"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇESİ
Yürürlüğün durdurulması istemini de içeren 8.6.2012 günlü dava
dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
''
III. GEREKÇE
Bir ülkenin eğitim sisteminde köklü değişiklikler öngören yasal
düzenlemelerin, akşamdan sabaha ani kararlar ve tarihte yaşanmışlıklar ile hala
yaşanıyor olanlara körleştiren ideolojik saplantılarla değil, uzun araştırma ve
incelemeler ile çok yönlü ve kapsamlı tartışmalardan sonra sorun odakları ile
çözüm yollarının tüm tarafların katılımının sağlandığı katılımcı süreçler
işletilerek belirlenmesi ve pilot uygulama sonuçları değerlendirilerek
yapılması gerekeceğinde hiçbir kuşku bulunmamaktadır.
6287 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 8 yıllık kesintisiz
zorunlu ilköğretim bu süreçlerden geçerek 16.08.1997 tarihli ve 4306 sayılı
Kanunla yasalaştırılmıştır.
8 yıllık zorunlu eğitim 1946 yılına uzanan 66 yıllık tarihi bir
geçmişe sahiptir ve Türkiye'nin çok partili siyasal yaşama geçtiği 1946
yılından bu yana bir Cumhuriyet projesidir.
05.01.1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Temel
Kanununun 3 üncü maddesinde, 'Mecburi ilköğretim çağı, çocuğun altı yaşını
bitirdiği yılın Eylül ayında başlar, 14 yaşını bitirip 15 yaşına girdiği yılın
öğretim yılı sonunda biter.' denilirken; 6 ncı maddesi 'İlkokulun öğretim
süresi en az beş yıldır.' şeklinde düzenlenerek, ilköğretimin süresinin beş
yılın üzerine çıkarılabileceği ve 7-14 yaş arasındaki sekiz yılı kapsadığı daha
1961 yılında yasalaştırılmıştır.
14.06.1973 tarihli ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 22
nci maddesinde, temel eğitimin 7-14 yaşlarındaki çocukların eğitimini
kapsayacağı yinelendikten sonra, 24 üncü maddesinde, 'Temel eğitim okulları beş
yıllık birinci kademe ile üç yıllık ikinci kademe eğitim kurumlarından meydana
gelir.' hükmüne yer verilmiştir. Bu bağlamda, 1739 sayılı Kanunun 24 üncü
maddesine göre, 'temel eğitim' ancak sekiz yılda tamamlanabilecek ve ancak
sekiz yılın sonunda temel eğitim diploması verilecektir.
Öte yandan, 1739 sayılı Kanunun 25 inci maddesinde, 'Temel eğitim
kurumlarının birinci ve ikinci kademeleri, bağımsız okullar halinde
kurulabileceği gibi, imkân ve şartlara göre birlikte de kurulabilir. Nüfusu az
ve dağınık olan yerlerde, köyler gruplaştırılarak merkezi durumda olan köylerde
temel eğitim bölge okulları ve bunlara bağlı pansiyonlar, gruplaştırmanın
mümkün olmadığı yerlerde temel eğitim yatılı bölge okulları kurulur.'
ilkelerine yer verilir iken; ortaöğretimin düzenlendiği 26 ncı maddesi ise,
'Ortaöğretim, temel eğitime dayalı, en az üç yıllık öğrenim veren genel,
mesleki ve teknik öğretim kurumlarının tümünü kapsar.' şeklinde hüküm altına
alınmıştır.
Nitekim, sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim, 1971-1972
eğitim-öğretim yılında Yatılı İlköğretim Bölge Okullarında başlatılmış; IX.
Milli Eğitim Şurasında (24 Haziran-4 Temmuz 1974), 'Sekiz yıllık okul programı
denemesi sürdürülecektir.' kararına dayanılarak uygulamanın başarılı olduğunun
değerlendirme araştırmalarıyla saptanması sonucunda, 1976 yılında, tüm Yatılı
İlköğretim Bölge Okullarında sekiz yıllık Temel Eğitim Modeli'nin uygulamasına
geçilmiştir.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam'ın başkanlığında (23-26 Haziran
1981) toplanan X. Milli Eğitim Şurası'nın 15 inci maddesinde, 'Temel eğitime
giriş yaşının 7'den 6'ya indirilmesi ve zorunlu eğitimin 5 yıldan temel
eğitimin tümünü kapsayacak biçimde 8 yıla çıkarılması.' kararı alınmıştır.
Merhum Turgut Özal'ın Başbakanlığındaki 48. Cumhuriyet Hükümetinin
Milli Eğitim Bakanı olan Sayın Hasan Celal Güzel (21 Aralık 1987-30 Mart
1989)'in döneminde, 18-22 Haziran 1988 tarihleri arasında toplanan XII nci
Millî Eğitim Şurası'nda ilköğretime ilişkin olarak;
'Karar 4- Sekiz yıllık mecburi öğretime geçişin, bir program ve
sistem bütünlüğü içinde uygulanması, VI. Plan döneminin sonuna kadar tedricen
yaygınlaştırılması.'
'Karar 5- Mevcut ortaokulların, ilköğretimle bütünleştirilmesi.'
'Karar 11- Sekiz yıllık ilköğretimin ortak ve aynı bir öğretim
programına kavuşturulması; mevcut ilkokul, ortaokul farklılığının ortadan
kaldırılması.'
Kararları alınarak, 8 yıllık kesintisiz ilköğretim, 1988 yılında
Milli Eğitim Şurası kararları arasında yerini almıştır.
Sayın Prof. Dr. Tansu Çiller'in Başbakanlığındaki 50. Cumhuriyet
Hükümetinin (24 Ekim 1993-05 Ekim 1995) Milli Eğitim Bakanı Sayın Nevzat Ayaz
tarafından sunulan Milli Eğitim Bakanlığı 1994 Bütçe Raporunda, '1993-1994
öğrenim yılında 635 ilköğretim okulu, 3 yatılı ilköğretim bölge okulu açılmış,
600 ilkokul ile 161 ortaokul ilköğretim okuluna dönüştürülmüştür.' ifadelerine
yer verilerek 8 yıllık zorunlu ilköğretimin altyapısını oluşturmak (tek binada
verilmesini sağlamak) üzere 1993-1994 eğitim-öğretim yılında 635'i ilköğretim
ve 3'ü yatılı ilköğretim bölge okulu olmak üzere toplam 138 yeni okul binasının
hizmete açıldığı ve aynı dönemde 600 ilkokul ile 161 ortaokulun ilköğretim
okuluna dönüştürüldüğü belirtilmiştir. Aynı Rapor'da 119'u yatılı ilköğretim
bölge okulu, 4149'u ilköğretim okulu olmak üzere toplam 4.268 okulda 2.752.202
öğrencinin eğitim-öğretim gördüğü bilgisi yer almıştır.
Yine, Milli Eğitim Bakanı Sayın Nevzat Ayaz tarafından TBMM'ne 20
Aralık 1994 tarihinde sunulan 1995 Yılı Bütçe Raporunda, '8 yıllık zorunlu
eğitim uygulamasına geçebilmek için yoğun bir çalışma başlatarak alt yapının
hazırlanması amacıyla ilköğretim okullarının yaygınlaştırılmasına önem ve
öncelik verdik. Bu öğrenim yılında 260 ilköğretim okulu ile 6 yatılı ilköğretim
bölge okulunu öğretime açtık. 397 ilkokul ile 118 ortaokulu da ilköğretim
okuluna dönüştürdük.' denilerek sekiz yıllık zorunlu ilköğretimin aynı
binalarda verilmesine ilişkin hazırlıkların kesintisiz devam ettiği
belirtilmiştir.
Sayın Tansu Çiller'in Başbakanlığındaki 50. Cumhuriyet Hükümeti
tarafından hazırlanan ve TBMM'nin 18.07.1995 tarih ve 374 Nolu Kararı ile
onaylanan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000)'nın '1. EĞİTİM REFORMU'
bölümünün '(b) Amaçlar, İlkeler ve Politikalar' başlığı altında aynen, 'Bu Plan
döneminde okul öncesi eğitim tedricen yaygınlaştırılacak, AB ülkelerinde asgari
norm olan 9 yıllık zorunlu eğitim, bu aşamada ülkemizin tüm bölgelerinde,
eğitim birliği yasası çerçevesinde 8 yıllık zorunlu temel eğitim olarak
uygulamaya geçilecek ve yükseköğretime girişte yığılmaları önlemek için
ortaöğretimde yeni bir yapılanmaya gidilecektir.' denilmiştir.
Sayın Tansu Çiller'in Başbakanlığındaki 53. Cumhuriyet Hükümeti
döneminde toplanan XV. Milli Eğitim Şurası (13-17 Mayıs 1996) Kararlarının
'İlköğretim ve Yönlendirme' başlığı altında, '2- Yakın bir gelecekte 5-6 yaş
okul öncesi eğitim ilköğretim bünyesine alınmalı, ilköğretim kesintisiz 8
yıllık zorunlu eğitim olarak uygulanmalı, 8 yıl sonunda tek tip diploma
verilmeli, 9. sınıf liseye ya da mesleki eğitime yönlendirme yılı olmalı,
böylece ilköğretimde zorunlu 2+8+1 sistemi oluşturulmalıdır. Çocukluğun tam
yaşandığı, çocukların kendilerini, ailelerin de çocuklarını tanıdığı bu dönemde
bulunanlar çırak yapılmamalıdır. Uzun vadede zorunlu eğitim 18 yaşını
kapsayacak şekilde düzenlenmelidir.' kararı alınmıştır.
Öte yandan, Sayın Tansu Çiller'in Başbakanlığındaki 51. (5 Ekim
1995-30 Ekim 1995) ve 52. (30 Ekim 1995-6 Mart 1996) ile Sayın Mesut Yılmaz'ın
Başbakanlığındaki 53. (6 Mart 1996-28 Haziran 1996) Cumhuriyet Hükümetlerinde
Milli Eğitim Bakanlığı yapan Sayın Turhan Tayan'ın Milli Eğitim Bakanlığı 1996
Yılı Bütçe Raporunun Sunuş'unda, '8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına
geçebilmek için yoğun bir çalışma başlatılmış, zorunlu eğitimin 8 yıla
çıkarılmasını öngören kanun tasarıları hazırlanmıştır.' açıklaması yer
almıştır.
Bu bağlamda, 28 Şubat 1997 tarihinde alınan Milli Güvenlik Kurulu
Kararlarının esamisinin okunmadığı bir zamanda, 8 yıllık zorunlu ve kesintisiz
ilköğretime ilişkin yasa tasarıları dahi hazırlanmış bulunmaktadır.
Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın Başbakanlığındaki 54.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinde (28 Haziran 1996-30 Haziran 1997) Milli Eğitim
Bakanlığı yapan Sayın Prof. Dr. Mehmet Sağlam, TBMM'ye sunduğu 1997 Bütçe
Raporunun sunuş konuşmasında, 'ilköğretimde öğrenim programları ile ders
kitaplarını 8 yıllık bütünlük içerisinde soyut, gereksiz ve geçersiz
bilgilerden arındırarak bilime, çağa ve ülkemiz ihtiyaçlarına göre yeniden
düzenlemek'ten söz etmiş; Rapor'da ise, bir yandan 'Zorunlu eğitim süresinin
2000 yılına kadar 8, ondan sonra 11 yıla çıkarılması, eğitimde en öncelikli
konudur. Bu amaçla 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ile 222 sayılı
İlköğretim ve Eğitim Kanununda değişiklik öngören Kanun Tasarıları
hazırlanmıştır.' şeklinde bir önceki yıl Raporundaki ifadeler yinelenirken;
diğer yandan '8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçebilmek için yoğun bir
çalışma başlatılmış ve alt yapının hazırlanması amacıyla ilköğretim okullarının
yaygınlaştırılmasına önem ve öncelik verilmiştir.' denilmiştir.
Refah Partisi ile Doğruyol Partisi koalisyonundan oluşan ve
Refah-Yol olarak isimlendirilen 54. Cumhuriyet Hükümetinin hazırlanmış olan
tasarıyı yasalaştıramadan 30 Haziran 1997 tarihinde istifa etmesi üzerine,
Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisinin koalisyon
yaparak Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığında kurulan 55. Cumhuriyet Hükümeti
döneminde ise, 1946 yılından bu yana hedeflenen ve resmi dokümanlardaki seyrine
yukarıda yer verilen 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretime 16.08.1997 tarihli
ve 4306 sayılı Kanunla geçilmiştir.
Oysa, 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretime son veren yasal
düzenlemeyi Siyasal iktidar kanun tasarısı yoluyla değil, kanun teklifi yoluyla
getirerek, asgari katılımın sağlanması ve taraf kurumların görüşlerinin
alınmasını dahi engellemeyi tercih etmiştir.
Türkiye'nin akademik ve bilimsel yeterliliği ile yetkinliğinden
kuşku duyulmayan köklü üniversitelerinin eğitim fakülteleri, her türlü baskı,
ötekileştirme ve sindirmeye maruz kalma riskine rağmen, mesleki sorumlulukları
ile akademik ve bilimsel tarafsızlığın asgari gerekleri doğrultusunda, Adalet
ve Kalkınma Partili 5 Milletvekilinin verdiği Kanun Teklifi hakkında kamuoyuna
ve ilgili makamlara görüş bildirmişlerdir.
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Fakülte Kurulu
tarafından yapılan açıklamada özetle; 'Önerilen 4+4+4 modeli eğitim hakkına
erişimi engellemektedir. (') Kanun teklifi, 8 yıllık temel eğitimi fiilen 4
yıla indirerek kız çocuklarının, yoksul çocukların, köy çocuklarının ve engelli
çocukların üst öğrenime devam etme olanaklarını ortadan kaldırmaktadır. Tasarı,
çocuk işçiliğini, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılığı, sınıfsal
ayrışmayı, köy-kent kutuplaşmasını teşvik etmekte, çocukların toplumsallaşarak
bütünsel ve çok yönlü gelişiminin önünü kapamaktadır. (') Zorunlu ilköğretime
başlama yaşının 1 yıl erkene alınması ve bunun sonucu olarak okulöncesi
eğitimin zorunlu eğitim dışına çıkarılması çocuğun gelişim ve eğitimine ilişkin
bilimsel verilere uygun değildir. Bu yaş çocuklarının çoğu öz bakım
gereksinimlerini bile kendileri karşılayabilecek, temel eğitime hazır
olmalarını sağlayan fiziksel ve zihinsel gelişimi gösterecek düzeyde
olmayabilir. Daha önce denenmiş ve sakıncaları nedeniyle vazgeçilmiş olan bu
yaklaşımın yeniden gündeme getirilmesi uygun değildir. Okul öncesi eğitime
verilen önem ve sağlanan gelişmeler göz ardı edilmeyerek okul öncesi eğitim
(60-72 ay) zorunlu temel eğitim kapsamında ele alınmalı, ancak 72 ayını
tamamlamış çocuklar ilköğretime başlamalıdır. Mesleki yöneltmenin erkene
alınması sakıncalıdır. Çocukların yetenek, ilgi, özellik ve değerlerini
tanıyarak yaşam hedefleri ve beklentilerinin belirgin ve tutarlı hale gelmesi
ancak ergenlik döneminin sonunda gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle erken tercih
sakıncalıdır. (') Önerilen sistem mevcut öğretmen yetiştirme koşullarına uygun
değildir. Mevcut öğretmen yetiştirme sistemi içinde okul öncesi dönem, 1-5.
sınıflar, 6-8. sınıflar, 9-12. sınıfların öğretmenleri farklı bölümlerde ve farklı
pedagojik ilkelerle yetiştirilmektedir. (') Her yaş grubunun özellikleri farklı
pedagojik ilkeleri gerektirmektedir. İlk dört sınıfın öğretmeninin hem okul
öncesi hem sınıf öğretmeni olarak görev yapması sakıncalıdır.'
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Görüşünde özetle; ''
Okulöncesi eğitimin tüm çağ nüfusuna zorunlu olarak iletilmemesi, okullaşma
süreçlerine hazırlık açısından alt sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocuklar
aleyhine, onarılması güç eşitsizlikler oluşturacaktır. Yeni taslakta 1 inci
sınıf yaşı bir yıl öne alınmaktadır. Böylece, 60-72 ay çocukları, okulöncesi
eğitime değil, 1 inci sınıfa alınacaktır. Bu uygulama pedagojik açıdan
sakıncalıdır. Bu yaş çocukları, daha somut işlemler dönemine geçmediği için 1
inci sınıf becerileri arasında bulunan okuma-yazma, basit sayısal değerlendirme
ve işlemleri yapabilecek bilişsel düzeyde değildir. Müfredatı değiştirmek ise 1
inci sınıfta etkinlikle verebileceğimiz bu becerileri bir yıl erteleme durumunu
yaratacak ve ilköğretimin 1 inci sınıfına ait olmayan becerileri bu sınıfa
taşıyacaktır. O zaman, içerik açısından model 1+3+4+4 haline gelecektir. Böyle
bir sistem oluşumu, bilimsel açıdan sakıncalı olduğu gibi aynı zamanda hiçbir
ülkede bulunmayan anlaşılmaz bir bölünmeyi oluşturacaktır. Önerilen 4+4+4
modelinin ilk kademesi olan 4 yıllık eğitim kavramı hiçbir bilimsel temele
dayanmamaktadır. Bilimsel araştırmalara göre çağ nüfusu bilişsel gelişim
açısından ayrıştırıldığında, 7-11 yaş somut işlemler, 12 yaş üstü ise soyut
işlemler dönemi olarak belirlenmiştir. Dördüncü sınıftaki bir çocuğun, somut
işlemler döneminin tam ortasındayken ilköğretimin ikinci kademesine geçmesi,
bilimsel veriler ve bulgulara ters düşmektedir. İlköğretim eğer iki aşamaya
bölünecekse, bunun bilimsel veriler ışığında yapılması ve ülkemizin daha önceki
deneyimlerinin üzerine inşa edilmesi kuvvetle önerilmektedir''
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fakülte Kurulu Görüşünde
özetle; '' ilköğretime başlama yaşı bir yıl öne (beş yaş = 60 ay) alınmakta ve
okul öncesi eğitime vurgu yapılmamaktadır. (') Yurtiçi ve yurtdışında yapılan
bilimsel çalışmaların sonuçları, okul öncesi eğitim almış çocukların, bu
eğitimi almamış akranlarına kıyasla hem ilköğretime daha iyi uyum
sağladıklarını hem de üst öğrenim basamaklarında daha başarılı olduklarını
göstermektedir. Dolayısıyla, genel olarak Dünyadaki birçok ülkede en az 72
aylık çocukların ilköğretime başlatılmaları ve ilköğretim öncesinde okul öncesi
eğitim uygulamaları bir tesadüf değildir. Kaldı ki; 1983-1985 eğitim-öğretim
yıllarında beş yaş çocuklarının ilköğretime alınmalarının denendiği ve bu
uygulamanın başarısızlıkla sonuçlandığı da bilinmektedir. (') Ayrıca, bu
uygulama, birinci sınıfta 60 ve 72 aylık çocukların aynı sınıfta eğitilmelerini
de gerektirecektir. Oysa 60 ve 72 aylık çocuklar zihinsel, bedensel,
sosyal-duygusal ve kişilik özellikleri bakımından birbirinden oldukça farklıdır
ve çocuğun, bütün yönleriyle hızla gelişmekte olduğu çocukluk yıllarında,
çocuklar arasındaki üç ay gibi bir süre bile çok önemli bir farklılık olarak
görülmektedir. (') temel eğitim, iyi bir yurttaş yetiştirme, bireylere
yurttaşlık kültürü kazandırma sürecidir. Bu nedenle, temel eğitim kesintili
olamaz, tüm bireyler için ortak olmalı ve örgün eğitim kurumlarında
gerçekleştirilmelidir. Önerilen kesintili 4+4+4 eğitim sürecinde, ilköğretimin
ikinci kademesinde okul türlerinin çeşitlenmesi birinci kademeden sonra bir
seçme ve yerleştirme sınavının da yapılacağı anlamına gelmektedir. Böylece
çocuklarımız sınav kaygısını daha erken yaşlarda yaşayacaklar ve bu sınava
hazırlanmak için dershanelerle daha erken tanışacaklardır (') küçük
yaştakilerin üst sınıflardaki öğrencilerin olumsuz davranışlarına maruz
kalmalarını önlemek amacıyla, tüm bireyler için ortak, zorunlu ve kesintisiz
eğitim sistemi içinde, ilköğretim 1.- 5. Sınıflar ile 6.-8. Sınıflar
eğitimlerini farklı mekanlarda sürdürebilir. ''
ODTÜ Eğitim Fakültesi Görüşünde kısaca; '5 yaş grubu için okul
öncesi eğitim zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır. Okul öncesi eğitim,
ülkemizdeki sosyoekonomik eşitsizlik ve farklılıkların azaltılması, özellikle
düşük sosyoekonomik çevrelerden gelen çocukların okulda daha fazla kalmasının
sağlanması ve okuldaki başarısının arttırılması, yükseköğretime devam etmesi ve
iş yaşamlarında daha etkili ve verimli olmaları için gereklidir. Beyin
araştırmaları, okul öncesi eğitimin çocukların beyin kapasitelerini
geliştirdiğini, çocukların duygusal, zihinsel, motor ve dil gelişimlerine
önemli katkı sağladığını, çocukların ilköğretime daha kolay uyum sağlayarak
ileriki eğitim aşamalarında daha başarılı olmalarına yardımcı olduğunu
göstermektedir. (') İlköğretime başlama yaşı 6 yaş (72 ay) olmalıdır. (')
Çocukta hafızayı öğrenme amacıyla etkili kullanma, mantıklı düşünme, yorum, bir
işi başından sonuna gerçekleştirebilme yetileri altı yıldan sonra gerçekleşir.
Altı yaş öncesi çocuğun beynindeki bilişsel yapılar okul temelli akademik
öğrenme için henüz gelişmiş değildir. Altı yaş öncesi dönemde dikkat süresi
kısa olduğu için okullardaki 40 dakikalık derslerde bu çocukların oturmaları ve
dikkatlerini derse vermeleri mümkün değildir. Bu nedenle çocukların dikkat
dağınıklığı, disiplinsizlik, dinleme bozukluğu gibi etiketlendirmelere maruz
kalmaları ve bu durumun sonraki eğitim yaşantılarını derinden etkilemesi olasıdır.
İlköğretime başlama yaşının belirlenmesi konusunda çocuğun zihinsel gelişimi
yanında fiziksel, sosyal ve psikolojik gelişimini de dikkate almak gerekir. (')
6 yaş öncesi çocukların okumayı öğrenmeleri, bu çocukların ilköğretime başlamak
için yeterli zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olgunluğa ulaştığı
anlamına gelmez. Literatür erken yaşta ilköğretime başlayan çocukların ilk
yıllarda olmasa bile 4. ve 5. sınıftan itibaren akademik gelişme açısında
sorunlar yaşadığını ortaya koymaktadır. Dünyadaki ülkelerin büyük çoğunluğunda
çocuklar ilköğretime 6 yaşında başlamaktadır. İskandinav ülkelerinde çocuklar 7
yaşında (84 ay) ilköğretime başlarlar ve eğitimde aldıkları başarılı sonuçlar
ortadadır. (') Sonuç olarak, ülkemizde ilköğretime başlama yaşı 6 (72 ay)
olarak yıllardır uygulanmaktadır ve bununla ilgili bir sorun yaşandığı
konusunda bilimsel veriler yoktur. Bu nedenle okula başlama yaşının 6 olarak
devam etmesi önerilmektedir. İlköğretimin ilk kademesi en az 5 yıl olarak
düzenlenmelidir. Kanun teklifinde 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim 4 yıllık
iki kademeye ayrılmaktadır. İlk kademenin neden 4 yıl olduğuna ilişkin teklifte
bir gerekçe yer almamaktadır. Bu sürenin 4 yılla sınırlandırılmasının bilimsel
bir temeli olmadığı gibi, gelişmiş ülkelerde de görülen yaygın bir uygulama
değildir. Birçok ülkede ilköğretimin kademelendirilmesinde 5+3, 6+2, 6+3
modelleri kullanılmaktadır. Bu tür bir kademelendirme gelişimle ilgili bilimsel
ilkelere de aykırıdır. Gelişimle ilgili bilimsel veriler çocukların somut işlem
dönemini 6-11 yaş olarak ortaya koymaktadır. 12 yaştan itibaren çocuklar soyut
işlem dönemine geçtikleri için öğrendikleri kavramların ve becerilerin
düzeyinde bir farklılık olması doğaldır. 4+4 modelinin ilk kademesi çocukların
somut işlem döneminin ortasına denk gelmektedir. Bu modele bir de zorunlu
eğitime başlama yaşının 5'e alınması teklifi eklendiği zaman çocukların
gelişimsel olarak bir dönemi tamamlayamadan ilk kademeden mezun olmaları (9 ya
da 10 yaşında) ve daha soyut ve üst düzey eğitim vermeyi amaçlayan ikinci
kademeye gitmeleri anlamına gelecektir''
Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi Görüşünde; '' İlgili kanun
teklifi; 'Temel eğitimi, -dünyadaki örneklerin aksine- 4+4+4 şeklinde, program
ve okul türleri açısından farklı öğretim programlarına dayalı olarak
yapılandırmaktadır. İlgileri ve yetenekleri henüz ayrışmamış, somut işlemler
dönemini tamamlamamış, mesleklere yönelik tutum ve ilgileri gelişmemiş olan
öğrencileri dördüncü sınıfın sonunda yönlendirmektedir''
denilmektedir.
Eğitim, bir ülkenin veya bir toplumun geleceğini belirleyen,
yarınlarına yön veren, adeta kaderini tayin eden en önemli etmendir. Bunun için
bilimsel esaslara dayanması gerekir.
Türkiye'nin köklü ve saygın üniversitelerinin eğitim fakülteleri
ise yukarıda yer verildiği üzere çekincelerini dile getirmişlerdir.
6287 sayılı Kanunla 222, 1739 ve 4306 sayılı Kanunlarda yapılan
değişikliklerle, zorunlu temel eğitimi 6 yaşın tamamlanmasından (72-84 ay
arası), 5 yaşın tamamlanmasına (60-72 ay arası) çeken; kesintisiz sekiz yıl
süren zorunlu temel eğitimi, 4 yıl ilkokul ve 4 yıl ortaokul şeklinde iki
kademeli hale getirerek, ilkokulu bitirme ve ortaokula başlama yaşını 11-12'den
9-10 yaşa çekip, somut işlem çağının ortasında olan çocukları temel eğitimin
ikinci kademesine atlatarak mesleki yönlendirmenin yanında soyut bilgilerle
karşı karşıya bırakan düzenlemelerin çağdaş bilim ve eğitim esaslarına uygun
olmadığını bilimsel gerekleri ve gerekçeleriyle birlikte tüm açıklığı içinde
ortaya koymuşlardır.
Türkiye'deki hiçbir üniversite, hiçbir eğitim fakültesi, hiçbir
eğitim bilimci, hiçbir eğitim psikoloğu, hiçbir eğitim sosyoloğu, hiçbir
pedagog, hiçbir çocuk gelişimcisi yapılan düzenlemelerin, çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına uygun olduğuna yönelik hiçbir açıklama yapmamış; hiçbir bilim
insanı yapılanların yanında yer almamıştır. Bütün bu bilimsel verilere rağmen
toplumsal mutabakat sağlanmadan üstelik bir teklifle getirilen dayatma ile tüm
eğitim sisteminin değiştirilmesi saklı bir amaca işaret etmektedir.
Bu açıklamalardan sonra;
1) 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 inci maddesi ile
değiştirilen 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 3 üncü maddesi ile yine
30.03.2012 tarihli 6287 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 7 nci maddesi ile değiştirilen 1739 sayılı
Milli Eğitim Temel Kanununun 22 nci maddesinin Anayasaya aykırılığı:
Pedagojik açıdan beş yaşını bitirmiş bir çocuğun bilişsel ve fiziksel
gelişimi, ilköğretimin gereklerini henüz karşılamaktan oldukça uzaktır. Ayrıca
dünyadaki birçok gelişmiş ülkede en az 72 aylık çocukların ilköğretime
başlatılmaları ve ilköğretim öncesinde de, zorunlu okul öncesi eğitime tabi
tutulmaları bir tesadüf değildir.
Tüm bilimsel çalışmalarca da ispatlandığı üzere; okul öncesi
eğitim almış çocukların, bu eğitimi almamış yaşıtlarına kıyasla, hem sosyal hem
de okul hayatlarında, daha başarılı oldukları herkesçe kabul edildiği halde, bu
gerçeği yadsıyarak okul öncesi eğitimi zorunlu olmaktan çıkarmak hiçbir
bilimsel eğitim reformuyla açıklanamaz. Çocukların okul öncesi eğitim almaları
gereken bir yaşta, ilköğretime başlamalarını öngören bu yasa her şeyden evvel
Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesine istinaden Anayasanın 90 ıncı maddesine
tamamen aykırıdır.
Tüm gelişmiş ülkelerce okul öncesi eğitimin çocukların diğer
kademelerdeki başarısı için çok temel bir süreç olduğu artık hiçbir şüpheye yer
bırakmayacak şekilde kabul edilmişken, ülkemizde halen 5 yaşını bitirmiş
çocukların okul öncesi eğitim yerine ilköğretime başlatılmaları bu kanuni
düzenlemenin bilimsel temellerden tamamen uzak, yeterli inceleme ve araştırma
yapılmadan, çocukların yararı gözetilmeden çıkarıldığının çok açık bir
göstergesidir.
Bir yandan ilköğretim çağı, 6-14 yaş grubu çocuklardan, 5-13 yaş
grubu çocuklara dönüştürülür ve ilköğretime başlama 6 yaşın tamamlanmasından [6
yaşın bitirildiği yılın eylül ayı sonu (72-84 ay arası)], 5 yaşın
tamamlanmasına [5 yaşın bitirildiği yılın Eylül ayı sonu (60-72 ay arası)]
çekilirken; diğer yandan (5+3) şeklinde işleyen ve kesintisiz 8 yıl süren
ilköğretim, 4 yıl ilkokul ve 4 yıl ortaokul şeklinde iki kademeli hale
getirilerek; ilkokulu bitirme ve ortaokula başlama yaşı 11-12'den 9-10 yaşa
çekilmiştir.
Söz konusu köklü değişikliklerle ilgili olarak, AKP Grup Başkan
Vekilleri tarafından verilen Kanun Teklifinin Genel Gerekçesinde, '' zorunlu
eğitimin 'kesintisiz' gerçekleştirilmesi sağlıklı ve verimli bir eğitim
ortamının oluşturulması adına ciddi sorunlara neden olmuş ve olmaktadır.'
denilerek; ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Japonya örneklerine yer
verildikten sonra ciddi sorunlar konusunda, '' 6 yaşında henüz okuma-yazma
öğrenme aşamasında bulunan ve hayata ilişkin temel kavramların çoğundan
habersiz bir 'çocuk' ile 13-14 yaşlarında fiziksel ve ruhsal kimliğinin
şekillenme aşamasındaki sancıları yaşayan bir ergenlik dönemi öğrencisini aynı
'okul ortamında bulundurmanın kaçınılmaz olarak neden olduğu sorunları teşhis
etmek gerekmektedir.' denilerek, ilkokul öğrencileri ile ortaokul
öğrencilerinin aynı mekanı paylaşmalarının yol açacağı psiko-sosyal sorunlara
vurgu yapılmakta; 'özellikle kırsal kesimde kesintisiz eğitim nedeniyle pek çok
köy okulunun işlevsiz kalışına, fizikî şartların yetersizliği nedeniyle yaşanan
sorunlara, küçük yaşlardaki öğrencilerin yatılı bölge okullarında ya da
taşımalı eğitim için tahsis edilen servislerin kat ettiği uzun mesafelerde
çektikleri eziyetlere de dikkat çekmek gerekmektedir.' denilerek kırsal
kesimdeki ilkokulların işlevsiz kaldığı ve bunun öğrencileri ya yatılı
ilköğretim bölge okullarına ya da taşımalı eğitime zorladığı üzerinde
durulmakta; son olarak da 'Kesintisiz eğitimin neden olduğu önemli
olumsuzlukların bir diğerini ise bu uygulamanın mesleki eğitime vurduğu darbe
oluşturmaktadır.' denildikten sonra 18 inci Milli Eğitim Şurasında 'zorunlu
eğitimin öğrencilerin yaş grupları ve bireysel farklılıkları göz önünde
bulundurularak 1 yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme
ve ortaöğretime hazırlık eğitimi ve 4 yıl ortaöğretim olmak üzere, öğrencilere
farklı ortamlarda eğitim almaya fırsat verecek şekilde 13 yıl olarak
düzenlenmesi' şeklinde karar alındığı belirtilmektedir.
Genel Gerekçe'de örnek verilen ülkeler sistemiyle yasalaşan
Teklifteki hükümlerin uyuşmadığını ve verilen örneklerin de Almanya dışında
doğru olmadığını belirtmek gerekir. Öte yandan, ilköğretimin ilk evresi ile son
evresinde bulunan çocukların aynı ortamları paylaşmalarının, öğrencilerin psiko-sosyal
davranışlarında ne gibi olumsuzluklara yol açtığına yönelik elde yeterli ya da
yetersiz düzeyde her hangi bir bilimsel çalışma olmamasına rağmen; olması
durumunda dahi bu durum ilköğretimin 5 yaşında başlatılmasına 9-10 yaşlarında
ve somut işlem çağındaki çocuklara soyut bilgilerin aktarılmasına ve 9-10
yaşlarındaki çocukların mesleğe yönlendirilmelerine gerekçe oluşturamaz. Böyle
bir sorun var ise bunun çözümü, 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin ilk evresinde
olan çocuklar ile son evresinde olan çocukların eğitim-öğretim gördükleri
ortamları farklılaştırmak olabilir.
İptali istenen düzenlemelerde, ilköğretimin çocuğun 5 yaşını
bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlayacağı (60 ay) ve 13 yaşını bitirip 14
yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biteceği kuralına yer verilmiştir.
İlköğretime başlama yaşı, hem çocuğun okuma-yazma becerisini
kazanabilecek fiziksel ve bedensel gelişmişliğe sahipliği, hem de basit
matematiksel değerlendirme ve işlemleri yapabilecek sosyal, duyusal ve bilişsel
olgunluğa erişmişliği açısından hayati derecede önem taşımaktadır.
Beş yaş çocukları, öncelikle fiziksel, bedensel ve kişilik
özellikleri olarak ilköğretim programlarına hazır değillerdir. Önemli bir kısmı
uzun süre tuvalet ihtiyacını karşılayabilme, kendini temizleyebilme, yakınının
veya bir yetişkinin ilgi, destek ya da yardımı olmaksızın ihtiyaçlarını ifade
edebilme, yemeğini yiyebilme vb. becerileri henüz kazanamamışlardır. Beş yaş
çocuklarının kas gelişimleri, ilköğretimin birinci sınıf programında yer alan
yazı yazma ve diğer çalışmalar için yeterli değildir. Okul öncesi eğitime
katılmamış çocuklarda bu özellikler daha belirgindir.
Sosyal ve duyusal özellikleri açıdan beş yaş çocuklarının tamamına
yakını 40 dakika boyunca dikkatini toplayabilme, dersi takip edebilme ve bir
sınıfta oturabilme durumundan uzaktır.
Bilişsel ve zihinsel açıdan beş yaş çocukları, hayal ile gerçeği
birbirinden ayırt edemediklerinden daha somut işlem çağına girmemişlerdir. Dil
gelişimleri, okuma-yazma ve basit sayısal işlem ve değerlendirmeleri
yapabilecek düzeyde gelişmemiştir.
Çocukların yaşamlarındaki en önemli dönüm noktalarından biri
ilköğretime başlamadır. Bu nedenle eğitim süreci, kişilerin geleceğinde çok
önemli bir yere ve işleve sahiptir. Çocukların ilköğretim programına uyum
sağlayamamaktan veya öz bakım yetersizliği, dikkat dağınıklığı, disiplinsizlik,
ifade ve dinleme bozukluğu gibi yaşının gereği tutum ve davranışlardan
kaynaklanan olumsuz etiketlendirmelere maruz kalmaları, okula, öğrenmeye,
öğretmene veya derse karşı önyargı oluşturmalarına ve giderek ileriye ket
vurmalarına yol açarak sonraki yaşamlarını derinden etkileme gücüne sahiptir.
Beş yaş çocukları oyun çağındadırlar ve dolayısıyla yerleri
okulöncesi eğitim kurumlarıdır. İlköğretim 1. sınıfı ile okulöncesi eğitim
kurumlarındaki beş yaş çocuklarının sınıfları arasındaki farklar o derece
belirgindir ki eğitimci olmayan sıradan kişiler dahi bunun ayrımına
varabilirler. Beş yaş çocukları sosyal kural ve normları oyun içinde
deneyimleyerek içselleştirdiklerinden, eğitim araç ve gereçleri oyuncaklardan
oluşur. El ve parmak kaslarını geliştirmeye yönelik kalem tutma, çizgi çizme,
resim yapma eğitimin bir uzantısı olarak değil, oyunun bir parçası şeklinde
verilir. Okulöncesi eğitim kurumlarında çocuğun özgür iradesine dayalı kendi
kuralları, ilköğretimin birinci sınıfında ise ilköğretimin belirlenmiş
kuralları geçerlidir.
Okulöncesi çağdaki çocukların ilköğretime başlatılmaları durumunda
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Görüşünde de belirtildiği üzere
müfredatı değiştirmek ve hukuken 4+4+4 şeklinde olan modeli içerik olarak
1+3+4+4 şekline dönüştürmek gerekecektir. Yasayla düzenlenmiş bir alanın idari
düzenlemelerle değiştirilmesi, hukuk devleti ilkesine göre mümkün olmamakla
birlikte, değiştirilmesi dahi sorunu çözmeye yetmemektedir.
Çünkü, 2011-2012 eğitim-öğretim yılında ilköğretim 1. sınıfa yasal
olarak 60-84 ay aralığındaki çocuklar kaydolacaklardır. Çocuk gelişiminde iki
ay dahi önemli iken aralarında iki yaş fark bulunan ve dolayısıyla bedensel,
zihinsel, bilişsel, sosyal ve duyusal özellikleri birbirinden farklılaşmış olan
çocukların aynı sınıfa devam etmelerindeki eğitim bilimiyle bağdaşmazlık bir
yana, 60-72 ay aralığındaki çocukların ilköğretim 1 nci sınıf programına
alınmasındaki bilimdışılık, bu defa 72-84 ay aralığındaki çocukların 60-72 ay
aralığındaki çocuklar için oluşturulmuş okulöncesi eğitim müfredatına tabi
tutulmalarında ortaya çıkacak ve bu durum diğer olumsuzluklar bir yana 72-84 ay
çocuklarının 1 yılının heba olmasıyla sonuçlanacaktır.
Ayrıca, üniversitelerdeki mevcut öğretmen yetiştirme sistemi, okul
öncesi dönem (anaokulu/anasınıfı öğretmenliği), 1-5. sınıflar (sınıf
öğretmenliği), 6-8. sınıflar (branş dersleri öğretmenliği), 9-12. sınıflar
(lise öğretmenliği) esasına dayanmakta ve bu öğretmenler üniversitelerin farklı
bölümlerinde ve çocuğun gelişim evresine uygun farklı pedagojik ilkeler
temelinde yetiştirilmektedirler. Somut işlem çağında bulunan çocukların
bedensel ve psiko-sosyal gelişmişlik düzeyine uygun pedagojik formasyon eğitimi
almış bir sınıf öğretmenine, daha hayalle gerçeği ayırma yetisini kazanamamış
okulöncesi çağ çocuklarının öğretmenliği yaptırılamayacağı gibi, okulöncesi çağ
çocuklarının gelişme düzeylerine uygun pedagojik ilkeler temelinde
yetiştirilmiş bir anasınıfı öğretmenine de sınıf öğretmenliği yaptırılamayacağı
açıktır.
Kaldı ki eğitimin 8 yıl üzerinden verildiği okullar 1972 yılında
Yatılı İlköğretim Bölge Okulları ile başlamış ve ilköğretim okulları ile devam
etmiştir. Bu bağlamda, 40 yıllık bir geçmişi vardır. Bu güne kadar 6 yaşındaki
çocukların 13-14 yaşlarındaki çocuklarla aynı binalarda eğitim görmesi, bir
sorun olarak görülmemiş; sorun olarak görülmediği için de büyük çocukların
küçük çocuklar üzerinde ne türden olumsuzluklara yol açtıklarına/açacaklarına
ilişkin bilimsel çalışmalar yapılmamıştır. Buna karşın, 6-11 yaşındaki
çocukların 12-14 yaşındaki çocuklarla aynı binalarda eğitim görmelerinin,
büyüklerde küçükleri korumak, küçüklere ağabeylik/ablalık yapmak, yol
göstermek, örnek olmak; küçüklerin de büyüklere saygı duymak, onlara öykünerek
ve onları örnek alarak onlar gibi olmaya çalışmak vb. psiko-sosyal yararları
ile sınıf öğretmenleri ile branş öğretmenleri arasında çok yönlü bilgi ve
deneyim paylaşımı; çocuğun gelişiminin uzun dönemli bir periyotta gözlenerek
ilgi, yeti ve becerilerinin çok yönlü ve kapsamlı olarak saptanması gibi
eğitsel faydaları vardır.
Kaldı ki, 60 aylık çocukların ilköğretime başlatılamayacağı 6278
sayılı yasa çıktıktan sonra net bir şekilde anlaşılmıştır. Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından yapılan idari düzenlemelerle 66-84 ay çocukların zorunlu,
60-65 ay arasındaki çocukların ailelerin isteğiyle ilköğretime başlatılması,
66-72 ay arasındaki çocukların ise okula başlatılmaması için Mili Eğitim
Bakanlığı'na bağlı gelişim uzmanlarından okula başlaması uygun değildir
şeklinde rapor alınması zorunlu tutulmuş, raporsuz başlatmayan ailelere ise
cezai yaptırımlar öngörülerek soruna hukuksal olmayan çözümler üretilmeye
çalışılmıştır. Kaynağını 6278 sayılı Yasadan veya başka bir yasadan almayan söz
konusu idari düzenlemeler, yeni hukuksuzluklar yanında öğrenciler arasında
eşitsizliğe yol açabilecek durumların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel
nitelikleri arasında sayılmış; 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında yasa
önünde eşitlik ilkesine yer verilmiş; ikinci fıkrasında kadınlar ile erkeklerin
eşit haklara sahip olduğu kurala bağlanmış; üçüncü fıkrasında çocuklar lehine
alınacak önlemlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı belirtilmiş; 41 inci
maddesinin son fıkrasında, devletin her türlü istismara karşı çocukları
koruyucu önlemleri alması öngörülmüş;42 nci maddesinin ikinci fıkrasında ise
'Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir' hükmüne yer
verilirken; üçüncü fıkrasında ise eğitim ve öğretimin çağdaş bilim ve eğitim
esaslarına göre yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun
da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan
devlettir.
Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında 'Yasa koyucuya
verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz' denilmektedir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin
unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk
güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk
devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve
yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur.
6278 sayılı Yasada çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırı olarak
60 aylık çocukların ilköğretime başlatılması, bunun mümkün olmayacağının
anlaşılması üzerine Milli Eğitim Bakanlığının idari düzenlemelerle sorunu
çözmeye çalışırken yeni sorun odakları yaratması, iptali istenen düzenlemelerde
kamu yararının olmadığını, hukuki güvenliğin temelinde yatan belirlilik ve
öngörülebilirlik unsurlarını taşımadığını açık bir şekilde ortaya koyduğundan
iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine
aykırıdır.
Öte yandan, hem Anayasanın 7 nci maddesinde yer alan yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesi hem de Anayasanın 42 nci maddesinin ikinci
fıkrasındaki 'Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir'
hükmü ülkemizin geleceği ve çocuklarımızın eğitimi konusunda detay olarak
görülen ancak, çocukların geleceği açısından hayati öneme sahip diğer
düzenlemelerin kanunla değil de idari düzenlemelere konu oluşturacak olması
Anayasanın 42 nci maddesinin açık hükmü karşısında Anayasanın 7 nci ve 87 nci
maddeleri karşısında koruma göremez.
Anayasanın 42 nci maddesinde ve daha pek çok maddesinde yer alan
kanunla düzenlemeden ne anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesi'nin pek çok
kararında da açıklanmıştır. Buna göre 'yasa ile düzenlenmesi öngörülen
konularda, yürütme organına genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir
düzenleme yetkisi verilmesi yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden'
Anayasanın 7 nci maddesi ile 87 nci maddesine aykırı düşer.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere fiziksel, bedensel,
sosyal ve duyusal özellikleri açısından ilköğretime hazır olmayıp yerleri okul
öncesi eğitim kurumları olan 60-72 ay çocukları için okul öncesi eğitimin
zorunlu tutulmak yerine, hayal ile gerçeği ayırt edemedikleri bir dönemde somut
işlem çağına atlatılarak ilköğretime başlatılmaları çocukların istismarı
sonucunu doğuracağından Anayasanın 41 inci maddesine; yapılan düzenleme çağdaş
bilim ve eğitim esaslarına uygun olmadığından Anayasanın 42 nci maddesine;
somut işlem çağındaki 72-84 aylık çocuklarla aynı sınıflarda aynı eğitim
programına tabi tutulmaları ise Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik
ilkesine aykırıdır.
Ayrıca Anayasanın 17 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmiş, 5 inci maddesinde de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmıştır. Devletin bu yükümlülüğünü eşitlik ilkesini
gözeterek hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerli olacak biçimde yerine
getirmesi gerektiğinde duraksamaya yer yoktur. Bu bağlamda iptali istenen
düzenlemeler Anayasanın 5 inci, 10 uncu ve 17 nci maddelerine de aykırıdır.
Anayasanın 65 inci maddesine göre de 'Devlet, sosyal ve ekonomik
alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini ekonomik istikrarın korunmasını
gözeterek, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir'. Bu hüküm
gözardı edilemez. Bu kanunla birlikte İlköğretim yaşı altıya düşeceğinden
okullarda önceden öngörülmeyen bir yığılmanın olacaktır. Yasa'nın gerçekleştirilmesi
için kaynaklar zorlansa bile bu düzenlemenin maliyeti ekonomik istikrarı bozucu
niteliktedir. Kaliteli ve çağdaş bir eğitimi hedeflemesi gereken reform
niteliğindeki bir yasanın gereklerinin yerine getirilmesi için sistem, program
ve öğretmen yanında bina, derslik ve ders araç ve gereçleri gibi fiziki
şartların varlığı da söz konusudur. Bu gereksinmelerin karşılanması için yalnız
malî kaynak sağlanması yeterli değildir. Ayrıca bu düzenlemenin oturması
eksikliklerinin giderilmesi için çok da uzun bir zaman gereklidir. Hiçbir alt
yapı çalışması yapmadan böyle bir maceraya atılmak tamamen anayasaya,
uluslararası sözleşmelere ve hukuka aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında,
Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet meclisince
onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak
değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği
öngörülmüştür.
30.10.1984 tarihli ve 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürülüğe
Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasında,Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonlarının kendilerine
havale edilen kanun tasarısı ve teklifleri ile bu tasarı ve teklifler üzerinde
verilen değişiklik önergelerini, Kalkınma Planına uygunluk bakımından da
inceleyecekleri ve uygun bulmadıkları takdirde reddedecekleri; (2) numaralı
fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının Kalkınma Planıyla ilgili
gördüğü tasarı ve teklifleri en son olarak Plan ve Bütçe Komisyonuna havale
edeceği; Kanun tasarı ve tekliflerinin, Hükümetin veya Genel Kurulun lüzum
göstermesi halinde de,Plan ve Bütçe Komisyonuna havale olunacağı; (3) numaralı
fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunun (1) ve (2)
numaralı fıkralarda belirtilen kanun tasarı ve tekliflerinden başka, kamu
harcama veya gelirlerinde artış veya azalış gerektiren kanun tasarı veya
tekliflerini veyahut sadece belli maddeleri bu niteliği taşıyan tasarı veya
tekliflerini de inceleyeceği hüküm altına alınmıştır.
İlköğretim çağını, 6-14 yaş grubu çocuklardan, 5-13 yaş grubu
çocuklara dönüştüren ve ilköğretime başlamayı 6 yaşın tamamlanmasından [6 yaşın
bitirildiği yılın eylül ayı sonu (72-84 ay arası)], 5 yaşın tamamlanmasına [5
yaşın bitirildiği yılın Eylül ayı sonu (60-72 ay arası)] çeken ve (5+3)
şeklinde işleyen ve kesintisiz 8 yıl süren ilköğretimi, 4 yıl ilkokul ve 4 yıl
ortaokul şeklinde iki kademeli hale getirerek; ilkokulu bitirme ve ortaokula
başlama yaşını 11-12'den 9-10 yaşa çeken düzenlemeler, 2007-2013 dönemini
kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda yer almadığı gibi Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planıyla getirilen 8 yıllık kesintisiz temel eğitimi de ortadan
kaldırmaktadır ve bu haliyle Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planında değişiklik
öngörmenin yanında 6728 sayılı Kanunun dayanağını oluşturan Kanun Teklifi kamu
harcama ve gelirlerinde artışı öngörmektedir. Bu nedenle de Anayasanın 166 ncı
maddesinin üçüncü fıkrası gereğince çıkarılan 3067 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesi gereğince Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi gerekmektedir. Anılan
Kanun Teklifinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeden yasalaşması,
Anayasanın 166 ncı maddesine aykırılık oluşturur.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut düzenleme Anayasanın 2 nci, 5 inci,
10 uncu, 17 nci, 24 üncü, 41 inci, 42 nci, 65 inci, 90 ıncı ve 166 ncı
maddelerine aykırıdır.
2) 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesi ile
değiştirilen 222 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin Anayasaya aykırılığı
Türkiye Cumhuriyeti, İslam dini esasları ve geleneklerine dayalı
teokratik bir devletten, ulus egemenliğine dayalı çağdaş bir ulus devlet
yaratma projesidir. Çağdaş hukuk, çağdaş eğitim, çağdaş bilim, çağdaş kültür ve
çağdaş yaşamı esas alarak Türk toplumunu çağdaş uygarlığın yörüngesine sokmayı
hedefleyen bu süreçte, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 1924 tarihinde
oybirliği ile kabul ettiği birbiriyle ilişkili üç yasa en önemli kilometre
taşıdır.
Bu yasalar; 429 sayılı Şer'iyye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i
Umumiye Bakanlıklarının Kaldırılmasına Dair Kanun, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat
(Öğretimin Birleştirilmesi-Öğretim Birliği) Kanunu ve 431 sayılı Halifeliğin
Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Cumhuriyeti Toprakları Dışına
Çıkarılmasına Dair Kanun'dur.
430 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle, Türkiye'deki bütün bilim ve
eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış; 2 nci maddesiyle, Şer'iyye
ve Evkaf Bakanlığı veya özel vakıflar tarafından idare edilen bütün medreseler
ve okullar Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiş; 4 üncü maddesinde ise, 'Milli
Eğitim Bakanlığı, dini bilgiler konusunda yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere
üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kuracak ve imamlık ve hatiplik gibi dini
hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için de ayrı
okullar açacaktır.' hükmüne yer verilmiştir.
Kanunun gerekçesinde yer alan, 'Bir devletin genel eğitim ve kültür
politikasında, milletin duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için
öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları ve
güzellikleri görülmüş bir ilkedir. 1255 (1839) Gülhane Fermanından sonra açılan
Tanzimat Döneminde, yıkılmış Osmanlı Saltanatı da öğretim birliğine başlamak
istemişse de bunu başaramamış ve aksine bu konuda bir ikilik bile meydana
getirmiştir. Bu ikilik eğitim ve öğretim birliği açısından birçok zararlı
sonuçlar doğurdu. Bir millet bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü
eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, duygu ve düşünce birliği
ile dayanışma amaçlarını tamamen yok eder. Kanun teklifimizin kabulü durumunda
Türkiye Cumhuriyeti'nde bütün bilim (irfan) kurumlarının bağlı olacakları tek
makam Milli Eğitim Bakanlığı olacaktır. Böylece, bütün okullarda bundan böyle
Cumhuriyetin irfan politikasından sorumlu ve öğretimimizi duygu ve düşünce
birliği çerçevesinde ilerletmekle görevli olan Milli Eğitim Bakanlığı, olumlu
ve birleşik bir eğitim politikası uygulayacaktır. '' ifadeleri, yasanın
amacının yurttaşlar arasında 'duygu ve düşünce birliği ile dayanışma ülküsünü
sağlamak' olduğunu ve ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilecek
eğitimin, 429 sayılı Kanunla oluşturulmuş 'laiklik ilkesi bağlamında ve
Cumhuriyetin irfan politikası doğrultusunda' olacağını ortaya koymaktadır.
431 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, 'Halife görevden alınmıştır.
Halifelik, Hükümet ve Cumhuriyet anlam ve kavramının içinde zaten var
olduğundan, halifelik makamı kaldırılmıştır.' hükmüne yer verilirken;
gerekçesinde ise, '' Esasen halifelik, ilk İslam devletlerinde 'hükümet'
anlamında ve vazifesinde ortaya çıkmış olduğundan; gerek dünya ile gerek din
ile ilgili olsun, kendisine verilmiş olan bütün görevleri yerine getirmekle
yükümlü olan bugünkü İslam hükümetleri yanında ayrıca bir halifeliğin bulunmasının
sebebi yoktur. Gerçek bundan ibarettir. '' denilerek siyasal iktidarın kaynağı
dünyevileştirilmiştir.
430 sayılı Kanunla eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı
idaresinde birleştirilmesi ve medreselerin kapatılması üzerine, 1924 yılında
din hizmetlerinin yerine getirilmesinde görevlendirilmek üzere imam-hatip
yetiştirmek amacıyla 29 ilde imam-hatip okulu; yüksek diyanet uzmanı
yetiştirmek üzere ise İstanbul Üniversitesinde bir İlahiyat Fakültesi
açılmıştır.
Öğrenci yokluğu nedeniyle imam hatip okulları 1930-1931
eğitim-öğretim yılında kapanmış; Anayasaya giren laiklik ilkesine ters düştüğü
gerekçesi ile de Milli Eğitim Bakanlığı okullardan din derslerini kaldırmıştır.
1945 yılından sonra imam hatip okulları tekrar açılmaya başlanmış ve yıllar
içinde sayıları artarak günümüze gelmişlerdir.
1982 Anayasasının 24 üncü maddesiyle 'din kültürü ve ahlak'
öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasına
alınmıştır.
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanuna, 22.07.1999 tarihli ve 4415 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle
eklenen ek 3 üncü maddesinde,
'İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu din kültürü ve
ahlak bilgisi dersleri dışında, Kur'an-ı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık
yapmak ve dini bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için,
Diyanet İşleri Başkanlığınca Kur'an kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim
ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin
talebine bağlıdır. Ayrıca ilköğretimin 5 inci sınıfını bitirenler için
tatillerde ve Milli Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde yaz Kur'an
kursları açılır.
Kur'an kurslarının açılış, eğitim-öğretim ve denetimleri ile bu
kurslarda okuyan öğrencilerin barındığı yurt veya pansiyonların açılış ve
çalışmalarına dair hususlar yönetmelikle düzenlenir.'
Şeklinde yer alan hukuki düzenleme; 23.08.2011 tarihli ve 653
sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair KHK'nin 15 inci maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
Söz konusu yürürlükten kaldırmaya dayalı olarak da 03.03.2000
tarihli ve 23982 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı
Kur'an Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği, 07.04.2012 tarih
ve 28257 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an
Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları
Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlükten kaldırılan Yönetmeliğin 'Kursun açılışı' başlıklı 6
ncı maddesinde, Diyanet İşleri Başkanlığının Kur'an Kursunu Milli Eğitim
Bakanlığı ile koordine ederek açması; 'Yaz kursları' başlıklı 32 nci maddesinde
ise, Diyanet İşleri Başkanlığının okulların tatil olduğu zamanlarda,
ilköğretimin 5 inci sınıfını tamamlayan öğrenciler için kanuni temsilcilerinin
talebine bağlı olarak Kur'an-ı Kerim'i ve mealini öğrenebilmeleri ve dini
bilgilerini geliştirebilmeleri amacıyla Milli Eğitim Bakanlığının denetim ve
gözetiminde yaz Kur'an kursları açması öngörülür iken; Söz konusu hükümler,
yürürlükten kaldıran Yönetmeliğin 12 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
'Kur'an kursları, il, ilçe, belde ve köylerde ilgili il müftülüğünün teklifi ve
Başkanlığın onayıyla eğitim-öğretime açılırlar.' şeklinde; 25 inci maddesinin
(1) numaralı fıkrasında ise, 'Okulların tatil olduğu zamanlarda, kişilerin
kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olarak
Kur'an-ı Kerim'i ve mealini öğrenmeleri, dini bilgilerini geliştirmeleri, dini
içerikli sosyal ve kültürel etkinliklerden yararlanmaları amacıyla Kur'an
kurslarında, camilerde ve müftülüklerce uygun görülecek yerlerde mülki amirin
onayı ile yaz Kur'an kursları açılır.' biçiminde yeniden düzenlenmiştir.
Böylece, bir yandan Kur'an Kurslarının ilköğretim sonrası çocuklar
için Diyanet İşleri Başkanlığınca açılmasına; Yaz Kur'an Kurslarının ise
ilköğretimin 5 nci sınıfını bitiren çocukların yaz tatillerinde Milli Eğitim
Bakanlığının denetim ve gözetiminde Diyanet İşleri Başkanlığınca açılacak
Kur'an Kurslarına gitmelerine yönelik hukuki düzenlemeler yürürlükten
kaldırılarak, Yaz Kur'an Kurslarındaki ilköğretim 5 nci sınıfı bitirme koşulu
ile Milli Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetim yetkisi ortadan kaldırılırken;
diğer yandan Milli Eğitim Bakanlığının veya Diyanet İşleri Başkanlığının
denetim ve gözetimine tabi olmadan çeşitli tarikat ve cemaatler tarafından
açılacak Kur'an kurslarına okul öncesi çocuklar ile zorunlu ilköğretim
çağındaki çocukların gitmelerinin yolu da açılmıştır.
6287 sayılı Kanunla ise, 1946 yılından bu yana hedeflenen ve
16.08.1997 tarihli ve 4306 sayılı Kanunla geçilen 8 yıllık kesintisiz zorunlu
ilköğretim sona erdirilmiştir.
Bunun gerekçesi olarak da 18 inci Milli Eğitim Şurasında 'zorunlu
eğitimin öğrencilerin yaş grupları ve bireysel farklılıkları göz önünde
bulundurularak 1 yıl okul öncesi eğitim, 4 yıl temel eğitim, 4 yıl yönlendirme
ve ortaöğretime hazırlık eğitimi ve 4 yıl ortaöğretim olmak üzere, öğrencilere
farklı ortamlarda eğitim almaya fırsat verecek şekilde 13 yıl olarak
düzenlenmesi' şeklinde karar alındığı ileri sürülmektedir.
01-05 Kasım 2010 tarihleri arasında yapılan 18. Milli Eğitim
Şurası Kararlarının 'İlköğretim ve Ortaöğretimin Güçlendirilmesi, Ortaöğretime
Erişim Sağlanması' başlıklı bölümünün 2 nci maddesinde yukarıda yer verilen
karar alınmıştır. Ancak aynı Kararların aynı bölümünün 4 üncü maddesinde
''okullarda sınıf mevcutları çağdaş ölçütlere göre (20-25) düzenlenmeli ''
denilirken; 'Öğretmen Yetiştirilmesi, İstihdamı ve Mesleki Gelişimi' başlıklı
bölümünün 19 uncu maddesinde, 'Halen birçok özel ilköğretim okulunda olduğu
gibi resmi ilköğretim okullarında da 1, 2 ve 3. sınıflarda uzmanlaşmış bir
sınıf öğretmeni ile 4 ve 5. sınıflarda da branş öğretmenlerinin dersleri
yürütmesi ve 2023 perspektifi çerçevesinde, temel eğitim birinci kademede her
sınıf için sınıf öğretmenlerinin branşlaşması sağlanmalıdır.' denilmiş; ayrıca,
'Eğitim Ortamları, Kurum Kültürü ve Okul Liderliği' başlıklı bölümünün 12 nci
maddesinde ise, 'Bağımsız ana okullarının sayısı artırılarak anasınıfları
kaldırılmalı veya ilköğretim okullarında anasınıfının kullanım alanları ve
diğer bölümler bu yaş grubu özelliklerine göre düzenlenmelidir.' önerisine yer
verilmiştir.
Bu bağlamda 18. Milli Eğitim Şurası Kararları bir bütün olarak
değerlendirildiğinde kendi içinde tutarsızlıklar taşıdığı gibi, 18. Milli
Eğitim Şurası Kararları ile yasalaşan Teklif arasında da çelişkiler bulunduğu
açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
İlköğretim okullarının 1-5. sınıflarını oluşturan birinci kademede
sınıf öğretmeni, ikinci kademesini oluşturan 6-8. sınıflarda ise uzmanlaşma
olduğu gerçeği karşısında, Şura Karalarının 'Öğretmen Yetiştirilmesi, İstihdamı
ve Mesleki Gelişimi' başlıklı bölümünün 19 uncu maddesinde, temel eğitimdeki
mevcut sistemin esas alınarak, ilköğretim okullarının birinci kademesini
oluşturan 1, 2 ve 3. sınıflarında ayrı, 4 ve 5. sınıflarında ayrı uzmanlaşmaya
gidilmesi önerilirken; 'İlköğretim ve Ortaöğretimin Güçlendirilmesi,
Ortaöğretime Erişim Sağlanması' başlıklı bölümünün 2 nci maddesinde, 8 yıllık
temel eğitimin 4+4 şeklinde kademelendirilmesinin önerilmesi, Milli Eğitim
Şurası gibi uzmanlaşmış olması gereken bir heyetten beklenmeyen açık bir
çelişkidir. Bu çelişkinin tek nedeni, önerilen 4+4 sisteminin hiçbir ön
hazırlığa ve araştırmaya dayalı olmadan, siyaseten verilmiş bir talimatın
gereği olarak o anda kararlaştırılmış ve diğer kararlarla da bağlantısı kurulup
tutarlılığı sağlanmamış olmasından kaynaklanabilir.
Öte yandan, Şura Kararlarında, çelişkili bir şekilde sadece
ilköğretimin 4+4 şeklinde kademelendirilmesi değil, 1 yıl okul öncesi eğitime
de yer verilerek zorunlu temel eğitimin 13 yıl olması; bağımsız anaokullarının
sayısının artırılarak ilköğretim okullarındaki anasınıflarının ya kaldırılması
ya da anasınıflarının kullanım alanları ile diğer bölümlerinin bu yaş grubunun
özelliklerine göre düzenlenmesi; ilköğretim okullarında sınıf mevcutlarının
çağdaş ölçütlere göre 20-25 öğrenci şeklinde düzenlenmesi öngörülmüştür.
Şura Kararlarında önerilenlerin tersine, çıkarılan Yasada 1 yıl
okulöncesi eğitim zorunlu temel eğitim kapsamına alınmadığı gibi ilköğretime
başlama yaşı 72-84 ay arasından, 60-72 aya çekilerek, okulöncesi eğitim
çağındaki çocuklar zorunlu ilköğretimin kapsamına alınmış ve buna dayalı olarak
da mevcut sınıfların çağdaş ölçütlere göre 20-25 öğrenciye indirilmesi hedefi %
100 oranında sapmıştır.
Kaldı ki tek başına Milli Eğitim Şurası Kararları her şey
değildir. Şura Kararlarının ülkenin uzun süreli kalkınma planları ile Milli
Eğitim Bakanlığının uzun süreli stratejik planları ile uyum içinde olması
gerekir.
2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda okul
öncesi eğitim ile ilköğretime ilişkin olarak 238. Paragraftaki,
'238. Nüfusun eğitime erişiminde önemli gelişmeler sağlanmıştır.
Zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla, öğrenci sayısında büyük artış
sağlanmış, ilköğretimden ortaöğretime geçişler artmıştır. Bununla birlikte
okullaşma oranlarında, okul öncesi eğitimde düşük seviyelerde kalınmış,
ilköğretimde yüzde 100'e ulaşılamamış, ortaöğretimde mesleki eğitimin payı
artırılamamıştır.'
saptaması ile 584 ve 585 nci paragraflardaki,
'584. Okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması amacıyla öğretmen ve
fiziki altyapı ihtiyacı karşılanacak, eğitim hizmetleri çeşitlendirilecek, toplumsal
farkındalık düzeyi yükseltilecek, erken çocukluk ve ebeveyn eğitimleri
artırılacaktır.'
'585. İlköğretimde okul terklerinin azaltılması için başta kırsal
kesime ve kız çocuklarına yönelik olmak üzere gerekli tedbirler alınacak ve
ortaöğretime geçiş oranları yükseltilecektir.'
Öngörülerinden başka bir hedef konmamıştır. Söz konusu saptama ve
öngörüler de 8 yıllık kesintisiz temel eğitimi esas almaktadır.
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 9 uncu
maddesine göre hazırlanan Milli Eğitim Bakanlığı 2010-2014 Stratejik Planı'nda
ise,
Okulöncesi eğitime ilişkin olarak,
'9. Kalkınma Planı ve Hükümet Programında, 48-72 aylık çağ
nüfusunun okullaşması hedefine ulaşabilmek için 2014 yılı sonuna kadar resmî
anaokulu sayısını 2.402'ye (anaokullarında derslik sayısı 12.010'a) resmî ana
sınıflarındaki sınıf sayısı 33.397 olmak üzere 45.407 dersliğe çıkarılacaktır.'
(s: 78) hedefi ortaya konulurken;
İlköğretime ilişkin olarak,
'Stratejik Amaç-2
Her bireyin iyi bir vatandaş olması için Atatürk ilkelerine bağlı,
bilimsel düşünceyi rehber edinmiş, demokrasi kültürü ve değerlerini benimsemiş,
insan haklarına saygılı, ruhsal, bedensel ve zihinsel yönden sağlıklı ve
dengeli yetişmiş, çevreye duyarlı ve özgüveni gelişmiş bireyler yetiştiren bir
ilköğretim eğitimini her Türk vatandaşına fırsat ve imkân eşitliği içinde
sunmak.
Stratejik Hedef 2.1:İlköğretimde % 98,20 olan net okullaşma
oranını plan dönemi sonuna kadar % 100'e çıkarmak.
Stratejik Hedef 2.2:İlköğretimdeki okul terklerini 2014 yılı
sonuna kadar ortadan kaldırmak.
Stratejik Hedef 2.3:Türkiye genelinde bölgesel farklılıklar
dikkate alınarak ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısını plan dönemi
sonuna kadar 30'a düşürmek.
Stratejik Hedef 2.4:İlköğretim programlarında; öğrencilerde
yerleşik bir demokrasi kültürünün oluşturulması, kendi kültürünü özümsemesi,
millî manevî değerlere bağlı, evrensel değerleri benimseyen nesiller
yetiştirilmesine yönelik etkinlikleri ve uygulamaları plan dönemi boyunca
arttırmak.
Stratejik Hedef 2.5: Bütün öğrencilerin, eğitim kurumlarında
koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını sağlamak.
Stratejik Hedef 2.6:İlköğretimde taşımalı ilköğretim uygulamasının
hizmet kalitesini artırmak, yatılı ilköğretim bölge okullarının kullanım
kapasitesini 2014 yılı sonuna kadar % 90'ın üzerine çıkarmak ve burs
hizmetlerinden yararlanan öğrenci sayısını her yıl % 5 oranında artırmak.' (s:
83 ve sonrası)
gibi 8 yıllık kesintisiz temel eğitimi esas alan amaç ve hedefler
ortaya konmuştur.
Bu bağlamda, 01-05 Kasım 2010 tarihleri arasında yapılan 18. Milli
Eğitim Şurası Kararlarında yer alan ilköğretimin 4+4 şeklinde
kademelendirilmesi önerisi, herhangi bir hazırlığa dayanmadığı gibi, kaynağını
2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı'ndan almamanın yanında,
Milli Eğitim Bakanlığının 2010-2014 dönemini kapsayan Stratejik Planındaki
stratejik amaç ve hedeflerden de tam anlamıyla bir sapma oluşturmaktadır.
Söz konusu tutarsızlık ve sapmalar ortada iken, 30.03.2012 tarihli
ve 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ile ilköğretim çağı, bir yandan 6-14 yaş grubu
çocuklardan, 5-13 yaş grubu çocuklara dönüştürülüp, ilköğretime başlama 6 yaşın
tamamlanmasından 5 yaşın tamamlanmasına çekilirken; diğer yandan (5+3) şeklinde
işleyen ve kesintisiz 8 yıl süren ilköğretim, 4 yıl ilkokul ve 4 yıl ortaokul
şeklinde iki kademeli hale getirilerek, ilkokulu bitirme ve ortaokula başlama
yaşı 11-12'den 9-10 yaşa çekilmiş ve böylece çocuklar 9-10 yaşında ve somut
işlem çağının ortasında olan çocuklar, bir yandan meslek seçimine zorlanırken,
diğer yandan soyut işlem çağındaki çocukların takip edebileceği Kur'an-ı Kerim
ve Peygamberimizin Hayatı dersleri seçmeli ders olarak konulmuştur.
Bu düzenlemelerle eğitim sistemi, Tanzimat Döneminde olduğu gibi
ikili ve iki başlı hale getirilmiştir. Eğitim sistemi iki başlıdır. Biri
Diyanet İşleri Başkanlığının yönetiminde olan ve Kur'an Kurslarında okul öncesi
de dahil tüm çocukları isteğe bağlı kapsayan nakli din eğitimi; diğeri ise
Milli Eğitim Bakanlığının yönetiminde olan pozitif bilim eğitimi ile nakli din
ilimi öğretimi.
Eğitim sistemi ikilidir. Biri Yaz Kur'an Kurslarında Kur'an-ı
Kerim ve mealini öğrenme ve dini bilgileri geliştirme, ilköğretim kurumlarında
ise zorunlu 'din kültürü ve ahlak dersi' ile ilköğretimin ikinci kademesinde
seçmeli Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizin Hayatı (Siyer) dersleri; diğeri ise
pozitif bilim eğitimidir.
Tek bir devlet ve tek bir kültür içinde, iki ayrı kuşak
yetiştirmeyi amaçlayan iki ayrı eğitim sistemi bağlamında aynı okul içinde
kılık kıyafetleri farklılaşan, dilleri başkalaşan, tarihi geçmişi ve kültürel
mirası farklı yorumlayarak birbirine yabancılaşan öğrenciler temelinde iki hukuklu,
iki tip nikahlı, iki tip sosyal yaşamlı, iki tip kültürlü, iki tip ekonomili,
iki tip bankalı Türkiye Cumhuriyeti yaratılması hedeflenmektedir. Devlet eliyle
yaratılması amaçlanan ve birbirine yabancılaşmanın ötesinde giderek birbirini
ötekileştirecek olan iki farlı yurttaş tipinin birlikte ve bir arada yaşama,
kaderde, kıvançta ve tasada bir olma ihtimallerinin olmadığını ise sadece
Türkiye değil, dünya tarihi de kanıtlamaktadır.
Halbuki zorunlu temel eğitim; öğrencinin belli bir yaştan başlayıp,
yine belli bir yaşa gelinceye kadar, eğitim kurumlarında belli bir süre öğrenim
görmesini zorunlu kılan yasal bir kavramdır. Yasal dayanaklarını, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Unesco kararlarından alan bu kavram
devletlerin eğitim hakkını himayesindeki tüm vatandaşlarına eşit olarak
sunmasını öngörür.Temel eğitimin amacı, temel eğitim çağındaki çocukları
okur-yazar etmek, güzel yazı yazma becerisi kazandırmak ve dört işlemi yapar
hale getirmek ile sınırlı değildir. Temel eğitimin amacı, bunların yanında
çocuğun bütünsel gelişimini esas almak suretiyle temel eğitim çağındaki tüm
çocuklara ortak, eşit, genel ve sürekli eğitim vererek, problem çözme,
öğrendiklerini hayata uyarlayabilme, bildiklerinden yola çıkarak
bilemediklerini çıkarım, soru sorma, sorgulama, özgür, analitik ve eleştirel
düşünme ve etkili iletişim kurma gibi eğitim ve öğretime ilişkin temel
beceriler ile kendine, başkalarına, farklılıklara ve insan hak ve
özgürlüklerine saygı duyma, çoğulculuğu esas alma, ulusal ve evrensel değerleri
benimseme, insan emeğine değer verme, çalışmayı yüceltme, bilimsel ve
teknolojik gelişmelerin ve bunların birey ve toplum yaşamındaki öneminin
farkında olma gibi tutum ve davranışlar kazandırma ve ayrıca çocuğun kendini,
kişisel özellik, ilgi, beceri ve yetileri ile yaşamlarını sağlayacakları
meslekleri ve üst öğrenim programlarını tanımalarını sağlamaya olanak
yaratmaktır.
Maddedeki değişikliğin gerekçesi, 'Ortaokullarda oluşturulacak
farklı programlar arasında tercihe imkân verilmesi' olarak belirtilmiştir. Buna
göre, ilköğretim kurumları; 4 yıllık zorunlu ilkokullar, 4 yıllık zorunlu ve
farklı programlar arasında tercihe imkan veren ortaokullar ile imam-hatip
ortaokullarından oluşacaktır. Ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında; lise
eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine
göre seçimlik dersler oluşturulacaktır.
Avrupa Birliği EACEA (Educatıon, Audıovısıual and Culture
Executıve Agency- Eğitim, Görsel, İşitsel ve Kültür Ajansı) tarafından
oluşturulan EURYDICE (Information on Education System and Policies in Europe-
Avrupa Eğitim Bilgi Ağı), 'Avrupa'daki Eğitim Sistemleri ve Devam Eden
Reformlar Üzerine Ulusal Belgeler' hazırlamakta; bunların Türkçe özetleri ise
Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi
Projesi (MEGEP) internet adresinde(https://megep.meb.gov.tr/indextr.html'AB
Ülkeleri Eğitim Sistemleri') yayınlanmaktadır.
EURYDICE tarafından hazırlanan ve yukarıda adresi verilen internet
sitesinde Türkçe özetleri bulunan dokümanlara göre AB'ye üye ülkelerin eğitim
sistemleri şöyledir:
Almanya, federal bir devlettir. İlköğretim eyaletlerin (Lander)
sorumluluğundadır. Tam gün eğitim 6-15 veya 16 yaş (eyalete bağlı olarak)
arasındaki çocuklar için zorunludur. Okul öncesi ile birlikte Almanya'da
zorunlu temel eğitim 13 yıldır.
İlköğretim, Berlin ve Branderburg eyaletlerinde 6-12 yaş
çocuklarını (6 yıl), diğer eyaletlerde ise 6-10 yaş (4 yıl) çocuklarını kapsar.
Ortaöğretim iki derecelidir ve her derece kendi içinde farklı okul
türlerini içerir.
Ortaöğretimin birinci devresinin ilk aşamasında 10-12 yaş
çocuklarına mesleki oryantasyon eğitimi; ikinci aşamasında ise eyaletlere göre
12-15/16 yaş çocuklarına değişik okul türleri içinde mesleki yönlendirme
eğitimi verilmektedir.
Ortaöğretimin ikinci devresi, genel ortaöğretim (16-18/19 yaş) ve
eğitim türüne göre çeşitlilik gösteren mesleki eğitim (15/16-18/19 yaş)
şeklindedir.
Fransa'da 6-16 yaş arasındaki çocuklar için 10 yıl zorunlu temel
eğitim vardır. Eğitim ilkokul, ortaöğretim birinci evre ve ortaöğretim ikinci
evre şeklinde 3 aşamalıdır.
İlkokul (ékole élementarie) 6-11 yaşları arasındaki çocukları (5
yıl) kapsar.
Ortaöğretim birinci evresinde 11-15 yaş arası çocuklar doğrudan
koleje (collége) giderler.Öğrenciler, normalde 15 yaşında, genel ve teknolojik
lise (lycée d'enseignement général et technologique) veya bir meslek lisesi
(lycée professionnel)'ne kayıt yaptırarak ortaöğretimin ikinci evresine
başlarlar. Mesleki öğretime yönlendirme, ortaöğretimin ikinci evresinde (15
yaş) başlar.
Ortaöğretimin ikinci evresinde üç tür okul vardır. Üç yıllık
eğitimin ardından genel bakalorya (olgunluk sınavı) ile sonuçlanan genel
eğitim; yine üç yıl süren ve teknolojik bakalorya ile sonuçlanan teknolojik
eğitim; mesleki yeterlilik sertifikası veya mesleki eğitim diploması ile
sonuçlanan iki yıl süreli mesleki eğitim ve devamında mesleki bakalorya
derecesine ulaşılmasını sağlayan iki yıl süreli ek eğitim şeklindedir.
İngiltere ve Galler'de zorunlu temel eğitim 5-16 yaş (Kuzey
İrlanda'da 4-16 yaş) arası çocukları kapsar ve 12 yıl sürelidir.
İlköğretim İngiltere ve Galler'de 5-11 yaş (Kuzey İrlanda'da 4-11
yaş) arası çocukları; ortaöğretim birinci devre ise 11-16 yaş arası çocukları
kapsar. İngiltere ve Galler'de 5-7 yaş (Kuzey İrlanda da 4-8 yaş) ilköğretime
hazırlık aşamasını oluşturur (KS1). Programlar, sınıf ortamları ve eğitim
metodolojisi, çocuğun yaşına uyarlanmış ve çocuğun okuma yazmaya hazırlanması
amaçlanmıştır. Programlı ilköğretim ise 7/8 yaşlarında başlar.
İngiltere, Galler ve Kuzey İrlanda'da zorunlu temel eğitim
programı dört ana aşamaya (KS) bölünmüştür ve bunların ikisi ilköğretime, ikisi
de ortaöğretim birinci devreye aittir. KS1, 5-7 yaş (Kuzey İrlanda'da 4-8 yaş )
grubu çocukları; KS2, 7-11 (K. İrlanda da 8-11 yaş) grubu çocukları; KS3, 11-14
yaş grubu çocukları; KS4, 14-16 yaş grubu çocukları kapsar. İngiltere ve
Galler'deki tüm ortaöğretim okulları çocukları yeteneklerine bağlı kalmaksızın
kabul eden kapsamlı okullardır. Bununla birlikte Kuzey İrlanda ile
İngiltere'nin bazı bölgelerinde 'ortaokul' (grammar school) olarak bilinen
seçici okullar bulunmaktadır. Bunlar Kuzey İrlanda'da tüm ortaokulların
yaklaşık %30'u, İngiltere'de ise tüm ortaokulların % 5'ini oluşturmaktadır.
Kuzey İrlanda, ortaöğretimin birinci aşamasında seçici okulları ve dolayısıyla
mesleki yönlendirme sistemini ortadan kaldırma kararı almıştır.
Ortaöğretim ikinci devre 16-18 yaş grubu çocuklarını kapsar. Orta
öğretim ikinci kademe ile kolejler genel eğitim vermekle birlikte, ileri eğitim
kolejlerinden birçoğu mesleki eğitim vermektedirler. İngiltere'de KS4
aşamasında (14 yaş) mesleki oryantasyon, ortaöğretim ikinci aşamada ise (16
yaş) mesleki yönlendirme başlar.
Yunanistan'da 6-15 yaşları arasında 9 yıl süreli zorunlu temel
eğitim uygulanmaktadır. 6-12 yaşları arası çocukları kapsayan 6 yıl süreli
İlkokul (Dimotiko Scholeio) ve 12-15 yaşları arası çocukları kapsayan 3 yıl
süreli Ortaöğretim Birinci Devre Okulu (Gymnasio). İlkokulu bitirenler otomatik
olarak Ortaöğretim Birinci Devreye başlarlar ve dolayısıyla temel eğitim
kesintisizdir. İlkokul ve Ortaöğretim Birinci Devrede tüm dersler zorunludur ve
seçmeli ders uygulaması ortaöğretimin ikinci devresinde başlar.
Ortaöğretim ikinci devre okulları; Kapsamlı Lise (Eniaio
Lykeıo,15-18 yaş), Teknik Meslek Okulları (Technica Epaggelmatica Ekpaideftria,
15-18 yaş) şeklindedir. Ortaöğretim birinci devre bitirme sertifikasına sahip
olanlar, ortaöğretim ikinci devre okullarına başvurabilirler. Mesleki yönlendirme
ortaöğretim ikinci devre okullarında 15 yaşında başlar.
İtalya'da 6-14 yaş grubu çocuklar 8 yıl süreli zorunlu ve tam
zamanlı temel eğitime tabidirler. Temel eğitim, 6-11 yaş grubu çocukları
kapsayan ve 5 yıl süreli olan ilkokul (scuola primaria) ve 11-14 yaş grubu
çocukları kapsayan ve 3 yıl süreli olan Ortaöğretim Birince Devre Okulu (Scuola
secondaria di I grado)'ndan oluşur. İlkokulu bitirenler doğrudan Ortaöğretim
Birinci Devre Okuluna devam ederler.
İtalya'da ortaöğretim; Klasik Ortaöğretim (14-19 yaş), Sanat
Eğitimi (14-17/19 yaş), Teknik Eğitim (14-19 yaş) ve Mesleki Eğitim (14-17/19
yaş) olarak dört çeşittir. Ortaöğretim birinci devre diplomasına sahip olanlar,
ortaöğretim okullarına kayıt yaptırabilir ve mesleki yönlendirme 14 yaşında
başlar.
İspanya'da 6-16 yaş grubu çocuklar, 10 yıl süreli zorunlu tam
zamanlı ve kesintisiz temel eğitime tabidir. İlköğretim 6-12 yaş çocukları
kapsar; 6 yıl süreli ve kendi içinde üç aşamalıdır. Ortaöğretim birinci kademe
ise 12-16 yaş çocukları kapsar ve 4 yıl sürelidir. Öğrenciler otomatik olarak
ilköğretimden ortaöğretim birinci devreye geçerler.
Zorunlu temel eğitimin sağlanması üzerine, öğrenciler Zorunlu
Ortaöğretim Sertifikası (Graduado en Educacion Secundaria Obligatoria) alırlar.
Zorunlu Ortaöğretim Sertifikası, 16-18 yaş grubu ve iki yıl süreli Bakalorya
(genel lise) ve 16-18 yaş grubu ve iki yıl süreli Orta Düzey Özel Mesleki
Eğitime girişi sağlar. Mesleki yönlendirme, 16 yaşında başlar.
Danimarka'da temel eğitim 7-16/17 yaş grubu çocukları kapsar.
Temel eğitim, ilköğretim ve ortaöğretim birinci devre eğitimi
(folkeskole) 10 yıl süreli kesintisiz ve zorunludur.
Ortaöğretim (Gymnasium) ise 16-19 yaş grubunu kapsar ve genel
ortaöğretim ikinci devre ve mesleki eğitim ve öğretim şeklinde iki türdür.
Genel ortaöğretim ikinci devre de kendi içinde Almengymnasiale
uddannelser (Gymnasiun and HF) ve Erhyervsgymnasiale uddannelder (HTX ve HHX)
şeklinde ikiye ayrılır. Gymnasium folkeskole'nin 9. ya da 10. yılından sonra
alınan, üç yıllık, akademik olarak yönlendirilmiş bir kurstur. HF ise
Folkeskole'nin 10. sınıfından sonra yükseköğrenime hazırlanmak için alınan iki
yıllık genel bir kurstur. HTX ve HHX adındaki daha meslek yönelimli kurslar 3
yıllıktır ve folkeskole'nin 9. ya da 10. yılından sonra alınırlar ve kişiyi
yükseköğrenime ve iş hayatına hazırlarlar.
Mesleki eğitim ve öğretim, iş başında eğitim ile bir meslek
okulunda verilen genel ve mesleki eğitimi birleştirir. Temel sosyal ve sağlık
eğitimi ve tarım ve denizcilik ve diğer karşılaştırılabilir eğitim türleri
uzmanlaşmış okullarda verilmektedir. Mesleki yönlendirme temel zorunlu ve
kesintisiz eğitimin ardından 16 yaşında başlar.
Finlandiya'da temel eğitim, 7-16 yaş grubu çocukları kapsar; 9 yıl
süreli ve kesintisizdir. Dersler, ilk 6 yıl sınıf öğretmenleri, kalan 3 yıl ise
branş öğretmenleri tarafından verilir.
Zorunlu temel eğitimi başarıyla tamamlayanlar 16-19 yaş grubunu
kapsayan ve 3 yıl süreli olan genel ve mesleki ortaöğretime devam ederler.
Mesleki yönlendirme 16 yaşında başlar. Genel ortaöğretime, temel eğitimdeki
başarıya göre devam edilirken; mesleki ortaöğretime giriş ise, iş deneyimi ve
diğer karşılaştırılabilir faktörler ile giriş ve yetenek sınavlarını
kapsayabilmektedir. Temel ortaöğretim ve mesleki ortaöğretim, öğrencilere
yükseköğrenime devam etmeleri açısından seçilebilirlik sağlamaktadır.
İsveç'te 7-16 yaş grubu çocuklar, 9 yıl süreli zorunlu, tam
zamanlı ve kesintisiz temel eğitime (Grundskola) tabidirler. Öğrenciler beşinci
ve dokuzuncu sınıfın sonunda ulusal düzeyde değerlendirmeye tabi tutulurlar.
Lise eğitimi (Gynasieskola) 16-19 yaş grubu çocukları kapsar.
Temel eğitimin 9 ncu sınıfını bitirme sertifikası öğrencilere liseye başlama
olanağı sağlar. Liselerde 14 tanesi mesleğe yönelik olmak üzere toplam 17 ayrı
program yürütülür. Mesleki yönlendirme 16 yaşında başlar.
Yukarıda yer verilen ülkelerde orta öğretimin ilk kademesinde
Almanya hariç hiç birinde mesleki eğitim söz konusu değildir. Almanya'da ise,
ortaöğretimin ilk kademesinde mesleki yönlendirmeden değil, mesleki oryantasyon
eğitiminden söz edilebilir. Kaldı ki Almanya, Türkiye'ye yada başka bir ülkeye
örnek oluşturamaz. Çünkü, Alman eğitim sistemi kendine özgüdür. Almanya'da
yabancı işçi çoktur ve buna dayalı olarak da yabancı işçi çocuklarının akademik
eğitimi takip edebilecek dil sorunu yanında gelir sorunları da bulunmaktadır.
Bu bağlamda Alman eğitim sisteminde mesleki oryantasyonun erken başlaması,
yabancı işçi çocuklarını mesleki eğitime yönlendirerek akademik eğitimin
dışında tutma politikasının bir bileşeni işlevi görmektedir. Bu bağlamda,
Kanun'un Genel Gerekçesinde ileri sürülen görüşleri,Avrupa Birliği Komisyonu
EACEA'ya bağlı faaliyet yürüten EURYDICE (Information on Education System and
Policies in Europe-Avrupa Eğitim Bilgi Ağı), tarafından hazırlanan ve Türkçe
özetleri ise Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin
Güçlendirilmesi Projesi (MEGEP) internet adresinde yer alan resmi dokümanlar
doğrulamamaktadır.
Kaldı ki yukarıda yer verilen özet dokümanlardaki veriler, 2004
yılı ve öncesine aittir. Uluslararası düzeyde yapılan sınavlar, özellikle de
OECD bünyesinde 15 yaş grubu çocuklar kapsamında yapılan PISA sınav sonuçları
ile OECD Raporları, ülkelerin temel eğitim sistemlerini yeniden gözden
geçirmelerine ve mesleki yönlendirmeyi ötelemelerine yol açmıştır.
Koç Üniversitesi Sosyal Politika Merkezi (KOÇ-SPM) tarafından 6
Mart 2012 tarihli 'İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Üzerine Görüş'te de belirtildiği üzere, OECD'nin
2005 yılında yayınladığı ve PISA sonuçlarına dayanarak eğitimde eşitlik ile
eğitimin kalitesi üzerinde belirleyici etkiye sahip olan okul özelliklerinin
değerlendirildiği raporda, mesleki yönlendirmenin erken olduğu ülkelerde
ailenin sosyo-ekonomik statüsü ile öğrenci başarısı arasındaki ilişkinin daha
güçlü olduğu ortaya konmuştur. Sosyo-ekonomik statü arttıkça öğrenci başarısı
artmakta, statü azaldıkça öğrenci başarısı azalmaktadır. Bu bağlamda, erken
yönlendirme düşük gelir gruplu ailelerin çocuklarının aleyhine işlemektedir.
Aynı rapordaki bir diğer tespit ise, eğitimin kalitesi ile (yönlendirme yaşının
öne alınmasına bağlı olarak artacak olan) kurumsal çeşitlilik arasındaki
ilişkinin beklenilenin aksine negatif olduğudur. Başka bir anlatımla,
yönlendirmenin erken olduğu ülkelerde, okul çeşidi arttıkça eğitimin kalitesi
artacağına, tam tersine düşmektedir.
OECD'nin eğitimde eşitlik ve kalitede dezavantajları destekleyen
okul ve öğrenciler üzerine 2012 yılında yayınladığı raporda ise, okul seçiminde
ailenin etkisinin artmasının eğitimde eşitsizlikleri daha da arttıracağı
belirtilmektedir. Ülkelere eğitimde eşitlik ve kalitenin desteklenmesi için
erken yönlendirmeden kaçınılması ve seçimin ortaöğretime ötelenmesi
önerilmektedir.
Kanun teklifinin genel gerekçesinde ABD, İngiltere, Fransa'daki eğitim
sistemine ilişkin örnekler verilerek bu ülkelerde eğitimin, okul öncesi,
ilköğretim, ortaokul/lise öncesi ve lise olmak üzere dört kademeye
bölündüğünden' bahsedilmiştir.
ABD, İngiltere, ve Fransa'daki eğitim sistemlerinin ortak
özelliği, bu ülkelerde temel eğitim, ilkokul ve ortaokul gibi farklı
kademelerde görülse de, öğrencilere en azından liseye kadar, ülkemizde de
şimdiye kadar olduğu gibi, sadece bir öğretim programı ile eğitim hizmetinin
sunuluyor olmasıdır. Öğrenciler bu üç ülkede de 16 yaşına kadar temel eğitimin
dışında bir öğretim programı ile karşılaşmamakta ve mesleki eğitim
programlarına yönlendirilmemektedir. Öğrencilerin farklı yetenekleri aynı program
içinde, seçmeli dersler ve ders dışı etkinliklerle geliştirilmektedir .
Kaldı ki, kesintisiz temel eğitim kademesiz temel eğitim değildir.
Kesintisiz temel eğitim,çocuğun bütünsel gelişimini esas almak ve bilişsel
gelişimine uygun olmak suretiyle temel eğitim çağındaki tüm çocuklara,
ortaöğretime kadar ortak, eşit, genel ve sürekli eğitim vermektir. Temel eğitim
süresi içinde çocuğun bütünsel gelişimi esas alınarak aynı yaştaki çocuklar
farklı programlar ve okul türlerine göre ayrıma tabi tutulmuyor ve programlar
çocuğun 7-11 yaş somut işlemler ve 12 yaş ve üzeri soyut işlemler şeklindeki
bilişsel gelişimine uygun olarak kademelendiriliyor ise bu eğitim sistemi
kesintisizdir. Başka bir anlatımla, 8 yıllık temel eğitim süresi içinde farklı
kademeler olsa dahi, kademelendirme çocuğun bilişsel gelişimine uyarlanmış ve
temel eğitim süresince tüm öğrencileri kapsayan tek bir program izleniyorsa bu
kesintisiz eğitimdir.
Oysa, 6287 sayılı Yasada kademelendirme çocuğun bilişsel
gelişimine uygun yapılandırılmadığı gibi, ikinci kademede farklı programlar ve
imam hatip ortaokulları temelinde eğitim-öğretim programı değişmekte, üçüncü
dört yılda uzaktan açık eğitim gibi farklı program türleri devreye girmekte ve
neredeyse sekiz yıllık temel eğitim ilk dördüncü yılın bitiminde, sona
ermektedir. Bu haliyle düzenleme en temel pedagojik ilkelerle bile
çelişmektedir.
İlköğretime başlama yaşının ve kademelendirmenin çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına göre yapılmak yerine çocuğun istismarıyla sonuçlanacak
şekilde yapılması, daha önce de belirtildiği üzere Anayasanın 41 inci
maddesinin son fıkrası ile 42 nci maddesinin üçüncü fıkrasına aykırıdır. Öte
yandan, ikinci kademede öğrencilerin farklı programlar ve imam hatip
ortaokulları ile seçmeli dersler temelinde mesleki eğitime yönlendirilecek
olması ve böylece yönlendirmeye tabi tutulan öğrencilerin diğerlerine göre
haftada daha az matematik, daha az Türkçe, daha az fen bilgisi ve daha az
yabancı dil dersleri alarak diğerleriyle aynı ortaöğretim giriş sınavlarına
girecek olmaları, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı
olmanın yanında, aynı zamanda yönlendirmeye tabi tutulan öğrencilerin
istismarlarına da yol açacağından Anayasanın 41 inci maddesindeki, Devletin her
türlü istismara karşı çocukları koruyucu önlemleri alacağı kuralıyla da
bağdaşmamaktadır.
Anayasanın 'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci
maddesinin üçüncü fıkrasında 'Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılâpları
doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve
denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri
açılamaz' denildikten sonra 4. fıkrasında 'Eğitim ve öğretim hürriyeti
Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz' kuralıyla Başlangıçtaki ilkelere
bağlılık pekiştirilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 07.03.1989
tarihli kararına göre; Eğitim ve öğretimde, dinsel inanca devlet gücünün özel bir
katkı vermesi düşünülemez. Lâiklik bir bütündür. Özellikle eğitim ve öğretim
alanında lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun geleceği açısından da üzerinde
önemle durulacak bir konudur. Siyasal alanda dinsel çabalar, dinsel geleneklere
uygunluğu aranan düzenlemeler, eylem ve işlemler ne kadar geçersizce, öğretim
ve eğitim alanında da din buyruklarıyla ilişki kurulamaz. Demokrasinin
güvencesini ve Cumhuriyetin özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir
duyarlık ve özenle korunması Anayasa gereğidir.
Anayasanın 24 üncü maddesinin ilk fıkrasında herkesin, vicdan,
dinî inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiş, ikinci fıkrasında da
bu özgürlüğün doğal bir sonucu olarak özgürlüklerin kötüye kullanılmasını
yasaklayan 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla ibadetin dinî
ayin ve törenlerin serbest olduğu vurgulanmıştır. Üçüncü fıkrada, kimsenin,
ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamayacağı; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı
ve suçlanamayacağı ilkesine yer verilmiştir.
Bu kurallarla, anlam ve kapsamı belirlenen din ve vicdan
özgürlüğü, yalnız, kişilerin diledikleri inanç ve kanıya sahip olmalarını
değil, olmamalarını da güvenceye almaktadır. Anayasal sınırlar içinde, herkesin
dinini seçme ve inancını açıklama konusundaki özgürlüğü, demokratik, lâik bir
hukuk devletinde yasa koyucunun her türlü etkisinin dışındadır. Devlet, her
türlü din ve inanca aynı uzaklıktadır. Devletin dinlerden birini seçmesi, ayrı dinlere
bağlı yurttaşlar yönünden eşitlik ilkesine de aykırı düşer. Bu nedenle, lâiklik
ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün en önemli güvencesidir. Din ve vicdan
özgürlüğü, kişinin herhangi bir dinî veya felsefî inancı olma veya olmama
hakkını, dinî inanç sahibinin ise dininin gereklerini öğrenme hakkını ifade
eder. Bu bağlamda, herkesin, dinî ve felsefî inançları doğrultusunda kısıtlama
olmaksızın eğitim ve öğretim görme hakkı bulunmaktadır. Yine ortaokullarda da
hangi müfredatın uygulanacağının belirsiz olması da Anayasanın 42 nci
maddesinin ikinci fıkrasındaki Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir
ve düzenlenir' hükmüne açıkça aykırıdır.
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, eğitimin kalitesini gelişmiş
ülkelerdeki gibi yükseltme gerekçesiyle ortaya konulan bu teklifte gözden
kaçırılan en önemli nokta, tüm ileri ülkelerde zorunlu temel eğitimin en az 10
yıl sürdüğüdür.
Uluslararası eğitim standartları ve sınıflandırmasına göre zaten
ülkemizde kademeli eğitim yapılmaktaydı. İlköğretimin ilk 5 yılı ile son 3 yılı
zaten ISCED 1 ve ISCED 2 olarak Bakanlık tarafından sınıflandırılıyordu. Bu
durumda bu kanunun tek amacının zorunlu eğitimin süresini uzatmaktan çok, sekiz
yıllık zorunlu ilköğretimi bölerek din esaslı eğitimi eğitim sisteminin temeli
haline getirmek olduğu ortadır.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut düzenleme Anayasanın 2 nci, 10
uncu, 14 üncü, 24 üncü, 41 inci ve 42 nci maddelerine aykırıdır.
3) 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile
değiştirilen 222 sayılı kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının son
cümlesi ile yine aynı kanunun 8 inci maddesi ile değiştirilen 1739 sayılı
Kanunun 24 üncü maddesinin son cümlesinin Anayasaya aykırılığı
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup
bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerine bağlı olan devlettir.
Hukuk devleti ilkesi, yasaların kamu yararına dayanması ögesini
içermenin yanında yasama organı tarafından konulacak kurallarda adalet ve
hakkaniyet ölçülerinin göz önünde tutulmasının gerekliliği, yine bu ilkenin
doğal bir yansımasıdır. Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı
Kararında 'Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu
yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek biçimde kullanılamaz'
denilmektedir.
Yine Anayasa Mahkemesi'nin E.2008/34, K.2008/153 sayılı kararında
da 'Hukuk devletinin tanımına giren unsurlardan birisi de, kamu yararı
düşüncesi olmadan herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğidir. Tüm yasaların
genel amacının kamu yararı olduğu bilinen bir gerçektir. Haksız olan, yanlış
olan, adil olmayan bir yasal düzenlemenin amacı, kamu yararı olamaz. Hukuk
devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararı değil, kamu
yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması esastır. Bir kuralın Anayasaya
aykırılık sorunu çözümlenirken, 'kamu yararı' konusunda Anayasa Mahkemesi'nin
yapacağı inceleme de, yasanın kamu yararıyla yapılıp yapılmadığını
araştırmaktır. Anayasanın çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının
Anayasada bir tanımı yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin kimi
kararlarında da belirtildiği gibi, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı
ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Bu saptamanın doğal sonucu olarak da,
kamu yararı düşüncesi olmadan yalnız özel çıkarlar için veya yalnız belli
kişilerin yararına olarak yasa kuralı konulamaz. Böyle bir durumun açık bir
biçimde kesin olarak saptanması halinde, söz konusu yasa kuralı Anayasanın 2
nci maddesine aykırı düşer ve iptali gerekir', denilerek yasaların genel
amacının kamu yararı olması gerektiği bir kez daha isabetli bir şekilde ifade
edilmiştir. Kamu yararı amacı göz ardı edilerek yasa kuralı oluşturma
davranışı, siyasi iktidar açısından bir alışkanlık haline dönüştüğü takdirde,
hukuk devletinden giderek uzaklaşılır.
Aynı kararda 'Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan ve çağdaş
demokratik rejimlerin temel ilkelerinden birisi olan 'hukuk devleti' ilkesinin
ön koşullarında birisi de hukuk güvenliğidir. Hukuk devletinin sağlamakla
yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kişilerin, hukuk düzenin koruması altındaki
haklarını elde etmeleri için gereken her türlü önlemin alınmasını ve bireylerin
tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar' ifadeleriyle, hukuki güven ve istikrar ilkesinin hukuk devletinin ve
dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir niteliği olduğu, bu niteliğin
korunması gerektiği ve bunun hukuki anlamda bir zorunluluk olduğu da
vurgulanmıştır.
Kanun teklifinin gerekçesindeyse isabetsiz olarak, sekiz yıllık
zorunlu temel eğitimin bölünerek ilkokul ve ortaokul olarak
kademelendirilmesinin en önemli sebeplerinden biri olarak 'mevcut sekiz yıllık
kesintisiz eğitim sisteminde alt sınıflardaki öğrencilerin, üst sınıflardaki
öğrencilerin olumsuz davranışlarına maruz kaldıklarını ve yeni sistemle bu
yanlışlığın düzeltileceği' belirtilmiştir.
Kanun Teklifinin gerekçelerinden biri de 8 yıllık kesintisiz
ilköğretimin, mesleki eğitime darbe vurduğu iddiasıdır. Türkiye'nin çok partili
siyasal yaşama geçtiği 1946 yılından bu yana Cumhuriyet'in hedefi olan ve
16.08.1997 tarihli ve 4306 sayılı Kanunla hayata geçirilen 8 yıl kesintisiz ve
zorunlu temel eğitim sistemi sona erdirilerek, 4+4 şeklinde iki kademeli hale
getirilerek eğitim görecekleri mekanlar farklılaştırılmakta ve daha çocuklar
somut işlem çağının ortasında ve 9-10 yaşlarında iken, zorunlu ve farklı
programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imam-hatip
ortaokullarına başlamaları öngörülerek 10 yaşındaki çocuklar, soyut işlemlerle
karşı karşıya bırakılmanın yanında meslek seçimine zorlanmaktadırlar.
Dünya uygulamasına bakıldığında ise, mesleki eğitim ile mesleki
eğitime yönlendirmede farklı uygulamaların olduğu gözlenmekle birlikte, genel
eğilim mesleki eğitimin zorunlu temel eğitimden sonra ve çocuğun 15-16
yaşlarında başlatılması şeklindedir.
Ortaokulların, farklı programlar arasında tercihe imkân veren
ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarından oluşturulması ve ayrıca ortaokullar
ile imam-hatip ortaokullarında lise eğitimini destekleyecek şekilde
öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler konulması;
mesleki yönlendirmenin temel eğitimin ikinci evresinde, çocuğun 9-10 yaşlarında
ve somut işlem çağının ortasında başlatılması demektir.
Gelişim psikolojisinin temel bulgusu, çocuğun sosyal ve duyusal
gelişimi ile yeti, beceri ve ilgilerinin ergenlik çağı olan 10-13 yaşları
arasında büyük değişimler gösterdiği, ergenlik dönemlerinin giderek daha ileri
yaşlara kaydığı, çocuğun ilgi, bilgi ve becerilerin 15 yaşlarında dahi
kararlılık göstermeyip, kaygan bir zeminde olduğu yönündedir.
Eğitim-öğretim literatürü ve Dünya uygulaması, mesleki eğitimin,
genel eğitim-öğretim sistemi bütününün bir parçası olduğunu; soyut bilim
eğitimi sürecinden daha çok yetenek ve becerilerin uygulamaya dayalı olarak
geliştirilmesine dayandığını; çocuklarda 6-11 yaş aralığının somut işlem çağı,
12 yaş ve üstünün soyut işlem çağı olduğunu; bu yanıyla mesleki eğitime
yönlendirmenin çocuğun soyut bilim eğitimi sürecindeki açık başarısızlığı
yanında ilgi, yetenek ve becerilerinin açığa çıkmasını gerektirdiğini; bunun da
ancak çocuğun soyut bilim eğitimi sürecini tamamlaması ile mümkün olabileceğini
ve etkili bir mesleki yönlendirmenin yeterli bir temel eğitime dayalı olduğunu
ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, mesleki eğitime yönlendirme, ancak çocuğun
soyut bilim eğitimi döneminin sonlarına doğru mümkün olabilir. 8 yıllık
kesintisiz temel eğitim bu bağlamda mesleki eğitime darbe vurmamış, tam tersine
mesleki eğitime yönlendirmeyi pedagojik bağlamda bilimsel ve eğitsel bir tabana
oturtmuştur. Nitekim bu durum, Anayasa Mahkemesinin E.1997/62, K.1998/52 sayılı
Kararıyla hukuksal olarak da tescillenmiştir.
Ayrıca, köylerde bulunan okulların işlevsiz kalmasının nedeninin 8
yıllık kesintisiz eğitim olduğunun ileri sürülmesi ise çarpıtmanın ötesinde tam
anlamıyla bir bilgi kirliliğidir. Ülkemizin kırsal kesimlerinde bulunan
ilkokulların büyük bir çoğunluğunun, genç ve doğurgan nüfusun şehirlere
yerleşmesinden ve dolayısıyla köylerde bulunan öğrenci sayısının azalmasından
ötürü kesintisiz 8 yıllık eğitime geçilmeden önce kapandığı; kapanmayanlarda da
eğitimin ya birleştirilmiş sınıflar ya da sabahçı ve öğlenci biçiminde ikili
öğretim şeklinde sürdürüldüğü yadsınamaz bir gerçektir. Bu bağlamda, taşımalı
eğitim uygulamasına, 8 yıllık kesintisiz ilköğretimden önce ve ondan bağımsız
olarak köylerde bulunan ilköğretim çağındaki öğrenci sayısının azalması
nedeniyle başlanmak zorunda kalınmıştır.
Nitekim, Sayın Prof. Dr. Tansu Çiller'in Başbakanlığındaki 50.
Cumhuriyet Hükümetinin (24 Ekim 1993-05 Ekim 1995) Milli Eğitim Bakanı Sayın
Nevzat Ayaz tarafından sunulan Milli Eğitim Bakanlığı 1994 Bütçe Raporunda,
'Eğitimde kalitenin artırılması, fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanabilmesi
için nüfusu az ve dağınık yerleşim birimlerinde birleştirilmiş sınıf programı uygulayan
öğrencilerin müstakil sınıflı ilköğretim kurumlarına (İlkokul, ortaokul,
ilköğretim okulu) kavuşturulması amacıyla başlatılan Taşımalı İlköğretim
Uygulaması, 1993-1994 öğrenim yılında 57 ilimize yaygınlaştırılmıştır. Bu
illerimizde az sayıda öğrenci bulunan 4.346 köy ilkokulundan toplam 83.749
öğrencinin, 1.624 merkeze günü birlik taşınması yapılarak eğitim-öğrenimleri
sürdürülmektedir.' denilmektedir. Bu bağlamda, taşımalı eğitim, sekiz yıllık
kesintisiz zorunlu ilköğretim yasasının çıkmasından çok önce başlamış ve
1993-1994 eğitim-öğretim yılında 57 ili kapsayacak bir düzeye getirilmiştir.
Kaldı ki, bırakınız 1993 yılını 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına
göre nüfusun % 64,90'ı il ve ilçe merkezlerinde, % 35,10'u ise belde ve
köylerde ikamet ederken; TÜİK tarafından 27.01.2012 tarihinde yayımlanan
'Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2011 Yılı Sonuçları'na göre il ve ilçe
merkezlerinde ikamet edenlerin oranı %76,8'e çıkarken, belde ve köylerde ikamet
edenlerin oranı ise %23,2'ye gerilemiştir. Köylerde ilköğretim çağında bulunan
çocuk, bırakınız dört sınıfı, bir sınıf açacak (20-25 öğrenci) sayıda dahi
değil ve dolayısıyla köy okullarını tekrar canlandırarak her köy okuluna her
sınıf için bir sınıf öğretmeni atamak hiçbir şekilde mümkün değil iken, köy
okulları tekrar açılabilecekmiş gibi 'küçük yaşlardaki öğrencilerin yatılı
bölge okullarında ya da taşımalı eğitim için tahsis edilen servislerin kat
ettiği uzun mesafelerde çektikleri eziyetlere' dikkat çekilerek kız
çocuklarının okula gönderilmemesi ile 8 yıllık kesintisiz eğitim arasında
doğrusal bir ilgi kurulmaya çalışılması hiçbir şekilde doğru değildir.
Diğer yandan, İlköğretimde Net Okullaşma Oranı, 8 yıllık
kesintisiz eğitimin başladığı 1997-1998 eğitim-öğretim yılında % 84,74 iken;
2008-2009 eğitim-öğretim yılında % 96,50'ye, 2010-2011 eğitim-öğretim yılında
ise % 98,50'ye çıkmıştır. Bu bağlamda, 8 yıllık kesintisiz ilköğretim,
ilköğretimde okullaşma oranı açısından başarılı, hatta çok başarılı olmuştur.
Önemli başarılar sağlanmış ve geleceğe yönelik stratejik amaç ve
hedefler konulmuş iken, 8 yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitimin 4+4 şeklinde
iki kademeli hale getirilmesinin, yoksul ailelerin erkek çocuklarının ikinci
kademeye verilmeyerek işyerlerine çırak olarak yerleştirilmesini; Türkiye'nin
görece gelişmemiş bölgelerinde ise temel sorun olan kız çocuklarının temel
eğitimin ikinci kademesine verilmemesini, verilenlerin ise alınmasını teşvik
eder nitelikte olduğu açıktır. Bu da ülkemizde zaten önemli bir sorun olan kızlarda
erken evlilik ve dolayısıyla çocuk ölümlerinin artmasına yol açacaktır. Bu
durum, Anayasanın 10 uncu maddesi ile 41 inci maddesine aykırıdır. İlkokul ile
ortaokul öğrencilerinin aynı binalarda eğitim görmeleri sorun olarak görünüyor
ise sorunun çözümü için sadece mevcut kesintisiz sekiz yıllık eğitim sistemi
içinde, ilköğretim ile ortaöğretimin mekansal olarak ayrılması yeterli
olabilecekken, köklü bir eğitim reformuna kalkışılması, sistemin değiştirilmek
istenmesindeki asıl nedenin kamufle edilmek istendiğini bir kez daha teyit
etmektedir. Zaten kanunda, 'Ancak imkan ve şartlara göre ortaokullar,
ilkokullarla veya liselerle birlikte de kurulabilir' hükmüne yer verilmesi,
yeni sistemin bu sorunu çözme niyetinde olmadığını da göstermektedir.
Anayasanın 27 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, bilim ve
sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü
araştırma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Böyle köklü bir eğitim reformu
yapılarak zorunlu eğitim süresi 12 yıla çıkartılıyorsa bilim ve sanata
yönelmede daha sağlam bir alt yapı oluşturulması ve bunun tüm mekansal ve mali
kaynaklarının net olarak tespit edilmesi gerekirdi.
Anayasanın 'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci
maddesinin üçüncü fıkrasında Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılâpları
doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve
denetimi altında yapılacağıdüzenlemesinin öncelikle devlet ve devletin yasama
ve yürütme organları için konulduğu ve bağlayıcı olduğu göz ardı edilmemelidir.
Zira Anayasanın 2 nci maddesinde belirtildiği ve yukarıda açıkladığımız
şekilde, devletimiz bir hukuk devletidir. Devletin bütün organları hukuk
devletinin bir gereği olarak hukuk kurallarıyla, özellikle Anayasa kurallarıyla
bağlıdır. O halde, Devlet ve Yasama Organı 'çağdaş bilim ve eğitim esaslarına'
aykırı yasa yapamaz. Görüldüğü gibi, eğitim düzenlemeleri konusunda ' yasama
yetkisi serbest alan olmaktan çıkarılmış, çağdaş bilim esaslarına uygun olması'
kaydına bağlanmıştır.
Anayasanın bu (42/III) maddesinde bir değerlendirme ölçüsü olarak
vazedilmiş olan 'çağdaş bilim ve eğitim esasları'nın bilimsel veriler ışığında
açıklanması gerekir.
Çağdaş eğitim: Bireye, temel becerilerin kazandırılması; toplumun
değer yargılarının, bilgi ve beceri birikiminin, onun bedeni ve ruhsal
gelişimini dikkate alarak aktarılması; ilgi, istek ve yeteneklerine göre, her
alanda doğru ve yeterli bilgiler verilmesidir.
Gelişim Psikolojisi ve Sosyolojisi biliminin verilerine göre,
çağdaş bilim ve eğitimin ilke ve esasları ise şunlardır:
a) Çocuğun bilişsel gelişimine (bedensel büyümesi ile zihinsel ve
ruhsal gelişimi) uygun olarak tüm çocuklara duygu, zeka, heyecan, vicdan, irade
ve gönül yönlerindeki gelişimlerinden hiçbirini ihmal etmeden (yani geç
kalmadan ya da erken yönlendirmeden) eğitim ve öğretim yaparak, temel eğitime
ilişkin beceriler ile tutum ve davranışları kazandırmak ve kendilerini, ilgi,
yeti ve becerilerini tanımalarını sağlamak çağdaş eğitimin temel amacıdır.
b) Eğitim programları çocuğun 7-11 yaş somut işlem çağı, 12 yaş ve
üzeri soyut işlem çağı şeklindeki bilişsel gelişimine uygun yapılandırılmalı ve
çocuk kendini tanımadan, ilgi, yeti ve becerileri açığa çıkmadan yönlendirmeye
tabi tutulmamalıdır.
c) Yetişmekte olan kuşakların doğuştan getirdiği yeteneklerini
geliştirmek, eğilimlerini yönlendirmek, eğitimin bireysel amacını ifade eder.
Buna çağdaş eğitimde self actualisation (kendini gerçekleştirme) denilir.
Çağdaş eğitim ve öğretim; eğitimin, öğretmen ve müfredat merkezli olmaktan
çıkarılmasını gerekli kılar. Öğrenciyi dikkate alan bir anlayış esasına
dayalıdır.
d) Yetişmekte olan kuşakların her alandaki (fizik, kimya,
biyoloji, astronomi gibi pozitif ilimler, resim, musiki ve benzeri güzel
sanatlar, felsefe ve din bilgisi) gelişmeleri, fert ve toplum ihtiyacını
dikkate alarak yetenek ve eğilimlerine göre takip etmeleri, çağdaş eğitimde
esastır. Bu esas, çağdaş demokrasinin ön koşulları olan insan hakları ve
çoğulculuğun (pluralisme'in) da zorunlu bir gereğidir.
Çağdaş eğitim; Anayasanın 5 inci, 27 nci ve 42 nci maddelerinde
belirtildiği gibi devletin temel amaç ve görevleri arasında yer alır. Eğitim
psikolojisi ve eğitim sosyolojisi gibi bilim dallarının açıklamalarına göre,
söz konusu çağdaş eğitim ve öğretim, bireyin toplumsal ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlarına, beklentilerine ve amaçlarına cevap verir. Devlet, eğitimi bir
kamu görevi olarak ele alırken, kişilerin, ailelerin hak ve isteklerini her
alanda olduğu gibi bu alanda da dikkatle yerine getirmek zorundadır.
Bu ilkeler demokratik hukuk devleti ilkelerinin ve genel hürriyet
kuralının bu alana somut olarak yansımasıdır. Çıkarılan 6287 sayılı Kanun'da bu
ilkelere riayet edilmemiştir.
İptali istenen düzenlemelerde çağdaş bilim ve eğitim esaslarına
uyulmaması, daha önce de belirtildiği üzere Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti, 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkelerine aykırı olmanın yanında, 41
inci maddesinin üçüncü fıkrasında Devlete verilen her türlü istismara karşı
çocukları koruyucu önlemleri alma ve 42 nci maddesindeki eğitimi çağdaş bilim
ve eğitim esaslarına dayandırma görevleriyle de bağdaşmamaktadır.
Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 2/III. maddesinde, Türk Millî
Eğitiminin amacı, 'fertlerin ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek
gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak
suretiyle hayata hazırlamak ve onların kendilerini mutlu kılacak ve toplumun
mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak; böylece
bir yandan... refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve
bütünlük içinde, iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve
hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı,
seçkin ortağı yapmaktır.'şeklinde ifade edilmiştir.
Anayasanın 17 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, yaşama,
maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmiş, 5 inci maddesinde de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmıştır. Devletin bu yükümlülüğünü eşitlik ilkesini
gözeterek hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerli olacak biçimde yerine
getirmesi gerektiğinde duraksamaya yer yoktur.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut düzenleme Anayasanın 2 nci, 5 inci,
10 uncu, 17 nci, 27 nci, 41 inci ve 42 nci maddelerine aykırıdır.
4) 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu maddesi ile
değiştirilen 1739 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin mülga birinci fıkrasının
Anayasaya aykırılığı
6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 9 uncu maddesiyle yeniden düzenlenen 1739
sayılı Kanunun 25 inci maddesinin mülga birinci fıkrasıyla, ilköğretim
kurumlarının, dört yıl süreli ve zorunlu ilkokullar, dört yıl süreli, zorunlu
ve farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar ve imam-hatip
ortaokullarından oluşacağı; ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında lise
eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine
göre seçimlik dersler oluşturulacağı; ortaokul ve liselerde, Kur'an-ı Kerim ve
Hz. Peygamberimizin hayatı derslerinin, isteğe bağlı seçmeli ders olarak
okutulacağı; bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip
ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçeneklerinin
Bakanlıkça belirleneceği bir eğitim sistemi getirilmektedir.
Bu düzenlemeler, sekiz yıllık kesintisiz temel eğitimi ortadan
kaldırarak, ilköğretime başlama yaşını bir yıl öne çekip 4+4 şeklinde
kademelendiren ve çocukları daha 9-10 yaşlarında ve somut işlem çağının
ortalarında iken ilköğretimin ikinci kademesine atlatarak, farklı programlar
arasında tercihe imkân veren ortaokullar ile imam-hatip ortaokulları ve seçmeli
dersler temelinde ailelerinin istemlerine göre meslek seçimine zorlayan
düzenlemelerin amacını açığa çıkarmaktadır: O amaç, imam hatip liselerinin orta
kısmını yeniden açmak ve seçmeli hale getirilen Kur'an-ı Kerim ve Hz.
Peygamberimizin Hayatı dersleri temelinde 9-10 yaşlarında ve somut işlem
çağının ortalarında olan çocuklara koşullandırma yoluyla analitik düşünme
biçimi yerine doğmatik düşünce biçimini dayatmaktır. Ayrıca bu derslerin
öğrenilmesi asgari düzeyde Arapça anlamayı gerektirmektedir ki, bu yaş
grubundaki bir çocuktan Arapça dilini bilmesi beklenemeyeceğinden ve beklenmesi
de üzerinde ağır bir baskı yaratacağından yasa, rasyonel eğitim anlayışına ve
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi yoluyla, Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır.
Türkiye'nin tam üye olma yolunda ilerlediği Avrupa Birliği
ülkelerinde, mesleki yönlendirme çocuğun gelişim evresine uygun yapılandırılır,
OECD Raporlarında ülkelere eğitimde eşitlik ve kalitenin desteklenmesi için
erken yönlendirmeden kaçınılması ve seçimin ortaöğretime ötelenmesi önerilir ve
bu öneriler hayata geçirilirken; Türkiye'nin 8 yıllık kesintisiz temel eğitimi
4 yıl süreli zorunlu ilkokul ile dört yıl süreli ve zorunlu ortaokul şeklinde
iki kademeli yapması ve mesleki yönlendirmeyi de 14-15 yaşlarından, 9-10
yaşlarına çekmesi, Anayasanın Başlangıcının ikinci fıkrasındaki kuralla da
bağdaşmamaktadır.
Temel eğitime ilişkin temel beceriler ile tutum ve davranışları
kazanamamış, ilgi, beceri ve yetileri açığa çıkmamış, meslekler ile üst öğrenim
olanakları hakkında tutum alabilecek çağa gelmemiş, 9-10 yaşlarında ve somut
işlem çağının ortasında olan çocukların, farklı programlar arasında tercihe
imkân veren ortaokullar ile imam-hatip ortaokulları ve seçmeli dersler
temelindeki meslek seçimlerini, hiç kuşku yoktur ki çocuklar adına ebeveynleri
ya da okul yapacaktır. Erken dönemde ve böylesine bir belirsizlik ortamında,
ebeveynler veya okul tarafından yapılacak mesleki yönlendirmenin, çocukların
temel eğitim ile hedeflenen bütünsel gelişimini engelleyeceği ve çocuğun
istismarı ile sonuçlanacağı ise her türlü tartışmanın dışında olgusal bir
gerçektir.
Çünkü, daha çocuğun ilgi, yeti ve becerileri ortaya çıkmadan
mesleki yönlendirmeye tabi tutulmalarındaki olağandışılığa bağlı Anayasaya
aykırılık bir yana, farklı programlar arasında tercihe imkân veren ortaokullar
ile imam-hatip ortaokulları ve seçmeli dersler temelindeki meslek seçimleri
ebeveynleri veya okul tarafından yapılan çocuklar, farklı programlara yönelik
dersler ile seçmeli derslerden dolayı, diğerlerine göre haftada daha az
matematik, daha az Türkçe, daha az fen bilgisi, daha az yabancı dil dersleri
alacaklar; buna karşın ilköğretimin ikinci veya aynı anlama gelmek üzere
ortaöğretimin birinci kademesini tamamladıklarında, diğerleriyle aynı
ortaöğretime geçiş sınavlarına gireceklerdir.
İlköğretimden ortaöğretime geçiş, Ortaöğretim Kurumlarına Geçiş
Yönergesi ile düzenlenmiştir. Ağırlıklı olarak yabancı dillerde eğitim yapan
Fen Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi, Anadolu Lisesi, Anadolu Öğretmen Lisesi,
Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Anadolu İmam Hatip Lisesi gibi okullar, merkezi
sınav sistemi ile öğrenci almakta; merkezi sınava dayanmadan öğrenci alanlar
ise düz lise ve çok programlı liseler ile meslek ve teknik liselerinden
oluşmaktadır.
2010 yılında ÖSYS sınavlarına giren bütün öğrenciler içerisinde 4
yıllık lisans programına yerleşenlerin oranı %24 iken; ticaret, turizm, sağlık,
teknik liseler ve endüstri meslek liseleri ile kız meslek liselerinde ise bu
oran sadece %3,8 olmuştur.
ÖSYM tarafından 20 Nisan 2012 tarihinde yapılan 2012 YGS Sonuçları
Raporuna göre, 2012 YGS'de 180 ve üstü puan alan adayların okul türlerine göre
sınav başarı yüzdesi, Sosyal Bilimler Liseleri ile Askeri Liselerde % 100, Fen
Liselerinde %99,96, Anadolu Liselerinde %99,82 şeklinde sıralanırken; en az
başarı gösterenler ise, Kız Meslek Liseleri % 52,10, Ticaret Meslek Liseleri
%40,65, Endüstri Meslek Liseleri %33,27, Akşam Liseleri %27,91 şeklinde
sıralanmıştır.
Dünya Bankasına göre, 1999 yılında mesleki eğitime yönlendirme
yaşını bir yıl ileriye alan Polonya, PISA okuma puanlarını 20 puandan fazla
yükseltmiştir.
1997'de temel eğitimi 8 yıla çıkararak mesleki eğitimi üç sene
erteleyen Türkiye ise, TIMSS 1999'a göre 2007 matematik ve fen sonuçlarını sırasıyla
21 ve 17 puan yükseltirken; PISA 2003'e göre PISA 2009'da okuma yeterliliği
puanını 441'den 23 puan artırarak 464 puana, matematik puanını 425'den 21 puan
artırarak 446 puana, fen bilimleri puanını 434'den 20 puan artırarak 454 puana
çıkarmıştır. Ayrıca, PISA 2003'de matematikte 2 nci yeterlik düzeyinin altında
kalan öğrenci oranı %52 iken, PISA 2009'da %42'ye düşmüştür. PISA 2006'ya göre,
PISA 2009 da fen bilimlerinde Türkiye 30 puandan fazla bir artış göstermiş ve 2
nci yeterlik düzeyinin altında kalan öğrenci oranı da %47'den %30'a düşmüştür.
PISA 2009 sonuçlarına göre; okuma becerileri alanında en yüksek
başarı gösteren öğrenciler fen liseleri (ortalama puanları 571), en düşük
başarı gösterenler ise ortalama puanı 423 olan meslek liseleri ile ortalama
puanı 427 olan ve genel eğitim ile mesleki eğitimi bir arada veren çok
programlı liseler; matematik okuryazarlığında en yüksek performans gösteren
öğrenciler fen liseleri (ortalama puanları 614), en düşük başarı gösteren
liseler ise ortalama puanı 394 olan meslek liseleri ile ortalama puanı 399 olan
çok programlı liseler; fen okuryazarlığında en yüksek başarı gösteren
öğrenciler ise fen liseleri (ortalama puanları 576), en düşük başarı gösteren
liseler ortalama puanı 415 olan meslek liseleri ile ortalama puanı 416 olan çok
programlı liseler olmuşlardır.
Temel eğitimin çocuğun bütünsel gelişimine uygun olarak kesintisiz
8 yıl sürdüğü ve mesleki yönlendirmenin ortaöğretimin ikinci kademesinde
başladığı bir eğitim sisteminde yukarıdaki sonuçlar alınıyor ise, mesleki
yönlendirmenin ilköğretimin ikinci kademesine ve çocuğun 9-10 yaşları ve somut
işlem çağının ortasına alınması durumunda, ortaöğretimin ilk kademesinde
diğerlerine göre daha az matematik, daha az Türkçe, daha az yabancı dil, daha
az fen bilgisi dersi alarak merkezi düzeyde yapılan Seviye Belirleme Sınavı
(SBS) ile Ortaöğretim Yerleştirme Puanına (OYP) göre ortaöğretim kurumlarına
yerleştirilecek olan öğrencilerin, yabancı dille eğitim yapan ortaöğretim
kurumlarına girmeleri, daha başlangıçta engellenmiş olacağından, sınavsız
öğrenci olan düz lise ile meslek ve teknik liselere devam etmek zorunda
kalacaklar; matematik, Türkçe, fen bilgisi ve yabancı dil derslerini temel eğitim
düzeyinde dahi yeterince alamamış, ortaöğretimde de daha az alacak olan meslek
ve teknik lise mezunlarının bu şartlar altında ÖSYM tarafından yapılan YGS
sınavlarında başarılı olmaları bütünüyle ortadan kalkacaktır.
Bu bağlamda, çocuğun kendisini, ilgi, yeti ve becerilerini
tanımadan ve söz konusu özellikleri daha açığa çıkmadan, 9-10 yaşlarında ve
somut işlem çağının ortasında ebeveynlerinin veya okulun istemleri
doğrultusunda mesleki yönlendirmeye tabi tutulmaları, çocukların istismar edilerek
mesleki gelecekleri, eğitim kariyerleri ve yaşamlarının karartılması sonucunu
doğuracağından, iptali istenen düzenlemeler, Anayasanın 41 inci maddesinin son
fıkrasıyla Devlete verilmiş olan, her türlü istismara karşı çocukları koruyucu
önlemleri alma göreviyle bağdaşmamaktadır.
Anayasanın 10 uncu maddesinde, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamayacağı; Devlet organları ile idare makamlarının bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda
oldukları kurallarına yer verilmiştir.
Bu madde ile amaçlananın mutlak eşitlik değil, hukuksal eşitlik
olduğu açıktır. 'Yasa önünde eşitlik' ilkesi, yasalar karşısında herkesin eşit
olmasını, ayırım yapılmamasını, kimseye ayrıcalık tanınmamasını gerektirir.
Durumlarındaki farklılıklar kimi kişi ve toplulukların değişik kurallara bağlı
tutulmasına neden olabilirse de, bunun Anayasal eşitlik ilkesine aykırı
olmaması için söz konusu değişik kuralların, kişi veya kişilerin farklılık ve
özelliklerine dayanması gerekeceğinde şüphe yoktur.
Oysa, 9-10 yaşlarında ve somut işlem çağının ortasında mesleki
yönlendirmeye tabi tutulan çocukların, ilgi, yeti ve becerilerine dayalı
farklılık ve kişisel özelliklerinin, mesleki yönlendirmeye tabi tutuldukları
9-10 yaşlarında değil, en erken 15 yaş civarında ortaya çıktığı Gelişim
Psikolojisi alanında yapılan araştırma bulgularıyla ortaya konmuş bilimsel
gerçekliğinden şüphe duyulmayan sonuçlardır.
Daha önce de açıklandığı üzere, OECD'nin PISA sonuçlarına
dayanarak eğitimde eşitlik ile eğitimin kalitesi üzerinde belirleyici etkiye
sahip olan okul özelliklerinin değerlendirildiği 2005 yılı Raporunda, mesleki
yönlendirmenin erken olduğu ülkelerde ailenin sosyo-ekonomik statüsü ile
öğrenci başarısı arasındaki ilişkinin daha güçlü olduğu ve erken yönlendirmenin
düşük gelir gruplu ailelerin çocuklarının aleyhine işlediği ortaya konulmuş; 2012
yılı Raporunda ise, okul seçiminde ailenin etkisinin artmasının eğitimde
eşitsizlikleri daha da arttıracağı belirtildikten sonra ülkelere eğitimde
eşitlik ve kalitenin desteklenmesi için erken yönlendirmeden kaçınılması ve
seçimin ortaöğretime ötelenmesi önerilmişken; çocukların farklılık ve kişisel
özelliklerinin ortaya çıkmadığı 9-10 yaşlarında ve somut işlem çağının
ortasında ebeveynlerin veya okulun talebi doğrultusunda mesleki yönlendirmeye
tabi tutulmalarının, düşük gelir gruplu ailelerin çocuklarının aleyhine
işleyeceği ve eğitimde eşitsizlikleri daha da artıracağı bilimsel bir gerçeklik
olduğundan, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik
ilkesine de aykırıdır.
Anayasanın 5 inci maddesinde, kişilerin ve toplumun refah, huzur
ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak Devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmış; Anayasanın 17 nci maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip
olduğu kuralına yer verilmiş; 166 ncı maddesinde ise, ekonomik, sosyal ve
kültürel kalkınmayı, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak
verimli şekilde kullanılmasını planlamak Devlete görev olarak verilmiş; planda
milli tasarrufu ve üretimi artırıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici önlemler
öngörüleceği ve kaynakların verimli olarak kullanılmasının hedef alınacağı
belirtilmiştir.
Çocuğun kendini, kişisel özellik, ilgi, beceri ve yetilerini
tanıyamadan; bu özelliklerinin açığa çıkacağı ve dolayısıyla öğretmen ve
ebeveynleri tarafından gözlenebileceği çağa girmeden; yaşamını sağlayacağı
meslekler ile devam edebileceği öğrenim kariyeri hakkında bırakınız tutarlı
veya tutarsız herhangi bir tutum almayı, bilgi dahi edinemeden ve edinebilecek
çağa da gelmeden 9-10 yaşlarında ve somut işlem çağının ortasında, ilköğretimin
ikinci kademesine atlatılarak ebeveynlerinin veya okulun istemleri
doğrultusunda mesleki yönlendirmeye tabi tutulmaları, Anayasanın 5 inci
maddesiyle Devlete verilen kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak suretle sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmak ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamak görevleriyle bağdaşmadığı gibi, çocuğun maddi ve
manevi varlığını geliştirme hakkını sınırladığından Anayasanın 17 nci maddesine
aykırılık oluşturmaktadır.
Öte yandan, günümüzde ülkelerin kalkınmasında en önemli etmenin
beşeri sermaye olduğu konusunda görüş birliği vardır. Beşerin, nüfustan sermaye
haline gelerek önemli bir üretim faktörü olabilmesi, herkesin temel eğitimden
geçirilerek herkese temel eğitime ilişkin temel beceriler ile tutum ve
davranışların kazandırılması ve sonrasında da ilgi, yeti ve becerileri
doğrultusunda eğitilerek herkesin sevdiği işi yapacak hale getirilmesiyle
mümkündür. İşgücüne ilgi, yeti ve becerilerine uygun eğitim verilerek herkesin
sevdiği işi kaliteli yapar hale gelmesi sağlanmadan, ne beşeri sermayeden ne de
işgücünün verimli kullanılmasından söz edilebilir.
Bu bağlamda iptali istenen ve günümüzde en önemli üretim faktörü
olan beşeri sermayeyi konu alan düzenlemeler, 2000-2006 dönemini kapsayan
Sekizinci Kalkınma Planı ile öngörülen hedefler doğrultusunda yasalaşan temel
eğitim sistemini bütünüyle ortadan kaldırmakta ve 2007-2013 dönemini kapsayan
Dokuzuncu Kalkınma Planı ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununun 9 uncu maddesine göre hazırlanan Milli Eğitim Bakanlığı 2010-2014
Stratejik Planı'ndaki stratejik amaç ve hedeflerden sapma oluşturması yanında
Devlete verilen ülke kaynaklarından beşeri sermayenin verimli şekilde
kullanılmasını planlamak ve sağlamak ile üretimi artırıcı ve istihdamı
geliştirici önlemleri almak görevleriyle bağdaşmadığından, Anayasanın 166 ncı
maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Öte yandan, Anayasanın 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında,
Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasına,
uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak değişikliklerin
önlenmesine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği öngörülmüştür.
30.10.1984 tarihli ve 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe
Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasında,Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonlarının kendilerine
havale edilen kanun tasarısı ve teklifleri ile bu tasarı ve teklifler üzerinde
verilen değişiklik önergelerini, Kalkınma Planına uygunluk bakımından da
inceleyecekleri ve uygun bulmadıkları takdirde reddedecekleri; (2) numaralı
fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının Kalkınma Planıyla ilgili
gördüğü tasarı ve teklifleri en son olarak Plan ve Bütçe Komisyonuna havale
edeceği; kanun tasarı ve tekliflerinin, Hükümetin veya Genel Kurulun lüzum
göstermesi halinde de, Plan ve Bütçe Komisyonuna havale olunacağı; (3) numaralı
fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunun (1) ve (2)
numaralı fıkralarda belirtilen kanun tasarı ve tekliflerinden başka, kamu
harcama veya gelirlerinde artış veya azalış gerektiren kanun tasarı veya
tekliflerini veyahut sadece belli maddeleri bu niteliği taşıyan tasarı veya
tekliflerini de inceleyeceği hüküm altına alınmıştır.
İptali istenen düzenlemeler köylerdeki harap duruma düşmüş
ilkokulların, kapatılmış bulunan İmam-Hatip Ortaokulları ile diğer meslek
ortaokullarının yeniden açılmasını, 60 aylık çocukların ilköğretime
başlatılmasını ve 4 ncü sınıftan sonra 9-10 yaşlarında ortaokula başlatılmasını
öngörmektedir. Düzenlemeler bu haliyle 2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu
Kalkınma Planı'nda yer almamanın yanında, kalkınma Planından sapma oluşturmakta
ve ayrıca harap durumdaki ilkokulların onarılması, ilköğretimde ek kapasite
yaratılması, ilköğretim okullarının ilköğretim ve ortaokul/imam hatip
ortaokulu/mesleki ortaokula dönüştürülmesi gibi nedenlerle kamu harcamaları ile
kamu gelirlerinde ek artışları gerektirmektedir. Bu nedenle de Anayasanın 166
ncı maddesinin üçüncü fıkrası gereğince çıkarılan 3067 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesi uyarınca Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi gerekmektedir. Anılan
Kanun Teklifinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeden yasalaşması,
Anayasanın 166 ncı maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Bilimsel araştırmalar çağ nüfusunu bilişsel gelişim açısından,
7-11 yaş somut işlemler, 12 yaş ve üstünü ise soyut işlemler dönemi olarak
belirlemiştir. Dolayısıyla, 7-11 yaşlarındaki çocuklara verilecek eğitimde
programlar, dersler ve ders içerikleri, çocuğun bilişsel gelişimine uygun
hazırlanır ve bu dönem çocuklarına soyut bilgiler, örneğin matematik, fen
bilgisi (fizik, kimya, biyoloji) vb.'nin kuramları öğretilmez; öğretilemez.
Sayıların, abaküs, çubuk ya da fasulye taneleri ile öğretilmesi; 'A,a'
harfinin, yanına 'At' resmi çizilerek simgeleştirilmesi bu yüzdendir. Çünkü
çocuk ancak somut olan şeyleri öğrenebilecek bilişsel düzeydedir. Soyut kavram
ve kuramlar ise, çocuğun soyut işlem dönemine geçtiği 12 yaşından sonra eğitim
ve öğretime aşamalı bir şekilde konu oluşturur.
Soyut bilgi ve kuramların, 9-10 yaşlarında ve somut işlem çağının
ortasında olan çocuklara nakledilmeye kalkışılması durumunda, çocuğun öğrenmesi
değil, koşullandırılması söz konusu olur. Koşullandırmalı/şartlı öğrenme ise
aklın ortadan kalkarak yerini reflekse bırakması, öğrenmenin şartlı reflekse
bağlanması demektir.
Dolayısıyla, ilköğretime başlama yaşının bir yaş öne çekilmesi ve
temel eğitimin 4+4 şeklinde kademelendirilerek imam hatip ortaokullarının
açılması ve mesleki seçmeli dersler yanında Kur'an-ı Kerim ve Hz.
Peygamberimizin Hayatı derslerinin konulduğu ilköğretimin ikinci kademesinin
9-10 yaşlarında başlatılması çocukların öğrenmelerini değil,
koşullandırılmalarını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu, öğrenme değil, dayatma
sürecini amaçlayan hüküm, ilköğretimin ikinci kademesinde imam-hatip
ortaokulları açılması ile Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin Hayatı
derslerinin ilköğretimin ikinci kademesine seçmeli ders olarak konulması,
Anayasanın 41 inci maddesinin son fıkrasıyla devlete verilmiş olan, her türlü
istismara karşı çocukları koruyucu önlemleri alma göreviyle bağdaşmadığı gibi
42 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan, eğitim ve öğretimin, çağdaş bilim
ve eğitim esaslarına göre yapılacağı kuralına da aykırılık oluşturmaktadır. Bu
hüküm, Laik devletin tüm dinlere eşit mesafede bulunması gerektiği kuralına da
aykırıdır. Zira Türkiye Cumhuriyeti devleti laik bir devlet olup, ülkemizde
farklı dinlere mensup yurttaşların varolduğu unutulmamalıdır.
Anayasanın Başlangıcında, laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal
din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk devleti olduğu; 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında,
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiç birinin, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik
ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde
kullanılamayacağı; ikinci fıkrasında, Anayasa hükümlerinden hiç birinin,
Devlete ve kişilere Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok
edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını
amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamayacağı,
kurallarına yer verilmiş; 24 üncü maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğu kurala bağlandıktan sonra
ikinci fıkrasında ise aynen, 'Din ve ahlak öğretimi Devletin gözetim ve
denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim
kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din
eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni
temsilcilerinin talebine bağlıdır.' denilmiştir.
Yine Anayasanın 24 üncü maddesinin dördüncü fıkrasındaki, 'Bunun
dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin
de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır.' hükmü çerçevesinde, Anayasanın
136 ncı maddesine göre kurulan ve 22.06.1965 tarihli ve 633 sayılı Kanunun 1
inci maddesiyle, 'İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili
işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini
yönetmek' görevleri verilen Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürürlüğe
konulan Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar
ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliği (R.G. 07.04.2012/28257)'nin 12 nci
maddesinde il, ilçe, belde ve köylerde ilgili müftülüğün talebi ve Başkanlığın
onayıyla Kur'an kursları açılacağı; 26 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasında,
Kur'an kursu bulunmayan veya bulunup da ihtiyaca cevap vermeyen yerlerde veya
arzu eden vatandaşlara Kur'an-ı Kerim ve meâli ile gerekli dini bilgileri
öğretmek üzere camilerde Kur'an öğretimi kursları açılacağı belirtilmiş; 25
inci maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise aynen, 'Okulların tatil olduğu
zamanlarda, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin
talebine bağlı olarakKur'an-ı Kerim'i ve mealini öğrenmeleri, dini bilgilerini
geliştirmeleri, dini içerikli sosyal ve kültürel etkinliklerden yararlanmaları
amacıylaKur'ankurslarında, camilerde ve müftülüklerce uygun görülecek yerlerde
mülki amirin onayı ile yazKur'ankursları açılır.' denilmiştir.
Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesinde ise,Kur'ankurslarında,
-Kur'an-ı Kerim'i usulüne uygun olarak yüzünden okumayı öğretmek,
-Tecvid, tashih-ihurufve talim gibiKur'an-ı Kerim'i usulüne uygun
ve güzel okumayı sağlayıcı bilgileri uygulamalı olarak öğretmek,
- İbadetler için gereklisûre,âyetveduâlarıezberletmek ve
anlamlarını öğretmek,
- Hafızlık yaptırmak,
-Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasını sağlamak,
- İslâm Dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile Hz.
Peygamberin hayatı ve örnek ahlâkı hakkında bilgiler vermek,
- Dini içerikli sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlemek,
Faaliyetlerinin yapılacağı belirtilmiştir.
Bu bağlamda, Kur'an ve Hz. Muhammed'in Hayatı ile İslam dininin
inanca, ibadetlere ve ahlaka ilişkin kuralları, Ehli Sünnet öğretisine bağlı
Hanefi Mezhebinin görüşleri doğrultusunda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve
ortaöğretim okullarında zorunlu olarak öğretilmenin yanında, ek olarak Diyanet
İşleri Başkanlığına bağlı Kur'an kurslarındakişilerin kendi isteğine, küçüklerin
de kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olarakayrıca öğretilmektedir.
Öte yandan, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanununun 4 üncü maddesi
uyarınca dini bilgiler konusunda yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere
üniversitelerde İlahiyat Fakülteleri kurulmuş ve imamlık ve hatiplik gibi dini
hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için ise İmam
Hatip Liseleri açılmıştır. İmam Hatip Lisesi programına Arapça, Kur'an-ı Kerim,
Hz. Muhammed'in Hayatı, Temel Dini Bilgiler dersleri yanında Hadis, Fıkıh,
Tefsir, Kelam, İslam Tarihi, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Hitabet ve Mesleki
Uygulama dersleri konularak İslam dininin kısmen de olsa bir bütünlük içinde
eğitime konu oluşturması hedeflenmiştir.
Bu bağlamda, Anayasanın 24 üncü maddesinde devletin gözetim ve
denetiminde yapılması öngörülen, ilk ve ortaöğretimde zorunlu din kültürü ve
ahlak öğretimi ile kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni
temsilcilerinin talebine bağlı din eğitim ve öğretimi, Milli Eğitim Bakanlığına
bağlı ilk ve ortaöğretim okullarında zorunlu; Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı
Kur'an kurslarında ise isteğe bağlı olarak eksiksiz bir şekilde yapılmaktadır.
İslam dininin inanç, ibadet ve ahlaka ilişkin kuralları ile abdest
alma, namaz kılma ve namazda okunan sureler ilk ve ortaöğretim kurumlarında
zorunlu olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kapsamında tüm çocuklara, bu
konulara ek olarak Arapça dili ve alfabesi ile Kuran'ın yüzünden okunması ve
meali Yaz Kur'an Kurslarında isteyen çocuklara öğretildiğine; ortaokul ve
liselere seçmeli ders olarak konulan Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin
Hayatı derslerinde, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi ile Yaz Kur'an Kursları
kapsamında eğitim ve öğretimi yapılan konuların tekrarı da yapılamayacağına
göre, geriye kaynağını Kur'an ile Hz. Muhammed'in Hayatından alan, İslam'ın
siyasal, hukuksal, toplumsal, ekonomik ve sosyal alana ilişkin kuralları
kalmaktadır.
Başka bir anlatımla, ortaokul ve liselere seçmeli ders olarak
konulan Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin Hayatı derslerinde, ilk ve
ortaöğretim okullarında zorunlu olarak okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersi ile Kur'an Kurslarında öğretimi yapılan konular olamayacağına yani
zorunlu ve isteğe bağlı programlarda yer alan aynı konular seçmeli derslerde
tekrar edilemeyeceğine göre, söz konusu seçmeli derslerde tarihteki İslam
devletlerinde de farklı uygulanan hukuksal, toplumsal, siyasal, ekonomik ve
sosyal alana ilişkin kurallarının öğretiminin yapılması kalmaktadır.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok
kararında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, çağdaş demokrasilerin ortak
değeri olan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve
Aydınlanma döneminden alır. Lâiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe
ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir.
Bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve
inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Lâik
bir düzende, din siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır,
gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya
işlerinin lâik hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş
demokrasilerin dayandığı temellerden biridir. Laikliğin bu işleviyle tüm inanç
grupları arasında toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer olduğu
açıktır. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan
dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine
siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda
toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Siyasal yapıya egemen
olan dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş
demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla
durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel
temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini
siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır.
Yasa hükmü ile tartışmalı kuralların tek yanlı ve koşullandırmalı
bir şekilde ilk ve ortaöğretime konu oluşturması, İslam dinini belli bir
şekilde anlamayı, yorumlamayı, dolayısıyla İslami bir devlette yaşamayı
hedefleyen bireyler yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Kutsal din duygularını devlet işlerine ve politikaya karıştırmayı
hedefleyen bu amaç, Anayasanın Başlangıcına aykırı olmanın yanında, toplumsal
huzuru ve milli dayanışmayı hedef aldığından Anayasanın 2 nci maddesiyle de
bağdaşmamakta ve Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetler ile insan
haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyetin gerekleriyle bağdaşmadığı
için de Anayasanın 14 üncü maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
İlk ve ortaöğretim kurumlarında Anayasanın 24 üncü maddesinin dördüncü
fıkrasındaki Din kültürü ve ahlak öğretimi hariç okutulacak zorunlu ve seçmeli
bütün dersler, Talim ve Terbiye Kurulunun yetkisinde iken, 6287 sayılı Kanunla,
seçmeli Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin Hayatı dersleri yasama organı
tarafından yasayla belirlenmesi de manidardır.
Ayrıca, yasa koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu
yararının dışında kişisel, siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir başka amaca
ulaşmak için idarenin yetkisinde olan bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda,
'yetki saptırması' adı verilen durum ortaya çıkar. Bu durum Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz.
Anayasanın 24 üncü maddesinin dördüncü fıkrası gereğince, İslam
dininin inanca, itikada, ibadetlere ve ahlaka ilişkin kuralları ilk ve
ortaöğretim kurumlarında zorunlu; bunlara ek olarak Arapça dili ve alfabesi ile
Kuran'ın yüzünden okunması ve meali Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Yaz
Kur'an Kurslarında kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin
talebine bağlı olarak ayrıca öğretilirken, tarihteki İslam devletlerinde de
farklı uygulanan hukuksal, toplumsal, siyasal, ekonomik ve sosyal alana ilişkin
kurallarının Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin Hayatı isimli seçmeli
dersler temelinde öğretiminin yapılmasına yönelik düzenleme, tek yanlı,
nesnellikten uzak ve koşullandırmalı bir eğitimle Sayın Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın ifadesiyle 'dindar nesil yetiştirme' ve tek yanlı ve koşullandırmalı
eğitim yoluyla oluşturulan 'dindar nesil(!)' eliyle Devletin sosyal, ekonomik,
siyasal ve hukuki düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma veya
yetiştirilmesi hedeflenen dindar nesil üzerinden siyasal ya da kişisel çıkar
veya nüfuz sağlama amacıyla dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan
değerleri istismar etme amacı taşıdığından, Anayasanın 24 üncü maddesinin son
fıkrasına da aykırıdır.
Anayasanın 2 nci maddesinde laiklik ilkesi Cumhuriyetin temel
nitelikleri arasında sayılmış ve bu ilkeye Anayasal düzeyde değiştirilemezlik ve
değiştirilmesi teklif dahi edilememezlik atfedilmiştir. Laikliğin özü, devletin
resmi dininin olmaması ve tüm din, mezhep ve felsefi inançlara karşı tam
anlamıyla yansız ve tarafsız olması, kayıtsız kalması ve hatta körleşmesidir.
Ülke nüfusunun tamamı Müslüman dahi olsa resmi bir dini olmayan laik bir
Anayasal Cumhuriyette, yasama organının 'Hz. Peygamberimizin Hayatı' ismiyle
yasa yaparak İslam dini ile devlet arasında bir aidiyetlik ilişkisi kurması
Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.
Laiklik ilkesi gereği dinler, mezhepler ve felsefi inançlar
karşısında tam bir tarafsızlık içinde olması gereken laik Devletin, herhangi
bir dinin veya mezhebin ya da felsefi inancın misyonerliğine soyunması ve ilk
ve ortaöğretim kurumlarını 'dindar nesil yetiştirmek' amacı doğrultusunda
kullanılmayı amaçlanması, Anayasanın 2 nci maddesindeki laiklik ilkesine bu
açıdan da aykırıdır.
Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin Hayatı dersleri seçmeli ders
olarak konuluyor ise bunun alternatifi Drama dersi olamayacağına göre diğer
ilahi kitaplar ile Peygamberlerin hayatına ilişkin derslerin de seçmeli ders
olarak konulması demokratik çoğulculuk ile eşitlik ilkelerinin gereği olduğuna
göre, aksine düzenleme Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet ilkesi ile
10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır.
Öte yandan, iptali istenen maddede 'isteğe bağlı seçmeli ders'
ifadesi kullanılarak Anayasanın 24 üncü maddesinde yazılı 'kişilerin kendi
isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır' ifadesiyle
ilgi kurulmaya çalışılmıştır. Oysa 'isteğe bağlı' ile 'seçmeli' farklı
kavramlardır. Anayasada ifadesini bulan isteğe bağlı din eğitimi, Diyanet
İşleri Başkanlığı tarafından verilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı
Kur'an Kurslarına isteyen kişiler katılmakta, küçükler de kanuni
temsilcilerinin talebiyle gitmektedirler. Seçmeli ise, birbirinin muadili
olanlar arasından tercihte bulunmayı gerektirir ki Anayasada seçmeli din
eğitimi şeklinde bir ifade geçmediğinden söz konusu düzenleme, Anayasanın 24
üncü maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Başka hiçbir seçmeli ders kanunla düzenlenmezken bu Eğitim
Kanununa yapılan değişiklikle Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed'in hayatı gibi
konuların isteğe bağlı seçmeli ders olarak kanunda yer alması, ne Anayasanın 2
nci maddesinde yer alan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkesine ne
Anayasının din ve vicdan hürriyeti başlıklı 24 üncü maddesine ne de 'eğitim ve
öğrenim hakkı' başlıklı 42 nci maddesine uygun düşer. Bu düzenleme tamamen
Anayasaya aykırıdır.
Anayasaya tamamen aykırı bu düzenlemenin toplumdaki huzursuzluğu
arttırarak, eğitim sistemimizde bir kaos yaratacağı ve toplumdaki siyasi
kutuplaşmayı daha da derinleştirerek, ülkenin geleceğini karanlığa götüreceği
açıkça ortadadır.
Anayasa Mahkemesinin 21.10.1971 günlü 53/76 sayılı; 3.7.1980
günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 4.11.1986 günlü 11/26
sayılı kararlarında da lâikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları yanında
ulusal ve hukuksal değeri de geniş bir biçimde belirtilmiş, özenle korunması
gereken anayasal ilke niteliği vurgulanmış, Türk Ulusunun yücelmesi bakımından
Anayasada öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden, Anayasada
benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu yinelenerek ortaya
konulmuştur.
Bu kararların kimisi 1982 tarihli Anayasanın yürürlüğe girmesinden
önce verilmiş oldukları halde, 1982 Anayasasının 153 üncü maddesi 1982
Anayasasına 174 üncü madde olarak olduğu gibi alındığı ve lâiklik ilkesi 1982
Anayasasında da gerekçeleri gösterilerek 1961 Anayasasındaki anlayışla
değerlendirildiği için, bugün de geçerliliklerini korumaktadır. Bu kararlara
göre;
- Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması esasını
benimseme,
- Dinin, bireyin manevî yaşamına ilişkin olan dinî inanç
bölümünde, aralarında ayırım gözetmeksizin, dini Anayasa güvencesi altına alma,
- Dinin, bireyin manevî yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini ve
yararını korumak amacıyla sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye
kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklama,
- Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, devlete
dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanıma, lâiklik ilkesinin
gereği olarak anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 07.03.1989
tarihli kararında; Anayasa Mahkemesi, devlet, demokrasi, hukuk, din ve vicdan
özgürlüğü, eğitim ve öğretim hakkı ile lâiklik arasındaki ilişkileri de şöyle
tanımlamaktadır.
'Modern devlette din, kimi haklara sahip olmanın şartı değildir.
Günümüzde devlet, vicdan hürriyetine olabildiğince saygılı, bünyesinde çeşitli
din ve mezheplere inananlara ve bunlara ait teşekküllere yer veren bir kurumdur.
Lâik devlette herkes dinini seçmekte ve inançlarını açığa vurabilmekte,
tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları içerisinde serbesttir.
Hiçbir dine itikadı olmayanlar için de durum aynıdır. Lâik bir toplumda herkes
istediği dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus yasa koyucunun her türlü
etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan hürriyetinden ancak lâik olan
ülkelerde söz edilebilir. Dinlerden birini devlet olarak tercih fikri, ayrı
dinlere mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı düşer. Lâik
devlet, din konusunda, inancına bakmaksızın, yurttaşlara eşit davranan, yan
tutmayan devlettir.
Anayasamızın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24 üncü
maddesinde;
'Herkes vicdan dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak, şartıyla ibadet dini
ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine küçüklerin de kanuni temsilcilerin
talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz.'
denilmektedir.
Tarafı bulunduğumuz 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Bildirisi'nin 18 inci maddesi, 'Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne
hakkı vardır; bu hak, din veya inanç değiştirmek özgürlüğünü, dinini veya
inancını tek başına veya topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama,
ibadet ve törenlerle açığa vurmak özgürlüğünü içerir.'
1975 Tarihli Helsinki Nihai Senedinde :
Katılan devletlerden... 'Herbiri insan kişiliğinin niteliğindeki
onurdan doğan ve bu kişiliğin özgür ve tam gelişmesi için temel olan kişisel,
siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve öteki hakların etkin biçimde
kullanılmasını özendirir. Bu çerçeve içinde katılan devletler, bireyin tek
başına veya başkaları ile birlikte, kendi vicdanı uyarınca din ve inancını
açıklama ve uygulama özgürlüğünü tanır ve ona saygı gösterir.'
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne açıklık getiren 1966 tarihli
Kişisel ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Andlaşmanın 18 inci maddesinde
de 'Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olacağı, bu hakkın,
herkesin istediği dine ya da inanca sahip olması ya da bunları benimsemesi
özgürlüğünü ve herkesin aleni veya özel olarak bireysel ya da başkaları ile
birlikte toplu olarak, kendi din ya da inancını ibadet, icra, bunun icaplarını
yerine getirme ya da öğretme bakımından ortaya koyma özgürlüğünü de içerdiği'
ifade edilmiştir. Bu anlaşmaya taraf devletler, çocuklarının dini ve ahlaki
terbiyesini ananın, babanın ve bunlar olmadığında kanuni vasilerinin de kendi
inançlarına uygun olarak yaptırmak hürriyetine saygılı olmaya söz verir.
1952 tarihli İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya dair
Sözleşmeye (AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ) Ek 1 numaralı Protokolün 2 nci
maddesinde, hiç kimsenin eğitim hakkından, yoksun bırakılamayacağı; Devlet de
eğitim ve öğretim sahasında deruhde edeceği vazifelerin ifasında, ebeveynin bu
eğitim ve öğretimi kendi dini ve felsefi akidelerine göre temin etmek hakkına
riayet edeceği...' ifade edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine açıklık getiren; 1960 Tarihli
Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme'nin 5 inci maddesinin (b) bendinde,Ebeveynlerin
ve uygulandığı yerlerde vasilerin, ilk olarak, çocukları için yetkilimakamlarca
belirlenebilecek ya da onaylanabilecek asgari eğitim standartlarına uymaklabirlikte
kamu makamlarınca yönetilenlerden başka kurumları seçme özgürlüğünesaygı
göstermek ve ikinci olarak, devlette yasaların uygulanmasında izlenenusullerle
tutarlı olmak koşuluyla çocuklarının kendilerinin [ebeveynlerin ve vasilerin]inançlarına
uygun şekilde din ve ahlâk eğitimi almalarını güvence altına almak ve hiçkimsenin
ya da kişi grubunun kendi inancıyla bağdaşmayan din eğitimi görmeye mecburbırakılmaması
temel ilkedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine açıklık getiren; 1981 Tarihli
Dine ya da İnanca Dayalı Müsamahasızlığın ve Ayrımcılığın Bütün Şekilleri ile
Ortadan Kaldırılması Hakkındaki Bildiride, 'Ebeveynler veya ... kanuni temsilcileri,
... din veya inançlarına uygun, şekilde ve kendi fikirlerine göre çocuğun
yetiştirilmesi için gerekli olan ahlaki eğitimi... düzenleme hakkına
sahiptirler. Her çocuk, din ve inanç konusunda ebeveyninin veya... kanuni
temsilcilerinin isteklerine uygun bir şekilde eğitimden yararlanma hakkına
sahiptir ve... isteklerine aykırı bir şekilde din veya inanç konusunda eğitim
almaya mecbur edilmeyecektir; bu hususta yönlendirici prensip çocuğun
menfaatleridir.' şeklinde taraf devletleri bağlayıcı düzenlemeler yer
almaktadır.
Anayasanın 24 üncü maddesinin l. fıkrası ile; vicdan, dini inanç
ve kanaat hürriyetleri tanınmış ve güvence altına alınmıştır. AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ'nin 9 uncu maddesinde 'herkes düşünce vicdan ve din
özgürlüğüne sahiptir.' demekte, 1966 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar
Sözleşmesinin 18 inci maddesinin 1. bendi de 'Herkesin düşünce vicdan ve din
hürriyetine hakkı vardır.' hükmünü sevk etmektedir. Bunun gibi Evrensel İnsan
Hakları Bildirisinin 18 inci maddesi de 'Herkesin düşünce vicdan ve din
özgürlüğüne hakkı vardır.' şeklinde aynı hükmü sevk etmiştir.
Bu düzenlemeler; düşünce, vicdan ve din hürriyetlerinin kesinlikle
aynı mahiyet ve nitelikte olduklarını, biri diğerinin olmazsa olmaz koşulu
olarak karşımıza çıktıklarını göstermektedir. Şu halde demokratik bir hukuk
devletinde düşünce ve ifade hürriyetinden vazgeçilemeyeceği gibi; vicdan ve din
hürriyetlerinden bunların açıklama ve uygulama biçimlerinden de vazgeçilemez.
Vicdan hürriyeti; herhangi bir dini veya felsefi inanç ve kanaat
sahibi olma veya olmama hakkını ifade etmektedir. Başka bir ifade ile ve
özellikle 'herhangi bir dine inanıp inanmamakta kişinin hür ve serbest
olmasıdır.' Bunun sonucu olarak hiç kimse bir dini inanç sahibi olmak zorunda
olmadığı gibi dini felsefi inanç ve kanaatlerini açıklamak zorunda da değildir.
Din hürriyeti, kişilerin herhangi bir dine veya dini inanca sahip olmak,
dininin gereklerini öğrenmek ve yaşayabilmek hakkıdır.
Din ve vicdan hürriyeti; yukarıda açıklandığı gibi, sağladığı
diğer hakların yanında 'dini düşünceyi açıklama ve yayma, görüşünü benimsetmek,
bu amaçla öğrenmek ve öğretmek haklarını'da sağlamış ve bu haklar güvence
altına alınmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9 uncu maddesinin l. fıkrası
'Her şahıs düşünme, din ve vicdan hürriyetine sahiptir. Bu hak, din veya kanaat
değiştirme hürriyetini ve alenen veya hususi tarzda ibadet ve ayin veya
öğretimini yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini veya kanaatini
açıklamak hürriyetini tazammum eder' demek suretiyle, yukarıda sayılan hakların
uluslararası düzeyde tanındığını ve güvence altına alındığını beyan etmektedir.
Evrensel İnsan Hakları Bildirisinin 18 inci maddesi ile 1966 tarihli Kişisel ve
Siyasal Haklar Sözleşmesinin 18 inci maddesi aynı hakları tanımışlardır. Din ve
vicdan hürriyetinin hangi hakları verdiği ayrıca bilimsel kaynaklarda da
açıklanmıştır. Bu haklar arasında özellikle eğitim, öğretim ve uygulama hakları
zikredilmektedir. Bu haklar keza Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Divanı
kararlarında da uygulama konusu olmuştur.
Bu veriler ışığında değerlendirildiğinde, iptali istenilen 6287
sayılı Kanun Anayasanın 24 üncü maddesini açıkça ihlal etmektedir.
Keza AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ Ek 1. Protokolün 2 nci
maddesinde: 'Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet Eğitim ve
öğretim alanın yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde ana babanın bu
eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama
haklarına saygı gösterir.' denilmiştir.
Doktrinde bu madde:
'Totaliter devletlerin, çocukları ana babalarının etkisinden
çıkararak onlara sistematik şekilde belirli bir dogmatik görüşü aşılamak suretiyle
eğitmeleri, bu hükmün şerh edilmesinin başlıca nedenidir. Hazırlık
çalışmalarında, ana babanın sadece dini görüşün mü yoksa dünya görüşünün de mi
gözönüne alınması gerektiği konusu üzerinde uzun tartışmalar yapılmış ve
sonuçta eğitimin her ikisini de kapsaması konusunda uzlaşma sağlanmıştır'
şeklinde yorumlanmaktadır.
Bu üst normatif düzenlemelerin ortaya koyduğu sonuç; herkesin dini
ve felsefi inançları doğrultusunda kısıtlamasız eğitim ve öğrenim haklarının
varlığıdır. Devlet, inançlara saygıyı, yani bu özgürlüğün gerçekten ve fiilen
kullanılmasını sağlamak için gerekli tedbir ve güvenceleri sağlamakla
yükümlüdür.
Devlet, kişilerin her alanda eğitim ve öğretimlerini, maddi ve
manevi gelişmelerini sağlamak görevini üstlenmiş olduğu gibi, kişilerin
yukarıda sayılan haklarına saygı göstermek yükümlülüğü altındadır. Hukuk
devleti, bu yükümlülüklere ve haklara bağlı kalmayı zorunlu kılar.
Aynı zamanda bu kanun, Devletin 'çocukların eğitiminde ana babanın
dini ve dünyevi görüşlerine saygı göstermek yükümlülüğünü' de ihlal etmektedir.
Kanun bu düzenlemesi ile, totaliter devletlerde olduğu gibi; eğitimde öngörülen
program uygulaması suretiyle 'çocukları ana babanın etkisinden çıkararak onları
sistematik şekilde belirli bir doğmatik görüş' doğrultusunda eğitmek yoluna
girmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Hasan ve Eylem Zengin-Türkiye
(1448/04 Başvuru No ve 09 Ekim 2007 tarihli) Kararının 76 ncı paragrafında,
'AİHM, muafiyet usulünün uygun bir yöntem olmadığı ve din derslerinde
öğretilenin çocukların üzerinde okul ile kendi değerleri arasında bağlılık
çatışmasına yol açabileceğini haklı olarak düşünebilecek ebeveynlere yeterince
koruma sağlamadığı sonucuna varır. Bu durum özellikle Sünni İslam'dan farklı
din veya felsefi inanışlara sahip ebeveynlerin çocukları için uygun bir seçim
yapma imkanının öngörülmediği koşullarda geçerlidir. Din dersinden muafiyet
işlemi, farklı dini veya felsefi inanışlara sahip aileleri ağır bir yük altına
sokabilmekte ve onları, çocuklarının din dersinden muaf tutulmaları için dini
ya da felsefi inanışlarını ifşa etmeye mecbur kılmaktadır.' denilerek, AİHS'ne
Ek 1 No'lu Protokol'ün 2 nci maddesinin ikinci cümlesi çerçevesinde başvuranın
haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Dini ya da felsefi inanışı ifşa etmeye zorlanmak açısından, bir
okulda din dersinden muafiyet ile din dersinin seçmeli hale getirilmesi
arasında hiçbir fark yoktur. Bir sınıfta bulunan 30 öğrenci arasından örneğin
on tanesinin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muafiyet talebinde
bulunması ile Kur'an-ı Kerim ve Hazreti Peygamberimizin Hayatı derslerini
seçmemesi veya Alevilik dersi ya da Hıristiyanlık dersi var ise onlardan birini
tercih etmesi veyahut da bunlardan hiç birini tercih etmemesi arasında dini
veya felsefi inanışın ifşası açısından hiçbir fark yoktur.
Bu nedenlerle, açıkça, seçmeli Kur'an-ı Kerim ve Hz.
Peygamberimizin Hayatı dersleri yoluyla kişileri dini inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlayan düzenlemeler Anayasanın 24 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına
ve ayrıca AİHS'ne Ek 1 No'lu Protokol'ün 2 nci maddesinin ikinci cümlesi ile
bağdaşmaması nedeniyle Anayasanın 90 ıncı maddesine aykırı olmanın yanında,
Anayasanın 174 üncü maddesi ile koruma altına alınan 430 sayılı Tevhidi
Tedrisat Kanunu ile bağdaşmadığından, Anayasanın 174 üncü maddesine de aykırılık
oluşturmaktadır.
Eğitim ve öğretimde, dinsel inanca devlet gücünün özel bir katkı
vermesi düşünülemez. Lâiklik bir bütündür. Özellikle eğitim ve öğretim alanında
lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun geleceği açısından da üzerinde önemle durulacak
bir konudur. Siyasal alanda dinsel çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan
düzenlemeler, eylem ve işlemler ne kadar geçersizce, öğretim ve eğitim alanında
da din buyruklarıyla ilişki kurulamaz. Demokrasinin güvencesini ve Cumhuriyetin
özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlık ve özenle korunması
Anayasa gereğidir.
'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci maddesinin
üçüncü fıkrasında 'Eğitim ve öğretim Atatürk ilkeleri ve inkılâpları
doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve
denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri
açılamaz' denildikten sonra dördüncü fıkrasında 'Eğitim ve öğretim hürriyeti
Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz' kuralıyla Başlangıçtaki ilkelere
bağlılık pekiştirilmiştir.
Anayasanın 'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci
maddesinin ilk fıkrasında, 'Kimse, eğitim ve öğrenim haklarından yoksun
bırakılamaz' denilerek eğitim ve öğretim hakkının genelliği ilkesi benimsenmiş,
ikinci fıkrada öğrenim hakkının kapsamının yasayla saptanacağı ve düzenleneceği
belirtilmiştir Anayasanın 'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci
maddesinin ilk fıkrasında, 'Kimse, eğitim ve öğrenim haklarından yoksun
bırakılamaz' denilerek eğitim ve öğretim hakkının genelliği ilkesi
benimsenmiştir Anayasadaki bu düzenlemeyle, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları
doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve
denetimi altında yapılması öngörülen eğitim ve öğretimin, zorunlu olması esası
benimsenmiştir.
Anayasanın 24 üncü maddesinin ilk fıkrasında herkesin, vicdan,
dinî inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiş, ikinci fıkrasında da
bu özgürlüğün doğal bir sonucu olarak özgürlüklerin kötüye kullanılmasını
yasaklayan 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla ibadetin dinî
ayin ve törenlerin serbest olduğu vurgulanmıştır. Üçüncü fıkrada, kimsenin,
ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamayacağı; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı
ve suçlanamayacağı ilkesine yer verilmiştir.
Bu kurallarla, anlam ve kapsamı belirlenen din ve vicdan
özgürlüğü, yalnız, kişilerin diledikleri inanç ve kanıya sahip olmalarını
değil, olmamalarını da güvenceye almaktadır. Anayasal sınırlar içinde, herkesin
dinini seçme ve inancını açıklama konusundaki özgürlüğü, demokratik, lâik bir
hukuk devletinde yasa koyucunun her türlü etkisinin dışındadır. Devlet, her
türlü din ve inanca aynı uzaklıktadır. Devletin dinlerden birini seçmesi, ayrı
dinlere bağlı yurttaşlar yönünden eşitlik ilkesine de aykırı düşer. Bu nedenle,
lâiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün en önemli güvencesidir Din ve vicdan
özgürlüğü, kişinin herhangi bir dinî veya felsefî inancı olma veya olmama
hakkını, dinî inanç sahibinin ise dininin gereklerini öğrenme hakkını ifade
eder. Bu bağlamda, herkesin, dinî ve felsefî inançları doğrultusunda kısıtlama
olmaksızın eğitim ve öğretim görme hakkı bulunmaktadır.
Lâik devletin, doğası gereği resmî bir dininin bulunmaması, belli
bir dine üstünlük tanımamasını, onun gereklerini yasalar ve diğer idarî
işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirir. Bu bağlamda, lâik bir
devlette belli bir dinin, eğitim ve öğretimi zorunlu hale getirilemez.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretiminin devletin gözetim ve denetimi
altında yapılmasının nedeni, bu konudaki eğitim ve öğretim özgürlüğünün kötüye
kullanılmasını engellemektir. Dinler hakkında yansız ve tanıtıcı bilgiler
vermek ve ahlâki değerleri benimsetmek amacıyla din kültürü ve ahlâk öğretimi
dersleri ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasına
alınmıştır. Din eğitimi yerine 'din kültürü' dersinden söz edilmesi de bu amacı
açıkça ortaya koymaktadır. Bunun dışındaki din eğitimi ve öğretimi, ancak
kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin iznine bağlı
tutulmuştur.
Anayasanın 27 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, bilim ve
sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü
araştırma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
Anayasanın 'Plânlama' başlıklı 166 ncı maddesinde, ekonomik,
sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde
dengeli ve uyumlu biçimde, hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve
değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını plânlamanın, bu amaçla
gerekli teşkilâtı kurmanın devletin görevi olduğu, plânda, millî tasarrufu ve
üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı,
yatırım ve istihdam geliştirici tedbirler öngörüleceği; yatırımlarda toplum
yararları ve gereklerinin gözetileceği, kaynakların verimli şekilde
kullanılmasının hedef alınacağı; kalkınma girişimlerinin, bu plâna göre
gerçekleştirileceği; kalkınma plânlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nce onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü
bozacak değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esasların yasayla
düzenleneceği belirtilmiştir. Böylece, sosyal devlet ilkesini gerçekleştirmek
amacıyla devletin sosyal ve ekonomik yaşama müdahalesinin bir plân çerçevesinde
yapılması öngörülmüştür.
Anayasanın 10 uncu maddesine göre, herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye
veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Bu madde ile
amaçlanan mutlak değil hukuksal eşitliktir. 'Yasa önünde eşitlik' ilkesi
yasalar karşısında herkesin eşit olmasını, ayırım yapılmamasını, kimseye
ayrıcalık tanınmamasını gerektirir. Durumlarındaki farklılıklar kimi kişi ve
toplulukların değişik kurallara bağlı tutulmasına neden olabilirse de farklılık
ve özelliklere dayandığı için bu tür düzenlemeler eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturmaz.
Anayasanın 17 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, yaşama,
maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmiş, 5 inci maddesinde de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal
hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmıştır. Devletin bu yükümlülüğünü eşitlik ilkesini
gözeterek hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerli olacak biçimde yerine
getirmesi gerektiğinde duraksamaya yer yoktur.
Anayasanın 65 inci maddesine göre, Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda
Anayasa ile belirlenen görevlerini ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek,
malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Bu hüküm gözardı
edilemez.. Kaliteli ve çağdaş bir eğitimi hedeflemesi gereken reform
niteliğindeki bir yasanın gereklerinin yerine getirilmesi için sistem, program
ve öğretmen yanında bina, derslik ve ders araç ve gereçleri gibi fiziki
şartların varlığı da söz konusudur. Bu gereksinmelerin karşılanması için yalnız
malî kaynak sağlanması yeterli değildir. Uzun bir süre de gerekmektedir.
Öte yandan, kanunda bütçenin sayısal olarak bir değere bağlanmamış
olması Anayasanın 163 üncü maddesinin son fıkrasına da aykırı düşmektedir.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut düzenlemeAnayasanın Başlangıcı ile2
nci, 10 uncu, 14 üncü, 17 nci, 24 üncü, 27 nci, 41 inci, 42 nci, 65 inci, 90
ıncı, 153 üncü, 163 üncü, 166 ncı ve 174 üncümaddelerine aykırı olduğundan
iptalleri gerekir.
5) 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 12 nci maddesi ile
değiştirilen 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanununun 18 inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'yüzde onundan fazla' ibaresinin madde
metninden çıkarılmasının Anayasaya aykırılığı,
Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 1 inci maddesinde, bu sözleşme
uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan yasaya göre daha erken yaşta reşit olma
durumu hariç, 18 yaşına kadar her insanın çocuk sayılacağı belirtilmiş, 28 inci
maddesinde de çocuğun eğitim hakkı kabul edilerek bu çerçevede 'ilköğretimi,
herkes için zorunlu ve parasız hale getirmek' taraf devletlerin yükümlülükleri
arasında sayılmıştır. Sanayi İşyerlerine Alınacak Çocukların Asgari Yaş
Sınırını Belirleyen 59 Sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesi'nin 2 nci
maddesinde de, onbeş yaşın altındaki çocukların, kamu ve özel sektör sanayi
işletmelerinde veya bunların alt birimlerinde çalıştırılamayacağı kabul
edilmiştir.Bu bağlamda, Mesleki Eğitim Kanunu'nun 18 inci maddesinde yapılmak
istenen değişiklikte işletmelerde çalıştırılabilecek çırak oranı konusunda % 10
tavan sınırlamasının kaldırılması da çocukların asıl işgücüne dönüşmesine yol
açabilecektir. Başka bir deyişle işletmeler bu durumda, ciddi bir çocuk emeği
sömürüsüne gidebilirler.
Fırsat eşitliğine tamamen aykırı bu kanun değişikliği ile
işletmelerdeki üst sınır kaldırılmış ancak buna karşın alt sınır getirilmiştir.
Çocukların işe değil okula gitmesi için çağdaş devletler bütün
güçlerini seferber etmişken, çocukların gelişmesini engelleyecek ve
sömürülmesine yol açacak bu değişikliğin ülkemize hiçbir faydası olmayacaktır
Artık gelişen sanayi, dar bir alanda uzmanlaşmış elemanlardan
ziyade daha çok problem çözme yeteneği gelişmiş, yaratıcı, iletişimi güçlü,
temel eğitim almış kişileri talep etmektedir.
Ayrıca bu değişikliklerle, ülkemizin de taraf olduğu Çocuk Hakları
Sözleşmesi'nin eğitim ve çalışma ile ilgili pek çok maddesi ihlal edildiğinden
Anayasanın 90 ıncı maddesinin son fıkrasına aykırı olduğu gibi Anayasanın 5
inci, 10 uncu, 17 nci, 42 nci ve 65 inci maddelerine de aykırılık söz
konusudur.
6) 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 13 üncü maddesi ile
değiştirilen 16/8/1997 tarihli ve 4306 sayılı kanunun geçici 1 inci maddesinin
(A) fıkrasının (2) numaralı bendinin (c) alt bendinde yer alan 'sekiz yıllık kesintisiz
ilköğretim' ibaresinin 'ilköğretim ve ortaöğretim' şeklinde değiştirilmesinin
ve maddede yer alan 'sekiz yıllık kesintisiz' ibarelerinin madde metninden
çıkartılmasına ilişkin hükmün, Anayasaya aykırılığı
Sekiz yıllık kesintisiz ve zorunlu eğitim sürecini dörder yıllık
üç aşamayla 12 yıla çıkartan ve her bir kademenin ayrı kurum ve programlarla
gerçekleştirilmesini öneren kanun teklifinin genel gerekçesi incelendiğinde;
sorunun kesintili ve kesintisiz eğitime yüklenen anlamda yoğunlaştığı
görülmektedir.
İlköğretimin süresi ile kesintili ya da kesintisiz olması
konularında Anayasanın verdiği yetki doğrultusunda kanun koyucu, daha önceki
düzenlemede seçimini sekiz yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim olarak yapmış
ve dava konusu 1 inci ve 5 inci maddelerle, İlköğretim ve Eğitim Kanunu'nun 9.,
Millî Eğitim Temel Kanunu'nun 24 üncü maddesinde yer alan 'İlköğretim okulları,
beş yıllık ilkokullar ile üç yıllık ortaokullardan meydana gelir. İlkokulun son
sınıfı bitirildiğinde ilkokul diploması; ortaokulun son sınıfı bitirildiğinde
ortaokul diploması verilir' biçimindeki kuralı değiştirerek 'İlköğretim
kurumları sekiz yıllık okullardan oluşur. Bu okullarda kesintisiz eğitim
yapılır ve bitirenlere ilköğretim diploması verilir' kuralını getirmiştir.
Yasa'nın gerekçesinde bu düzenlemenin amacı ve nedeni şöyle
açıklanmıştır: 'Çocuklarımızın ilgi, istidat ve kabiliyet yönünden yetişerek
hayata ve üst öğrenime hazırlanması 5 yıllık zorunlu ilköğretimle mümkün
olamamaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinde asgarî süre olan 9 yıllık zorunlu
eğitimin, bu aşamada ülkemizin tüm bölgelerinde, Öğretim Birliği Yasası
çerçevesinde 8 yıllık zorunlu ilköğretim olarak uygulamaya geçilmesi Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Plânı ile de öngörülmüştür. Bu ilke, XV inci Millî Eğitim
Şurası kararlarıyla da benimsenmiştir.
Toplumumuz, ülkemizin gerçekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda
gelişen ve değişen dünya şartlarına uygun çağdaş ve demokratik bir eğitim
ortamı içinde çocuklarımızın yetiştirilmesini beklemektedir. Bu beklentinin 5
yıllık zorunlu eğitimle gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu nedenledir ki,
zorunlu eğitimin kesintisiz 8 yıla çıkarılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Sekiz
yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretim uygulamasıyla, beden, zihin, ahlâk, ruh ve
duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve
karaktere, özgür ve bilimsel düşünme gücüne sahip, sorgulayan, insan haklarına
saygılı, topluma karşı sorumluluk duyan yapıcı ve verimli bir neslin
yetiştirilmesine büyük ölçüde katkı sağlanacaktır. Ayrıca çağımız, insanı ön
plâna çıkaran, bilgi toplumlarının oluşturduğu yeni bir dünya düzenine
açılmaktadır. Bilgiye erişimi ve erişilen bilgiyi kullanımı hedeflemeyen
toplumlar gelecek yüzyıl uygarlığının önde gelen ülkeleri arasında yer
alamayacaklardır. Buna karşılık bilgi toplumu olma yolunda ipi önde
göğüsleyerek 21'inci yüzyılı karşılayanları, bugünkünden çok daha parlak bir
gelecek beklemektedir. İlköğretimin kesintisiz sekiz yıla çıkarılmasıyla, bu
konuda çok ciddî bir adım atılmış olacaktır. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel
Kanunu ile 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu'nda yapılacak değişiklikle,
uygar ülkeler ile her alanda bütünleşmeyi hedef alan ülkemizin, eğitim alanında
ihtiyaç duyduğu yeni düzenlemeler gerçekleştirilecek ve uygulamaya konulması
sağlanacaktır'.
Çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve
denetimi altında herkes için eğitim ve öğretim hakkını öngören ve ilköğretimin
kız ve erkek tüm vatandaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasız olması
ilkesini benimseyen Anayasanın 42 nci maddesinin amacı, kuşkusuz, daha kapsamlı
ve nitelikli öğretim programlarıyla çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır.
Devlet, eğitim ve öğretim hakkının en üst düzeyde yaşama
geçirilebilmesi için malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde gerekli önlemleri
almak, öncelikleri saptamak ve yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlüdür. Bu
bağlamda kanun koyucu, temel eğitime verdiği öneme göre, sekiz yıl veya daha
uzun bir ilköğretim süresi saptayabilir.
Dava konusu kurallarla, ilköğretimin kesintisiz ve zorunlu sekiz
yıl olması öngörülerek Anayasa ile devlete verilen görev yine Anayasadaki
ilkeler doğrultusunda ve olanaklar ölçüsünde uygulamaya geçirilmiştir.
Nitekim 6287 sayılı Kanundan önceki düzenleme Anayasa Mahkemesince
de Anayasaya aykırı görülmemiş ve dönemin Ana muhalefet (Refah) Partisi
tarafından 4306 sayılı Kanunun iptaline yönelik iptal davası reddolunmuştur.
(Anayasa Mahkemesi'nin 16.9.1998 gün ve 1997/62 Esas, 1998/52 Karar sayılı
Kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı:36, 1.Cilt, Ankara-2001,
sh.198 vd.).
Temel eğitimin kesintisiz 8 yıla çıkarıldığı 16.8.1997 tarihli ve
4306 sayılı Kanunun Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 5 inci, 10 uncu, 11 inci,
12 nci, 13 üncü, 17 nci, 24 üncü, 27 nci, 42 nci, 65 inci, 73 üncü, 88 inci, 95
inci, 160 ıncı, 161 inci, 166 ncı ve 174 üncü maddelerine, İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi'nin 9 uncu ve 10 uncu maddeleri ile Ek: 1. Protokol'ün 2 nci
maddesine aykırılığı savıyla Anayasa Mahkemesine açılan, biçim ve esas yönünden
iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemli davada, Anayasa Mahkemesi
16.09.1998 günlü ve E.1997/62, K.1998/52 sayılı Kararında, Anayasaya aykırılık
iddialarını yerinde bulmayarak istemin reddine karar vermiştir.
4306 sayılı Kanunun 1 inci ve 5 inci maddelerinin Anayasanın 5
inci, 10 uncu ve 17 inci maddesine aykırılığına ilişkin iddiaya ilişkin olarak
E.1997/62, K.1998/52 sayılı Kararında Anayasa Mahkemesi;
'Dava konusu Yasa'nın gerekçesinde, çocukların ilgi, istidat ve
kabiliyetleri yönünden yetişerek hayata ve üst öğrenime hazırlanmasının, beş
yıllık zorunlu ilköğretimle mümkün olamadığı, onların ülkenin gerçekleri ve
ihtiyaçları doğrultusunda gelişen ve değişen dünya şartlarına uygun çağdaş ve
demokratik bir eğitim ortamı içinde yetiştirilmesi yolundaki toplumsal
beklentilerin gerçekleştirilmesi için zorunlu eğitimin sekiz yıla
çıkarılmasının kaçınılmaz hale geldiği belirtilmiştir. Ayrıca, bu düzenleme ile
öğrencilerin ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda
yetiştirilmelerini sağlamak bakımından, ortaöğretimde izlenecek programların
hangi mesleklerin yolunu açabileceği ve bu mesleklerin kendilerine neler
kazandıracağı konusunda, ilköğretimin son ders yılının ikinci yarısında etkin
bir rehberlikle bilgilendirilmeleri, böylece meslek seçimlerini etki altında
kalmaksızın kendi özgür iradeleri ile bilinçli olarak yapabilmelerinin güvence
altına alınmasının amaçlandığı vurgulanmıştır. Bu amacın, Anayasanın 17 nci
maddesinde belirtilen maddî ve manevî varlığı koruma ve geliştirme hakkıyla, 5
inci maddesinde açıklanan, devletin temel amaç ve görevlerinin uygulamaya
geçirilmesine yönelik olduğu açıktır.
6-14 yaş grubu arasındaki tüm çocukları sekiz yıllık temel
öğretimden eşit olarak yararlandırarak onlara yalnız hukuksal eşitlik değil,
fırsat eşitliği sağlamayı da amaçladığı anlaşılan dava konusu 1 inci ve 5 inci
maddelerin, Anayasanın 5 inci, 10 uncu ve 17 nci maddelerine aykırı olmadığı
sonucuna varılmıştır.' demiş; temel eğitimin kesintisiz 8 yıla çıkarılması ve
mesleki yönlendirmenin çocuğun 14-15 yaşlarında başlamasını, Anayasanın 5 inci,
10 uncu ve 17 nci maddesi hükümlerinin gereği ve uygulamaya geçirilmesi
olduğunu oybirliği ile hukuksal olarak tescillemiştir.
Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında ise, Anayasa
Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
gerçek ve tüzel kişileri bağladığı kuralına yer verilmiştir.
Yasa koyucunun bir alanı düzenler ve kural koyarken, Anayasa
Mahkemesi kararları ile bu kararların gerekçelerini gözetmesi gerekeceği Anayasa
normudur. Yasa koyucunun 4306 sayılı Kanunla getirilen 8 yıllık kesintisiz
temel eğitimi ortadan kaldırarak 4+4 şeklinde iki kademeli hale getiren, eğitim
yaptıkları ortamı ilkokul ve ortaokul şeklinde yapılandırarak temel eğitim
çağındaki öğrencileri birbirinden fiilen yalıtan ve 9-10 yaşlarındaki çocukları
mesleki yönlendirmeye tabi tutan iptali istenen düzenlemeleri yaparken, Anayasa
Mahkemesinin E.1997/62, K.1998/52 sayılı Kararında yer alan gerekçeleri
gözetmemesi Anayasanın 153 üncü maddesine aykırıdır.
Kesintisiz temel eğitim, aynı yaştaki çocukların temel eğitim
boyunca farklı program ve okul türlerine ayrılmaması demektir. O halde bu
durumda, kademeli eğitim de kesintisiz olabilir.
Zira kanun teklifinin gerekçesinde örnek gösterilen ABD, İngiltere
ve Fransa'daki eğitim sistemi kademeli olmasına rağmen, kesintisizdir.
Kanun teklifinin genel gerekçesinde bahsedilen ABD, İngiltere, ve
Fransa'daki eğitim sistemlerinin ortak özelliği; bu ülkelerde temel eğitim,
ilkokul ve ortaokul gibi farklı kademelerde görülse de, öğrencilere en azından
üst orta öğretime yani liseye kadar, ülkemizde de şimdiye kadar olduğu gibi,
sadece bir öğretim programı ile eğitim hizmetinin sunuluyor olmasıdır.
Öğrenciler bu üç ülkede de 16 yaşına kadar temel eğitimin dışında bir öğretim
programı ile karşılaşmamakta ve mesleki eğitim programlarına
yönlendirilmemektedir. Öğrencilerin farklı yetenekleri aynı program içinde,
seçmeli dersler ve ders dışı etkinliklerle geliştirilmektedir.
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, eğitimin kalitesini gelişmiş
ülkelerdeki gibi yükseltme gerekçesiyle ortaya konulan bu teklifte gözden
kaçırılan en önemli nokta, tüm ileri ülkelerde zorunlu temel eğitimin en az 10
yıl sürdüğü ve mesleki eğitimin ise bundan sonra başladığı gerçeğidir.
Teklifin bir diğer gerekçesinde 'Mesleki eğitimden arzu edilen düzeyde
yararlanılabilmesi için, öğrencinin ilgi ve beceri alanlarının küçük yaşlardan
itibaren tespit edilerek, gerekli yöneltme ve yönlendirmelerin yapılmasının
şart olduğu' belirtilmiştir.
Dünyada pek çok gelişmiş ülkede öğrencilere en azından liseye
kadar, tek bir öğretim programı uygulanarak, aynı program içinde ilgi ve
yeteneklerine göre seçmeli dersler sunulmaktadır. Avrupa ülkeleri arasında
sadece Almanya ve Avusturya'da öğrenciler, 10 yaşından itibaren farklı
programlar seçebilmekte ancak onlarda dahi seçim, mesleki eğitim hakkında
değil, akademik potansiyel çerçevesinde yapılmaktadır. Ayrıca bu ülkelerdeki
mesleki eğitimde, 10 yıllık zorunlu temel eğitimden sonra başlamaktadır.
Yapılan bilimsel araştırmalar, seçim neticesinde akademik olarak
düşük seviyedeki öğrencilerin toplandığı eğitim gruplarının hem öğrencilerin
hem de öğretmenlerin beklentilerini ve gayretlerini düşürdüğü ve eğitimde
eşitsizlik yarattığını göstermiştir. Bu nedenle artık bu ülkeler dahi,
öğrencilerin farklı öğretim programlarına yönlendirilmelerinin geciktirilmesi
eğilimindedir. Artık sanayi toplumlarında dar bir alanda uzmanlaşmış çalışanlar
yerine, problem çözme yeteneği gelişmiş, yaratıcı, iletişimi güçlü olanlar
tercih edilmektedir.
Kesintisiz temel eğitim ilk planda topluma ve ülkesine faydalı iyi
bir vatandaş yetiştirme süreci olduğundan, eğitimin kesintili olması ülke
menfaatleri açısından da uygun değildir. Bu nedenle belli bir süre tüm bireyler
için ortak olması kamu yararı açısından son derece gerekli ve önemidir.
Anayasanın 'eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci
maddesinin ilk fıkrasında, 'Kimse, eğitim ve öğrenim haklarından yoksun
bırakılamaz' denilerek eğitim ve öğretim hakkının genelliği ilkesi benimsenmiş,
ikinci fıkrada öğrenim hakkının kapsamının yasayla saptanacağı ve düzenleneceği
belirtilmiştir Anayasanın 'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42 nci
maddesinin ilk fıkrasında, 'Kimse, eğitim ve öğrenim haklarından yoksun
bırakılamaz' denilerek eğitim ve öğretim hakkının genelliği ilkesi
benimsenmiştir Anayasadaki bu düzenlemeyle, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları
doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve
denetimi altında yapılması öngörülen eğitim ve öğretimin, zorunlu olması esası
benimsenmiştir.
Anayasanın 24 üncü maddesinin ilk fıkrasında herkesin, vicdan,
dinî inanç ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu belirtilmiş, ikinci fıkrasında da
bu özgürlüğün doğal bir sonucu olarak özgürlüklerin kötüye kullanılmasını
yasaklayan 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak koşuluyla ibadetin dinî
ayin ve törenlerin serbest olduğu vurgulanmıştır. Üçüncü fıkrada, kimsenin,
ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamayacağı; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamayacağı
ve suçlanamayacağı ilkesine yer verilmiştir
Anayasanın 27 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, bilim ve
sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü
araştırma hakkına sahip olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, yasa seçmeli ders
adı altında dayatma yaratmıştır.
Anayasanın 10 uncu maddesine göre, herkes, dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye
veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorundadırlar. Bu madde ile amaçlanan mutlak değil hukuksal eşitliktir. 'Yasa
önünde eşitlik' ilkesi yasalar karşısında herkesin eşit olmasını, ayırım
yapılmamasını, kimseye ayrıcalık tanınmamasını gerektirir. Durumlarındaki
farklılıklar kimi kişi ve toplulukların değişik kurallara bağlı tutulmasına
neden olabilirse de farklılık ve özelliklere dayandığı için bu tür düzenlemeler
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.
Anayasanın 17 nci maddesinin ilk fıkrasında, herkesin, yaşama,
maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu
belirtilmiş, 5. maddesinde de kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevi varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve
görevleri arasında sayılmıştır. Devletin bu yükümlülüğünü eşitlik ilkesini
gözeterek hiçbir ayırım yapmadan herkes için geçerli olacak biçimde yerine
getirmesi gerektiğinde duraksamaya yer yoktur.
Anayasanın 65 inci maddesine göre, devlet, sosyal ve ekonomik
alanlarda anayasa ile belirlenen görevlerini ekonomik istikrarın korunmasını
gözeterek, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Bu hüküm
göz ardı edilemez. Kaliteli ve çağdaş bir eğitimi hedeflemesi gereken reform
niteliğindeki bir yasanın gereklerinin yerine getirilmesi için sistem, program
ve öğretmen yanında bina, derslik ve ders araç ve gereçleri gibi fiziki
şartların varlığı da söz konusudur. Bu gereksinmelerin karşılanması için yalnız
malî kaynak sağlanması yeterli değildir. Uzun bir süre de gerekmektedir.
Öte yandan, bu konuda bütçenin sayısal olarak bir değere
bağlanmamış olması Anayasanın 163 üncü maddesinin son fıkrasına da aykırı
düşmektedir.
Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın
sürdürülmesinin bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle
korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuşkusuzdur.
Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri
güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti
yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağından şüphe yoktur.
Açıklanan bu nedenlerle mevcut düzenlemeAnayasanın2 nci, 5 inci,
10 uncu, 14 üncü, 17 nci, 24 üncü, 27 nci, 42 nci, 65 inci ve 163 üncümaddelerine
aykırı olduğundan iptalleri gerekir.
7) 6287 sayılı 'İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 14 üncü maddesiyle değiştirilen, 2547
sayılı Yükseköğretim Yasası'nın 45 inci maddesinin (a), (b), (c), (d), (e)
bentleri ile (f) bendindeki '' ile ortaöğretimin tamamını yurtdışında yurt
dışında tamamlayan öğrencilerin '' ibaresinin ve 16 ncı maddesi ile2547 sayılı
Kanuna eklenen geçici 65 inci maddesininAnayasaya aykırılığı:
6287 sayılı 'İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 14 üncü maddesiyle, 2547 sayılı
Yükseköğretim Yasası'nın 45 inci maddesi tümüyle değiştirilmiştir. Değiştirilen
45 inci maddenin (a), (b), (c), (d), (e) bentleri şu şekilde düzenlenmiştir.
(a) Yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirmenin, imkan ve
fırsat eşitliğini sağlayacak önlemlerin alınması koşuluyla, Yükseköğretim
Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılması, ve Yükseköğretim
kurumlarına, esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenecek merkezi
sınavla girilmesi, yerleştirme puanlarının hesaplanmasında, adayların
ortaöğretim başarılarının dikkate alınması, öngörülmüştür.
(b) Yükseköğretim kurumlarına esasları Yükseköğretim Kurulu
tarafından belirlenen merkezî sınavlarla girilir. Yerleştirme puanlarının
hesaplanmasında adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınır. Ortaöğretim
bitirme başarı notları en küçüğü ikiyüzelli, en büyüğü beşyüz olmak üzere
ortaöğretim başarı puanına dönüştürülür. Ortaöğretim başarı puanının yüzde
onikisi yerleştirme puanı hesaplanırken merkezî sınavdan alınan puana eklenir,
şeklinde düzenleme yapılmıştır.
(c) Ortaöğretim kurumlarını birincilik ile bitiren adaylar için
mevcut kontenjanların yanı sıra Yükseköğretim Kurulu kararı ile ayrı
kontenjanlar belirlenebilir.
d) Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarından mezun olan
öğrenciler, istedikleri takdirde bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya
bunlara en yakın olan mesleki ve teknik ön lisans yükseköğretim programlarına
sınavsız olarak yerleştirilebilir. Bu öğrencilerin yerleştirilmesine ilişkin
usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığının görüşü üzerine Yükseköğretim Kurulu
tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
(e) Ön lisans mezunları için, ilişkili lisans programlarında
belirlenmiş kontenjanın yüzde onunu geçmeyecek şekilde Yükseköğretim Kurulu
kararı ile her yıl dikey geçiş kontenjanı ayrılabilir.
(f) Yabancı uyruklu öğrenciler ile ortaöğretimin tamamını yurt
dışında tamamlayan öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına kabul usul ve
esasları Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenir. Uluslararası andlaşmalar
gereği Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarında burslu olarak öğrenim görecek
yabancı uyruklu öğrencilerin yerleştirme işlemleri Yükseköğretim Kurulu
tarafından yapılır.
Anayasamızın Başlangıç bölümünde, 'laiklik ilkesi gereği, kutsal
din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı'
vurgulanmış; Anayasanın 2 nci maddesinde, laiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin
değiştirilemez nitelikleri arasında sayılmış ve Cumhuriyet'in başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayandığı belirtilmiştir. Anayasamızda, Türkiye
Cumhuriyeti'nin Kurucu İradesine uygun olarak, laiklik ve laik eğitim ilkeleri
kabul edilmiş ve laiklik tanımlanarak, eğitim sisteminin yolu ve yönü
belirlenmiştir.
Anayasanın 24 üncü maddesinde, devletin sosyal, ekonomik, siyasal
ve hukuksal temel düzeni kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı,
din, din duyguları ya da dince kutsal sayılan değerler, bireysel ve siyasal
çıkar sağlamak amacıyla sömürülemeyecek ve kötüye kullanılamayacağı,
düzenlenmiştir.
Eğitim konusunda da, Anayasada yaşam bulan Kurucu İradenin laiklik
anlayışının eğitime de yansıtıldığı ve Türk Eğitim Sistemi'nin bu ilkeye göre
programlandığı görülmektedir. Nitekim bu anlayış, Anayasanın 42 nci maddesinde;
Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu
esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı, eğitim ve öğretim
özgürlüğünün, anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı, Türkçe' den
başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında ana dil olarak
okutulamayacağı ve öğretilemeyeceği, belirtilerek ifadesini bulmuştur.
Yine, Anayasanın 130 uncu maddesinde de, üniversitelerin bilimsel
özerkliğe sahip çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanacağı, kurala
bağlanmıştır.
1982 Anayasası'nın 174 üncü maddesinde de, Devrim Yasalarına tek
tek sayılarak yer verilmiş; bu yasaların, 'Türk toplumunu çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkarma' ve 'Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini
koruma' amacı güttüğü açıkça anlatılmış ve Devrim Yasaları anayasal korumaya
alınarak, bunlara, bir çeşit anayasal norm niteliği kazandırılmıştır. Anayasa
Mahkemesi'nin E.2008/16, K.2008/116 sayılı kararıyla '174 üncü madde ile
Türkiye Cumhuriyeti'nin laik niteliğini koruma amacı güden devrim yasalarının
iptal edilemeyeceğinin öngörüldüğü' belirtilerek maddenin önemi ortaya
konulmuştur.
Tevhid-i Tedrisat Kanunuile Türkiye'deki tüm okullar Milli Eğitim
Bakanlığı'na bağlanmış, Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen
medreseler ve dini eğitim veren okullar kapatılmış, Yüksek diyanet uzmanları
yetiştirmek üzere bir ilahiyat fakültesi kurulması; imam ve hatiplik gibi din
hizmetlerinin yerine getirilmesi göreviyle yükümlü memurların yetiştirilmesi
amacı ile de ayrı okullar açılması öngörülmüştür. Aynı yasa, bir istisna
dışında tüm eğitim-öğretim 'laik eğitim' şemsiyesi altına almıştır. Akademik
eğitim, mesleki ve teknik eğitim ayrımı, evrensel çağdaş eğitim sisteminin
gereğidir. Laik eğitimin tek istisnası ise, dini eğitimdir; yani imam hatip ve
ilahiyat eğitimidir. Kurucu İrade bu Yasa'da, istisnai olarak imam hatip
okulları ve ilahiyat fakültesi kurulmasına olur verirken, bunların kuruluş
amacını da belirlemiş ve işlevlerini sınırlandırmıştır.
Anayasa Mahkemesi, kesintisiz sekiz yıllık temel eğitimin
Anayasaya aykırı olduğu yolundaki başvuru üzerine konuyu değerlendirmiş ve
16.09.1998 günlü, E.1997/62, K.1998/52 sayılı kararıyla, imam hatip liselerinin
işlevini çağdaş din adamı yetiştirmek olduğunu; imam hatip liselerinin,
öğrencilerini, 'imamlık, hatiplik, Kuran kursu öğreticiliği gibi dini
hizmetleri yerine getirmek amacıyla' yükseköğretime hazırlayacaklarını, imam
hatip lisesini bitirenler için yükseköğretimin yalnızca 'din adamı yetiştirme'
programı ile sınırlı olması gerektiğini kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi, 30.07.2008 günlü, E.2008/1(SPK), K.2008/2
sayılı kararında, imam hatip lisesini bitirenlerin yükseköğretimin tüm
programlarında öğrenim görebilmeleri için ısrarla düzenleme yapma çabasını,
AKP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı sayılmasının nedenlerinden biri olarak
değerlendirerek, bu kararda da, imam hatip lisesini bitirenlerin
yükseköğretimin tüm programlarında öğrenim görmelerinin laik eğitimin özü ve
ruhuyla bağdaşmadığını belirtmiştir.
6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü ve 16 ncı maddelerinin tümü
incelendiğinde ise, Türk Milli Eğitim Sistemi'nde yaptığı değişikliklerin
getirilen yeni sistemle, tüm ortaöğretim kurumlarının siyasi iktidarın
ideolojisini yansıtan, laik eksenli eğitimden din eksenli eğitime geçildiği,
görülmektedir. Kamu yararı gözetilmeksizin hazırlanmış olan bu yasa, içinde saklı
bir amaç barındırdığı gibi, aynı zamanda tamamen siyasi iktidarın ideolojisini
yansıtmaktadır.
6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü maddesiyle, 'Yükseköğretime giriş ve
yerleştirme' şekli yeniden düzenlenerek, bu düzenlemeyle eski sistemde
uygulanan ortaöğretim başarı puanın hesaplanmasında, mezun olunan okulun
ağırlık puanı hesaba dahil edilirken, yeni sistemde bu uygulamadan
vazgeçilmiştir. Yaklaşık 1 milyon 100 bin öğrencinin girmiş olduğu Seviye
Belirleme Sınavında (SBS) başarı göstererek Anadolu, Fen ve Sosyal Bilimler
Liselerini kazanarak yükseköğretime girişte ek puan almaya hak kazanan
öğrencilerin bu düzenlemeyle hakları ellerinden alınmıştır.
Bu uygulamanın yürürlükten kaldırılmasıyla yüksek not alması son
derece zor koşullara bağlı, müfredatı da son derece ağır olan, özellikle bu yıl
üniversiteye giriş sınavında, daha esnek kurallara bağlı okulların
öğrencileriyle eşitlenmişlerdir. Bu liselere girdikleri tarihte öngöremedikleri
değişiklikler nedeniyle kazanılmış hakları gasp edilen bu öğrencilerin, devlete
ve eğitim sistemine duydukları güven zedelenmiş, hukuk devletinin dolayısıyla
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir niteliği olan hukuki güvenlik ilkesi ihlal
edilmiştir.
2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın, 6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü
maddesiyle değiştirilen 45 inci maddesinin (a) bendiyle, yüksek öğretimin tüm
programlarına, ortaöğretim kurumlarının nitelikleri göz önüne alınmaksızın,
genel liseyi bitirenlerle aynı koşullarda giriş olanağı sağlanması 'eşitlik'
ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, imkan ve fırsat eşitliğini sağlayacak önlemlerin
alınması koşulu getirilerek ne tür önlemlerin alınacağı, orta öğretim
programları arasındaki nitelik farkının gözetilip gözetilmeyeceği konusu ise
tamamen belirsizdir.
6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü maddesiyle değiştirilen 45 inci
maddesinin (b) bendiyle Ortaöğretim bitirme başarı notları en küçüğü
ikiyüzelli, en büyüğü beşyüz olmak üzere ortaöğretim başarı puanına
dönüştürülür. Ortaöğretim başarı puanının yüzde onikisi yerleştirme puanı
hesaplanırken merkezî sınavdan alınan puana eklenir şeklinde düzenleme
yapılarak, yasa ile, ortaöğretim başarı notunun giriş sınav puanına
yansıtılacak bölümünün hesaplanma yöntemini belirleme yetkisi Yükseköğretim
Kurulu'ndan alınmıştır. Bu bağlamda katsayıya da doğrudan yasada yer verilmek
suretiyle, Yükseköğretim Kurulu'nun orta öğretim programlarının nitelik farkını
esas alarak, farklı katsayı saptama yetkisi kaldırılmıştır.
Anayasanın 130 uncu maddesinin dokuzuncu fıkrasında,
'yükseköğretime giriş kanunla düzenlenir' denilerek, yükseköğretime nasıl
girileceğini düzenleme yetkisi TBMM'ne verilmiştir. Ancak, Anayasanın 11 inci
maddesinde, anayasal kuralların başta yasama organı olmak üzere herkesi
bağlayan temel hukuk kuralları belirtilmiş, yasaların Anayasaya aykırı
olamayacağı açıkça vurgulanmıştır. Bu durumda, Anayasanın 130 uncu maddesiyle
TBMM'ne verilen 'yükseköğretime girişi düzenleme' yetkisi sınırsız bir yetki
olmayıp, 'anayasal ilke ve kurallarla bağlı bir yetki' olduğu bilinen bir hukuk
gerçeğidir.
Nitekim Anayasanın 131 inci maddesinde, yükseköğretimi 'planlamak,
düzenlemek, yönetmek ve denetlemek' görev ve yetkisi Yükseköğretim Kurulu'na
verilmiştir. Bu geniş yetki, kısaca belirtmek gerekirse, yükseköğretime ilişkin
tüm konuları kapsamaktadır. Bunun nedeni, Anayasa Koyucunun, yükseköğretim gibi
çok önemli ve devlet politikası olması gereken bir konuyu, siyasal tercih ve değerlendirmelerin
dışında tutma isteğidir. Bu nedenle yükseköğretim konuları, özerk ve bir
anayasal kurum olan Yükseköğretim Kurulu'na bırakılmıştır.
Böylesine geniş bir yetki ve belirtilen amaç göz önüne
alındığında, yükseköğretime giriş konusunun Yükseköğretim Kurulu'nun yetki
alanında olduğu sonucuna varmak zor değildir. Bu bağlamda, merkezi sınav notunu
etkileyecek ortaöğretim başarı notunun hesaplama yöntemini belirleme yetkisinin
Yükseköğretim Kurulu'na bırakılması Anayasanın 11 inci, 130 uncu ve 131 inci
maddelerinde öngörülen bir zorunluluktur. Bu nedenlerle, 2547 sayılı
Yükseköğretim Yasası'nın, 6287 sayılı Yasa'yla değiştirilen 45 inci maddesinin
(b) fıkrası, Anayasanın 11 inci, 130 uncu ve 131 inci maddelerine aykırı yeni
bir düzenleme öngörmüştür.
2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nın, 6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü
maddesiyle değişik 45 inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarında, genel lise
mezunları ile meslek ve teknik lise mezunları arasında, yükseköğretimin tüm
programlarında okuma yönünden bir fark öngörülmemişken, maddenin (d) ve (e)
fıkralarında, mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin kendi
alanlarında ya da buna en yakın bir mesleki ya da teknik ön lisans
yükseköğretim programını tercih etmeleri durumunda sınavsız
yerleştirilecekleri; ön lisansı bitirenlerin de yine kendi alanlarındaki lisans
programlarına, belli kontenjanla sınırlı da olsa dikey geçiş yapabilecekleri
kurala bağlanmıştır. Böylece, meslek liseliler için, genel liselerde bulunmayan
bir ayrıcalıklı durum yaratılmıştır. Öte yandan, meslek lisesini ya da teknik
liseyi bitirenlerin, kendi alanlarında önce sınavsız ön lisans, sonra dikey
geçiş yoluyla lisans eğitimi almalarına olanak sağlanması, aynı lisans
eğitimine tüm öğrencilerle yarışarak girebilme olanağı yakalayabilen genel lise
mezunları yönünden adil olmayan eşitsiz bir durum yaratmaktadır. 2547 sayılı
Yasa'nın, 6287 sayılı Yasa'yla değiştirilen 45 inci maddesinin (b) fıkrası,
Anayasanın 10 uncu maddesine de bu nedenlerle uygun düşmemektedir.
6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü maddesiyle değiştirilen 45 inci
maddesinin (d) bendiyle mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarından mezun olan
öğrencilere, kendi branşları ile ilgili bir yükseköğretim kurumunu tercih
etmeleri halinde verilen katsayı uygulamasına da son verilmiştir. Yani tüm
öğrencilerin okul başarı puanının hesaplanmasında, okul durumu gözetilmeksizin
bireysel başvuruları esas alınmıştır.
6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü maddesiyle değiştirilen 45 inci
maddesinin (e) bendiyle de mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarını
bitirenlerin kendi alanlarında ya da buna en yakın bir mesleki ya da teknik ön
lisans yükseköğretim programını tercih etmeleri durumunda sınavsız
yerleştirilecekleri; ön lisansı bitirenlerin de yine kendi alanlarındaki lisans
programlarına, belli kontenjanla sınırlı da olsa dikey geçiş yapabilecekleri
kurala bağlanmıştır. Böylece, meslek liseliler için, genel liselerde bulunmayan
bir ayrıcalıklı durum yaratılmıştır. Meslek lisesini ya da teknik liseyi
bitirenlerin, kendi alanlarında önce sınavsız ön lisans, sonra dikey geçiş
yoluyla lisans eğitimi almalarına olanak sağlanması; aynı lisans eğitimine tüm
öğrencilerle yarışarak girebilme olanağı yakalayabilen genel lise mezunları
yönünden adil olmayan eşitsiz bir durum yaratmaktadır.
6287 sayılı Yasa'nın 14 üncü maddesiyle değiştirilen 2547 sayılı
Kanunun 45 inci maddesinin (c) bendiyle, ortaöğretim kurumlarını birincilikle
bitiren adaylar için mevcut kontenjanların yanı sıra Yükseköğretim Kurulu
kararı ile ayrı kontenjanlar belirlenebileceği kuralına yer verilirken; (f)
bendiyle ise, ortaöğretimlerinin tamamını yurt dışında tamamlayan öğrencilerin
yükseköğretim kurumlarına kabul usul ve esaslarının Yükseköğretim Kurulu
tarafından belirlenmesi öngörülmektedir.
Anayasanın 10 uncu maddesinde yasa önünde eşitlik ilkesine yer
verilmiş; 130 uncu maddesinin dokuzuncu fıkrasında yükseköğretime girişin
kanunla düzenleneceği kurala bağlanmış; 131 inci maddesinin üçüncü fıkrasında
ise Yükseköğretim Kurulunun teşkilat, görev, yetki, sorumluluk ve çalışma
esaslarının kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.
6287 sayılı Yasayla ise ilk defa ortaöğretimlerinin tamamını yurt
dışında tamamlayanlar için genel kuraldan ayrık ayrıcalıklı bir düzenleme
getirilmektedir. Ortaöğretimlerinin tamamını yurt dışında tamamlayan
öğrenciler, tamamını yurt içinde veya örneğin lisenin ilk üç yılını
yurtdışında, son yılını yurtiçinde ya da ilk yılını yurt içinde son üç yılını
yurtdışında tamamlayan öğrencilerle aynı kurallara tabi tutulmayacaklar;
yükseköğretim kurumlarına kabul açısından onlara özgü ayrık kurallar
uygulanacak ve bu ayrık kuralları Yükseköğretim Kurulu belirleyecektir.
Ortaöğretimin tamamını yurtdışında tamamlayan öğrencilerin
yükseköğretime girişte genel, kapsayıcı ve herkes için uygulanan genel kuraldan
ayrık tutulmaları, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesiyle uyuşmaz.
Her ne kadar söz konusu öğrencilerin farklı özellikleri olduğu ileri
sürülebilirse de aynı farklı özelliğin lise eğitiminin ilk üç yılını
yurtdışında, son yılını yurtiçinde veya tersi durumda olanlar için de geçerli
olabileceğinde kuşku yoktur. Bu bağlamda iptali istenen ibare Anayasanın 10
uncu maddesine aykırıdır.
Aynı şekilde, ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar
için ek kontenjan belirlenmesi ve bu kontenjanların sayısal miktarının takdire
bırakılması, aynı sınava girecek tüm öğrencilerin kontenjanında eksilmeye yol
açacağından aleyhlerine sonuç doğuracaktır. Bu durum Anayasanın 10 ncu
maddesindeki eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, mevcut düzenlemede 'ayrılacak kontenjanlara tercih ve
puanları göz önünde tutularak yerleştirilir.' şeklindeki sınırlayıcı hüküm,
yeni düzenlemede yer almamıştır.
Anayasanın 7 nci maddesinde yer alan yasama yetkisinin
devredilmezliği ilkesi ile 130 uncu ve 131 inci maddelerde yer alan yasayla
düzenleme kuralı, düzenlenen konudan yalnız kavram, ad, grup, kurum olarak söz
edilmesi değil, bunların yasa metninde kurallaştırılmasıdır. Kurallaştırma ise,
düzenlenen alanda temel ilkelerin konulmasını ve çerçevenin çizilmiş olmasını
ifade eder. Ancak, bu koşullar sağlandıktan sonra teknik ayrıntıların
belirlenmesi yetkisi yürütme organının yetkisine bırakılabilir. Bu itibarla,
hiçbir ilke getirilmeden, çerçeve çizilmeden ve kurallar öngörülmedenortaöğretimlerinin
tamamını yurt dışında tamamlayan öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına kabul
usul ve esaslarını belirleme yetkisi ile hiçbir ölçü getirilmeden, ilkeye yer
verilmeden, çerçeve çizilmeden okul birincilerinin tercih ve puanlarını göz önünde
bulundurma gibi kıstas da belirlenmeden ek kontenjan belirleme ve yerleştirme
yetkisinin Yükseköğretim Kuruluna bırakılması, Anayasanın 7 nci ve 87 nci
maddelerine aykırıdır.
6287 sayılı Yasa'nın 16 ncı maddesi ile2547 sayılı Kanuna aşağıdaki
geçici madde eklenmiştir.
'GEÇİCİ MADDE 61- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle
bir mesleğe yönelik program uygulayan ortaöğretim kurumlarında öğrenim görmekte
olan öğrenciler bakımından, bu kurumların mezunlarının Yükseköğretim Kurulu
tarafından belirlenen aynı meslek dalında yer alan yükseköğretim programlarına
yerleşmelerinde merkezî sınavlardan almış olduğu puanlara ilave edilecek
ortaöğretim başarı puanı hesaplanmasında, bu maddenin yürürlüğe girdiği
tarihten önceki mevzuat hükümleri uygulanır.
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan ve çağdaş demokratik
rejimlerin temel ilkelerinden birisi olan 'hukuk devleti' ilkesinin ön
koşullarında birisi de hukuk güvenliğidir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü
olduğu hukuk güvenliği, kişilerin, hukuk düzenin koruması altındaki haklarını
elde etmeleri için gereken her türlü önlemin alınmasını ve bireylerin tüm eylem
ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde
bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasama
organı tarafından konulacak kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerinin göz
önünde tutulmasının gerekliliği, hukuk devleti ilkesinin doğal bir
yansımasıdır.Anayasamızın 10 uncu maddesinde devlet organları ve idare makamları
bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek
zorunda olduğu belirtilmiştir. Buna rağmen yapılmış olan bu düzenlemeyle ne
hukuk devleti ilkesine ne de kanun önünde eşitlik ilkesine riayet edilmemiştir.
6287 sayılı Yasa'nın 16 ncı maddesi ile 2547 sayılı Kanuna eklenen
geçici 61 inci madde ile halen meslek ve teknik liselerde okuyan öğrenciler,
kendi branşlarında bir yükseköğretim kurumunu tercih etmeleri halinde eski
kanun hükmü uygulanmaya devam edecektir. Bu durumda, halen bu okulların 1, 2 ve
3 üncü sınıflarında okuyan öğrenciler için katsayı uygulaması devam etmekte ve
kazanılmış hakları korunmaktadır.
Meslek ve teknik lise öğrencilerinin kazanılmış hakları korunurken
zorlu bir sınavdan geçerek Anadolu, Fen ve Sosyal Liselerin halen 1, 2 ve
3'üncü sınıflarında öğrenim gören öğrencilerin hakları maalesef korunamamıştır.
Bu düzenleme, kazanılmış hakları korumadığı gibi, Anayasamızın 2
nci maddesinde yer alan hukukun temel ilkesi olan hukuk devleti ilkesine ve
Anayasanın 10 uncu maddesi ile teminat altına alınan eşitlik ilkesine de
tamamen aykırıdır.
Açıklanan bu nedenlerle, 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 14 üncü maddesi ile
değiştirilen, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 45 inci maddesinin (a), (b),
(d), (e) bentleri Anayasanın başlangıcı ile, 2 nci, 10 uncu, 11 inci, 24 üncü,
42 nci, 130 uncu, 131 inci ve 174 üncü maddelerine; (c) bendi ile (f)
bendindeki '' ile ortaöğretimin tamamını yurtdışında yurt dışında tamamlayan
öğrencilerin '' ibaresi, Anayasanın 7 nci, 10 uncu ve 87 nci maddelerine; 16
ncı maddesi ile2547 sayılı Kanuna eklenen geçici 65 inci maddesi deAnayasanın 2
nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduklarından iptalleri gerekir.
8) 30.03.2012 Tarihli ve 6287 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 24 üncü Maddesiyle 4734
Sayılı Kamu İhale Kanununa Eklenen Geçici 13 üncü Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
6287 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 24 üncü maddesiyle 4734 sayılı Kamu İhale
Kanununa eklenen geçici 13 üncü madde ile yurt içi üretimin ve katma değerin
artırılması, teknoloji kazanımının sağlanması, daha önce yurt içinde üretimi
bulunmayan ürünlerin üretilebilmesi, yeni teknoloji ve ürünlere yönelik
araştırma-geliştirme faaliyetlerinin sürdürülmesi ve bilgi toplumuna geçiş
hedefleriyle, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim ve
ortaöğretim kademelerindeki okulların dersliklerine bilişim teknolojisi
donanımı, yazılımı, ağ altyapısı ve internet erişim imkânının sağlanması,
dersler için çevrim içi ve çevrim dışı ortamlarda e-içerik temin edilmesi ve
e-içerik altyapısının oluşturulması, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda
görev yapan öğretmenlere ve örgün eğitim gören öğrencilere e-kitap, tablet
bilgisayar ve benzeri ihtiyaçların sağlanması amaçlarıyla Eğitimde Fırsatları
Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi kapsamında, Millî
Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından
2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, ceza
ve ihalelerden yasaklama hükümleri hariç, Kamu İhale Kanunun hükümlerine tabi
olmadığı; bu madde uyarınca yapılacak alımlara ilişkin usul ve esasların Maliye
Bakanlığı ve Kamu İhale Kurumunun görüşü alınarak Millî Eğitim Bakanlığı ve
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından müştereken
hazırlanacak yönetmelikle, rekabete açık olacak şekilde düzenleneceği hükmü
getirilmektedir.
Maddede, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim ve
ortaöğretim kademelerindeki okulların dersliklerine bilişim teknolojisi
donanımı, yazılımı, ağ altyapısı ve internet erişim imkânının sağlanması,
dersler için çevrim içi ve çevrim dışı ortamlarda e-içerik temin edilmesi ve
e-içerik altyapısının oluşturulması ile Millî Eğitim Bakanlığına bağlı
okullarda görev yapan öğretmenlere ve örgün eğitim gören öğrencilere e-kitap,
tablet bilgisayar ve benzeri ihtiyaçların sağlanması işlerinin 4734 sayılı Kamu
İhale Kanunundan istisna edilmesinin gerekçesi, yine aynı maddede yurt içi
üretimin ve katma değerin artırılması, teknoloji kazanımının sağlanması, daha
önce yurt içinde üretimi bulunmayan ürünlerin üretilebilmesi, yeni teknoloji ve
ürünlere yönelik araştırma-geliştirme faaliyetlerinin sürdürülmesi ve bilgi
toplumuna geçilmesi hedefleriyle açıklanmıştır.
Daha açık bir deyişle maddede geçen mal ve hizmet alımlarının 4734
sayılı Kamu İhale Kanunundan istisna edilmesinin gerekçesi, ithalatın yerli
üretimle ikame edilmesini sağlamak olarak açıklanmaktadır.
İktisat politikasında ithal ikameci politikaların belli başlı iki
yolu vardır. Bunlardan birincisi, en katı haliyle ithal yasakları ile yüksek
gümrük tarifeleri; ikincisi ise yerli üretimin mali ve diğer teşviklerle
desteklenmesidir.
Kamu alımları yoluyla yerli üretimin mali teşviklerle
desteklenmesi uygun bir iktisat politikası seçeneğidir. Yeni iş olanakları
yaratılır, istihdam artar ve yaratılan katma değer ile teknoloji yayılma etkisi
göstererek büyümeyi ve teknolojik yeniliği besler. Ancak, üretimde kullanılan
bileşenlerin ithal edilerek ürüne son halinin içeride verilmesiyle sınırlı
kalan bir teşvik modeli, ithalatı ikame eden cılız bir sanayileşme politikası
olarak kalmaya mahkumdur. Ek katma değer üretilebilmesi ve katma değerin
içeride kalabilmesi için ayrıca araştırma-geliştirme faaliyetlerinin
desteklenerek sanayileşme politikasının bilim ve teknoloji politikasıyla
zenginleştirilmesi gerekir. Bunun için de satın alma garantisi verilecek
firmalara bilişim sektöründe araştırma-geliştirme faaliyetleri yapma
zorunluluğu getirilerek yeniliklerin desteklenmesi elzemdir. Ancak, yasada buna
yönelik bir düzenleme bulunmamaktadır.
Amacı kamu kaynağı kullanan kamu kurum ve kuruluşlarının
yapacakları ihalelerde uygulanacak esas ve usulleri düzenlemek olan (4734/1) ve
ihalelerde saydamlığın, rekabetin, eşit muamelenin, güvenirliğin, gizliliğin,
kamuoyu denetiminin, ihtiyaçların zamanında ve uygun şartlarla karşılanmasının
ve kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması ilkeleri (4734/5) üzerine
bina edilen 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda ise, kamu alımları yoluyla yerli
üretimin desteklenmesine yönelik düzenlemeler bulunmaktadır.
Gerçekten de 4734 sayılı Kanunun 'Yerli istekliler ile ilgili
düzenlemeler' başlıklı 63 üncü maddesinde, 'Hizmet alımı ve yapım işi
ihalelerinde yerli istekliler lehine, mal alımı ihalelerinde ise Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı ile diğer ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak
Kurum tarafından yerli malı olarak belirlenen malları teklif eden istekliler
lehine, % 15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanması; yaklaşık maliyeti eşik
değerlerin altında kalan ihalelere ise sadece yerli isteklilerin katılması
hususlarında ihale dokümanına hüküm konulabilir. Ortak girişimlerin yerli
istekli sayılabilmesi için bütün ortaklarının yerli istekli olması gereklidir.'
hükmüne yer verilmiş; 'Eşik değerler' başlıklı 8 inci maddesinde ise 63 üncü
maddenin uygulanmasında yaklaşık maliyet dikkate alınarak kullanılacak eşik
değerlerin (2012 yılı için) (a) bendinde, genel bütçeye dahil daireler ile
katma bütçeli idarelerin mal ve hizmet alımlarında 792.482,00 TL, (c) bendinde
ise yapım işlerinde 29.057.835,00 TL olduğu hüküm altına alınmıştır.
Yasanın gerekçesini oluşturan Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi
İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi kapsamında diğerleri bir yana sadece
dağıtımı öngörülen 20 milyon tablet bilgisayarın yaklaşık maliyeti 8 milyar
TL'ye yaklaşmaktadır.
Bu bağlamda, hizmet alımları ile yapım işlerinin ihalelerinde
yerli istekliler lehine, mal alımlarında ise yerli malı teklif eden istekliler
lehine %15 oranına kadar fiyat avantajı (örneğin ithal mal teklif eden istekli
100,00 TL, yerli mal teklif eden istekli 115,00 TL teklif etmiş ise ihale yerli
mal teklif edenin üzerine yapılması) sağlanması; eşik değerin altında kalan
ihalelere ise sadece yerli isteklilerin katılması doğrultusunda ihale
dokümanlarına hüküm konulabilmektedir.
İptali istenen madde metninde iddia edildiği üzere siyasal
iktidarın, bilişim teknolojileri alanında yurt içi üretimin ve katma değerin
artırılması, teknoloji kazanımının sağlanması, daha önce yurt içinde üretimi
bulunmayan ürünlerin üretilebilmesi, yeni teknoloji ve ürünlere yönelik
araştırma-geliştirme faaliyetlerinin sürdürülmesi ve bilgi toplumuna geçilmesi
gibi bir hedefi var ve bu hedefe ulaşmak için 4734 sayılı Kanunun 63 ncü
maddesinde yer alan %15 oranı yetersiz kalıyor ise, yasa koyucunun söz konusu
alımları Kanun kapsamı dışına çıkarması değil, bu oranı yeterli gelecek
seviyeye çekecek yasal düzenlemeyi yapması gerekir.
Çünkü; birincisi, bilişim teknolojileri bir sektördür ve tek
kullanıcısı da Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim ve
ortaöğretim okulları değil, tüm kamu sektörüdür. Dolayısıyla, istisna kapsamına
alınacak ise sadece Milli Eğitim Bakanlığının değil, 4734 sayılı Kanuna tabi
tüm kamu kurumlarının bilişim teknolojisi mal ve hizmet ihtiyaçlarının istisna kapsamına
alınması gerekir. İkincisi, iptali istenen madde metninde, Maliye Bakanlığı ve
Kamu İhale Kurumunun görüşü alınarak Millî Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından müştereken hazırlanacak
yönetmeliğin, rekabete açık olacak şekilde düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır. Yönetmelik rekabete açık olacak şekilde düzenlenecek ise, Gümrük
Birliği Anlaşmasının yürürlükte olduğu bir ülkede rekabeti esas alan bir
yönetmelik çerçevesinde yapılacak milyar Dolarları aşan kamu alımları için
yerli üretime 4734 sayılı Kanunun 63 üncü maddesindeki gibi belli bir oranda
fiyat avantajı sağlama dışında kamu alımları yoluyla kullanılabilecek başka bir
teşvik alternatifi yoktur. Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi, kamu alımlarına
konu oluşturmaz; sadece alım garantisi verilen firmalara yükümlülük
yüklenebilir.
Türkiye-AB Ortaklık Konseyi'nin 06.03.1995 tarihli toplantısında
kabul edilen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararıyla Türkiye ile AB arasında
Gümrük Birliği Anlaşması imzalanmış ve 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren Gümrük
Birliği uygulamaya girmiştir. Böylece, kendi aralarında serbest bir ticaret
alanı oluşturmak için sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerinde gümrükleri
kaldırarak ortak dış gümrük tarifesi uygulanmaya başlamışlardır.
Gümrük Birliği, AB ve Türkiye pazarının entegrasyonunun tam
anlamıyla sağlanabilmesi ve haksız rekabetin önlenebilmesi için, ticaret
politikası dışında kalan alanlarda da ortak politikalar öngörmüştür. Bu
kapsamda, Türkiye rekabetin ve tüketicinin korunması ile ilgili kanunlar ile
patent, telif hakları, ticari markalar, endüstriyel tasarımlar ve ithalatta
haksız rekabetin engellenmesi ile ilgili KHK'ler çıkarmıştır.
Öte yandan, Türkiye ile AB arasında sürdürülen katılım müzakerelerinde
5 Nolu 'Kamu Alımları' faslı AB Konseyi'nde onaylanmış ve açılış kriterleri
belirlenmiştir.
Kamu alımları ile ilgili AB müktesabatı; şeffaflık, serbest
rekabet, ayrımcılık yasağı ve eşit muamele yapılmasına ilişkin temel ilkelere
ek olarak AB ölçeğinde kamu kuruluşlarının yaptığı belirli eşik değerlerin
üzerindeki mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin ihalelerinde ortak usul
ve esaslar üzerine kurulu ihale mevzuatının uygulanmasını ve ihalelere yönelik
şikayetleri inceleyecek bağımsız kurulların oluşturulmasına dayanmaktadır.
AB'nin kamu alımları konusundaki temel ihale mevzuatı 2004/18-AT
sayılı Direktiftir. Buna ek olarak su, enerji, ulaştırma ve posta sektörlerinde
faaliyet gösteren yapacakları ihalelere ilişkin 2004/17-AT sayılı Direktif ile
her iki direktif kapsamında yapılan ihalelere ilişkin şikayetlerin
incelenmesine ilişkin olarak da 89/665-AET ve 92/13-AET sayılı direktifler
yürürlüktedir.
04.01.2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu 2004/18-AT ve 89/665-AET
sayılı direktifler esas alınarak hazırlanmıştır.
Öte yandan, AB ile yürütülen 5 No'lu Kamu Alımları faslında
07.11.2005 tarihinde 'Tanıtıcı Tarama Toplantısı', 28.11.2005 tarihinde ise
'Ayrıntılı Arama Toplantısı' gerçekleştirilmiştir. Kamu Alımları faslına
ilişkin 3 adet açılış kriteri AB Dönem Başkanlığı tarafından bir mektupla
17.05.2006 tarihinde Türkiye'ye bildirilmiş ve Türkiye kriterleri yerine
getirmeye başlamıştır.
Bu bağlamda, AB ile Gümrük Birliği Anlaşması içinde olan
Türkiye'nin bilişim teknolojisi donanımı, yazılımı, ağ altyapısı ve internet
erişim imkânının sağlanması, dersler için çevrim içi ve çevrim dışı ortamlarda
e-içerik temin edilmesi ve e-içerik altyapısının oluşturulması ile Millî Eğitim
Bakanlığına bağlı okullarda görev yapan öğretmenlere ve örgün eğitim gören öğrencilere
e-kitap, tablet bilgisayar ve benzeri hardware ve software ürünler ile
tasarımların ithaline yasak getirmesi veya AB Gümrük Tarifelerinden farklı
gümrük tarifeleri uygulaması hukuken mümkün olmadığı gibi kamu kurumları
tarafından açılacak ve yaklaşık maliyeti milyar dolarları aşan ihalelerde ithal
hardware ve software ürünlere yasak getirilmesi de Gümrük Birliği Anlaşması
çerçevesinde hukuken imkansızdır. Kaldı ki iç piyasada üretilen bilişim
teknolojisi ürünlerinin tamamı ithal girdilerin montajından oluşmaktadır.
Bu bağlamda, AB ile Gümrük Birliği Anlaşmasının yürürlükte olduğu
bir ortamda 4734 sayılı Kanunun 63 üncü maddesindeki oranı değiştirme ile
üretime ve araştırma-geliştirme faaliyetlerine verilecek mali ve diğer
teşvikler dışında, ithal yasakları, yüksek gümrük tarifesi vb. yollarla
-üstelik çıkarılması öngörülen yönetmeliğin rekabetçi olması da öngörüldükten
sonra- 4734 sayılı Kanundan ayrı usulleri öngören Yönetmeliğe göre yapılacak
kamu alımları yoluyla yurt içi üretimin ve katma değerin artırılması, teknoloji
kazanımının sağlanması, daha önce yurt içinde üretimi bulunmayan ürünlerin
üretilebilmesi, yeni teknoloji ve ürünlere yönelik araştırma-geliştirme
faaliyetlerinin sürdürülmesi ve bilgi toplumuna geçilmesi hedeflerinin gerçekleştirilmesi
hukuken mümkün değildir.
Bu durumda, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim
ve ortaöğretim okullarının bilişim teknolojisine yönelik mal ve hizmet alımı
ihtiyaçlarının 4734 sayılı Kanun kapsamı dışına çıkarılmasının tek bir
gerekçesi kalmaktadır: O gerekçe, 4734 sayılı Kanuna tabi olmama üzerinden,
4734 sayılı Kanuna göre yapılan ihaleleri şikayet ve inceleme merci olan Kamu
İhale Kurumu ve Kamu İhale Kurumu üzerinden de yargı denetiminden kaçırmaktır.
4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (b) fıkrasında, Kamu İhale
Kurumunun görevleri, 4734 sayılı Kanuna göre yapılacak ihalelerle
sınırlandırılmış; 54 üncü maddesinin birinci fıkrasında, ihale sürecindeki
hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara
uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya
istekli ile istekli olabileceklerin, 4734 Kanunda belirtilen şekil ve usul
kurallarına uygun olmak şartıyla şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda
bulunabilecekleri belirtilmiş; ikinci fıkrasında, şikayet ve itirazen şikayet
başvurularının, dava açılmadan önce tüketilmesi zorunlu idari başvuru yolları
olduğu hüküm altına alınmış; 57 nci maddesinde ise, 'Şikâyetler ile ilgili
Kurum tarafından verilen nihai kararlar Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde dava
konusu edilebilir ve bu davalar öncelikle görülür.' denilmiştir.
Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim ve
ortaöğretim okullarının bilişim teknolojisine yönelik mal ve hizmet alımı
ihtiyaçlarının 4734 sayılı Kanun kapsamı dışına çıkarılarak hazırlanacak
Yönetmelik hükümlerine göre temin edilmesi sayesinde, ihale sürecindeki hukuka
aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını
veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile
istekli olabilecekler, Milli Eğitim Bakanlığına şikayet, Kamu İhale Kuruluna
ise itirazen şikayette bulunamayacak; şikayette bulunulamadığı için Kamu İhale
Kurumu inceleyip karar alamayacak ve dolayısıyla Kamu İhale Kurumu kararı
üzerinden yargı denetimi yapılamayacaktır. Böylece ihale-şikayet-itirazen
şikayet-kurum kararı-yargı şeklinde işleyen hukuk yolu kapatılmış olacaktır.
Oysa, idareye şikayet, kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet ve
Kamu İhale Kurumu incelemesi ile Kamu İhale Kurumu kararları üzerinden
ihalelerin yargısal denetiminde, kamu yararı bulunduğu; kamu ihalelerinde
saydamlık, rekabet, eşit muamele, güvenilirlik, kamuoyu denetimi, kamusal
ihtiyaçların zamanında ve uygun şartlarla karşılanması ve kamusal kaynakların
verimli kullanılması ilkeleri üzerine kurulan kamu ihale düzeninin korunması
ile kamu ihalelerinde adalet ve hakkaniyetin sağlanmasına güvence oluşturduğu
için söz konusu sistem 4734 sayılı Kanunda yasalaştırılmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devleti
olduğu belirtilmiştir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğunun bilincinde olan
devlettir. Hukuk devleti ilkesinin ögeleri arasında yasaların kamu yararına
dayanması, kuralların herkes için konulması, kamu düzeninin kurulması ve
korunması amacına yönelik kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçülerinin göz
önünde tutulması gerekliliği bulunmaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim ve
ortaöğretim okullarının bilişim teknolojisine yönelik mal ve hizmet alımı
ihtiyaçlarının 4734 sayılı Kanun kapsamı dışına çıkarılarak ihalelerin idareye
şikayet, Kamu İhale Kurumuna itirazen şikayet ve Kamu İhale Kurumu denetimine
tabi olmadan yapılmasının önünü açmayı ve ihalelerin Kamu İhale Kurulu
kararları üzerinden yargısal denetiminin önünün kapatılmasını amaçladığından,
iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan çağdaş demokrasi, kamusal denetimi öngören
demokrasidir. Kamusal denetimden kaçmak, kamu kaynaklarının mevzuata uygun,
etkin, verimli ve tasarruflu kullanılmasından kaçmak; savurganlıklara,
usulsüzlüklere ve yolsuzluklara kapı aralamaktır.
4734 sayılı kanunda öngörülen idareye şikayet, Kamu İhale Kurumuna
itirazen şikayet ve Kamu İhale Kurumu incelemesi ile Kamu İhale Kurumu
kararları üzerinden ihalelerin yargısal denetiminin ortadan kaldırılmasını
amaçlayan iptali istenen düzenlemelerde, kamu yararı bulunmadığı gibi
saydamlık, rekabet, eşit muamele, güvenilirlik, kamuoyu denetimi, kamusal
ihtiyaçların zamanında ve uygun şartlarla karşılanması ve kamusal kaynakların
verimli kullanılması ilkeleri üzerine kurulan kamu ihale düzeninin korunması
amacına da ters düşmekte ve ayrıca kamu ihalelerinde adalet ve hakkaniyetin
sağlanmasına ve yolsuzlukların önlenmesine güvence de oluşturmadığından
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine bu açılardan da aykırılık
oluşturmaktadır.
Anayasanın 10 uncu maddesinde, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamayacağı; devlet organları ile idare makamlarının bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda
oldukları kurallarına yer verilmiştir.
Bu madde ile amaçlananın mutlak eşitlik değil, hukuksal eşitlik
olduğu açıktır. 'Yasa önünde eşitlik' ilkesi, yasalar karşısında herkesin eşit
olmasını, ayırım yapılmamasını, kimseye ayrıcalık tanınmamasını gerektirir.
Durumlarındaki farklılıklar kimi kişi, kurum ve toplulukların değişik kurallara
bağlı tutulmasına neden olabilirse de, bunun Anayasal eşitlik ilkesine aykırı
olmaması için söz konusu değişik kuralların, kişi, kurum veya toplulukların
farklılık ve özelliklerine dayanması gerekeceğinde şüphe yoktur.
İptali istenen düzenlemelerle Milli Eğitim Bakanlığına bağlı
okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarının bilişim teknolojisine
ilişkin mal ve hizmet alımları, 4734 sayılı Kanun kapsamından çıkarılmaktadır.
Oysa bilişim teknolojileri ekonomik bir sektördür ve tek kullanıcısı da Milli
Eğitim Bakanlığına bağlı okulöncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumları değil,
tüm kamu sektörüdür. Bu bağlamda, kamu kurumlarının bilişim teknolojisi
ihtiyaçlarını karşılamaları, 4734 sayılı Kanundan istisna tutulacak ise sadece
Milli Eğitim Bakanlığının değil, 4734 sayılı Kanuna tabi kamu kaynağı kullanan
tüm kamu kurum ve kuruluşlarının istisna tutulması gerekir. Aksine düzenleme,
Anayasanın 10 uncu maddesindeki eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 24 üncü maddesiyle 4734 sayılı Kamu İhale
Kanununa eklenen geçici 13 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
9) 30.03.2012 Tarihli ve 6287 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu
ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 25 inci Maddesiyle 5018
Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa Eklenen Geçici 20 nci Maddesinin
Anayasaya Aykırılığı
6287 sayılı Kanunun 25 inci maddesiyle 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununa eklenen geçici 20 nci madde ile Eğitimde
Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi
kapsamında, internet erişim hizmetleri ve ağ altyapısının sağlanması için mal
ve hizmet alımları ile yapım işlerinde, 2012-2016 yılları arasındaki 4 yıl
içinde Millî Eğitim Bakanlığı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığınca yapılacak ihalelerde üst yöneticinin onayıyla 15 yıla kadar
gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilmesi öngörülmektedir.
Anayasanın 161 inci maddesinin birinci fıkrasında, Devletin ve
kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu tüzelkişilerinin harcamalarının
yıllık bütçelerle yapılacağı kurala bağlandıktan sonra üçüncü fıkrasında,
Kanunun kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek
iş ve hizmetler için özel süre ve usuller koyabileceği istisnasına yer
verilmiştir.
Anayasanın 161 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sözü edilen
Kanunun öngöreceği özel süre ve usuller ise, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunun 'Gelecek yıllara yaygın yüklenmeler' başlıklı 28 inci
maddesinde düzenlenmiştir.
5018 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin birinci fıkrasında merkezi
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin, bir mali yıl içinde tamamlanması mümkün
olmayan yatırım projeleri için gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişebileceği
belirtilerek temel kural ortaya konulmuş; 25.04.2007 tarihli ve 5628 sayılı
Kanunun 2 nci maddesiyle değişik ek dördüncü fıkrasında ise, 'Yılı bütçesinde
ödeneği bulunması ve merkezî yönetim kapsamındaki idareler için Maliye
Bakanlığının uygun görüşünün alınması kaydıyla; satın alma suretiyle edinilmesi
ekonomik olmayan her türlü makine-teçhizat, cihazlar ve taşıtlar ile hava
ambulansı ve yangınla mücadele amacıyla hava ve deniz araçlarının kiralanması
veya finansal kiralama suretiyle temini; temizlik, yemek, koruma ve güvenlik
ile personel taşıma hizmetleri, 16/6/2005 tarihli ve 5369 sayılı Kanuna göre
sağlanan sabit ve ankesörlü telefon hizmetleri ile acil yardım çağrıları
hizmetleri ve okullara sağlanan internet erişim hizmetleri, harita, plan,
proje, etüt ve müşavirlik hizmetleri, ulusal araştırma geliştirme kurumlarının
süreli ve süresiz yayın alımları, orman ağaçlandırma ve amenajman işleri, kit
karşılığı cihaz, aşı ve anti-serum alımı için; süresi üç yılı geçmemek,
finansal kiralama suretiyle temin edileceklerde ise dört yıl olmak üzere üst
yöneticinin onayıyla gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilebilir.'
denilerek temel kuralın istisnasına yer verilmiştir.
Devletin ve diğer kamu tüzelkişilerinin yürütmekle yükümlü
oldukları tüm kamu hizmetleri yıllık değil, süreklidir; süreklilik taşır. Kaldı
ki kamu hizmetleri Anayasanın 128 inci maddesinde de belirtildiği üzere tanımı
itibariyle asli ve süreklidir. Buna karşın, Anayasanın 161 inci maddesinde
Devletin ve kamu iktisadi teşebbüsleri hariç diğer kamu tüzelkişilerinin
yürütmekle yükümlü oldukları asli ve sürekli hizmetlerin gerektirdiği harcamaların
sürekli (yıllara yaygın) bir şekilde değil, yıllık bütçelerle mali yıl içinde
yapılması öngörülmüştür. Anayasa bunun istisnasını, kalkınma planları ile
ilgili yatırımlar veya bir yıldan fazla sürecek iş ve hizmetlerle
sınırlandırmıştır.
Bu bağlamda, Anayasada yıllara yaygın yüklenmeye girişilebilmesi
için, ihtiyacın kalkınma planında yer alan ve bir mali yıl içinde
tamamlanamayacak olan yatırım projeleri veya niteliği itibariyle bir yıldan
fazla sürecek iş ve hizmetler olması gerektiği kuralı getirilmiştir.
Bu bağlamda internet erişim hizmetleri ve ağ altyapısının
sağlanması sürekli bir kamu hizmeti olmakla birlikte, internet erişim
hizmetleri ve ağ altyapısının sağlanması için yapılacak mal ve hizmet
satınalması işleri, kalkınma planları ile ilgili yatırımlar veya bir yıldan
fazla sürecek iş ve hizmetler kapsamında olmadığından ve yapılacak iş mal ve
hizmet satın alması olduğundan, tüm mal ve hizmet satın alması işlerinde olduğu
gibi ihtiyacın yıllara yaygın değil, mali yıl içinde yıllık bütçelerle
karşılanması gerekir.
İnternet erişim hizmetleri ve ağ altyapısının sağlanması için
yapılacak yapım işleri ise, niteliği itibariyle yapım işi olduğundan yılı
içinde tamamlanamayacak nitelikte olması veya tamamlanamaması halinde yıllara
yaygın hale gelir ve 5018 sayılı Kanunun 28 inci maddesinin birinci fıkrası
kapsamında olduğundan ayrıca ek yasal düzenlemeye ve dolayısıyla 5018 sayılı
Kanuna geçici 20 nci maddenin eklenmesine ihtiyaç bulunmamaktadır.
Öte yandan, yıllara yaygın olmanın özellikle bilişim sektörü gibi
gelişme ve yeniliklerin baş döndürücü bir hızla ilerlediği bir sektörde yapımın
makul bir süresinin olması gerekir. Yıllara yaygınlığı 15 yıl süren bir
internet ağ altyapısının yapımı işinde, daha ağ altyapısı hizmete girmeden
kullanılan malzemeler eskir, yıpranır, çürür veya en azından kullanılan
teknoloji demode olur. Dolayısıyla yapılan yatırım işlevsiz kalır. Bu bağlamda
yıllara yaygın yapım işlerinde, işin en kısa sürede tamamlanarak hizmete
açılması esastır ve yıllara yaygınlığa yasa ile süre konulamaz. Süresi işin
yapımının tamamlanmasının öngörüldüğü tarihtir ve bu tarih yasal düzenlemeye
konu oluşturmaz.
Bununla birlikte, 5018 sayılı Kanuna 22.12.2005 tarihli ve 5436
sayılı Kanunun 10 uncu maddesiyle eklenen ek dördüncü fıkrasında 25.04.2007
tarihli ve 5628 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle yapılan değişiklik sonucu, bazı
kiralamalarla mal ve hizmet satın alma işlerinin 3 yılı geçmemek üzere yıllara
yaygın yapılabileceğine ve bunlar arasında 'okullara sağlanan internet erişim
hizmetleri'nin de yer aldığına ilişkin istisnai hüküm konulduğu iddiası ileri
sürülebilir. Bu doğrudur. Ancak, bunun doğru olması, 5018 sayılı Kanunun 28
inci maddesinin ek dördüncü fıkrasındaki düzenlemelerin Anayasanın 161 inci maddesine
uygun olduğu anlamına gelmediği gibi, sözü edilen ek dördüncü fıkradaki gelecek
yıllara yaygın yüklenmeler, 'yılı bütçesinde ödeneğinin bulunması', 'Maliye
Bakanlığından uygun görüş alınması' ve 'süresinin üç yılı geçmemesi' gibi
Anayasal bütçe tekniği ve uygulaması ile ilgili üç temel koşula bağlanmıştır.
Oysa iptali istenen geçici 20 nci madde ile FATİH Projesi
kapsamında, hiç bir koşula bağlanmadan Millî Eğitim Bakanlığı ile Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına, internet erişim hizmetleri ve ağ
altyapısının sağlanması için mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinde,
2012-2016 yılları arasındaki 4 yıl içinde yapılacak ihalelerde üst yöneticinin
onayıyla 15 yıla kadar gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişilmesi yetkisi verilmektedir.
Bu yetkinin Anayasanın 161 inci maddesine aykırı olduğunda şüphe yoktur.
Anayasanın 10 uncu maddesinde, herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu; hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamayacağı; Devlet organları ile idare makamlarının bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda
oldukları kurallarına yer verilmiştir.
Bu madde ile amaçlananın mutlak eşitlik değil, hukuksal eşitlik
olduğu açıktır. 'Yasa önünde eşitlik' ilkesi, yasalar karşısında herkesin eşit
olmasını, ayırım yapılmamasını, kimseye ayrıcalık tanınmamasını gerektirir.
Durumlarındaki farklılıklar kimi kişi, kurum ve toplulukların değişik kurallara
bağlı tutulmasına neden olabilirse de, bunun Anayasal eşitlik ilkesine aykırı
olmaması için söz konusu değişik kuralların, kişi, kurum veya toplulukların
farklılık ve özelliklerine dayanması gerekeceğinde şüphe yoktur.
İptali istenen düzenlemelerleFATİH Projesi kapsamında Millî Eğitim
Bakanlığı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına, internet erişim
hizmetleri ve ağ altyapısının sağlanması için mal ve hizmet alımları ile yapım
işlerinde, 2012-2016 yılları arasındaki 4 yıl içinde yapılacak ihalelerde üst
yöneticinin onayıyla 15 yıla kadar gelecek yıllara yaygın yüklenmeye girişme
yetkisi verilmektedir. Oysa, internet erişim hizmetleri ve ağ altyapısının
sağlanması için mal ve hizmet alımları ile yapım işleri, interneti kamu
hizmetlerinin etkin, verimli ve hızlı yürütülmesi amacıyla kullanan Tapu
Kadastro Genel Müdürlüğünden Nüfus İşleri Genel Müdürlüğüne, İçişleri
Bakanlığından Adalet Bakanlığına, Sayıştay Başkanlığından TÜİK Başkanlığına
kadar tüm kamu kurum ve kuruluşlarının ortak ihtiyacıdır. Bu bağlamda, kamu
kurumlarına bilişim teknolojisi ihtiyaçlarının karşılanmasında Anayasal bir
ayrıcalık takınacak ise, bunun sadece Milli Eğitim Bakanlığı ile Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığına yada sadece FATİH Projesine değil,
tamamına ve tüm projelere tanınması ve internet erişimi ve ağ altyapısı kuran,
yenileyen, modernize eden tüm kamu kurum ve kuruluşlarına 2012-2016 yılları
arasındaki 4 yıl içinde yapacakları mal ve hizmet alımları ile yapım işleri
ihalelerinde üst yöneticinin onayıyla 15 yıla kadar gelecek yıllara yaygın
yüklenmeye girişme yetkisi verilmelidir. Aksine düzenleme, Anayasanın 10 uncu
maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Anayasanın 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında,
Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet meclisince
onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak
değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği
öngörülmüştür.
30.10.1984 tarihli ve 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürüklüğe
Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasında,Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyonlarının kendilerine
havale edilen kanun tasarısı ve teklifleri ile bu tasarı ve teklifler üzerinde
verilen değişiklik önergelerini, Kalkınma Planına uygunluk bakımından da
inceleyecekleri ve uygun bulmadıkları takdirde reddedecekleri; (2) numaralı
fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının Kalkınma Planıyla ilgili
gördüğü tasarı ve teklifleri en son olarak Plan ve Bütçe Komisyonuna havale
edeceği; Kanun tasarı ve tekliflerinin, Hükümetin veya Genel Kurulun lüzum
göstermesi halinde de, Plan ve Bütçe Komisyonuna havale olunacağı; (3) numaralı
fıkrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunun (1) ve (2)
numaralı fıkralarda belirtilen kanun tasarı ve tekliflerinden başka, kamu
harcama veya gelirlerinde artış veya azalış gerektiren kanun tasarı veya
tekliflerini veyahut sadece belli maddeleri bu niteliği taşıyan tasarı veya
tekliflerini de inceleyeceği hüküm altına alınmıştır.
FATİH Projesi, 2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma
Planı'nda yer almamaktadır ve bu haliyle kalkınma planında değişiklik
öngörmenin yanında 6728 sayılı Kanunun dayanağını oluşturan Kanun Teklifi kamu
harcama ve gelirlerinde artışı öngörmektedir. Bu nedenle de Anayasanın 166 ncı
maddesinin üçüncü fıkrası gereğince çıkarılan 3067 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesi gereğince Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi gerekmektedir. Anılan
Kanun Teklifinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeden yasalaşması,
Anayasanın 166 ncı maddesine aykırılık oluşturur.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 25 inci
maddesiyle 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa eklenen geçici 20
nci maddesi, Anayasanın 10 uncu ve 161 inci ve 166 ncı maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
İptali istenen kurallar, anayasa hükümlerine açıkça aykırı olduğu
gibi, kamu yararına dayanmayan, laik sosyal hukuk düzenini özünden zedeleyecek,
ayrıca din istismarına uygun zemin hazırlayarak, halkımızı ayrıştırıp,
kutuplaşmalara neden olacak düzenlemeler olduğundan, uygulanmaları halinde
sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız durum ve zararlara yol açacağı
açıktır.
Öte yanda, Anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağından
şüphe yoktur.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya
açıkça aykırı olan iptali istenen kuralların, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle 30.03.2012 tarihli 6287 sayılı
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanunun;
1. 1inci maddesi ile değiştirilen 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü
maddesinin ve aynı Kanunun 7 nci maddesi ile değiştirilen 14/6/1973 tarihli ve
1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 22 nci maddesi Anayasanın 2 nci, 5
inci, 10 uncu, 17 nci, 24 üncü, 41 inci, 42 nci, 65 inci, 90 ıncı ve 166 ncı
maddelerine;
2.2 nci maddesi ile değiştirilen 222 sayılı Kanunun 7 nci maddesi
Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 14 üncü, 24 üncü, 41 inci ve 42 nci maddelerine;
3.3 üncü maddesi ile değiştirilen 222 sayılı Kanunun 9 uncu
maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile yine aynı Kanunun 8 inci maddesi
ile değiştirilen 1739 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin son cümlesi Anayasanın
2 nci, 5 inci, 10 uncu, 17 nci, 27 nci, 41 inci ve 42 nci maddelerine;
4.9 uncu maddesi ile değiştirilen 1739 sayılı Kanunun 25 inci
maddesinin mülga birinci fıkrası Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 14 üncü, 17 nci, 24
üncü, 27 nci, 41 inci, 42 nci, 65 inci, 90 ıncı, 153 üncü, 163 üncü, 166 ncı ve
174 üncü maddelerine,
5.12 nci maddesi ile değiştirilen 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı
Mesleki Eğitim Kanununun 18 inci maddesinin birinci fıkrasından yüzde onundan
fazla ibaresinin, çıkarılmasına ilişkin hüküm, Anayasanın, 5 inci, 10 uncu, 17
nci, 42 nci, 65 inci ve 90 ıncı maddelerine,
6.13 üncü maddesi ile değiştirilen 16/8/1997 tarihli ve 4306
sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesinin (A) fıkrasının (2) numaralı bendinin
(c) alt bendinde yer alan 'sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim' ibaresinin
'ilköğretim ve ortaöğretim' şeklinde değiştirilmesinin ve maddede yeralan
'sekiz yıllık kesintisiz' ibarelerinin madde metninden çıkartılmasına ilişkin
hüküm, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 10 uncu, 17 nci, 24 üncü, 27 nci, 42 nci, 65
inci ve 163 üncü maddelerine,
7.14 üncü maddesiyle değiştirilen, 2547 sayılı Yükseköğretim
Yasası'nın 45 inci maddesinin (a), (b), (d), (e) bendlerinin Anayasanın
başlangıç, 2 nci, 10 uncu, 11 inci, 24 üncü, 42 nci, 130 uncu, 131 inci, 174
üncü, (c) bendi ile (f) bendindeki '' ile ortaöğretimin tamamını yurtdışında
yurt dışında tamamlayan öğrencilerin '' ibaresi, Anayasanın 7 nci, 10 uncu ve
87 nci maddelerine; 16 ncı maddesi ile2547 sayılı Kanuna eklenen geçici 65 inci
maddesininAnayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine,
8.Kanunun 24 üncü maddesiyle 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa
eklenen geçici 13 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine,
9. Kanunun 25 inci maddesiyle 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununa eklenen geçici 20 nci maddesi, Anayasanın 10 uncu, 161 inci ve
166 ncı maddelerine
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde
giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin
istemimizi saygı ile arz ederiz.'"