ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı : 2010/83
Karar
Sayısı : 2012/169
Karar
Günü : 1.11.2012
R.G.
Tarih-Sayı : 22.02.2013-28567
İPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet Partisi
(Cumhuriyet Halk Partisi) Grubu adına Grup Başkanvekilleri M. Akif HAMZAÇEBİ ve
Muharrem İNCE (Esas No: 2010/83)
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURANLAR :
1- Kadıköy 4. İcra Hukuk Mahkemesi (Esas No: 2011/72)
2- Fatih 1. İcra Hukuk Mahkemesi (Esas No: 2011/97)
3- Ankara 11. İcra Hukuk Mahkemesi (Esas No: 2011/104)
4- Çerkezköy 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Esas No: 2011/118)
DAVA VE İTİRAZLARIN KONUSU : 1- 18.6.2010
günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un
1. maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na eklenen
Geçici Madde 6'nın;
a- İkinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ''taşınmazın
el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak '' ibaresinin,
b- Altıncı fıkrasının,
c- Yedinci fıkrasının,
d- Sekizinci fıkrasının son cümlesinin,
e- Onuncu fıkrasının,
2- 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un geçici 2. maddesinin,
Anayasa'nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 35., 36., 90., 125. ve
138. maddelerine aykırılıkları ileri sürülerek iptallerine ve 2942 sayılı
Kanun'a eklenen Geçici Madde 6'nın altıncı ve yedinci fıkraları ile sekizinci
fıkrasının son cümlesinin yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- Dava ve İtiraz Konusu Yasa Kuralları
1- İptali istenilen ibare, cümle ve fıkraların da yer aldığı
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun'un 1. maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na
eklenen Geçici 6. Madde şöyledir:
'Kamulaştırmasız el koyma sebebiyle tazmin
GEÇİCİ MADDE 6- Kamulaştırma işlemleri
tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956
tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu
yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan
taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis
etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle,
malik tarafından ilgili idareden tazminat talebinde bulunulması halinde,
öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi esastır.
Tazminat müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya
üzerinde tesis edilen irtifak hakkının malikin müracaat ettiği tarihteki
tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil
edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma
tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci
maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu
Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma
komisyonunca, müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde 7201
sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer bildirilmeksizin,
talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir.
Uzlaşma; nakdi ödeme, idareye ait taşınmazın trampası, idareye ait
taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya imar mevzuatı çerçevesinde
başka bir yerde imar hakkı kullandırılması suretiyle yapılabilir.
Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili engel bulunmadığı takdirde
davete icabet tarihinden itibaren en geç altı ay içerisinde sonuçlandırılır ve
uzlaşmaya varılıp varılmadığı, malik veya temsilcisi ile komisyon üyeleri
tarafından imzalanan bir tutanağa bağlanır. Bu tutanak ile uzlaşma görüşmelerine
ilişkin bilgi ve belgeler, açılacak davalarda taraflar aleyhine delil teşkil
etmez. Uzlaşmaya varılması halinde, üzerinde uzlaşılan hakkın türünü, tanınma
şart ve usullerini, nakdi ödemede bulunulacak ise miktarını ve ödeme şartları
ile taşınmazların tesciline veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir
sözleşme akdedilerek bu sözleşme çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu
taşınmazlar resen tapuya tescil veya terkin edilir.
Uzlaşılan nakdi tazminat bedeli, bütçe imkanları dahilinde,
sonraki yıllara sari olacak şekilde taksitli olarak da ödenebilir. Taksitli
ödeme süresince, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt
Faizine İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir.
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin uzlaşmaya davet
olmaksızın sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından
sadece tazminat davası açılabilir. Dava açılması halinde, fiilen el konulan
taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının
müracaat tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki
esaslara göre mahkemece tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline
veya terkinine ve malike tazminat ödenmesine hükmedilir. Tescile veya terkine
ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen tazminata ilişkin temyiz hakkı
saklıdır.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca
ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı
bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden yüzde iki pay
ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam
tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari olacak şekilde,
garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları
ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı
Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı
gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları
da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem
yapılabilir.
Bu maddenin tazminata ilişkin hükümleri, vuku bulduğu tarih
itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı
açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle
reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce açtıkları davalar sonunda
tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki sebeplerden dolayı davaları
reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz. Ancak, gerek
iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar
sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare
tarafından nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları
teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem
yapılabilir.
Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan
kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce
tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna
gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç
ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler.
Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma görüşmelerinin neticesine kadar dava
bekletilir; uzlaşılamaması halinde, uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye
sunulmasından sonra davaya devam edilir.
Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.'
2- İptali istenen 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların
Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:
'GEÇİCİ MADDE 2- (1) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 4/11/1983 tarihli ve 2942
sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6 ncı maddesi hükmü, 4/11/1983 tarihinden
sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten
sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat
davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı
Kanunun geçici 6 ncı maddesinin yedinci fıkrası
uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır.'
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde ve başvuru kararlarında, Anayasa'nın 2., 5., 10.,
11., 12., 13., 35., 36., 90., 125. ve 138. maddelerine dayanılmıştır.
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca, E.2010/83
sayılı dosyanın 22.9.2010 gününde, E.2011/72 sayılı dosyanın 22.9.2011 gününde,
E.2011/97 sayılı dosyanın 22.9.2011 gününde, E.2011/104 sayılı dosyanın
20.10.2011 gününde, E.2011/118 sayılı dosyanın ise 30.11.2011 gününde yapılan
ilk inceleme toplantılarında başvurularda eksiklik bulunmadığından işin
esasının incelenmesine, E.2010/83 sayılı dosyada yürürlüğü durdurma isteminin
esas inceleme aşamasında karara bağlanmasına, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV- BİRLEŞTİRME KARARLARI
E.2011/72 ve E.2011/97 sayılı itiraz başvurularının 22.9.2011
gününde, E.2011/104 sayılı itiraz başvurusunun 20.10.2011 gününde ve E.2011/118
sayılı itiraz başvurusunun 30.11.2011 gününde,aralarındaki hukuki irtibat
nedeniyle E.2010/83 sayılı dava ile birleştirilmesine, esaslarının
kapatılmasına, esas incelemenin E.2010/83 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Dava dilekçesi, başvuru kararları ve ekleri, Raportör Ali Rıza
ÇOBAN tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, Türkiye Belediyeler
Birliği Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Kadir TOPBAŞ,
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet ÖZHASEKİ, Türkiye Belediyeler
Birliği Encümeni Üyesi ve Osmaniye Belediye Başkanı Kadir KARA, Türkiye
Belediyeler Birliği Encümeni Üyesi ve Altındağ Belediye Başkanı Veysel TİRYAKİ,
Türkiye Belediyeler Birliği Encümeni Üyesi ve Çankaya Belediye Başkanı Bülent
TANIK, Türkiye Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Hayrettin GÜNGÖR, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi 1. Hukuk Müşaviri Av. Ali KARAASLAN, İSKİ 1. Hukuk
Müşaviri Av. Mahmut KOCAMEŞE, Türkiye Belediyeler Birliği Avukatları Veli BÖKE,
Temel BAŞALAN, Ahmet OKAY ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Avukatı Ali KIZILDAĞ
tarafından 31.10.2012 gününde yapılan sözlü açıklamalar, dava konusu kurallar,
dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri
incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A- 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 5999 sayılı Kanun'un 1.
Maddesiyle Eklenen Geçici 6. Maddenin İncelenmesi
1- İkinci Fıkranın Birinci Cümlesinde Yer Alan ''taşınmazın el
koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak '' İbaresi
Başvuru kararında, kamulaştırmasız el atma nedeniyle yapılacak
uzlaşma görüşmelerinde kamu otoritesi tarafından el atılan taşınmazın değeri
tespit edilirken taşınmazın el koyma tarihindeki niteliklerinin esas alınmasını
öngören kuralın, taşınmazına kamulaştırma olmaksızın el atılan maliklerin
taşınmazlarının gerçek değerinden çok daha düşük bir tazminat alması sonucunu
doğurduğu ve bu tazminatın komşu taşınmazların değerine göre de çok az olduğu
belirtilerek Anayasa'nın 10. ve 35. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında
meydana gelen kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle yapılacak uzlaşma
görüşmeleri ve eğer uzlaşma sağlanamazsa açılacak tazminat davalarında
tazminatın nasıl belirleneceğini düzenlemektedir. Buna göre, 9.10.1956 ile
4.11.1983 tarihleri arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan ya da el konulan
taşınmazlarla ilgili olarak sadece tazminat davası açılabilecektir. Ancak malik
tarafından ilgili idareden tazminat istenmesi halinde öncelikle uzlaşma yoluna
gidilmesi zorunlu tutulmuştur. Uzlaşma görüşmelerinden önce idarece taşınmazın
müracaat tarihindeki değerinin tespit ettirilmesi kurala bağlanmıştır. Değer
tespitinin kıymet takdir komisyonu marifetiyle 2942 sayılı Kanun'un 11. ve 12.
maddelerindeki esaslara göre ve taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri
esas alınarak yapılması ve tespit edilen değer bildirilmeksizin maliklerin
uzlaşma görüşmelerine davet edilmesi öngörülmüştür.
Uzlaşma görüşmeleri sonucunda uzlaşma sağlanamazsa, uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından
tazminat davası açılması öngörülmektedir. Dava açılması halinde taşınmazın
başvuru tarihindeki değeri yukarıda belirtildiği gibi 2942 sayılı Kanun'un 11.
ve 12. maddelerindeki esaslara göre ve taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri
esas alınarak tespit edilecektir. Taşınmaza el atılmasından sonra başvuru
tarihine kadar taşınmazın niteliklerinde meydana gelen değişiklikler değer
tespiti sırasında dikkate alınmayacaktır.
Mülkiyet hakkı, Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak
güvence altına alınmış ve bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla
sınırlama getirilebileceği belirtilmiştir. Özel mülkiyetteki bir taşınmaza kamu
yararı amacıyla ihtiyaç duyulması halinde bu taşınmazın kamulaştırılarak kamu
hizmetine tahsis edilmesi gerekmektedir. Kamulaştırmanın nasıl ve hangi
ilkelere göre yapılacağı Anayasa'nın 46. maddesinde ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir.
Plansız şehirleşme, idarelerin bütçelerinin kısıtlı olması gibi
çeşitli nedenlerle geçmişte kamulaştırma yapılmaksızın bazı taşınmazlar fiilen
kamu hizmetine tahsis edilmiştir. Bu şekilde kamulaştırmasız olarak el atılan
taşınmazlarla ilgili olarak maliklerin dava açma hakkını yirmi yıllık hak
düşürücü süreye bağlayan 2942 sayılı Kanun'un 38. maddesi 2003 yılında Anayasa
Mahkemesince iptal edilmiştir (K.T.10.4.2003, E.2002/112, K.2003/33.) Bu
iptal kararının geçmişe etkisi konusunda uygulamada ortaya çıkan yorum
farklılıklarını gidermek amacıyla kanun koyucu, 5999 sayılı Kanun'u çıkarmış ve
9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el
atmalar nedeniyle maliklerin başvuru yapmasına ve dava açmasına olanak
tanımıştır.
Kuralın, geçici bir nitelik taşıdığı ve geçmişte meydana gelen kamulaştırmasız
el atmalardan kaynaklanan hukuksal sorunların tasfiyesini amaçladığı
anlaşılmaktadır. Kamulaştırma olmaksızın el konulan taşınmazların niteliğinde
meydana gelen değişiklikler kamunun işlemleri sonucunda gerçekleşmiş olup, bu
işlemler dolayısıyla taşınmazın değerinde meydana gelen artış ya da azalmaların
malike ödenecek tazminatın hesaplanmasında dikkate alınması, maliklerin haksız
kazanç elde etmesine ya da haksız bir şekilde zarara uğramasına sebep
olabilecektir.
Kamulaştırma olmaksızın el atılan taşınmazların değerinin
tespitinde taşınmazın el atma anındaki niteliklerinin dikkate alınmasını
öngören kural, Anayasa'nın 35. maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
Mehmet ERTEN bu görüşe farklı gerekçeyle katılmıştır.
Fulya KANTARCIOĞLU ise bu görüşe katılmamıştır.
Kuralın, Anayasa'nın 10. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
2- Altıncı Fıkranın,
a- Birinci Cümlesinde Yer Alan ''sadece'' Sözcüğü
Dava dilekçesinde, altıncı fıkranın birinci cümlesinde yer alan
malik tarafından 'sadece' tazminat davası açılabileceğini öngören
kuralın, hak arama özgürlüğünü ihlal ettiği belirtilerek Anayasa'nın 36.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Altıncı fıkrada, taşınmazına kamulaştırma olmaksızın el atılan
maliklerin öncelikle uzlaşma amacıyla idareye başvurmaları, altı ay içinde
uzlaşma sağlanamaması ya da idarenin uzlaşmaya davet etmemesi halinde
maliklerin üç ay içinde sadece tazminat davası açabileceği öngörülmüştür. Buna
göre, idare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği veya altı aylık sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın
sona erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat
davası açılabilecek, mülkiyet hukukundan kaynaklanan diğer davaların açılması
mümkün olmayacaktır.
Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına
alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri de mahkemeye erişim
hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme
yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar.
Maddi hukukta herhangi bir değişiklik yapmaksızın maddi hukukun
ihlalinden kaynaklanan uyuşmazlıkların dava konusu yapılmasını yasaklayan
kural, hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırıcı niteliktedir. Taşınmazına
kamulaştırmasız el atılan malikin sadece tazminat davası açabileceğini
düzenleyen kural, malikin el atmanın önlenmesi ve ecri misil davası gibi
mülkiyet hakkından kaynaklanan davaları açmasını yasaklamakta, böylece hak
arama özgürlüğünü bu davalar yönünden ortadan kaldırmaktadır.
Açıklanan nedenlerle malikin sadece tazminat davası açabileceğini
öngören kural, Anayasa'nın 36. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
b- Birinci Cümlesinde Yer Alan ''üç ay
içerisinde'' İbaresi
Dava dilekçesinde, malikin dava açma hakkını uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği ya da altı aylık sürenin uzlaşmaya davet olmaksızın
sona erdiği tarihten itibaren üç ay içinde kullanmasını zorunlu tutan kuralın,
hak arama özgürlüğünü ihlal ettiği ve Anayasa'nın 36. maddesine aykırı olduğu
ileri sürülmüştür.
Altıncı fıkrada, taşınmazına kamulaştırma olmaksızın el atılan
maliklerin öncelikle uzlaşma amacıyla idareye başvurmaları, altı ay içinde
uzlaşma sağlanamaması ya da idarenin uzlaşmaya davet etmemesi halinde üç ay
içinde dava açmaları öngörülmüştür. Buna göre, idare ile malik arasında uzlaşma
sağlanamazsa, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği ya da altı aylık sürenin
uzlaşmaya davet olmaksızın sona ermişse bu tarihten itibaren üç ay içinde malik
tarafından dava açılabilecektir.
Anayasa'nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü güvence altına
alınmıştır. Hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim
hakkıdır. Bu hak, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip
bir mahkeme önüne taşınması hakkını da kapsar. Anayasa'nın 36. maddesinde, hak
arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla
birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak
olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın
doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca
hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa
da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların
sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım
koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından
kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar
olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan güvencelere
aykırı olamaz.
Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi, hak ve özgürlüklerin özlerine de
dokunamaz. Dava konusu kural 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasında meydana
gelen kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle açılacak davalar için malikin
başvurusu üzerine idare ile malik arasında uzlaşma sağlanamazsa, uzlaşmazlık
tutanağının tanzim edildiği ya da altı aylık süre uzlaşmaya davet olmaksızın
sona ermişse bu tarihten itibaren üç aylık hak düşürücü süre öngörmektedir.
Hak arama özgürlüğü demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez
unsurlarından biri olup tüm bireyler açısından mümkün olan en geniş şekilde güvence
altına alınmalıdır. Diğer taraftan hukuki işlem ve kuralların sürekli dava
tehdidi altında bulunması hukuk devletinin unsurları olan hukuki istikrar ve
hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle hak arama özgürlüğü ile
hukuki istikrar ve hukuki güvenlik gerekleri arasında makul bir denge
gözetilmelidir. Dava konusu kuralla getirilen süre sınırlamasının amacının
geçmişte meydana gelen hukuka aykırılıklarla ilgili uyuşmazlıkların tasfiye
edilmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu yönüyle kural geçici bir nitelik
taşımaktadır. Getirilen süre sınırlamasının amacının kamulaştırmasız el atma
yoluyla kamu hizmetine tahsis edilmiş olan taşınmazlara ilişkin ihtilafların
belli bir süre içinde çözümlenerek mülkiyet durumunun açıklığa kavuşturulmasını
sağlamak olduğu açıktır. Kamu hizmetine tahsis edilen taşınmazların her an dava
tehdidi altında bulunması kamu hizmetlerinin aksamasına neden olacağından
açılacak davalar için bir süre sınırı getirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.
Öngörülen hak düşürücü süre malikin başvurusu üzerine başlayan uzlaşma
sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine işlemeye başlamaktadır. Üç aylık
hak düşürücü süre bireyler açısından dava açmak için yeterli düşünme ve
hazırlanma imkânı tanımaktadır. Bu nedenle, dava konusu kuralla getirilen
sürenin hak arama hürriyetine ölçüsüz bir müdahale olduğu söylenemez. Ayrıca,
bu sürenin hak aramayı aşırı derecede zorlaştıran ya da ortadan kaldıran,
dolayısıyla hakkın özüne dokunan bir sınırlama olmadığı da açıktır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve 36. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
c- Kalan Bölümü
Dava dilekçesinde, maliklerin öncelikle uzlaşma yoluna gitmek
zorunda bırakılmalarının hak arama özgürlüğünün özünü zedeleyici nitelikte
olduğu, diğer taraftan ikinci cümlede yer alan düzenlemelerin mahkemeye emir
niteliği taşıdığı ve mahkemeler tarafından verilen tescile veya terkine ilişkin
hükümlerin kesin olması nedeniyle kanun yollarına başvuru yolunun
kapatılmasının hak arama özgürlüğünü kısıtladığı belirtilerek kuralın,
Anayasa'nın 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen kuralda, tazminat talep edilmesi halinde öncelikle
uzlaşma yoluna gidilmesi öngörülmüş ve altı ay içinde uzlaşmaya varılamazsa ya
da idare tarafından uzlaşmaya davet olunmazsa ancak bundan sonra dava
açılabileceği belirtilmiştir. Ayrıca dava açılması halinde, fiilen el konulan
taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının müracaat tarihindeki
değerinin mahkemece ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre tespit
edileceği ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine ve
malike tazminat ödenmesine hükmedileceği kuralına yer verilmiştir. Diğer
taraftan tazminat davaları sonucunda mahkemeler tarafından verilen tescile veya
terkine ilişkin hükümlerin kesin olduğu belirtilerek bu kararlar açısından
kanun yollarına başvuru yolu kapatılmış, hükmün yalnızca bedele ilişkin kısmı
aleyhine temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hakların sınırlandırılmasında
uyulacak ilkeler düzenlenmiş ve her temel hakkın ancak ilgili maddede
gösterilen nedenlerle sınırlanabileceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ve herhangi bir
sınırlama nedenine yer verilmemiştir.
Anayasa'nın 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığı
düzenlenmiş ve hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge
gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı öngörülmüştür.
Dava konusu kural, kamulaştırmasız el atma nedeniyle yapılacak
başvurularda hak arama özgürlüğünün çerçevesini çizmekte ve dava açmadan önce
uyuşmazlık çözme yöntemlerinden biri olan uzlaşma yoluna gidilmesini zorunlu
tutmaktadır. Yargının iş yükünün azaltılması, adalete erişimin
kolaylaştırılması ve usul ekonomisi gibi çeşitli nedenlerle uyuşmazlıkların
çözümünde alternatif yöntemlere başvuru zorunluluğu getirilmesi yasama
organının takdir yetkisi içindedir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına
başvuru zorunluluğu, bu yollar sırf kişilerin hak aramalarını
imkânsız hale getirmek amacıyla oluşturulmuş etkisiz ve sonuçsuz yöntemler
olmadığı sürece hak arama özgürlüğüne aykırı kabul edilemez.
Diğer taraftan, her kanunun muhatapları ve uygulayıcılar açısından
uyulması zorunlu emirler niteliğinde olması hukuk kurallarının normatif
doğasından kaynaklanır. Bir hukuk devletinde her kamusal yetkinin hukuka uygun
kullanılması gerektiği gibi mahkemelerin de önlerine gelen uyuşmazlıklar hakkında
karar verirken ilgili kanunlara uyma yükümlülüğü vardır. Anayasa'nın 138.
maddesinde, hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduğu ve Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri kuralına yer
verilmiştir. Bu nedenle kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat
davalarını karara bağlarken mahkemelerin uymaları gereken esasları belirleyen
kuralların yargı bağımsızlığını ihlal edici nitelikte olduğu söylenemez.
Ayrıca, adil yargılanma hakkı, her uyuşmazlığın zorunlu olarak iki
ya da üç dereceli yargılamaya tabi olmasını gerektirmez. Anayasa'da iki
dereceli yargılamayı zorunlu tutan bir kural olmadığı gibi Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin Türkiye'nin taraf olmadığı 7. Protokolü'nün 2.
maddesi ile Türkiye'nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi'nin 14. maddesinin beşinci fıkrasında yalnızca ceza davaları
açısından iki dereceli yargılama öngörülmüş, hukuk davaları açısından ise iki
dereceli yargılama zorunluluğu getirilmemiştir. Bu nedenle bazı hukuk
uyuşmazlıklarının usul ekonomisi vb. nedenlerle iki dereceli yargılamaya
kapatılması yasama organının takdir yetkisi içinde olup hak arama özgürlüğüne
aykırılık oluşturmaz.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13., 36. ve 138.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa'nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
3- Yedinci Fıkra
Dava dilekçesinde, uzlaşma yoluna başvuranlara ödenecek bedeller
konusunda herhangi bir bütçe kısıtlaması öngörülmemişken dava açılması halinde
hükmedilecek tazminatların ödenmesi için bütçeden belli bir pay ayrılması,
bütçeden ayrılan payın yeterli olmaması halinde tazminatların ödenmesinin
yıllara sari olacak şekilde taksitlendirilmesinin öngörülmesi, ayrıca mahkeme
tarafından tazminata hükmedilmesi halinde tekrar uzlaşma teklif edilmesinin
mahkeme kararlarının uygulanmasını geciktirme ve mahkeme kararını değiştirme
anlamına geldiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2., 36. ve 138. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İptali istenen yedinci fıkranın ilk üç cümlesinde, kesinleşen
mahkeme kararlarına istinaden yapılacak ödemeler için idarelerin yılı
bütçelerinde, sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden % 2 pay ayrılması,
kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması
halinde, ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak, garameten ve taksitlerle
gerçekleştirilmesi, taksitlendirmede bütçe imkânları ile alacak tutarlarının
dikkate alınması öngörülmüştür. Son cümlede ise kesinleşen mahkeme kararları ile
ilgili olarak idareye nakdi ödeme yerine yeniden uzlaşma teklif etme yetkisi
tanınmıştır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi, hak ve özgürlüklerin özlerine de
dokunamaz.
Anayasa'nın 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilerek hak arama
özgürlüğü güvence altına alınmıştır.
Anayasa'nın 138. maddesinde ise mahkemelerin bağımsızlığı
düzenlenmiş ve hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge
gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı kuralına yer verilmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi dava konusu kuralları da içeren
Geçici 6. madde ile 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri arasındaki
kamulaştırmasız el koymalar nedeniyle yapılacak tazminat talepleri ve açılacak
davalara ilişkin olup geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesinin
amaçlandığı anlaşılmaktadır. Hükmün gerekçesinde kamulaştırmasız el atılan
bütün taşınmazlarla ilgili tazminat talebinde bulunulması halinde idarelerin
bütçe kaynaklarıyla bu taleplerin karşılanması imkânsız olduğu gibi, kamu
hizmetlerinin yürütülmesinde de büyük zorluklarla karşılaşılacağı
belirtilmiştir. Geçmişe yönelik mağduriyetleri gidermek üzere, kamu
hizmetlerini aksatmayacak şekilde bütçeden belli bir pay ayrılarak ödemelerin
bu pay üzerinden yapılmasını ve ayrılan payın talepleri karşılamaması halinde
ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten yapılmasını
öngören kuralın kamu yararı ile kişi hakları arasında makul bir denge kurmayı
amaçladığı anlaşıldığından Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13., 36. ve 138.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
4- Sekizinci Fıkranın Son Cümlesi
Dava dilekçesinde, iç hukuka ya da milletlerarası hukuka göre
evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz
ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, Geçici 6. maddenin
üçüncü fıkrasında belirtilen diğer uzlaşma yollarını önerme imkânı tanıyan
kuralın, idareye mahkeme kararlarını değiştirme ve yerine getirilmesini
geciktirme yetkisi verdiği belirtilerek Anayasa'nın 138. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
Geçici 6. maddenin sekizinci fıkrasının son cümlesinde, gerek iç
hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda
hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından
nakdi ödeme yerine, Geçici 6. maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen diğer
uzlaşma yollarının teklif edilebileceği ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin
hükümlerine göre işlem yapılabileceği öngörülmüştür.
Anayasa'nın 138. maddesinde mahkemelerin bağımsızlığı düzenlenmiş
ve hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere
ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve
telkinde bulunamayacağı, ayrıca yasama ve yürütme organları ile idarenin
mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organların ve idarenin mahkeme
kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremeyeceği kuralına yer verilmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi dava konusu düzenlemenin 9.10.1956
ile 4.11.1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle
yapılacak tazminat talepleri ve açılacak davalara ilişkin olup geçmişe yönelik
bazı mağduriyetlerin giderilmesini amaçladığı anlaşılmaktadır. Kamu
hizmetlerinin yerine getirilmesini aksatmamak amacıyla ulusal ya da
uluslararası mahkeme kararıyla tazminat almaya hak kazananlara nakdi ödeme
yerine idarelere uzlaşma teklifinde bulunma yetkisi tanıyan kural, mahkeme
kararlarının nasıl yerine getirileceğine ilişkin olup, mahkeme kararlarını
değiştirici ya da yerine getirilmesini geciktirici nitelikte olduğu söylenemez.
Kaldı ki, uzlaşma teklifinin kabul edilmemesi halinde mahkeme kararının icra
edilmesini engelleyen bir durum da yoktur.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 138. maddesine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
5- Onuncu Fıkra
Başvuru kararlarında, kuralın, kamulaştırmasız el atma yoluyla
taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat kararı alan maliklerin tazminat
alacaklarını elde etmesini zorlaştırdığı belirtilerek Anayasa'nın 2., 5., 10.,
11., 12., 13., 35., 90. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, kamulaştırmasız el atma nedeniyle ödenecek
tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacaklarının
haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir.
Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı,
birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olup, bireye emeğinin karşılığına sahip
olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır.
Maddede, mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, kamu yararı
amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Ayrıca, mülkiyet
hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı belirtilmiştir.
Anayasa'nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik
sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de
dokunamaz.
İtiraz konusu kural, 9.10.1956 ile 4.11.1983 tarihleri
arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların
tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü
içermektedir. Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay
ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen
tazminat miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak
taksitle ve garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni
faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi geçmişe
yönelik mağduriyetleri gidermek amacıyla getirilen istisnai nitelikteki bu
düzenlemenin amacı, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu
hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının
korunmasıdır. Toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli bir şekilde
sürdürülebilmesi için zorunlu olan kamu hizmetlerinin kesintisiz bir biçimde
yürütülmesi, idarelerin belli ayni ve nakdi varlıklara sahip olmalarına
bağlıdır. İdarelerin kamu hizmetlerini yerine getirmek için ihtiyaç duyduğu
malların haczedilmesi halinde bu hizmetlerin aksayacağı ya da hiç yerine
getirilemeyeceği açıktır.
Her ne kadar itiraz konusu kural nedeniyle bazı bireyler tazminat
alacaklarını daha geç tahsil edebileceklerse de Kanun bu gecikme için kanuni
faiz ödenmesini kurala bağlayarak kamu yararı ile birey hakları arasında makul
bir denge kurmaya çalışmıştır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin aksatılmadan
yerine getirilmesini güvence altına almak amacıyla birey haklarına getirilen
sınırlamanın ölçüsüz olduğu söylenemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine
aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN
bu görüşe katılmamışlardır.
Kuralın, Anayasa'nın 2., 5., 10., 11., 12., 90. ve 138.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
B- 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un Geçici 2.
Maddesinin İncelenmesi
Başvuru kararlarında kuralın, Anayasa'da mülkiyet hakkı için
öngörülen güvenceleri ortadan kaldırarak kamulaştırma için öngörülen bütün
garantileri etkisiz hale getirdiği, kamu idarelerini kamu yararı için ihtiyaç
duyulan taşınmazların kamulaştırılması yerine, kamulaştırmasız olarak el atmaya
yönlendirdiği, bu nedenle idarenin hukuka aykırı hareket etmesinin yolunu
açtığını belirterek Anayasa'nın 2., 5., 10., 11., 12., 13., 35., 36., 90. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, 2942 sayılı Kanun'un Geçici 6. maddesinin
4.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el atma işlemlerine ilişkin olarak
6111 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle
uygulanmasını öngörmektedir. 6111 sayılı Kanun, 25.2.2011 tarih ve 27846
(Mükerrer) sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Maddede
ayrıca 4.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri
sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden yapılacak tazminat ödemelerinde kullanılmak üzere,
ihtiyaç olması halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için
tahsis edilen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılması öngörülmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti ilkesinin gereklerinden biri de devletin bütün
işlemlerinde hukuka uygun hareket etme zorunluluğudur. Aynı şekilde hukuk
devleti bireyler açısından öngörülebilir bir hukuk düzenini gerektirir.
Anayasa'nın 35. maddesinde birey özgürlüğü ile doğrudan
ilgili olan mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Ancak mülkiyet
hakkı sınırsız bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılması
mümkündür. Anayasa'nın 46. maddesinde de kamu yararı amacıyla ihtiyaç duyulan
özel mülkiyetteki taşınmazların hangi koşullarda ve ne şekilde
kamulaştırılacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla idarenin ihtiyaç duyduğu özel
mülkiyetteki taşınmazları edinme yolu kamulaştırma usulüdür.
2942 sayılı Kanun'un Geçici 6. maddesi, 9.10.1956 ile 4.11.1983
tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalara dayalı tazminat
taleplerine uygulanacak kuralları öngörmektedir. Bu kuralda getirilen
düzenlemeler, malikler açısından kamulaştırma için Anayasa'nın 46. maddesinde
ve 2942 sayılı Kanun'da öngörülen güvencelerden daha aleyhe kurallar
içermektedir. 2942 sayılı Kanun'a göre, kamulaştırma kararı verilebilmesi için
öncelikle taşınmazın değerinin idare tarafından tespit ettirilmesi, uyuşmazlık
halinde idarenin mahkemeye başvurarak bedel tespitini istemesi gerekmektedir.
Tespit edilen bedelin peşin olarak bankaya yatırılmasıyla kamulaştırma kararı
kesinleşmektedir. Bu nedenle bir kamu idaresi kamulaştırma bedelini ödeyecek
yeterli ödeneği olmadıkça kamulaştırma kararı alamayacaktır. Diğer taraftan,
malikin kamulaştırma işlemi aleyhine idari yargıda dava açma hakkı
bulunmaktadır. 2942 sayılı Kanun'da kamulaştırma bedellerinin
taksitlendirilmesi belli hallere münhasır kılınmış ve bu hallerde de
taksitlendirme süresinin beş yılı geçemeyeceği ve taksitlendirme halinde kamu
alacakları için uygulanan en yüksek faizin uygulanması kuralı yer almaktadır.
Geçici 6. maddede ise geçmişte idarelerce kamulaştırmasız el
atılan taşınmazlarla ilgili olarak uzlaşma ve dava yoluna başvurma külfeti
maliklere yüklenmiştir. Bu nedenle dava harçlarını ödeme yükümlülüğü de
maliklerin üzerindedir. Diğer taraftan, hükmedilen tazminatın ödenmesi için
bütçeden belli bir pay ayrılması ve hükmedilen tazminatlar toplamının bu
ödenekten fazla olması halinde ödemelerin taksitlendirilmesi öngörülmüştür.
Anayasa'nın 46. maddesindeki taksitlendirme koşullarının bulunup bulunmadığına
bakılmadığı gibi, sürenin beş yılı aşması ihtimali de vardır. Ayrıca,
taksitlendirme halinde 3095 sayılı Kanun'a göre ödenecek olan kanuni faiz oranı
kamulaştırmada uygulanacak olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz
oranından daha düşüktür. Öte yandan, mahkeme kararından sonra idarelere tekrar
uzlaşma teklif etme yetkisi tanındığı gibi tazminatın ödenmesini sağlamak üzere
idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilmesi de yasaklanmıştır.
Geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla
çıkarılan ve istisnai nitelik taşıyan Geçici 6. maddedeki malik aleyhine
hükümlerin geleceğe yönelik olarak uygulanması halinde kamulaştırma için
Anayasa ve Kanun'da öngörülen bütün güvenceler etkisiz kalabilecektir. Kuralla,
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 15 yıl boyunca 2026 yılına kadar
idarelerin özel mülkiyete kamulaştırmasız el atma yoluyla müdahalesine yol
açılmaktadır. Böylece idareler kamulaştırma yapmak yerine, hukuka aykırı olarak
el atmak suretiyle taşınmazları elde edebileceklerdir. Böyle bir durumda
devletin hukuka bağlılığı ilkesi zedeleneceği gibi bireyler açısından hukuki
güvenlik ve öngörülebilirlik de ortadan kalkacaktır. Bir hukuk devletinde
kanunların hukuka aykırı uygulamaları teşvik etmesi kabul edilemez.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2., 35. ve 46. maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
Kural, Anayasa'nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı görülerek
iptal edildiğinden Anayasa'nın 5., 10., 11., 12., 13., 36., 90. ve 138.
maddeleri yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
VI- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'na eklenen Geçici Madde 6'nın;
A- Altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ''sadece'' sözcüğünün yürürlüğünün
durdurulması isteminin, koşulları oluşmadığından REDDİNE,
B- 1- Altıncı fıkrasının ''sadece'' sözcüğü
dışında kalan bölümüne,
2- Yedinci fıkrası ile sekizinci fıkrasının son cümlesine,
yönelik iptal istemleri, 1.11.2012 günlü, E.2010/83, K.2012/169
sayılı kararla reddedildiğinden, bu fıkraya, bölüme ve cümleye ilişkin
yürürlüğün durdurulması isteminin REDDİNE,
1.11.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında 'Kanun, kanun
hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların
hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten
kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği
tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı
günden başlayarak bir yılı geçemez.' denilmekte, 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 66. maddesinin
(3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un Geçici 2. maddesinin iptal edilmesi nedeniyle doğacak hukuksal
boşluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun'un 66. maddesinin (3) numaralı
fıkrası gereğince bu maddeye ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete'de
yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
VIII- SONUÇ
A- 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesiyle, 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'na eklenen Geçici Madde 6'nın:
1- İkinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ''taşınmazın el
koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak'' ibaresinin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU'nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2- Altıncı fıkrasının;
a- Birinci cümlesinde yer alan ''sadece'' sözcüğünün Anayasa'ya
aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
b- Birinci cümlesinde yer alan ''üç ay içerisinde'' sözcüklerinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU'nun
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- Kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
3- Yedinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU'nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
4- Sekizinci fıkrasının son cümlesinin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Fulya KANTARCIOĞLU'nun karşıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
5- Onuncu fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, Serruh KALELİ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Celal Mümtaz AKINCI ile
Erdal TERCAN'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B- 13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden
Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun'un geçici 2. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
C- 6111 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinin iptal edilmesi
nedeniyle, Anayasa'nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun'un
66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu maddeye ilişkin İPTAL
HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE'DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA
YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, Fulya KANTARCIOĞLU'nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
1.11.2012 gününde karar verildi.
Başkan
Haşim KILIÇ
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan
ALTAN
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mehmet ERTEN
|
Üye
Serdar
ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Zehra Ayla
PERKTAŞ
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
KARŞIOY
18.6.2010 günlü Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
5999 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na eklenen
'geçici madde 6'nın son fıkrası ile gelen kural:
'Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez' demektedir.
İtiraz yoluna başvuran mahkemeler, kamulaştırmasız el atma yolu
ile taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat kararı alan maliklerin
tazminat alacaklarının tahsilini zorlaştıran kuralın anayasaya aykırı olduğunu
ileri sürmektedirler.
Hukuk dünyamızda pek çok yasada devlet malları ile haczi caiz
olmadığı gösterilen malların haczolunamayacağının hüküm altına alındığı
görülmektedir.
Özel kanununda haczedilmezliğine ilişkin, 5393 sayılı Belediye
Kanunu'nun 15. maddesinin son fıkrasında yer alan 'belediyenin proje karşılığı
borçlanma yolu ile elde ettiği gelirler, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde
fiilen kullanılan mallar ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resmi ve
harç gelirleri haczedilemez' hükmü bir örnek olup bu kuralın 2007/37 E.,
2010/114 K. sayılı dosyada denetimini yapan mahkememiz 6.7.2011 gün ve 27986
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 16.12.2010 tarihli 6/9 oy çokluğu ile verdiği
Anayasa'ya aykırılık bulunmadığı yolundaki red kararında;
'İtiraz konusu kuralla belediyelerin bazı varlıkları haciz yasağı
kapsamına alınarak belediyeden olan alacaklarını icra yolu ile tahsil etmek
zorunda kalanlar bakımından mülkiyet hakkına bir sınırlama getirilmiş ise de,
belediyelerin 5395 sayılı Kanunun 15. maddesinin son fıkrasının dışında gelir
ve varlıkları üzerine haciz işleminin yapılabilmesi imkanının bulunması,
kişilerin bu hakkını tamamen ortadan kaldırmadığı ve hukuk devletinin koruması
altındaki haklarını elde edebilme imkanlarının bulunduğunu göstermektedir.'
Gerekçesini kullandığı görülmektedir.
Karşıoy haklarını kullanan üyeler yönünden bakıldığında ise
özetle, mülkiyet hakkı kapsamında olduğu tartışmasız alacak hakkının
kullanılmasının engellenmesi, sadece kamu hizmetine tahsis edilmemiş mallara
karşı yönlendirilmesi, belediyenin başkaca mali kaynağı yok ise yargı kararı
ile ulaşılmış alacak hakkına erişmenin tümüyle engellenmesi kamu yararı
gerekçesi ile hakkın kullanımının kullanılmaz hale getirilemeyeceği, A.İ.H.M.
tütüncü ve diğerleri/Türkiye davasında, banka hesabı ve taşınmaza konan haczi
kaldıran kararın 1 nolu protokolun mülkiyetin korunmasına ilişkin 1. maddesini
ihlal ettiğine ilişkin karar verdiği; Bu engellemenin kamu hizmetine özgülenmiş
mal ya da gelir bulunmadıkça kişilerin alacak haklarına kavuşma olanağı tümüyle
kaldırdığını, asıl ve önemli olanın alacağa kavuşmak olduğu, aksi engelleyen
kuralın hak arama hürriyetinin özünü zedelemek, içini boşaltmak ve kullanılmaz
hale getirmek sonucunu doğurduğunu, çağdaş demokratik rejimlerde, kişinin
devletine duyduğu güven ile maddi manevi varlığını geliştirebileceği ve temel
hak ve özgürlüklerden ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı hukuk devleti
düzeninde gerçekleşebileceği, hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde
zorlaştırılmasının dahi kabul edilmesinin hukuk devleti ile bağdaşmadığını ve
bu nedenlerle karar katılmadıkları bu yakın tarihli içtihattan anlaşılmaktadır.
Çoğunluğun, alacağın tahsilinde her türlü yolun kapalı olmaması
başkaca belediye varlıkları üzerinde haciz işleminin hakka erişimi sağladığı
yönünde ki red gerekçesi, karşı oylarda haczi kabil malı bulunmayan belediyeler
yönünden hakka erişiminin önüne geçtiği hatta zorlaştırılmasının bile anayasal
aykırılık inancını taşımaktadır. 5302 sayılı İl Özel İdareler Kanunu'nun 7.
maddesinin son fıkrası, mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 19. maddesi 7.
bendinde 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 15. maddesi son fıkrası, İ.İ.K. 82.
maddesinin 1. bendinde genelde, malların haczedilemeyeceğine ilişkin kuralların
denetiminde belediyelerin yüklendiği görevin toplumsal yaşamın zorunlu
gereksinimleri olup ayni ve nakdi varlığı gerektirdiği, sürekli ve düzenli
yerine getirilebilme olanağının açık olması, haciz ile hizmetin görülmesine
ayrılmış kaynakların ve araçların ortadan kaldırılması ve hizmet ifasının
imkansız hale geleceği vurgulandığı görülmekte ise de, 4046 sayılı Kanun'un
geçici 18. maddesinde yer alan özelleştirme kapsamındaki kuruluşların her türlü
mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceğine, konulmuş hacizlerin kalkıp,
takiplerin düşeceğine ilişkin kuralın denetiminde, mahkeme, hak arama
özgürlüğünün sadece haklılığın saptanması değil bunun kişi yönünden sonuç
doğurması ile sağlanabileceğini alacağın ödenmemesi halinde borcu karşılayacak
malın haczedilip satılarak borcun ödenmesinin hak arama özgürlüğünün yaşama
geçirilişinin somut bir örneği olduğu, bu özgürlüğün içinde hakka kavuşmasında,
bu özgürlük Anayasa'nın 13. maddesi ile kamu yararı nedeniyle sınırlanabilirse
de hak arama özgürlüğünü etkisiz hak getiren düzenlemenin demokratik toplum
düzeni gereği ile bağdaşmayacağı, ödeme konusunda başka bir güvenceye
kavuşturmamanın hukuk güvenliğini zedelediğini belirttiği görülmektedir.
Netice olarak Anayasa Mahkemesi kararlarında; Kamu ve idarelerine
ait bazı malların haczedilmesinin yasaklanması anayasaya aykırı bulunmazken,
bireyin alacak hakkını tahsil etmesini imkansız kılacak yasaklamayı da aykırı
bulmuştur.2007/37 E., 2010/114 K. sayılı 16.12.2010 tarihli benzeri ancak
haczedilmezlik yasağı getiren kuralda Anayasal aykırılık bulmazken, Mahkemenin
red kararının dayandığı en önemli yönün, bireyin belediye ait yasak dışında
kalan haczedilebilir başkaca varlık bulma imkanına halen sahip olması hakkını elde
etmede en büyük hukuki güvence görmesi olduğu ÇOK AÇIKTIR.
Ancak, dava konusu kural, bir mahkeme kararı ile elde edilmiş
alacak hakkının tahsilinin cebir icra ile mümkün olamayacağını, belediyeye ait
HİÇ BİR MAL, HAK VE ALACAĞIN haczedilemeyeceği mutlak yasağını getirmektedir.
Yukarıdaki tüm anlatımlar, hak ve özgürlüğün sınırına ilişkin
anayasal ilkeleri ve içtihatların üzerine söz eklemeye gerek bıraktırmayacak
kadar açık ve nettir.
Hukuka aykırı olarak bireylerin mülkiyet hakkına müdahale eden ve
yıllarca hukuka aykırı olarak kullanmaya devam eden idarelerin kesinleşen
mahkeme kararlarıyla hükmedilen tazminatları keyfi olarak ödememekte ısrar
etmeleri halinde hiçbir şekilde mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyecek ve
mahkeme kararlarının infazının mümkün olamayacağı ortamı yaratan hukuka
aykırılığı teşvik eder nitelikli, bireyi idare karşısında aciz, güçsüz,
güvenliksiz bırakan adeta hak arama hürriyeti yolunu sonuç alınamayacağı
düşüncesiyle nafile uğraş ve mülkiyeti olduğu tartışmasız olan alacağına
erişmeyi engelleyen kural Anayasa'nın 2., 35. ve 138. maddelerine aykırı olduğu
gerekçesi ile çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
KARŞIOY YAZISI
18.6.2010 günlü 5999 sayılı Yasa'nın 1. maddesi ile Kamulaştırma
Kanunu'na eklenen Geçici 6. maddenin kimi ibare, tümce ve fıkralarının dava ve
itiraz yolu ile iptali istenmiştir.
1- Maddenin İkinci Fıkrasındaki 'taşınmazın el koyma tarihindeki
nitelikleri esas alınmak' İbaresinin İncelenmesi :
Geçici 6. maddenin ilk fıkrası ile 9.10.1956 ve 4.11.1983
tarihleri arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya el konulan taşınmazlarla
ilgili olarak kamulaştırmasız el atmanın önlenmesi davası açılamayacağı, yalnız
tazminat talebinde bulunulabileceği, öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesinin esas
olduğu hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrada ise tazminat başvurusu üzerine,
fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının
malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini değerinin, bu Kanun'un 8. maddesinin
ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle
'taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak' ve Kanun'un 11. ve
12. maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edileceği belirtilmiştir.
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme bu fıkradaki 'taşınmazın el koyma tarihindeki
nitelikleri esas alınmak' ibaresinin Anayasa'ya aykırılığı savıyla iptalini istemiştir.
Anayasa'nın 35. maddesinin ilk fıkrasında, 'Herkes, mülkiyet ve
miras haklarına sahiptir'; ikinci fıkrasında da 'Bu haklar, ancak kamu yararı
amacıyla kanunla sınırlanabilir' denilerek mülkiyet hakkı temel bir hak olarak
güvenceye alınmış, bu hakka sadece kamu yararı amacıyla ve yasayla müdahalede
bulunulabilmesine izin verilmiştir. Mülkiyet hakkına yapılacak müdahale,
sınırsız olmayıp, Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca hakkın özü, demokratik
toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkesiyle sınırlıdır.
Öte yandan, Anayasa'nın 46. maddesi ile 35. maddeye bir istisna
getirilerek kamu yararının gerektirdiği hallerde devlet ve kamu tüzel
kişilerine karşılıklarını peşin ödemek koşuluyla özel mülkiyette bulunan
taşınmaz malları kamulaştırma yetkisi tanınmıştır. 46. maddenin gerekçesinde,
'özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların kamulaştırılması karşılığında
hakkaniyete uygun ve âdil bir bedelin ödenmesi, hukuk teorisinde mülkiyet
kavramının genişlemesi olarak adlandırılan bir mal varlığı değerinin bir başka
mal varlığı değeri ile yer değiştirmesi anlamında kabul edildiğinden mülkiyet
hakkının Anayasa ile teminat altına alınmış olması kamulaştırma kavramına engel
olmamaktadır. Kamulaştırma özel mülkiyete Devletin bir müdahalesidir. Bu
müdahalenin bedelinin kesintisiz, nakden ve peşin olarak ödenmesi Anayasal bir
mecburiyet olarak kabul edilerek haklı görülebileceği kuralı getirilmiştir.
Kamulaştırma bedeli hakkaniyete uygun ve adil olmak zorundadır.' denilerek
kamulaştırma istisnai ve hukuki bir yol olarak öngörülmüştür.
Anayasa'nın 46. maddesindeki usul ve esaslara uyulmaksızın idare
tarafından özel mülkiyetteki taşınmaz mallara el konulmasının hukuka aykırı bir
eylem olduğu tartışmasızdır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de kamulaştırmasız
el atmanın hukuka aykırı olduğunu, hukuk devletinde kamu otoritelerinin kanuni
kamulaştırma usulünü terk ederek özel mülkiyete fiilen el koymasının hiçbir
şekilde meşru görülemeyeceğini belirtmektedir. (Sarıca and Dilaver V- Turkey,
Application No. 11765/05, 27 Mayıs 2010; Papamichahopoulos V. Greece,
Application No. 14556/89, 24 Jun 1993. Series A, No 260-B) Bu eylemin hukuka
uygun hale getirilebilmesi için Anayasa'nın 35. ve 13. maddeleri uyarınca, kamu
yararının gerekleri ile kişinin temel haklarının korunması arasında adil bir
denge kurulması, idarenin keyfi davranışlarının önlenmesi gerekir.
İtiraz konusu kuralla fiilen el konulan taşınmazın değerinin
saptanmasında, el koyma tarihindeki niteliklerinin esas alınmasının
öngörülmesi, Anayasa'nın 46. maddesi ile hukuka uygun kamulaştırmalar için kamu
yararının gerekleri ile kişinin temel hakları arasında adil bir denge
kurulabilmesi amacıyla benimsenen gerçek karşılığın ödenmesi ilkesinin göz ardı
edilmesine yol açmaktadır. Böylece, Anayasa'nın 35. maddesi ile 13. maddesi
bağlamında, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan, kişinin temel
hakları karşısında kamu yararı gereklerine üstünlük tanıyan ölçüsüz bir
sınırlama söz konusu olmaktadır.
Kamu otoritesinin zamanında hukuki bir yol olan kamulaştırma yapması
halinde malikin, eşdeğer bir taşınmaz alması olanaklı iken yıllar sonra
taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınarak değer tespiti
yapılması durumunda, bu imkândan yoksun bırakılarak zarara uğratılması, yalnız
mülkiyet hakkını ihlâl etmekle kalmamakta hakkaniyete uygun adil bir hukuk
düzeninin kurulması ve korunmasını içeren hukuk devleti ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ibare, Anayasa'nın 2., 13. ve
35. maddelerine aykırıdır.
2- Madde'nin Altıncı Fıkrasındaki 'üç ay' İbaresinin İncelenmesi :
Madde'nin altıncı fıkrasının ilk tümcesinde, 'İdare ve malik
arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim
edildiği veya ikinci fıkradaki sürenin (6 ay) uzlaşmaya davet olmaksızın sona
erdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde malik tarafından sadece tazminat
davası açılabilir' denilerek dava açılması için üç aylık hak düşürücü süre
öngörülmüştür.
Anayasa Mahkemesi Kamulaştırma Kanunu'nun 38. maddesinde yer alan
20 yıllık hak düşürücü sürenin iptaline ilişkin 10.4.2003 günlü, E: 2002/112,
K: 2003/33 sayılı kararında hukuka aykırı bir şekilde idare tarafından el
konulan bir taşınmazın belli bir süre geçmesiyle malikin dava açma hakkının
ortadan kaldırılarak hiçbir bedel ödenmeksizin idareye geçmesi sonucunu doğuran
hak düşürücü sürenin, mülkiyet hakkının özünü zedelediğini belirterek, kuralın
Anayasa'nın 2., 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varmıştır.
Dava konusu kuralla hukuka aykırı olarak mülkiyet hakkına el
konulan kişiye hakkını elde edebilmesi için dava açma yükümlülüğü getirilip
bunun üç ay gibi kısa bir süre ile sınırlandırılması, davanın açılmaması
durumunda da hakkın tümüyle ortadan kaldırılması, hak arama özgürlüğünü ölçüsüz
biçimde sınırlandırdığı gibi, öncelikli hedefi insan haklarına dayanan adil bir
hukuk düzeni kurmak olan hukuk devletinde de kabul edilemeyecek bir
uygulamadır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine
aykırıdır.
3- Madde'nin Yedinci Fıkrasının İncelenmesi:
Madde'nin yedinci fıkrasında, 'Kesinleşen mahkeme kararlarına
istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması
halinde, idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen
ödeneklerden yüzde iki pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının
ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması halinde, ödemeler, sonraki yıllara sari
olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede,
bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince,
3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme
kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma
yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre
işlem yapılabilir.' denilmektedir.
Fıkra'nın ilk üç tümcesiyle geçici 6. madde uyarınca uzlaşmayı
seçenlerle dava yoluna başvuranlar arasında ayırım yapılarak, uzlaşmayı
seçenlere ödenekten pay ayrılmasına gerek olmadan ödeme yapılmasına karşın dava
açanlara, yüzde iki payla sınırlı ödenek ayrılması, ayrıca bu ödeneğin
yetmemesi durumunda ödemenin bütçe olanaklarına göre yıllara dağıtılarak
taksitlendirilmesinin öngörülmesi, dava açanların, uzlaşma yolunu seçenlere
göre paralarını alma konusunda mağdur edilmelerine neden olacak bir düzenlemedir.
Anayasa'nın 46. maddesi ile hukuka uygun olarak yapılan
kamulaştırmalarda, ilke olarak gerçek karşılıkların peşin ödenmesi, istisnaen
taksitle ödenmesi, bu durumda da taksitlendirme süresinin beş yılı geçmemesi
öngörülmüşken dava konusu kural uyarınca kesinleşen mahkeme kararlarına göre
yapılacak tazminat ödemesinin taksitlere ve üst sınır getirilmeksizin yıllara
dağıtılması bunun da bütçe imkanlarının elverdiği ölçüde yapılabilmesi,
Anayasa'nın 46. maddesi ile çelişki yaratırken, mahkeme kararlarının yerine
getirilmesinin geciktirilemeyeceğine ilişkin 138. maddesiyle de
bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Anayasa'nın 46. maddesi uyarınca, taksitlendirmede
ödenmemiş bedeller için kamu alacaklarının ödenmesinde öngörülen en yüksek faiz
uygulanmakta iken dava konusu kural ile taksitli ödeme süresince kamu
alacaklarına uygulanacak faizden daha düşük olan kanuni faizin uygulanması
öngörülmektedir. Böylece, hukuka aykırı olarak mülkiyet hakkına kamulaştırmasız
el konulması halinde idare, hukuka uygun kamulaştırmaya göre daha avantajlı
duruma getirilirken kişilerin büyük hak kayıplarına uğratılmaları Anayasa'nın
2., 35. ve 46. maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.
Fıkra'nın son cümlesi ile dava açmadan önce yasal bir gereklilik
olarak uzlaşma yoluna başvuran ve uzlaşılamadığı için dava açmak zorunda
bırakılan malikin, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine yeniden
uzlaşmaya zorlanması, mahkeme kararlarının geciktirilmeden uygulanması ilkesini
içeren Anayasa'nın, 138. maddesine aykırı olduğu gibi, 2. maddesinde düzenlenen
eşitlik, adalet ve hakkaniyet temelinde hukukun üstünlüğüne dayanan hukuk
devleti ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
4- Madde'nin Sekizinci Fıkrasının Son Cümlesinin İncelenmesi :
Geçici 6. maddenin sekizinci fıkrasının son tümcesinde, gerek iç
hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda
hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından
nakdi ödeme yerine, geçici 6. maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen diğer
uzlaşma yollarının teklif edilebileceği ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin
hükümlerine göre işlem yapılabileceği belirtilmiştir.
Madde'nin yedinci fıkrasının son tümcesine ilişkin
değerlendirmeler doğrultusunda, bu hüküm de Anayasa'ya aykırıdır.
5- Madde'nin Son Fıkrasının İncelenmesi :
Geçici 6. maddenin son fıkrasında, 'Bu madde uyarınca ödenecek
tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez'
denilmektedir.
İdarelerin, yasalarla haczedilemeyeceği belirtilenler dışında
kalan mal, hak ve alacakları haczedilebildiği halde, itiraz konusu kural
uyarınca sadece kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat alacaklarında
belediyelerin hiçbir mal, hak veya alacağı haczedilemeyeceğinden,
belediyelerden alacaklı olan kişilerin haklarına ulaşmaları olanaksız hale
gelecektir.
16.12.2010 günlü E:2007/37, K:2010/14 sayılı karara ilişkin
karşıoy gerekçesinde de belirtildiği gibi kişilerin kesinleşmiş yargı
kararlarıyla hüküm altına alınan ve mülkiyet hakkı kapsamında bulunan alacak
haklarına haciz yoluyla ulaşmalarının tümüyle engellenmesi, Anayasa'nın 35.
maddesine aykırılık oluşturmaktadır. Hak arama özgürlüğünün varlığının kabulü
için, yalnız hakkın aranmasının güvence altına alınması yeterli olmayıp ona
ulaşılmasının da sağlanması gerektiğinden, yargı kararıyla kesinleşen bir
alacağın haciz yasağı nedeniyle tahsilinin engellenmesi, Anayasa'nın hak arama
özgürlüğüne ilişkin 36. maddesine de aykırıdır.
İnsanı bir değer olarak kabul eden çağdaş demokrasilerde, kamu
yararı gerekçesiyle de olsa kişi haklarını tümüyle kullanılamaz hale
getirebilecek düzenlemelere izin verilmemekte, bu konuda adil bir denge
kurulmasına özen gösterilmektedir. Bu bağlamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi;
'Tütüncü ve Diğerleri/Türkiye Davası'nda Belediye Meclisi Kararı ile işten çıkarılan
işçilere, ödenmeyen maaş, sosyal haklar ve kıdem tazminatlarının ödenmesine
hükmeden Diyarbakır İş Mahkemesi kararının gereği yerine getirilmeyerek
kendilerine ödeme yapılmaması sonucu haciz istemleri kabul edilerek
Belediye'nin banka hesapları ve bazı taşınmazları hakkında verilen haciz
kararlarının, 1580 Sayılı Yasa'nın kamu mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin
19. maddesi uyarınca iptal edilmesi üzerine yapılan başvuruyu inceleyen Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, 1 No'lu Ek Protokol'ün Mülkiyetin korunmasına ilişkin
1. maddesinin ihlâl edildiğine karar vermiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde ifade edilen demokratik hukuk
devletinde, hakka ulaşılmasının olanaksız hale getirilmesi, kabul göremez. Buna
göre, kişilerin belediyelerden, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan
alacaklarını tahsil etmelerini tümüyle engelleyen kural, Anayasa'nın 2., 35. ve
36. maddelerine ve mahkeme kararlarının geciktirilmeden uygulanmasını öngören
138. maddesine aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle yukarıda 1, 2, 3, 4 ve 5 numaralı başlıklar
altında incelenen ve hukuka aykırı olarak mülkiyet hakkına el konulmasına
meşruiyet kazandırdığı sonucuna varılan kuralların, Anayasa'ya aykırı olduğu ve
iptali gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
13.2.2011 günlü, 6111 sayılı Yasa'nın Geçici 2. maddesiyle ilgili
karar gerekçesine ise, Madde'nin yalnız ileriye yönelik bir düzenleme öngörmesi
nedeniyle değil kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönem için de ilgili
bölümlerde belirtilen Anayasa'ya aykırılıkları içermesi nedeniyle tümüyle
Anayasa'ya aykırı olduğu kanısıyla farklı gerekçe ile katılıyorum. Bu durumda,
Kural'ın iptali sonucunda yasa koyucu tarafından yeni bir düzenleme yapılmasına
gerek bulunmadığı ve süre verilmesinin Anayasa'ya aykırı bir uygulamanın
devamına yol açacağı düşüncesiyle süre verilmesine ilişkin çoğunluk görüşüne de
katılmıyorum.
FARKLI VE KARŞIOY GEREKÇESİ
FARKLI GEREKÇE
4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 18.6.2010
günlü, 5999 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen Geçici 6. maddenin ikinci
fıkrasının birinci cümlesinde yer alan itiraz konusu''taşınmazın el koyma
tarihindeki nitelikleri esas alınmak '' biçimindeki ibarenin
incelenmesi:
Kuralda yer alan itiraz konusu ibare, 9.10.1956 ile 4.11.1983
tarihleri arasında kamulaştırmasız olarak yapılan el atmalar nedeniyle açılacak
tazminat davalarında tazminatın neler gözetilerek belirlenmesi gerektiğini
düzenlemektedir.
Anayasa'nın 46. maddesinin birinci fıkrasında 'Devlet
ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek
karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların
tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre,
kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.' denilmektedir.
Görüldüğü üzere, Anayasa, kamulaştırmanın yapılabilmesi için
diğerlerinin yanında taşınmazın gerçek karşılığının (değerinin)
ödenmesini de koşul olarak aramaktadır. Buna göre, itiraz konusu
ibarenin; taşınmazın el koyma (kamulaştırmasız el atma) tarihindeki nitelikleri
esas alınırken, tazminat davasının açıldığı tarihte bu niteliklerde siyasal,
kültürel ve ekonomik gelişmeler nedeniyle süreç içinde doğal olarak oluşan ve
öngörülebilen değer artışlarının gerçek değer hesabında dikkate alınarak,
tazminatın buna göre belirleneceğini öngördüğünün kabul edilmesi gerekir.
Ancak, bu suretle Anayasa'da aranan gerçek değerin belirlenebileceğinde kuşku bulunmamaktadır.
Bunun örnekle açıklanması gerekirse, kamulaştırmasız el atma tarihinde tarla
olan bir taşınmazın süreç içinde doğal olarak arsa olabileceğinin öngörülebilir
olduğu kabul edildiğinde, dava tarihindeki gerçek değerin buna göre saptanması
gerekir. Çünkü vaktiyle tarla olsa bile süreç içinde arsa vasfını kazanacağı o
taşınmazın niteliğini oluşturmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devletinin adil olma ve
hakkaniyet ilkeleri ile 46. maddesindeki gerçek değer ölçüsü de bunu gerekli
kılar.
Açıklanan nedenle itirazın reddine ilişkin çoğunluk kararına bu
gerekçeyle katılıyorum
KARŞIOY GEREKÇESİ
2942 sayılı Kanun'un Geçici 6. maddenin son fıkrasında 'Bu
madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak
ve alacakları haczedilemez.' denilmektedir.
Kural, Geçici 6. madde uyarınca ödenecek tazminatların tahsilinde
haczi yasaklamaktadır.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında 'Herkes,
meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir.' denilerek, hak arama hürriyeti güvence altına alınmıştır.
İcra takibinin belli bir aşamasını oluşturan haczin, cebri icranın
gerçekleştirilmesini sağlayan vazgeçilmesi olanaksız bir kural olduğunda
duraksama bulunmadığı gibi anayasal güvence altına alınan hak arama
hürriyetinin gerçekleştirilmesini sağlayan niteliği de gözden uzak
tutulmamalıdır.
İtiraz konusu kural uyarınca, kamulaştırmasız el atma nedeniyle
yargı sürecinden geçerek ödenmesine karar verilen ve kesinleşen tazminat
alacaklarının tahsili amacıyla idarelerin hiçbir mal,
hak ya da alacağı haczedilemeyecektir.
Hak arama hürriyetinin, sadece haklılığın tespit edilmesinden
ibaret olmayan, hakkı elde etmeyi de kapsayan anayasal bir hak olduğunda ve
hukuki güvenliğin de bu suretle sağlanacağında kuşku bulunmamaktadır. İtiraz
konusu kural ise tazminatların tahsilinde idarelerin hiçbir mal,
hak ya da alacağının haczedilemeyeceğini öngörerek, hak arama
hürriyetini sınırlamanın da ötesinde etkisiz hale getirmekte ve ödemenin şekli
ve zamanı ile ilgili başkaca bir güvenceye de yer vermemektedir. Kişileri
hukuki güvenlikten yoksun bırakan ve hak arama hürriyetini adeta ortadan
kaldıran düzenleme bu haliyle Anayasa'ya aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine
aykırı olup iptali gerektiğinden, çoğunluğun redde ilişkin kararına katılmadım.
KARŞIOY YAZISI
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesiyle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'na eklenen Geçici Madde 6'nın onuncu fıkrasında,
kamulaştırmasız el atma nedeniyle ödenecek tazminatın tahsili sebebiyle
idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği öngörülmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde hukuk devleti, 5. maddesinde Devletin
temel amaç ve görevleri, 35. maddesinde mülkiyet hakkı düzenlenmiştir.
Anayasa'nın bu kuralları birlikte değerlendirildiğinde devletin vatandaşa
ödemekle yükümlü olduğu borcunu sırf devlet olmanın getirdiği olanaktan
yararlanarak fiilen tahsil edilemez hale getirilmesi sonucunu doğuracak yasal
düzenlemelerin Anayasa'ya aykırı olacağı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Vatandaşın hakkını gasp etmenin, buna engeller çıkarmanın veya
geciktirmenin, soyut bir kamu hizmeti gerekçesiyle bireyin somut haklarının
çiğnenmesinin çağdaş ve demokratik bir devlette yeri olamayacağı açıktır.
Mahkeme kararları ile vatandaş lehine hükmedilen alacakların ödenmesinde
gecikilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin de ihlalini oluşturduğu,
nitekim Türkiye'ye karşı çok yüksek sayılara varan bu ihlallerin yol açtığı
mahkumiyetlerin azaltılması için 9.1.2013 günlü ve 6384 sayılı Kanun'un kabul
edildiği anlaşılmaktadır.
Bu nedenlerle Anayasa'nın 2., 5. ve 35. maddelerine aykırı olan
kuralın iptali gerektiği düşüncesindeyim.
Üye
Osman
Alifeyyaz PAKSÜT
|
KARŞIOY GEREKÇESİ
18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 1. maddesi ile 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'na eklenen geçici 6. maddenin onuncu fıkrasında; 'Bu madde
uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacakları haczedilemez' denilmektedir.
Madde hükmü ile kamulaştırmasız el atma nedeniyle taşınmazına el
konulan ve dava açarak tazminat kararı alan maliklerin tazminat alacaklarını
elde etmesi zorlaştırılmaktadır.
Esasen 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 15. maddesinin son
fıkrasında da; 'belediyelerin proje karşılığı elde ettiği gelirleri, belediyeye
yapılan şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile
belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirlerinin
haczedilemeyeceği' öngörülmek suretiyle belediyeden alacaklı olanların,
alacaklarının tahsilinde bir kısım sınırlar konulmuştur. Ancak itiraz konusu
kuralla, kamulaştırmasız el atmalardan kaynaklanan ve mahkeme kararı sonucu doğan
tazminat alacaklarının belediyelerin hiçbir mal ya da alacağından haciz yoluyla
tahsili mümkün olmayacaktır.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti
olarak nitelendirilmiştir. Hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan,
Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık
olan devlettir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği,
kişilerin hukuk düzeninin koruması altındaki haklarını elde etmeleri için
gereken her türlü önlemlerin alınmasını zorunlu kılar.
Anayasa'nın 35. maddesinde 'mülkiyet hakkı', 138. maddesinin
dördüncü fıkrasında ise 'mahkeme kararlarına uyma zorunluluğu ve yerine
getirilmesinin geciktirilemeyeceği' düzenlenmiştir.
Bu durumda itiraz konusu kural kamu otoriteleri tarafından hukuka
aykırı şekilde kamulaştırmasız el atma nedeniyle mülkiyet hakkından mahrum
bırakılan kişilerin açtıkları dava sonucunda mahkeme kararı ile ödenmesine
hükmedilen tazminatların tahsilini engellediğinden, bir hakkın elde edilmesi ve
mahkeme kararının uygulanması imkanı kalmamakta ve böylece hukuka aykırılığı
teşvik etmektedir.
Açıklanan nedenlerle 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanunu'na, 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun'la eklenen geçici 6. maddenin
onuncu fıkrası hükmü Anayasa'nın 2., 35. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ve
iptali gerektiği düşüncesi ile verilen karara karşıyım.
KARŞIOY GEREKÇESİ
İtiraz yoluna başvuran mahkemeler, 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'na 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
eklenen Geçici 6. maddenin son fıkrasının, kamulaştırmasız el atma yoluyla
taşınmazına el konulan ve dava açarak tazminat kararı alan maliklerin tazminat
alacaklarını elde etmesini zorlaştırdığı gerekçesiyle Anayasa'nın 2., 5., 10.,
11., 12., 13., 35., 90. ve 138. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürerek
iptalini istemişlerdir.
İptali istenen Geçici 6. maddenin son fıkrası şu şekildedir: 'Bu
madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak
ve alacakları haczedilemez.'
Mahkememizin çoğunluğu tarafından söz konusu hüküm, geçmişe
yönelik mağduriyetleri gidermek amacıyla getirilen istisnai nitelikte bir kural
olduğu, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin
yürütülebilmesi için gerekli olan kaynakların korunmasını amaçladığı, bazı hak
sahipleri tazminat alacaklarını daha geç tahsil etmek zorunda kalsalar da, bu
gecikme için kanuni faiz ödenmesinin kurala bağlanarak makul bir dengenin
kurulmaya çalışıldığı gerekçeleriyle, Anayasaya aykırı bulunmamıştır.
İptali istenen hükme göre hak sahipleri, kamulaştırmasız el atma
nedeniyle mahkemelerce hüküm altına alınan tazminat alacaklarının tahsil
aşamasında, borçlu idarenin kamu hizmetine tahsis edilmeyenlerde dahil, hiçbir
malvarlığını haczettiremeyecek, kanunda öngörüldüğü şekilde, idarenin
alacaklarını ödemesini beklemek zorunda kalacaklardır.
Bilindiği gibi, haciz İcra ve İflas Kanunu m.78 vd gereğince,
takibin kesinleşmesinden sonra, alacaklının, borçlunun borcuna yetecek kadar
malvarlığına, sattırıp bedelinden alacağını almak üzere hukuken elkonulmasını
sağlayan bir cebri icra işlemidir. Bu açıdan haciz, mülkiyet hakkı ile ilişkili
olduğu gibi, hak arama hürriyeti ile de ilgilidir. Ancak Kanun koyucu, farklı
amaçlarla pek çok kanunda borçlunun bazı malvarlığının haczedilemeyeceğini
kabul etmiştir. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 82. maddesinde de devlet
malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen malların
haczolunamayacağı hüküm altına alınmıştır. Buradaki devlet malı kavramından,
devlet tüzel kişiliği içindeki genel ve katma bütçeli idarelerin elinde bulunan
ve yönetimleri eski 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu'na tabi olan mallar
anlaşılmaktadır.
Yine 5993 sayılı Belediye Kanunu'nun 15. maddesinin son fıkrasında
da 'Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı
bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye
tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.' hükmü
yer almaktadır. Benzer şekilde diğer kanunlarda pek çok hüküm bulunmaktadır.
Kamu hizmetlerinin aksamaması için Kanun koyucu bu amaca tahsis
edilen borçlu idarelere ait malvarlığının haczinin caiz olmadığını kabul
etmiştir. Ancak bu nitelikte olmayan diğer malların haczini cevaz vermiştir ki,
alacaklı da onunla tatmin olsun. Nitekim Anayasa Mahkemesi 20.9.2000 tarihli ve
E.1999/46, K.2000/25 sayılı kararında mülga 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 19.
maddesinin 7. bendinde yer alan '' belediye vergi ve resimleri ile
hidematı âmmeye muhtas ve akar olamıyan emval ve eşyası üzerine haciz
konulmamak' kuralını incelemiş ve iptal talebini, '' İtiraz
konusu kuralla, belediyelere ait hidematı âmmeye muhtas ve akar olmayan emval
ve eşya üzerine haciz konulamayacağı belirtilerek mülkiyet hakkına sınırlama
getirilmiş ise de, akarı olan emval için haciz işlemi yapılabilmesi
imkânının bulunması, kişilerin bu hakkının tamamen ortadan kaldırılmadığını
göstermektedir. 1580 sayılı Belediye Kanunu'nun 1. maddesinde
'Belediyeler, beldenin ve belde sakinlerinin mahalli mahiyette müşterek ve
medenî ihtiyaçlarını tanzim ve tesviye ile mükellef hükmi şahsiyettir.'
denilmektedir. Aynı Yasa'nın 15. maddesi ile diğer maddelerinde belirtilen
Belediyeye ait hizmetler, toplumun genel ve ortak gereksinimlerini karşılamak
için kamu yararı gözetilerek yapılan, devamlı ve düzenli çalışmalardır.
Günümüzde kamu yararı, toplum yararı, ortak çıkar, genel yarar
gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla anlatılmak istenen, bireysel
çıkardan farklı ve onun üstünde ortak bir yarardır. Belediyelerin, devamlılık
gösteren hizmetlerinin görülmesine ayrılmış olan emval veya eşyaların hacze
konu olabilmesinin, belediyelerin yerine getirmekle yükümlü bulundukları kamuya
ilişkin hizmetlerin ifa vasıtalarını ortadan kaldırmak gibi arzu edilmeyen bir
netice doğuracağı kuşkusuzdur. İtiraz konusu kuralla getirilen sınırlamada amaç
toplum yararının üstün tutulmasıdır. Bu sınırlama dışında belediye
aleyhine her türlü icra takibinin yapılabilmesi mümkündür. Bu nedenle,
engellenmeden söz edilemeyeceği gibi haklı bir neden olmaksızın mahkeme
kararlarının yerine getirilmesinin geciktirilmesi olanağının borçlu idarenin
iradesine bırakılmış olduğu iddiası da yerinde değildir. Belirtilen
nedenlerle, itiraz konusu kurallar Anayasa'nın 13., 35. ve 138. maddelerine
aykırı değildir'gerekçesi ile iptal talebini reddetmiştir.
Yine , 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 15. maddesinin son
fıkrasında yer alan 'Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde
ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan
malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri
haczedilemez.'şeklindeki hükmün iptali talebini inceleyen Mahkeme
16.12.2010 tarih ve E.2007/37, K.2010/114 sayılı kararıyla, 'İtiraz
konusu kuralla, belediyelerin bazı varlıkları haciz yasağı kapsamına alınarak
belediyeden olan alacaklarını icra yoluyla tahsil etmek zorunda kalanlar
bakımından mülkiyet hakkına bir sınırlama getirilmiş ise de, belediyelerin,
5393 sayılı Kanun'un 15. maddesinin son fıkrasında belirtilenlerin dışındaki
gelir ve varlıkları üzerine haciz işlemi yapılabilmesi imkânının bulunması,
kişilerin bu hakkının tamamen ortadan kaldırılmadığını ve hukuk düzeninin
koruması altındaki haklarını elde edebilme imkânlarının bulunduğunu
göstermektedir. '' gerekçesiyle talebi reddetmiştir.
Hak arama hürriyetinin, sadece dava açıp yahut takip yaparak,
haklı olunduğunun tespit edilmesi ile yetindiğini, hakkın yerine getirilmesinin
kapsam dışı bırakıldığını söylemek mümkün değildir. Alacaklının hakkının
tespitinden sonra, onun icra edilmesi ve hak sahibinin hakkına kavuşması da hak
arama hürriyetinin kapsamındadır. Para borçlarında da borçlunun borcunu
ödememesi halinde, borcu karşılayacak kadar malının haczedilip satılarak borcun
ödenmesi, hak arama hürriyetinin hayata geçirilişinin somut bir örneğidir. Bu
durum, mülkiyet hakkının da bir gereğidir.
Mülkiyet hakkı da, hak arama hürriyeti de Anayasa'nın 13.
maddesinde öngörülen 'kamu yararı' nedeniyle sınırlandırılabilir; ancak bu
amaçla dahi olsa, her iki hakkı da etkisiz hale getiren bir kural demokratik
toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmaz. Kesinleşmiş bir alacağın, cebri icra
yoluyla tahsil edilmesinin, borçlunun hiçbir malvarlığının haczine izin
vermeyerek tümüyle engellenmesi hak arama hürriyeti ve mülkiyet hakkı ile
bağdaşmaz. İptali istenen kuralla borçlu idarelerin hiçbir malvarlığının haczine
izin verilmeyerek, hak sahiplerinin mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyetleri
ölçüsüz bir şekilde sınırlandırılmış, bununda ötesinde etkisiz hale
getirilmiştir.
Hak sahipleri, mahkeme kararıyla alacaklarını hüküm altına
aldırmalarına rağmen, idarenin hiçbir malvarlığının haczine izin vermeyerek,
alacaklının alacağının tahsil edilmesinin engellenmesi, alacaklının tümüyle
borçlu idarenin insafına terk edilmesi sonucunu doğurduğu, bu nedenle Anayasa
m.2 gereğince hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil ettiği gibi, mahkeme
kararının da etkisiz hale getirilmesi sonucunu doğurduğundan, Anayasa'nın 138.
maddesinde düzenlenen mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine de aykırılık teşkil
etmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu'na 18.6.2010 günlü, 5999 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle
eklenen Geçici 6. maddenin son fıkrası Anayasa'nın 2., 13., 35., 36. ve 138.
maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği kanaatinde olduğumuzdan, çoğunluk
görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Celal Mümtaz
AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|