olarak tamirat ve tadilat yapanlar ile izinsiz
inşaî ve fizikî müdahale yapanlar veya yaptıranlar altı aydan üç yıla kadar
hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılırlar.
A-3) KONUYA İLİŞKİN DOKTRİNDEKİ GÖRÜŞLER
Mülkiyetin Anayasal garantisi, maliki klasik anlamda yalnız devlet
müdahalesine karşı değil diğer sosyal güçlerin ve üçüncü kişilerin
müdahalelerine karşı da korunmaktadır, bu manada devlet, bir taraftan kendi organları
vasıtası ile özel mülkiyete haksız müdahalede bulunmama ödevini taşırken diğer
taraftan da diğer sosyal güçlerin ihlallerini önlemek için tedbir almak ödevini
taşımaktadır. (CHALLAYE, Felicien, Mülkiyet Tarihi (Çev.Turgut AYTUĞ), 2. Bası,
İstanbul 1969, s.82-83.)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Türkiye tarafından 1954
yılında onaylanması ile birlikte 1982 Anayasasının 90. maddesinin son
fıkrasında yer alan 'Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar
kanun hükmündedir' kuralından açıkça anlaşılacağı gibi, Türk hukuk düzeninde
anlaşmalar yasa gücündedir ve doğrudan hüküm doğurur. Ayrıca 'usulüne göre
yürürlüğe girmiş milletlerarası antlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık
iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz' kuralı antlaşmaların iç hukuktaki
değeri bakımından önem taşır. Kimi yazarlara göre bu kural antlaşmaların
yasalarla eşdeğer olduğu görüşünü etkilemez, kimilerine göre bu kural
antlaşmaların yasaların üstünde olduğunu gösterir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin Türk Hukukundaki yeri ve değeri konusunda şu sonuçlara
ulaşılabilir.
- Sözleşme iç hukukun bir parçasıdır, ayrıcalıklı bir yere
sahiptir.
- Sözleşme iç hukukta kendiliğinden (doğrudan) uygulanır, ayrıca
bir ulusal düzenleme yapılmasına gerek yoktur.
- Sözleşmenin Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez. Bunun doğan
sonucu sözleşme Anayasaya aykırı olsa bile uygulanır.
- Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyen sözleşmenin yasaya
aykırılığı nedeni ile uygulanmaması, Anayasanın getirdiği sisteme ters düşer.
- Uluslararası hukuk bakımından da sözleşme Türkiye'yi bağlayan
bir andlaşmadır. Sözleşme bu yönden bir yasa ile değiştirilemez. Antlaşmalar
kendi koyduğu kurallara göre bozulabilir ya da değiştirilebilir. Sözleşme
bozulmadıkça bir yasa ile tek yanlı olarak değiştirilemez. Sözleşmeden sonra
çıkan Anayasa ya da yasa ile ne açıkça ne de üstü kapalı bir biçimde sözleşmede
değişiklik yapma olanağı yoktur. (GÜRİZ, Adnan, Hukuk Başlangıcı, 8. Bası,
Ankara 2001, s. 156.)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, usulüne göre yürürlüğe konulmuş
temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalardan olduğu için
ulusal kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri AİHS esas alınır. Yani sözleşme
kuralları ile diğer ulusal hukuk kuralları arasında bir çatışma olması
durumunda yargıcın sözleşme kurallarına üstünlük tanıması, ulusal kuralları
sözleşmeye uygun şekilde yorumlaması gerekir. Bu nedenle Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nde ek 1 nolu protokolle sözleşmeye eklenen mülkiyet hakkına ilişkin
düzenlemeye değinmek gerekmektedir. Mülkiye hakkı Sözleşme'de şu şekilde
düzenlenmiştir. 'Her gerçek ve tüzel kişinin, mal ve mülk dokunulmazlığına
riayet edilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve Uluslar arası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki
hükümler, devletlerin mülkiyetin genel menfaate uygun olarak kullanılmasını
düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının
ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip
oldukları hakka halel getirmez.'
Sözleşmeye göre mülkiyet hakkı mutlak olmayıp genel yarar amacına
yönelik bazı kısıtlamalara konu olabilecektir. Mülkiyete saygı ilkesi, maddenin
açıkça izin verdiği özel müdahale şekilleri dışındaki her türlü müdahaleyi
yasaklayan niteliktedir. Bu yolla mülkiyet hakkına genel bir koruma
getirilmiştir. Mülkiyet hakkından yoksun bırakma ancak kanunla vemilletlerarası
hukukun genel ilkelerineuygun olarak yapılabilir. Mülkiyet hakkının kullanımını
düzenleme ise, ancak kanunla yapılabilir. Sözleşmenin tamamına egemen olan
ölçülülük ilkesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılması bakımından da geçerlidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadında, mülkiyet hakkına müdahale teşkil
eden tedbirin hem amaçla orantılı hem de bu amacın gerçekleştirilmesine
elverişli olması gerekir. (GÜRİZ, Adnan , Hukuk Başlangıcı, 8. Bası, Ankara
2001, s.156-157.)
Ergun ÖZBUDUN'a göre, temel hak ve hürriyetlerin hepsi için
geçerli bir 'hakkın özü' tanımı vermek mümkün değildir. Bunu her hak ve
hürriyet için onu kendisine özgü niteliklerine uygun olarak, ayrı ayrı
tanımlamak gerekir, ancak genel olarak şunu söylemek mümkündür ki bir hak ve
hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu
hürriyeti anlamsız kılacak olan asli çekirdeğidir. (AKAD, Mehmet /VURAL
DİNÇKOL, Genel Kamu Hukuku, İstanbul 2002, s.217-218.)Sınırlama, hakkı anlamsız
hale getirilip ortadan kaldırırsa özüne dokunmaktadır.Belirli bir hak ve
özgürlükle ilgili özün nerede başladığı, önceden kesinlikle belirtilemeyen ve
ancak Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ortaya çıkacak bir konudur. (AKIN İlhan F,
Kamu Hukuku 1987, s.45)
Öz ile ilgili karar bir takdir yetkisi uygulamasıdır. Ancak hukuki
bakımdan takdir yetkisi yasama organına değil, bağımsız yargı organına aittir.
(TUĞRUL, Saim Kamu Hukuku Açısından Mülkiyet Hakkı ve Sınırlandırılması,
İstanbul 2004, s.52)
'Bir hakkın ya da hürriyetin kullanılmasını açıkça yasaklayıcı
veya örtülü bir şekilde yapılmaz hale koyucu veya ciddi suretle güçleştirici ve
amacına ulaşmasını önleyici ve etkisini ortadan kaldırıcı nitelikte
olmadıklarından, hürriyetin özüne dokunulmadığı meydandadır. ...neyi ifade
ettiği açıkça anlaşılmayan ve her türlü yoruma elverişli bulunan (maksadı
mahsus) gibi terimlerle belirtilen hükümler, kişinin temel haklarından olan
toplantı ve gösteri yürüyüşünün belli şekilde konularını kökünden kaldırmakta
ve bu sebeple de 11/2'ye aykırı olarak hak ve hürriyetin özüne dokunmaktadır.
(SOYSAL Mümtaz, Anayasaya Giriş, 2. Bası, Ankara 1969, s.30)
Genel hukuk ilkesi kavramının kendisine ait hayati bir uygulama
alanı olmayan ve öteki normların yorumunda bunların normatif kapsamının
belirlenmesinde rol oynayan bir ilkeyi de kapsadığını kabul ediyorsak,ölçülülük
ilkesi genel bir hukuk ilkesidir.Çünkü kendisinin hayati bir uygulama alanı
yoktur, yani; genel yaşamın bir kısmını düzenleyen bir norm değildir. Avrupa'da
sık sık söylediğine karşın bireye sübjektif hukuk konumunu tanımaktadır,
idareye veya kanun koyucuya bireyin hukuk alanına müdahale yetkisini de
tanımamaktadır, ölçülük ilkesinin kaideselliği, yukarıda açıklanan işlevine
dayanır. Yürütme organı için takdire yön veren bir ilkedir. İdareye kanun
tarafından tanınan ve aynı zamanda idarenin kanunun norm metnine bağlılığını
zayıflatan düzenleme serbestliği, vatandaşların hukuki konumlarını koruyan
diğer normlar tarafından sınırlandırmaktadır. Burada kamu menfaati ile bireyin
menfaati arasındaki uyuşmazlık, normatif bir çatışma oluşturmaktadır. Bu
uyuşmazlık veya çatışma iki yolla çözülebilir ilk yol, çatışan normların
birisine norm hiyerarşisinin içerisinde üstün bir yeri tanımakla öncelik
vermektir. İkinci yol, çatışan normları eşdeğerde sayıp, dengeleşme süreciyle
tartarak birisine daha fazla bir ağırlığı tanıyacak öncelik vermektedir.
Anayasa düzeyinde genellikle ikinci yola başvurulup ölçülülük ilkesinin
uygulama alanı açılır. İlkenin normatif etkinliği kanun koyucunun, idarenin
veya yargıcın dengeleşme sürecinde hangi unsur ve kriterlerden faydalanacağını
buyurmakla yatmaktadır, bunun ötesinde bir kaidesellik düşünülemez. (Anayasa
Mahkemesi Anayasa Yargısı Dergisi Sayı: 10, Sayfa 46)
A- 4) KONUYA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
Anayasa Mahkemesinin 15.10.2002 tarih ve E.2001/309, K.2002/91
sayılı kararında, 'Anayasanın tüm maddeleri aynı etki ve değerde olup,
aralarında bir üstünlük sıralaması bulunmadığından, uygulamada bunlardan birine
öncelik tanımak olanaklı değildir. Bu nedenle, kimi zaman zorunlu olarak
birlikte uygulanan iki Anayasa kuralından biri diğerinin sınırını oluşturabilir.
Ne var ki bu sınırlamaların da temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmaması,
demokratik toplum düzeninin gerekli kıldığından fazla olmaması ve ulaşılmak
istenilen amacı aşmaması, başka bir anlatımla ölçülülük ilkesiyle uyum içinde
bulunması zorunludur' denilmiştir.
Diğer taraftan Anayasanın 13 üncü maddesinde öngörülen ölçülülük
ve demokratik toplumun gereklerine uygunluk ilkeleri iptali istenen kural
bakımından da geçerlidir. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 15.10.2002 tarih ve
E.2001/309, K.2002/91 sayılı kararında '...sınırlamaların da temel hak ve
özgürlüklerin özüne dokunmaması, demokratik toplum düzeninin gerekli
kıldığından fazla olmaması ve ulaşılmak istenilen amacı aşmaması, başka bir
anlatımla ölçülülük ilkesiyle uyum içinde bulunması zorunludur' denilmiştir.
Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük
açısından farklılık göstermekle birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın
özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette
güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı
bir nitelik taşımaması gerekir.(Esas Sayısı: 2006/121 Karar Sayısı: 2009/90,
Karar Günü : 18.6.2009)
Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi, amaç ve araç
arasında hakkaniyete uygun bir dengenin bulunması gereğini ifade eder.
Ölçülülük, aynı zamanda yasal önlemin sınırlama amacına ulaşmaya elverişli
olmasını, amaç ve aracın ölçülü bir oranı kapsamasını ve sınırlayıcı önlemin
demokratik toplum düzeni bakımından zorunluluk taşımasını da içeren bir
ilkedir.(Esas Sayısı: 2006/121, Karar Sayısı: 2009/90, Karar Günü : 18.6.2009)
A- 5) KONUYA İLİŞKİN AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ DÜZENLEMELERİ
VE KARARLARI
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No'lu Ek Protokol'ün 1. maddesi
Mülkiyet hakkını garanti altına alan 1 No'lu Ek Protokol'ün 1. maddesi
düzenlemesi aşağıdaki gibidir.
'Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı
gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve
yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun
olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin,
mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin
ya da başka harçların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli
gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez'
Kişi Mülkiyetten yoksun bırakılmamalıdır.
Malikin hukuki haklarının ihlal edilmesi mülkten yoksunluğun
esasını oluşturmaktadır. Fakat daha genel olarak, Mahkeme sadece resmi bir
kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığını veya mülkiyetin kazanımını değil aynı
zamanda fiili (de facto) bir kamulaştırmanın yapılıp yapılmadığının tespiti
için durumun koşullarını da inceleyecektir. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
devletin, bireyi sahip olduğu mülkiyet hakkından yoksun bırakıp bırakmadığına bakmaktadır.
Bu yoksunluk bir resmi kamulaştırma şeklinde olabileceği gibi fiili (de facto)
bir kamulaştırma yani el koyma durumunda da söz konusu olabilir.
'Papamichalopoulos Yunanistan'a karşı davasında başvurucuların değerli arazisi
1967 yılında diktatörlük döneminde devlet tarafından alınarak donanmaya tahsis
edilmiş ve donanma da sonradan bu arazide bir donanma üssü inşa etmiştir. Bu
tarihten itibaren başvurucu mülkünü etkin bir şekilde kullanamamış ya da
satamamıştır. Mahkeme davalı devleti fiili (de facto) kamulaştırmadan ötürü
sorumlu tutmuştur.
Devletin mülke müdahalesi Orantılılık ilkesine uygun olmalıdır
Mal ve mülk dokunulmazlığı hakkına müdahale eden bir tedbirin
meşru bir amacın gerçekleştirilmesi hedefiyle demokratik bir toplumda gerekli
olması gerekmektedir. Bu tedbirin toplumun genel yararının gerekleri ve
bireylerin temel haklarının gerekleri arasında adil bir denge gözetmesi
şarttır. Böylesi adil bir denge bireysel mülk sahibinin 'bireysel ve aşırı bir
yük altına sokulduğu durumlarda gerçekleşmiş olmayacaktır. Scollo İtalya'ya
karşı davasında başvurucu Roma'da içinde kiracı bulunan bir daire satın
almıştır. Başvurucu engelli, işsiz ve daireye kendi kullanımı için ihtiyacı
olmasına rağmen kiracıyı 12 yıl kadar bir süre tahliye ettirememiştir. Kira
hakları ile ilgili diğer bir çok davada olduğu gibi Mahkeme davayı 1 No'lu Ek
Protokol'ün 1. maddesinde öngörülen genel kural, mülkiyetin kullanımının
kontrol hakkı, uyarınca incelemiştir. Mahkeme başvurucunun içinde bulunduğu
durumu kendilerine açıkça ifade etmiş olmasına rağmen yerel makamların
kiracının evden tahliyesi amacıyla harekete geçmiş olmalarına dikkat çekerek,
başvurucunun kendi mülklerindeki kullanım hakkının kısıtlanmasının orantılılık
ilkesiyle bağdaşmadığı ve 1 No'lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin ihlali anlamına
geldiğine hükmetmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'ne koşut olarak çoğu zaman ölçülülük ve demokratik toplumun
gereklerine uygunluk ilkelerini bir arada kullanmakta ve meşru bir nedene
dayansa bile yasal sınırlamanın 'demokratik bir toplumda zorunlu bir tedbir
niteliği taşımasını' aramaktadır. Bu ilkeler bizim Anayasamızda temel hak ve
özgürlüklere ilişkin genel bir koruma maddesi olan 13 üncü madde içinde yer
aldığına göre, AİHM'nin bu yaklaşımının, temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı
tüm yasal düzenlemelerde göz önünde tutulması, insan hakları kavramının
evrensel niteliğine de uygun düşer.
B) ÖZEL OLARAK:
Dava konusu somut olayda sanığın vekaleten maliki olduğu
taşınmazın tapu kaydına 01.06.1999 tarihinde Korunması gerekli Taşınmaz Kültür
Varlığı şerhi konulmuştur. Bu konuda karar verme yetkisi ve karar aşamaları ve
uygulama usulü 2863 sayılı Yasanın 3, 6, 7. maddelerinde açıkça belirtilmiştir.
Bir taşınmaz usulüne uygun olarak Korunması gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı
kabul edildikten sonra anılan Yasanın 9 ve 11 maddesinde belirtilen
sınırlamalarla karşılaşmakta ve bu maddelerde belirtilen sınırlamalara uymadıkları
takdirde 65. maddede belirtilen ceza ile cezalandırılmaktadırlar. 2863 sayılı
Yasanın 9. maddesi ile malikin koruma bölge kurulları kararlarına aykırı olarak
yapamayacağı işler önce genel olarak sonra da örnekleyici mahiyette tek tek
sayılmıştır. Madde metnine dikkat edildiğinde malikin koruma kurulu izni
olmadan yapamayacağı işler mülkiyet hakkının özünü ortadan kaldırıcı
niteliktedir. (Dava konusu olayda çatısı akan bir taşınmazın çatı onarım işi
bile 9. maddedeki yasak kapsamına girmektedir.) Esasen bu durum 2863 sayılı
Yasanın düzenlenmesi sırasında yasa koyucu tarafından da kabul edildiği için
15. maddede taşınmaz kültür varlıklarının kamulaştırılması hususu
düzenlenmiştir. Yani yasa koyucu Taşınmaz Kültür Varlığı olarak kabul edilen
bir taşınmaz üzerinde malikin mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde yasal
düzenlemede bulunduğunu kabul ettiğinden bu taşınmazların kamulaştırılması
gerektiğini belirtmiştir. Ancak somut dava konusu olayda olduğu gibi devlet
aradan 12 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen kamulaştırma işlemini yapmamıştır.
Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yukarıda anılan kararında
belirtildiği gibi de facto yani fiili bir el koyma işlemi gerçekleştirmiştir.
Fiili el koyma işleminin ise hem Anayasamızın 2, 5, 13 ve 35. maddelerine hem
de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 Nolu ek protokolünün 1. maddesine
aykırı olduğu izahtan varestedir. 2863 sayılı Yasanın 7, 9, 11, 15 ve 65.
maddelerindeki düzenlemeler mülkiyet hakkının özüne dokunan, demokratik toplum
düzeninin gereklerine uymayan ve toplum yararı ile bireyin mülkiyet hakkı
arasındaki dengede ölçülülük ilkesini (Orantılılık) toplum yararına birey
aleyhine bozan bir düzenlemedir.
İSTEM : Yukarıda izah edilen nedenlerden dolayı 2863 sayılı
Yasanın 7, 9, 11, 15 ve 65. maddelerinin Anayasanın 2, 5, 13 ve 35. maddelerine
aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesi saygıyla arz olunur.02/02/2011'
2- E.2011/137 Sayılı İtiraz BaşvurusununGerekçe Bölümü Şöyledir:
'Germencik Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/280 E. sayılı
iddianamesi ile sanığın 1. Derece sit alanı içerisinde bulunan arazi
içerisindeki bahçede incir ağaçlarının arasına çukur kazdığı ve yeni incir
ağaçlan diktiğinden bahis ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nun 65/b maddesi uyarınca sanığın cezalandırılması talep edilmiştir.
Yargılama aşamasında suça konu taşınmazın Germencik ilçesi Tekin
Köyü 384 parsel nolu taşınmaz olduğu, sanığın taşınmazın maliklerinden olduğu,
taşınmazın beyanlar hanesine 06.03.1997 tarihinde 'Sit alanıdır' ibaresinin
yazılmış olduğu anlaşılmıştır. Sanık savunmasında atılı suçlamaya konu eylemi
kabul etmiş, kendi taşınmazı olması sebebi ile ağaç dikmesinin suç olduğunu
bilmediğini beyan etmiştir.
Eyleme uyan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nun 65/b maddesinde; 'Sit alanlarında geçiş dönemi koruma esasları ve
kullanma şartlarına, koruma amaçlı imar planlarına ve koruma bölge kurullarınca
belirlenen koruma alanlarında öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşai ve fiziki
müdahale yapanlar veya yaptıranlar, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin
güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.' denmiştir. Somut olayda
taşınmaz sanığa ait olup 1997 yılından beridir de sit alanıdır, belirtilen
Kanunun ilgili maddesinde 'öngörülen şartlara aykırı izinsiz inşai ve fiziki'
müdahaleler yaptırıma bağlanmıştır. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu'nun SİT ALANLARINDA GEÇİŞ DÖNEMİ KORUMA ESASLARI VE KULLANMA ŞARTLARI
İLE KORUMA AMAÇLI İMAR PLÂNI başlıklı 17. maddesinde ise; 'Bir alanın koruma
bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plân uygulamasını
durdurur. Sit alanının etkileşim çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plân
kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden
geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır.
Koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu
tarafından üç ay içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları
belirlenir... Koruma amaçlı imar plânları ve çevre düzenleme projelerinde
yapılacak değişiklikler yukarıdaki usullere tabidir. Yukarıdaki fıkranın
uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, İçişleri
Bakanlığı ve Bakanlıkça hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir.' denmektedir.
Anılan madde gereği sit alanı olan taşınmazlarda malikin kullanma şartları
Koruma Bölge Kurulları tarafından belirlenmektedir. Koruma Bölge Kurulları
uygulamada taşınmazı sit alanı olan malikin bu taşınmazda hangi eylemi
gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini her yıl belirlemekte ve belirlenen
esaslar internet sitesinde yayınlanmaktadır. Yukarıda anılan düzenlemelerden
ötürü iki durumla karşılaşılmaktadır. Birincisi bahsi geçen Kanunun 65/b
maddesinin '2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası'
olarak yaptırıma bağladığı cezaya konu eylemin ne olduğu esasen kanunla
belirlenmiş olmayıp Koruma Bölge Kuralları tarafından yapılan belirlemeler ile
ortaya çıkacaktır. Nitekim somut olayda sanık taşınmazında dikenli tel
çekilmesi, için yasaya uygun davranarak izin talebinde bulunduğu halde yeni
ağaç fidanı dikmek için aynı izin talebinde bulunmamıştır. Koruma Bölge
Kurulu'nun suç tarihindeki kararı ile ağaç dikilmesi yasak işler arasında
sayılmaması halinde de eylemi suç oluşturmayacaktır. Nitekim geniş sit alanları
bulunan Germencik ilçesi gibi yerlerde sözkonusu alan maliklerinin büyük bölümü
çiftçi olup bahse konu taşınmazlar genel olarak tarım amaçlı kullanılmakta ve
genelde incir ve zeytin bahçelerinden oluşmaktadır. Malikler taşınmazlarında
hangi eylemi yapıp yapamayacaklarını, cezalandırılan eylem bakımından ortada
somut bir kanun maddesi bulunmaması nedeni ile ve eylem bölge kurulu kararı ile
yıla göre değişiklik gösterdiğinden duyum üzerine hareket etmekte, domates
ekmek için izin yoluna başvuranlar olduğu gibi, malik olduğu saikiyle
taşınmazını korumak için izinsiz dikenli tel ile çeviren malikler de
olmaktadır. Söz konusu düzenleme Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen 'Ceza ve
ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.' maddesine ve
'Ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kanunsuz suç ve ceza olmaz' ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır.
2. olarak da sözkonusu sit alanı ilan edilen suça konu eylemin
yapıldığı taşınmazın maliki sanıktır. Her ne kadar 2863 sayılı Yasanın 17.
maddesinin (b) fıkrasında; 'Koruma amaçlı imar planlarıyla kesin yapılanma
yasağı getirilen sit alanlarında bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin
mülkiyetindeki taşınmazlar malikin başvurusu üzerine, belediye ve il özel
idaresine ait taşınmazlarla takas edilebilir,' denmekte ise de bu hüküm hem
kesin yapılanma yasağı getirilen sit alanları içindir hem de malike bu hususu
zorunlu kılmamaktadır. Ayrıca tarım amaçlı kullanılan taşınmazlar bakımından
benzer imkan sağlayan bir hüküm de anılan yasada yer almamaktadır. Bu durum
karşısında özellikle tarım amaçlı kullanılan taşınmazlarda malikin belirsiz ve
oldukça kısıtlanmış olan kullanma hakkı uygulamada taşınmazını tanım amaçlı
kullanan malikin Yasanın 65/b maddesindeki cezayla karşılaşmasını adeta kaçınılmaz
kılmakta, bu durum da; Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen 'Mülkiyet Hakkı'
başlıklı 'Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.' maddesine aykırılık taşımakta nitekim
sözkonusu kanun maddesi uygulamada Anayasanın verdiği mülkiyet hakkını bu
taşınmazlar bakımından tamamen kullanılmaz hale getirmektedir. Zira taşınmazın
toprak altına zarar vermeyecek şekilde hırsızlık veya hayvan tehlikesine karşı
çitle çevrilmesinden, yeni ağaç dikimine kadar neredeyse tüm eylemler Koruma
Kurulu kararları ile yasaklanmaktadır. Sözkonusu durum çeşitli gazete
haberlerinde de yer bulmuş özellikle tarımsal faaliyet yapan vatandaşın
taşınmazında suç oluşturan eylemin ne olduğunu bilemediği haber olarak yer
almıştır.
Belirtilen nedenlerle sanık hakkında uygulanması ihtimali bulunan
2863 sayılı Yasanın 65/b maddesinin TC. Anayasası'nın 35. ve 38. maddelerine
aykırı olduğu düşünülerek Anayasa'nın 152. maddesi gereği Anayasa Mahkemesi'ne
başvuru zorunluluğu doğmuştur.'"