"...
I- İPTAL DAVASI VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İLE İTİRAZ BAŞVURUSUNUN
GEREKÇELERİ
A- Dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
''
III. GEREKÇE
1) 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci Maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı
Kadastro Kanununun 12 nci Maddesinin Üçüncü Fıkrasına eklenen Cümlenin 'iddia
ve taşınmazın niteliğine' Tümcesinin Anayasa'ya Aykırılığı
3402 sayı Kadastro Kanunun 12 nci maddesi, 5841 sayılı Yasa'nın 2
nci maddesi ile eklenen ve iptali istenen tümceyi de içeren cümle ile şu şekli
almıştır:
'Madde 12 - 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan
kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.
Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile
kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi
olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.
Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere
ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra,
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.
'Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel
kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır'
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu
kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak
kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil
edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil
tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar
ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni
kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.'
Yapılan bu düzenlemeye göre, Kadastro tutanaklarında belirtilen
haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten
itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak
iddia ve taşınmazın niteliği ne olursa olsun itiraz olunamayacak ve dava
açılamayacaktır. Diğer bir anlatımla, kadastro tutağında özel mülkiyet olarak
tespit edilen taşınmaz, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki örneğin 'kıyı'
veya 'Devlet Ormanı' dahi olsa kadastro tutağının kesinleştiği tarihten
itibaren on yıl geçmiş ise artık itiraz olunamayacak ve dava açılamayacaktır.
Madde gerekçesinde, 10 yıllık hak düşürücü süre sınırlamasının
hakka yönelik olmadığı da dikkate alınarak Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi
gereğince özel mülkiyet ve kamu mülkiyeti ayrımı yapılmaksızın, Türk Medeni
Kanununda öngörülen tapuya güven ilkesini uygulanamaz hale getiren ve Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 numaralı protokolünün 1 inci maddesine
aykırılık oluşturan uygulamanın ortadan kaldırılmasının amaçlandığı
belirtilmiştir.
Arhavi Asliye Hukuk Mahkemesi kıyı kenar çizgisi içinde kalması
nedeniyle tapu kaydının iptali ve kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan arazinin
tescil dışında bırakılması istemiyle açılan davada, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun
5. maddesinin birinci fıkrasının 'Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,'
bölümünün Anayasa'nın 35. maddesine aykırılığı savıyla iptali istemiştir.
Mahkemenin itiraz gerekçesinde,
'İptali istenen taşınmazların tapulu olduğu, bu tapuların devletin
yetkili organlarınca yetkileri dâhilinde düzenlenerek tapuya davalı özel
şahıslar adına kaydedildiği noktasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davalılar
adına devletin yetkili organlarınca oluşturulan bu kayda rağmen yine yürütme
organlarınca bu tapuların bu kez kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığından
bahisle iptalinin istenmesi Anayasanın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet
hakkına açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Aynı şekilde bu şekilde yapılacak
bir iptal Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ek protokol 1. maddesinde
düzenlenen mülkiyet haklarının da ihlali sonucunu doğuracaktır. Böyle bir halde
davalı tarafların Avrupa İnsan Haklarına Mahkemesine başvurusu halinde
belirtilen maddenin ihlali nedeni ile ülkemizin tazminatla sorumlu tutulacağı
Ek Protokol 1. maddenin açıklığı karşısında izahtan varestedir. Ülkenin bu
şekilde bu tip davalarla mahkûm edilmesi Avrupa ülkeleri nezdinde ülkemizin
itibarını kaybetmesine neden olmaktadır.'
denilmiştir. Görüldüğü üzere iptali istenen düzenlemeyi getiren
5841 sayılı Yasa'nın 2 nci maddesinin gerekçesi ile adı geçen mahkemenin itiraz
gerekçesi örtüşmektedir.
Anayasa Mahkemesi 24.9.2008 tarih ve E.2008/26, K.2008/147 sayılı
kararı ile yapılan itirazı oybirliği ile reddetmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu
kararında;
'Anayasa'nın 35. maddesinde 'Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.' denilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne Ek 1. Protokolün 1. maddesinde
de 'Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı
gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı
sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel
ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun
olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya
para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama
konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.' denilmektedir.
Temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı bireyin eşya üzerindeki
hâkimiyetini güvence altına almaktadır. Eşya üzerindeki hâkimiyet bir yönüyle
bireye devletin müdahale edemeyeceği özel bir alan yaratırken, diğer taraftan
emeğinin karşılığını güvence altına almakla bireye kendi hayatını yönlendirme
ve geleceğini tasarlama olanağı sunmaktadır. Bu nedenle birey özgürlüğü ile mülkiyet
hakkı arasında yakın bir ilişki vardır.
Ancak mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı
amacıyla sınırlandırılabileceği, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında
olması nedeniyle özel mülkiyete konu yapılamaması Anayasa'da öngörülmektedir.
Kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların
özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve
serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları
gerektiği anlamına gelmektedir. Hukukumuzda kıyılar, sahipsiz doğal nitelikli
ve herkese açık bir kamu malı olarak düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 43. maddesi kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu
altında olduğu hükmünü içermektedir. Buna göre anayasa koyucu kıyıların toplum
için önemini dikkate alarak mülkiyet konusu olmasını yasaklamaktadır. İptali
istenilen 3621 sayılı Yasa'nın 5. maddesinin birinci fıkrası, Anayasa'nın 43.
maddesindeki hükmün bir tekrarı niteliğindedir. Bu nedenle 5. maddenin
Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
İtiraz başvurusunda değinilen uygulama sorunu, son yıllarda Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları çerçevesinde kıyı kenar çizgisi içinde
kalan tapu siciline kayıtlı taşınmazların karşılıklı hak dengesini sağlamak
amacıyla mülk sahibine tazminat niteliğinde bir bedelin ödenmesi gerektiği
yolundaki yargı kararları ile ortadan kalkmıştır.
Açıklanan nedenlerle kural Anayasa'ya aykırı değildir, iptal
isteminin reddi gerekir.'
Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı ile; mülkiyet hakkının mutlak bir
hak olmadığı, kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği, böyle bir
sınırlandırmanın da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 numaralı
protokolünün 1 inci maddesine aykırılık oluşturmayacağı, ancak Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nin kararları çerçevesinde ortaya çıkan uygulama sorununun
da, kıyı kenar çizgisi içinde kalan tapu siciline kayıtlı taşınmazların
karşılıklı hak dengesini sağlamak amacıyla mülk sahibine tazminat niteliğinde
bir bedelin ödenmesi gerektiği yolundaki yargı kararları ile ortadan kalkmış
olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa Mahkemesi'nin bu kararında ayrıca'Kıyıların devletin
hüküm ve tasarrufu altında olması, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve
doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin
ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiği anlamına gelmektedir'denilerek
devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerin özel mülkiyet konusu
olamayacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, özel mülkiyet konusu olmayacağı
Anayasal kurallarla belirlenen yerlerin özel mülkiyet konusu yapılmasının önünü
açan iptali istenen düzenlemenin söz konusu Anayasa kuralları ile
bağdaşmayacağı açıktır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararlarında da bu durum
vurgulanmıştır. Bu bağlamda;
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.11.1988 gün ve 1/825-954 sayılı
kararında,
'Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler, bu nitelikleri
itibariyle yasama organının serbestçe düzenlenmesine açık yerlerden
değildirler. Yasama organı çıkaracağı yasalarla, söz konusu taşınmazların bu
niteliklerini koruyucu yönde düzenlemede bulunmak zorundadır; zira Anayasa
hükümleri yasa koyucunun yetkilerini ve düzenleme alan ve sınırlarını
belirleyici hükümleridir. Bu itibarla 3402 sayılı Yasanın devletle kişiler
arasındaki uyuşmazlıklara ve davalara son vermek amacıyla devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki yerlerin bu niteliklerini ortadan kaldıracak yönde yoruma
elverişli olarak çıkarıldığını benimseme olanağı yoktur.'
görüşüne yer verilmiş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.3.1999
gün ve 1/170-167 sayılı kararında da,
'3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak
düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp
değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek
niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının
tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; yerleşmiş
Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline geldiği'
vurgulanmıştır. Yukarıdan beri açıklanan yerleşmiş Yargıtay Hukuk
Genel Kurul Kararları özetlenecek olursa, devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan ve bu nedenle tespit dışı bırakılması gereken taşınmazlar hakkında
tespit tutanağı düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan işlemler, önceki
766 sayılı Yasanın 31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Yasanın 12/3
maddelerinde yazılı olan 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir.
Açıklanan nedenlerle özel mülkiyet konusu olmaması gereken
devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyılar ile ormanlar için de bir hak
düşürücü süre getiren iptali istenen tümce, öncelikle Anayasa'nın 43 üncü ve
169 uncu maddelerine aykırıdır.
Diğer taraftan, 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı yeni Türk Medeni
Kanunu'nun 'Sahipsiz Yerler ve Yararı Kamuya Ait Mallar' konusunu düzenleyen
715. maddesinde şöyle denilmektedir:
'Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar,
tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan
çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel
mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması,
bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.'
Bu maddedeki düzenleme 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402
sayılı Kadastro Yasası'nın 'Kamu Malları'nı düzenleyen 16 ncı maddesinde ele alınmıştır.
Maddenin (C) fıkrasında,
'Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler,
dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz
yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi
değildir, istisnalar saklıdır,'
denilmiştir. Bu genel kuralın ayrıksı durumu ise aynı Yasa'nın
'İhya Edilen Taşınmaz Mallar' başlıklı 17 nci maddesinde düzenlenmiştir:
'Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve
kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya
edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki
şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde
hazine adına tespit edilir.
İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan
taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz.'
Görüldüğü üzere, iptali istenen bu düzenleme, Temel Yasa
niteliğindeki Türk Medeni Kanununun ve Kadastro Kanununun Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan taşınmazlara ilişkin düzenlemeleri de içeren ve
yukarıda değinilen hükümlerine de ters düşmektedir. Böyle bir durumun, 'Hukuk
Devleti' ilkesiyle bağdaşmayacağı ve dolayısıyla Anayasa'nın 2 nci maddesine
aykırı olduğu açıktır.
Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere, hukuk
devletinin vazgeçilmez ögeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına
dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan
kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en
önemli doğal yaşam alanı olan ormanların korunması için yasakoyucunun bu esası
gözardı etmemesi ve bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur. Günümüzde 'kamu
yararı kavram yanında; 'toplum yararı' 'ortak çıkar', 'genel yarar' gibi
birbirinin yerine kullanılan kavramlarla anlatılmak istenen; tümünün 'bireysel
çıkar' dan farklı onun, üstünde ya da dışında ortak bir yararı amaçlamasıdır
(Anym., T. 21.10.1992, E. 92/13, K. 92/50).
3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin üçüncü
fıkrasındaki'Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere
ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra,
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz'kuralında
tanımlanan hak düşürücü sürelerin kadastro anlamında tespite ve sınırlandırmaya
konu olacak taşınmazlar için öngörüldüğü ve kamu düzeni ile tapu sicil
sisteminin güvenilirliği açısından getirildiği açıktır.
Bu nedenle kadastro anlamında tespit ve sınırlandırma dışında
tutulması ve özel mülkiyet konusu olmaması gereken taşınmazlar için de bir hak
düşürücü süre tanımlanmasına gidilmesi kamu ve toplum yararına aykırı,
toplumsal adaleti yaralayıcı, işgalcileri ödüllendirici bir yaklaşımdır.
Dolayısıyla iptali istenen tümce, kamu düzenini kurucu ve güçlendirici değil,
bozucu bir nitelik taşımakta, diğer bir anlatımla kamu yararına dayanmadığından
bu nedenle de Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırı düşmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2 nci maddesi ile 21.6.1987
tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasına
eklenen cümlenin 'iddia ve taşınmazın niteliğine' tümcesi, Anayasa'nın 2 nci,
43 üncü ve 169 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
2) 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü Maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa
eklenen Geçici Madde 8'in Anayasa'ya Aykırılığı
25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Yasa'nın 3 üncü maddesi ile 3402
sayılı Kadastro Kanununa eklenen geçici madde 8'de 'Bu Kanunun 12 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının yani 'Bu tutanaklarda belirtilen haklara,
sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on
yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz
olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut
Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın
uygulanır' hükmünün Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile
yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan
davalarda dahi uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Yapılan bu düzenleme ile 3402 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin 3
üncü fıkrasındaki hak düşürücü sürenin 'geriye yürümezlik' ilkesine aykırı
olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük
tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi
uygulanması öngörülmektedir.
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2.4.2004
tarihli ve E.2003/1, K.2004/1 sayılı kararında (R.G. T.20.05.2004, Sa.25467)
3402 sayılı Kadastro Kanununun 12 nci maddesinin 3 üncü fıkrasında öngörülen on
yıllık sürenin, de hak düşürücü süre olduğu açıklanmıştır. Bu kararda aynen
şöyle denilmiştir:
'Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından
kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada 'itiraz' olarak başvurulması
zorunlu olan ve zamanaşımı gibi 'kesme' ve 'durma' hükümlerine bağlı olmayan,
uyulmama halinde 'hakkın' kaybına yol açan yani hakkın özünü ortadan kaldıran
süredir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3.fıkrasında öngörülen on yıllık
sürenin de hak düşürücü süre olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bu madde de öngörülen
süre ile tapu sicilinde kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir
süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu
yapılmaması amaçlanmıştır.'
İlke olarak, herhangi bir kanun veya düzenleyici kural, hukuksal
sonuçlarını yürürlüğe girdiği tarihten sonrası için doğurmaya başlar. Bunun
doğal sonucu da, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları
etkilememeleri, yani, geçmişe etkili olmamalarıdır. Hakkın özünü ortadan
kaldıran bir hükmün aleyhteki kanun hükmü olduğu açıktır.
Hukuk devletinin temel özelliği, bütün vatandaşlar, hatta vatandaş
olmasa bile- ülkesindeki tüm insanlara hukuki güvence sağlamasıdır.
Hukuki güvencenin ilk ve en basit şartı ise aleyhteki kanunların
geriye yürümemesidir.
Anayasa Mahkemesi'nin de bu yönde verilmiş birçok kararı vardır.
Nitekim Yüksek Mahkeme'geriye yürümezlik' ilkesini incelerken 7.2.2008 tarihli
ve E.2005/128, K.2008/54 sayılı kararında aynen şöyle demiştir:
'Daha önce tesis edilmiş bulunan işlemlerin doğurduğu hukuki
sonuçları ortadan kaldıracak şekilde yasama tasarrufunda bulunulması, hukuk
güvenliği ilkesine aykırılık oluşturur. Hukuk devletinin gereği olan hukuk
güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini
gerekli kılar. 'Yasaların geriye yürümezliği ilkesi' uyarınca yasalar, kamu
yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali
haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar.
Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara
etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.'
Anayasa Mahkemesi bu kararı ile, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun,
13.1.2004 günlü, 5043 sayılı Yasa ile eklenen geçici 21 nci maddesinin'Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, kesin hükme bağlanmamış bütün ihtilaflarda
bu Kanunun değişik hükümleri uygulanır.'hükmünü, Anayasa'nın 2 nci ve 48
inci maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir.
Öte yandan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan tümüyle aynı
nitelikteki iki taşınmaz hakkında Yasa'nın yürürlük tarihinden önce açılan
davalardan birinin kesin hükme bağlamış, diğerinin ise herhangi bir nedenle
(örneğin tebligatların gecikmesi nedeniyle henüz kesin hükme bağlanmamış olması
halinde bu taşınmazlardan birincisi taşınmaz malikin lehine, ikincisi aleyhine
sonuçlanacaktır. Böyle bir durumun ise, adaletsiz ve hakkaniyete aykırı
düşeceği ve dolayısıyla Anayasanın 2 nci maddesi ile bağdaşmayacağı açıktır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve
işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla
kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde
olan devlettir.
Açıklanan nedenlerle, 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile 3402 sayılı
Kadastro Kanununa eklenen geçici madde 8, Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırı
olup, iptali gerekmektedir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
İptali istenen kurallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan alanların niteliklerinin yitirilmesine imkan vereceğinden ve hukuk
devletinin temel özelliği olan hukuki güvenceyi ortadan kaldıracağından
giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı
kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın gereğidir. Anayasaya
aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde subjektif yararların üstünde,
özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği
kuşkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin
hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında
duraksama bulunmamaktadır.
Arz ve izah olunan nedenlerle, söz konusu kurallar hakkında
yürürlüğünün durdurulması da istenerek iptal davası açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 25.2.2009 tarih ve 5841 sayılı
Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun;
1) 2 nci maddesi ile 21.6.1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro
Kanununun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin 'iddia ve
taşınmazın niteliğine' tümcesi, Anayasa'nın 2 nci, 43 üncü ve 169 uncu
maddelerine aykırı olduğundan,
2) 3 üncü maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen geçici
madde 8, Anayasa'nın 2 nci maddesine aykırı olduğundan,
iptallerine ve uygulanmaları halinde sonradan giderilmesi güç yada
olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile
arz ederiz.'
B- İtiraz Başvurularının Gerekçe Bölümleri Şöyledir:
1- E.2009/36 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
''
5- GEREKÇE:
Anayasamızın mali ve ekonomik hükümler başlıklı kısmının 2.
Bölümünün 'ormanların korunması ve geliştirilmesi' başlığını taşıyan 169.
maddesinde 'Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna
göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk
edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz' denilmiştir.
Madde ile ormanların özel mülkiyete konu olamayacağı zamanaşımı
ile iktisap edilemeyeceği açıkça düzenlenmiştir. 169. madde ile ormanların hak
düşürücü süre ile iktisap edilemeyeceği açıkça belirtilmese de Anayasamızın
169. ve 170. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, Anayasa koyucunun hak
düşürücü sürenin geçmesi ile de ormanların mülkiyetinin kazanılamayacağı
ilkesini amaçladığı ve bu ilkeyi benimsediği açıktır. Anayasa koyucunun amacı
ormanlar üzerinde herhangi bir şekilde özel mülkiyet edimini yasaklamaktır. Bu
da 169. maddede kesin olarak dile getirilmiştir. Amaçsal yorum yaptığımızda
Anayasa koyucunun zamanaşımı ibaresini geniş anlamda hak düşürücü süreyi de
kapsar nitelikte kullandığı anlaşılmaktadır. Maddede ormanların mülk
edinilemeyeceği kesin olarak dile getirilmiş ve istisnaya yer verilmemiştir.
25.02.2009 tarihli 5841 sayılı Yasa ile 3402 sayılı Kadastro
Kanunun 12/3. fıkraya eklenen son cümle ile 169. maddenin 2. fıkrasına aykırı
olarak 'Kadastro Kanunun 12/3 fıkra son cümlesinin taşınmazın niteliğine ve
tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanacağı' düzenlemesi yapılarak hak düşürücü
süre ile ormanların mülkiyetinin kazanılacağı sonucu ortaya çıkmıştır.
Hukuk Genel Kurulunun 23.11.1988 gün ve 1/825 - 964 sayılı
kararında da değinildiği gibi, 'Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler,
bu nitelikleri itibariyle yasama organının serbestçe düzenlemesine açık
yerlerden değildirler. Yasama organı çıkaracağı yasalarla, söz konusu
taşınmazların bu niteliklerini koruyucu yönde düzenlemede bulunmak zorundadır;
zira Anayasa hükümleri yasa koyucunun yetkilerini ve düzenleme alan ve sınırlarını
belirleyici hükümlerdir. Bu itibarla 3402 sayılı Yasanın Devletle kişiler
arasındaki uyuşmazlıklara ve davalara son vermek amacıyla Devletin hüküm ve
tasarrufu altındaki yerlerin bu niteliklerini ortadan kaldıracak yönde yoruma
elverişli olarak çıkarıldığını benimseme olanağı yoktur.'
Devletin görevi ormanların niteliğini korumak ve kamunun bundan
yararlanmasını olabildiği ölçüde sağlamaktır.
Yukarıda sözü edilen Genel Kurul Kararındaki, hak düşürücü sürenin
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki, özel mülkiyete konu olmayacak yerlerde
uygulanmayacağı ilkesi '3402 sayılı Yasanın 12. maddesini yorumlarken aynı
Yasanın 16. maddesinin de birlikte değerlendirilmesi gerekir.' Yasanın 12.
maddesi hak düşürücü süreyi tutanaklarda belirtilen' haklara sınırlandırma ve
tespitlere ait tutanaklar kesinleştiği tarihten itibaren' işletmeye
başlamıştır. Bu itibarla 3402 sayılı Yasanın 12. maddesinde öngörülen hak
düşürücü süre özel mülkiyete konu olmayan ve özel hukuk hükümlerine tabi
olmayan üzerinde mülkiyet hakkı kurulamayacak devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki taşınmazlar hakkında Hazine tarafından açılacak davalara uygulanmaz'
şeklinde açıklanmıştır.
Hukuk Genel Kurulunun 24.3.1999 gün ve 1/170 - 167 sayılı
kararında da '3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak
düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp
değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek
niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının
tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; yerleşmiş
Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline geldiği'
vurgulanmıştır.
Yukarıdan beri açıklanan yerleşmiş Yargıtay Hukuk Genel Kurul
Kararları özetlenecek olursa, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu
nedenle tespit dışı bırakılması gereken taşınmazlar hakkında tespit tutanağı
düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan işlemler, önceki 766 sayılı Yasanın
31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddelerinde yazılı
olan 10 yıllık hak düşürücü sureye tabi değildir.
Yargıtay'ın 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesinin uygulanması ile
ilgili bu kararlarından sonra yasa koyucu 'tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle
dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu
kazanımının korunması; dava açma hakkına getirilen 10 yıllık hak düşürücü süre
sınırlamasının hakka yönelik olmadığı da dikkate alınarak Anayasa'da öngörülen
eşitlik ilkesi gereğince özel mülkiyet ve kamu mülkiyeti ayrımı yapılmaksızın,
gerçek ve özel hukuk tüzel kişileri yanında kamu tüzel kişiliğinin de bu sürece
tabi olması, Türk Medeni Kanununda öngörülen tapuya güven ilkesini uygulanamaz
hale getiren ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 numaralı protokolünün
1. maddesine aykırılık oluşturan uygulamanın ortadan kaldırılması ve farklı
yorumlar yapılmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştır.' gerekçesi ile 12/3.
fıkrasının taşınmazın niteliğine ve tarafların sıfatına bakılmaksızın
uygulanacağı düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere, hukuk
devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına
dayanması ilkesiyle bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan
kamu yararı düşüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en
önemli doğal yaşam alanı olan ormanların korunması için yasa koyucunun bu esası
göz ardı etmemesi ve bunu en iyi şekilde yansıtması zorunludur. Günümüzde 'kamu
yararı kavram yanında; 'toplum yararı' 'ortak çıkar', 'genel yarar' gibi
birbirinin yerine kullanılan kavramlarla anlatılmak istenen; tümünün 'bireysel
çıkar'dan farklı onun, üstünde ya da dışında ortak bir yararı ama amaçlamasıdır
(Anym., T. 21.10.1992, E. 92/13, K. 92/50).
Anayasa Mahkemesinin 13.09.2000 gün ve 2000/21 sayılı kararında,
'Anayasa'nın 169 uncu maddesinde, ormanların ülke yönünden
taşıdığı büyük önem gözetilerek, korunmaları ve geliştirilmeleri konusunda
ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin
ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı
kuşkusuzdur. Anayasanın 169 uncu maddesinin gerekçesinde de belirtildiği gibi
maddenin birinci fıkrası doğal kaynaklarımızın en önemlilerinden birisi olan
ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için Devlete gereken
tedbirleri alıp kanun koymayı ve bütün ormanların gözetimi ödevini
getirmektedir.
25.02.2009 tarihli 5841 sayılı Yasa ile 3402 sayılı Kadastro
Kanunun 12/3. fıkraya eklenen son cümle ile Anayasamızın 169. maddesinin 2.
fıkrasına aykırı olarak 169. maddede yer alan genel kurala istisna olabilecek
nitelikte düzenleme getirilmiştir. Yapılan bu düzenleme Anayasamızın 169/2.
fıkrasında belirtilen 'Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz, zamanaşımı
ile mülk edinilemez' ilkelerine açıkça aykırıdır.
6- YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ:
Anayasamızın 169 uncu maddesinin orman alanlarının daraltılmasına
yol açabilecek yasal ve fiili çalışmaları sınırlayan hükümlerine aykırı,
ormanların korunmasında Devletin yüksek menfaatlerini göz önüne almaktan uzak
olan ve uygulanmaları halinde, ormanların bütünlüğünün bozulmasına ve
ormanların daraltılmasına yol açabileceği gibi ormanlara zarar verecek
faaliyetlere de imkan vereceğinden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol
açacak olan iptali istenen hükümlerin, iptal davası sonuçlanıncaya kadar
yürürlüklerinin durdurulması gerekmektedir.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
25.02.2009 tarihli 5841 sayılı Yasa ile 3402 sayılı Kadastro
Kanunun 12/3. fıkraya eklenen 'Taşınmazın niteliğine ve tarafların sıfatına
bakılmaksızın uygulanacağı' cümlesinin Anayasa'nın 169. maddesine aykırı olduğu
hususunda mahkememizce ciddi kanıya varıldığından Anayasa'nın 152. maddesi
uyarınca 25.02.2009 tarih ve 5841 sayılı Yasanın 2. ve geçici 10. maddesinin
Anayasa'ya aykırı olduğunun tespiti ile iptaline karar verilmesine arz olunur.'
2- E.2009/37 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'...
II. GEREKÇE
6) Dava konusu taşınmazın öncesinin Devlet Ormanı olduğunu
belirleyen ve bu nedenlerle davalılar üzerindeki tapu kaydını iptal eden
mahkeme kararı, davalı kişiler vekilinin temyizi üzerine,
Uluslararası Sözleşmeler, Anayasa ve Orman Hukuku ile ilgili halen
yürürlükte bulunan tüm yasa hükümleri ile Dairemizin ve konu ile ilgili diğer
tüm Yargıtay Daireleri ve özellikle Hukuk Genel Kurulunun 30.09.1981 gün
1979/1-167/656 ve 23.11.1988 gün 1988/1-825/954 ve 06.05.1992 gün
1992/1-187/295 ve 24.03.1999 gün 1999/1-170/167 ve 22.09.1989 gün
1989/1-568/569 ve 27.02.2002 gün 2002/1-19/97 ve 09.06.2004 gün 2004/1-335/354
ve 21.02.1990 gün 1989/1-700/101 ve 18.10.1989 gün 1989/1-419/528 ve 19.02.2003
gün 2003/20-102/90 ve 26.02.2003 gün 2003/12- 116/111 ve 25.12.2002 gün
2002/12-1101/1113 ve 11.06.2003 gün 2003/13-414/410 ve 03.12.2008 gün
2008/7-717/722 sayılı kararlarında kabul edilen ilkeler gözönünde
bulundurularak, Dairemizde 07.04.2009 günü incelenmiş, hüküm ve temyiz
tarihinden sonra, ancak Dairede yapılan görüşmelerden 25 gün önce 14 Mart 2009
günlü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ve 25.02.2009 gün ve 5841
Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 12'nci maddesinin üçüncü
fıkrasına eklenen 'Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya
diğer kamu tüzel kişilikleri dahil, tarafların sıfatına bırakılmaksızın
uygulanır' hükmü ile yine aynı Yasanın 3 üncü maddesi ile 3402 Sayılı Yasaya
eklenen Geçici 10 uncu maddesindeki 'Bu yasanın 12 nci maddesinin üçüncü
fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük
tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi
uygulanır' hükmünün somut olayda uygulanması gerektiği, ancak bu hükümlerin
Anayasanın 2, 35, 44 ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılarak,
temyiz incelenmesi şimdilik ertelenip, bu hükümlerin iptal edilmesi için
Anayasanın 152 nci maddesi ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkındaki Yasanın 28. maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulması
sonucuna varılmıştır.
7) Anayasanın 2 nci maddesinde 'Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk
Devleti' olduğu 35 inci maddesinde 'mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla
sınırlandırılabileceği, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına
aykırı olamayacağı' 169 uncu maddesinde, 'Bütün ormanların gözetiminin Devlete
ait olduğu, Devlet Ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, bu ormanların
zamanaşımı ile mülk edinilemeyeceği 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen
bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerler dışında, orman
sınırlarında daraltma yapılamayacağı,' 44 üncü maddesinde, 'Topraksız olan ve
yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanmasının, ormanların küçülmesi
sonucunu doğuramayacağı,' hükümleri bulunmaktadır.
8) Tarihimizde, ormanlar hakkında ilk düzenleme olan 1858 (1274)
tarihli Arazi Kanunnamesinde de mir'(devlet) ormanları ile Cibali Mübaha (köy
ve kasabalara ait) ormanlarında kimseye tapu verilemeyeceği, ormanların kamu
malı mülkiyetinde olduğu ve özel mülkiyete konu olamayacağı belirtilmiştir.
(Md. 102. 104) Yine padişah iradesi ile yürürlüğe konulduğu için yasa hükmünde
olan 1870 (1286) tarihli Orman Nizamnamesi ile Cibali Mübaha Ormanları da
Devlet Ormanı sayılmış ve sözü edilen nizamnamenin 24 üncü maddesinde, Devlet
Ormanları ile Kura ve kasabata mahsus ormanların zamanaşımı yoluyla mülk
edinilmesi yasaklanmıştır.
9) Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra 1926 yılında kabul
edilen Türk Medeni Yasasının 641 inci (1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren
Türk Medeni Yasasının 715 inci maddesi) maddesinde 'Sahipsiz yerler ile yararı
kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler,
dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan
kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu
olamaz. Sahipsiz mallar ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı,
korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tabidir' yine
T.M.Y.'nın 'Tapu siciline kaydedilmeyecek taşınmazlar' başlıklı 999 (912)
maddesinde 'Özel mülkiyete tabi olmayan ve kamunun yararlanmasına ayrılan
taşınmazlar, bunlara ilişkin tescili gerekli bir ayni hakkın kurulması söz
konusu olmadıkça kütüğe kaydolunmaz' şeklinde hükümler bulunmaktadır. Yasa
metninde açıkça 'orman' kelimesi bulunmamakla birlikte, Devlet Ormanlarının,
kamuya ait mallar kavramı içinde bulunduğu ve Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki taşınmazların özel bir türü olduğu, tapu kütüğüne kaydedilsin
edilmesin kamu malı orman olma özelliğini sürdüreceğinden, tapuda kayıtlı, olan
ya da olmayan Devlet Ormanlarının mülkiyetinin Devlete ait olduğu konusunda bir
ayrıcalık bulunmadığı, Devlet Ormanlarının kütüğe kaydedilmesinin bir ayni
hakkın kurulması amacıyla olmayıp, sadece Devlet Ormanlarının yüzölçümünün ve
sınırlarının belirlenmesinin amaçlandığı, yargısal içtihatlar ve bilimsel
görüşlerle kabul edilmektedir.
10) Yine 1934 tarihli Tapu Yasasının 16 ncı maddesi; Devlete,
belediyelere ve köylere ait orman, koru ve baltalıklarda tarla açılmasını
yasaklamıştır.
11) İl ve ilçe merkez belediyeleri içinde bulunan taşınmazların
kadastrosunun yapılması amacı ile 1934 yılında çıkartılan 2613 Sayılı Kadastro
ve Tapu Tahriri Yasasında, orman alanlarının belirlenmesi ve kadastrosunun
yapılması bu yasanın uygulama alanı dışında bırakılmıştır. Medeni Yasada
öngörülen tapu sicillerini oluşturmak amacı ile 1950 yılında yürürlüğe konulan
5602 Sayılı ve 1966 yılında yürürlüğe girip 10.10.1987 tarihine kadar
yürürlükte kalan 766 Sayılı Tapulama Yasalarında, orman alanlarında bu
yasaların uygulanamayacağı belirtilmiştir. 766 Sayılı Yasanın 2 nci maddesinin
başlığı 'Yasanın uygulanması dışında kalan gayrimenkuller' şeklinde olup, 2 nci
maddenin metni, aşağıda yazılı olduğu gibidir.
'Madde 2- Tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile aynı
nitelikte olan sahipsiz kayalar, tepeler, dağlar ve Orman Kanunu uyarınca orman
sayılan yerler tapulamaya tabi tutulamaz'.
Görüldüğü gibi 3402 Sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 10.10.1987
tarihine kadar kültür arazilerinin kadastrosunu yapmak üzere yürürlüğe konulan
2613, 5602, 766 Sayılı Yasalarda Orman Yasası uyarınca orman sayılan yerlerin
tapulamaya (kadastro) tabi tutulmaması öngörülmüştür.
12) Cumhuriyet döneminde, ormanlar hakkında çıkartılan ve
ormanlarla ilgili kapsamlı ilk yasa olan 3116 sayılı Orman Yasası 01.06.1937
tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu yasada Devlet Ormanlarının sınırlandırılması
(Kadastrosunun yapılması) amaçlanmış ve bu Yasanın 5 inci maddesinde Devlet
ormanlarının ve bu ormanlar içinde ve bitişiğindeki ' her nevi arazinin
sınırlandırılması işinin Orman Kadastro Komisyonlarınca yapılacağı
belirtilmiştir. Yine aynı Yasanın 13 üncü maddesinde 'Kadastrosu yapılıp
kesinleşen ormanların Hazine adına tescil edileceği' öngörülmüştür.
13) 13.07.1945 tarihinde yürürlüğe giren ve halen yürürlüğünü
sürdüren 4785 Sayılı Yasanın birinci maddesindeki 'Bu yasanın yürürlüğe
girdiği, tarihte var olan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy,
belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu yasa
gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiçbir işlem ve bildirime lüzum
olmaksızın Devlete geçer' hükmü ile aynı Yasanın 2 nci maddesinde belirtilen
ayrıcalıklar dışında, bütün ormanların mülkiyetinin hiçbir işlem ve bildirime
gerek olmadan Devlete geçeceği kabul edilmiştir.
14) 08.09.1956 tarihinde yürürlüğe giren ve 3116 Sayılı Yasayı
yürürlükten kaldıran 6831 Sayılı Orman Yasasının halen yürürlükte bulunan
'Orman Kadastrosu' başlıklı 7. maddesi 'Devlet ormanları ile evvelce
sınırlaması yapılmış olup da herhangi bir nedenle orman sınırları dışında
kalmış ormanların, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanların,
hususi ormanların, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde
bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve
tespiti ile 2 nci madde uygulamaları ile ilgili olarak kadastrosu kesinleşmiş
yerlerde tespit edilen fenni hataların düzeltilmesi işlemi orman kadastro
komisyonları tarafından yapılır. Ancak, orman kadastrosuna başlanmamış yerlerde
3402 Sayılı Yasa hükümlerine göre belirlenen orman sınırı orman kadastro
komisyonlarınca belirlenen orman sınırı niteliğini kazanır.'
Bu Yasanın ll inci maddesinin 4 üncü fıkrasında 3116 Sayılı
Yasanın 13 üncü maddesinde olduğu gibi 'Kadastrosu yapılıp kesinleşen Devlete
ait ormanların Hazine adına tescil edileceği' belirtilmiştir. Yukarıda 9 uncu
bentte açıklandığı gibi Devlet Ormanlarının tapu siciline kaydedilmesindeki
amaç bir ayni hakkın kurulması olmayıp, sadece ormanların sınırlarının ve
yüzölçümünün belirlenmesidir. Ormanlar tapuya tescil edilmese dahi yine kamu
malı olarak mülkiyeti Devlete aittir.
15) 766 Sayılı Yasanın 46/3 ve 3402 Sayılı Yasanın 22/5 inci
maddelerinde o yerde arazi kadastrosu yapılmadan önce Orman Yasası uyarınca
kadastrosu yapılarak kesinleşen ve tapuya tescil edilen ormanların tapu
kütüğüne aktarılması hükme bağlanmıştır. İster Orman Yasasındaki hüküm, isterse
Medeni Yasanın 715 (641) ve 999 (912) maddelerinde bulunan ayrık haller
nedeniyle, tapuya tescil edilen kamu malları, kamu taşınmaz malı olma
niteliğini yitirmez ve özel hukuk kurallarının bağlı olduğu yasalara tabi
tutulamaz. Kamu mallarının bu arada Devlet Ormanlarının tapuya tescil edilmemiş
olması, o taşınmazın kamu malı orman olma özelliğini ortadan kaldırmaz.
16) 3402 Sayılı Kadastro Yasasının yürürlüğe girdiği 10.10.1987
tarihine kadar kültür arazilerinin kadastrosu 2613, 5602 ve 766 Sayılı
Yasaların hükümleri uyarınca Arazi Kadastro Komisyonları, ormanların kadastrosu
ise Orman Kadastro Komisyonları tarafından yapılmıştır. 3402 Sayılı Yasa ile
2613 ve 766 Sayılı Yasaları yürürlükten kaldırmış ve bu Yasanın 4 üncü
maddesinde '6831 Sayılı Orman Yasasına göre orman kadastrosuna başlanılmamış
yerlerde orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit
taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespitinin
kadastro ekibi tarafından yapılacağı' hükümleri yürürlüğe konulmuş, ancak orman
nitelikli taşınmazların belirlenmesi belli bilim dalında ihtisası gerekli kıldığından
orman arazilerini belirleyecek komisyonlarda orman ve ziraat mühendislerinin de
bulunacağı öngörülmüş, böylece ormanların kadastrosunun 6831 Sayılı Yasada
belirtilen ayrı bir komisyon, kültür arazilerinin kadastrosunun ise, Arazi
Kadastro Yasalarına göre kurulan ayrı bir komisyon tarafından yapılması
uygulamasına son verilmiştir.
17) Türkiye'nin bazı bölgelerinde 3116 ve 6831 Sayılı Orman
Yasalarına göre orman kadastrosunun yapılıp kesinleşmesinden yıllar sonra aynı
yerde 2613, 5602, 766 sayılı Yasa hükümlerine göre arazi kadastrosu, bazı
bölgelerde ise, arazi kadastrosunun yapılmasından yıllar sonra orman kadastrosu
yapılmıştır.
Bazı bölgelerde orman kadastrosu yapıldığı halde, halen arazi
kadastrosu yapılmamış, ya da somut olayda olduğu gibi 40-50 yıl önce arazi
kadastrosu yapıldığı halde, halen o yerde orman kadastrosu, başka bir anlatımla
6831 Sayılı Orman Yasasının 7 nci maddesi gereğince '...ormanların içinde ve
bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek
sınırlarının tayini ve tespiti... orman kadastro komisyonları tarafından' bu
güne kadar yapılmamıştır.
18) 6831 Sayılı Orman Yasasının 7 nci maddesinde, o yerde daha
önce arazi kadastrosu yapılan ve yapılmayan yer ayırımına gidilmeden,
'ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların
ormanlarla müşterek sınırının tayini ve tespitinin orman kadastro komisyonları
tarafından' yapılacağı öngörülmüş olması nedeniyle, o yerde çalışmaya başlayan
Orman Kadastro Komisyonu, daha önce arazi kadastro ekiplerinin, aslında orman
olan yerleri yanlışlık ve hata ile kültür arazisi sayıp kadastroya tabi tutarak
kişiler adına özel mülk olarak sicil oluşturduğunu belirlenmesi halinde, o yeri
orman sayıp orman kadastrosu sınırları içine alacaktır. Orman kadastrosunun
kesinleşmesinden sonra, aslında orman olan ve bu nedenle de, arazi kadastrosuna
tabi tutulmaması gereken bir yer hakkında, yolsuz ve özel mülk olarak sicil
oluşturulması, o taşınmazın özde kamu malı olma niteliğini
değiştirmeyeceğinden, Hazine ya da Orman Genel Müdürlüğü, özel mülkler için
uygulanması gereken 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesindeki on yıllık hak
düşürücü süreye ve bu maddeye eklenip iptali istenen 'iddia ve taşınmazın
niteliğine' bağlı kalmadan her zaman Medeni Yasanın 1025 inci maddesi gereğince
yolsuz tescilin iptali için dava açabilecektir. Çünkü bu konuda açılacak dava,
tutanakların kesinleştiği tarihten önceki nedenlere değil, sonraki nedenlere
dayanılarak açıldığından ve Yasalarımızda, tutanakların kesinleştiği tarihten
sonraki nedenlere dayanılarak dava açılamayacağına dair her hangi bir hak
düşürücü süre, ya da başka bir yasaklayıcı hüküm bulunmadığından, mahkeme hak
düşürücü süre engeli ile karşılaşmadan davanın esasını inceleyip hüküm
verecektir.
19) Somut olayda, arazi kadastrosunun yapılmasından sonra 6831
Sayılı Yasanın 7 nci maddesi hükmüne göre yapılan orman kadastrosunda, dava
konusu taşınmazın orman sınırı içine alınma işlemi kesinleşmiş olsa idi 3402
Sayılı Yasanın 12/3 maddesindeki on yıllık hak düşürücü süre ve iptali işlenen
hükümler uygulanmayacaktı. Ne var ki; taşınmazın bulunduğu yerde bu güne kadar
orman kadastrosu yapılmamış ve orman kadastro komisyonlarınca taşınmazın orman
olup olmadığı belirlenmemiştir. Herhangi bir taşınmazın orman sayılan yer olup
olmadığı 6831 Sayılı Yasanın 7. maddesi hükümlerine göre kurulacak orman
kadastro komisyonunun, bu taşınmaz hakkında Orman Yasası hükümlerine göre
yapacağı uygulama sonucu ortaya çıkacaktır. Orman Yasası hükümlerine uygun
olarak orman niteliği belirlenmeden önce, o taşınmazın özel mülk olarak tapuya
tescil edilmesi kazanılmış hak doğurmaz. Ormanlar zamanaşımı ya da başka bir
yolla kazanılamaz ve tapuya özel mülk olarak tescil edilemez. Herhangi bir
nedenle tescil edilmişse, bu tescil Türk Medeni Yasasının 1025 maddesi
gereğince yolsuz tescil olacağından her zaman iptali konusunda dava açılabilir.
Yolsuz tescil sahibine mülkiyet hakkı kazandırmaz ve T.M.Y.nın 1026 (934)
maddesi gereğince iptal edilir. Yolsuz tescilin iptali konusunda verilecek
mahkeme kararı, yenilik doğuran (ihdasi) mülkiyet hakkını sona erdiren bir
karar olmayıp, baştan beri yolsuz tescil niteliğindeki sicil kaydının malikine
mülkiyet hakkı kazandırmadığını, başlangıcından beri sicil kaydının yolsuz ve
geçersiz olduğunu belirleyen, mevcut durumu saptayıp hukuksallaştıran,
açıklayıcı (ihzari) başka bir anlatımla, özde kamu malı orman olan ve tapu
siciline özel mülkiyet olarak kaydedilmeyecek taşınmaz hakkında hatalı sicil
oluşturulduğunu ve sicilin oluşturulduğu tarihten itibaren mülkiyet hakkının
doğmadığını, sicilin yolsuz ve geçersiz olduğunu belirleyen bir hüküm
olacaktır.
20) H.Y.U.Y.nın 76 ncı maddesi hükmüne göre, davada dayanılan
olayları bildirmek taraflara, olaylara uygulanacak yasal kuralları bulup
uygulamak mahkemeye aittir. Davacı Orman Genel Müdürlüğü dava konusu
taşınmazın, Devlet Ormanı sayılan yerlerden olduğunu, arazi kadastrosunun
yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre kadastroya tabi
tutulmaması gerekirken, arazi kadastro ekiplerinin yasalara uymadan yaptıkları
hata ve yanlışlık sonucu, taşınmazın kadastrosunu yapıp davalı kişiler adına
yolsuz sicil oluşturduklarını, Anayasanın 169. maddesi gereğince, Devlet Ormanı
nitelikli taşınmazın özel mülke konu olamayacağı iddiası ile kişiler adına
sicil kaydının iptali için dava açtığı anlaşılmaktadır.
Davalılar miras bırakanın hasımsız olarak, Gezici Arazi Kadastro
Mahkemesinde açtığı dava sonucu 734 sayılı parsele ilave edilen 66.100 m2'lik
bölümle ilgili kadastro tespit tutanağı düzenlenmemiştir. Tespit tutanağı
düzenlenmeyen yer hakkında kadastro mahkemesinin inceleme yapıp karar vermesi
mümkün değildir. Bu bölüm hakkında 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesindeki 10
yıllık hak düşürücü süre uygulanamayacağı gibi iptali istenen 5841 Sayılı Yasa
ile ilave edilen 'iddia ve taşınmazın niteliğine' tümcesinin de uygulanma
olanağı bulunmamaktadır.
İptali istenilen hükümler 1956 yılında kadastro tespit tutanağı
düzenlenen ve itiraz edilmeden kesinleşen 734 sayılı parselin 85.850 m2'lik
bölümü hakkında uygulanacaktır. Bu bölüme kadastro sırasında birleştirilerek
uygulanan 1928 tarihli dört adet ve toplam 23 dönüm 4 evlek yüzölçümlü
kayıtların köy, mevki, sınır ve cins olarak dava konusu parsele uymadığı
mahkemece belirlenmiştir. Bir an için aksi düşünülse bile, dava konusu taşınmaz
4785 Sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 13.07.1945 tarihinden önce orman
niteliğindedir ve bitişik Devlet Ormanlarının devamı durumundadır. Aynı Yasanın
1 inci maddesi hükmü gereğince 'devletleştirilmiş ve hiçbir işlem ve bildirime
lüzum olmaksızın Devlete geçmiş' olması nedeniyle taşınmaz kamu malı Devlet
Ormanı olarak mülkiyet hakkı 13.07.1945 tarihinde Hazineye geçmiştir. Yasa
gereği 13.07.1945 tarihinde kamu malı Devlet Ormanı olarak mülkiyeti Hazineye
geçen taşınmaz hakkında 1956 yılında kadastro ekiplerince, özel mülk olarak
tespit tutanağının düzenlenmemesi ve kişiler adına sicil kaydının
oluşturulmaması gerekirdi. Orman, kıyı, mera, yaylak ve kışlak gibi kamu malı
olan taşınmazlar özel hukukun alanı dışındadır. T.M.Y.nın 715 ve 999 uncu
maddelerinde kamu malları konusundaki hükümler bu kuralın ayrıcalığı değil,
teyidi mahiyetindeki düzenlemelerdir. Bu hükümlerle kamu malları, eşya
hukukunun dışında bırakılmıştır. Bunun sonucu olarak kamu malları üzerinde özel
mülkiyet kurulamaz. Başka bir anlatımla gerçek veya özel hukuk tüzel
kişilerinin mülkiyetine giremez. Kazandırıcı zamanaşımı ya da başka bir yolla
edinilemez. Kamu malı niteliğindeki taşınmazlar özel mülkiyete konu
olamayacağından, kamu mallarına, özel malların bağlı olduğu hukuk kuralları, bu
arada iptali istenilen hükümler uygulanamaz. Kamu malının her hangi bir nedenle
özel mülk olarak tapuya tescil edilmesi M.Y.'nın 1025. maddesindeki 'yolsuz
tescil' niteliğindedir. Kamu malının yolsuz ve hata ile tescil edilmesi o yerin
özde tescile tabi bulunmama (kamu malı olma) niteliğini değiştirmez ve bu tür
taşınmazlar hakkında özel mülklerde uygulanan T.M.Y.nın 1023 (931) maddesindeki
iyiniyet ve tapu siciline güven ilkesi de uygulanamaz.
21) Dava konusu taşınmazın 4785 Sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği
13.07.1945 tarihinden önce Devlet Ormanı olduğu, somut ve bilimsel verilere
dayanan bilirkişi raporları ile belirlenmiş ve mahkeme davalılar miras bırakanı
adına 1957 yılında kadastro yoluyla oluşturulan ve daha sonra danışıklı satışla
bir kısım mirasçıya geçen, ancak diğer mirasçıların açtığı dava sonucu Borçlar
Yasasının 18. maddesi gereğince iptal edilerek tüm mirasçılar adına tescil
edilen sicil kaydını taşınmazın, kamu malı niteliğini göz önünde bulundurarak
ve özel mülkiyete tabi olan taşınmazlara uygulanması gereken 3402 Sayılı
Yasanın 12/3 üncü maddesindeki on yıllık hak düşürücü sürenin kamu malı
nitelikli taşınmazlara uygulanamayacağını belirterek iptal etmiştir. Yukarıda 6
ncı bentte belirtildiği gibi, hüküm ve temyiz tarihinden sonra, ancak Dairede
yapılan temyiz incelemesinden 25 gün önce 14.03.2009 günlü Resmi Gazetede
yayınlanarak yürürlüğe giren 5341 Sayılı Yasanın iptali istenilen hükümlerinin
somut olayda uygulanması gerekir. Ancak, bu hükümler Anayasanın 2, 35 inci
maddesindeki hükümlerle 44 üncü maddesinin birinci fıkrasındaki 'Topraksız olan
veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması ... ormanların
küçülmesi ... sonucunu doğurmaz' ve 169 uncu maddesindeki 'Devlet Ormanlarının
mülkiyeti devrolunamaz. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez' yine aynı
maddenin dördüncü fıkrasındaki 'Orman olarak muhafazasında bilim ve fen
bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde
kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve
fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik,
zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında
yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu
olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.'
hükümlerine açıkça aykırıdır. Çünkü Orman Yönetiminin bu davada aslında kamu
malı Devlet Ormanı 'nitelikli taşınmaz' hakkında kadastro ekiplerinin yaptığı
hatalı işlem sonucu özel mülk olarak sicil oluşturulmasının yolsuz olduğunu, bu
işlemle orman sınırlarının daraltıldığını 'iddia' ederek kaydın iptalini
istemektedir.
22) Hukuk Devletinde yasama, yürütme ve yargı organları
yetkilerini ancak Anayasa ve Yasaların belirlediği sınırlar içinde kullanmak
zorundadırlar. Anayasanın 11. maddesinde, 'Anayasa hükümlerinin, yasama,
yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk kuralları' olduğu
belirtilmiştir. Anayasanın 44 ve 169 uncu maddelerinde 'ormanların
küçülemeyeceği' ve 'daraltma yapılamayacağı' öngörülmüştür. Ancak, iptali istenilen
hükümlerin uygulanması halinde ormanlar küçültülecek ve daraltılacak ve Devlet
Ormanı nitelikli taşınmaz özel kişilerin mülkiyetine geçecektir. 5841 Sayılı
Yasanın iptali istenilen 3 üncü maddesi ile yasanın iptali istenilen 2 nci
maddesindeki hüküm geriye yürütülerek yasanın yürürlük tarihinden önce açılmış
ve kesin hükme bağlanmamış olan bu davada uygulanacaktır.
Kadastro Yasasının 12/3 üncü maddesindeki 'on yıllık hak düşürücü
süre' ile ilgili hüküm, taşınmaz maliklerinin özel ya da tüzel kişi yahut
Devlet veya diğer kamu tüzel kişilikleri dahil tarafların sıfatına
bakılmaksızın, özel mülk nitelikli olan ve tapuya tescil edilen tüm taşınmazlar
hakkında 766 Sayılı Tapulama Yasasının 31 inci maddesinin yürürlüğe girdiği
1967 tarihinden beri yargı organları tarafından uygulanmaktadır. Bu nedenle,
iptali istenilen 'iddia ve taşınmazın niteliğine' tümcesinin iptal edilmesi
halinde 5841 Sayılı Yasanın 2 nci maddesi ile Kadastro Yasasının 12/3.
maddesine eklenen diğer hükümlerin anlamı kalmayacaktır. Ancak, 'iddia ve
taşınmazın niteliğine' tümcesi iptal edilse bile 5841 Sayılı Yasanın 3 üncü
maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın değişiklikten önce yürürlükte bulunan 12/3 üncü
maddesindeki hükümlerin tümü 'Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu
iddiası ile önce açılan ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalara bu arada
temyize konu bu davaya yine uygulanacaktır.' Başka bir anlatımla Devlet
Ormanları da Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan taşınmazların özel bir
çeşidi olması nedeniyle, yine Yasanın 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki
'tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra,
kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamaz' hükmü Geçici 10
uncu maddedeki hüküm gereğince somut olaya uygulanacağından, 5841 Sayılı Yasanın
3. maddesi ile 3402 Sayılı Yasaya eklenen Geçici 10 uncu madde iptal edilmeyip
sadece 'iddia ve taşınmazın niteliğine' tümcesinin iptal edilmesi sorunu
çözmeyecektir. Bu nedenlerle Geçici 10 uncu madde ile getirilen hüküm de,
Anayasanın 2, 35, 44 ve 169. maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 3402
Sayılı Yasanın 16-D maddesinde, 'ormanlar, bu yasada hüküm bulunmayan hallerde
özel yasaları hükümlerine tabi' olduğu aynı Yasanın 17. maddesinde ormanların
imar ihya ile kazanılamayacağı 18. maddesinde tapuda kayıtlı olsun olmasın
ormanların kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğiyle iktisap edilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır.
23) Yargıtay 20.05.2004 gün ve 2003/1-1 Sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararı ile 'Vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu
siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 Sayılı Kadastro
Yasasının 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması
gerektiğine karar verilmiş, ancak, bu İçtihadı Birleştirme Kararından sonra
çıkartılan ve 22.02.2005 gün 5304 Sayılı Yasanın 11. maddesi ile 3402 Sayılı
Yasaya eklenen 1. maddenin ikinci fıkrası ile 'tapu kayıtlarında icareteyn veya
mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12 nci maddenin 3
üncü fıkra hükümleri uygulanmaz' hükmü yürürlüğe konulmuş yine Resmi Gazetenin
27.02.2008 günlü sayısında yayınlanarak yürürlüğe giren 5737 Sayılı Vakıflar
Yasasının Geçici 5. maddesi ile 'Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan
davalarda; diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere
ilişkin hükümler bu kanun açısından uygulanmaz' hükümleri ile yukarıda
belirtilen 3402 Sayılı Yasaya eklenen Ek madde 1 geriye yürütülerek halen
görülmekte olan davalara da uygulanması sağlanmış, böylece sözü edilen İçtihadı
Birleştirme Kararı geçersiz hale getirilmiştir. Tapu Siciline özel mülk olarak
tescili gereken, alınıp, satılan ve her türlü özel hukuk ilişkilerine konu olan
Vakıflara ait taşınmazlar hakkında, on yıllık hak düşürücü sürenin
uygulanmasını yasaklayan yasa koyucunun, aslında tapu siciline özel mülk olarak
tescil edilmesi mümkün olmayan kamu mallarının (ormanlar, kıyılar, yaylak ve
kışlaklar, meralar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan diğer
taşınmazların), görevi kötüye kullanma, yanlışlık; şu veya bu nedenlerle özel
mülk olarak tapuya tescil edilmesi halinde, bu taşınmazlara on yıllık hak
düşürücü sürenin uygulanması konusunda, iptali istenilen yasa hükümlerini
yürürlüğe konulmasında kamu yararı olduğu düşünülemez.
24) İptali istenilen yasa hükümleri, Türkiye'nin taraf olduğu ve
Anayasanın 90 ıncı maddesindeki hüküm gereğince Anayasanın da üstünde olan,
milletlerarası olan ve hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamayacak anlaşmalara da aykırıdır. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinde, çevrenin genel olarak korunmasına yönelik özel bir hüküm
bulunmamakla birlikte, AİHM'si günümüzde çevrenin korunması konusundaki
duyarlılığın arttığını birçok kararlarında kabul etmektedir. Doğanın ve
ormanların ve daha genel olarak çevrenin korunması, kamuoyu ve idari makamlarca
sürekli desteklenmekte ve savunulmaktadır. Çevrenin korunması konularında
devletler tarafından yapılan düzenlemelerde, ekonomik zorunluluklar ve mülkiyet
hakkı gibi temel hakların önceliğinin bulunmadığı, yine AİHM'nin kararlarında vurgulanmaktadır.
TBMM 05.02.2009 tarihinde 'Türkiye'nin KYOTO PROTOKOLÜNE
Katılmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Yasa'yı kabul etmiştir. Türkiye bu
sözleşmeye taraf olmakla, dünya mirası olan çevre ve doğal bitki örtülerinin
korunması konularında diğer ülkelere karşı yükümlülük altına girmiştir.
Protokole taraf olan tüm ülkeler, karbon emme özelliğini artıran etkinlikler
karşısında kredi kazanacaklardır. Bu etkinliklere, ağaç dikme, çevrenin,
doğanın ve toprağın korunması dahil, devletler bunları kendi topraklarında
yapabilecekleri gibi, başka bir devletin toprağında da uygulayabileceklerdir.
III- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
İptali istenen hükümler, halen Türkiye genelinde görülmekte olan
davalar ile temyize konu davayı ve halen Dairemizde inceleme sırasını bekleyen
bir çok davayı ilgilendirmektedir. Yüksek mahkemede iptal isteminin
görüşülmesi, karara bağlanması, kararın yazılıp Resmi Gazetede yayınlanma
aşamalarının uzunca bir zamana bağlı olduğu göz önüne alındığında iptali
istenilen yasa hükümleri, 'yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin
hükme bağlanmamış olan davalara dahi uygulanacağından' hukuk devleti yönünden
giderilmesi mümkün olmayan zararlar doğacak, birçok dava kesin hüküm hali
alacak, somut uyuşmazlık yürürlükte bulunan ancak Anayasaya aykırı olan yasa
hükümlerine göre sonuçlandırılacaktır. Bu nedenlerle iptal davası sonuna kadar
yürürlüğün durdurulması istenmiştir.
IV- SONUÇ
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1) 25.02.2009 gün ve 5841 Sayılı Yasanın, 2 nci maddesi ile 3402
Sayılı Kadastro Yasasının 12 nci maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen 'iddia ve
taşınmazın niteliğine' tümcesinin ve yine aynı Yasanın 3 ncü maddesi ile 3402
Sayılı Kadastro Yasasına eklenen Geçici 8 inci maddesinin Anayasanın 2, 38, 44
ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğundan İPTALİNE,
2) İptali istenilen hükümlerin uygulanmaları halinde giderilmesi
mümkün olmayan zararlar doğacağından iptal davası sonuçlanıncaya kadar
YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASINA karar verilmesi için Anayasanın 152. maddesi ve
Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasanın 28 inci
maddesi gereğince Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
3) Dava dosyasının temyiz incelemesinin şimdilik bekletilmesine,
4) Dava ve cevap dilekçesi, dava konusu taşınmazın kadastro tespit
tutanağı, tapu kaydı, bilirkişi raporları ve eki haritaların, mahkeme kararı
ile temyiz dilekçesinin onaylı örneklerinin karara eklenerek Anayasa Mahkemesi
Başkanlığına gönderilmesine 07.04.2009 günü oybirliği ile karar verildi.'
3- E.2009/40 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'Davacı vekilinin Anayasa'ya aykırılık iddiası mahkememizce ciddi
görüldüğünden Anayasa'nın 152. maddesi göz önünde bulundurularak 5871 sayılı
Kanun ile değişik 3402 sayılı Kanunun Geçici 10. maddesinin 3402 sayılı Kanunun
12. md. üçüncü fıkrasının devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanları
da kapsayacağı bu hali ile zamanaşımı ile ormanların mülkiyetinin kazanılmasına
imkan tanınacağı bu durumun Anayasa'nın 169 Md/2f-son cümlesinde geçen
'Ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkı
konulmaz' hükmüne aykırı olduğu yönünde mahkememizce kanaat hasıl olduğundan
Anayasa'ya aykırılık nedeni ile Anayasa Mahkemesi'ne başvuru zorunluluğu doğmuş
olup gerekli değerlendirmenin yapılması rica olunur.'
4- E.2009/68 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'Davacılar Erdemli ilçesi Kızkalesi kasabası 105 ada 4 parsele
kain taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını, özel mülkiyete konu
olamayacağını, bu nedenle davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile
müdahalelerinin men'ine, davaya konu yerin tespit dışı bırakılmasına karar
verilmesini talep ve dava etmişlerdir.
Davalılar davanın reddinin gerektiğini savunmuşlardır.
Yapılan yargılama sırasında, 3402 s. Kadastro Kanununun 12/3.
md.'nin eklenmesi ile değişiklik yapılmış ve davacı vekili Anayasaya aykırılık
iddiasında bulunmuştur.
Anayasanın 43 ve 3621 SY'nın 5. maddesine göre kıyılar devletin
hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğu, bu gibi yerlerin özel
mülkiyete konu olamayacağı, yararlanma hakkının öncelikle kamunun olduğu, idari
tahsis kararınca değil; mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden
olduğundan idarenin yani devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerin idari bir
kararla bu özelliklerinin kaldırılamayacağı hususu açıktır. Ancak 3621 s. Kıyı
Kanununun 5. md.'ne aykırılık nedeniyle açılan bu davanın 3402 s. Kadastro
Kanununun 12/3. md. ekleme ile değişiklik getirilmesine ve aynı Yasaya geçici
10. md. eklenmesine dair 5841 s. Yasanın 2. md.nin 25.02.2009 tarihinde
yürürlüğe girmesi ile, kadastro tespitnin kesinleştiği tarihten itibaren 10
yılı aşkın sürenin geçmesi halinde, davanın hak düşürücü sürenin dolması
nedeniyle eldeki davaların buna göre sonuçlandırılması gerekeceği de
anlaşılmaktadır. Bu durumda 3402 s. Kadastro Kanununun 12/3.md. ekleme ile
değişiklik getirilmesine ve aynı Yasaya geçici 10. md. eklenmesine dair 5841 s.
Yasanın 2.md.'nin; Anayasanın 43.md. ve 169 md. aykırı olduğu kanaati hasıl
olduğundan, somut norm denetimi ile iptaline ilişkin olarak incelenmek ve bir
karar verilmek üzere dosyanın Anayasa Mahkemesine tevdii ile Mahkememizce durma
kararı verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davacı tarafın talebinin kabulüne,
Somut norm denetimi için Anayasa Mahkemesine gönderilmesi ile
yargılamanın DURMASINA,
Dosyanın 5 ay sonra yeniden ele alınmasına,
İlişkin davacı vekilinin ve davalı vekilinin yüzüne karşı yasa
yolu açık olmak üzere karar verildi.'
5- E.2009/71, .2009/72, E.2009/73, E.2009/74, E.2009/75,
E.2009/76, E.2009/77, E.2009/78, E.2009/79, E.2009/80 Sayılı İtiraz
Başvurularının Gerekçe Bölümleri Şöyledir:
'1-) Kadastro Kanunun 12/3. maddesine 5841 sayılı 25/02/2009 gün
5841 sayılı Kanunun 14/03/2009 tarihinde yürürlüğe giren 2. md.si ile 'Bu hüküm
iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahi
tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır' hükmü getirilmiş ise de bu hüküm
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının görülen dava yönünden 43. maddesine aykırıdır.
Anılan Anayasa hükmü uyarınca kurallar devletin hüküm ve tasarrufu
altında
bulunup, kullanımında öncelikle Kamu yararının gözetileceği, sahil şeritlerinin
kullanış
amaçlarına göre de düzenlediği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma
olanaklarının yasa ile
düzenleneceği hükmü getirilmiş olup, Anayasamızda açıkça kıyıların özel
mülkiyete konu
olamayacağı, kamu malı olduğu ve kullanımında da öncelikle kamu yararının
kullanılacağı hükmü getirilmiş olup bu haliyle kıyıların kamu malı niteliğinde
olduğu ve özel mülkiyete konu olamayacağı hükmü getirilmiş olmakla ve kıyıların
nasıl düzenleneceğinin de kanunla yapılacak düzenlemeye bırakıldığı, buna göre
3621 sayılı Kıyı Kanunu çıkarılarak 17/04/1989 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Anayasamızda kıyıların kamu malı olarak herkesin kullanımına ve
yararlanmasına olanak verecek şekilde düzenleneceğini amir hüküm altına alınmış
olmakla kıyı kapsamına giren yerlerde hatalı şekilde oluşturulabilecek kadastro
tutanakları ya da başka şekilde oluşan tapu kayıtları ile bu temel düzenlemenin
bertaraf edilecek şekilde dava açmak için hak düşürücü süreye bağlanması bu
hükme açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Bu düzenlemenin feragat edilebilecek
mülkiyet hakkı ile aynı düzenleme ve dava yoluyla düzeltme olanağının hak
düşürücü süreye bağlanması da Anayasamızın ruhuna aykırılık oluşturmaktadır.
2-) 5841 Sayılı Kanunun 3. md. si ile 3402 Sayılı Kadastro
Kanununa eklenen geçici 10. md. Yönünden;
Eklenen geçici madde yapılanma faaliyetine ilişkindir.
Anayasamızın 10. md.si
eşitlik ilkesini getirmiş ve herkesin yasalar önünde eşit olduğunu amir hüküm
altına almıştır. 9. md. si yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağı
amir hükmü getirerek ve 138. md.sinde de yargı yetkilini kullanırken hiçbir
makam, merci ya da kişinin bu yetkinin kullanılmasına ilişkin görüş, telkin,
talimat, emir, genelge gönderemez ve bulunamaz amir hükmünü getirmiş, buna göre
yargı yetkisi kanunlara göre kullanıldığı anda yürürlükte bulunan yasalara göre
kullanılır ara kuralını getirmiştir.
36. md.si hak arama hürriyetini düzenleyerek bu başlık altında
adil yargılanma
hakkını da getirmiştir. Adil yargılanma hakkı hak aramada mevcut yasalara göre
hak aramayı da içerir. Açılan davada sonradan yapılan düzenleme ile dava süresi
gibi dava şartlarını değiştirmek bu Anayasa hükmünün özüne aykırılık
oluşturduğu gibi Anayasamızın 138. md. sinde düzenlenen mahkemelerin
bağımsızlığı ilkesinin 9. maddesindeki yargı yetkisinin kullanımı ilkelerine de
aykırılık oluşturmaktadır. Bu düzenleme Anayasamızın 10. maddesindeki yasalar
önünde eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturmakta halen devam eden davada
davasını öngörülen düzenlemeye göre açan davacı aleyhine davasının her nedenle
olursa olsun uzaması karşısında davası daha önceden sonuçlananlar karşısında
eşitsizlik oluşturmaktadır.
Tüm bu nedenlerle yapılan düzenlemeler mahkememizce 3402 sayılı
Kadastro
Kanunun 12/3 md.sine 5841 Sayılı Kanun ile eklenen cümlesinin davamız yönünden
Anayasanın 43. ve 5841 sayılı Kanun ile 3402 sayılı Kanuna eklenen geçici 10.
md.sinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurma zorunluluğu doğmuştur.
Gereği Düşünüldü:
3402 sayılı Kadastro Kanunun 12. maddesinin 3. fıkrasına 5841
sayılı Kanunun 2. maddesi ile ve aynıYasanın 3. maddesi ile eklenen geçici 10.
maddesinin Anayasanın 9, 10. 36, 43 ve 138. maddelerine aykırılık görüşü ile ve
iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusunda bulunulmasına karar
verilmiştir.'
6- E.2011/2 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; mülkiyeti davalıya ait
Antalya Merkez Konyaaltı ilçesi, Arapsuyu 64 parsel nolu taşınmazın kıyı-kenar
çizgisi arasında kıyı bandında kaldığını, 3621 sayılı Kıyı Kanunun 4. ve 5.
maddesine göre bu konudaki bir taşınmazın özel mülke konu yapılamayacağını
ancak her nasılsa tapu kütüğüne tescil edildiğini, taşınmaz üzerinde bulunan
yüzme havuzu ve eklentilerin yasanın kıyıda yapımına izin verdiği yapılar
cinsinden olmadığını, ileri sürerek tapunun iptalini ve üzerindeki
muhdesatların kal'ini talip etmiştir.
Davalı vekili ise, aynı konuda Antalya 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin
1996/157 esas 1997/1299 sayılı Hakem Kararı ile Hazinenin açtığı davanın red
edildiğini, kesin hüküm nedeniyle davanın reddi gerektiğini, müvekkilinin
kamulaştırma yolu ile 15/06/1963 tarihinde mülkiyeti üzerine geçirdiğini ve
1971 yılında yapılan kadastro çalışmalarında müvekkili idare adına tespit
gördüğünü, 3621 sayılı Kıyı Kanunun ise tesislerin yapımından sonra 1990
yılında yürürlüğe girdiğini savunmuş, bu nedenle de davanın reddi gerektiğini
beyan etmiştir.
Dava konusu taşınmazın tapu kayıtları, çaplı krokileri ile Antalya
2. AsliyeHukukMahkemesinin 1996/157 esas 1997/1299 karar sayılı Hakem dosyası
getirtilerek uzman bilirkişiler yardımıyla keşif yapılmış, toplanan delillere
göre, taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içinde yer aldığı, Kıyı Kanunu hükümlerine
göre taşınmaz üzerindeki eklentilerin yasanın izin verdiği yapılar cinsinden
olmadığı, ayrıca 2. Asliye Hukuk Mahkemesindeki Hakem dosyasının tespit hükmünü
içerdiğinden kesin hüküm sayılmayacağı değerlendirilerek davanın kabulüne karar
verilmiş ise de; davalının temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin
2009/13189 Esas, 2010/377 karar sayılı kararı ile hak düşürücü süre yönünden
bozularak gönderildiği anlaşılmıştır.
Bozma ilamındaki gerekçelerde 'her ne kadar çekişmeli taşınmazın
belirlenen kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı ve devletin hüküm ve
tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak
(Anayasanın 43. maddesi, 3402 Kadastro Kanunin 16/c maddesi) yerlerden olduğu
saptanmış ise de 25/02/2009 tarihinde kabul edilip 14/03/2009 tarihinde
yürürlüğe giren 5841 sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 sayılı Yasanın 12.
maddesinin 3. fıkrasına eklenen 'bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut
devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın
uygulanır' ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinin 'bu kanunun 12.
maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası
ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan
davalarda dahi uygulanır' hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği
1971 tarihinde davanın açıldığı 2007 tarihleri arasında 10 yıllık hak düşürücü
sürenin geçmiş olduğu gözetilerek hak düşürücü süre yönünden reddine karar
verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesini doğru görmemiştir.
Bozmadan sonra davacı Hazine vekilinin dosya içine sunduğu
05/04/2010 havale tarihli dilekçede bozmaya konu edilen 5841 sayılı Yasanın 2.
ve 3. maddelerinin Anayasanın 43. maddesine aykırı olduğu ileri sürülerek
itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesinde iptalini talep etmiştir.
Davacı vekilinin Anayasaya aykırılık iddiası mahkememizce haklı ve
yerinde olup, kıyıların doğal nitelikleri itibariyle herkesin kullanımına açık,
diğer taraftan da bu nitelikleri nedeniyle özel mülkiyet alanı ve özel
mülkiyete konu olamayacak yerlerden olduğu, kıyıların herhangi bir tahsis
işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya kamunun serbestçe yararlanmasına
sunulmuş sahipsiz mallardan olduğu, bunun sonucu olarak kıyıların zaman aşımı
yolu ile kazanılması, tapu hükümlerine bağlı tutulması haczedilmesinin mümkün
olmadığı, bu özelliklerinden dolayı Anayasanın 43. maddesinde ayrı bir bölümde
düzenlenerek yukarıda sayılan niteliklerin Anayasa hükmünde de açıkça
vurgulandığı, bu nedenle düzenlenen yasanın Anayasanın ruhuna aykırı olduğu
anlaşıldığından Anayasa Mahkemesine başvuru zorunluluğu doğmuş olup, gerekli
değerlendirmenin yapılarak yasanın iptaline karar verilmesi talep olunur.'"