"...
II- İTİRAZLARIN GEREKÇELERİ
A- 2012/45 Esas Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü
Şöyledir:
'Sanık hakkında Genelkurmay Askeri Savcılığının 17 Ekim 2011 gün
ve 2011/195-105 esas ve karar sayılı iddianamesi ile 5237 sayılı TCK.nun 250/1
nci maddesinde düzenlenen icbar suretiyle irtikap suçundan kamu davası açılmış
olup, bu suçtan Mahkememizde yargılaması devam etmektedir. Sanık hakkında
mahkememizde yargılama devam ederken Askeri Yargıtay Daireler Kurulu 16.02.2012
gün ve 2012/6- 21 E.K. sayılı kararı ile özetle; 'Svl.Me. M.. G.. İ.. hakkında
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen ve 28 Kasım 2011 tarihinde
büyük daire tarafından temyiz talebinin reddedilmesi üzerine kesinleşen Ocak
2012 tarihinde UYAP'ta yayınlanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 nci
Dairesinin 45912/06 numaralı kararı ve T.C. Anayasası'nın 2, 36, 37 ve 90 ncı
maddeleri dikkate alınarak Milli Savunma Bakanlığında veya Türk Silahlı
Kuvvetlerinde görevli sivil memurların askeri mahkemelerde yargılanmaları
sonucu verilecek kararların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince adil yargılama
hakkının ihlali olarak kabul edileceği anlaşıldığından, AİHM.'nin sözleşmeyi
yorumlamaya yetkili tek organ olması nedeniyle sözleşmeye aykırılığını
saptadığını Türk yasalarının (MSB. ve TSK.'da görevli sivil memurların askeri
mahkemelerde yargılanmalarına olanak tanıyan düzenlemelerin) uygulanmaması,
sanığın adil yargılama hakkının ihlal edilmemesi bakımından somut olayda adliye
mahkemelerinde yargılanmasının sağlanması gerektiğini belirterek, başka bir
suçtan yargılanan Svl.Me. Y.S.'nin Anayasa'nın 90 ncı maddesinin son fıkrası
kapsamında uluslararası anlaşma esas alınarak yargı yerinin belirlenmesi,
sanığın yargılamasının adliye mahkemelerinde yapılması gerektiği yönünde
mahkumiyet hükmünün görev yönünden bozulmasına' karar vermiştir.
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 16.02.2012 gün ve 2012/6-21
E.K. sayılı kararları ile atıfta bulunduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 nci
Dairesinin 45912/06 numaralı kararı sonrasında ortaya çıkan görev hususundaki
hukuksal durumun değerlendirilmesi açısından öncelikle mevcut iç hukuk
mevzuatının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın, 5982 sayılı Yasa ile
değiştirilen 'Askeri Yargı' başlıklı 145/1-3'üncü maddesinde, askeri yargının
görev alanı;
'Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri
tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askeri
suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle
ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin
güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar
her halde adliye mahkemelerinde görülür.
Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde
yargılanamaz.
Askeri mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler
bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adli
yargı hakim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.' şeklinde
düzenlenmiştir.
5982 sayılı Yasa ile değiştirilen ve henüz Anayasaya uyumla ilgili
düzenlemelerin, kanunlaşmaması sebebi ile 353 sayılı Kanun'a yansıtılmayan
Anayasa hükümlerine göre, savaş hali haricinde asker olmayan kişilerin Askeri
Mahkemede yargılanması söz konusu değildir.
Asker kişi tanımı Anayasa'da yapılmamakla birlikte, 353 sayılı
Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 'Asker kişiler'
başlıklı 10'uncu maddesinde; bu Kanun'un uygulanmasında kimlerin asker kişi
sayılacağı, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 'Askeri şahıslar' başlıklı
3'üncü maddesinde de; kimlerin askeri şahıs olduğu sayma yöntemi ile
gösterilmiştir. Bu maddelerde gösterilmeyen/sayılmayan kişilerin 'sivil
kişiler' olarak kabul edilmesi gerektiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.
Öte yandan, 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu'nun 2/2'nci
maddesinde, Asker; 'Askerlik mükellefiyeti altına giren şahıslarla (Erbaş ve
erler) özel kanunlarla Silahlı Kuvvetlere intisabeden veresmi bir kıyafet
taşıyanşahsa denir.' şeklinde tanımlanmıştır. 211 sayılı TSK İç Hizmet
Kanunu'nun 2/2'nci maddesinde belirtilen asker tanımı açısından temel kriterin
özel biçime sahip, ayırıcı özelliklere sahip, yasalarla belirlenen rütbe,
işaret gibi semboller taşıyan, asker kişiyi diğer kişilerden ayıran resmi bir kıyafet
taşıma olduğu açıktır.
As.C.K.nın 3/2'nci maddesinde (4551 sayılı Kanun ile yapılan bu
düzenlemenin (değişikliğin), Anayasa Mahkemesinin 25.11.2005 tarihli ve 2003/34
Esas-2005/91 Karar sayılı kararıyla, Anayasa'nın 2, 10, 19, 38, 128 ve 129'uncu
maddelerine aykırı olmadığına karar verilmiştir), 'Milli Savunma Bakanlığı ile
Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan Devlet memurlarının asker
kişi sıfatları, 04.01.1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç
Hizmet Kanunu'nun 115'inci maddesinde belirtilen yükümlülükleri ile
sınırlıdır.' şeklinde yer alan ifadeyle, Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşunda çalışan sivil personelin As.C.K'nın uygulaması anlamında asker kişi
sıfatları sınırlandırılmıştır (Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 01.02.2001
tarihli ve 2001/7-13 sayılı kararı).
211 sayılı İç Hizmet Kanunu'nun 115'inci maddesi; 'Silahlı
Kuvvetlerde çalışan sivil memur, müstahdem, müteferrik müstahdem ve gündelikçi
sivil personel bu Kanunun askerlere tahmil ettiği, sorumluluk ve hizmetlerin
ifası bakımından:
a) Amir vazifesi alanlar; maiyetindeki bütün askeri ve sivil
personele hizmetin icap ettirdiği emirleri verebilir. Ceza vermek salahiyetleri
yoktur. Maiyetin cezalandırılması icabeden hallerde en yakın askeri amire müracaat
edilir.
b) Bütün sivil personel emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı
ast durumunda olup bu Kanunun 14'üncü maddesinin asta tahmil ettiği vazifeleri
aynen yapmaya mecburdurlar. Hilafına hareket edenler askerlerin tabi olduğu
cezai müeyyidelere tabi olurlar.'
Aynı Kanun'un 14'üncü maddesi ise; 'Ast; amir ve üstüne umumi adap
ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeye, amirlerine mutlak surette
itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate
mecburdur.
Ast muayyen olan vazifeleri, aldığı emri vaktinde yapar ve
değiştiremez, haddini aşamaz. İcradan doğacak mesuliyetler emri verene aittir.
İtaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler, sözler, yazılar ve
fiil ve hareketler cezai müeyyidelerle men olunur.' hükümlerini içermektedir.
Bu itibarla, madde metinlerinden açıkça anlaşılacağı üzere, Türk
Silahlı Kuvvetlerinde görevli tüm sivil personelin emrinde çalıştıkları askeri
amirlere karşı ast durumunda oldukları, İç Hizmet Kanunu'nun 14'üncü maddesinde
asta yüklenen görevleri aynen yapmaya mecbur oldukları, aksine hareket
edenlerin askerlerin tabi olduğu cezai müeyyidelere tabi olacakları
belirtilmiştir. Buna göre ve yerleşmiş Askeri Yargıtay İçtihatları da nazara
alındığında Milli Savunma Bakanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli tüm
sivil personel, Askeri Ceza Kanununda yazılı, 'amiri tehdit', 'amire hakaret',
'amire mukavemet', 'amire fiilen taarruz', 'emre itaatsizlikte ısrar' gibi
askeri cürümleri; 477 sayılı Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanunda
yazılı, 'amire saygısızlık', 'emre itaatsizlik', 'amire bilerek doğru
söylememek' gibi disiplin suçlarını işleyebileceklerdir (Askeri Yargıtay
Daireler Kurulunun 05.06.2003 tarihli ve 2003/57-56 sayılı kararı).
Ancak askeri yargının görev alanını kişi yönünden belirleyen ve
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, 5982 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önceki
'Askeri Yargı' başlıklı 145 nci maddesi ile uyumlu bulunduğu görülen 353 sayılı
Kanun'un 10/C-D maddesinde; 'Milli Savunma Bakanlığı veya Türk Silahlı
Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel' ile 'Askeri
işyerlerinde çalışan ve İş Kanununa tabi bulunan işçiler'de, asker kişi olarak
sayılmıştır.
Dolayısıyla, 211 sayılı Kanun'un tanımlamasından farklı olarak,
esasen üniforma giymeyen ve silah taşımayan TSK bünyesindeki sivil personel,
hiçbir ayrım gözetilmeksizin, 'askeri suçları ile bunların asker kişiler
aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri
suçları' yönünden, diğer asker kişiler gibi Askeri Mahkemelerinin yargılamasına
tabi tutulmuşlardır.
Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil
personel ile işçilerin yargılanmasına ilişkin yasal düzenlemeler belirlendikten
sonra, bu aşamada, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olan doğal
yargıç ilkesinin tanımlanması gerekmektedir.
Davayı görecek yargıcın, suçun işlenmesinden önce yasa ile belli
edilmesini öngören doğal yargıç ilkesi, Anayasa'nın 37'nci maddesinde, hiç
kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamayacağı,
ayrıca, bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü mercilerin
kurulamayacağı, şeklinde düzenlenmiştir.
Nihayetinde, dar anlamda 'doğal yargıç' kavramı, suçun
işlenmesinden önce yasayla belli edilmiş yargıç diye tanımlanmakta olup, askeri
yargının görev alanını düzenleyen mevzuat sistematiğine bakıldığında, Türk
Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personel ile işçilerin
yargılanmasını, 'askeri suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya
askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçları' yönünden
Askeri Mahkemelere tabi kılan yasal düzenlemenin, şeklen doğal yargıç ilkesine
uygun olduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesi de, 20.11.1990 tarihli ve 1990/13
Esas-1990/30 Karar sayılı kararında; yargılama makamlarının suçun işlenmesinden
veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra kurulmasına veya yargıçların
atanmasına engel oluşturan, sanığa veya davanın yanlarına göre yargıç
atanmasına olanak vermeyen 'doğal yargıç' ilkesini, dar anlamda kabul
etmektedir.
Doğal yargıç ilkesinin, geniş anlamda yorumlanması ve adil
yargılanma ilkesinin 'mahkemelerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı' ilkesiyle sıkı
bir ilintisinin bulunduğu açıktır.
Anayasa'nın 90/5'inci maddesinde yer alan 'Usulüne göre yürürlüğe
konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında
Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.'
şeklindeki hükümle, iç hukukumuzun bir parçası haline gelen ve mahkemelerce
re'sen dikkate alınması hususunda duraksama bulunmayan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin (AİHS) 'Adil yargılama hakkı' başlıklı 6'ncı maddesinde;
'1. Her şahıs gerek medeni hak ve vecibeleriyle ilgili nizalar
gerek cezai sahada kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar
verecek olan, kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının
makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek
hakkını haizdir.
Hüküm aleni olarak verilir, şu kadar ki demokratik bir toplulukta
amme intizamının veya milli güvenliğin veya ahlakın yararına veya küçüğün
menfaati veya davaya taraf olanların korunması veya adaletin selametine zarar
verebileceği bazı hususi hallerde, mahkemece zaruri görülecek ölçüde, aleniyet
davanın devamınca tamamen veya kısmen basın mensupları ve halk hakkında tahdit
edilebilir.
2. Bir suç ile itham edilen her şahıs suçluluğu kanunen sabit
oluncaya kadar masum sayılır.
3. Her sanık ezcümle:
a) Şahsına tevcih edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir
zamanda, anladığı bir dille ve etraflı surette haberdar edilmek,
b) Müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara
malik olmak,
c) Kendi kendini müdafaa etmek veya kendi seçeceği bir müdafii
veya eğer bir müdafii tayin için mali imkanlardan mahrum bulunuyor ve adaletin
selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani
yardımından istifade etmek,
d) İddia şahitlerini sorguya çekmek veya çektirmek, müdafaa
şahitlerinin de iddia şahitleriyle aynı şartlar altında davet edilmesini ve
dinlenmesinin sağlanmasını istemek,
e) Duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde
bir tercümanın yardımından meccanen faydalanmak,
haklarına sahiptir.' şeklinde düzenleme yer almaktadır.
Hemen bu bağlamda belirtmek gerekir ki, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi (AİHM) 2'nci Dairesinin İçen-Türkiye No: 45912/06 kararıyla, özetle;
askeri mahkemelerin yargılama yetkisinin, zorunlu haller ve gerekçeler (her bir
vaka için somut olması) dışında sivil kişilere uygulanmaması gerektiğini ve
yasal dayanağının açık ve öngörülebilir olması gerektiğini, somut olayda sivil
bir kişi olan sanığın askeri mahkemede yargılanmasını haklı çıkaracak
gerekçelerin oluşmadığı kanaatiyle, ulusal yargı tarafından öngörülse bile,
sivil kişi olan sanığın, ordu mensubu hakimler tarafından yargılanmalarından
dolayı bu mahkemelerin bağımsızlığına ve tarafsızlığına dair duydukları şüphe
gerekçesiyle, askeri mahkemelerin sivilleri yargılama yetkilerinin AİHS'nin
6/1'inci maddesine aykırı olduğuna karar verilmiştir.
AİHS'nin 6'ncı maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkına
altlanan kavramlar, yasal, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, makul
sürede yargılanma, açık (aleni) yargılama, vicahilik, masumiyet karinesi,
silahların eşitliği ilkesi, sanık hakları şeklinde özetlenebilir. Ancak,
AİHM'nin söz konusu kararının içeriğinde, daha önceki kararlarına da atıfta
bulunarak, adil yargılanma hakkı kapsamında bağımsız ve tarafsız mahkeme
kavramına dayandığı görülmektedir.
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 16.02.2012 tarihli ve 2012/6-21
sayılı kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2'nci Dairesinin İçen-Türkiye
No: 45912/06 kararı gözetilerek, Anayasa'nın 90/5'inci maddesi uyarınca,
AİHS'nin 6/1'inci maddesi doğrultusunda (353 sayılı Kanun'un 10/C-D maddesinin
uygulanması olanağının kalmadığı) görevsizlik kararı verilmesi gerektiğinden
bahisle mahkumiyet hükmünün bozulmasına karar verilmiş ise de;
'Mevzuat hükümlerinin yorumlanmasında Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi içtihatlarının yön göstericiliğinden faydanılması gerektiği izahtan
vareste olmakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının doğrudan
iç mevzuat hükümlerini ortadan kaldırma yeteneğinin bulunmadığı, Anayasanın
90/5'inci maddesinin bu yönde bir yorumda bulunulmasına elverişli olmadığı
hususunda duraksama bulunmamalıdır.
Zira, Anayasa'nın 90/5'inci maddesinde, 'temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma
hükümleri esas alınır' şeklinde yer verilen ifadedeki uyuşmazlığın, sözleşme
ile iç hukuk metinleri arasındaki somut farklılıklar olarak algılanması
gerekmektedir.
AİHM'nin içtihadıyla, iç hukukta yer alan ve usulüne göre
yürürlüğe girmiş bulunan normların ortadan kaldırılabileceğine ilişkin bir
kabulün, ceza yargılamasında mutlak aranması gereken, yasal dayanağın açık ve
öngörülebilir olması kuralına aykırılık oluşturacağı, hukuk kurallarının açık
veya örtülü olarak ortadan kaldırılmasına ilişkin ilkelerle de bağdaşmayacağı
açıktır.
Mevzuatın, içtihat doğrultusunda yorumlanması suretiyle
uygulanması olanağı bulunmadığı hallerde, diğer bir deyişle AİHM içtihadının, mevzuat
değişikliğini gerekli kılması halinde, meclisin içtihadın yorumuna uygun
şekilde söz konusu kanun değişikliğini yapması gerekmektedir. Nitekim,
DGM'lerde askeri hakimlerin bulunmasına ilişkin düzenleme de, mevzuat
değişikliğiyle AİHS'nin yorumuna (AİHM içtihadına) uygun hale getirilmeye
çalışılmıştır. Benzer yöntem, üye devletlerin bir çoğu tarafından uygulanmakta,
esasen sistem de buna ilişkin bir mekanizmayı (AİHS'nin 46/2'nci maddesi)
bünyesinde barındırmaktadır.
Diğer taraftan, sadece o davaya özgü olarak tespit edilen
aykırılığın iç hukukta yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmesi
suretiyle, AİHS'nin 46/1 inci maddesi kapsamında AİHM'nin kararlarına uyulması
zorunluluğunun karşılanması da, mevzuat değişikliği gerektiren durumlarda seri
olarak AİHS'ne aykırılık oluşturan kararlar alınmasına engel olmayacağı
açıktır.
Dolayısıyla, somut olayda, herhangi bir yasa değişikliğine
gidilmediğine göre, kanımızca, AİHM içtihadının iç hukuk normunu kendiliğinden
ortadan kaldırma olanağı da bulunmadığına göre, yargı olarak çözümü iç
hukukumuzun mekanizmaları içinde aramak ve bulmak gerekir.
Anayasa'nın 152'nci maddesine göre, uygulanmakta olan kanun
hükmünün Anayasa hükümlerine aykırı olduğu kanısına varıldığında, Anayasa
Mahkemesine başvurulması ve bu konuda karar verilinceye kadar da davanın geri
bırakılması mümkün bulunmaktadır.
AİHM'nin kararı, mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı kavramına
dayanmakta olup, Anayasa'nın 36/1'inci maddesinde adil yargılanma hakkına yer
verilmiştir. Askeri Yargı organlarının kuruluşunun, işleyişinin, askeri
hakimlerin özlük işlerinin, askeri savcılık görevlerini yapan askeri hakimlerin
görevli bulundukları komutanlıkla ilişkilerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve
hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceğine' dair Anayasa'nın
145'inci maddesinin, AİHS'nin 6'ncı maddesinde tanımlanan adil yargılanma
hakkına altlanan mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı kavramlarını
karşıladığı ve desteklediği görülmektedir.
Ayrıca Hukuk devleti ilkesi Anayasanın 2 nci maddesinde
düzenlenmiş olup, 10 ncu maddede ise eşitlik ilkesi düzenlenmiştir. Anayasanın
eşitlik ilkesi gereği eşitlik her bakımdan aynı hukuki durumda olanlar arasında
aranacak bir özellik olup, farklı durumdakilere farklı kurallar uygulanması
eşitliği bozmaz ise de, kişilerin farklı kurallara tabi tutulmalarının haklı
nedenlere dayanıyor olması gerekmektedir. Kişilerin farklı kurallara tabi
tutulmaları haklı nedenlere dayanmıyorsa eşitlik ilkesi ihlal edilmiş
olacaktır. Anayasa Mahkemesi kararlarında eşitlik ilkesine aykırılığın hukuk
devleti ilkesine de aykırılık oluşturacağı kabul edilmektedir. Bu anlamıyla
savaş ve yakın savaş tehdidi dışında MSB ve TSK.lerinde görev yapan ancak
üniforma taşımayan sivil personel ve işçilerin, diğer sivillerden ayrı bir
yargılama rejimine tabi tutulmasının haklı nedenlere dayandığının kabulünü
gerektirir hukuki argümanların varolmadığı da açıktır.
Diğer taraftan, objektif olarak herkes tarafından asker kişi
olarak algılanan Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında görevli resmi
kıyafet taşıyan personelin de, Anayasamız ve 353 sayılı Kanunda belirtilen
şekilde işlediği suçları açısından bağımsız ve tarafsız bir mahkemece
yargılanmayı isteme hakkına sahip olduğunu ve bu hakka tüm makamlarca (mevzuatı
belirleyen ve mevzuata uygun yargılamayı yapan) saygı gösterilerek hareket
edilmesi gerektiğine işaret edildikten sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşlarında çalışan sivil personel ile işçilerin hiçbir ayrım
gözetilmeksizin, sübjektif yönden bağımsız ve tarafsız olduklarında hiçbir
kuşku bulunmayan, fakat görünümü ve algılanması yönünden (objektif olarak)
bağımsızlığı ve tarafsızlığı bakımından kuşku duyulabilen askeri yargıya tabi
olmasının adil yargılanma hakkına altlanan mahkemenin bağımsızlığı ve
tarafsızlığı kavramları bağlamında Anayasa hükümlerine aykırılık oluşturduğu
kanaatindeyiz.
Bu itibarla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin dayanmış olduğu
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1'inci maddesinde belirtilen adli
yargılanma hakkı, Anayasa'nın 36'ncı maddesinde doğrudan düzenlenmiş ve bu
ilkeyi destekleyici hükümler ve hukuk sistemimizin işleyişi ve bütünlüğü
açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2'nci Dairesinin İçen-Türkiye No:
45912/06 kararı da dikkate alınarak, 353 sayılı Kanun'un 10/C-D maddeleri, 1632
sayılı Askeri Ceza Kanununun 3 ncü maddesinin 1 nci fıkrasındaki 'Milli Savunma
Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil
personel' ibaresi, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 3 ncü maddesinin 2 nci fıkrasının
Anayasa'nın 2, 10, 36 ve 145'inci maddelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmış
ise de; Anayasamızın, Anayasaya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi
başlıklı 152 nci maddesinde bir davaya bakmakta olan mahkemenin davada
uygulanacak bir kanun yada kanun hükmünde kararnamenin hükümlerinin Anayasaya
aykırılığını ileri sürebileceğinin belirtilmesi karşısında, müsnet davada
uygulanacak Kanun hükmünün 353 sayılı Kanun'un 10/C maddesi olması sebebiyle
353 sayılı Kanun'un 10/C maddesinin Anayasa'nın 2, 10, 36 ve 145'inci
maddelerine aykırılık oluşturması nedeniyle, bu fıkranın iptali istemiyle T.C.
Anayasasının 152 nci maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
gerekçeli kararın ve dava dosyasının onaylı suretinin Anayasa Mahkemesine gönderilmesine
karar verilmiştir.'
B- 2012/52 Esas Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü
Şöyledir:
'353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanununun'Asker kişiler'başlıklı 10'uncu maddesinde, bu Kanun'un uygulanmasında
kimlerinasker kişisayılacağı, 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun'Askerî
şahıslar'başlıklı 3'üncü maddesinde de kimlerin askerî şahıs olduğu sayma
yöntemi ile gösterilmiş, bu maddelerde gösterilmeyen/sayılmayan kişilerin'sivil
kişiler'olduğu kabul edilmiştir.
353 sayılı Kanun'un 10/C bendine göreMilli Savunma Bakanlığı veya
Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivilpersonel bu
Kanunun uygulanmasında asker kişi sayılırlar.
1632 sayılı Kanun'un 3'üncü maddesine göreMilli Savunma Bakanlığı
veya Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşlarında çalışan sivil personelbu
Kanunun uygulanmasında askeri şahıs olup, bu şahıslarınasker kişi sıfatları 211
sayılı İç Hizmet Kanunu'nda sayılan yükümlülükleri ile sınırlıdır.
18.10.1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nın;
'Cumhuriyetin nitelikleri'başlıklı 2'nci maddesinde;
'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insanhaklarınasaygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal birhukukDevletidir.'
'Hak arama hürriyeti'başlıklı 36'ncı maddesinde;
'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ileadil yargılanmahakkına
sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.'
'Tabi hâkim' ilkesini somut hâle getiren'Kanuni hâkim güvencesi'başlıklı
37'nci maddesinde;
'Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.'
'Milletlerarası antlaşmaları uygun bulma'başlıklı 90'ıncı
maddesinde;
'...Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar
kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere
ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler
içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma
hükümleri esas alınır.'
'Mahkemelerin kuruluşu'başlıklı 142'nci maddesinde;
'Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama
usulleri kanunla düzenlenir.'
'Askerî Yargı'başlıklı 145'inci maddesinde;
'Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri
tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî
suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleri
ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir.
Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara
ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.
Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askeri mahkemelerde
yargılanamaz'' hükümlerine yer verilmiştir.
353 sayılı Kanun'un;
'Genel görev'başlıklı 9'uncu maddesi, Anayasa'nın 145'inci
maddesinin 1'inci fıkrasındaki düzenlemeyi aynen içermektedir. (12.09.2010
tarih ve 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Kanununun 15 nci maddesi ile 'askeri
mahal' ibaresi Anayasadan ve zimnen bu kanundan kaldırılmıştır)
'Barış zamanında sivil kişilerin Askerî Ceza Kanununa tabi
suçlarında yargılama merci'başlıklı 13'üncü maddesinde;
'Askerî Ceza Kanunu'nun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79,
80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 13l'inci maddelerinde yazılı suçlar, askerî
mahkemelerin yargı yetkisine tabi olmayansivil kişiler tarafından barış
zamanında işlenirse;bu kişilerin yargılanması,adli yargı mahkemeleri
tarafından,Askerî Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır.' Hükmü
yer almaktadır.
09.07.2009 tarihli ve 27283 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 5918 sayılı'Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun'un 6'ncı maddesi ile, 5271 sayılı CMK'nın 3'üncii
maddesine eklenen 2'nci fıkra;
'Barış zamanında,asker olmayan kişilerinAskerî Ceza Kanununda veya
diğer kanunlarda yer alan askerî mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek
başına veya asker kişilerle iştirak hâlinde işlemesi durumunda asker olmayan
kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı
mahkemeleri tarafından yapılır.' hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemelerde de görüldüğü gibi, askerî mahkemelerde
askerlerin yargılanması kural, asker olmayan kişilerin yargılanması ise savaş
zamanına özgü olarak istisnadır.
353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanunun'da değişiklik yapan5530 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde;
'Türkiye, Birleşmiş Milletler düzeyinde insan hak ve
hürriyetlerine ilişkin sözleşmeleri ve İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmeyi (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini) kabul etmiş ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Bu
sözleşmelerde,adil yargılanma hakkıve bunun gerekleri olan suçsuzluk karinesi,
susma hakkı, silahların eşitliği ilkeleri ve savunma hakları gibi hükümler yer
almaktadır. Bu hükümler, bugün artık Türk iç hukukunun uyulması zorunlu
kısımları hâline gelmiştir. Söz konusu sözleşme hükümleri, mahkemelerimiz
tarafından doğrudan uygulanmakta, Anayasa Mahkemesince de destek norm
kullanılmaktadır'
Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye
Ulusal Programı'nda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin,insan hakları,demokrasi ve
hukukun üstünlüğü alanlarında kaydedilecek gelişmeleri sürekli olarak
izleyeceği, Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmalarını düzenli şekilde
değerlendireceği ve bu çalışmaların hızlandırılması için gerekli önlemleri
alacağı belirtilmiştir. Ulusal Programda, yargının işlevselliği ve verimliliği
bölümünde orta vadede Askeri Ceza Kanunu ile Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve
Yargılama Usulü Kanunumun gözden geçirilmesi de öngörülmüştür. Ayrıca, Ulusal
Programda öngörülen hedefler doğrultusunda hazırlanan 7/5/2004 tarihli ve 5170
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında Kanun ile Anayasada yapılan bazı değişikliklerin askerî yargıya da
yansıtılması gerekmektedir.
Bu bağlamda, Anayasa'nın bazı maddelerinde yapılan savaş ve çok
yakın savaş tehdidi hâllerinde bile ölüm cezasının verilmemesine dair
değişikliklerin askerî yargıya yansıtılması, sivillerin askerî yargıya tabi
oldukları hâller incelenerekmümkün olduğu ölçüde sivillerin askerî mahkemede
yargılanmalarına son verilmesi amacıylaçeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu
çalışmalarda, askerî yargıda karşılaşılan bazı sorunların ve yargılamanın
uzamasına neden olan hâllerin giderilmesi de amaçlanmıştır.' gerekçelerine yer
verilerek, Avrupa Birliğine uyum sürecinde Ulusal Program kapsamında yapılan
çalışmalarda,sivillerin mümkün olduğu ölçüde askerî mahkemede yargılanmalarına
son verilmesinin amaçlandığıvurgulanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, emsal nitelikteki 4.5.2006
tarihli ve 47533/99 sayılıErgin/Türkiyekararında; 'AİHM, bu yaklaşımında son on
yıldır, askerî mahkemelerin, sivillere suçluluk isnadında bulunmalarını
sınırlayan bir eğilimin mevcut olduğunu onaylayan uluslararası seviyedeki
gelişmelerden destek almaktadır. Bu bağlamda, ilgili BM alt komisyonuna
sunulan, adaletin askerî mahkemeler aracılığıyla uygulanması üzerine hazırlanan
rapordan bahsedilmelidir. Raporun 4 numaralı maddesinde; 'Askerî mahkemelerin,
prensip olarak, sivilleri yargılama konusunda yargı yetkisi bulunmamalıdır. Her
koşulda Devlet, herhangi bir nitelikteki cezai bir suçla itham edilen
sivillerin, sivil mahkemelerce yargılanmasını garanti etmelidir.' yazılıdır.
Askerî mahkemelerin, silahlı kuvvetler içerisinde düzen ve disiplini sağlama
amacıyla, çeşitli yasalarca kurulmuş olduğunu vurgulayan Amerikan İnsan Hakları
Mahkemesi de benzer bir görev üstlenmiştir (Bkz., Cantoral Benavides/Peru,
18.8.2000, C Serisi no: 69, 75). Bu nedenle, askerî mahkemelerin yargı
yetkileri, görevlerini icra ederken suç işlemiş askerî personeli kapsamalıdır'
Askerî adaletin gücü, bu tür bir durumu haklı çıkaracak, zorlayıcı
nedenlerin bulunmadığı ve bulunsa bile, açık ve öngörülebilir yasal bir temele
dayanmadığı müddetçe sivil kişileri kapsamamalıdır. Sözkonusu nedenlerin
mevcudiyeti, her bir özel davada kanıtlanmalıdır. İç mevzuatın, in abstracto,
askerî mahkemelere belli suç türlerini atfetmesi yeterli değildir. Davaların bu
tür bir tutumla,in abstracto, görüldüğü durumlarda, ilgili sivil vatandaşların
konumu, sivil mahkemelerce yargılanan vatandaşların konumundan farklı olabilir.
Askerî mahkemeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi standartları ile sivil
mahkemelerle aynı seviyede uyumlu olsa bile farklı niteliklerine ve mevcut olma
nedenlerine bağlı olarak muamelede görülen farklılıklar, mahkemeler huzurunda
özellikle ceza davalarında mümkün olduğunca kaçınılması gereken eşitsizlik
problemlerine yol açabilir. ... Askerî bir mahkemenin silahlı kuvvetler mensubu
olmayan bir kişiyi yargılama yetkisine sahip olduğu adli bir sistemin, söz
konusu mahkemenin bağımsızlığını temin eden yeterli teminatlar mevcut olsa
dahi, mahkeme ve ceza davasındaki taraflar arasında muhafaza edilmesi gereken
mesafeyi sıfıra indirgediği varsayılabilir.
Yukarıda belirtilenlerin ve özellikle uluslararası düzeydeki
durumun ışığında, AİHM askerlik hizmeti aleyhine propaganda yapmaya ilişkin
itham edilensivil bir kişi olarakyalnızca askerî personelden oluşan bir
mahkemede yargılanan başvuranın, davada bir taraf olarak nitelendirilebilecek
askeri hakimlerin huzuruna çıkmakta endişe duymasının anlaşılabilir olduğunu
değerlendirmektedir. Dolayısıyla, başvuran, askerî mahkemenin gereksiz yere
taraflı düşüncelerden etkilenebileceği konusunda haklı bir endişe duyabilir. Bu
nedenle, başvuranın, söz konusu mahkemenin bağımsızlık ve tarafsızlığına
ilişkin şüpheleri haklı olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin 6'ncı maddesinin 1'inci fıkrası ihlal edilmiştir.'
denilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin,sivil kişi olanve asker
kişilerle müştereken işlediği askerî bir suçtan dolayı askerî mahkemelerde
yargılanarak mahkûm olan başvuranlarla ilgili olarak:Özelve diğerleri
hakkındaki 31.1.2008 tarihli ve 37626/02 sayılı,Erükçühakkındaki 13.11.2008
tarihli ve 4211/02 sayılı, kararları ile de; benzeri gerekçelerle, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi'nin'Adil yargılanma hakkı'başlığını taşıyan 6'ncı maddesinin
1'inci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir.
BM İnsan Hakları Komitesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesinin 14'üncü maddesine ilişkin 1984 tarihli Genel Yorumunda, üye
devletlere, '...Sözleşme bu kategorideki mahkemelerin kurulmasını yasaklamaz
iken, Sözleşmede öngörülen koşullar bu mahkemelerde sivillerin yargılanmasının
çok istisnai durumlarda olmasını ve 14. maddede öngörülen tüm garantileri
gerçekten sağlaması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. ...'uyarısında
bulunmuştur.
Komite, Polonya hakkında hazırladığı 1999 yılındaki raporunda da,
'Komite, askerî mahkemelerin sivilleri yargılama yetkisine ilişkin bilgiden
endişe duymaktadır; usule ilişkin son zamanlarda yapılan sınırlamalara rağmen,
Komite,bir ordu mensubu tarafından öncelikli olarak işlenen suça bir şekilde
iştirak eden tüm şahısların askerî mahkeme tarafından yargılanmasının daha
uygun olacağı şeklindeki gerekçeyi kabul etmemektedir.'(İnsan Hakları
Komitesinin Sonuç Gözlemleri: Polonya,Doc.CCPR/C/79/ Add. 110, 29 Temmuz 1999,
s.21).
Sonucuna ulaşarak; sivillerin asker kişilerle iştirak hâlinde
işledikleri suçlara dahi askerî mahkemelerde bakılmaması gerektiğini
vurgulamıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi31 Mayıs 2011tarihli ve45912/06
başvuru numaralı İÇEN-TÜRKİYEkararı ile Devlet Memuru statüsünde TSK bünyesinde
görev yapan personelin Askeri Mahkemelerde yargılanmasının AİHS.'nin 6/1 nci
fıkrasına aykırı olduğuna karar vermiştir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; 353 sayılı Kanun'un 10/C bendine
göreMilli Savunma Bakanlığı veya Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve
kuruluşlarında çalışan sivilpersonelin bu kanunun uygulanmasında asker kişi
sayılmasına ilişkin hükmün, Anayasa'nın 145/2 nci fıkrasında yer alan savaş
hali haricinde sivillerin askeri mahkemede yargılamayacağı kuralı nci
maddesindeki hukuk devleti niteliği, 10 ncu maddesindeki eşitlik ilkesi ve 37
nci maddesindeki hiç kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir mercide
yargılanamayacağı ilkesine aykırı olduğu sonucuna ulaşılmış, Askeri Savcılığın
Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulanarak Anayasa Mahkemesine başvurulması
gerekmiştir.'"