"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
''
II. GEREKÇELER
1) 08.08.2011 Tarihli ve 648 Sayılı 'Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararname'nin; Tümünün ve Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ile Eki (1) Sayılı
Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Listenin Anayasaya
Aykırılığı
a) Esasa Girmeden Usulden Anayasaya Aykırılığı
'
Parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığı ilkesini kabul eden
Anayasanın 7 nci maddesinde 'yasama yetkisi', Türk Ulusu adına TBMM'ne verilmiş
ve bu yetkinin devredilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Bunun tek istisnası,
Anayasanın 91 inci maddesinde Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde kararname
çıkarma yetkisi verilmesidir. Bu istisnai yetkinin 'yetki devri' niteliğine
bürünmemesi için, Anayasa Mahkemesi'nce de belirtildiği üzere, KHK çıkarma
yetkisinin 'önemli, ivedi ve zorunlu' durumlarda verilmesi, ayrıca bu
koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Siyasal iktidarın sayısal çoğunluğa dayalı olarak yasama
organına egemen olduğu, İçtüzük uyarınca muhalefetin yeterince konuşamadığı ve
dolayısıyla yasaların 3-5 gün içinde çıkarılabildiği bir ortamda, Bakanlar
Kurulu'na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, anayasal kuralın amacı ve özüyle bağdaşmamaktadır.
648 sayılı KHK, 6 Nisan 2011 günlü, 6223 sayılı Yetki Yasası'na
dayanılarak Bakanlar Kurulu'nca kabul edilmiştir. 6223 sayılı Yetki Yasası, 3
Mayıs 2011 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Anamuhalefet
Partisi (CHP) TBMM Grubu tarafından, bu Yetki Yasası'nın iptali ve yürürlüğünün
durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne dava açılmıştır.
Anayasa Mahkemesi, dayandığı yetki yasası Anayasaya aykırı
bulunarak iptal edilen KHK'leri, haklarında dava açılması durumunda, içeriğine
girmeden, salt yetki yasaları iptal edildiği için, aşağıdaki gerekçeyle iptal
etmiştir.
'Olağanüstü hal KHK'leri dayanaklarını doğrudan doğruya
Anayasadan (m. 121) alırlar. Bu tür KHK'lerin bir yetki yasasına dayanması
gerekli değildir. Buna karşılık olağan dönemlerdeki KHK'lerin bir yetki
yasasına dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK'ler ile dayandıkları yetki
yasası arasında çok sıkı bir bağ vardır.
...
KHK'nin Anayasaya uygun bir yetki yasasına dayanması,
geçerliliğinin önkoşuludur. Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya
dayandığı yetki yasası iptal edilen bir KHK'nin kurallarının, içerikleri
yönünden Anayasaya aykırılık oluşturmasalar bile Anayasaya uygunluğundan söz
edilemez.
'
Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya yetki yasasının
kapsamı dışında kalan ya da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK'lerin
anayasal konumları birbirinden farksızdır. Böyle durumlarda, KHK'ler anayasal
dayanaktan yoksun bulunduklarından, içerikleri Anayasaya aykırı bulunmasa bile,
dava açıldığında iptalleri gerekir.
Bu nedenlerle, iptaline karar verilen bir yetki yasasına
dayanılarak çıkarılan KHK'lerin, Anayasanın Başlangıcı'ndaki 'hiçbir kişi ve
kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla
belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı', 2 nci maddesindeki 'hukuk
devleti' ilkeleriyle 6 ncı maddesindeki 'Hiç kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz' kuralı ve KHK çıkarma
yetkisine ilişkin 91 inci maddesiyle bağdaştırılmaları olanaksızdır.'
Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen gerekçelerle,
dayandıkları 4588 sayılı Yetki Yasası 05.10.2000 günlü, E.2000/45, K.2000/27
sayılı kararla iptal edilen 606, 608, 609, 610, 611, 612, 613, 615, 616, 617,
618, 619, 621, 623, 624, 626, 628, 629 sayılı KHK'leri; içeriklerine girmeden,
salt anayasal dayanaktan yoksun kaldıkları için, Anayasanın başlangıcı ile 6
ncı ve 91 inci maddelerine aykırı duruma geldiklerini belirterek iptal
etmiştir. (Sırasıyla kararlar: K.2000/29, K.2000/45, K.2000/37, K.2000/40, K.2000/42,
K.2000/44, K.2000/39, K.2000/46, K.2000/38, K.2000/36, K.2000/35, K.2000/34,
K.2000/43, K.2000/41, K.2000/33, K.2000/32, K.2000/30, K.2000/31)
Bu itibarla, 6223 sayılı Yetki Yasası iptal edildiğinde 648
sayılı Kanun Hükmünde Kararname, yasal dayanaktan yoksun kalacağından,
08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı 'Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin; esasa
girmeden usulden tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eklerinin Anayasanın
Başlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
b) Esastan Anayasaya Aykırılığı
'
Anayasanın Başlangıç kısmının dördüncü fıkrasında, 'Kuvvetler
ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir
işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda
bulunduğu;' belirtildikten sonra 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında 'hukuk devleti' ilkesine yer verilmiş; 6 ncı maddesinde, hiç kimse ve
hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı;
7 nci maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde,
yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından
Anayasa ve yasalara uygun olarak yerine getirileceği kuralları getirilmiş; 87
nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna 'belli konularda' KHK çıkarma yetkisi
verilmesi TBMM'nin görevleri arasında sayılmış; 91 inci maddesinin ikinci
fıkrasında ise, yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin,
amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla
kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını göstereceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27
sayılı Kararında da vurgulandığı üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yasama yetkisinin genel ve
asli bir yetki olması, TBMM'ye ait bulunması ve devredilememesi karşısında KHK
çıkarma yetkisinin kendine özgü ve ayrık bir yetki olduğu anlaşılabilmektedir.
Dolayısıyla yetki yasalarının, yasama yetkisinin devri anlamına gelecek ya da
bu izlenimi doğuracak biçimde yaygınlaştırılıp genelleştirilmemesi gerekir.
KHK'ler ancak ivedilik gerektiren belli konularda, kısa süreli yetki yasaları
temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak
durumundadır.
Maddenin Danışma Meclisi'nde görüşülmesi sırasında KHK
çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesinin nedeni, '... çok acele hallerde
hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural olmadığı için, acele olarak
çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken hallerde çıkarılması için bu
düzenleme getirilmiştir ...' biçiminde açıklanırken; Anayasa Komisyonu
Başkanınca da, 'Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir durumda,
kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi
gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endişesinden
kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuştur.' denilerek
aynı doğrultuda görüş bildirilmiştir.
Yetki yasasında Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin 'amaç',
'kapsam' ve 'ilkeleri'nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulunun
neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. KHK'nin, amacı,
kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş içerikli, her yöne çekilebilecek,
yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilmemeli, değişik biçimlerde yorumlamaya
elverişli olmamalıdır. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden
belirgin duruma getirilmesi, başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe
konulacak KHK'lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci
maddede belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu
bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden
gereklidir.
Anayasa Mahkemesinin 1990'lardan bu yana verdiği kararlarda,
TBMM'nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi vermesi için, 'ivedilik, 'zorunluluk'
ve 'önemlilik' gibi üç koşulun birlikte bulunması gerekeceğine yönelik içtihat
oluşturduğu gözlenmektedir (06.02.1990 günlü ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek
Mahkeme, 16.10.1993 günlü ve E.1993/26, K.1993/28 sayılı kararında ise,
'KHK'lar, ancak ivedilik isteyen belli konularda, kısa süreli yetki yasaları
temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konur.'
demiştir. İvedilik koşulu ile etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taşımayan
hususlarda KHK çıkarma yetkisi verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına
geleceği açıktır.
Nitekim, Yüksek Mahkeme; Anamuhalefet (Fazilet) Partisi TBMM
Grubu Adına Grup Başkanı Mehmet Recai KUTAN tarafından, 29.06.2000 günlü, 4588
sayılı 'Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilât, Görev ve Yetkilerine İlişkin
Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve
Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması İçin Yapılacak Düzenlemeler
Hakkında Yetki Kanunu'nun, Anayasanın Başlangıç'ının dördüncü paragrafı ile 2
nci, 6 ncı, 7 nci, 11 inci, 87 nci, 91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırılığı
savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle açtığı davaya ilişkin
05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında;
'Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli konularda KHK
çıkarma yetkisi verilmesi gerekirken dava konusu Yasa'yla her konuyu kapsayacak
biçimde genel bir yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu, ayrık tutulan iki kurum
dışında tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yeniden örgütleyebilecek, bunların
görev ve yetkilerini yeniden düzenleyebilecek, memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile emeklileri hakkında kanun
ve KHK'lerde değişiklik yapabilecek, Devletin gelirleri ve harcamalarına
ilişkin tüm mevzuatı 'kamu malî yönetimi' kavramı içinde değerlendirerek yeni
kurallar getirebilecektir. Sınırları geniş ve belirsiz konularda düzenleme
yapmak üzere Bakanlar Kurulu'na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın 87
nci maddesinde belirtilen 'belli konu'larda verilen yetki olarak değerlendirilemez.
Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen
öğeleri de içermemektedir. Yasa'nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK'lerin
'kapsam' ve konusu içiçe girmiş, kapsamının çok geniş ve sınırsız olması
nedeniyle de verilen yetkinin 91 inci maddede öngörülen yasak alana girip
girmediğinin denetimi olanaksız hale gelmiştir. Konu ve kapsamdaki bu
sınırsızlık ve belirsizlik, TBMM'ne ait olan yasama yetkisinin yürütme organına
devri anlamına gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların belirli
olması gerekirken bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi Anayasanın 7
nci maddesine aykırılık oluşturur.
Yasa'nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin
ivedi ve zorunlu hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Yetkinin
'önemli, ivedi ve zorunlu' durumlarla sınırlandırılması, dava konusu Yetki
Yasası'nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar Kuruluna bırakılmasıyla değil,
amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve zorunlu olduğunun
yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği itibariyle uzun
süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeler ivedi ve zorunlu olarak
nitelendirilemez. Dava konusu Yasa'nın amaç ve kapsamındaki genişlik ve
sınırsızlık, verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip
içermediğinin tespitine imkan vermemektedir.
Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası'nın 1 inci maddesiyle 2 nci
maddesinin birinci fıkrası Anayasanın Başlangıç'ının dördüncü paragrafı ile 2
nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır . İptali gerekir.'
demiştir.
Dava konusu hukuki olayda ise, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
03.03.2011 tarihli 73 ncü Birleşiminde, Genel Seçim tarihinin öne alınarak,
Genel Seçimin 12 Haziran 2011 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir. Bundan
25 gün sonra, Yetki Yasasına ilişkin 'Yasa Tasarısı' Başbakanlıkça 28.03.2011
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. Başka bir
anlatımla Yetki Yasa Tasarısı, Genel Seçime 2,5 ay kala TBMM'ye sevk edilmiş;
siyasal iktidarın TBMM'deki sayısal çoğunluğuna dayalı olarak da 06.04.2011
tarihinde kabul edilmiştir. TBMM'de 06.04.2011 tarihinde kabul edilen Yetki
Yasası, 14 gün TBMM'de bekletildikten sonra Cumhurbaşkanlığına 19.04.2011
tarihinde sunulabilmiştir.
6223 sayılı Yetki Yasasının çıkarılmasındaki öncelikli anayasal
sorun, 'ivedilik' ile ilgilidir. İvedilik, 'önemli ve zorunlu' konunun KHK
yoluyla düzenlenmesinin olmazsa olmaz koşuludur ve yasama dahil bütün süreçleri
kapsamaktadır. Yasama organı çıkardığı yasanın ivediliğine inanıyorsa, söz
konusu yasanın ivedi olarak yürürlüğe girmesi için gereğini yerine getirmek
durumundadır. TBMM Genel Kurulunda 06.04.2011 tarihinde kabul edilen 6223
sayılı Yasa, 14 gün TBMM'de bekletilmiş ya da unutulmuş, ancak 19.04.2011
tarihinde Cumhurbaşkanlığına gönderilebilmiştir. Bu durum, Yetki Yasası ile
düzenlenecek konuların 'ivedi' olmadığının açık kanıtıdır.
Ortada, KHK'lerle düzenlemelere gidilmesi yönünde, 'önemli,
zorunlu ve ivedi durum' yok ve yasama organının ve dolayısıyla yürütme
organının yenilenmesine karar verilmiş iken, hem mevcut Bakanlar Kurulunu hem
de seçimden sonra kurulacak Bakanlar Kurulunu kapsayacak ve aynı zamanda da
gelecek yasama organını ipotek altına alacak şekilde, Bakanlar Kuruluna 6 ay
süreyle, KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın demokratik hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmadığı gibi yasama yetkisinin devri anlamına da gelmektedir. 6
aylık sürenin uzunca bir bölümü, henüz kurulu olmayan ve ne zaman kurularak
göreve başlayacağı belli olmayan bir Bakanlar Kurulunu kapsamaktadır ki burada
da, hukuk devletinin 'belirlilik' ve 'öngörülebilirlik' ilkeleriyle birlikte,
KHK'lere ilişkin 'önemli, zorunlu ve ivedi durum' ilkesinin ihlali söz
konusudur.
6223 sayılı Yetki Yasasının 'Amaç ve kapsam' başlıklı 1 inci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, 'Kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;' denildikten sonra;
(1) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıkların
birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan
bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine;
(2) numaralı alt bendinde, mevcut bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların
bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut,
birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak
yeniden düzenlenmesine; (3) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile
birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve
kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve yurt dışında teşkilatlanma esaslarına;
(b) bendinde ise, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar,
işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında
etkinliği artırmak üzere, bunların atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme,
terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına;
'ilişkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun
hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermektir.' gibi belirsiz ve sınırsız
ifadelere yer verilerek Yetki Yasasının amacı ortaya konmak istenmiştir.
Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında ise, Yetki Yasasının
kapsamına ilişkin olarak, 'Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde
kararnameler;' denilip, (a) bendinde, 'Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak;' ifadesinden sonra,
19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmış ve (20) numaralı alt bendinde,
'Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve
yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili
kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,' denilerek adeta tüm
kamu kurum ve kuruluşları kapsama alınmak istenmiş;
(b) bendinde ise, 'Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen
memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma,
nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye
sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak;' denildikten sonra 6 alt bent
halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmış ve (7) numaralı alt bendinde ise, 'Diğer kanun
ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile
diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi,
yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin
hükümlerinde' ifadesiyle de neredeyse tüm kamu personeli hakkında Bakanlar
Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma yetkisi verilmesi hedeflenmiştir.
Oysa yetki yasalarının, Anayasanın belirlediği ögeleri belli bir
içeriğe kavuşturarak somutlaştırması ve verilen yetkiyi hiçbir tartışmaya yol
açmayacak açıklıkta belirleyerek Bakanlar Kurulu'na çerçeveyi çizmesi ve
niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeleri
kapsamaması gerekmektedir.
Çünkü, Yetki Yasası'nda Bakanlar Kurulu'na verilen yetkinin
'amaç', 'kapsam' ve 'ilkeleri'nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar
Kurulu'nun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. Ancak,
6223 sayılı Yetki Yasasının, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş
içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilerek,
her okuyanın değişik şekillerde yorumlamasına açık hale getirilmiştir. Verilen
yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi,
başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak KHK'lerin yetki yasası
kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana
girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip
düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Herhangi bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için
Anayasadaki öge ve ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile getirilen
yorumlara uygun olması gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
ilkesi kararlarda açıklanan gerekçelerin göz önünde bulundurulmasını zorunlu
kılar.
Bakanlar Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına
dayanılarak bu güne kadar;
- 632 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinin (B)
Fıkrası ile 4924 sayılı Kanun Uyarınca Sözleşmeli Personel Pozisyonlarında
Çalıştırılanların Memur Kadrolarına Atanması Amacıyla Devlet Memurları
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair KHK,
- 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK,
- 635 sayılı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 636 sayılı Çevre, Orman ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK;
- 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
KHK,
- 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK,
- 639 sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 641 sayılı Kalkınma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında KHK,
- 642 sayılı Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi ile
Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlıklarının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 643 sayılı 3046 Sayılı Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair KHK,
- 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında KHK,
- 646 sayılı Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının Kurulması
Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair KHK,
- 647 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair KHK,
- 648 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair KHK,
Olmak üzere 17 adet KHK çıkarılmıştır. Yazılı ve görsel medyada
yer alan haberlerden Bakanlar Kurulunun hızını alamadığı ve dolayısıyla bunlara
yenilerini ekleyeceği anlaşılmaktadır.
Öyle ki, yukarıdaki KHK'lerin içeriğine girmeden isimlerinden de
anlaşılacağı üzere, KHK'lerden bazıları daha bir ay yürürlükte kalmadan
değişikliğe uğramıştır. Bunlardan en ilginci, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
ile Çevre ve Orman Bakanlığının birleştirilmesiyle oluşturulan Çevre, Orman ve
Şehircilik Bakanlığının başına gelmiştir.
06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanunu'na dayanılarak
Bakanlar Kurulunca hazırlanan, 03.06.2011 tarihli ve 636 sayılı Çevre, Orman ve
Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname, 08.06.2011 tarihli ve 27958 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiş; bir ay dahi yürürlükte kalmadan Çevre, Orman ve
Şehircilik Bakanlığı bu defa, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı - Orman ve Su
İşleri Bakanlığı şeklinde ikiye bölünerek yine 6223 sayılı Yetki Kanununa dayanılarak
Bakanlar Kurulunca, 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname çıkarılarak KHK'ler 04.07.2011
tarihli ve 27984 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bunu,
17.08.2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 648 sayılı Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Hükmünde Kararname izlemiştir.
Diğer KHK'lerin başına da benzer şeylerin geldiği göz önüne
alındığında, TBMM'nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verebilmesi için,
'ivedilik', 'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç Anayasal koşulun birlikte
bulunması şartının gerçekleşmesi şöyle dursun, Bakanlar Kurulunun yönetmelikle
kurallaştırmanın dahi asgari gerekleri olan araştırma, inceleme, ihtiyaçları
tespit etme ve giderme yollarını belirleme gibi ciddi hiçbir hazırlığının
olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, niteliği itibariyle uzun süreli ve çok
yönlü çalışmayı gerektiren yasal düzenlemelerin KHK'lere konu
oluşturamayacağının en açık, belirgin ve tartışmasız göstergesidir.
Bakanlar Kurulunun ülkemize yaşattığı kelimenin tam anlamıyla
bir tür 'yap-boz oyunu'dur. Yap-boz oyunu olmadığını kimse ileri süremez.
Ancak, yap-boz oyunları, okul öncesi çocukların eğlenerek öğrenmesini sağlamak
için geliştirilmektedir. Yap-boz oyunları ile okul öncesi çocukların, anlamsız
parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere dönüştürmeleri ve
dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne ulaşabilmeleri için de her
defasında yeniden deneyerek düşünme ve çözüm yolları üretme yetilerini
geliştirmeleri amaçlanmaktadır.
Bakanlar Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye
dayanarak, yap-boz oyununu Türkiye'nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır.
Uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren alanlarda hiçbir hazırlığa dayalı
olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı uygulama ve sonuçlarını izleme ve
değerlendirme aşamalarına geçmeden değiştirmekte; durmamakta, değiştirdiğini de
değiştirmektedir. Hiçbir hukuksal öngörülebilirlik olmadığı için de
değiştirdiği değişikliği değiştirdiğinin üzerinde yarın başka bir değişikliğe
gitmeyeceği de belirsizliğini korumaktadır.
Çünkü, 648 sayılı KHK, Sayın Erdoğan Bayraktarın Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına atanmasından sonra hazırlanmıştır. Türkiye, hukuksal
düzenlemelerin toplumun ihtiyaçlarına göre belirlendiği demokratik ve sosyal
hukuk devletinden, Bakanlar Kurulu eliyle bakanın kişisel özellik ve
ihtiraslarına göre şekillendirildiği despotik bir devlete doğru
sürüklenmektedir. Yaşananlar, Çevre ve Şehircilik Bakanının değişmesi
durumunda, yeni bir KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teşkilat ve
görevlerinin de değişeceğini ortaya koymaktadır.
Bakanlar Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması
ve hukuksal belirsizlik yaratarak, demokratik devlet ve hukuk devleti
ilkelerine aykırı uygulamalar içine girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 nci
maddesiyle Türk Milleti adına TBMM'ye verilen devredilemez nitelikteki yasama
yetkisini kullanıyor olmaktan kaynaklanmaktadır.
Parlamento, Fransızca 'parler', İtalyanca 'parlare' yani
'konuşmak' mastarlarından türetilmiş bir sözcüktür ve 'konuşulan yer' anlamına
gelmektedir. Demokrasilerde yasalar, uzun süreli ve çok yönlü araştırma,
inceleme ve değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçlar ve çözüm yolları, ilgili
kurum ve kuruluşlar ile etkilenen toplumsal kesimlerin ve bunların temsilcisi
örgütlerin görüşlerini alınıp tespit edildikten sonra parlamentoların komisyon
ve alt komisyonları ile genel kurulunda konuşularak, tartışılarak ve üzerinde
asgari mutabakat sağlanmaya çalışılarak yasalaşmaktadır.
Kaldı ki, Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM'ye
vermiş ve bu yetkiye -Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum
hariç- devredilmezlik atfetmiştir. Anayasanın öngördüğü 'ivedilik',
'zorunluluk' ve 'önemlilik' gibi üç koşulun birlikte bulunması şartının
gerçekleşmediği alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve kapsamı
sınırsızlık ve belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun
da bu yetkiyi 'yap-boz oyunu' oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı
ilkesine dayanan parlamenter demokratik sisteme karşı girişilmiş örtülü bir
yürütme organı darbesidir. Bu örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama
organındaki sayısal üstünlüğüne dayalı olarak yasama organının bilgisi ve ilgisi
dahilinde yapılıyor olması, yapılanın Anayasanın özü ve sözüyle bağdaşmayan
siyasal bir darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
648 sayılı KHK bu göstergelerinden birini oluşturmaktadır.
08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı 'Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname' ile;
- 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede;
- 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK'de;
- 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununda;
- 27.06.1989 sayılı ve 375 sayılı KHK'de;
- 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda;
- 29.06.2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında
Kanunda;
- 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'de;
- 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda;
- 13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında KHK'de;
- 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları
Koruma Kanununda;
- 16.04.2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda,
- 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün
Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunda,
- 26.01.2011 tarihli ve 6107 sayılı İller Bankası Kanununda,
- 02.03.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda,
Doğrudan değişiklikler yapılır ve ek fıkra ve maddeler
eklenirken; 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 10.07.2004
tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve 22.02.2005 tarihli ve
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununda örtülü değişiklikler yapılmış; Özel Çevre
Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmış; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulu ise, Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna dönüştürülmüştür.
Yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünde kararnameden,
29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 10.12.2003 tarihli ve
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 03.05.1985 tarihli ve 3194
sayılı İmar Kanunu, 29.06.2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında
Kanunu, 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli
Parklar Kanunu, 13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında KHK, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kanunu, 16.04.2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm
Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 31.10.1985 tarihli ve 3234
sayılı Orman Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, 26.01.2011 tarihli ve 6107 sayılı İller
Bankası Kanunu, 02.03.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile
03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 10.07.2004 tarihli ve 5216
sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl
Özel İdaresi Kanunu olmak olmak üzere 16 adedinin, 6223 sayılı Yetki Yasasının
'Amaç ve kapsam' başlıklı 1 inci maddesinin kapsama ilişkin (2) numaralı
fıkrasında 19 alt bent halinde tek tek sayılan yasa ve yasa gücünde
kararnameler arasında sayılmadığı açıktır.
Maddenin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde, 'Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin
olarak' denildiği ve (20) numaralı alt bendinde ise, 'Diğer kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında
teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların
bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,' ifadesine yer verildiği ve
yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünden kararnameden 644 ve 645 sayılı
KHK'ler hariç 15 adedinde yapılan değişikliklerin kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olmadığı
gibi, görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları,
kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin
hükümlerinde de yapılmadıkları ortada olduğundan madenin (2) numaralı
fıkrasının (a) bendi ile (a) bendine ilişkin (20) numaralı alt bendin
kapsamında olmadığı da çok açıktır.
Öte yandan, yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünde
kararnameden 16 adedi, 6223 sayılı Yetki Yasasının 1 inci maddesinin (2)
numaralı fıkrasının (b) bendinde 6 alt bent halinde sayılan 6 adet yasa ve yasa
gücünde kararname içinde de sayılmadığı ve (7) numaralı alt bendinde de, 'Diğer
kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler, sözleşmeli personel
ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi,
yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin
hükümlerinde' denildiğinden, 16 adet yasa ve yasa gücünde kararnamede yapılan
değişiklikler, maddedeki esaslar çerçevesinde sayılamayacağından, yukarıda
sıralanan 16 adet yasa ve yasa gücünde kararnamenin 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında olmadığı yeterince açık bir husustur.
Ayrıca, yukarıda sıralı 21 adet yasa ve yasa gücünde kararnamede
yapılan değişiklikler, 6223 sayılı Yetki Yasasının 'İlkeler ve yetki süresi'
başlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında 'Bakanlar Kurulu bu Kanuna
göre verilen yetkiyi kullanırken;' denilerek (a) bendinde, 'Kamu hizmetlerinin
bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak'
ifadesinden sonra dokuz alt bent halinde sayılan ilkeler içinde sayılamayacağı
gibi; (b) bendinde üç alt bent halinde sayılan ilkeler içinde de
değerlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan yargısal denetimde KHK'nin,
öncelikle yetki yasasına sonra da Anayasaya uygunluğu sorunlarının çözümlendiği
bilinmektedir. Her ne kadar, Anayasanın 148 inci maddesinde KHK'lerin yetki
yasalarına uygunluğunun denetlenmesinden değil, yalnızca Anayasaya biçim ve
esas bakımlarının uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de, Anayasaya
uygunluk denetiminin içerisine öncelikle KHK'nin yetki yasasına uygunluğunun
denetimi girer. Çünkü, Anayasanın 91 inci maddesinde, Bakanlar Kurulu'na ancak
yetki yasasında belirtilen sınırlar içerisinde KHK çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüştür.
Yetkinin dışına çıkılması, KHK'yi Anayasaya aykırı duruma getirir. Böylece,
KHK'nin yetki yasasına aykırı olması Anayasaya aykırı olmasıyla özdeşleşir.
Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya yetki yasasının
kapsamı dışında kalan ya da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK'lerin
anayasal konumları birbirinden farksızdır. Böyle durumlarda, KHK'ler anayasal
dayanaktan yoksun bulunduklarından, içerikleri Anayasaya aykırı bulunmasa bile,
dava açıldığında iptalleri gerekir.
Bu bağlamda, Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında olmayan alanlarda ilkeleriyle uyuşmayan hukuksal tasarruflara
girişerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın Başlangıcının dördüncü
fıkrası ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 91 inci maddelerindeki kurallara aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 91 inci maddesinin birinci fıkrasında,
sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri
ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde
kararname ile düzenlenemeyeceği kuralı getirilmiş; Anayasanın İkinci Kısmının
'Kişinin Hakları ve Ödevleri' başlıklı İkinci Bölümünün 'Yerleşme ve seyahat
hürriyeti' başlıklı 23 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, devletin 'sağlıklı ve
düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek' görevinden söz edilirken; 35 inci
maddesinde ise mülkiyet hakkı düzenlenmiştir.
648 sayılı KHK'de ise, yerleşme ve kentleşmeye yönelik
düzenlemeler yanında, Hazine ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
mülkiyetindeki araziler; Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler; mera,
yaylak ve kışlaklar ile ormanlara; doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel
sitlere; milli park, tabiat parkı, koruma alanları ve sulak alanlara ve
bunların hukuki rejimleri ile yerleşime açılmalarına ilişkin düzenlemeler
yapılmıştır.
648 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeler, Anayasanın İkinci
Kısmının İkinci Bölümündeki, Devletin sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi sağlama
görevi ile mülkiyet hakkı kapsamında olduğundan; Anayasanın 91 inci maddesinde
belirtilen KHK ile düzenleme yasağı alanına girmekte ve dolayısıyla sağlıklı ve
düzenli kentleşme ile mülkiyet hakkını konu alan imar ve çevre düzenlemeleri
kanunla yapılacağından, kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91
inci maddesindeki kurala, bu açıdan da aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı
'Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri
ile eki (1) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı
Liste, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 91
inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesiyle
Değiştirilen 29.06.2011 Tarihli ve 644 Sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinde Yer Alan '' Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen
alanlar ile '' İbaresi ile '' mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde
yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler,
genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri '' İfadesinin ve 4 üncü Maddesi
ile 644 Sayılı KHK'nin 7 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (j) Bendine Eklenen
'mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,'
İbaresinin Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle
değiştirilen 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (ç) bendinde, her tür ve ölçekteki fiziki planlara ve
bunların uygulanmasına yönelik temel ilke, strateji ve standartları belirlemek
ve bunların uygulanmasını sağlamak ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu
yatırımları ve enerji ve telekomünikasyon tesislerine ek olarak, Bakanlar
Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler
üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak
bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine ilişkin etütleri,
harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını,
parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak
ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma
yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek ile Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı yetkilendirilmekte; 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine
eklenen mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı
ibaresi ile ise her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak
ve onaylamakla Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü
görevlendirilmektedir.
648 sayılı KHK'nin 1 inci maddesiyle değiştirilen 644 sayılı
KHK'nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının görevlerinin düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194
sayılı İmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi
Kanunu ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununda
örtülü değişiklikler yapılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve
5302 sayılı İl özel İdaresi Kanunu ile 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve
Güvenlik Bölgeleri Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir.
6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda, 648 sayılı KHK ile
düzenlemeler yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan (c) bendinde, 'Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen
alanlar ile' denilmekle yetinilmiş; Bakanlar Kuruluna verilecek yetkinin amacı
ve ilkeleri belirtilmediği gibi kapsamı ve çerçevesi çizilmemiş; amacı olmayan,
kapsamı sınırsız ve ilkeleri belirsiz bir alanla ilgili olarak Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak,
onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce
ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek
ile yetkilendirilmiştir.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini
gerekli kılar. Bakanlar Kurulunu yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü
biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Bakanlar Kurulunun Çevre ve
Şehircilik Bakanlığını hangi alanlarda hangi projeleri gerçekleştirmek için, ne
şekilde ve hangi şartlarla yetkilendireceği, yetkinin kapsamı, amacı ve
ilkelerinin ne olduğunun yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın
2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Öte yandan, Bakanlar Kuruluna, hiçbir ölçü getirilmeden, amacı
ve temel ilkeleri ortaya konulmadan, kapsamı ve çerçevesi çizilmeden,
yürütmenin düzenleme yetkisinin sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki
olduğu gözetilmeden, sınırsız ve belirsiz bir alanı belirleme yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta ve bu yanıyla Anayasanın
2 nci maddesine ek olarak 6 ncı, 7 nci ve 87 nci maddelerine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Mekansal planlamadaki yetkilerin merkezi idare ile yerel
yönetimler arasındaki paylaşımı tarihsel olarak incelendiğinde, 648 sayılı KHK
ile yapılan yukarıdaki düzenlemelerin, Türkiye'de 1985 yılından bu yana
mekansal planlamada yerel yönetimlerin yetkisini artıran süreçten gerekçesiz
bir kopuşu ve 1985 öncesinin de gerisine düşüşü ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.
09.07.1956 tarihli ve 6785 sayılı İmar Yasasının 26 ncı ve 29
uncu maddelerinde, Belediye Meclislerince kabul edilen imar ve yol istikamet
planlarını aynen veya değiştirerek onama ya da değiştirilmek üzere geri çevirme
Bakanlığın yetkisine verilmiş; 20.07.1972 tarihli ve 1605 sayılı Yasa ile
yapılan değişiklikle Bakanlığın bu konudaki yetkisi biraz daha genişletilmişti.
Yerel yönetimlere ilişkin olarak 1982 Anayasasının 123 üncü
maddesinin ikinci fıkrasındaki, idarenin kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim
ve yerinden yönetim esaslarına dayanacağı kuralının, yerel yönetimlerin
düzenlendiği 127 nci maddesinin ikinci fıkrasında ''Mahalli idarelerin kuruluş
ve görevleri ile yetkileri yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenlenir.' şeklinde 1961 Anayasasının 116 ncı maddesinden farklı olarak bir
yerel yönetim ilkesi haline getirilmesiyle birlikte, yerel düzeydeki mekansal
planlama, mahalli müşterek ihtiyaçlar kategorisinde değerlendirilerek, merkezi
idarenin yetkileri, yerel yönetimler lehine sınırlandırılmaya başlanmıştır.
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen mahalli
müşterek ihtiyaç kavramının, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları
içinde yaşayan kişi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı
yörede birlikte yaşamaktan doğan eylemli durumların yarattığı, yoğunlaştırdığı
ve güncelleştirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı
ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade ettiği göz önüne alındığında, yerelde
uygulanacak imar planları ile parselasyon planlarının, birlikte yaşamaktan ve
hemşerilik ilişkisinden doğan mahalli müşterek bir hizmet olduğu göz ardı
edilemez.
Bunun içindir ki, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu
ile birlikte, merkezi idarenin yereldeki mekansal planlama konusundaki
yetkileri, çağdaş demokratik sistemdeki evrimin, katılımcı demokrasi
anlayışının küresel düzeyde yerleşmesinin ve Anayasamızdaki 'yerinden yönetim'
ilkesinin gereği olarak, merkezi idareye göre katılımcı süreçlere daha açık
olan yerel yönetimlere geçmeye başlamış; 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl
Özel İdaresi Kanunu ve 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile
süreç tamamlanmıştır.
Mekansal planlama konusunda yürürlükteki yasalarımızda, bölgesel
düzeyde 'bölge planı' ile 'çevre düzeni planı'; yerel düzeyde ise, 'il çevre
düzeni planı' ile '(nazım ve uygulama) imar planı' öngörülmektedir.
Bölge planları, 3194 sayılı İmar Kanununa göre (md. 8/1-a),
sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini,
sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve altyapıların dağılımını belirlemek üzere
gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilatı (şimdi Kalkınma Bakanlığı)
tarafından yapılacak veya yaptırılacak;
Çevre düzeni planları, 2872 sayılı Çevre Kanununa göre (md. 9), çevre
kirliliğini önlemek ve nazım ve uygulama imar palanlarına esas teşkil etmek
üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli olarak Bayındırlık ve
İskan Bakanlığı (şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) tarafından yapılacak,
yaptırılacak ve onaylanacak;
İl çevre düzeni planları, 5393 sayılı Belediye Kanununa göre
(md. 18/c), belediye sınırları il sınırı olan Büyükşehir Belediyelerinde ilgili
Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak ve doğrudan belediye meclisi
tarafından onaylanacak; diğer illerde ise valinin koordinasyonunda, il
belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılacak ve belediye meclisi ile il
genel meclisi tarafından onaylanacak;
İmar planları ( nazım ve uygulama) ise, 5393 sayılı Belediye
Kanununa göre (md. 14/1-a ve 18/1-c) belediye sınırları içinde ilgili belediye
tarafından hazırlanıp belediye meclisinin onayıyla, 5302 sayılı İl Özel İdaresi
Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel idaresince hazırlanıp il
genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girecektir.
Bu merkez ile yerel arasındaki yetki paylaşımına yönelik genel
düzenlemelere ek olarak, 3621 sayılı Kıyı Kanununda (md. 7), kıyıda doldurma ve
kurutma yoluyla kazanılan arazilerin imar planlarının doldurma ve kurutmayı
yapan ilgili idare tarafından hazırlanması ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
tarafından onaylanması; 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında kalan
alanlardaki planların ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılıp
onaylanması öngörülmüş; 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanununda ise (md. 7), kültür
ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri ile turizm merkezleri içindeki her
ölçekte planların yapılması, yaptırılması ve resen onaylanmasında Kültür ve
Turizm Bakanlığı yetkili kılınmıştır.
Bu bağlamda, mekansal planlamanın bölgesel boyutunda merkezi idare,
yerel boyutunda ise yerel yönetimler yetkilendirilmiştir.
Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya
ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair
tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik
bölgelerine ilişkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili
idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma
izni verme yetkilerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi, yerel
yönetimlerin yetkilerine Anayasa ile bağdaşmayan açık, gelişigüzel ve ölçüsüz
bir müdahale olmanın yanında, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki gaspı
anlamına da gelmektedir.
Yerel yönetimlerin yetkisi içinde bulunan yerel düzeydeki nazım
ve uygulama imar planlarının, merkezi idarenin yetkisi içinde olması gereken
ülke ve bölge düzeyindeki planlarla, çevresel ve varsa metropoliten alan
planlamalarıyla bütünleşik, onlara uygun ve onlarla uyum içinde olması
gerekeceğinde kuşku yoktur. Ancak, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar
ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,
milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve
özel güvenlik bölgelerine ilişkin olarak, her tür ve ölçekteki planlardan
parselasyon planlarına ve hatta inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izinlerine
kadar yerel yönetimlere yasalarla verilen yerel planlama ve ruhsatlandırma
yetkilerinin hiçbir ölçü ve sınırlama getirilmeksizin süresiz olarak merkezi
idare tarafından kullanılmasının öngörülmesi, yerel yönetimlerin yasaların
verdiği yerel planlama yetkilerini, bir yandan yerel gereksinimlere göre
kullanmalarını olanaksız hale getirirken, diğer yandan yerel planlamanın
ilkesel düzeyde olmazsa olmazı kabul edilen planlama dengesini bozmakta ve plan
bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Her yerleşim yerinin fiziki, coğrafi, yer bilimsel ve tarihsel
özellikleri yanında, sosyo-ekonomik gelişme eğilimleri, gelişme potansiyeli,
gelişme aksı ve sektörel hedefleri birbirinden farklılık gösterir. Yerleşim
yerlerinin bu özellikleri bağlamında yerleşime ilişkin imar planlarının yerel
özellik taşıdığı ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerekeceği açıktır.
Hukuksal zorunluluklar bir yana, ülke ve bölge bazındaki üst ölçekli mekansal
planların merkezi idare tarafından yapılması ne kadar doğru ve yerinde ise,
yerel düzeydeki imar planlarının yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı
derecede doğru ve yerindedir. Yerel düzeydeki imar planları, merkezi idare
tarafından da yapılabilir; tercih nedenidir. Ancak, bu durumda sadece
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci, ikinci ve beşinci fıkralarına
aykırılıktan söz edilebilirken; yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel
planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel
gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi
ve bütünlüğünün bozulması durumunda ise, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine
de aykırılık söz konusu olur.
Anayasanın 2 nci maddesinde 'hukuk devleti' ilkesi Cumhuriyetin
temel nitelikleri arasında sayılmıştır. Hukuk devleti ilkesi, yönetimin
yetkilerinin belirsizliğe ve sınırsızlığa yol açmayacak açıklıkta düzenlenmesi
yanında, düzenlemelerin kamu yararına olmasını da gerekli kılar. Yerel
yönetimlerin, yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin yetkilerine merkezi idarenin
ayrımsız ve dilediğince el koyması, yerleşimlerin plan bütünlüğünden ayrışık
biçimde, parsel ölçeğinde plan kararı üretmesi ve yapılaşma kararı vermesi,
yerleşme planlarında var olan dengenin ve bütünlüğün bozulmasına yol açacaktır.
Yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planlama ve ruhsatlandırmada merkezi idareye verilen
sınırsız ve süresiz yetki ile yerel yönetimlerin yasal yetkilerini
kullanmalarının ortadan kaldırılmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı
açıktır. Öte yandan aynı yetki ile imar planlarının dengesinin ve bütünlüğünün
bozulmasının ise kamu yararı ilkesiyle bağdaşmazlığı da ortadadır.
Bilindiği üzere, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya
organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı
belirtilmiştir. Oysa iptali istenen düzenleme, merkezi idareyi Anayasa ile
kendisine verilen idari vesayeti aşan yetkilerle donatmaktadır. Bu durumda,
merkezi yönetimce kullanılan yetkinin kaynağını Anayasadan aldığı ileri
sürülemeyeceğinden, Anayasanın 6 ncı maddesine açık bir aykırılığın varlığını
kabul etmek gerekecektir.
Öte yandan, 18.12.1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak
Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununa göre, askeri yasak bölgeler,
Genelkurmay Başkanlığının istemi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile (md.2);
askeri güvenlik bölgeleri, Genelkurmay Başkanlığınca; kamu ve özel kuruluşların çevresindeki özel güvenlik bölgeleri ise,
Genelkurmay Başkanlığının istemi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin
veya İçişleri Bakanlığının göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay Başkanlığının
uygun görmesi üzerine Bakanlar Kurulunca kuruluyor veya kaldırılıyor (md. 3);
askeri yasak bölgeler ve askeri güvenlik bölgeleri ile özel güvenlik
bölgelerinin kurulması hakkındaki kararlara ekli uygun ölçekli haritalar ve
koordinat listelerinde bu bölgelerin sınırları belirtiliyor (md. 4); birinci ve
ikinci derece kara askeri yasak bölgelerin ve içindeki askeri tesislerin
fotoğraf ve filminin çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması, not
alınması veya harita uygulaması gibi faaliyetlerde bulunulması, bölgenin
savunma ve güvenlik tedbirlerini aksatacak, bozacak ve açıklayacak cihazlar
kullanılması, bu amaçla görevlendirilmiş olanlar ile Genelkurmay Başkanlığı
tarafından izin verilmiş olanlar dışındakilere yasaklanmış (md. 7/1-e ve
9/1-h); birinci derece kara ve deniz askeri yasak bölgesi olarak ilan edilmeyen
Silahlı Kuvvetlere ait kışla, kıta, karargah, kurum, ordugah ve tesisler ile
sualtı ve su üstü tesislerinin, her türlü patlayıcı, yanıcı, akaryakıt ve
gizlilik dereceli maddelerin konmasına tahsis edilmiş sabit ve seyyar depo ve
cephaneliklerle, bu gibi maddeleri dolduran, boşaltan tesisler ve atış
poligonlarının çevresinde; bu yerlerin dış sınırlarından itibaren en fazla
dörtyüz metreye kadar geçen noktaların birleştirilmesi ile tespit edilecek
askeri güvenlik bölgelerinin Genelkurmay Başkanlığınca tesis edilebileceği; bu
bölgelerin çevresinin işaretlenmesine ilişkin esasların yönetmelikte
gösterileceği hüküm altına alınmış (20/1-b); askeri yasak bölge ve güvenlik
bölgesi ilan edilecek yerlerin harita plan ve krokilerinin talepte bulunan
Kuvvet Komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yapılacağı
17.01.1983 tarih ve 83/5949 sayılı BKK ile yürürlüğe giren (RG:
30.04.1983/18033) Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinde
belirtilmiş ve 22.04.1925 tarihli ve 657 sayılı Harita Genel Komutanlığı
Kanununun 4 üncü maddesi ile yurdun savunması için gerekli bütün harita ve
planları yapma görevi anılan komutanlığa verilmiş iken;
Yurt savunması için birinci derecede önemli olan ve gizlilik
taşıyan milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak
alanları ve özel güvenlik bölgelerine ilişkin etütleri, harita, her tür ve
ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını
ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden
itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde
resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığına verilmesini hukuken anlamak ve hukuk içinde kalarak açıklamak
mümkün değildir.
Çünkü, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler,
genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgelerinin kurulması, kaldırılması,
harita ve planlarının çıkarılmasındaki görev ve yetkililer, özel yasayla
düzenlenmiş ve söz konusu yasa yürürlükte iken, anılan yerler herhangi bir
yermiş gibi her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarının
yapılmasının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görevlilerine ve 'yaptırmak' ibaresi
üzerinden de özel kişi ve firmalara açılması, yurt savunmasının gereği olan
gizliliği ortadan kaldırmakta; yurdumuzun milli güvenliğe dair tesisleri,
askeri yasak bölgeleri, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerini yol
geçen hanına çevirerek milli güvenliğimizi tehdit etmektedir.
Anayasanın 5 inci maddesinde, Türk milletinin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak
Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmış; 117 nci maddesinin ikinci
fıkrasında ise, milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt
savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı Bakanlar
Kurulunun sorumlu olduğu belirtilmiştir.
Bakanlar Kurulunun hazırladığı 648 sayılı KHK'nin 1 inci
maddesiyle değiştirilen 644 sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendiyle milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler,
genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine ilişkin etütleri, harita,
her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon
planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru
tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması
halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına verilmesine ilişkin hükümler, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi tehdit ettiği için Anayasanın 5 inci maddesine; Bakanlar Kurulunun
Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı olan milli güvenliğin sağlanması ve
Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanması sorumluluğuyla bağdaşmadığı
için de Anayasanın 117 nci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak
bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerinin anılan statüleri
devam ettiği sürece, her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon
planlarına konu oluşturması ve dolayısıyla yapılaşmaya açılması hukuken olanak
dışıdır. Anılan yerlerin, her tür ve ölçekteki planların yapılmasına ilişkin esasların
belirlemesi ile bunlara ilişkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve
parselasyon planlarının gerektiğinde yapılması, yaptırılması ve onanması
işlemlerine konu oluşturabilmesi için, öncelikle 2565 sayılı Kanun veya
çıkarılacak başka bir yasa hükümlerine göre hukuki statülerinin değiştirilmesi
ve dolayısıyla milli güvenliğe dair tesis, askeri yasak bölge, genel sığınak
alanı ve özel güvenlik bölgesi statülerinden arındırılmaları gerekir.
Arındırıldıklarında da ortada milli güvenliğe dair tesis, askeri yasak bölge,
genel sığınak alanı ve özel güvenlik bölgesi kalmayacağı ve dolayısıyla
özelliksiz herhangi bir yer olacakları için KHK'de anılan ifadelerin yer
almaması veya anılan ifadelerle nitelendirilmemeleri gerekir.
Bakanlar Kurulu, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak
bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerinin kentlerin
merkezlerinde kaldığından hareketle büyük bir rant kapısı oluşturduğunu
düşünüyor ve buraları kent merkezlerinin dışına taşıyıp, arazilerini satarak kent
rantlarını nakte çevirmeyi planlıyorsa, Kararname hükümlerini niyetlendiği
planı açık ve belirgin bir biçimde ortaya koyacak şekilde düzenlemeli ve hukuki
belirsizlik, karmaşa, kargaşa ve yetki çatışması yaratmaktan kaçınmalıdır.
İptali istenen bentteki, milli güvenliğe dair tesisler, askeri
yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri ile ilgili her
tür ve ölçekteki planların yapılmasına ilişkin esasları belirlemek, bunlara
ilişkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarını
gerektiğinde yapmak, yaptırmak ve resen onaylamak yetkilerinin, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığına verilmesine ilişkin düzenleme, milli güvenliğin
gerekleriyle bağdaşmadığı için kamu yararına sonuç doğurmayacağı gibi, adalet
anlayışıyla bağdaşmamakta ve makul da bulunmamaktadır. Hukuki karmaşa, yetki
çatışması ve hukuki belirsizlik yaratarak hukuk güvenliğini ortadan
kaldırmaktadır.
Hukuk güvenliği, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk
devletinin en önemli unsurlarından biridir. Hukuk güvenliği, kurallarda
belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin
sağlanması da yönetimin görev ve yetkilerinin yasalarda açıkça gösterilmesinden
geçmektedir. Bu itibarla söz konusu düzenleme, hukuki karmaşa, kargaşa, belirsizlik
ve yetki çatışması yarattığı ve kamu yararına sonuç doğurmayacağı için
Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 1 inci maddesiyle değiştirilen 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (ç) bendindeki, '' Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen
alanlar ile '' ibaresi ile '' mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde
yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler,
genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri '' ifadesi ve 4 üncü maddesi
ile 644 sayılı KHK'nin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen
'mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,'
ibaresi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve
127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
3) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesiyle 644
Sayılı KHK'nin 2 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (h) Bendi ile 4
üncü Maddesiyle 644 Sayılı KHK'nin 7 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına
Eklenen (e) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle 644
sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi ile
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum
veya kuruluşlarına ya da kişilere ait olan taşınmazlar üzerinde yapılacak
yatırımlara ilişkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya
hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt,
harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını,
parselasyon planlarını ve değişikliklerini ilgili idarelerin başvurusu üzerine
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren üç ay içinde
yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı
kullanma izni vermek yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilirken;
4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 7 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile ise, 2 nci maddenin birinci fıkrasının
(h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut
Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara
yönelik olarak kentsel dönüşüm, yenileme ve transfer alanları geliştirmek, bu
alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım
projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri
ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer
etmek, kamulaştırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaştırma
yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti
tesis ve tescilini sağlamak yetkileri, Bakanlığın Mekansal Planlama Genel
Müdürlüğüne verilmektedir.
644 sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına
eklenen (h) bendindeki hükümler ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
görevlerinin düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5393
sayılı Belediye Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi
Teşvik Kanunu ve 3621 sayılı Kıyı Kanununda; 7 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (e) bendi ile de 5393 sayılı Belediye Kanunu, 775 sayılı
Gecekondu Kanunu ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda örtülü değişiklikler yapılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı İmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve
5302 sayılı İl özel İdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 3621
sayılı Kıyı Kanunu ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu ile 2985 sayılı Toplu Konut
Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. 6223 sayılı Yetki
Yasasının kapsamında olmayan alanlarda, Bakanlar Kurulunun 648 sayılı KHK ile
düzenlemeler yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, 644 sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (h) bendi ile yatırımcılar lehine Anayasanın 10 uncu
maddesine aykırı bir ayrımcılık yapılarak sermaye kesimine imtiyaz
tanınmaktadır.
Yatırımlar, sermaye kesimi tarafından yapıldığına ve yatırımlar
ya kişilere ait taşınmazlar ya da Devletçe sağlanan teşvikler bağlamında
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum
veya kuruluşlarına ait olan taşınmazlar üzerine yapılacağına göre, söz konusu
taşınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara ilişkin olarak ilgilileri tarafından
hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce/yerel yönetimlerce üç
ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım
ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini ilgili
idarelerin başvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden
itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde
resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığına verilmesi, sermaye sınıfına tam anlamıyla bir imtiyaz sağlanması
anlamına gelmektedir.
Çünkü, ilgili idareler yani yerel yönetimler sermayedarların
yapacakları yatırımlar için hazırladıkları veya hazırlattıkları etüt, harita,
her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon
planlarını ve değişikliklerini onaylamıyorlar ise, onaylanmak üzere sunulan
planlar, ya ilgili idareler tarafından hazırlanan yerel planlara (il çevre
düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı) aykırı olduğu veya plan
dengesini veya bütünlüğünü bozduğu için ya da keyfi olarak onaylamıyorlardır.
Yine aynı şekilde ilgili yerel yönetimler, başvuru tarihinden itibaren üç ay
içinde inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izni vermiyorlar ise, ya keyfi
davrandıklarından ya da planın hatalı, yanlış, onaylanmamış olmasından dolayı
inşaat ruhsatını, yapının plana aykırı olmasından dolayı da yapı kullanma
iznini vermiyorlardır. Başka olasılık yoktur.
Onaylanmama veya ruhsatlandırmama sebebi ne olursa olsun,
Anayasanın 125 inci maddesine göre, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolu açık ve 36 ncı maddesine göre de herkes, meşru araç ve
yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı
olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğuna göre, planı
onaylanmayan veya inşaat ruhsatı veya yapı kullanma izni verilmeyen
yatırımcıların, planı onaylanmayan veya ruhsatını alamayan tüm yurttaşlar gibi,
idarenin hukuka aykırı işlemine karşı dava açmaları ve idarenin hukuka aykırı
işlemini iptal ettirerek yatırımlarını yapmaları gerekir.
Yargı, ilgili idarenin işlemini iptal etmiyor ise, bu durum
yatırımcının yaptığı yada yaptırdığı planın ilgili idarenin planına aykırı
olduğunu veya plan dengesini veya bütünlüğünü bozduğunu ortaya koymaktadır ki,
ilgili idarenin planlarına aykırı olan veya plan dengelerini yada bütünlüğünü
bozan yatırımlara ilişkin planların da uygulanmaması hukuk devleti olmanın
asgari gereğidir. Aynı şeyler ruhsatlandırma için de geçerlidir.
Sermaye sınıfının, ilgili idarelerin mekansal planlarına aykırı
olan planlarını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden uygulanabilir kılmak
için ilgili yerel yönetimlerin devre dışı bırakılmasını ve hukuksal sonuç
doğuran onaylamama kararlarının bertaraf edilmesini amaçlayan söz konusu düzenlemeler,
kamu gücü ve otoritesini kullanarak sermaye sınıfına imtiyaz tanınmasını
amaçladığı ve imtiyazla sonuçlandığı için Anayasanın 10 uncu maddesine
aykırıdır. Aynı aykırılık ruhsatlandırma için de geçerlidir.
Öte yandan, sermaye sınıfına sağlanan imtiyaz, ilgili yerel
yönetimlerin planlarına aykırı olan, plan dengesini veya bütünlüğünü bozan ve
bu yönleriyle de hukuka aykırı olan planları ile plana aykırı yapılarına,
hukuka aykırı olarak hukuksallık kazandırmayı ve kamu yararını bertaraf etmeyi
amaçladığı için Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır. Bir yasa kuralının konulmasında kamu yararının bulunduğunun
kabulü için yasanın yalnızca özel çıkar veya belli kişilere yarar sağlamayı
değil, toplumun geneline yönelik yararlar sağlamayı amaçlaması gerekir. Bunun
için de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının, yerel yönetimlerin yerleşme ve
yapılaşmaya ilişkin planlarına aykırı olan, plan dengelerini veya bütünlüğünü
bozan hukuka aykırı planlar için devreye girmesi gerekiyor ise, sadece
yatırımcı sermaye sınıfı için değil, tüm yurttaşlar için girmesi gerekir.
Yerleşmeye ve yapılaşmaya ilişkin yerel planların Anayasanın 127
nci maddesinde sözü edilen mahalli müşterek ihtiyaç kapsamında olduğu ve
yerinden yönetim ilkesinin gereği olarak yerel yönetimlerce hazırlanıp
onaylanarak yürürlüğe girmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Nitekim, 5393 sayılı Belediye Kanununda (md. 18/c), il çevre
düzeni planlarının, belediye sınırları il sınırı olan Büyükşehir
Belediyelerinde ilgili Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılması ve belediye
meclisi tarafından onaylanması; diğer illerde ise valinin koordinasyonunda, il
belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılarak belediye meclisi ile il
genel meclisi tarafından birlikte onaylanması hüküm altına alınmıştır. İmar
planlarının ise belediye sınırları içinde ilgili belediye tarafından hazırlanıp
belediye meclisinin onayıyla (md. 14/1-a ve 18/1-c); belediye ve mücavir alan
dışında kalan yerlerin imar planlarının ise 5302 sayılı İl Özel İdaresi
Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel idaresince hazırlanıp il
genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girmesi öngörülmüştür.
Yerel yönetimlerce hazırlanan yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin
planlara aykırı veya planların dengesini yada bütünlüğünü bozan hukuka aykırı
planlara, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden hukuksallık kazandırılması ve
böylece yerel yönetimlerce hazırlanan planların dengesinin ve bütünlüğünün
bozulması, Anayasanın 127 nci maddesine de aykırıdır.
648 sayılı KHK'nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 7 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendinde, 2 nci maddenin birinci
fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu
Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmaktan
söz edilmektedir.
Göndermede bulunulan 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h)
bendi, yukarıda incelendiği üzere, kişilere ait taşınmazlar ile Devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya
kuruluşlarına ait olan taşınmazlar üzerine yapılacak yatırımlarla ilgilidir.
2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi ise, yatırımları değil,
gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileştirilerek yeniden kazanımına
yönelik olarak geliştirilecek gecekondu dönüşüm projelerini konu almaktadır. Bu
bağlamda, (e) bendiyle göndermede bulunulan 2 nci maddenin birinci fıkrasının
(h) bendinde belirtilen konular ile 2985 sayılı Kanunun ek 7 nci maddesinde
düzenlenen konular arasında tutarsızlığa dayalı açık bir belirsizlik vardır
(Söz konusu belirsizlik, 23.08.2011 tarihli ve 653 sayılı KHK'nin 6 ncı maddesiyle
değiştirilen 644 sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h)
bendi ile daha da belirgin hale gelmiştir. Bu bağlamda, Yüksek Mahkemenin
değerlendirmelerini, 653 sayılı KHK'nin 6 ncı maddesiyle değişik (h) bendine
göre yapması uygun olacaktır).
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin
unsurlarından biri de, vatandaşlara hukuk güvenliği sağlanmasıdır. Hukuk
güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik,
hukuksal kuralların anlamının açık olmasıyla sağlanır. Hukuk devletinde yargı
denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının
yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Bu bağlamda, 648 sayılı
KHK'nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 7 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (e) bendi, Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.
Gecekonduların ıslahı, tasfiyesi ve gecekondu dönüşüm
projelerinin hayata geçirilmesi amacına yönelik olarak yürürlükte 20.07.1966
tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 02.03.1985 tarihli ve 2985 sayılı Toplu
Konut Kanunu bulunmanın yanında, bu konuda 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı
Belediye Kanununun 73 üncü maddesinde hükümler bulunmaktadır.
Gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, gecekondu ve kentsel dönüşüm
projelerinin gerçekleştirilmesi ile ilgili görev ve yetkiler, 775 sayılı
Gecekondu Kanununda belediyeler ile Toplu Konut İdaresi Başkanlığına; 2985
sayılı Toplu Konut Kanununda, Kanunun ek 1 inci maddesine göre Başbakanlığa
bağlı bir tüzel kişilik olarak kurulan Toplu Konut İdaresi Başkanlığına ve 5393
sayılı Belediye Kanununda ise belediyelere verilmiştir.
648 sayılı KHK'nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 7 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile ise, 2 nci maddenin
birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı
Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya
yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüşüm, yenileme ve transfer
alanları geliştirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar
uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu
çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri
yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaştırma ve gerektiğinde usulüne uygun
olarak acele kamulaştırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma
izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkileri,
Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmektedir.
Ancak, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığının kuruluşunu
düzenleyen 2985 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (ı)
bendine göre, gecekondu alanlarının dönüşümüne yönelik uygulamalar yapmak
görevi de verilen TOKİ Başkanlığına aynı Kanunun 4 üncü maddesinin 24.07.2008
tarihli ve 5793 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle değişik birinci fıkrasında;
'Başkanlık, gecekondu dönüşüm projesi uygulayacağı alanlarda
veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut
iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak
şekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve
tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükşehir belediye sınırları içerisinde
kalan alanlar için büyükşehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye
sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri
tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların
belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde
aynen veya değiştirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay
içerisinde onaylanmayan planlar Başkanlık tarafından re'sen onaylanır.
Belediyeler, valilik veya Başkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan
ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı İmar Kanunu
hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm
işlemler Başkanlık tarafından re'sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.'
denilirken;
Göndermede bulunulan 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci
maddesinde ise;
'Başkanlık gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileştirilerek
yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri geliştirebilir,
inşaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabilir. Bu amaçla gecekondu
bölgelerinde, gerçek kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde
bulunan gayrimenkuller ile 24.2.1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu
Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanuna göre hak sahibi olan
kişilerin haklarına konu gayrimenkullerin değeri Başkanlık tarafından tespit
edilir ve Başkanlık bu kişilerle proje çerçevesinde anlaşmalar yapabilir. Bu
anlaşmaların usul ve esaslarını belirlemeye Başkanlık yetkilidir.
Gecekondu Dönüşüm Projesi çerçevesinde idare tarafından yapımı
gerçekleştirilen konutların bedelleri proje uygulamalarının yapıldığı illerdeki
mevcut ekonomik durum, doğal afetler, konut rayiç bedelleri ve gecekondu
bölgesindeki kişilerin gelir durumu göz önünde bulundurularak gerekli
görüldüğünde kamuoyuna ilân edilerek yapım maliyetlerinin altında tespit
edilebilir. Bu madde uyarınca konut bedellerini, ödeme şeklini ve süresini
belirlemeye Toplu Konut İdaresi Başkanının önerisi üzerine Başkanlığın bağlı
bulunduğu Bakan yetkilidir.
(Ek fıkra: 24/7/2008-5793/10 md.) Başkanlık, yukarıda
belirtilen hükümler kıyas yoluyla uygulanmak suretiyle depremle ilgili dönüşüm
projeleri de gerçekleştirebilir. Bu projelere dair işlemlerin usul ve
esaslarını belirlemeye Başkanlık yetkilidir.'
denilmiştir.
Konut ve arsa üretimi ve kredilendirme ile gecekondu dönüşüm
projeleri uygulamak üzere özel olarak kurulmuş TOKİ Başkanlığının uygulayacağı
gecekondu dönüşüm projeleri için yapacağı planlarda, çevre ve imar bütünlüğünü
bozmama kaydı getirilir ve yaptığı planların aynen veya değiştirilerek onaylanması
yetkisi yerel yönetimlere verilirken; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kuruluş,
görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen 644 sayılı KHK'nin 7 nci maddesine,
648 sayılı KHK'nin 4 üncü maddesiyle eklenen (d) bendinde, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı tarafından gerçekleştirilecek kentsel dönüşüm projeleri için
yapılacak planlara ilişkin olarak yerleşim yerlerinin yerleşme ve yapılaşmaya
ilişkin mevcut planlarının, 'çevre ve imar bütünlüğünü bozmama' kaydı dahil
hiçbir sınırlama getirilmemesi ve yaptığı planların Anayasal düzeyde yetkili
olan yerel yönetimlerin onayına tabi olmak bir yana bilgisine dahi sunulmadan
ve koordinasyon sağlanmadan yürürlüğe girmesi, hukuken anlaşılabilir olmanın
uzağındadır.
Bu anlayış, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye belediyesidir
ve belediye sınırları da Türkiye Cumhuriyeti kara sınırlarıdır demekle
eşdeğerdir.
Anayasanın, 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin
kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına
dayanacağı; 126 ncı maddesinin birinci fıkrasında, Türkiye'nin merkezi idare
kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre illere, illerin de diğer kademeli bölümlere ayrılacağı; 127
nci maddesinin ilk fıkrasında, mahalli idarelerin, il, belediye veya köy
halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları
kanunla belirtilen ve karar organları kanunda gösterilen, seçmenler tarafından
seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileri oldukları; ikinci fıkrasında ise,
mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin yerinden yönetim
ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği kuralları getirilmiştir.
Bu hükümlere göre, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Bakanlar
Kurulunca çıkarılan 644 ve 648 sayılı KHK'lerdeki düzenlemelerin aksine,
Türkiye'nin mahalli idare değil, merkezi idare kuruluşudur.
Gecekondu veya kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştirerek
sağlıklı, düzenli ve çevreyle uyumlu bir kentleşmeyi sağlama görevinin,
belediyeler ve TOKİ Başkanlığı yanında ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
da verilmesi, kaynak savurganlığına sebep olmakla birlikte Yasakoyucun
yetkisindedir. Ancak, en azından yetkilendirilen kurum ve kuruluşlar ile yerel
yönetimler arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanması da kamu yararının
gereğidir.
İşbirliği ve koordinasyon sağlanmak bir yana, yerel yönetimlerin
yasal yetkileri bağlamında yerleşimlerin özellikleri ve çevre şartlarına göre
hazırladıkları yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planların dengesi ve bütünlüğü
gözetilmeden, yapı ruhsatı ile yapı kullanma izni verme yetkilerinin yerel
yönetimlere ait olduğu dikkate alınmadan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına, 2985
sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya
yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüşüm, yenileme ve transfer
alanları geliştirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar
uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu
çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri
yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaştırma ve gerektiğinde usulüne uygun
olarak acele kamulaştırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma
izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkilerinin
verilmesi, Anayasanın 127 nci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli
kentleşmeyi gerçekleştirme görevi verilmiş; 56 ncı maddesinde, herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkından söz edilerek çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve
vatandaşlara ödev olarak yüklenmiş; 57 nci maddesinde ise, Devletin şehirlerin
özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karşılayacak önlemleri alacağı, toplu konut teşebbüslerini
destekleyeceği belirtilmiştir.
Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve kişi hakları ve
ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı
getirildiğinden, kentsel dönüşüm projeleri yoluyla sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi
esas alan, 644 sayılı KHK'nin 7 nci maddesine, 648 sayılı KHK'nin 4 ncü
maddesiyle eklenen (d) bendi, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan
kapsamına girdiğinden yasa ile düzenlenmesi gerekmekte olup, kanun hükmünde
kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, çevreyi geliştirmek, Devletin Anayasal görevi
olduğuna ve Devletin Anayasal görevi olan konut ihtiyacını, şehirlerin
özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde
karşılayacak önlemleri alması gerekeceğine göre, belediyeler ile TOKİ
Başkanlığına ek olarak ayrıca Çevre ve Şehircilik Bakanlığına da kentsel
dönüşüm projesi uygulama görevi verilecek ise, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından yapılacak planların, yerel yönetimlerce kentlerin özelliklerine ve
çevre şartlarına göre yapılmış yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planlarına uygun
olması, mevcut planlarının dengesini ve bütünlüğünü bozmaması ve bu uygunluğun
sağlanması için de yerel yönetimlerin yetkili organlarının onayına tabi
tutulması, Anayasanın 56 ncı ve 57 nci maddelerinin zorunlu sonucudur. Aksine
düzenlemeler, Anayasanın 56 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır.
Ayrıca, söz konusu (e) bendiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığına,
'paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak,
imar hakkı transfer etmek,' gibi Anayasanın 35 inci maddesinde güvence altına
alınan 'mülkiyet hakkı'nı hiçe sayan 'Bolu Beyi Yetkileri' verilmektedir.
Anayasanın 35 inci maddesine aykırı olan söz konu düzenleme, hukuk devleti
ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.
Mülkiyet hakkı, Anayasanın ikinci kısmının ikinci bölümünde
kişinin hakları ve ödevleri içinde yer aldığından, kanun hükmünde kararname ile
düzenleme yasağı alanına girmekte ve aksine düzenleme Anayasanın 91 inci
maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin; 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi, Anayasanın 10 uncu, 91 inci ve 127 nci
maddelerine; 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 7 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (e) bendi ise, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56 ncı, 57 nci, 91
inci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu Maddesiyle 644
Sayılı KHK'ye Eklenen 13/A Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b), (ç), (d) ve
(e) Bentleri ile (a) Bendindeki '' sulak alanlar '', (c) Bendindeki '' doğal
sit alanları, sulak alanlar '' İbareleri ile 'özel çevre koruma bölgeleri ''
ibaresinin; (2) Numaralı Fıkrasının İlk Cümlesindeki '' ile Bakanlıkça tespit
edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının ''
İbaresi ile İkinci Cümlesindeki '' Ancak Bakanlıkça '' İbaresinin ve 63 üncü
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644
sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinde, yeni kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğünün görevleri düzenlenmektedir.
Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğüne verilen görevler
incelendiğinde, Genel Müdürlüğün;
- 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda
düzenlenen, 'milli park', 'tabiat parkı', 'tabiat anıtı' ve 'tabiatı koruma
alanı'nın tespiti ve belirlenmesine, 'milli park gelişme planı' ile imar
planlarına, ilişkin olarak Tarım ve Orman Bakanlığı/Çevre ve Orman Bakanlığına
verilen görevleri;
- 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanununda düzenlenen 'tabiat varlıkları' ile 'doğal, sit
alanları'nın tespit, tescil, koruma amaçlı imar planı ve yönetimine ilişkin
olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurullarına verilen görevleri;
- 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu
Başkanlığının 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre 'Özel Çevre
Koruma Bölgesi' olarak ilan edilen ve edilecek alanlara ilişkin koruma, koruma
ve kullanma esaslarını belirleme, imar planlarını yapma vb. görevleri;
Yapmakla görevlendirildiği; bu görevleri yapabilmesi için de 383
sayılı KHK ile Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kişiliğe sahip olarak kurulan Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılırken; 2863 sayılı Kanuna göre kurulan
'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu' Kültür Varlıklarını Koruma
Yüksek Kuruluna, 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' ise Kültür
Varlıkların Koruma Bölge Kuruluna dönüştürülerek 'tabiat varlıkları ve doğal
sitler'in anılan kurulların görev alanından çıkarıldığı ve 51 inci maddesiyle
2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
bünyesinde oluşturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarına verildiği anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
- (a) bendinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları,
tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer
alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu
alanların sınırlarını tescil etmek;
- (b) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel
çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul
ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek,
yönetmek ve yönetilmesini sağlamak;
- (c) bendinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları,
tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma
bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve
yapılaşmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre
düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek,
uygulamak veya uygulanmasını sağlamak;
- (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve
kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde
koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüşünü alarak belirlemek
ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar
vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını
yapmak, yaptırmak ve onaylamak;
- (d) bendinde, orman alanları dışında yer alan korunması
gerekli taşınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının
Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak
kullanılmak üzere tahsisini gerçekleştirmek, uygulamaların tahsis şartlarına
uygun olarak gerçekleşmesini izlemek ve denetlemek;
- (e) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel
çevre koruma bölgelerine ilişkin olarak; hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli
görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araştırma ve
inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları
yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaştırma veya benzer yollarla
kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli
görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak
veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere ilişkin her türlü tasarrufta
bulunmak, işletmek, işlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara
ilişkin insan ve finansman kaynağı sağlamak;
- (f) bendinde, Bakan tarafından verilen benzeri görevleri
yapmak,
Görevleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıkları
Koruma Genel Müdürlüğüne verilmekte;
- (2) numaralı fıkrasında ise, orman ve orman rejimine tabi
olmayan yerlerde Orman ve Su İşleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen
tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve
benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları,
tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı Bakanın onayı
ile yapılacağı; ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve
doğal sit alanları dahil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının
Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edileceği; uygulama imar planı kararı
ile yapı yasağı getirilen özel mülkiyete konu alanlara ilişkin arazi ve arsa
düzenlemesi ve trampa veya kamulaştırma işlemlerinin ise, bu alanların yönetimi
ve işletmesini üstlenen kuruluşlarca veya Bakanlıkça gerçekleştirileceği hüküm
altına alınmaktadır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644
sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinde, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre
Kanunu, 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 19.10.1983
tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair
KHK'de örtülü değişiklikler yapılmıştır.
Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana ilişkin
temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 383
sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 6223 sayılı
Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki
içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci
maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve
düzenli kentleşmeyi gerçekleştirme görevi verilmiş; 56 ncı maddesinde, herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkından söz edilerek çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve
vatandaşlara ödev olarak yüklenmiş; 57 nci maddesinde, Devletin şehirlerin
özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karşılayacak önlemleri alacağı belirtilmiş; 63 üncü maddesinde ise,
Devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını
sağlayacağı kuralına yer verilmiştir.
Sağlıklı ve düzenli kentleşmenin ana bileşenlerinden biri,
Devletin, çevreyi, sulak alanları, ormanları, tarih, kültür ve tabiat
varlıklarını koruyup geliştirerek vatandaşların sağlıklı ve dengeli bir çevrede
beden ve ruh sağlığı içinde yaşamalarının sağlanmasıdır.
Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve kişi hakları ve
ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı
getirildiğine göre, sağlıklı ve düzenli kentleşmenin ana bileşenlerinden biri
olan çevrenin, sulak alanların, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasını esas alan kuralların, KHK ile düzenlenmesi, Anayasanın 91 inci
maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden, söz konusu düzenlemeler
Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında
ise, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiş;
madde gerekçesinde de,
'Vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı
içinde yaşamasını sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir.
'
Sanayileşen toplumların son yıllarda karşılaştıkları önemli
sorunlardan biri çevre kirlenmesidir. Sanayileşme ve bununla gelişen kırsak
kesimlerden şehirlere göç, tabiatı kaldıramayacağı bir yükle karşılaştırmış,
sonuçta tabiattaki insan ' tabii bitki örtüsü ve su ilişkilerindeki dengeler
bozulmuştur. Flora değişmeye başlamış, tabiat, sular, topraklar ve hava o
derece kirlenmiştir ki, artık bu üç ortamdan hayat çekilmeye ve insanlar için
büyük tehlikeler oluşturmaya başlamıştır.
Eskiden hissedilmeyen fakat son yıllarda hissedilen çevre
kirlenmesi şimdi dengeli ve sağlıklı çevre bilincini yaratmıştır. (')
Çevreyi koruyan mevzuat kadar eğitim ve Devlet denetimi de
gereklidir.
Çevreyi koruyucu fiili tedbirler ve faaliyetler de gereklidir.
Suların temizlenmesi, atıkların değerlendirilmesi veya örtülmesi, hava
kirliliği için filtreleme, ağaçlandırma ve benzeri tedbirler böyledir.
Çevre korunmasının bu önemi ve son yıllarda kazandığı boyutlar,
ferde Devlete karşı dengeli ve sağlıklı çevrede yaşama yolunda bir sosyal hak
tanınmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu sebeple Devlet hem kirlenmeyi önlemeli hem de tabii çevrenin
korunması ve geliştirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken tedbirleri
almalıdır.'
denilmiştir.
1982 Anayasasını yapan kurucu iktidarın ilk defa, artan nüfus,
sanayileşme, kentleşme ve modern tarım teknikleri ile birlikte ortaya çıkan
çevre sorunlarına karşı, dengeli ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına Anayasal
sosyal bir hak statüsü kazandırması ve Devlete ve yurttaşlara, 'çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek' ödevini
yüklemesi ile birlikte, yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü ödevin gereği yasal
düzenlemeleri yapmıştır.
Bu bağlamda, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanununun
'Çevrenin korunması' başlıklı 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının;
- (a) bendinde, doğal çevreyi oluşturan biyolojik çeşitlilik ile
bu çeşitliliği barındıran ekosistemin korunmasının esas olduğu; biyolojik
çeşitliliği koruma ve kullanım esaslarının, yerel yönetimlerin,
üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının ve ilgili diğer kuruluşların
görüşleri alınarak belirleneceği;
- (b) bendinde, ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma
ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal
nüfusun barınma, çalışma, dinlenme, ulaşım gibi ihtiyaçlarının karşılanması
sonucu oluşabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar
plânlarına esas teşkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000
ölçekli çevre düzeni plânlarının Bakanlıkça yapılacağı, yaptırılacağı ve
onaylanacağı ile bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına
ilişkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği;
- (c) bendinde, ulusal mevzuat ve taraf olduğumuz uluslararası
sözleşmeler ile koruma altına alınarak koruma statüsü kazandırılmış alanlar ve
ekolojik değeri olan hassas alanların her tür ölçekteki plânlarda
gösterilmesinin zorunlu olduğu ile koruma statüsü kazandırılmış alanlar ve
ekolojik değeri olan alanların, plân kararı dışında kullanılamayacağı;
- (d) bendinde, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan,
çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik
çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek
kuşaklara ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin
yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan etmeye,
bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plân ve projelerin
hangi bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye Bakanlar Kurulunun
yetkili olduğu;
- (e) bendinde, sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik
dengelerinin korunmasının esas olduğu; sulak alanların doldurulması ve
kurutulması yolu ile arazi kazanılamayacağı; bu hükme aykırı olarak arazi
kazanılması halinde söz konusu alan faaliyet sahibince eski haline
getirileceği;
Hüküm altına alınmıştır.
19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı KHK ile de 2872 sayılı Çevre
Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, Bakanlar
Kurulunca 'Özel Çevre Koruma Bölgesi' ilan edilen ve edilecek alanların sahip
olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm
önlemleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar
planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek
ve re'sen onaylamak üzere Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kişiliğe sahip Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuştur.
648 sayılı KHK'nin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen
ek 1 inci maddesiyle ise, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmakta ve
383 sayılı KHK'nin 10 uncu, 12 nci ve 13 üncü maddelerinde Başkanlığa verilen
görevlerden 10 uncu ve 12 nci maddelerindekilerden bir kısmı, 648 sayılı
KHK'nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinde, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne
verilmektedir.
Anayasanın Devlete yüklediği ödevleri yerine getirecek teşkilatı
istediği biçimde kurma, yasakoyucunun yetkisindedir. Ancak, söz konusu
teşkilatı kurarken, Anayasanın Devlete yüklediği ödevin önemini ve özelliğini
göz önünde bulundurması ve Anayasal görevleri Anayasanın öngördüğü şekilde
yerine getirebilecek teşkilatı kurması, hukuk devleti olmanın da gereğidir.
Devlet tüzel kişiliğinden ayrı tüzel kişiliğe sahip özerk
kurumlar, yürütme görev ve yetkisinin yatay düzlemde dağıtılarak, Devlete
yüklenen Anayasal görevlerin, güncel siyasal çatışma ve çekişmelerden bağımsız,
tarafsız ve teknik gereklerine uygun bir şekilde yerine getirilmesi amacıyla
kurulmuşlardır.
Piyasaları düzenlemek için kurulan düzenleyici ve denetleyici
özerk kurumların Türkiye'nin gündeminde olmadığı 1980'lerde, 2872 sayılı Çevre
Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla 'Özel Çevre Koruma
Bölgesi' ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını
giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme gibi teknik görevlerin, Çevre
Bakanlığının bir genel müdürlüğüne değil de Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel
kişiliğe sahip özerk kurum şeklinde kurulan 'Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı'na verilmesinin nedeni, Anayasada sosyal bir hak statüsü kazandırılan,
'sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı'nın gereği olan Devletin 'çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek' ödevinin gereği
gibi yerine getirilmesini sağlamaktır.
Çünkü, çevrenin Anayasanın öngördüğü şekilde korunması ve
geliştirilmesi için, 56 ncı maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere 'Devlet
denetimi de gereklidir.' Denetim ise, doğası gereği bağımsız ve tarafsız bir
faaliyettir. Bağımsızlığın ve tarafsızlığın sağlanmasının yolu da öncelikle
teşkilatlanmanın bunu sağlayacak şekilde yapılandırılmasından geçmektedir.
Bu bağlamda, Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kişiliğe sahip
Özel Çevre Koruma Kurulu Başkanlığının kapatılması ve bu kurula verilen
görevlerin tamamı yerine bir kısmının Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 56 ncı maddesiyle
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit
alanlarının iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakışmasına dayalı
bütünlüğü nedeniyle korunması, değerlendirilmesi ve desteklenmesi Anayasada tek
bir maddede düzenlenmiş ve Anayasal görevlere ilişkin tek bir yasa çıkarılarak
bütüncül bir koruma anlayışı benimsenmiştir. Nitekim, Anayasanın 63 üncü
maddesinin birinci fıkrasında, 'Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici
tedbirleri alır.' denilirken; taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının korunmasına ve değerlendirilmesine ilişkin Devlete yüklenen
Anayasal görevler bağlamında, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıştır.
Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal,
tarihi, arkeolojik ve kentsel) alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu
zaman aynı alanda çakışmasına dayalı bütünlüğü gerçeği, 2863 sayılı Kanunun
'Tanımlar ve Kısaltmalar' başlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih ve 19660
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik'in 3 üncü maddesinde
yapılan tanımlardan da açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
648 sayılı KHK'nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunda yer
alan 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu' ile 'Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' ibarelerinin sırasıyla 'Kültür Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu' ve 'Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' şeklinde
değiştirilip; kültür varlıklarının, tabiat varlıkları, sit alanları ve ören
yerlerinden ayrılarak, 2863 sayılı Kanunda taşınır ve taşınmaz kültür
varlıkları ile kentsel, arkeolojik ve tarihi sitlere ilişkin görevlerin Kültür
ve Turizm Bakanlığı ile koruma kurulları tarafından yürütülmesi sağlanırken; taşınmaz
tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarına ilişkin olarak ise, 2863 sayılı
Kanunda yer alan düzenlemeler de dikkate alınmaksızın, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlerinin
düzenlendiği 13/A maddesine sıkıştırılması, Anayasanın 63 üncü maddesiyle
bağdaşmamaktadır.
Bu itibarla, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu
maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki '' sulak alanlar '', (c)
bendindeki '' doğal sit alanları, sulak alanlar '' ibareleri ile '' özel çevre
koruma bölgeleri '' ibaresi; (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki '' ile
Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma
alanlarının '' ibaresi ile ikinci cümlesindeki '' Ancak Bakanlıkça '' ibaresi
ve yürürlüğe ilişkin 63 üncü maddesi, Anayasanın 56 ncı ve 63 üncü maddelerine
aykırıdır.
2872 sayılı Çevre Kanununun 'Çevrenin korunması' başlıklı 9 uncu
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik
önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su
alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili
kültürel kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını emniyet altına almak üzere
gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak
tespit ve ilan etmeye, Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır.
Oysa, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlerinin
düzenlendiği 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde 'sulak
alanların' sınırlarını tescil etmek; (b) bendinde ise, tabiat varlıkları ve
doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay,
değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek yanında bu alanların
sınırlarını tespit ve tescil etmek görevleri, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğüne verilerek Bakanlar Kurulu devre dışı bırakılmaktadır.
Bakanlar Kurulunun herhangi bir alanı Özel Çevre Koruma Bölgesi
olarak tespit ve ilanı, o alanın sınırlarının haritalar üzerinde belirlenmesini
ve tescilini de içermektedir. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, sulak
alanlar ile özel çevre koruma bölgelerinin sınırlarını tespit ederek özel
kütüğüne kaydedip resmileştirecek yani tescil edecek ise, o alan sınırları da
belirlenmiş bir şekilde resmi olarak özel çevre koruma bölgesi statüsüne
kavuşmuş olacağından, Bakanlar Kurulunun tespit ve ilan yetkisi fiili ve hukuki
olarak sonlandırılmış demektir. Aksine, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğüne verilen sulak alanlar ile özel çevre koruma bölgelerinin
sınırlarını tespit ve tescil etme görevleri, Bakanlar Kurulunun o alanı özel
çevre koruma bölgesi olarak tespit ve ilan edebilmesi için idare tarafından
yapılması gereken ön hazırlık işlemleri ise, kurallaştırmanın anlatılmak
istendiği şekilde yazılması gerekir.
Öte yandan, tabiat varlıkları ile sit alanlarının sınırlarının
tespit ve tescili, yönetilmesi ve yönetilmesinin sağlanmasına ilişkin kurallar,
21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu
ile bu Kanuna göre hazırlanmış Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik'te düzenlenmiştir.
2863 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasında,
korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve sit alanlarının
tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve
faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluşların görüşü alınarak yapılacağı; üçüncü
fıkrasında ise yapılan tespitlere dayalı olarak koruma bölge kurulu kararı ile
tescil olunacağı hüküm altına alınmış ve 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında
da taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli
tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu
kurum ve kuruluşları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak Kültür ve Turizm
Bakanlığının yetkisine verilmiştir.
2863 sayılı Kanunun 7 nci ve 10 uncu maddeleri halen yürürlükte
ve değiştirilmemiş iken; 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi ile tabiat varlıkları ve doğal sit alanlarının tespit,
tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu
alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini
sağlamak görevleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğüne verilmesi Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
2863 sayılı Kanunun birinci fıkrasının (a) bendinin;
- (8) numaralı alt bendinde, koruma amaçlı imar planı, 'bu Kanun
uyarınca belirlenen sit alanlarında, alanın etkileşim-geçiş sahasını da göz
önünde bulundurarak, kültür ve tabiat varlıklarının sürdürülebilirlik ilkesi
doğrultusunda korunması amacıyla arkeolojik, tarihi, doğal, mimarî, demografik,
kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaşma verilerini içeren alan
araştırmasına dayalı olarak; hali hazır haritalar üzerine, koruma alanı içinde
yaşayan hane halkları ve faaliyet gösteren iş yerlerinin sosyal ve ekonomik
yapılarını iyileştiren, istihdam ve katma değer yaratan stratejileri, koruma
esasları ve kullanma şartları ile yapılaşma sınırlamalarını, sağlıklaştırma,
yenileme alan ve projelerini, uygulama etap ve programlarını, açık alan
sistemini, yaya dolaşımı ve taşıt ulaşımını, alt yapı tesislerinin tasarım
esasları, yoğunluklar ve parsel tasarımlarını, yerel sahiplilik, uygulamanın
finansmanı ilkeleri uyarınca katılımcı alan yönetimi modellerini de içerecek
şekilde hazırlanan, hedefler, araçlar, stratejiler ile plânlama kararları,
tutumları, plân notları ve açıklama raporu ile bir bütün olan nazım ve uygulama
imar plânlarının gerektirdiği ölçekteki plânlardır.';
- (9) numaralı alt bendinde çevre düzenleme projesi, 'ören
yerlerinin arkeolojik potansiyelini koruyacak şekilde, denetimli olarak
ziyarete açmak, tanıtımını sağlamak, mevcut kullanım ve dolaşımdan kaynaklanan
sorunlarını çözmek, alanın ihtiyaçlarını çağdaş, teknolojik gelişmelerin
gerektirdiği donatılarla gidermek amacıyla her ören yerinin kendi özellikleri
göz önüne alınarak hazırlanacak 1/500, 1/200 ve 1/100 ölçekli düzenleme
projeleridir.';
- (10) numaralı alt bendinde yönetim alanı, 'sit alanları, ören
yerleri ve etkileşim sahalarının doğal bütünlüğü içerisinde etkin bir şekilde
korunması, yaşatılması, değerlendirilmesi, belli bir vizyon ve tema etrafında
geliştirilmesi, toplumun kültürel ve eğitsel ihtiyaçlarıyla buluşturulması
amacıyla, plânlama ve koruma konusunda yetkili merkezî ve yerel idareler ile
sivil toplum kuruluşları arasında eşgüdümü sağlamak için oluşturulan ve
sınırları ilgili idarelerin görüşleri alınarak Bakanlıkça belirlenen
yerlerdir.';
- (11) numaralı alt bendinde yönetim plânı, 'yönetim alanının
korunmasını, yaşatılmasını, değerlendirilmesini sağlamak amacıyla, işletme
projesini, kazı plânı ve çevre düzenleme projesi veya koruma amaçlı imar
plânını dikkate alarak oluşturulan koruma ve gelişim projesinin, yıllık ve beş
yıllık uygulama etaplarını ve bütçesini de gösteren, her beş yılda bir gözden
geçirilen plânlardır.';
Şeklinde açıklanmış;
8 inci maddesinin birinci fıkrasında, 7 nci maddeye göre tescil
edilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının
tesbiti ve bu alanlar içinde inşaat ve tesisat yapılıp yapılamayacağı konusunda
karar alma yetkisinin Koruma Kurullarına ait olduğu; Koruma Kurullarının
kararına karşı 61 inci maddenin ikinci fıkrasına göre itiraz edilebileceği
hüküm altına alınmış;
Koruma Kurullarının Görev, Yetki ve Çalışma Şekli başlıklı 57
nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, Kültür ve Turizm Bakanlığınca
tespit edilen veya ettirilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının
tescilini yapmak; (c) bendinde, sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay içinde
geçiş dönemi yapı şartlarını belirlemek; (d) bendinde, koruma amaçlı imar
planları ile bunların her türlü değişikliklerini inceleyip karar almak; (e)
bendinde, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma
alanlarının tespitini yapmak, görev ve yetkileri Koruma Kurullarına
verilmiştir.
Söz konusu yasal düzenlemeler yürürlükte ve değiştirilmemiş
iken; 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c)
bendinde 'doğal sit alanları'nın kullanma ve yapılaşmaya yönelik ilke
kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama
imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya uygulanmasını
sağlamak; (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel
sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde koruma ve
kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüşünü alarak belirlemek ve bu
alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her
tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak,
yaptırmak ve onaylamak; (d) bendinde, orman alanları dışında yer alan korunması
gerekli taşınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının
Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak
kullanılmak üzere tahsisini gerçekleştirmek, uygulamaların tahsis şartlarına
uygun olarak gerçekleşmesini izlemek ve denetlemek; (e) bendinde, tabiat
varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine ilişkin
olarak, hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak
ve onaylamak, her türlü araştırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek,
eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen
alanların kamulaştırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini
sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve
kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım
projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlere ilişkin her türlü tasarrufta bulunmak, işletmek, işlettirmek
ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara ilişkin insan ve finansman
kaynağı sağlamak görev ve yetkileri Çevre ve şehircilik Bakanlığının Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmekte;
(2) numaralı fıkrasında ise, orman ve orman rejimine tabi
olmayan yerlerde Orman ve Su İşleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen
tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve
benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat
varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanının Bakanın onayı ile
yapılacağı; ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal
sit alanları dahil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının
Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edileceği hükmü getirilmektedir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin
unsurlarından biri de, vatandaşlara hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk
güvenliği, kurallarda 'belirlilik' ve öngörülebilirlik gerektirir. Kurallarda
belirlilik, yönetimin görev ve yetkilerinin, çelişkili, tutarsız, görev ve
yetki çatışmasına yol açacak nitelikte olmamasını, sınırının açıkça
gösterilmesini ve herkesin anlayacağı açıklıkta kurallaştırılmasını gerektirir.
Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve
yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur.
Oysa, 2863 sayılı Kanunda korunması gerekli taşınmaz kültür ve
tabiat varlıkları ile tarihi, arkeolojik, doğal ve kentsel sitlere ve ören
yerlerine ilişkin kurallar yürürlükte ve değiştirilmeden, iptali istenen
düzenlemelerin yasalaştırılarak hukuk sistemine girmesi, hukuksal çelişki,
tutarsızlık ve yetki çatışmalarına yol açarak hukuki belirsizlik yarattığı ve
'belirlilik' özelliği taşımadığı için yasama yetkisinin amacına uygun biçimde
kullanılmasına elverişli olmadığı gibi, hukuk devleti ilkesi ile de
bağdaşmamaktadır.
Maddenin (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi,
arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların
çakıştığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüşünü
alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce
yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak görevlerinin Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne verilmesi
anlaşılabilir olmanın uzağındadır.
2863 sayılı Kanunda, tabiat varlıkları, doğal, tarihi,
arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların
çakıştığı yerlerde koruma ve kullanma esasları belirlenmiştir ve bu alanların
Kültür ve Turizm Bakanlığınca yönetileceği hüküm altına alınmıştır. 2863 sayılı
Kanun yürürlükte değilmişçesine, 'bu alanların kısmen veya tamamen hangi
idarelerce yönetileceğine karar vermek' yetkisinin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığının Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne verilmesi, Kültür ve Turizm
Bakanlığını söz konusu genel müdürlüğün şube müdürlüğü konumuna indirgemekte ve
söz konusu genel müdürlüğü yasama organının üzerine çıkarmaktadır.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin görev ve yetkilerinin
kanunla düzenlenmesini gerektirir. Hiçbir ölçü getirilmeden, korunması gereken
hangi alanların hangi durumlarda hangi idarelerce yönetileceğinin esas ve
usulleri ile ilkeleri belirlenmeden, Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne,
tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma
statüsü bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde bu alanların kısmen veya
tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek yetkisinin tanınması,
idarenin kanuniliği ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, yasama yetkisinin idareye
devri anlamına da gelmektedir. Bu itibarla söz konusu düzenleme, Anayasanın 7
nci, 87 nci ve 123 ncü maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı
Kararında, 'Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu
yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz'
denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin
vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle
bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı
düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal,
tarihsel ve kültürel kaynaklarından olan ve Anayasal güvence altında bulunan
çevrenin, sulak alanların, kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi,
arkeolojik ve kentsel sitlerin Anayasanın öngördüğü şekilde korunup,
değerlendirilerek gelecek kuşaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası
gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur.
Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması
halinde yasama yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasada belirtilen
amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek için kanunla yapılacak olan
düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre şekillenecektir; yani kanun
koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleştirmek için
getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya
aittir.
Fakat kanun koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu
yararının dışında kişisel, siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir başka amaca
ulaşmak için bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, 'yetki saptırması' adı
verilen durum ortaya çıkar ve bu durum, kuşkusuz, Anayasa Mahkemesi'nin denetim
alanına girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup
olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleştirmek için yapılıp
yapılmadığını denetleyebilir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2863 sayılı Yasada yer alan
düzenlemelerde kullanılan dil, üslup, anlatım ve ifadeler ile kurulan
sistemler, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit
alanlarını, Anayasanın öngördüğü şekilde korumaya, değerlendirmeye ve gelecek
kuşaklara aktarmaya yönelik sofistike bir zihniyetin; 648 sayılı KHK'dekilerin
ise tabiat varlıkları ile sit alanlarını koruyup, değerlendirerek gelecek
kuşaklara aktarmak yerine, imara açarak pazarlamaya yönelik müflis tüccar
zihniyetinin eseri olduğu yukarıda yer verilen yasa maddelerini okuyan herkesin
anlayabileceği açıklıktadır.
Kanun koyucu, takdirine bırakılmış konularda, düzenleme
yetkisini kullanırken, kuşkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu
düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır.
(E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963
sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı
emredici kuralları için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 56 ncı ve 63
üncü maddelerinin gerektirdiği Anayasal bir zorunluluktur.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki '' sulak
alanlar '', (c) bendindeki '' doğal sit alanları, sulak alanlar '' ibareleri
ile '' özel çevre koruma bölgeleri '' ibaresi; (2) numaralı fıkrasının ilk
cümlesindeki '' ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat
varlıkları ve bunların koruma alanlarının '' ibaresi ile ikinci cümlesindeki ''
Ancak Bakanlıkça '' ibaresi ve yürürlüğe ilişkin 63 üncü maddesi, Anayasanın 2
nci, 7 nci, 56 ncı ve 63 üncü, 87 nci ve 123 ncü maddelerine aykırı olduğundan
iptali gerekir.
5) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci Maddesi ile 644
Sayılı KHK'nin 25 inci Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkrası ile 32 nci
Maddesiyle 29.06.2011 Tarihli ve 645 Sayılı KHK'nin 19 uncu Maddesine Eklenen
(2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesi ile 644
sayılı KHK'nin 25 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası ile 32 nci
maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK'nin 19 uncu maddesine eklenen
(2) numaralı fıkrasında, Bakanlık Müşavirlerinin, Bakanın uygun göreceği merkez
veya taşra teşkilatına ait birimlerde çalıştırılabileceği hükmü
getirilmektedir.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Bayındırlık İl Müdürü ve üstü
kadrolarında görev yapanlar, 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin geçici 3 üncü maddesiyle görevlerinden
alınarak halen bulundukları kadro derecesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Bakanlık Müşaviri kadrolarına; Çevre ve Orman Bakanlığının Çevre ve Orman İl
Müdürü ve üstü kadrolarında görev yapanlar ise, 645 sayılı Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK'nin geçici 3 üncü maddesiyle
görevlerinden alınarak halen bulundukları kadro derecesiyle Orman ve Su İşleri
Bakanlığının Bakanlık Müşaviri kadrolarına atanmışlar; CHP ise söz konusu
yasayla görevden almaların iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle
Anayasa Mahkemesine dava açmıştı.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kariyer ve liyakat
ilkelerine ve atanmalarındaki usule göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile
Çevre ve Orman Bakanlığının il müdürü ve üzeri daire başkan yardımcısı, daire
başkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteşar yardımcısı, müsteşar
gibi hiyerarşik kadro görev unvanlarına atanan kamu görevlilerinin
atanmalarındaki usulün aksine tamamının Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile bir
günde görevlerinden alınarak ihdas edilen Bakanlık Müşavirliği kadrolarına
atanmalarındaki hukuksuzluğa ek olarak şimdi de Bakanın uygun göreceği merkez
veya taşra teşkilatına ait birimlerde çalıştırılabileceği hükmünün getirilmesi,
yürütme organının haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikte sınır tanımadığını
ortaya koymaktadır.
3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev esasları Hakkında
Kanunun 27 nci maddesinde, bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taşıyan
konularda bakanlık makamına yardımcı olmak üzere özel yeteneği olanlardan
bakanlık müşaviri atanabileceği ve bakanlık müşavirlerinin bakanlık makamına
bağlı olduğu hükmüne yer verilmiş ve aynı hüküm 644 sayılı KHK'nin 25 inci ve
645 sayılı KHK'nin 19 uncu maddesinde benzer ifadelerle yer almıştır.
Söz konusu bakanlıklarda il müdürü ve üstü görev yapan kamu
görevlileri hukuka aykırı olarak da olsa Bakanlık Müşavirliği kadrolarına
atanmışlardır. 3046 sayılı Kanun ile 644 ve 645 sayılı KHK'lerde Bakanlık
Müşavirlerinin, bakanlık makamına yardımcı olmak üzere bakanlık makamına bağlı
çalışacağı hüküm altına alınmıştır.
657 sayılı Kanunda ise, memuriyet kadroları; kadro unvanı, görev
unvanı, hizmet sınıfı ve mesleki kariyerlerine göre sınıflandırılmış; 33 üncü
maddesinde kadrosuz memur çalıştırılamayacağı; 39 uncu maddesinde, 657 sayılı
Kanuna tabi kurumlarda sınıflar dışında memurluk kadroları ihdas edilemeyeceği;
45 inci maddesinde ise hiçbir memurun sınıfının dışında ve sınıfının içindeki
derecesinin altında bir derecenin görevinde çalıştırılamayacağı kurallarına yer
verilmiştir.
Hukuksuz bir biçimde, Bakanlık Müşavirliği kadrolarına atanmış
bulunanların, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatındaki hizmet sınıfları ile
meslek kariyerlerinden unvanlı veya unvansız hangi kadrolara ait hangi
görevleri yürüteceği de belirtilmeden, Bakanın uygun göreceği gibi sınırsız bir
yetki kapsamında, Bakanın uygun göreceği birimlerde çalıştırılabileceği gibi
belirsiz bir görevlendirmeye tabi tutulmaları, Anayasa ve İdare Hukukunun genel
ilkeleri bir yana mantıkla da bağdaşmamaktadır.
Bakana tanınan söz konusu yetki bağlamında Bayındırlık Bakanlığı
Müsteşarı iken, 644 sayılı KHK ile Bakanlık Müşavirliğine atanan mühendis
kariyerli kamu görevlisi, örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Manisa İl
Müdürlüğünün kontrolünde yapılan Salihli İlçesi Çaypınar Köyü sağlık ocağı
inşaatının kontrol teşkilatında çalıştırılabilecektir.
Yasa koyucu, Anayasanın 128 inci maddesi uyarınca, memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerini kanunla
düzenlerken, Anayasanın 11 inci maddesi gereğince, Anayasanın diğer hükümlerine
de uygun hareket etmek zorundadır.
Böyle bir düzenlemede Anayasanın gözetilmesi gereken
hükümlerinden birisi de, 2 nci maddesi ve bu maddede yer alan hukuk devleti
ilkesidir.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalışma yaşamında adalete ve
eşitliğe dayalı bir hukuk düzeni kurmak; kazanılmış hakları korumak
durumundadır. Hukukta kazanılmış hakların korunması, hukuki güvenliğin kanıtı,
uygunluğun ölçüsüdür.
Hukuk devletinin temel unsurları arasında 'kazanılmış haklara
saygı' yer almaktadır. Bu nedenle 128 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca
yapılacak tüm düzenlemelerin, memurların ve kamu görevlilerinin kazanılmış
haklarını koruması gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK'nin 25 inci maddesine eklenen
(2) numaralı fıkrası ile 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı
KHK'nin 19 uncu maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası, Anayasanın 2 nci ve 11
inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
6) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci Maddesiyle 644
Sayılı KHK'ye Eklenen Ek 1 inci Maddesi ile 19 uncu, 20 nci ve 63 üncü
Maddelerinin Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci maddesiyle 644
sayılı KHK'ye eklenen ek 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 383 sayılı
KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmakta; (2) numaralı
fıkrası ile 383 sayılı KHK'de belirtilen iş ve işlemlerin, Bakan tarafından
uygun görülen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının birimlerince yürütüleceği; (3)
numaralı fıkrası ile, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığına ait her
türlü taşınır, taşıt, araç, gereç ve malzeme ile borç ve alacak, hak ve
yükümlülük, her türlü kayıt ve dokümanın hiçbir işleme gerek kalmaksızın Çevre
ve Şehircilik Bakanlığına devredilmiş sayılacağı; mülkiyeti Hazineye ait veya
devletin hüküm ve tasarrufundaki, taşınmazlardan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığına
tahsis edilmiş olanların hiçbir işleme gerek kalmaksızın tahsis amacında
kullanılmak üzere Bakanlığa devredilmiş sayılacağı; (4) numaralı fıkrasında,
kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığının harcamalarının, 6091 sayılı
2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Maliye Bakanlığınca yeni bir
düzenleme yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığının 2011 yılı
bütçesinde yer alan ödeneklerden karşılanacağı; (5) numaralı fıkrasında, Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığında Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanı, Başkan
Yardımcısı, I. Hukuk Müşaviri ve Daire Başkanı kadrosunda bulunanların, ekli
(3) sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık Müşaviri kadrolarına, Özel Çevre
Koruma Müdürü ve Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanların,
bulundukları illerdeki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün şube müdürü
kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle atanmış sayılacakları;
geçici 3 üncü maddenin beşinci fıkrası hükümleri bunlar hakkında da
uygulanacağı; bu madde uyarınca ihdas edilen Bakanlık Müşaviri kadrolarının,
herhangi bir sebeple boşalması halinde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal
edilmiş sayılacağı; bunlar dışında kalan personelin, hiçbir işleme gerek
kalmaksızın kadro ve pozisyonlarıyla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
devredildiği; devredilen personele ait kadroların, başka bir işleme gerek
kalmaksızın devir tarihi itibarıyla ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ait bölümüne eklenmiş ve
devredilen sözleşmeli pozisyonların aynı Bakanlığa vize edilmiş sayılacağı;
19 uncu maddesinde, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Kanununun eki (II) sayılı cetvelin 'B) Özel Bütçeli Diğer İdareler' bölümünde
yer alan '31) Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı' sırasının yürürlükten
kaldırıldığı;
20 nci maddesinde, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3
üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı,' ve sekizinci fıkrasında yer alan 'Çevre ve Şehircilik Bakanlığı,'
ibarelerinin yürürlükten kaldırıldığı;
63 üncü maddesinde ise 648 sayılı KHK'nin yayımı tarihinde
yürürlüğe gireceği;
Hüküm altına alınmıştır.
Anayasanın 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında
ise, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiş;
madde gerekçesinde de,
'Vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı
içinde yaşamasını sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir.
'
Çevreyi koruyan mevzuat kadar eğitim ve Devlet denetimi de
gereklidir.
'
Çevre korunmasının bu önemi ve son yıllarda kazandığı boyutlar,
ferde Devlete karşı dengeli ve sağlıklı çevrede yaşama yolunda bir sosyal hak
tanınmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu sebeple Devlet hem kirlenmeyi önlemeli hem de tabii çevrenin
korunması ve geliştirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken tedbirleri
almalıdır.'
denilmiştir.
1982 Anayasasını yapan kurucu iktidarın ilk defa, artan nüfus,
sanayileşme, kentleşme ve modern tarım teknikleri ile birlikte ortaya çıkan
çevre sorunlarına karşı, dengeli ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına Anayasal
sosyal bir hak statüsü kazandırması ve Devlete ve yurttaşlara, 'çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek' ödevini
yüklemesi ile birlikte, yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü ödevin gereği yasal
düzenlemeleri yapmıştır.
Bu bağlamda, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu
çıkarılmış; 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı KHK ile de 2872 sayılı Çevre
Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, Bakanlar
Kurulunca 'Özel Çevre Koruma Bölgesi' ilan edilen ve edilecek alanların sahip
olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm
önlemleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar
planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek
ve re'sen onaylamak üzere Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kişiliğe sahip Özel
Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuştur.
648 sayılı KHK'nin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen
ek 1 inci maddesiyle ise, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmakta ve
383 sayılı KHK'nin 10 uncu, 12 nci ve 13 üncü maddelerinde Başkanlığa verilen
görevlerden 10 uncu ve 12 nci maddelerindekilerden bir kısmı, 648 sayılı
KHK'nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinde, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne
verilmektedir.
Kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana ilişkin temel
kanun niteliğinde olan 2872 sayılı Çevre Kanunu ile 383 sayılı Özel Çevre
Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde
bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine
aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve
düzenli kentleşmeyi gerçekleştirme görevi verilmiş; 56 ncı maddesinde, herkesin
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkından söz edilerek çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve
vatandaşlara ödev olarak yüklenmiş; 57 nci maddesinde, Devletin şehirlerin
özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karşılayacak önlemleri alacağı belirtilmiş; 63 üncü maddesinde ise,
Devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını
sağlayacağı kuralına yer verilmiştir.
Sağlıklı ve düzenli kentleşmenin ana bileşenlerinden biri,
Devletin, çevreyi, sulak alanları, ormanları, tarih, kültür ve tabiat
varlıklarını koruyup geliştirerek vatandaşların sağlıklı ve dengeli bir çevrede
beden ve ruh sağlığı içinde yaşamalarının sağlanmasıdır.
Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve kişi hakları ve
ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı
getirildiğine göre, sağlıklı ve düzenli kentleşmenin ana bileşenlerinden biri
olan çevrenin, sulak alanların, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasını esas alan kuralların, KHK ile düzenlenmesi, Anayasanın 91 inci
maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden, iptali istenen söz konusu
düzenlemeler Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da aykırılık
oluşturmaktadır.
Anayasanın Devlete yüklediği ödevleri yerine getirecek teşkilatı
istediği biçimde kurma, yasakoyucunun yetkisindedir. Ancak, söz konusu
teşkilatı kurarken, Anayasanın Devlete yüklediği ödevin önemini ve özelliğini
göz önünde bulundurması ve Anayasal görevleri Anayasanın öngördüğü şekilde
yerine getirebilecek teşkilatı kurması, hukuk devleti olmanın da gereğidir.
Devlet tüzel kişiliğinden ayrı tüzel kişiliğe sahip özerk
kurumlar, yürütme görev ve yetkisinin yatay düzlemde dağıtılarak, Devlete
yüklenen Anayasal görevlerin, güncel siyasal çatışma ve çekişmelerden bağımsız,
tarafsız ve teknik gereklerine uygun bir şekilde yerine getirilmesi amacıyla
kurulmuşlardır.
Piyasaları düzenlemek için kurulan düzenleyici ve denetleyici
özerk kurumların Türkiye'nin gündeminde olmadığı 1980'lerde, 2872 sayılı Çevre
Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla 'Özel Çevre Koruma
Bölgesi' ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını
giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme gibi teknik görevlerin, Çevre
Bakanlığının bir genel müdürlüğüne değil de Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel
kişiliğe sahip özerk kurum şeklinde kurulan 'Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı'na verilmesinin nedeni, Anayasada sosyal bir hak statüsü
kazandırılan, 'sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı'nın gereği olan
Devletin 'çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek'
ödevinin gereği gibi yerine getirilmesini sağlamaktır.
Çünkü, çevrenin Anayasanın öngördüğü şekilde korunması ve
geliştirilmesi için, 56 ncı maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere 'Devlet
denetimi de gereklidir.' Denetim ise, doğası gereği bağımsız ve tarafsız bir
faaliyettir. Bağımsızlığın ve tarafsızlığın sağlanmasının yolu da öncelikle
teşkilatlanmanın bunu sağlayacak şekilde yapılandırılmasından geçmektedir.
Bu bağlamda, Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kişiliğe sahip
Özel Çevre Koruma Kurulu Başkanlığının kapatılması ve bu kurula verilen
görevlerin tamamı yerine bir kısmının Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 56 ncı maddesiyle
bağdaşmamaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı
Kararında, 'Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu
yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz'
denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin
vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle
bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı
düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal
kaynaklarından olan ve Anayasal güvence altında bulunan çevrenin ve sulak
alanların Anayasanın öngördüğü şekilde korunup, değerlendirilerek gelecek
kuşaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara
bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur.
Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması
halinde yasama yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasada belirtilen
amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek için kanunla yapılacak olan
düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre şekillenecektir; yani kanun
koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleştirmek için
getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya
aittir.
Fakat kanun koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu
yararının dışında kişisel, siyasal ya da koruma altında bulunan çevresel
değerleri satmak gibi saklı amaç güttüğü; bir başka amaca ulaşmak için bir
konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, 'yetki saptırması' adı verilen durum
ortaya çıkar ve bu durum, kuşkusuz, Anayasa Mahkemesi'nin denetim alanına
girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup olmadığını
değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleştirmek için yapılıp yapılmadığını
denetleyebilir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2863 sayılı Yasada yer alan
düzenlemelerde kullanılan dil, üslup, anlatım ve ifadeler ile kurulan
sistemler, korunması gerekli çevresel değerleri ve sulak alanları, Anayasanın
öngördüğü şekilde korumaya, değerlendirmeye ve gelecek kuşaklara aktarmaya
yönelik sofistike bir zihniyetin; 648 sayılı KHK'dekilerin ise çevresel
değerler ile sulak alanları koruyup, değerlendirerek gelecek kuşaklara aktarmak
yerine, imara açarak pazarlamaya yönelik müflis tüccar zihniyetinin eseri
olduğu, 383 sayılı KHK ile kurulan 'Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı'nın
yasal statüsü, görevleri ve görevlerini yerine getiriş biçimi ile 648 sayılı
KHK ile kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün statüsü,
görevleri ve görevlerini yerine getiriş biçiminin karşılaştırılmasından
anlaşılabilecek açıklıktadır.
Kanun koyucu, takdirine bırakılmış konularda, düzenleme
yetkisini kullanırken, kuşkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu
düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır.
(E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963
sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı
emredici kuralları için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 56 ncı ve
maddelerinin gerektirdiği Anayasal bir zorunluluktur.
Bu itibarla, iptali istenen düzenlemelerde kamu yararı
bulunmadığı, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı, Devlete yüklenen Anayasal
görevleri karşılamadığı için Anayasanın 2 nci ve 56 ncı maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, ek 1 inci maddenin (2) numaralı fıkrasında, 383
sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de belirtilen iş ve işlemlerin, Bakan
tarafından uygun görülen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının birimlerince
yürütüleceği kuralı getirilmiştir.
Bu düzenlemeye göre, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu
maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla 'Özel Çevre Koruma Bölgesi' ilan
edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve
kullanma esaslarını belirleme gibi teknik görevler, Bakanın uygun görmesi
üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığının örneğin, Destek Hizmetleri Dairesi
Başkanlığı veya Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı veya Mesleki Hizmetler Genel
Müdürlüğü tarafından görülebilecektir.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini
gerekli kılar. Bakanın yasa ile yetkilendirilmesi, Anayasanın öngördüğü biçimde
yasa ile düzenleme anlamına gelmez. 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu
maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla 'Özel Çevre Koruma Bölgesi' ilan
edilen yerler için, 383 sayılı KHK'de belirtilen iş ve işlemlerin Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının hangi birimleri tarafından yürütüleceğinin yasada
açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki
hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen ek 1 inci maddesi ile
buna dayalı olarak 19 uncu, 20 nci ve yürürlüğe ilişkin 63 üncü maddeleri
Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduklarından iptali
gerekir.
7) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci Maddesiyle 644
Sayılı KHK'ye Eklenen Geçici 6 ncı Maddesinin (1) Numaralı Fıkrası ile (3)
Numaralı Fıkrasının ve 41 inci Maddesindeki '21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan 'Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu' İbareleri 'Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu' şeklinde ve 'kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu' ile
'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' İbareleri 'Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' şeklinde değiştirilmiş '' İfadesi ile 41 inci
Maddesiyle 2863 Sayılı Kanunun 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine
Eklenen (13) Numaralı Alt Bendin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı
KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile geçici 6 ncı
maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak
tespit ve tescil edilmiş alan ve varlıklara ilişkin her türlü belgenin, bu alan
ve varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en geç altı ay
içinde Bakanlığa devredileceği ve tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili
yeni değerlendirme yapılıncaya kadar bu alanlara ilişkin olarak kültür ve
tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınmış kararların geçerli
olacağı; (3) numaralı fıkrasında ise, Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından
oluşturulacak komisyonca yeniden tespit edilen statülerin Çevre ve Şehircilik
Bakanının onayı ile, yapı yasağı öngörülen statülerin ise Bakanlar Kurulunca
onaylandıktan sonra tescil edileceği; bu alanlar ile varlıkların yeni
statüsüne, ören yerlerinin ise mevcut statüsüne uygun koruma-kullanma
esaslarına göre yetkili idarelerce yönetileceği hüküm altına alınmaktadır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644
sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesi ve 644 sayılı KHK'nin 41 inci
maddesiyle 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanununda örtülü değişiklikler yapılmaktadır.
Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenlediği alana ilişkin
temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun
kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması,
Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, Devletin
tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı;
bu amaçla destekleyici ve teşvik edici önlemleri alacağı kuralına yer verilmiş;
Anayasanın bu emredici kuralının gereği olarak da yasa koyucu, korunması
gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları
belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke
ve uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmek
üzere 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu çıkarmıştır.
Tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının ve sit
alanlarında kendi içinde iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakışmasına
dayalı bütünlüğü nedeniyle de gerek Anayasa da gerek 2863 sayılı Kanunda
bütüncül bir koruma anlayışı benimsenmiştir. Nitekim, taşınır ve taşınmaz
kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel)
alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakışmasına
dayalı bütünlüğü gerçeği, 2863 sayılı Kanunun 'Tanımlar ve Kısaltmalar'
başlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih ve 19660 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve
Tescili Hakkında Yönetmelik'in 3 üncü maddesinde yapılan tanımlardan da açık
bir şekilde anlaşılmaktadır.
648 sayılı KHK'nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunda yer
alan 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu' ile 'Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' ibarelerinin sırasıyla 'Kültür Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu' ve 'Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' şeklinde
değiştirilip; kültür varlıkları ile tarihi, arkeolojik ve kentsel sit
alanlarının, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarından ayrılarak, 2863
sayılı Kanunda kültür varlıklarına ilişkin görevlerin Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile koruma kurulları tarafından yürütülmesine devam edilirken; tabiat
varlıkları ve doğal sit alanlarına ilişkin olarak ise, 2863 sayılı Kanunda yer
alan düzenlemeler de dikkate alınmaksızın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü görevlendirilmektedir.
Bu düzenleme, Anayasanın 63 üncü maddesinde bütüncül bir koruma
anlayışı benimsenmesi ve bilimsel olarak da tarih, kültür ve tabiat varlıkları
ile sit alanlarının ve sit alanlarının da kendi içinde iç içe olması ve çoğu
zaman aynı alanda çakışmasına dayalı bütünlüğünden dolayı bütüncül bir koruma
anlayışını zorunlu kılması nedeniyle Anayasanın 63 üncü maddesiyle
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve
tescil edilmiş alan ve varlıklar, yürürlükte bulunan 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunundaki esas ve usullere göre, 58 inci
maddesindeki üyelerden oluşan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulları tarafından 3 üncü maddesindeki tanımlar ile 7 nci ve 57 nci
maddesindeki esaslar çerçevesinde tespit ve tescil edilmişlerdir.
Tabiat varlığı ve doğal sit alanı olarak tespit ve tescili
yapılan alanların statülerinin yeniden değerlendirmeye alınabilmesi için fiilen
iki koşuldan en azından birinin değişmesi gerekir. Bunlardan birincisi, tabiat
varlığı ve sit alanları tanımlarının değişmesi; ikincisi ise, değerlendirmeyi
yapacak kurulun değişmesi. Bakanlar Kurulu 648 sayılı KHK ile 2863 sayılı
Kanunun 3 üncü maddesinde düzenlenen 'kültür varlıkları', 'tabiat varlıkları',
'sit' ve 'ören yeri' tanımlarında bir değişiklik yapmadan, 648 sayılı KHK'nin
41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendine (13) numaralı 'Doğal (tabii) sit' tanımını eklemiş ve 644 sayılı KHK'ye
eklenen geçici 6 ncı maddenin (3) numaralı fıkrası ile de tabiat varlığı ve doğal
sit alanlarının statülerini yeniden belirleyecek komisyonun Bakanlık tarafından
konunun uzmanlarından oluşturulacağı hükmünü getirmiştir. Böylece tanımlarda
dolaylı, komisyonda ise esaslı değişiklik yapmıştır.
Ancak, Bakanlar Kurulu tarafından yapılan 'Doğal (tabii) sit'
tanımı, hukuksal çelişki ve tutarsızlık yanında bilimsel açıdan da sorunludur.
Şöyle ki:
2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde halen;
Tabiat varlıkları tanımı; 'jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve
tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri
bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan
değerlerdir.'
Sit tanımı ise; 'tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli
medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve
benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının
yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin
cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli
alanlardır.'
Şeklinde iken;
Bakanlar Kurulunun 648 sayılı KHK ile yaptığı,
'Doğal (tabii) sit tanımı, 'jeolojik devirlere ait olup, ender
bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında
veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.'
Şeklindedir.
Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde kentsel sit, tarihi sit,
arkeolojik sit gibi genel 'sit' statüsünün alt unsuru veya çeşidi olan 'Doğal
(tabii) sit' için Bakanlar Kurulu tarafından yapılan tanımın, 2863 sayılı
Kanundaki 'Sit' tanımıyla hiçbir ilgisi olmamanın ötesinde, kapsamının
daraltılarak 'tabiat varlıkları' tanımıyla örtüştürülmeye çalışıldığı
görülmektedir.
2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yapılan sit tanımının,
'doğal sit' alanına karşılık gelen ifadesi, 'tarih öncesinden günümüze kadar
gelen ' tabiat özellikleri ile korunması gerekli alan' şeklindedir. Oysa, 648
sayılı KHK de yapılan 'doğal (tabii) sit' tanımında, 'tarih öncesinden günümüze
kadar gelen' zaman periyodu, 'jeolojik devirlere ait olmak' ile
sınırlandırılmış; 'tabiat özelliği'ne dayanan niteliği ise, 'ender bulunmaları
nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip' mertebesine yükseltilmiştir. Bu
bağlamda, 2863 sayılı Kanundaki doğal sit tanımıyla, 648 sayılı KHK'deki doğal
sit tanımı arasında hiçbir ilgi ve bağlantı bulunmamaktadır.
Öte yandan, 648 sayılı KHK'deki 'doğal (tabii) sit' tanımda,
'tabiat varlıkları' esas alınmasına rağmen, 2863 sayılı Kanunda yapılan tabiat
varlıkları tanımındaki, 'jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere
ait' olmaya ilişkin zaman periyodu, 648 sayılı KHK'deki doğal sit tanımında
'jeolojik devirlere ait' olmak ile sınırlandırılır ve dolayısıyla tarih öncesi
ve tarihi devirler kapsam dışı bırakılır iken; 'ender bulunmaları veya
özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli' niteliği ise, 'ender
bulunmaları nedeniyle olağan üstü özellikler sahip olması' şeklinde
daraltılmıştır.
Türkiye'nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun
bulunan ve 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla
onaylanan (R.G. 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı) Dünya Kültürel ve Doğal
Mirasın Korunması Sözleşmesinin 1 inci maddesindeki, 'Sitler: Tarihsel,
estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî evrensel değeri olan
insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri
kapsayan alanlar.'
Şeklindeki tanım ve 2 nci maddesindeki,
'Bu Sözleşmeye göre aşağıdaki eserler 'doğal miras'
sayılacaktır:
Estetik veya bilimsel açıdan istisnaî evrensel değeri olan,
fiziksel ve biyolojik oluşumlardan veya bu tür oluşum topluluklarından
müteşekkil doğal anıtlar.
Bilim veya muhafaza açısından istisnaî evrensel değeri olan
jeolojik ve fizyografik oluşumlar ve tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki
türlerinin yetiştiği kesinlikle belirlenmiş alanlar,
Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel
değeri olan doğal sitler veya kesinlikle belirlenmiş doğal alanlar.'
Şeklindeki hüküm dikkate alındığında, 648 sayılı KHK'de yapılan
'doğal (tabii) sit' tanımının, 2863 sayılı Kanundaki tanımlarla hukuksal
çelişki yaratan, 'doğal sit' alanını daraltan ve Türkiye'nin taraf olduğu
uluslararası sözleşme hükümleriyle bağdaşmayan yanı bütün yönleriyle açığa
çıkmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin
unsurlarından biri hukuk güvenliğidir. Hukuk güvenliği, kurallarda 'belirlilik'
ve 'öngörülebilirlik' gerektirir. Kurallarda belirlilik, yönetimin görev ve
yetkilerinin, çelişkili, tutarsız, görev ve yetki çatışmasına yol açacak
nitelikte olmamasını, sınırının açıkça gösterilmesini ve herkesin anlayacağı
açıklıkta kurallaştırılmasını gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin
sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça
gösterilmesi bir zorunluluktur.
648 sayılı KHK'nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine (13) numaralı alt bent ile eklenen ve
korunması gerekli doğal sit alanlarını daraltmayı amaçlayan 'Doğal (tabii) sit'
tanımını, 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesindeki 'sit' tanımının alt unsuru
içinde değerlendirilemeyeceği gibi iki tanım arasındaki çelişik ve tutarsız
yapı hukuki belirsizlik yaratmakta ve hukuk güvenliğini ihlal ettiğinden, Anayasanın
2 nci maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin beşinci fıkrasında, usulüne göre
yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı
kuralı getirilmiştir.
648 sayılı KHK'nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine (13) numaralı alt bent ile eklenen
'Doğal (tabii) sit' tanımını, Türkiye'nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı
Kanunla katılması uygun bulunan ve 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararıyla onaylanan Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması
Sözleşmesinin 1 inci maddesindeki sit tanımı ve 2 nci maddesinde sıralanan
doğal miras statüsü ile bağdaşmadığından, iptali istenen düzenleme Anayasanın
90 ıncı maddesine de aykırıdır.
Yürürlükteki yasalara ve uluslararası sözleşmelere göre tespit
ve tescili yapılmış tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının, çelişkili ve
tutarsız bir 'doğal (tabii) sit' tanımı üzerinden, yeniden belirlenecek olması,
hukuk güvenliğini ihlal ettiğinden, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17
nci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı
fıkrası, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinde, Koruma
Kurullarının oluşumu düzenlenmiş ve birinci fıkrasının (a) bendinde,
'Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve şehir plancılığı konularında
uzmanlaşmış kişiler arasından Bakanlıkça seçilecek beş temsilci'; (b) bendinde,
'Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık,
şehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi'
denilmiş; (c), (d), (e), (f), (g) bentlerinde, görüşülecek konuya göre ilgili
kamu kurum ve kuruluşlarından Kurula katılacak üyelere yer verilmiş; ikinci ve
üçüncü fıkralarında ise oy kullanmamak üzere Kurul'da yer alacak temsilciler
düzenlenerek, Kurul üyelerinin kompozisyonu, 'kültür ve tabiat varlıkları ile
sit alanları'nın tespitinin gerektirdiği bilgi ve uzmanlık alanlarına dayalı
olarak Yasada açık bir şekilde belirlenmiştir.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644
sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise,
doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiş olan alan ve
varlıkları yeniden tespit edecek komisyonun, Bakanlık tarafından konunun
uzmanlarından oluşturulacağı hüküm altına alınmaktadır.
Konunun uzmanları kimlerdir' 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesi
örtülü şekilde değiştirildiğine göre, 58 inci maddede sayılanların olmayacağı
kesindir. Bu bağlamda, tabiat varlıkları ve doğal (tabii) sitlerin statüsünü
tespit edecek komisyon içinde konunun uzmanı oldukları bilim dünyasında genel
kabul gören arkeolog ve sanat tarihçileri olmayacaktır. Çünkü, 648 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü
maddesinin ikinci fıkrasıyla oluşturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez
Komisyonu ile Bölge Komisyonlarının, biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre,
orman ve su ürünleri mühendisleri ile hukukçulardan oluşacağı belirtilmiş ve
komisyon içinde arkeolog ve sanat tarihçilerine yer verilmemiştir. Geriye,
inşaat sektöründe yapıların statik hesabını yapan inşaat mühendisleri, estetize
eden mimarlar, yerleşim alanını düzenleyen şehir plancıları, çevre
düzenlemesini yapan peyzaj mimarları, Türkiye İnşaat Sanayi İşverenler
Sendikası ve emlakçilerin temsilcileri ile modern tarımsal üretim uzmanı ziraat
mühendisleri ile su ürünleri üretimi uzmanı su ürünleri mühendisleri
kalmaktadır.
Bu durumda da jeolojik devirlerle tarihsel çağlardan miras
tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarını, en başarılıları en günceli takip
eden ve başarı ölçütleri de günümüzün en son teknolojilerini hayata taşımak olan
meslek gruplarından oluşturulacak komisyon tespit ve tescil edecektir.
Özel Yasanında 'jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi
devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri
bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan
değerlerdir.' şeklinde tanımlanan tabiat varlıkları ile 'tarih öncesinden
günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin
sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları,
kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya
önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat
özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.' biçiminde tanımlanan sitlerin,
sözü edilen meslek grupları tarafından tespit ve tescil edilecek olması, Türk
dilini, Türk tarihini ve Türklerin tarih boyunca ilişkide bulundukları
ulusların tarihlerini, dil ve edebiyatlarını derinlemesine araştırmak;
ülkemizin yer altı ve yer üstü değerlerini ortaya çıkarmak amacıyla 14.06.1935
tarihli ve 2795 sayılı Yasayla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kuran Türkiye
için her açıdan tam anlamıyla bir garabettir.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini
gerekli kılar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığını yasa ile yetkilendirme,
Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığının oluşturacağı komisyonun kaç üyeden ve hangi meslek
gruplarından oluşacağı, seçimlerinin kimler arasından nasıl yapılacağının
yasada açıkça belirlenmesi gerekir. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17
nci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesin (3) numaralı
fıkrasındaki aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmaz.
Öte yandan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına, hiçbir ölçü
getirilmeden, amacı ve temel ilkeleri ortaya konulmadan, kapsamı ve çerçevesi
çizilmeden, yürütmenin düzenleme yetkisinin sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir
yetki olduğu gözetilmeden, Anayasal koruma altındaki tabiat varlıkları ve doğal
sit alanlarını belirleyecek komisyonu oluşturma yetkisi verilmesi, yasama
yetkisinin devri sonucunu doğurmakta ve bu yanıyla Anayasanın 2 nci maddesine
ek olarak 6 ncı, 7 nci ve 87 nci maddelerine de aykırılık oluşturmaktadır.
Türkiye'de koruma altında olan alanların büyük bir kısmı, 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde ilan edilen
doğal sit alanı statüsüne sahip alanlardan oluşmaktadır. Doğal sit alanları,
Türkiye'de biyolojik çeşitlilik alanlarını ve doğal yaşamı korumanın en etkili
aracıdır. Örneğin, önemli kuş alanlarının yüzde 46'lık dilimi doğal sit
statüsüyle korunmakta ve bunların yüzde 25'lik kısmının doğal sitten başka
hiçbir koruma statüsü bulunmamaktadır. Dolayısıyla, doğal sit alanlarının
statüsünün yeniden belirlenmesine yönelik her girişim önemli kuş alanlarının en
az yüzde 25'ini tehlike altına sokacaktır.
Birleşmiş Milletler Eğitim ve Kültür Organizasyonu'na (UNESCO)
üye ülkelerle birlikte ülkemizin de 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla
kabul ettiği 'Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi'
hükümlerine göre taraf devletler toprakları dahilindeki kültürel ve doğal
varlıkların korunmasını taahhüt etmiştir.
Bu bağlamda, Göreme Ulusal Parkı ve Kapadokya Kaya Şehirleri
(1985), Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (1985), İstanbul'un Tarihi Merkezi
(1985), Boğazköy-Hattuşaş (1986), Nemrut Dağı (1987), Pamukkale-Hierapolis
(1988), Xanthos-Letoon (1988), Safranbolu (1994) ve Troya Arkeolojik Alanı
(1998) UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştır.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 7 nci
maddesine göre ülkemizde bu güne kadar 8182 adet sit alanı ve 74.523 adet
taşınmaz kültür varlığı (anıt) tespit ve tescil edilmiştir. 8182 sit alanının
1234'ü doğal sittir ve bunların büyük bir bölümünün İskenderun Körfezinden
Saroz Körfezine kadar olan Akdeniz ve Ege kıyı şeridinde yoğunlaştığı
gözlenmektedir.
Söz konusu 1234 doğal sit alanının statüsünün, hukuken
çelişkili, tutarsız ve belirsiz, bilimselliği ise tartışmalı bir 'doğal (tabii)
sit' tanımına dayalı olarak, içlerinde konunun uzmanları arkeologlar ile sanat
tarihçilerinin olmayacağı kesin olan ve Bakanlıkça kimler arasından ve nasıl
belirleneceği de belli olmayan komisyonlar tarafından yeniden belirlenecek
olmasının tek amacı, bir kısmının doğal sit statüsüne son vermek, bir kısmının
ise derecelerini değiştirmek suretiyle daraltmak ve bu alanları yerleşmeye ve
yapılaşmaya açmaktır. Bunun devamında karşılıklılık şartı aranmadan yabancılara
mülk satışı yasalaştırılacak ve buradan gelecek döviz kazancı ile de cari açık
kapatılacaktır. Hesap budur.
Yaptığı hesapsız özelleştirmelerle Türkiye'nin koruma altındaki
sahil şeridi arazilerinden başka satacak değerini bırakmayan Siyasal
İktidar/Bakanlar Kurulu, izlediği yanlış iktisat politikalarının sonucu olan
cari açığın çözümünü, Anayasanın 166 ncı ve 167 nci maddelerindeki kuralları
işletmekte aramak yerine, 63 üncü maddesini ihlal etmekte bulmaktadır.
Bakanlar Kurulunun, 648 sayılı KHK'nin 41 inci maddesiyle 2863
sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13)
numaralı ek bentteki, bilimsel olarak tartışmalı, hukuken ise çelişkili,
tutarsız ve belirsiz 'doğal (tabii) sit' tanımına dayalı olarak, 644 sayılı
KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki kimlerden
oluşacağı belirsiz bir komisyon marifetiyle (1) numaralı fıkrasına göre, 2863
sayılı Kanundaki esas ve usullere göre tespit ve tescili yapılmış tabiat
varlıkları ile doğal sit alanlarının statülerini yeniden belirlemesi,
Anayasanın 63 üncü maddesinde Devlete yüklenen tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve
teşvik edici önlemleri alma yükümlülüğü ile bağdaşmamaktadır. Söz konusu
düzenlemeler Türkiye'nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla kabul ettiği
'Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması Sözleşmesi' hükümleriyle taahhüt
altına girdiği yükümlülüklerle de uyuşmadığından Anayasanın 90 ıncı maddesine
de aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasaya aykırılığı açık olan düzenlemelerin yürürlüğe girmesi,
ise hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı KHK'nin 41 inci
maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine
eklenen (13) numaralı ek bendi ve 41 inci maddesindeki '21/7/1983 tarihli ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan 'Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu' İbareleri 'Kültür Varlıklarını Koruma
Yüksek Kurulu' şeklinde ve 'kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu'
ile 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' İbareleri 'Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' şeklinde değiştirilmiş '' ifadesi ile 17 nci
maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı
fıkrası ile (3) numaralı fıkrası ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7
nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
8) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü Maddesiyle
03.05.1985 Tarihli ve 3194 Sayılı İmar Kanununa Eklenen Ek 4 üncü Maddesinin
Birinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle
03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin
birinci fıkrasında, mera, yaylak ve kışlakların geleneksel kullanım amacıyla
geçici yerleşme yeri olarak uygun görülen kısımlarının valilikçe bu amaçla
kurulacak bir komisyon tarafından tespit edileceği; bu yerlerin ot bedeli
alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek tapuda Hazine adına tescillerinin
yapılacağı; bu taşınmazların, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek
üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanların ilgili
belediyelerine, diğer alanlarda kalanların ise il özel idarelerine veya özel
kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edileceği; özel kanunlar kapsamı
dışında kalan alanlarda belediyesince veya il özel idaresince geçici yerleşme
alanının vaziyet planının ve yapılaşma şartlarının hazırlanıp, onaylanacağı; bu
taşınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dışındakilerin, il özel
idaresince veya belediyesince ve özel kanunlarla belirlenmiş alanlarda ilgili
idarece kadastro verileri işlenmiş hâlihazır haritalar üzerine yapılmış vaziyet
planına veya onaylı imar planına uygun olarak talep sahiplerine bedeli
karşılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilebileceği; bu yerlerde umumi ve
kamusal yapılar hariç, inşa edilecek yapıların kat adedinin bodrum hariç olmak
üzere ikiyi, yapı inşaat alanının ise 200 metrekareyi geçemeyeceği; bu
yapıların yöresel mimariye uygun ve yöresel malzeme kullanılmak suretiyle
yapılmasının zorunlu olduğu; bu fıkranın uygulanmasına ve bu fıkra kapsamında
tahsis edilecek mera, yaylak ve kışlakların il genelindeki toplam mera, yaylak
ve kışlakların binde beşini geçmemek üzere oranının belirlenmesine, bu yerlerin
kiralanmak ve irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle tahsisine, tahsis
sürelerine, tahsis bedellerine, tahsil edilen bedellerin kullanım şekline,
tahsis süresinin sona ermesine, komisyonun teşkiline ve diğer konulara ilişkin
esas ve usullerin, İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun
görüşleri alınarak Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirleneceği hüküm
altına alınmaktadır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle
03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddenin
birinci fıkrası ile 3194 sayılı İmar Kanununda doğrudan, 25.02.1998 tarihli ve
4342 sayılı Mera Kanununda ise dolaylı şekilde değişiklik yapılmaktadır.
Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana ilişkin
temel kanun niteliğinde olan 3194 sayılı İmar Kanunu ile 4342 sayılı Mera
Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun
kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması,
Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 45 inci maddesinde, Devlete, tarım arazileri ile
çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal
üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak
maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve
diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırma görevi verilmiştir. Devlete
yüklenen Anayasal görevin gereği olarak da 25.02.1998 tarihli ve 4342 sayılı
Mera Kanunu yasalaştırılmıştır.
4342 sayılı Mera Kanununun 'Tanımlar' başlıklı 3 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendinde mera, 'hayvanların otlatılması ve otundan
yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan
yeri'; (e) bendinde yaylak, 'çiftçilerin hayvanları ile birlikte yaz mevsimini
geçirmeleri, hayvanlarını otlatmaları ve otundan yararlanmaları için tahsis
edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri'; (f) bendinde kışlak,
'hayvanların kış mevsiminde barındırılması ve otundan yararlanılması için
tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri' ve (ı) bendinde
tahsis, 'çayır, mera, yaylak ve kışlakların kullanımlarının verimlilik ve
sosyal adalet ilkelerine uygun şekilde düzenlenerek, münferiden ya da
müştereken yararlanılmak üzere bir veya birkaç köy ya da belediyeye
bırakılmasını';
İfade eder şeklinde tanımlanmış;
4 üncü maddesinde ise, mera, yaylak ve kışlakların kullanma
hakkının bir veya birden çok köy veya belediyeye ait olduğu; bu yerlerin
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu; mera, yaylak ve kışlakların,
özel mülkiyete geçirilemeyeceği, amacı dışında kullanılamayacağı, zaman aşımı
uygulanamayacağı ve sınırlarının daraltılamayacağı; ancak, kullanım hakkının
kiralanabileceği; amaç dışı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera,
yaylak ve kışlakları tekrar eski konumuna getirmek amacı ile yapılan
masrafların sebebiyet verenlerden tahsil edileceği hüküm altına alınmıştır.
Bu hükümlere göre, mera, yaylak ve kışlakların kullanımı, verimlilik
ve sosyal adalet ilkelerine uygun şekilde düzenlenerek, çiftçilerin
hayvanlarını otlatmak ve otundan yararlanmak üzere bir veya birkaç köy ya da
belediyeye bırakılması ile sınırlıdır. Anayasanın 45 inci maddesi ile 4342
sayılı Mera Kanununun amacı, kamu yararını gerçekleştirmektir. Kamu yayarını
gerçekleştirmek için, bir yandan mera, yaylak ve kışlaklar korunurken, diğer
yandan hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için çiftçilere tahsis
yoluyla hayvansal üretimin artırılması sağlanmaktadır. Koruma tahsisten
geçmekte; tahsis hayvansal üretimi artırmaktadır. Nitekim 4342 sayılı Kanunun
19 uncu maddesinde, muhtarlar ve belediye başkanları; mera, yaylak ve
kışlakların ve sınır işaretlerinin korunmasından ve ayrıca tahsis amacına göre
en iyi şekilde kullanılmasının sağlanmasından sorumlu tutulmuşlardır.
Mera, yaylak ve kışların tahsis amacının değiştirilmesi, ancak
daha üstün bir kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla olabilmektedir.
Daha üstün kamu yararını gerçekleştirecek faaliyet, proje ve
zorunluluklar, 4342 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında (a)'dan
(h)'ye dokuz bent halinde tek tek sayılmıştır. Bunlar;
- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının talebiyle yapılan arama
faaliyetleri sonunda rezervi belirlenen maden ve petrol faaliyetleri için
zorunlu olan,
- Kültür ve Turizm Bakanlığının talebi üzerine, turizm
yatırımları için zorunlu olan,
- Kamu yatırımları yapılması için gerekli bulunan,
- Köy yerleşim yeri ile uygulama imar plânı veya uygulama
plânlarına ilave imar plânlarının hazırlanması, toprak muhafazası, gen
kaynaklarının korunması, millî park ve muhafaza ormanı kurulması, doğal, tarihî
ve kültürel varlıkların korunması, sel kontrolü, akarsular ve kaynakların
düzenlenmesi, bu kaynaklarda yapılması gereken su ürünleri üretimi ve termale
dayalı tarımsal üretim faaliyetleri için ihtiyaç duyulan,
- 442 sayılı Köy Kanununun 13 üncü maddesindeki köylünün mecburi
işleri ve 14 üncü maddesindeki isteğe bağlı işleri kapsamındaki kamu hizmetleri
için ihtiyaç duyulan,
- Ülke güvenliği ve olağanüstü hal durumlarında ihtiyaç duyulan,
- Doğal afet bölgelerinde yerleşim yeri için ihtiyaç duyulan,
- Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine, petrol
iletim faaliyetleri ile elektrik ve doğal gaz piyasası faaliyetleri için
gerekli bulunan,
- Jeotermal kaynaklı teknolojik seralar için ihtiyaç duyulan,
Yerler ile sınırlıdır.
Daha üstün kamu yararını gerçekleştirecek yukarıda sayılan zorunluluklar
dışında mera, yaylak ve kışlakların tahsis amacı değiştirilememekte ve anılan
Kanunun 'İnşaat Yasağı' başlıklı 20 nci maddesinde belirtildiği üzere, yaylak
ve kışlaklarda, 442 sayılı Köy Kanununda öngörülen inşaatlar ile valiliklerden
izin alınmak suretiyle imar mevzuatına göre yapılacak kullanma amacına uygun
mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve ağıllar ile
Turizm Bakanlığının talebi üzerine turizme açılması uygun görülen bölgelerde
ahşap yapılar dışında, ev, ahır ve benzeri inşaatlar yapılamamaktadır.
4342 sayılı Kanunun 22 nci maddesindeki;
'Çiftçi ailelerinin bir mera, yaylak ve kışlaktan
yararlanabilmeleri için, bu yerin bulunduğu köy veya belediye sınırları içinde,
tahsisin yapıldığı tarihte en az altı aydan beri ikamet ediyor olmaları
gerekir. Ancak, Devletçe naklen yerleştirilenler için bu şart aranmaz.
Köy ve belediye sınırları içinde arazisi olmakla birlikte tahsis
kararı kapsamına girmeyen çiftçi aileleri, o köy veya belediyeye tahsis edilen
mera, yaylak ve kışlaktan yararlanamazlar.
Başka yere yerleşme amacı ile bulundukları yeri terkeden çiftçi
aileleri, yararlanma hakkını kaybeder. Ancak, bunların sürekli ikamet amacıyla
geri dönmeleri halinde, bu hak komisyon kararı ile tanınabilir.'
Hükmü dikkate alındığında, mera, yaylak ve kışlaklarda, 442
sayılı Köy Kanununda öngörülen inşaatlar ile valiliklerden izin alınmak
suretiyle imar mevzuatına göre yapılacak kullanma amacına uygun mandıra, suluk,
sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve ağılları yapabilecek olanlar,
mera, yaylak ve kışlakların tahsis edildiği köy ve belediye sınırları içinde
yaşayan ve mera, yaylak ve kışlaktan yararlanma hakkı olan çiftçi aileleridir.
Bu bağlamda, mera, yaylak ve kışlakların tahsis edildiği köy ve
belediye sınırları içinde yaşayan ve mera, yaylak ve kışlaktan yararlanma hakkı
olan çiftçi aileleri, hayvanlarını otlattıkları ve otundan yararlandıkları
mera, yaylak ve kışlaklara yaşayacakları konut ve ahırlar ile kullanma amacına
uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve ağıllar
yapabileceklerdir. Mera, yaylak ve kışlaklarda hayvanlarını otlatan ve
buraların otundan yaralanan çiftçi ailelerinin yaşamaları ve hayvanlarının
barınması için zorunlu olan yapıları yapmalarında, herhangi bir hukuki sorun
olmadığı gibi, Anayasal bir hak olan 'sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkı' bağlamında üstün kamu yararı da bulunmaktadır.
Ancak, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle
03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin
birinci fıkrası, tahsisli mera, yaylak ve kışlakların, korunurken hayvansal
üretimin artırılmasını değil; tam tersine, imara açılarak toplumun varsıl kesimlerinin
yaşam kalitelerinin yükseltilmesi, renklendirilmesi ve çeşitlendirilmesi için,
'geçici yerleşme yeri olarak' amaç dışı kullanılması yoluyla tahrip edilmesini
amaçlamaktadır.
Amaç dışı kullanılacak alan, 'ne olacak ki canım, o il
genelindeki toplam mera, yaylak ve kışlakların binde beşini aşmayacak ve inşa
edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç iki katı ve 200 metrekareyi
geçmeyecek' şeklinde tahribatı önemsizleştiren bir gerekçeyle geçiştirilemez.
Çünkü, Anayasal denetim niceliğe değil, niteliğe odaklanır ve nicelik de olduğu
gibi yerinde kalmayacak, bir kez başladı mı her iktidar döneminde artış
gösterecektir. İmara ve yapılaşmaya açılan mera, yaylak ve kışlakların her metrekaresi,
bir veya daha fazla köy ya da belediyeye tahsis edilmiş hayvan otlatılacak
alanı tahrip ederek daraltacak, bu da çiftçilerin gelirlerinde ve hayvansal
üretimde azalmayla sonuçlanacaktır.
Öte yandan, iptali istenen düzenleme, 'tahsis yirmidokuz yıl ile
sınırlı, nasıl olsa yirmidokuz yıl sonra tahsis kaldırılacak ve tahsisli yerler
eski statüsüne kavuşacak' denilecek türden de değildir. Çünkü, imara ve
dolayısıyla yapılaşmaya açılan yerlere, sağlıklı ve dengeli bir çevre de yaşama
hakkının gereği olarak yol, su, kanalizasyon, elektrik, telefon gibi kamu alt
yapı hizmetleri de götürülmek durumunda kalınacak; bunlara tahsis edilecek kamu
kaynakları bir yana, mera, yaylak ve kışlaklarda bunların yol açacağı tahribat
kalıcı olmanın yanında, yirmidokuzyıl sonra bunlarla beraber yapılmış yapılar
da yerlerinde sabit kalacağından, tahsis süresi istenmese de uzatılmak
durumunda kalınacaktır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, sosyal hukuk devleti ilkesi
Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılmış; 45 inci maddesinde ise, Devlete,
tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini
önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve
hayvansal üretimi artırmak görevleri verilmiştir.
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı
Kararında, 'Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu
yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz'
denilmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin
vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle
bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı
düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal
kaynaklarından olan ve Anayasal güvence altında bulunan mera, yaylak ve
kışlakların, bir yandan Anayasanın öngördüğü şekilde korunup, değerlendirilerek
gelecek kuşaklara aktarılırken,diğer yandan hayvansal üretimin artırılması
amacını, yasa koyucunun gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi şekilde
yansıtması zorunludur.
Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleştirmek
için yasayla yapılacak olan düzenleme, yasakoyucunun tercihlerine göre
şekillenecektir; yani yasakoyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını
gerçekleştirmek için getireceği çözümü serbestçe seçecektir. Burada takdir
yetkisi yasakoyucuya aittir.
Ancak Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup
olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleştirmek için yapılıp
yapılmadığını denetleyebilir.
Yasakoyucu, takdirine bırakılmış konularda, düzenleme yetkisini
kullanırken, kuşkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin
gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır.
(E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963
sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı
emredici kuralları için yapacağı düzenlemeleri ise, Anayasanın 2 nci maddesi
ile birlikte 45 inci maddesindeki kurallara uygun yapması Anayasal bir
zorunluluktur.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununa
eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, kamu yararı ve hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmadığı ve Devlete yüklenen Anayasal görevleri ortadan
kaldırmayı amaçladığı için Anayasanın 2 nci ve 45 inci maddelerine ve ayrıca 91
inci maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
9) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı Maddesiyle
Değiştirilen 2873 Sayılı Kanunun 5 inci Maddesinin Birinci Fıkrasındaki,
'onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin' İbaresinin
Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873
sayılı Kanunun 'Kamulaştırma' başlıklı 5 inci maddesindeki 'hazırlanacak
planın' ibaresi, 'onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin'
şeklinde değiştirilerek; maddenin 'Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve
tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere
ait taşınmaz mallar ile her türlü tesisler, hazırlanacak planın gerçekleşmesi
için, gerekli görüldüğünde, 6830 sayılı İstimlak Kanunu hükümlerine göre, Tarım
ve Orman Bakanlığınca kamulaştırılır.' şeklindeki mevcut hükmü, 'Milli park,
tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan
yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmaz mallar ile her türlü tesisler,
onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleşmesi için,
gerekli görüldüğünde, 6830 sayılı İstimlak Kanunu hükümlerine göre, Tarım ve
Orman Bakanlığınca kamulaştırılır.' biçimine dönüştürülmektedir.
Kaynağını Anayasanın 169 uncu maddesinden alan ve düzenlediği
alana ilişkin temel kanun niteliğinde olan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu
6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine
verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması,
Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 35 inci maddesinde, herkesin mülkiyet
haklarına sahip olduğu ve bu hakların ancak, kamu yararı amacıyla kanunla
sınırlanabileceği kuralına yer verilmiştir.
Anayasanın 91 inci maddesinde ise, Anayasanın ikinci kısmının
birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ile kişi hakları ve
ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı
getirildiğine ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873
sayılı Kanunun 'Kamulaştırma' başlıklı 5 inci maddesinde yapılan değişiklikle,
milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde
kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmaz mallar ile her türlü
tesislerin, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin
gerçekleşmesi için, kamulaştırılacağı öngörüldüğüne göre, Anayasal güvence
altındaki mülkiyet hakkının kamulaştırılmasına ilişkin düzenlemelerin KHK ile
yapılması, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden,
iptali istenen söz konusu düzenleme, Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da
aykırılık oluşturmaktadır.
Anayasanın 35 inci maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet
haklarının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği; 46 ncı
maddesinin birinci fıkrasında, kamulaştırmanın ancak kamu yararının
gerektirdiği hallerde yapılabileceği kurallarına yer verilmiş; 169 uncu
maddesinde ise, Devletin, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi
için gerekli yasaları koyacağı ve önlemleri alacağı; bütün ormanların gözetimi
görevinin Devlete ait olduğu; Devlet ormanlarının mülkiyetinin
devrolunamayacağı, kanuna göre devletçe yönetilip işletileceği, bunların
zamanaşımı yoluyla mülk edinilemeyeceği, kamu yararı dışında irtifak hakkına
konu olamayacağı ve ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme
müsaade edilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, 2873 sayılı Milli Parklar Kanununun 'Planlama'
başlıklı 4 üncü maddesinde;
'Bu Kanun hükümlerine göre milli park olarak belirlenen yerlerin
özellik ve nitelikleri gözönünde tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını
gerçekleştirmek üzere, kuruluş, geliştirme ve işletilmelerini kapsayan gelişme
planı, ilgili bakanlıkların olumlu görüşleri ve gerektiğinde fiili
katkılarıyla, Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe konur.
Gelişme planı uyarınca iskan ve yapılaşmaya konu olacak yerler
için, imar mevzuatına göre imar uygulama planları, milli park gelişme planı
hüküm ve kararlarına uygun olarak hazırlanır veya hazırlattırılarak İmar ve
İskan Bakanlığının onayı ile yürürlüğe konulur.
3 üncü madde hükümleri uyarınca tabiat parkı, tabiat anıtı ve
tabiatı koruma alanı olarak belirlenen yerler için gerekli 'planlar', Kültür ve
Turizm Bakanlığının görüşü alınarak Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve
yürürlüğe konur.
Bu Kanun kapsamına giren yerlerdeki turizm bölge, alan ve
merkezlerinde, turizm yatırımlarına ilişkin plan kararları Tarım ve Orman
Bakanlığının görüşü alınarak sonuçlandırılır.'
denilmiştir.
Bu bağlamda 4 üncü maddede sözü edilen gelişme planı, milli park
olarak belirlenen yerlerin özellik ve nitelikleri gözönünde tutularak, koruma
ve kullanma amaçlarını gerçekleştirmek üzere hazırlanacak ve kuruluş,
geliştirme ve işletilmelerini kapsayacaktır. Gelişme planı uyarınca iskan ve
yapılaşmaya konu olacak yerler için, hazırlanacak imar uygulama planları ise,
milli park gelişme planı hüküm ve kararlarına uygun olarak hazırlanacaktır.
Kanunun 5 inci maddesinde belirtilen, 'Milli park, tabiat parkı,
tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek
ve tüzel kişilere ait taşınmaz mallar ile her türlü tesisler, hazırlanacak
planın gerçekleşmesi için' ifadesindeki 'planın' ibaresi, 'gelişme planı'dır.
Çünkü, Anayasanın 35 inci maddesine göre, mülkiyet hakları ancak
kamu yararı ile sınırlandırılabileceğine ve 46 ncı maddesine göre de sadece
kamu yararının gerektirdiği hallerde kamulaştırma yapılabileceğine göre; milli
park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan
yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmaz mallar ile her türlü tesisler,
ancak söz konusu yerlerin koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleştirmek üzere
kuruluş, geliştirme ve işletilmesi gibi kamu yararı bulunan hedefleri içeren
gelişme planı kapsamında kamulaştırılabilirler. Çünkü, gelişme planı, söz
konusu yerlerin koruma ve kullanma amaçları yanında kuruluş, geliştirme ve
işletmelerini de kapsamakta, gelişme planı içinde kalan gerçek ve tüzel
kişilere ait yerlerin koruma ya da kullanma veya geliştirme ve işletme
alanlarından hangisi içinde yer alacağı ve nasıl değerlendirileceği gelişme
planı aşamasında belirsizliğini korumaktadır.
Ancak, gelişme planı uyarınca gelişme planı hüküm ve kararlarına
göre hazırlanacak imar uygulama planı aşamasında ise, gerçek ve tüzel kişilere
ait arazilerin, koruma alanı - kullanma alanı ve geliştirme alanı ' işletme
alanından hangileri içinde yer aldığı belirgin hale gelmekte; 'Onaylı uygulama
imar planına göre hazırlanacak proje' aşamasında ise, yapılacak yapı veya
tesislerin kendisinin ve oturacağı arazinin bütün ayrıntıları bilinmektedir.
Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı
sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmaz
malların, koruma ve geliştirme amacıyla değil de kullanma ve işletme amacıyla
kullanılacağı ile üzerine yapılacak yapı ve tesislerin bütün ayrıntıları
biliniyor ise, buraların kamulaştırılmasıyla Devlet kamu yararını
gerçekleştirmeyi değil, kamu gücünü kullanarak arazi ticareti yapmayı ve arazi
sahiplerinden yatırımcılara imar rantı transfer etmeyi amaçlıyor demektir. Bu
durumun, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 35 inci ve 46
ncı maddelerindeki kurallarla bağdaşmazlığı apaçıktır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873 sayılı Kanunun 'Kamulaştırma' başlıklı 5
inci maddesindeki 'hazırlanacak planın' ibaresini değiştiren, 'onaylı uygulama
imar planına göre hazırlanacak projelerin' ifadesi, Anayasanın 2 nci, 35 inci,
46 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
10) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı Maddesi ile
Değiştirilen 13.12.1978 Tarihli ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü Maddesinin Birinci
Fıkrasının (r) Bendindeki, 'Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları
belirlenen projeler kapsamında '' ve ' ' ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan '' İfadeleri ile '' kamulaştırma '' İbaresinin ve İkinci Fıkrasının
Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı maddesi ile
değiştirilen 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendinde,
Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;
Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
taşınmazları geliştirmek, değerlendirmek, kişilerin mülkiyetinde bulunan
taşınmazları satın almak, trampa etmek, kamulaştırma ve toplulaştırma yapmak
görevleri Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilmekte; ikinci fıkrasında ise, (r)
bendi kapsamındaki tüm taşınmazlara ilişkin her tür ve ölçekteki etüt, harita,
plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının Maliye
Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yapılacağı ve
onaylanarak yürürlüğe konulacağı hüküm altına alınmaktadır.
Maddenin (r) bendinde, 'Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve
esasları belirlenen projeler kapsamında' denilmekle yetinilmiş; ancak, söz
konusu projelerin hangi tür projeler olacakları, neleri gerçekleştirmeyi
amaçlayacakları vb. hususlar açıklanmamıştır.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini
gerekli kılar. Bakanlar Kuruluna yasa ile içeriği belirsiz projelerin uygulama
usul ve esaslarını belirleme yetkisi verilmesi, Anayasanın öngördüğü biçimde
yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Bakanlar Kurulunun usul ve esaslarını
belirleyeceği projelerin, neler ve hangi tür projeler olduklarının ve bu
projelerle nelerin amaçlandığının yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine
düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Öte yandan, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları
belirlenen projeler kapsamında; değerlendirilecek ve geliştirilecek alanlar
içine Hazinenin özel mülkiyetindeki yerlere ek olarak Devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki yerler de dahil edilmiştir.
Bendin düzenlenişi ile ikinci fıkrasındaki hükümlerden,
değerlendirme ve geliştirmenin, söz konusu taşınmazları satışa hazır hale
getirmek için değerini/bedelini yükseltmeye yönelik arsa ve arazi spekülasyonu
çalışmaları olduğu anlaşılmaktadır.
22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715 inci
maddesinin birinci fıkrasında, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu; ikinci fıkrasında ise aksi
ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar
gibi tarıma elverişli olmayan yerlerin ve bunlardan çıkan kaynakların kimsenin
mülkiyetinde olmadığı ve hiçbir şekilde mülkiyete konu olamayacağı hüküm altına
alınmıştır.
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere ilişkin bu genel
düzenlemeye ek olarak Anayasada ve özel kanunlarda da hükümler bulunmaktadır.
Bu bağlamda, Anayasanın 43 üncü maddesinin birinci fıkrasında
kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu kurala bağlanmış ve 3621
sayılı Kıyı Kanununun 5 inci maddesinde bu kural yinelenirken; 7 nci maddesinin
ikinci fıkrasında kıyıda denizden doldurma suretiyle elde edilecek arazilerin
Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu ve özel mülkiyete konu
oluşturmayacağı hüküm altına alınmıştır. 4342 sayılı Mera Kanununun 4 üncü
maddesinin birinci fıkrasında, mera, yaylak ve kışlakların devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğu belirtilmiştir. Öte yandan, 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu
kapsamındaki taşınmazlar ile 6381 sayılı Orman Kanunu kapsamındaki Devlet
ormanları da bu kapsamdadır.
Kamu yararına özgülenen ve mülkiyete konu oluşturmayan Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki kıyılar, denizden doldurma suretiyle edinilen
araziler, dağlar, tepeler, mera, yaylak ve kışlaklar ile Devlet ormanları ve
içindeki milli park, tabiat parkı, tabiat varlığı ve benzerler, 'Devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan' ifadesi üzerinden Bakanlar Kurulunca uygulama
usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında geliştirilecek ve değerlendirilecek
araziler arasına dahil edilerek, maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılacak yapılaşma ve yerleşmeye ilişkin her
türlü planın kapsamı içine alınmaktadır. Daha özlü bir anlatımla, bu
düzenlemeyle dağların, tepelerin, kıyıların, kıyıda denizden doldurma yoluyla
elde edilen arazilerin, mera, yaylak ve kışlaklar ile Devlet ormanları ve
içindeki koruma altında bulunan alanların, yerleşme ve yapılaşmaya açılması
hedeflenmektedir.
Bu durum, Anayasanın 43 üncü, 45 inci, 63 üncü ve 169 uncu
maddeleriyle bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları
belirlenen projeler kapsamında; taşınmazları geliştirmek ve değerlendirmek
için, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazları
kamulaştırma yetkisi verilmektedir.
Öncelikle, mülkiyet hakkının Anayasanın İkinci kısmının ikinci
bölümünde düzenlendiğini ve kanun hükmünde kararname ile düzenleme yasağı
kapsamında bulunduğundan, düzenlemenin Anayasanın 91 inci maddesine aykırı
olduğunu belirtmek gerekir.
Anayasanın 35 inci maddesinde herkesin mülkiyet haklarına sahip
olduğu ve bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla
sınırlandırılabileceği; 46 ncı maddesinde ise, kamulaştırmanın kamu yararının
gerektirdiği hallerde yapılabileceği kurallarına yer verilmiştir.
Milli Emlak Genel Müdürlüğüne (r) bendiyle, arazi
değerlendirmesi ve geliştirmesi yapmak için verilen kişilerin mülkiyetindeki
taşınmazları kamulaştırma yetkisi ile ikinci fıkrasında Çevre ve şehircilik
Bakanlığına verilen yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin her türlü planlama yetkisi
birlikte değerlendirildiğinde, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilen
kamulaştırma yetkisinin, kamu yararını gerçekleştirmeyi amaçlamak yerine, arazi
ticareti ile arazi ve arsa spekülasyonu yaparak yaratılan imar rantlarına el
koymayı hedeflediği görülmektedir. Oysa Devlete arazi ve arsa spekülasyonu
yapmak değil, tam tersine Anayasanın 57 nci maddesinde, konut ihtiyacını
karşılayacak önlemleri alma ve bu bağlamda arsa üretme görevleri verilmiştir.
Bu itibarla, maddenin (r) bendinde yer alan 'kamulaştırma'
ibaresi Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır.
Maddenin ikinci fıkrasında, (r) bendi kapsamındaki tüm
taşınmazlara ilişkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları,
imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının Maliye Bakanlığının talebi
üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yapılacağı ve onaylanarak yürürlüğe
konulacağı hüküm altına alınmaktadır.
Anayasanın 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin
kuruluş ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetin esaslarına
dayanacağı; 127 nci maddesinin birinci fıkrasında, mahalli idarelerin, il,
belediye ve köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere
kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen
seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileri oldukları;
ikinci fıkrasında ise, mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin
yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiştir.
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen
mahalli müşterek ihtiyaç kavramının, herhangi bir yerel yönetim biriminin
sınırları içinde yaşayan kişi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını
değil, aynı yörede birlikte yaşamaktan doğan eylemli durumların yarattığı,
yoğunlaştırdığı ve güncelleştirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet
karakterinin ağır bastığı ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade ettiği göz önüne
alındığında, yerelde uygulanacak imar planları ile parselasyon planlarının, birlikte
yaşamaktan ve hemşerilik ilişkisinden doğan mahalli müşterek bir hizmet olduğu
göz ardı edilemez.
Bunun içindir ki, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu
ile birlikte, merkezi idarenin yereldeki mekansal planlama konusundaki
yetkileri, çağdaş demokratik sistemdeki evrimin, katılımcı demokrasi
anlayışının küresel düzeyde yerleşmesinin ve Anayasamızdaki 'yerinden yönetim'
ilkesinin gereği olarak, merkezi idareye göre katılımcı süreçlere daha açık
olan yerel yönetimlere geçmeye başlamış; 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı İl
Özel İdaresi Kanunu ve 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile
süreç tamamlanmıştır.
Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler
kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan taşınmazlara ek olarak satın alma, trampa etme, kamulaştırma ve
toplulaştırma yoluyla kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazların, her tür ve
ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar
uygulamalarının yapılması ve onaylanması yetkilerinin Maliye Bakanlığının
talebi üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi, yerel yönetimlerin
yetkilerine Anayasa ile bağdaşmayan açık, gelişigüzel ve ölçüsüz bir müdahale
olmanın yanında, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki gaspı anlamına da
gelmektedir.
Yerel yönetimlerin yetkisi içinde bulunan yerel düzeydeki nazım
ve uygulama imar planlarının, merkezi idarenin yetkisi içinde olması gereken
ülke ve bölge düzeyindeki planlarla, çevresel ve varsa metropoliten alan
planlamalarıyla bütünleşik, onlara uygun ve onlarla uyum içinde olması
gerekeceğinde kuşku yoktur. Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları
belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlara ek olarak satın alma, trampa etme,
kamulaştırma ve toplulaştırma yoluyla kişilerin mülkiyetinde bulunan
taşınmazların, her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar
plan tadilatları ve imar uygulamalarının yapılması ve onaylanmasına kadar,
yerel yönetimlere yasalarla verilen yerel planlama ve ruhsatlandırma
yetkilerinin hiçbir ölçü ve sınırlama getirilmeksizin süresiz olarak merkezi
idare tarafından kullanılmasının öngörülmesi, yerel yönetimlerin yasaların
verdiği yerel planlama yetkilerini, bir yandan yerel gereksinimlere göre
kullanmalarını olanaksız hale getirirken, diğer yandan yerel planlamanın
ilkesel düzeyde olmazsa olmazı kabul edilen planlama dengesini bozmakta ve plan
bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Her yerleşim yerinin fiziki, coğrafi, yer bilimsel ve tarihsel
özellikleri yanında, sosyo-ekonomik gelişme eğilimleri, gelişme potansiyeli,
gelişme aksı ve sektörel hedefleri birbirinden farklılık gösterir. Yerleşim
yerlerinin bu özellikleri bağlamında yerleşime ilişkin imar planlarının yerel
özellik taşıdığı ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerekeceği açıktır.
Hukuksal zorunluluklar bir yana, ülke ve bölge bazındaki üst ölçekli mekansal
planların merkezi idare tarafından yapılması ne kadar doğru ve yerinde ise,
yerel düzeydeki imar planlarının yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı
derecede doğru ve yerindedir. Yerel düzeydeki imar planları, merkezi idare
tarafından da yapılabilir; tercih nedenidir. Ancak, bu durumda sadece
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci, ikinci ve beşinci fıkralarına
aykırılıktan söz edilebilirken; yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel
planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel
gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi
ve bütünlüğünün bozulması durumunda ise, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine
de aykırılık söz konusu olur.
Anayasanın 2 nci maddesinde 'hukuk devleti' ilkesi Cumhuriyetin
temel nitelikleri arasında sayılmıştır. Hukuk devleti ilkesi, yönetimin
yetkilerinin belirsizliğe ve sınırsızlığa yol açmayacak açıklıkta düzenlenmesi
yanında, düzenlemelerin kamu yararına olmasını da gerekli kılar. Yerel
yönetimlerin, yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin yetkilerine merkezi idarenin
ayrımsız ve dilediğince el koyması, yerleşimlerin plan bütünlüğünden ayrışık
biçimde, parsel ölçeğinde plan kararı üretmesi ve yapılaşma kararı vermesi,
yerleşme planlarında var olan dengenin ve bütünlüğün bozulmasına yol açacaktır.
Yerleşme ve yapılaşmaya ilişkin planlama ve ruhsatlandırmada merkezi idareye
verilen sınırsız ve süresiz yetki ile yerel yönetimlerin yasal yetkilerini
kullanmalarının ortadan kaldırılmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı
açıktır. Öte yandan aynı yetki ile imar planlarının dengesinin ve bütünlüğünün
bozulmasının ise kamu yararı ilkesiyle bağdaşmazlığı da ortadadır.
Bilindiği üzere, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya
organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı
belirtilmiştir. Oysa iptali istenen düzenleme, merkezi idareyi Anayasa ile
kendisine verilen idari vesayeti aşan yetkilerle donatmaktadır. Bu durumda,
merkezi yönetimce kullanılan yetkinin kaynağını Anayasadan aldığı ileri
sürülemeyeceğinden, Anayasanın 6 ncı maddesine açık bir aykırılığın varlığını
kabul etmek gerekecektir.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 40 ıncı maddesi ile değiştirilen 178 sayılı Maliye Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (r) bendindeki, 'Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve
esasları belirlenen projeler kapsamında '' ve ' ' ve Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan '' ifadeleri ile '' kamulaştırma '' ibaresi ve ikinci
fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci, 63
üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
11) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 42 nci Maddesiyle
Değiştirilen 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci
Maddesinin (a) Fıkrasının İkinci ve Üçüncü Paragrafları ile 63 üncü Maddesinin
Anayasaya Aykırılığı
'
2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci
paragrafındaki;
'Koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu
tarafından üç ay içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları
belirlenir. Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar söz konusu alanda ilgili
meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve plândan etkilenen hemşerilerin
katılımı ile toplantılar düzenleyerek koruma amaçlı imar plânını hazırlatıp,
incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır.
İki yıl içinde koruma amaçlı imar plânı yapılmadığı takdirde, geçiş dönemi
koruma esasları ve kullanma şartlarının uygulanması, koruma amaçlı imar plânı
yapılıncaya kadar durdurulur.'
şeklindeki hüküm, 648 sayılı KHK'nin 42 nci maddesiyle;
'Koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu
tarafından üç ay içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları
belirlenir. Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar söz konusu alanda üç yıl
içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere
koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Üç yıllık süre içinde zorunlu
nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak
bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiş dönemi koruma esasları ve
kullanma şartları uygulanır.'
şeklinde;
Üçüncü paragrafındaki,
'Bu iki yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plân yapılamadığı
takdirde koruma bölge kurulunca bu süre bir yıl daha uzatılabilir.'
şeklindeki hüküm ise,
'Sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge
kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları
ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge
kurulunca geçiş dönemi yapılanma şartları yeniden belirlenir.'
şeklinde,
Değiştirilmektedir.
İkinci paragrafta yapılan değişiklikte dikkatlerden kaçmayan
birinci husus, Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar tarafından
hazırlanacak koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, 'ilgili meslek
odaları, sivil toplum kuruluşları ve plândan etkilenen hemşerilerin' katılımının
dışlanmasıdır.
'Mahallî idareler, temsilî demokraside halkın yerel kamusal
menfaatlerinin teminatıdır. Diğer taraftan, demokratik sistemin önemli bir
unsuru olarak çoğulculuğun, katılımın sağlanmasında, yerel ve ulusal
menfaatlerin uzlaştırılmasında, halkın tercihleri ile talep ve beklentilerinin
yönetime yansıtılmasında, mahallî idarelerin önemli rolleri bulunmaktadır.
Mahallî idareler, halkın katılımını sağlamada merkezî idareye göre çok daha
fazla imkân ve yeteneklere sahiptir ve böylece tüm sistemin yönetim
kapasitesini de güçlendirmektedir.
Mahallî idareler vatandaşlara ilave seçme ve seçilme imkânı
sağlamakta, sivil toplum örgütleri de dahil olmak üzere onlara daha fazla
katılım imkânı vermektedir. Böylece adeta demokrasi için eğitim merkezleri işlevini
görmektedir.'
Yukarıdaki ifadeler, mahalli idareleri konu alan herhangi bir
kitap veya makaleden ya da yargı kararından alınmamıştır. Yukarıdaki ifadeler,
648 sayılı KHK'yi çıkaran Siyasal İktidar tarafından yasalaştırılan, 03.07.2005
tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 'Genel Gerekçe'sinden alınmıştır.
5393 sayılı Kanunun Genel Gerekçesine yukarıdaki ifadeleri koyan
Siyasal İktidar için, 'Demokrasi bir tramvaydır; gittiğimiz yere kadar gider,
orada ineriz.' den ibaret olmalı ki, beş yıl sonra koruma amaçlı imar planı
hazırlama sürecinden, 'ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve
plândan etkilenen hemşerilerin' katılımına son verilmiştir.
Anayasanın 2 nci maddesinde 'demokratik devlet' Cumhuriyetin
temel nitelikleri arasında sayılmıştır. Demokrasi, kavramsal olarak halkın
kendi kendini yönettiği rejimdir. Temsili demokrasi ise, temsil edenin temsil
yetkisini seçmenin rızası ve onayından almasıdır. Temsili demokrasi seçimlere
dayanır; ancak seçimlere indirgenemez. Çağımızın temsili demokrasileri gücünü,
sadece seçimlerden değil, çoğulculuğa ve katılımcılığa dayanmasından alır.
Yerel yönetimler, katılımcılığın sağlanmasında, merkezi idareye
göre daha uygun ölçekler sunar.
Öte yandan, mahallin yerleşme ve yapılaşmasına ilişkin planlar,
mahalli müşterek ihtiyaçların prototipini oluşturur. Çünkü, yerleşim yerinin
fiziki, coğrafi, jeolojik ve tarihsel özelliklerine göre, sosyo-ekonomik
gelişme eğilimi, gelişme aksı, sektörel hedefleri, nüfus ve yapılaşma yoğunluğu
imar planları ile belirlenir. Koruma amaçlı imar planları ise daha fazlasını
içerdiğinden, yerleşme yerinde yaşayanları, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden
doğrudan etkilemektedir.
Kaldı ki, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının sadece Devlet
tarafından korunması ve değerlendirilmesi, etkin bir koruma için yetmez; bu
sürece halkın katılımının sağlanarak sahiplenme duygusunun geliştirilmesi de
gerekir.
Nitekim, 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının
ikinci paragrafında, belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar tarafından
hazırlanacak koruma amaçlı imar planının hazırlama sürecinde, ilgili meslek
odaları, sivil toplum kuruluşları ve plândan etkilenen hemşerilerin'
katılımının sağlanmasının gerekçesinde bu olgular yatmaktadır.
Bu gerekçeler ortada dururken, koruma amaçlı imar planının
hazırlanma sürecinden, 'ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve
plândan etkilenen hemşerilerin' katılımının dışlanması, Anayasanın 2 nci, 63
üncü ve 127 nci maddeleri ile bağdaşmaz.
Öte yandan, sit alanı olarak ilan edilen yerler için, koruma
bölge kurulları tarafından koruma amaçlı imar planı değil, koruma amaçlı imar
planı hazırlanıncaya kadar ki süreçte geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma
şartları belirlendiği için, yetkili yerel yönetimler tarafından süresi içinde
koruma amaçlı imar planının yapılamaması durumunda, yerel yönetimleri
görevlerini yapmaya zorlamak amacıyla, paragrafta koruma amaçlı imar planı
yapılıncaya kadar geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının
durdurulması esası benimsenerek sit alanının plansız kalması üzerinden
yapılaşma durdurulmuştur.
Yapılan değişiklikte ise, 'Üç yıllık süre içinde zorunlu
nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak
bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiş dönemi koruma esasları ve
kullanma şartları uygulanır.' denilerek; bir yandan, iki yıllık koruma amaçlı
imar planı yapılma süresi iki yıldan üç yıla çıkarılır ve üç yıl içinde
yapılamaması durumunda verilecek ek süreye sınırlama getirilmez iken, diğer
yandan uzatılan geçiş süresi içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma
şartlarının uygulanacağı belirtilmektedir. Böylece koruma esaslı imar planı
yapılmayan/yapılmak istenmeyen yerleşimlerde, plansız yapılaşmanın önü süresiz
olarak açılırken; tabiat varlıkları ve sitlerin korunması, geçiş dönemi koruma
esasları ve kullanma şartlarına terkedilmektedir.
Devlete, Anayasanın 57 nci maddesinde, şehirlerin özelliklerini
ve çevre şartlarını gözeten planlama yapma; 63 üncü maddesinde, kültür ve
tabiat varlıklarını ve değerlerini koruma ve bu amaçla destekleyici ve teşvik
edici önlemleri alma; 127 nci maddesinde ise yerel yönetimlere mahalli müşterek
ihtiyaçları yerinden yönetim ilkesi gereği karşılama görevleri verilmiş;
belediye ve mücavir alan sınırları içinde imar planlarını yapma yetkisi, 5393
sayılı Belediye Kanununda belediyelere; il çevre düzeni planını yapma yetkisi
ise 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile il özel idarelerine verilmiştir.
Koruma amaçlı imar planının üç yıllık süre içinde yapılamaması
durumunda, yapılma süresinin sınırsız bir şekilde uzatılmasını ve bu süre
içinde geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının uygulanmasını
öngören düzenleme, plansız yapılaşmayı teşvik ettiği; korunması gerekli tabiat
varlıkları ile sitlerin etkin korumasını içermediği ve yerel yönetimlerin
yerleşme planı yapma yetkisini, koruma kurulları kararları ile ikame ettiği
için Anayasanın 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddeleriyle bağdaşmamaktadır.
17 nci maddenin (a) fıkrasının üçüncü paragrafında yapılan
değişiklikle ise, sit alanlarına ilişkin tüm ölçeklerde yapılmış; koruma bölge
kurullarının uygun görüşü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları
ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge
kurulunca geçiş dönemi yapılanma şartlarının yeniden belirlenmesi
öngörülmektedir.
Bu düzenleme ile koruma amaçlı imar planlarının, yargı kararları
ile iptal edilmesi halinde, sit alanlarının plansız kalmamasını sağlamak
amaçlanmamaktadır. Çünkü, yeni bir koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar,
geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartlarının olmaması, korunması
gerekli tabiat varlıkları ve sitler için tehdit oluşturmamakta; tam tersine,
yeni yapılaşmaları ve mekanın düzenlenmesi girişimlerini, koruma amaçlı imar
planı yapılıncaya kadar ertelemektedir. Getirilen değişiklik ile söz konusu
yerler için yargı kararı ile duran yeni yapılaşma ve mekan düzenleme
uygulamalarının, yeni yapılacak geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma
şartları bağlamında kesintiye uğramaksızın devamının sağlanması amaçlanmaktadır.
Oysa, koruma amaçlı imar planları da 3194 sayılı İmar Kanununda
düzenlenen imar planlarının bir türü olduğundan, imar planlarının iptali
halinde süreç nasıl işliyor ise, koruma amaçlı imar planının iptali halinde de
aynı sürecin işlemesi gerekir. Hatta, Anayasanın 63 üncü maddesi bağlamında bu
bir zorunluluktur.
Gerek geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları, gerek
koruma amaçlı imar planları, hem korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları
ile sit alanlarına, hem de yeni yerleşme ve yapılaşmalara ilişkin kurallar
getirmektedir. Dolayısıyla yeni yapılaşmanın amaçlandığı durumlarda,
yapılaşmayı kolaylaştırıcı ve korumayı zorlaştırıcı düzenlemeler getirmek,
Anayasal koruma ve değerlendirme ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Bu düzenleme ile
koruma amaçlı imar planı ile düzenlenmesi gereken yeni yerleşme, yapılaşma ve
mekânsal düzenleme süreçlerinin, plana gerek kalmaksızın süresiz bir şekilde
münferit kararlarla yönetilmesi amaçlanmaktadır.
Yasaların öngördüğü süre içinde ilgili idarelerce hazırlanması
gereken koruma amaçlı imar planlarının, 'koruma ve kullanma' süreçlerini
yönetmesi gerekirken, bu sürecin münferit kararlarla sürdürülmesine yasallık
kazandırılması, evrensel koruma ilkeleriyle de uyuşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, korunması gerekli kültür ve tabiat
varlıkları ile sitleri korumayı, değerlendirmeyi ve gelecek kuşaklara aktarmayı
değil, plansız yapılaşma ve yerleşmenin önünü açan söz konusu değişiklik
Anayasanın 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Söz konusu KHK'nin yürürlüğe ilişkin 63 üncü maddesi de aynı
gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine
aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 42 nci maddesiyle değiştirilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü
paragrafları ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
12) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci
ve 49 uncu Maddeleri
ile 50 nci Maddesiyle Değiştirilen 2863 Sayılı
Kanunun 61 inci Maddesinin
İkinci Fıkrasındaki '' Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde
'' İbaresinin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 47 nci maddesi ile 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve
dördüncü fıkralarında yer alan 've Yükseköğretim Kurulunca' ibareleri
yürürlükten kaldırılmakta; 49 uncu maddesi ile, 2863 sayılı Kanunun 58 inci
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan 'beş' ibaresi 'yedi'
şeklinde değiştirilmekte, aynı fıkranın (b) bendi yürürlükten kaldırılmakta ve
üçüncü fıkrası 'Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma
bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.'
şeklinde değiştirilmekte; 50 nci maddesiyle değiştirilen 2863 sayılı Kanunun 61
inci maddesinin ikinci fıkrasında, 'Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara
kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce yapılan itirazlar,
Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu
gündemine alınır.' denilmekte ve 63 üncü maddesinde ise 648 sayılı KHK'nin
yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmektedir.
Kaynağını Anayasanın 163 üncü maddesinden alan ve düzenlediği alana
ilişkin temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar
Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile
düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
648 sayılı KHK'nin 41 inci maddesi ile 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu' İbareleri 'Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'
şeklinde ve 'kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu' ile 'Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' İbareleri 'Kültür Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu' şeklinde değiştirilmiş; 10 uncu maddesi ile 648 sayılı KHK'ye
eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile 2863 sayılı
Kanunun kapsamındaki tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının tespit ve
tescilini sağlamak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının
yetkisinden alınarak, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmiş; 17
nci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı maddenin (3) numaralı
fıkrası ile 2863 sayılı Kanuna göre de tespit ve tescili yapılmış tabiat
varlıkları ile doğal sit alanlarının ikinci defa tespitini yapma görevi Çevre
ve Şehircilik Bakanlığı tarafından konunun uzmanlarından oluşturulacak
komisyona verilmiştir. Bu bağlamda, 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinde
Koruma Kurullarına verilen görevler, tabiat varlıkları ile doğal sit
alanlarının dışında kalan görevlerdir.
648 sayılı KHK'nin 49 uncu maddesi ile ise 2863 sayılı Kanunun
'Koruma Kurullarının Oluşumu' başlıklı 58 inci maddesinin birinci fıkrasının
(a) bendindeki, 'Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve şehir plancılığı
konularda uzmanlaşmış kişiler arasından Bakanlıkça seçilen beş temsilci'
ifadesindeki 'beş' ibaresi, 'yedi' şeklinde değiştirilmekte; (b) bendindeki,
'Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık,
şehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi'
ifadesi yürürlükten kaldırılmakta ve bunun sonucu olarak da 47 nci maddesi
ile 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer
alan 've Yükseköğretim Kurulunca' ibareleri yürürlükten kaldırılmaktadır.
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları, 2863 sayılı Kanunun
57 nci maddesine göre, kültür varlıklarının tescilini yapmak; korunması gerekli
kültür varlıklarının gruplandırılmasını yapmak; doğal sit alanı dışındaki
tarihi, kentsel ve arkeolojik sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay içinde
geçiş dönemi yapı şartlarını belirlemek; korunması gerekli taşınmaz kültür
varlıklarının koruma alanlarının tespitini yapmak; korunması gerekli taşınmaz
kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiş olanların tescil kaydını
kaldırmak; korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları ile tarihi, kentsel ve
arkeolojik sit alanlarına ilişkin uygulamaya yönelik kararlar almak görevlerini
yürütecektir.
Bu görevlerin yürütülmesi, arkeoloji, sanat tarihi, mimari ve
şehircilik bilim dallarındaki en son gelişmeleri ve dünya uygulamaları ile
uluslararası kuruluşlardaki anlayış ve uygulama değişimlerini izlemeyi
gerektirmektedir. Bunu en iyi şekilde takip ederek analiz edecek olanların da
söz konusu bilim dallarıyla akademik düzeyde ilgilenen öğretim üyeleri
olacağını teorik olarak kabul etmek gerekir. Çünkü, üniversiteler, bilimin ve
bilimsel gelişmelerin evrensel düzeyde takip edildiği ve üretildiği
merkezlerdir. Nitekim, 2863 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin birinci
fıkrasında, 'Yurtiçinde bulunan ve bu Kanun kapsamına giren korunması gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara
göre yürütülmesini sağlamak üzere '' denilerek bilimselliğe özel bir vurgu
yapılmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan
devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı
Kararında, 'Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu
yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz'
denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında
vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan
yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin
temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması
ve özellikle bir ülkenin en önemli varlık ve değerlerinden olan ve
Anayasal güvence altında bulunan tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve
değerlerinin Anayasanın öngördüğü şekilde korunup, değerlendirilerek gelecek
kuşaklara aktarılması için yasa koyucunun bu
esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur.
Anayasada belirtilen amacı
ya da kamu yararını gerçekleştirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme,
kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre şekillenecektir; yani kanun koyucu,
Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleştirmek için getireceği
çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir.
Bununla birlikte yasakoyucu, takdirine
bırakılmış konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuşkusuz, Anayasa
kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel
ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980;
E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları).
Yasakoyucunun kamu yararının dışında bir amaç gütmesi Anayasaya aykırılık
oluşturur. Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kurallar için
ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 63 üncü maddesinin gerektirdiği
düzenlemeleri yapmak Anayasal bir zorunluluktur.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin üçüncü
fıkrasındaki, 'İlgili meslek odaları koruma bölge kurulu toplantılarına
gözlemci olarak katılabilirler.' hükmü, 648 sayılı KHK'nin 48 inci maddesi ile
'Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma bölge kurulu
müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.' şeklinde
değiştirilmektedir.
Böylece, koruma bölge kurulu toplantılarına katılacak 'ilgili
meslek odaları', 'kurumun gündemiyle ilgili meslek odaları' şeklinde daraltılırken;
meslek odalarının koruma bölge kurulu toplantılarına koşulsuz katılmaları da
'koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle' katılma şartına bağlanmaktadır. Bu
bağlamda, korunması gerekli tarih ve kültür varlıklarıyla tarihi, kentsel ve
arkeolojik sitlerin görüşüldüğü ve bağlayıcı kararların alındığı toplantılara,
koruma bölge kurulu müdürlüğü lütfedip davetiye gönderirse, davetiye gönderilen
meslek odaları katılabilecek; lütfetmez ise hiçbir meslek odası katılamayacak
ve o yerdeki yerleşik hemşeriler yanında tüm Dünyayı ilgilendiren görüşme ve
kararlar kapalı kapılar ardında gizlice alınacaktır. Koruma Bölge Kurulu
toplantılarına sivil alanı temsil eden meslek odalarının katılımı engellemeyi
amaçlayan düzenleme, kamu yararıyla bağdaşmadığı gibi günümüzün katılımcı
demokrasi anlayışıyla da örtüşmemektedir.
Bu itibarla, Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına,
Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık,
şehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi
seçiminin yürürlükten kaldırılarak, iki üyenin Bakanlıkça seçilecek beş üyeye
ilave edilip yediye çıkarılarak Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının
tüm üyelerinin Bakanlık tarafından seçiminin sağlanması ile koruma kurulu
toplantılarına meslek odalarının katılımının şarta bağlanmasında, kamu yararı
bulunmadığı, demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı ve Devlete
yüklenen Anayasal görevleri karşılamadığı için, söz konusu düzenlemeler
Anayasanın 2 nci ve 63 üncü maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci
fıkrasındaki, 'Planlama yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile valilik
ve belediyeler, kurullarca alınmış ve alınacak sit alanı, derecelendirilmesi,
sit geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma şartları, koruma amaçlı imar
planları ve revizyonlarına ilişkin kararlara karşı altmış gün içerisinde Koruma
Yüksek Kuruluna itiraz edebilirler.' hükmü, 648 sayılı KHK'nin 50 nci
maddesiyle, 'Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluşları
ile gerçek ve tüzel kişilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek
gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınır.' şeklinde
değiştirilmektedir.
Koruma Bölge Kurulu kararlarına karşı itirazlar Koruma Yüksek
Kuruluna yapılmaktadır ve itirazları karara bağlama yetkisi de Koruma Yüksek
Kuruluna aittir. Bakanlığa, yapılan itirazları değerlendirme ve uygun gördüğünü
Koruma Yüksek Kurulu gündemine alma yetkisi verilmesi, Bakanlığı bir karar alma
merci haline getirmektedir. Koruma Bölge Kurulları, Bakanlığın taşradaki şube
müdürlükleri değildir ve verdiği kararlar da şube müdürlüklerinin hiyerarşik
denetime bağlı idari kararları değil, bir kurul kararı olduğundan, kurul
kararlarının değerlendirilmesi de ancak daha yüksek bir kurul tarafından
yapılabilir. Kaldı ki Bakanlığa böylesine bir yetki verilirken, Bakanlığının bu
değerlendirmeyi hangi uzman birimi eliyle, hangi ölçütlere göre, ne şekilde ve
ne amaçla yapacağı maddede belirlenmemiştir.
İdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve
yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde yasayla düzenlenmesini
gerekli kılar. Kültür ve Turizm Bakanlığını yasa ile yetkilendirme, Anayasanın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Kültür ve Turizm Bakanlığının
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yapılan itirazları değerlendirme ve gerekli
görülenleri Yüksek Kurulun gündemine getirme yetkisini hangi uzman birimi
eliyle, hangi ölçütlere göre, ne şekilde ve hangi amaçlara ulaşmak için
yürüteceğinin yasada açıkça belirlenmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın
2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
Koruma Yüksek Kurulunun neleri görüşüp neleri görüşemeyeceğine
Bakanlığın karar vermesi ve Yüksek Kurulun gündeminin Bakanlık tarafından belirlenmesi,
Yüksek Kurulu işlevsiz kılarak göstermelik bir kurul haline getirir. Kamu
yararıyla bağdaşmayan bu durum Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da
aykırılık oluşturur.
Öte yandan, Bakanlığa böylesine ölçüsüz ve sınırsız bir yetki
verilmesi, bir yandan Bakanlığı Koruma Bölge Kurulu kararlarının temyiz mercii
haline getirir ve Kurul kararlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığını ortadan
kaldırarak bilimselliğini tartışmalı kılarken; diğer yandan, Bakanlığa,
itirazın konusuna, itirazın yapıldığı mahalle ve itirazı yapanlara göre
ayrımcılık yapma olanağı sunar. Aynı konuda (A) Belediyesinin yaptığı itirazı
Kurul gündemine alma, B Belediyesininkini ise almama gibi sonuçlar doğurmaya
olanak sunan söz konusu düzenleme, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesiyle
de bağdaşmaz.
648 sayılı KHK'nin yürürlüğe ilişkin 63 üncü maddesi de aynı
gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 63 üncü maddelerine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci ve 49 uncu maddeleri ile 50 nci maddesiyle değiştirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki '' Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde
'' ibaresi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci,
10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
13) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci Maddesiyle
2863 Sayılı Kanuna Eklenen Ek 4 üncü Maddesi ile 52 nci Maddesiyle 2863 Sayılı
Kanuna Eklenen Geçici 9 uncu ve Geçici 10 uncu Maddelerin ve 63 üncü Maddesinin
Anayasaya Aykırılığı
'
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863
sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin;
Birinci fıkrasında, taşınır tabiat varlıkları hariç tabiat
varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili
olarak bu Kanunda öngörülen iş, işlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili
bakanlığın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olduğu;
İkinci fıkrasında, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve
bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve bu Kanunda
öngörülen diğer iş ve işlemlerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına yardımcı olmak
üzere; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı merkez teşkilatı bünyesinde Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Müsteşarının veya ilgili Müsteşar Yardımcısının
başkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların
ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaşmış biolog, peyzaj mimarı,
ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve
Şehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma
Merkez Komisyonu ve taşrada Çevre ve Şehircilik Bakanlığı temsilcisinin
başkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması
suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu
oluşturulacağı; bu komisyonların iş, işlem ve kararları konusunda, bu Kanunun
Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre
ve Şehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen
uygulanacağı;
Üçüncü fıkrasında, bu Kanunda Koruma Yüksek Kurulunca alınması
öngörülen kararların, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin
koruma alanları bakımından Koruma Merkez Komisyonunca, koruma bölge
kurullarınca alınması öngörülen kararların ise koruma bölge komisyonlarınca
alınacağı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayıyla yürürlüğe konulacağı;
Dördüncü fıkrasında, bu Kanunda ve diğer mevzuatta tabiat
varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin koruma alanları bakımından
Koruma Yüksek Kuruluna ve koruma bölge kurullarına yapılan atıfların ilgisine
göre Koruma Merkez Komisyonuna ve koruma bölge komisyonlarına yapılmış sayılacağı
ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek Kurulundan Koruma Merkez Komisyonu ve
koruma bölge kurullarından koruma bölge komisyonlarının anlaşılacağı;
Beşinci fıkrasında, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve
bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili iş, işlem ve kararlara ilişkin usul
ve esaslar ile bu konularda görev yapacak komisyonların teşkili ile çalışma
usul ve esaslarının Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle
düzenleneceği;
Hükümlerine yer verilmiş;
52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen;
Geçici 9 uncu maddesinde, tabiat varlıkları, doğal sit alanları
ve bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili olarak Çevre ve Şehircilik
Bakanlığınca hazırlanması öngörülen yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, bu
maddenin yürürlüğe girmesinden önce yürürlüğe girmiş olan yönetmeliklerin bu
Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam
edileceği;
Geçici 10 uncu maddesinde, koruma bölge kurullarının mevcut
üyelerinin görevlerinin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona ereceği;
63 üncü maddesinde ise, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği;
Hüküm altına alınmıştır.
Kaynağını Anayasanın 163 üncü maddesinden alan ve düzenlediği
alana ilişkin temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir.
Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile
düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863
sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, taşınır tabiat
varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin
koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iş, işlem ve kararlar
bakımından görevli ve yetkili bakanlığın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olduğu
belirtilmiştir.
Tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi, arkeolojik
ve kentsel sit alanlarının iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakışmasına
dayalı bütünlüğü nedeniyle korunması, değerlendirilmesi ve desteklenmesi
Anayasada tek bir maddede düzenlenmiş ve Anayasal görevlere ilişkin tek bir
yasa çıkarılarak bütüncül bir koruma anlayışı benimsenmiştir. Nitekim,
Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, 'Devlet, tarih, kültür ve
tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici
ve teşvik edici tedbirleri alır.' denilirken; taşınır ve taşınmaz kültür ve
tabiat varlıklarının korunmasına ve değerlendirilmesine ilişkin Devlete
yüklenen Anayasal görevler bağlamında, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıştır.
Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal,
tarihi, arkeolojik ve kentsel) alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu
zaman aynı alanda çakışmasına dayalı bütünlüğü gerçeği, 2863 sayılı Kanunun
'Tanımlar ve Kısaltmalar' başlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih ve 19660
sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik'in 3 üncü maddesinde
yapılan tanımlardan da açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendinin (2) numaralı alt bendinde tabiat varlıkları, 'jeolojik devirlerle,
tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve
güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su
altında bulunan değerlerdir.' şeklinde tanımlanırken; (3) numaralı alt bendinde
ise sit, 'tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü
olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini
yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu
sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler
ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.'
şeklinde tanımlanmıştır.
Bakanlar Kurulunun tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarına
ilişkin görev yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığına vermek amacıyla 648
sayılı KHK ile yaptığı bilimsellikle ilgisi olmayan ve hukukla bağdaşmayan
çelişkili 'Doğal (tabii) sit tanımı ise, 'jeolojik devirlere ait olup, ender
bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında
veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.' şeklindedir.
Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde, taşınır ve taşınmaz kültür
ve tabiat varlıkları ile doğal, kentsel, tarihi ve arkeolojik sitlerin
bütünlüğü ve içiçeliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Nitekim, 648 sayılı KHK'yi hazırlayan irade de bu gerçeğin
bilincinde olmalı ki, 648 sayılı KHK'nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK'ye
eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, 'Tabiat
varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü
bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili
bakanlıkların görüşünü alarak belirlemek' ten söz edilmiştir.
Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal,
kentsel, arkeolojik ve tarihi sitlerin bütünlüğü ve içiçeliği yadsınamaz
bilimsel bir gerçek olmanın yanında, Anayasanın 63 üncü maddesinde, 'Devlet, tarih,
kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve
teşvik edici tedbirleri alır.' kuralı ile bütüncül bir koruma anlayışı
benimsenmiş iken; bilimsel gerçekliği ve Anayasal kuralı yok sayarak içiçeliğe
dayalı bütünlüğün bozulması ve tabiat varlıkları ile doğal sitlere ilişkin
görev ve yetkilerin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilerek, kültür
varlıkları ile tarihi, kentsel ve arkeolojik sitlere ilişkin görev ve
yetkilerin ise Kültür ve Turizm Bakanlığına bırakılması, Anayasanın 63 üncü
maddesindeki bütüncül koruma ve değerlendirme ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, tabiat varlıkları, doğal sit
alanları ve bunlara ilişkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak
ve bu Kanunda öngörülen diğer iş ve işlemlerde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
yardımcı olmak üzere; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı merkez teşkilatı bünyesinde
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarının veya ilgili Müsteşar Yardımcısının
başkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların
ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaşmış biolog, peyzaj mimarı,
ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve
Şehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma
Merkez Komisyonu ve taşrada Çevre ve Şehircilik Bakanlığı temsilcisinin
başkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması
suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu
oluşturulacağı belirtilmekte; bu komisyonların iş, işlem ve kararları
konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili
hükümlerinin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları
çerçevesinde kıyasen uygulanacağı hüküm altına alınmaktadır.
Yasal tanımı, 'jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi
devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri
bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan
değerlerdir.' şeklinde olan tabiat varlıkları ile bilimselliği bulunmayan ve
hukuksal olarak da çelişkili olan, 'jeolojik devirlere ait olup, ender
bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında
veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.' şeklindeki doğal (tabii)
sitlerin, tespit ve tescili ile korunmasına ve gelecek kuşaklara aktarılmasına
ilişkin kararları içlerinde uzman olarak, peyzaj mimarı ile ziraat, çevre,
orman ve su ürünleri mühendislerinden oluşan komisyonların verecek olması, Aziz
Nesin öykülerinde dahi rastlanmayan 'komik' liğin ötesinde, tam anlamıyla bir
'trajedi' dir.
Çünkü;
Peyzaj mimarları, inşa edilmiş veya edilecek olan bir binanın
veya bina gruplarının içinde, dışında veya çevresinde yer alan alanları estetik
bir tasarımla düzenleme işini yaparlar. Bu tasarlama sürecinde ağaç, çalı,
çiçek vb. canlı bitkiler yanında, doğal yada yapay taban döşeme malzemeleri,
heykel, sütun vb cansız malzemeleri kullanırlar. Peyzaj mimarlığı, bugüne,
şimdiye ait bir mühendislik dalıdır. Jeolojik, tarih öncesi veya tarihi devirlerle
ilgisi ve akademik bilgisi, çevre düzenleme işinde bu devirlerde oluşmuş
mermer, bazalt, andezit vb. doğal malzemelerden hangisini, ne şekilde ve nereye
kullanacağı ile sınırlıdır.
Ziraat mühendisleri, tarla bitkileri, endüstri bitkileri, çayır ve
meralar, meyvecilik, sebzecilik, bağcılık, tohumculuk, fidancılık, ekolojik
tarım, bitki hastalıkları ve zararlıları ile bunlara karşı mücadele yöntemleri,
tarımsal yapıların projelendirilmesi ve geliştirilmesi, sulama, drenaj, toprak
ve su muhafaza sistemlerinin projelendirilmesi ve planlanması, bitki besleme ve
gübreleme, tarım alet ve makinaları, arıcılık, popülasyon genetiği, tarım
ekonomisi, tarım politikası, tarımsal yayım alanlarında faaliyette bulunurlar.
Bütün dertleri ve uğraşları, şimdi ve şu anda yaşayan nüfusun dengeli, düzenli,
yeterli ve sağlıklı beslenmesini sağlayacak bitkisel üretimi
gerçekleştirmektir.
Çevre mühendisleri, doğal kaynakların kullanımı ve çevrenin
insan sağlığına uygun hale getirilmesi alanında çalışırlar. Genel olarak başlıca
çalışma ve uzmanlık alanları; su ve atık su arıtma, hava kirliliği kontrolü,
katı atık bertarafı, toprak kirliliği vb. dir. Bu bağlamda, evsel ve sanayi
atık su arıtma tesislerinin tasarımı, inşası ve işletilmesi, su şebekeleri,
içme suyu arıtımı, atık suların geri çevrimi ve yeniden kullanılması, isale
hatları, kanalizasyon tesislerinin tasarımı ve inşası, çevresel etkilerin
değerlendirilmesi raporu hazırlanması, hava ve toprak kirliliği, tesis içi
proses kontrolu ve temiz üretim teknolojilerinin araştırılması gibi alanlarda
hizmet üretirler.
Orman mühendisleri, genel olarak orman alanlarının saptanması,
sınırlandırılması, ağaçlandırılması, korunması, işletilmesi ve geliştirilmesi
gibi konularda hizmet yürütürler. Bu bağlamda, orman ağaç ve florasına uygun
tohum üretimi, aşılama, tohum ve ağaç ıslahı, fidanlık ve sertifikasyon
faaliyetleri, ağaçlandırma, erozyonla mücadele, orman amenajman, yaban hayatı,
orman işletme ve koruma faaliyetlerini yaparlar.
Su ürünleri mühendisleri, denizlerde, göllerde ve akarsularda
yaşayan ve besin olarak yararlanılabilecek hayvan ve bitkilerin yaşamlarının
incelenmesi, üreme ve av dönemlerinin belirlenmesi, balık biyolojisi,
sürdürülebilir balıkçılık, balık hastalıkları, balık ve yem üretimi ve
pazarlanması ve tüketimin son halkası olan işleme teknolojileri ve besin
değerinin korunması faaliyetlerini yürütürler.
Bu mesleklerin tamamı, şimdiye, şu ana aittir. Faaliyetleri ve
uzmanlık alanları insanların şu andaki biyolojik, barınma ve çevresel
ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Buna karşın, Arkeoloji, Eski Yunancada 'arkheos/eski' ile
'logos/bilim' sözcüklerinin birleştirilmesinden türetilmiştir ve 'eskinin
bilimi' anlamına gelmektedir. Arkeologlar, tarihi ve kültürel eserlerle tabiat
varlıklarını ortaya çıkarma, tarihsel, kültürel ve sanatsal yönden inceleme ve
eserleri insanlığın kültürel geçmişi, kültürlerin değişimi ve birbirleriyle
ilişkileri bağlamında irdeleme faaliyetlerinde bulunurlar. Arkeologlar, yazılı
tarihten önce ve sonra yaşamış insanlara ait araç, gereç, eşya ve kalıntıları
inceleyerek bunların hangi uygarlığa ait olduklarını ve insanların hangi
fizyolojik şartlarda nasıl yaşadıklarını ortaya koymaya çalışırlar.
Sanat tarihçileri ise, görsel sanatların evrimini inceler ve
sanattaki değişimlere bir sistem çerçevesinde yaklaşarak, sanat yapıtlarını
sınıflandırmayı, şekillendirilmelerini anlamayı ve yorumlamayı amaç edinir.
Bunun yapılabilmesi de yapıtı üreten sanatçının içinde yaşadığı ve çalıştığı
tarihsel, kültürel ve fiziksel ortamın ayrıntılarıyla bilinmesini ve sanatçının
düşünce, esin ve kavrayışlarını yönlendiren etmenlerin anlaşılmasını gerekli
kılar.
Peyzaj mimarları ile ziraat, çevre, orman ve su ürünleri
mühendislerinin jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait
tabiat varlıkları ve jeolojik dönemlere ait doğal sit alanları ile ilgileri,
ele geçirdikleri haritalarla hazine arayan hayalperestlerin kahve sohbetlerine
kulak misafiri olan okey oyuncuları kadar, bilgi ve uzmanlıkları da yaşayan
insanların şu andaki beslenme, barınma ve çevresel ihtiyaçlarını karşılamak
üzerine iken; arkeologlar ile sanat tarihçilerinin ilgi, bilgi ve uzmanlık
alanları, jeolojik devirlerle tarih öncesi ve tarihi devirlere ait taşınır ve
taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi, kentsel ve arkeolojik
sitler üzerinedir.
Bu eğilip bükülemeyecek apaçık gerçeklere rağmen, tabiat
varlıkları ile doğal sit alanlarının, tespit ve tescili ile koruma amaçlı imar
planı ve koruma ve yapılaşmaya ilişkin ilke kararlarını yapacak Tabiat
Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonunun, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Müsteşarının veya ilgili Müsteşar Yardımcısının başkanlığında, Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürü ile biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre,
orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve Şehircilik
Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan; Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Komisyonlarının ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı temsilcisinin başkanlığında,
aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması suretiyle
oluşturulması ve söz konusu komisyonlarda 6863 sayılı Kanunun 58 inci
maddesinde düzenlenen koruma kurullarında yer alan arkeolog ve sanat
tarihçilerine bilinçli olarak yer verilmemesi, gerçek anlamda bir trajedidir.
Amaçlananın, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarını ve
bunlara ilişkin koruma alanlarını, Anayasanın 63 üncü maddesinde belirtildiği
şekilde korumak, değerlendirmek ve gelecek kuşaklara aktarmak değil; yerleşme
ve yapılaşmaya açmak olduğu apaçık bir gerçekliktir. Yasaların amaç öğesindeki
sakatlık, başlıbaşına Anayasaya aykırılık nedeni oluşturur.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin sosyal bir
hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu
hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı
Kararında, 'Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu
yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz'
denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin
vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle
bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düşüncesinin
yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli varlık ve
değerlerinden olan ve Anayasal güvence altında bulunan tabiat varlıkları ve
doğal sit alanları ile bunlara ilişkin koruma alanlarının ve değerlerinin
Anayasanın öngördüğü şekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuşaklara
aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en
iyi şekilde yansıtması zorunludur.
Yasal düzenlemeler, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre
şekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu
yararını gerçekleştirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada
takdir yetkisi kanun koyucuya aittir.
Bununla birlikte yasakoyucu, takdirine bırakılmış konularda,
düzenleme yetkisini kullanırken, kuşkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının
ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak
durumundadır (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243,
K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları). Yasakoyucunun kamu
yararının dışında bir amaç gütmesi Anayasaya aykırılık oluşturur. Çünkü,
yasaların amaç öğesindeki sakatlık başlıbaşına bir aykırılık ve iptal
nedenidir. Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir.
Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kurallar için ise, Anayasanın
2 nci maddesi ile birlikte 63 üncü maddesinin gerektirdiği düzenlemeleri
yapmak, yasakoyucu için Anayasal bir zorunluluktur.
Türkiye'nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması
uygun bulunan ve 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla
onaylanan (R.G. 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı) Dünya Kültürel ve Doğal
Mirasın Korunması Sözleşmesinin;
1 inci maddesinde,
'Bu sözleşmenin amaçları bakımından aşağıdakiler 'kültürel
miras' sayılacaktır:
Anıtlar: Tarih, sanat veya bilim açısından istisnaî evrensel
değerdeki mimari eserler, heykel ve resim alanındaki şaheserler, arkeolojik
nitelikte eleman veya yapılar, kitabeler, mağaralar ve eleman birleşimleri.
Yapı toplulukları: Mimarileri, uyumlulukları veya arazi
üzerindeki yerleri nedeniyle tarih, sanat veya bilim açısından istisnaî
evrensel değere sahip ayrı veya birleşik yapı toplulukları.
Sitler: Tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik
bakımlardan istisnaî evrensel değeri olan insan ürünü eserler veya doğa ve
insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan alanlar.'
2 nci maddesinde;
'Bu Sözleşmeye göre aşağıdaki eserler 'doğal miras'
sayılacaktır:
Estetik veya bilimsel açıdan istisnaî evrensel değeri olan,
fiziksel ve biyolojik oluşumlardan veya bu tür oluşum topluluklarından
müteşekkil doğal anıtlar.
Bilim veya muhafaza açısından istisnaî evrensel değeri olan
jeolojik ve fizyografik oluşumlar ve tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki
türlerinin yetiştiği kesinlikle belirlenmiş alanlar,
Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel
değeri olan doğal sitler veya kesinlikle belirlenmiş doğal alanlar.'
Denilmiş;
3 üncü maddesinde; 'Yukarıda 1 inci ve 2 nci maddelerde
belirtilen ve kendi toprakları üzerinde bulunan çeşitli varlıkları saptayıp
belirlemek bu Sözleşmeye taraf olan her devlete ait bir sorumluluktur.' hükmüne
yer verilirken; 4 üncü maddesi ise, 'Bu Sözleşmeye taraf olan devletlerden her
biri 1 inci ve 2 nci maddelerde sözü edilen ve topraklarında bulunan kültürel
ve doğal mirasın saptanması, korunması, muhafazası, teşhiri ve gelecek
kuşaklara iletilmesinin sağlanması görevinin öncelikle kendisine ait olduğunu
kabul eder. Bunun için kaynaklarını sonuna kadar kullanarak ve uygun olduğunda
özellikle mali, sanatsal, bilimsel ve teknik alanlarda her türlü uluslararası
yardım ve işbirliği sağlayarak elinden geleni yapacaktır.' şeklinde hüküm
altına alınmıştır.
Sözleşmenin 1 inci maddesindeki 'kültürel miras' ile 2 nci
maddesindeki 'doğal miras'ın, 3 üncü maddesinde öngörüldüğü şekilde saptanıp
belirlenmesi ve 4 üncü maddesindeki belirtildiği gibi saptanması, korunması,
muhafazası, teşhiri ve gelecek kuşaklara aktarılmasının sağlanması görevlerinin
yapılabilmesi için, öncelikle bu görevleri yürütecek komisyonlarda görev
alacakların, bu görevlerin gerektirdiği bilgi ve uzmanlığa sahip olmaları
gerekmektedir.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin beşinci fıkrasında, usulüne göre
yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı
kuralı getirilmiştir.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863
sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki komisyon, Dünya
Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesinin 1 inci ve 2 nci maddelerinde
kültürel ve doğal mirası, Sözleşmenin 3 üncü ve 4 üncü maddelerinde öngörüldüğü
şekilde saptanması, korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması görevlerini
yapacak bilgi ve uzmanlığa sahip olmadığı için 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4
üncü maddenin ikinci fıkrası, Anayasanın 90 ıncı maddesine aykırıdır.
Öte yandan fıkrada, Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu
ile Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarının iş, işlem ve kararları
konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili
hükümlerinin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları
çerçevesinde kıyasen uygulanacağı hüküm altına alınarak, ilke kararları yasal
düzenlemelerin üzerine çıkarılmaktadır.
Bakanlığın alacağı ilke kararları, yasal düzenlemelere uygun
olacak iken, yasal düzenlemelerin ilke kararları doğrultusunda kıyasen
uygulanacağını öngören söz konusu düzenleme, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve
8 inci maddelerine aykırıdır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863
sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin üçüncü, dördüncü ve beşinci
fıkraları ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve
geçici 10 uncu maddeleri ve yürürlüğe ilişkin 63 üncü maddesi yukarıda
açıklanan aynı gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 63 üncü ve 90 ıncı ve 91 inci
maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesi
ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10
uncu maddeleri ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63
üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) 6223 sayılı Yetki Yasasının iptali ve yürürlüğünün
durdurulması istemiyle Yüce Mahkemenizde Anamuhalefet Partisi (CHP) olarak dava
açmış olduğumuzdan, 6223 sayılı Yetki Yasanının yürürlüğünün durdurulmasına
veya iptaline karar verilmesi durumunda 648 sayılı KHK yasal dayanaktan yoksun
kalacağı; 648 sayılı KHK ile yapılan düzenlemelerin 6223 sayılı Yetki Kanununun
kapsamında olmaması ve Anayasanın öngördüğü 'ivedilik', 'zorunluluk' ve
'önemlilik' şartlarını taşımaması nedenleriyle 648 sayılı KHK'nin yürürlüğünün
durdurulmasına karar verilmesi gerekeceği değerlendirilmektedir.
2) Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti
kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe
dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik
bölgelerine ilişkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde
yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı
kullanma izni vermek görev ve yetkilerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
verilmesi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve
127 nci maddelerine aykırıdır. Yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel
planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel
gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi
ve bütünlüğünün bozulması yerleşim yerlerinin geleceği açısından ileride
telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacaktır.
3) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti
Hazineye, kamu kurum veya kuruluşlarına ya da kişilere ait olan taşınmazlar
üzerinde yapılacak yatırımlara ilişkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan
veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan
etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini ilgili idarelerin
başvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren
üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat
ve yapı kullanma izni vermek yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığına
verilmesi, Anayasanın 10 uncu, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Bakanlığın bu yetkileri kullanması durumunda, sermaye kesimi lehine
düzenlemeler yapılacak ve yerleşim yerlerinin çevre ve imar bütünlüğü ileride
telafi edilemeyecek derecede bozulacaktır. Öte yandan, Bakanlığa verilen, 2985
sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya
yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüşüm, yenileme ve transfer
alanları geliştirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar
uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu
çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleştirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri
yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaştırma ve gerektiğinde usulüne uygun
olarak acele kamulaştırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma
izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkileri de
Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56 ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine
aykırıdır. Bakanlığın söz konusu yetkiler bağlamında yürüteceği faaliyetlerle,
yerleşim yerlerinin çevre ve imar dengesi ve bütünlüğü bozulmanın yanında
mülkiyet haklarına ileride telafisi olmayan zararlar verilecektir.
4) 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda
düzenlenen 'tabiat varlıkları' ile 'doğal sit alanları'nın tespit, tescil,
koruma amaçlı imar planı ve yönetimine ilişkin olarak Kültür ve Turizm
Bakanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma
Bölge Kurullarına verilen görevler ile 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu Başkanlığının
2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre 'Özel Çevre Koruma Bölgesi'
olarak ilan edilen ve edilecek alanlara ilişkin koruma, koruma ve kullanma
esaslarını belirleme, imar planlarını yapma vb. görevlerin Çevre ve şehircilik
Bakanlığının Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 2 nci,
56 ncı ve 63 üncü maddelerine aykırıdır. Yapılan düzenleme, Anayasal düzeyde
koruma altında olan tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve özel çevre koruma
bölgelerini korumayı, değerlendirmeyi ve gelecek kuşaklara aktarmayı değil,
yerleşmeye ve yapılaşmaya açmayı amaçladığından, söz konusu yerlerin yerleşme
ve yapılaşmaya açılması, ileride telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya
çıkacaktır.
5) Bakanlık Müşavirlerinin, Bakanın uygun göreceği merkez veya
taşra teşkilatına ait birimlerde çalıştırılabilecek olması Anayasanın 2 nci ve
11 inci maddelerine aykırıdır. Bakanın söz konusu yetkisini kullanması
durumunda, kamu görevlileri mağdur edilecek ve ileride telafisi mümkün olmayan
kayıplara yol açılacaktır.
6) 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar
Kurulu Kararıyla 'Özel Çevre Koruma Bölgesi' ilan edilen yerlerin, çevre
değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını
belirleme görevlerini yürüten 'Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı'nın
kapatılarak söz konusu görevlerin Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91
inci maddelerine aykırıdır. Söz konusu düzenleme çevreyi korumayı, geliştirmeyi
ve kirlenmesini önlemeyi değil, yerleşme ve yapılaşmaya açılmasını
amaçlamaktadır. Bakanlığın amaçlananları gerçekleştirmesi durumunda, çevrede,
çevre sağlığında ve insanların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
haklarında telafisi olmayan zararlar ortaya çıkacaktır.
7) 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre yetkili kurullarca tespit
ve tescili yapılmış tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığınca kimlerden oluşturulacağı belirsiz bir komisyon
tarafından tekrar incelenerek karara bağlanacak olması, Anayasanın 2 nci, 6
ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır.
Bakanlığın amaçlananı gerçekleştirmesi durumunda Anayasal koruma altında olan
tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının korunması değerlendirilmesi ve
gelecek kuşaklara aktarılması gerçekleşmeyecektir.
8) 4342 sayılı Mera kanununa göre mera, yaylak ve kışlak olarak
tescil edilmiş yerlerin geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleşme yeri
olarak tespit edilmesi; vaziyet planının ve yapılaşma şartlarının hazırlanıp,
onaylanması ve onaylı imar planına uygun olarak talep sahiplerine bedeli
karşılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilmesi, Anayasanın 2 nci, 45 inci
ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Mera, yaylak ve kışlakların tahribatıyla
sonuçlanacak bu durumun ileride telafisi olmayan zararlara yol açacağı
aşikardır.
9) Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma
alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmaz
mallar ile her türlü tesislerin, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak
projelerin gerçekleşmesi için, 6830 sayılı İstimlak Kanunu hükümlerine göre,
Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaştırılacak olması Anayasanın 2 nci, 35 inci,
46 ncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Gerçek kişilerle özel hukuk tüzel
kişilerinin mülkiyetinde olan milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı
koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait
taşınmaz mallar ile her türlü tesislerin, koruma ve geliştirme amacıyla
kamulaştırılması yerine yerleşme ve yapılaşmaya açılmak için kamulaştırılması,
korunup, değerlendirilerek gelecek kuşaklara aktarılması gereken milli park,
tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarına ileride telafisi
olmayan zararlar verecektir.
10) Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen
projeler kapsamında; Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazları
geliştirmek, değerlendirmek; kişilerin mülkiyetinde bulunan taşınmazları ise
satın almak, trampa etmek, kamulaştırmak yoluyla toplulaştırmak ve sonrasında
da Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca söz konusu taşınmazlara ilişkin her tür ve
ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar
uygulamalarını yapmak yoluyla devletin arsa ve arazi spekülasyonculuğuna
soyunması, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci,
63 üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine aykırıdır. Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan kıyılar, çayır, mera, yaylak ve kışlaklar ile ormanlar
ve orman sınırı dışına çıkarılan yerlerin yerleşme ve yapılaşmaya açılması
koruma altındaki söz konusu yerlerde ileride telafisi mümkün olmayan
tahribatlara yol açacaktır.
11) Koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, 'ilgili
meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve plândan etkilenen hemşerilerin'
katılımının dışlanması ve sit alanlarına ilişkin koruma amaçlı imar planlarının
iptal edilmesi durumunda yargı kararını bertaraf ederek yerleşme ve
yapılaşmanın kesintisiz devam etmesini amaçlayan düzenleme Anayasanın 2 nci, 57
nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Koruma amaçlı imar planının
aleniyetliğinin ortadan kaldırılması ve yargı kararına rağmen yerleşme ve
yapılaşmanın devam edecek olması, sit alanlarının tahribatını hızlandırarak ileride
telafisi olmayan zararlara yol açacaktır.
12) Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına, Yükseköğretim
Kurulunca, seçilecek iki öğretim üyesinin yürürlükten kaldırılarak tüm üyelerin
bakanlıkça seçiminin sağlanması; koruma kurulu toplantılarına meslek odalarının
katılımının davete bağlanması ve koruma bölge kurulunca alınan kararlara
itirazlardan Bakanlıkça uygun görülenlerin Yüksek Kurul gündemine alınması,
Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine aykırıdır.
13) Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara ilişkin
koruma alanları ile ilgili iş, işlem ve kararlara ilişkin görev ve yetkilerin
Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi; koruma kurullarından arkeolog ve
sanat tarihçilerinin çıkarılarak komisyonun biolog, peyzaj mimarı, ziraat,
çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçulardan oluşturulması ve
Çevre ve şehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararlarına yasa hükümlerinden
daha üstün bir statü tanınması, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63
üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Tabiat varlıkları ile doğal
sitlerin, Anayasanın öngördüğü biçimde korunması, geliştirilmesi ve gelecek
kuşaklara aktarılması yerine yerleşme ve yapılaşmaya açılmasını amaçlayan söz
konusu düzenleme, tabiat varlıkları ile doğal sitlere ileride telafisi mümkün
olmayan zararlar verecektir.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve
düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en
önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun
üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence
altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya
kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
IV. SONUÇ VE İSTEM
17.08.2011 tarihli ve 28028 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı 'Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname'nin;
1) Tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel,
(1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Liste; Anayasanın Başlangıcı
ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine;
2) 1 inci maddesiyle değiştirilen 29.06.2011 tarihli ve 644
sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer
alan '' Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile '' ibaresi ile ''
mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli
güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel
güvenlik bölgeleri '' ifadesi ve 4 üncü maddesi ile 644 sayılı KHK'nin 7 nci
maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen 'mülkiyeti kamuya ait arsa ve
araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,' ibaresi, Anayasanın 2 nci, 5 inci,
6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine;
3) 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 2 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi ve 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK'nin 7
nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi, Anayasanın 2 nci, 35
inci, 56 ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine;
4) 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen 13/A maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki ''
sulak alanlar '', (c) bendindeki '' doğal sit alanları, sulak alanlar, özel
çevre koruma bölgesi '' ibareleri; (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki ''
ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların
koruma alanlarının '' ibaresi ile ikinci cümlesindeki '' Ancak Bakanlıkça ''
ibaresi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 56 ncı, 63 üncü, 87 nci ve
123 ncü maddelerine;
5) 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK'nin 25 inci maddesine
eklenen (2) numaralı fıkrası ve 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645
sayılı KHK'nin 19 uncu maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası; Anayasanın 2 nci
ve 11 inci maddelerine;
6) 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen ek 1 inci
maddesi ile 19 uncu, 20 nci ve 63 üncü maddeleri, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve
91 inci maddelerine;
7) 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK'ye eklenen geçici 6 ncı
maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrası ve 41 inci
maddesindeki '21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanununda yer alan 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'
İbareleri 'Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu' şeklinde ve 'kültür ve
tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu' ile 'Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu' İbareleri 'Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu' şeklinde
değiştirilmiş '' ifadesi ile 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bendi ve 63
üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91
inci maddelerine;
8) 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının; Anayasanın 2 nci ve
45 inci ve 91 inci maddelerine;
9) 36 ncı maddesiyle değiştirilen 2873 sayılı Kanunun 5 inci
maddesinin birinci fıkrasındaki, 'onaylı uygulama imar planına göre
hazırlanacak projelerin' ibaresi, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 91 inci
maddelerine;
10) 40 ıncı maddesi ile değiştirilen 13.12.1978 tarihli ve 178
sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendindeki, 'Bakanlar
Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında '' ve ' ' ve
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan '' ifadeleri ile '' kamulaştırma ''
ibaresi ve ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci,
46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine;
11) 42 nci maddesiyle değiştirilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü
paragrafları ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci
maddelerine;
12) 47 nci ve 49 uncu maddeleri ile 50 nci maddesiyle
değiştirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki ''
Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde '' ibaresi ile 63 üncü
maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine;
13) 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü
maddesi ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve
geçici 10 uncu maddeleri ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8
inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz."'