ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 2011/35
Karar Sayısı : 2012/23
Karar Günü : 16.2.2012
R.G. Tarih-Sayı :
19.05.2012-28297
İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet (Cumhuriyet
Halk) Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri
Kemal ANADOL, M. Akif HAMZAÇEBİ ile Muharrem İNCE
İPTAL DAVASININ KONUSU: 12.1.2011 günlü, 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3. maddesinin birinci cümlesinin,
Anayasa'nın 2., 37., 125. ve 155. maddelerine aykırılığı savıyla iptaline karar
verilmesi istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Yasa Kuralı
12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun iptali
istenilen cümleyi içeren 3. maddesi şöyledir:
'Her türlü idarî eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu
diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddî ve manevî zararların tazminine
ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar. İdarenin
sorumluluğu dışında kalan sebeplerden doğan aynı tür zararların tazminine
ilişkin davalarda dahi bu hüküm uygulanır. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş
Mahkemeleri Kanunu hükümleri saklıdır.'
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 2., 37., 125. ve 155. maddelerine
dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi hükmü uyarınca Haşim
KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Ahmet
AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep
KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi
DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ile Erdal TERCAN'ın katılımlarıyla yapılan ilk
inceleme toplantısında;
Dosyada eksiklik bulunmadığından, işin esasının incelenmesine,
14.4.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, iptali
istenen Yasa kuralı ve dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile
diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 2. maddesinde anlamını bulan hukuk
devleti ilkesinin vazgeçilmez ölçülerinden birinin idarenin yargısal denetimi
olduğu, Anayasa'da idari ve adli yargı ayırımının esas alındığı, bu ayırımın
ilkelerinin Anayasa'da gösterildiği, idari ve adli yargıda görev konusunun
yasakoyucuya bırakılmadığı, bu nedenle idari yargının görev alanına giren
uyuşmazlıkların çözümünü adli yargıya bırakan dava konusu kuralın, Anayasa'nın
2., 37., 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralla, idari işlemler ve idari eylemler ile
idarenin sorumlu tutulabildiği diğer durumlarda vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların
tazminine ilişkin davalarda asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğu
öngörülmektedir.
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, 'İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır'; 155. maddesinin
birinci fıkrasında ise 'Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun
başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunda gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakar' hükmü yer almaktadır.
Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği
üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa'da adlî ve idarî yargı ayrımına
gidilmiş ve idarî uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle
Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına
giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı
görevli olacaktır. Bu durumda idarî yargının görev alanına giren bir
uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasakoyucunun
mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idarî
yargının denetimine bağlı olması gereken idarî bir uyuşmazlığın çözümü, haklı
neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu tarafından adlî yargıya
bırakılabilir.
Dava konusu kuralla, sadece kişinin vücut bütünlüğüne verilen maddi
zararlar ile buna bağlı manevi zararların ve ölüm nedeniyle oluşan maddi ve
manevi zararların tazmini konusu kapsama alınmakta ve bu tazminat davalarına
bakma görevi asliye hukuk mahkemelerine verilmektedir. Buna göre, aynı idari
eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan
zararlar kapsama alınmadığından, sorumluluk sebebi aynı olsa da bu zararların
tazmini davaları idari yargıda görülmeye devam edecek, bu durumda, idarenin
aynı yapı içinde aldığı kararın bir bölümünün idarî yargıda bir bölümünün adlî
yargıda görülmesi yargılamanın bütünlüğünü bozacaktır. Ayrıca iki ayrı yargı
kolunda görülen davalarda, idarenin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı,
idarenin tazmin yükümlülüğü konularında farklı sonuçlara ulaşılabilecektir. Esasen
idare hukukunda var olan hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk kavramları,
kişilerin gördüğü zararların tazmininde kullanılan ve kişilerin idare
karşısında korunma kapsamını genişleten kavramlardır. İdare hukukunda, idarenin
hiçbir kusuru olmasa da sosyal risk, terör eylemleri, fedakârlığın
denkleştirilmesi gibi kusursuz sorumluluğa ilişkin kavramlara dayanılarak
kişilerin uğradığı zararların tazmin edilmesi mümkündür. Özel hukuk alanındaki
kusursuz sorumluluk halleri ise belirli konular için düzenlenmiş olup
sınırlıdır. İdarenin idare hukuku esaslarına dayanarak tesis ettiği tartışmasız
bulunan eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden
kaynaklanan zararlara ilişkin davaların idarî yargı yerlerinde görülmesi
gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, yukarıda belirtildiği gibi aynı idari eylem,
işlem veya sorumluluk sebebinden kaynaklanan zararların tazminine ilişkin
davaların farklı yargı yerlerinde görülmesinde kamu yararı ve haklı neden
olduğu söylenemez.
Öte yandan, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesine göre, Mahkemenin, kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya
aykırılığı hususunda ileri sürülen gerekçelere dayanma zorunluluğu yoktur.
Mahkeme, taleple bağlı kalmak şartıyla başka gerekçeyle de Anayasaya aykırılık
kararı verebilir. Bu nedenle iptali istenen kural Anayasa'nın 157. maddesi
yönünden de incelenmiştir. Anayasa'nın 157. maddesinin birinci
fıkrasında, 'Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca
tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin
idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve
son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda
ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.' hükmü yer almaktadır.
Anayasa'nın 157. maddesi gereğince asker kişileri ilgilendiren ve askeri
hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, adli
yargının değil; askeri idari yargının yani Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin
görev alanına girmektedir. İptal konusu kural ile, vücut bütünlüğünün kısmen ya
da tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem, bir askeri hizmete ilişkin
olsa ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar
asliye hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri
ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan eylemlerden ve işlemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması
Anayasa'nın 157. maddesine de aykırılık oluşturur.
Açıklanan nedenlerle, iptali istenen kural, Anayasa'nın 125., 155.
ve 157. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa'nın 125., 155. ve 157. maddelerine
aykırılığı nedeniyle iptal edildiğinden, Anayasa'nın 2. ve 37. maddeleri
yönünden inceleme yapılmamıştır.
Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU,
Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN, bu sonuca değişik
gerekçelerle katılmışlardır.
B- İptal Sonucu Yasa'nın Diğer Hükümlerinin Uygulama Olanağını
Yitirip Yitirmediği Sorunu
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un 43. maddesinin dördüncü fıkrasında, 'Başvuru, kanunun, kanun
hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün sadece
belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya
hükümlerin iptali kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması
sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla Mahkeme,
uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, kanun hükmünde kararnamenin veya Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya tümünün
iptaline karar verebilir.' denilmektedir.
6100 sayılı Kanun'un 3. maddesinin birinci cümlesinin iptal
edilmesi sonucu kalan bölümünün uygulama kabiliyeti kalmadığından, 6216 sayılı
Kanun'un 43. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca 3. maddenin kalan bölümünün
de iptali gerekir.
V- SONUÇ
12.1.2011 günlü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
1- Birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
2- Birinci cümlesinin iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan
ikinci ve üçüncü cümlelerinin de, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası
gereğince İPTALİNE,
16.2.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Haşim
KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh
KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet
ERTEN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra
Ayla PERKTAŞ
|
Üye
Recep
KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan
ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi
DURSUN
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal
TERCAN
|
EK GEREKÇE
İptali istenilen kural, Askeri olsun veya olmasın her türlü idari
işlem, eylem ve idari sorumluluğu gerektiren diğer sebeplerle kişinin vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut ölümüne bağlı maddi ve
manevi zararların asliye hukuk mahkemelerinde görüleceğini öngörmektedir.
Yasa koyucu bu kuralın getiriliş gerekçesinin kimi bölümlerinde:
Sağlık ve yaşam hakkının temel bir insan hakkı, sorumluluk doğuran
bir nedenle vücut bütünlüğünün kaybının veya kişinin ölümünün ise sağlık ve
yaşama hakkının tipik bir ihlali olduğu, sorumluluk hukukunun bir dalı olarak
insana verilen zararlar ve onun tazmininin insan hakkı ekseninde temellenen
'tazminat hukuku' olarak özel bir disipline dönüştüğü ve bu hukuk dalının
cevherinin ise bizatihi insan ve onun varlığından meydana geldiği;
Gözünü kaybeden bir insanın davasının görev alanı tartışması ile
karşılaşması hâlinde askerî, idarî, adlî yargı kolları arasındaki on yılları
aşan seyahati, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin zamanına ve oluşumuna göre farklı
çözümleri, süre aşımı, kısmi dava, tazminat miktarı (hesaplama farklılığı)
riskleri, çok farklı hukuk alanlarının farklı çözümler üretmesi, sorunların
görünürde hukuk kılıfına sarılmış olsa da özü itibarıyla ve adalet duygusu
ekseninde hukuk devletinin taşıyamayacağı bir yük olarak nitelendirilmesi
gerektiği;
şeklinde anlaşılabilecek geniş açıklamalara yer vermiştir.
Söz konusu kural ve gerekçesinden, yasa koyucunun, kişilerin vücut
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut ölümüne bağlı maddi ve
manevi zararların sağlık ve yaşama hakkını ihlal etmeleri nedeniyle 'tazminat
hukuku' olarak özel bir disiplinle bu tür davaların yargı yerlerinde görev
yönünden doğacak uyuşmazlıklar nedeniyle uzamadan, süratle, çelişkisiz, süre
aşımına uğramadan, tazminat miktarı hesabının risk taşımadan ve farklı hukuk
alanlarınca farklı çözümler üretilmeden sonuçlandırılmasını amaçladığı, başka
bir anlatımla bu tür davaların istikrarlı biçimde ve süratle neticelenmesini
sağlamak için getirildiği anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin yakın zamana kadar verdiği kimi kararlarda,
bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasa
koyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemenin olanaklı olmadığı
belirtilmekle birlikte, idarenin kamusal gücüne dayalı olarak yapmış olduğu
idari işlemlerden ve eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların kural olarak idari
yargı yerlerinde çözümlenmesi gerekliliğine karşılık, 'kamu yararı' ve 'haklı
neden' bulunması durumunda idarî yargının denetimine bağlı olması gereken idarî
bir uyuşmazlığın çözümünün adlî yargıya bırakılabileceği kabul edilmiştir.
İptali istenilen kuralın, vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesine yahut ölüme bağlı maddi ve manevi zararlarla sınırlı olarak
açılacak davaların istikrarlı biçimde ve süratle sonuçlandırılmasını sağlamak
için getirildiği dikkate alındığında, bu düzenlemenin kamu yararı ve haklı
neden düncesine dayanılarak yapıldığında duraksama bulunmamaktadır.
Yasa koyucunun, 'kamu yararı' ve 'haklı neden' düşüncesi ile idarî
bir uyuşmazlığın çözümünü adlî yargıya bırakabileceğine ilişkin Anayasa
Mahkemesi'nce verilen benzer kararların bulunması, kuralın sağlık ve yaşam
hakkı ile olan bağlantısı nedeniyle kamu yararı ve haklı neden ölçütünü
taşıdığı gözetildiğinde, bu tür düzenlemelerin adli idari yargı ayırımına
ilişkin Anayasa kurallarına aykırı olmadığı düşüncesiyle çoğunluğun kuralın
kamu yararı ve haklı neden düşüncesine dayanmadığı ve Anayasa'nın idari yargı
ayırımını öngören maddelerine de aykırı olduğu yolundaki gerekçesine
katılmıyorum.
Ancak kuralın, askeri olan idari işlem, eylem ve idari sorumluluğu
gerektiren diğer sebeplerle ilgili özellikleri yukarıda belirtilen davaları da
ayırıma tabi tutmaksızın asliye hukuk mahkemelerinde görüleceğini öngörmesi,
Anayasa'nın 157. maddesindeki Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'nin askerî olmayan
makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî
hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı
denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğuna ilişkin Anayasa kuralına
aykırılık oluşturduğundan, iptal gerekçesinin sadece bu maddeye dayandırılması
gerektiğini düşünüyor ve çoğunluğun gerekçesine bu nedenle katılıyorum.
Açıklanan nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3.
maddesinin iptali istenilen birinci fıkrasının Anayasa'nın 157. maddesine
aykırı olması nedeniyle iptali gerekir.
EK GEREKÇE
Kamu personelinin (idarenin ajanlarının) mali sorumluluğu konusu
1982 Anayasasında ilk kez anayasal kurallar biçiminde düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 40. maddesinin üçüncü fıkrasında 'Kişinin resmi görevliler
tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu
hakkı saklıdır.' hükmü yer alırken; 129. maddesinin beşinci fıkrasında
'Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine
açılabilir.' denilmektedir.
Anayasa'nın 125. maddesinin ilgili hükmünde zarar doğuran işlem ve
eylemin süjesi 'idare' iken, değinilen iki hükümde 'resmi görevliler'
(Md. 40/3) ve 'memurlar ve kamu görevlileri' (Md. 129/5)nden söz
edilmektedir. Yine 125. maddenin son fıkrasında işlem ve eylemlere ilişkin bir
niteleme yapılmazken, Md.40/3'de 'haksız işlemler'den, Md. 129/5'de ise
'kusurlardan' doğan tazmin yükümü sözkonusudur. Dolayısıyla, bu
hükümlerde, idarenin değil idarenin görevlilerinin davranışlarının
nitelendirilmesine gidilmiştir. Söz konusu hükümler (Md.40/3, 129/5) sorumluluk
koşullarını gösteren ve sorumluluğu kuran nitelikten ziyade, usûli nitelikte
normlardır ve davalı tarafı belirlemeye yöneliktir. Burada hemen işaret etmek
gerekir ki her iki kuralın (Md.40/3, Md.129/5) çerçevesi, memur ve kamu
görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurla sınırlı olup 'görev
kusuru' olarak nitelendirilen bu kusur hali dışında, personelin 'salt
kişisel kusurlarını' idari işlem veya eylem olarak nitelendirmeye imkân
yoktur ve bu son halde 'idarilik' niteliğinden yoksun olan ve idareye
bağlanamayan bu tür kusurlardan dolayı idarenin değil, 'salt kişisel kusurlu'
olduğu saptanan kamu görevlisinin kişisel sorumluluğu söz konusu olacak, bu
görevli hakkında adli yargıda doğrudan tazminat davası açılabilecektir. Diğer
bir deyişle, anılan anayasal kuralların, kamu görevlilerinin 'salt kişisel
kusurlarını' kapsadığı düşünülemez. Bu istisnai durum dışında, 'görev
kusuru' nedeniyle kamu görevlisi aleyhine adli yargıda tazminat davası
açılamaz; 'görev kusuru'nun mevcudiyeti halinde, o kamu görevlisini
istihdam eden idareye karşı tam yargı davası açılması gerekir.
Dava konusu kuralda, her türlü idari eylem ve işlemler ile
idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen
veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi
zararların tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemelerinin bakacağı
belirtilmektedir. Vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesi ya da
kişinin ölümü halleri, doğrudan idari işlem ve eylem kaynaklı olabileceği gibi;
yukarıda izahına çalışıldığı gibi idare ajanlarının görev kusurlarından
kaynaklanmış da olabilir. Bu durumda idarenin sorumluluğu Anayasa'nın 125.
maddesinin yanı sıra, 40/3 ve 129/5. maddelerine de dayanmış olacaktır. Diğer
bir deyişle, idare ajanlarının görev kusurları sonucu vücut bütünlüğünün ihlâli
ya da ölüm halleri meydana gelirse, belirtilen Anayasal kurallar karşısında
idarenin ajanlarına karşı adli yargıda dava açma imkânı olamayacak ve ancak bu
görevlileri istihdam eden idareye karşı tam yargı davası açılabilecektir.
Anayasa Mahkemesi'nin kimi kararlarında işaret edilen 'kamu yararı
ve haklı neden durumunda' idari yargının görevine giren bir hususun adli
yargıya bırakılabileceği şeklindeki saptamanın da somut davada uygulanabilme
imkânı yoktur. Çünkü, Anayasa'nın dört ayrı hükmünde (40/3, 125, 129/5, 157)
idari faaliyetler neticesinde veya idare ajanlarının görev kusurları kaynaklı
idari eylemler dolayısıyla, vücut bütünlüğünün ihlâli veya ölüm meydana gelmesi
durumunda, ilgililerin açacakları davanın bir tam yargı davası olacağı ve bu
konuda idari yargının görevli bulunduğu açık ve kesin biçimde ifade edilmiş
olduğundan; bu görevin idari yargıdan alınarak adli yargıya devredilebilmesi
mümkün değildir.
Açıklanan nedenle, kuralın iptali kararına bu ek gerekçeyle
katılıyoruz.
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Nuri
NECİPOĞLU
|
Üye
Celal
Mümtaz AKINCI
|
DEĞİŞİK GEREKÇE
12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3
üncü maddesinde 'ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan zararların
tazmini davalarında görev' konusu düzenlenmiştir. Maddenin birinci tümcesinde
her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin
yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin
ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara 'asliye
hukuk mahkemelerince' bakılacağı belirtilmiştir.
Yasama metinlerinde: zararların tazminin de bugüne kadar kabul
edilen sorumluluğu doğuran 'alan' ölçütü yerine, konusu insan olan 'zarar'
ölçütünün alınmasının gerektiği, bu yolla farklı yargı düzenleri arasında görev
uyuşmazlıkları, dava süreleri, kısmi dava hakkı kullanımı, tazminat
tutarlarının hesaplanması bakımından yargı düzenleri arasındaki farklılıkların
yarattığı çok hukukluluk sorunlarının hukuk devleti bakımından ağır bir yük
oluşturduğu, adil yargılanma hakkı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama
geçirilmesinin amaçlandığının belirtildiği görülmektedir.
Anayasa'da idari ve adli yargının ayrılığı kabul edilmiştir. Bu
ayrım uyarınca idarenin kamu gücü kullandığı ve kamu hukuku alanına giren işlem
ve eylemleri idari yargı, özel hukuk alanına giren işlemleri de adli yargı
denetimine tabi olacaktır. Buna bağlı olarak idari yargının görev alanına giren
bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda
yasakoyucunun geniş takdir hakkının bulunduğunu söylemek gerekir.
İdari yargı ve adli yargı yerlerindeki yargılamalar sonucunda
ortaya çıkan farklılıkların giderilmesinde yeni 'Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda
(HMK) ve 'Türk Borçlar Kanunu'nda (TBK) benimsenmiş olan, 'insana verilen
zararlar ve onun tazmini' konularındaki ilkeler gözetilerek, sorumluluğu
doğuran sebebin özelliği yerine, öznesini insanın oluşturduğu 'insan zararı'
unsuru esas alınmıştır.
'Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun
hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Bu kanun
hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer
sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya
da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalara da uygulanır.'
(TBK m.55).
Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel,
objektif adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk
devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasakoyucunun hukuki düzenlemelerde
kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet
ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir.
İdari yargıda idari eylem ya da işlemlerden doğan zararın tazmini
ancak süresinde açılacak davalarla işlenebileceğinden, fazlaya ilişkin haklar
saklı tutularak süresi geçirildikten sonra yeniden tam yargı davası açılamaz.
Adli yargıda ise; alacaklı alacağının tümü hakkında dava açmak
zorunda olmayıp fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmak kayıt ve şartıyla
alacağının önce bir bölümünü, sonra kalan bölümünü talep edebilir.
Böylece aynı nitelikli davalardan bir kısmı idari yargıda, bir
kısmı da adli yargıda görüldüğü zaman idari yargıda dava açanlar 'ıslah
kurumundan yararlanmazken, adli yargıda dava açanlar bu kurumdan
yararlanabilmektedir.
İdarenin hizmet kurusundan kaynaklanan tam yargı davalarının görüm
ve çözümünde idari yargı mercileri görevli olmakla birlikte, kamu hizmetinin
özelliği ve gerekleri gözetilerek kanunlarla istisnaların getirildiği haller de
mevcuttur.
Medeni Kanun'un 1007. maddesi de bu istisnalardan birini
oluşturmaktadır.
Medeni Kanun'un 1007. maddesinde 'Tapu sicilinin tutulmasından
doğan bütün zararlardan Devletin sorumlu olduğu, Devletin, zararın doğmasında
kusuru bulunan görevlilere rücu edebileceği, Devletin sorumluluğuna ilişkin
davaların, tapu sicilinin bulunduğu yer mahkemesinde görüleceği' kuralına yer
verilmiştir.
Bu maddi ve hukuki duruma göre, davada tazminat istemi hakkında
karar verilebilmesi bakımından tapu sicili kayıtlarının hatalı tutulup
tutulmadığı hususunun değerlendirilmesi, esasen idarenin işlem ve eylemlerinde
kanıksanmış bir sorumluluk nedeni olarak öngörülen hizmet kusuru kavramı ile
ilintili ise de, Medeni Kanun'un 1007. maddesi uyarınca tapu sicil kayıtlarının
tutulmasına ilişkin kamu hizmetinin niteliği gereği, bu hizmetten kaynaklı
zarar iddialarına ilişkin uyuşmazlıklarda devletin özel hukuk ilkeleri uyarınca
sorumlu tutulması esası benimsenmiş olduğundan, bu tür davaların görüm ve
çözümü adli yargının görev alanına girmektedir.
Buna göre mahkemelerin görevleri belirlenirken adli ve idari
olarak nitelenen yargı ayrılığının da göz önünde bulundurulması gerekir.
Bununla birlikte, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir
uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde yasakoyucu
tarafından adli yargıya bırakılabilir.
Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında idarenin kamusal gücüne dayalı
olarak yapmış olduğu idari işlemlerden ve eylemlerden kaynaklanan
uyuşmazlıkların kural olarak idari yargı yerlerinde çözümlenmesi gerekliliğine
karşılık 'kamu yararı' ve 'haklı neden' bulunması durumunda idari yargının
denetimine bağlı olmasına gereken idari bir uyuşmazlığın çözümünün yasakoyucu
tarafından adli yargıya bırakabileceğini kabul etmiştir.
Yasakoyucu tarafından haklı neden ve kamu yararı bulunduğu
gözetilerek iptali istenilen kuralın düzenlendiği, Anayasa kurallarına aykırı olmadığı,
bu nedenle çoğunluğun Anayasa'nın 125. ve 155. maddelerine aykırı olduğuna
ilişkin iptal gerekçesine katılmıyorum. Talebin bu maddeler yönünden reddi
gerekir.
Anayasa'nın 157. maddesinin birinci fıkrasında; 'Askeri Yüksek
İdare Mahkemesi, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile asker
kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden
doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir.
Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi
olması şartı aranmaz'' hükmü getirilmiştir. Anayasa'nın 157. maddesi gereğince
asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan işlem ve eylemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıklar adli yargının değil askeri idari yargının görev alanına
girmektedir. İptal konusu kural ile vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesine yol açan eylem veya işlem bir askeri hizmete ilişkin olsa ve bir
asker kişiyi ilgilendirse bile bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye hukuk
mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri ilgilendiren ve
askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların kanunla
adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın 157. maddesine aykırılık
teşkil eder. Kuralın yalnız 157. madde yönünden iptali gerekir.
Belirtilen nedenle iptal kararına katılıyorum.
DEĞİŞİK GEREKÇE
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3. maddesinde ki; 'Her
türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol
açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin
ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalara asliye
hukuk mahkemeleri bakar' ibaresi Anayasa'nın 125., 155. ve 157. maddesine
aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
İtiraz konusu kural, ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden
doğan zararların tazmini davalarında görev konusunu düzenlemektedir. Görev
genel olarak bir yargı yerinin dava konusu yönünden yetkili olup olmama
durumunu gösterir. Bir başka ifade ile uyuşmazlık konusu davanın hangi yargı
düzeninde ve o düzen içinde yer alan mahkemelerden hangisinde görüleceği görev
kuralları yani yasa kuralları ile belirlenir. Görevli yargı yeri demek konu
yönünden o davaya bakacak mahkeme demektir.
Anayasa'nın 138 ila 160. maddelerinde yargı bölümü yer almaktadır.
Bu bölümdeki hükümlere göre ülkemizde yargı sistemi açısından birden çok yargı
düzeni benimsenmiştir. Bu bölüm içinde yer alan 142. maddede ise; 'mahkemelerin
kuruluşu görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla
düzenlenir' denilmiştir. Bu kuralın uygulanmasına yönelik pek çok kanun
çıkarılmış ise de ülkemizdeki yargı düzenleri içinde yer alan yargı yerlerinin görev
alanları net ve somut biçimde belirlenememiştir. Bu konuda karmaşık olay ve
durumlardan kaynaklanan sorunlar bilimsel ve yargısal içtihatlarla giderilmeye
çalışılmaktadır. Uyuşmazlık mahkemesine ayda ortalama yüz adet dava dosyasının
gelmesi bu konuda tereddüt ve karmaşıklığın giderilemediğini göstermektedir.
Anayasa'nın 125. maddesinin birinci fıkrasında; 'İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır', 155.
maddesinin birinci fıkrasında ise; 'Danıştay, idarî mahkemelerce
verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve
hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve
son derece mahkemesi olarak bakar' hükümleri yer almaktadır. Yüksek
mahkemeler bu hükümlerden hareketle önlerine gelen davalarda idari yargının
görev alanını belirlerken kamu hukuku, kamu hizmeti, kamu yararı, idari işlem,
idari eylem, idari sözleşme gibi ölçütleri kullanmaktadır. Ancak bu ölçütler
içinde değerlendirilmesi gereken pek çok uyuşmazlık da yasalarla adli yargının
görev alanına bırakılmıştır. Medeni Kanunla ilgili bazı davalar, Kamulaştırma
Kanunundan doğan uyuşmazlıklar, Kanun dışı yakalanan ve tutuklanan kişilerin
uğradıkları zararlar, Sosyal Güvenlik Kanunun uygulamasından doğan
uyuşmazlıklar bunlar arasında sayılabilir. Adı geçen ölçütlerin kanuni bir
tanımının yapılmamış olması ve tanımlanmasının da çok zor olması pek çok
davanın hangi yargının görev alanına gireceği konusunda tereddütler
uyandırmaktadır. Bu tereddütler nedeniyle mahkemelerin görev yerleri açısından
çıkan uyuşmazlıklar Uyuşmazlık Mahkemesi'ne havale edilmekte ve davanın hangi
yargı düzeninde veya hangi mahkemede görüleceğine adı geçen mahkeme karar
vermektedir. İdarenin eylem veya işleminin özel veya kamu hukukundan
kaynaklanıyor olup olmadığı, idari işlem veya eylemin tanımında kullanılan
ölçütlerin kapsamının geniş veya dar tutulup tutulmadığı, idari işlem veya
eylem yetkisini kullanan kamu görevlisinin o yetkiyi kullanırken şahsi ihmal
veya kusur'u bir davranış içinde olup olmadığı gibi pek çok durum idari işlem
veya eylemin niteliğini değiştirmektedir.
Görüldüğü gibi bir davada taraflardan birinin idare olması ve
uyuşmazlığın bu idarenin bir işleminden veya eyleminden kaynaklanıyor olması o
davanın her zaman idari yargıda görüleceği sonucunu doğurmamaktadır. Bu konuda
Anayasa'nın 142. maddesi mahkemelerin görev alanını belirlemede kanun koyucuya
geniş takdir hakkı tanımıştır. Dolayısı ile kanun dışı yakalanan ve tutuklanan
kişilerin uğradıkları zararlara ilişkin davaların kanunla adli yargının görev
alanına alındığı gibi ölüm veya vücut bütünlüğünün yitirilmesinden doğan
zararların tazmini davaları da adli yargının görev alanına alınması Anayasa'nın
125. ve 155. maddelerine aykırılık teşkil etmez.
Anayasa'nın 157. maddesinin birinci fıkrasında; 'Askerî
Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile,
asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve
eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece
mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin
asker kişi olması şartı aranmaz' hükmü getirilmiştir. Bu. madde gereğince
asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin olan işlem ve eylemlerden
kaynaklanan uyuşmazlıklar adli yargının değil askeri idari yargının görev
alanına girmektedir. İptal konusu kural ile vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine yol açan eylem veya işlem bir askeri hizmete ilişkin olsa
ve bir asker kişiyi ilgilendirse bile, bundan kaynaklanan uyuşmazlıklar asliye
hukuk mahkemesinin görev alanı kapsamına alınmaktadır. Asker kişileri
ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan
uyuşmazlıkların kanunla adli yargının görev alanına sokulması Anayasa'nın 157.
maddesine aykırılık teşkil eder.
Açıklandığı üzere iptal edilen kuralın, Anayasa'nın 125., 155. ve
157. maddelerine aykırılığı nedeniyle değil, sadece 157. maddesine aykırılığı
nedeniyle iptali gerekir. Anılan gerekçeyle iptal kararına katılıyorum.
EK GEREKÇE
12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 3.
maddesinin birinci cümlesinin iptali istenmiştir. İptali istenen cümle şu
şekildedir: '(1) Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin
sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya
tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların
tazminine ilişkin davalara asliye hukuk mahkemeleri bakar''
Görüldüğü gibi, iptali istenen hüküm, idari eylem ve işlemler ile
idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerden kaynaklanan, insan vücudunun
bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesi veya ölüm nedeniyle açılacak maddi
ve manevi zararlara bakma görevini asliye hukuk mahkemelerine vermektedir. Eğer
idari eylem veya işlemden sadece bir tek tür zarar doğmuşsa ve bu zararda
hükümde sınırlandırıldığı şekilde, vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen
yitirilmesi veya ölüme ilişkinse, zarar, asliye hukuk mahkemesinde açılacak bir
tek dava ile talep edilebilir. Ancak, aynı idari eylem veya işlem yahut diğer
sorumluluk sebebinden yukarıda belirtilenlerin dışında farklı türde bir zarar
örneğin, malvarlığına ilişkin bir zarar da doğmuşsa, bu takdirde malvarlığına
ilişkin zararın giderilmesi için asliye hukuk mahkemesinde dava açılamayacak,
idari yargıda tekrar bir dava açmak gerekecektir.
Bu durumda, söz konusu hüküm, aynı sorumluluk sebebinden vücut
bütünlüğünün ihlâli ve ölüm dışında başka bir zarar doğarsa bu zararın
giderilmesi için adli yargıda dava açılamayacağından, zorunlu olarak idari
yargıda ikinci bir dava açılmasına neden olmaktadır. Anayasa'nın 141.
maddesinin dördüncü fıkrası 'Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle
sonuçlandırılması, yargının görevidir' diyerek 'usul ekonomisi' ilkesi
gereğince, gereksiz yere dava açılmamasını, açılan davaların da en çabuk, basit
ve ekonomik bir şekilde sonuçlandırılmasını emretmektedir. İptali istenen
hüküm, yukarıda belirtildiği şekilde, aynı sorumluluk sebebinden maddede
belirtilenler dışında farklı bir zararın doğması halinde, zorunlu olmadığı
halde, ikinci bir dava açılmasını gerekli kılmaktadır. Bu durum, Anayasa'nın
141. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırıdır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi 20.07.1999 tarih ve E.1999/1, K.1999/33
sayılı kararıyla, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu m. 87, son cümlesinde yer alan müddeabihin ıslah yoluyla
artırılamayacağına ilişkin kuralın, ''İtiraz konusu kuralla müddeabihin
ıslah suretiyle artırılmasına olanak tanınmaması dâvâların en az giderle ve
olabildiğince hızlı biçimde sonuçlandırılmasına engel olacağından, Anayasa'nın
141. maddesine aykırıdır.' diyerek, benzer gerekçeyle iptaline karar
vermiştir.
İptali istenilen hükmün, Mahkememiz çoğunluğunun belirttiği
gerekçelerin yanında, Anayasa'nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasına da aykırı
olduğu kanaatindeyim.
[1] AYMK., 15.5.1997 tarihli ve E.1996/72, K.1997/51
[2] AYMK., 28.6.1995 tarihli ve E.1994/71, K.1995/23
[3] AYMK., 1.3.2006 tarihli ve E.2005/108, K.2005/35