"...
II- İTİRAZLARIN GEREKÇESİ
A- 2009/83 Esas Sayılı İtirazın Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'Davacı vekili tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil
Usulü Hakkında Kanunun 58. maddesinin 5. fıkrası gereğince 2003/1 dönemi için 2
nolu ceza ihbarnamesi ile hesaplanan 7.099,48 TL tutarındaki haksız çıkma
zammının takibi amacıyla davacı adına düzenlenen 18.03.2009 tarih ve 2008 '
133686 takip numaralı ödeme emrinin iptali istemiyle Sultanbeyli Vergi Dairesi
Müdürlüğü'ne karşı bakılmakta olan dava açılmıştır.
Mahkememiz Hakimliği'nce yapılan incelemede, 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 'Ödeme emrine itiraz' başlıklı 58.
maddesinin 5. fıkrasının Anayasa'nın 2. 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu
kanaati oluşmuştur.
Mahkememiz Hakimliği'nin 23.07.2009 tarihli ara kararı ile 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 'Ödeme emrine itiraz'
başlıklı 58. maddesinin 5. fıkrasının Anayasa'nın 2. 13. ve 36. maddelerine
aykırı olduğu görüşüyle Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na başvurulması kararı
alındığı, Mahkememiz Hakimliği'nce Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na başvurulması
konusunda, varsa, iddia ve görüşlerin Mahkememize bildirilmesi gerektiği hususu
taraflara tebliğ olunduğu, ara kararımıza taraflarca cevap verildiği, davacı
vekilince, özetle, söz konusu haksız çıkma zammının Anayasal bir hak olan hak
arama özgürlüğünü kısıtlayıcı olduğu, idari işlemlere karşı dava açılmasının
böyle bir cezai şartla sınırlandırılmaması gerektiği, yargılamanın eşit
şartlarda yapılması önünde bir engel olduğu belirtilerek İstanbul 2. Vergi
Mahkemesinin, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58.
maddesinin 5. fıkrasının Anayasanın 2., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu
görüşüne katıldıklarını, davalı idarenin ise, özetle, amme alacağının
tahsilinin gecikmesinin önlenmesi ve hazinenin vergi kaybının engellenebilmesi
amacıyla düzenlenen söz konusu maddenin anılan fıkrasının Anayasaya aykırı
olmadığı, bakılmakta olan davanın açılmasında hak arama hürriyetine hiçbir
müdahale olmadığı ileri sürülerek 6183 sayılı Yasanın 58. maddesinin 5.
fıkrasının Anayasa Mahkemesi'nde iptal istemine konu edilmesine gerek
bulunmadığı görüşünde oldukları anlaşılmıştır.
Mahkememiz Hakimliği'nce Anayasaya aykırılık konusu ile ilgili
olarak dava dosyasındaki bilgi ve belgeler incelenerek işin gereği düşünüldü:
1. UYUŞMAZLIKTA UYGULANACAK KANUN MADDESİ
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 55.
maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını
ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ
olunacağı, 58. maddesi 1. fıkrasında, kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın
böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı iddiası
ile tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait
davalara bakan vergi mahkemesi nezdinde dava açabileceği, 5. fıkrasında ise;
itirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın
reddolunduğu miktardaki amme alacağının %10 zamla tahsil edileceği hükmü yer
almaktadır.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunun 58.
maddesinin 5. fıkrasının Anayasa'nın 2. 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu
düşünülmektedir.
2. KANUNUN AYKIRI OLDUĞU DÜŞÜNÜLEN ANAYASA MADDELERİ:
2.1. ANAYASA'NIN 2'NCİ MADDESİ
Anayasa'nın 'Cumhuriyetin Nitelikleri' başlıklı 2'nci maddesinde,
'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı
içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
Devletidir.' hükmü öngörülmüştür.
2.2. ANAYASA'NIN 13'ÜNCÜ MADDESİ
Anayasa'nın 'Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması' başlıklı
13'üncü maddesinde, 'Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve
ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz.' hükmü yer almaktadır.
2.3. ANAYASA'NIN 36'NCI MADDESİ
Anayasa'nın 'Hak Arama Hürriyeti' başlıklı 36'ncı maddesinin 1.
fıkrasında, 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahiptir.' düzenlemesi bulunmaktadır.
3. DOSYANIN İNCELENMESİ
Davanın konusunu, davacı vekili tarafından 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58. maddesinin 5. fıkrası gereğince
2003/1 dönemi için 2 nolu ceza ihbarnamesi ile hesaplanan 7.099,48 TL tutarındaki
haksız çıkma zammının takibi amacıyla davacı adına düzenlenen 18.03.2009 tarih
ve 2008 ...133686 takip numaralı ödeme emri oluşturmaktadır
Dosyanın incelenmesinden; davacı tarafından, adına yapılan vergi
tahakkuk ve tarhiyatlarına karşı aynı dilekçe ile İstanbul 8. Vergi
Mahkemesi'nin E: 2007/2286 sayılı dosyasında dava açıldığı, Mahkemece,
ihbarnamelere karşı ayrı tahakkuklara karşı ayrı dava açılması gerektiğinden
bahisle iki ayrı dava açılmak üzere 20.09.2007 tarih ve K: 2007/2172 sayılı
kararla dilekçe ret kararı verildiği ve davacıya 05.10.2007 tarihinde tebliğ
edildiği halde yasal süresinden sonra dilekçenin yenilendiği gerekçesiyle
İstanbul 8. Vergi Mahkemesi'nin 07.05.2008 tarih ve E: 2007/3054, K: 2008/1401
sayılı ve E: 2007/3055, K: 2008/1402 sayılı kararları ile davaların süre
yönünden reddine karar verildiği ve temyiz edilmeksizin kesinleştiği, söz
konusu amme alacağının takibi amacıyla düzenlenen 27.09.2007 ve 06.07.2005
tarihli 14 adet ödeme emrine karşı İstanbul 8. Vergi Mahkemesinin E: 2008/481
sayılı dosyasında açılan davada ise; 06.07.2005 tarihli ödeme emirlerine konu
amme alacağının dava tarihinden önce ödendiğinden idarece takipten
kaldırıldığı, 27.09.2007 tarihli ödeme emri içeriği amme alacağının ise
Mahkemelerinin E: 2007/3054 ve E: 2007/3055 sayılı dosyalarında açılan
davaların süre aşımı yönünden reddedilmesi neticesinde kesinleştiği
gerekçesiyle davanın takipten kaldırılan ödeme emirleri için karar verilmesine
yer olmadığına kalan diğer ödeme emirleri için ise 17.09.2008 tarih ve K:
2008/2521 sayılı karar ile davanın reddine karar verildiği, iş bu kararında
temyiz edilmeksizin kesinleştiği, bilahare 2007/3055 esas sayılı dosyada
uyuşmazlığa konu amme alacağı için 5736 sayılı Yasa'dan faydalanmak amacıyla
uzlaşma talep edildiği ve 21.05.2008 tarihinde düzenlenen uzlaşma tutanağı ile
uzlaşmaya varıldığı, bu bağlamda uzlaşmaya konu amme alacağının takibine devam
edilmediği, diğer taraftan 2007/3054 esas sayılı dosyada dava konusu edilen
amme alacağı hakkında uzlaşma talebi olmaması, vergi borcuna karşı açılan
davanın süre ret kararı ile sonuçlanması ve temyiz edilmeksizin kesinleşmesi,
bu sebeple amme alacağının takibi için düzenlenen ödeme emirlerinin İstanbul 8.
Vergi Mahkemesinin 17.09.2008 tarih ve E: 2008/481, K: 2008/2521 sayılı karar
ile onanması üzerine, 6183 sayılı Yasanın 58. maddesinin 5. fıkrası gereğince
ödeme emrine karşı dava açan davacının itirazında haksız çıktığından bahisle
itiraza konu miktarın %10'u oranında zam kesilmiş ve bildirim niteliğinde 2
nolu ceza ihbarnamesi düzenlenmiş, ancak zamanında ödenmeyen %10 zam nedeniyle
Mahkememizde bakılmakta olan davaya konu ödeme emri düzenlenmiş ve davacıya
tebliğ edilmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 55.
maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını
ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ
olunacağı, 58. maddesi 1. fıkrasında, kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın
böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı iddiası
ile tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait
davalara bakan vergi mahkemesi nezdinde dava açabileceği, 5. fıkrasında ise;
itirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu
miktardaki amme alacağının %10 zamla tahsil edileceği kurala bağlanmıştır.
4. ANAYASAYA AYKIRILIK VE İTİRAZ GEREKÇELERİ
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir 'hukuk devleti' olduğu Anayasamızın
2'nci maddesinde açıkça belirtilmiştir. 2'nci maddeye göre, 'Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.' şeklinde
hüküm yer almaktadır.
Anayasanın bu hükmünden de anlaşılacağı üzere 1982 Anayasası
Türkiye Cumhuriyeti'nin 'hukuk devleti' olduğu saptamasında bulunmuş, ancak
'hukuk devleti' kavramını açıklamamış hatta gereklerinin neler olduğuna
değinmemiştir.
Hukuk devleti kavramından ne anlaşılması gerektiğine Anayasa
Mahkemesi kararları ile açıklık getirilmiştir.
Nitekim, Yüksek Mahkeme bir kararında hukuk devletini;'...bütün
işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu
sayan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu
geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa'ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen
gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da uymak
zorunda olduğu temel hukuk ilkeleri ile Anayasa'nın bulunduğu bilincinde olan
devlettir...'olarak tanımlamıştır (22.7.2008 gün ve E: 2008/64, K: 2008/129
sayılı karar).
Yüksek Mahkeme bu kararında 'hukuk devleti'ni tanımlamaktan çok
hukuk devletinin niteliklerine yer vermiş, hukuk devletinin niteliklerinin
neler olduğu hususunu, diğer kararlarında da olduğu gibi, hukuk devletine atıf yaparken
kullanmış bazen de bu niteliklere yenilerini eklemiştir.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği,
kişilerin, hukuk düzeninin korunması altındaki haklarını elde edebilmeleri için
her türlü önlemin alınmasını zorunlu kılar.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 55.
maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını
ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ
olunacağı, 58. maddesi 1.fıkrasında, kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın
böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı iddiası
ile tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait
davalara bakan vergi mahkemesi nezdinde dava açabileceği, 5. fıkrasında ise;
itirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın
reddolunduğu miktardaki amme alacağının % 10 zamla tahsil edileceği kurala
bağlanmıştır.
Kendisine ödeme emri tebliğ olunan amme borçlusu, tebliğ edildiği
tarihten itibaren 7 gün içinde, 'böyle bir borcun olmadığı', 'kısmen ödendiği'
veya 'zamanaşımına uğradığı' şeklinde Kanunda sınırlandırılan nedenlerle Vergi
ya da İdare Mahkemesi'nde dava açabilecektir. Ödeme emrine karşı açılan dava
takip işlemlerini durdurmayacak, dava konusu yapılan borç için teminat
gösterildiği takdirde Mahkemece uyuşmazlık hakkında bir karar verilinceye kadar
tahsil dairesince takip işlemleri durdurulabilecektir. Takip işlemlerinin
durdurulması için bir başka yol ise amme borçlusunun ödeme emrine karşı açmış
olduğu davada Mahkemeden yürütmenin durdurulmasını talep etmesidir. Mahkemece,
idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması
ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi
durumunda gerekçe göstererek teminat karşılığında veya teminat aranmaksızın
yürütmenin durdurulmasına karar verebilecektir.
Ödeme emrine karşı dava açıldıktan sonra davanın kaybedilmesi
durumunda 6183 sayılı Kanun'un 51. maddesi uyarınca ödeme emrine konu kamu
alacağı için gecikme zammı işlemeye devam etmektedir. Buna ilave olarak dava
konusu yapılan toplam tutar üzerinden ayrıca %10 haksız çıkma zammı
hesaplanmaktadır. Amme borçlusunun kısmen haklı kısmen haksız çıkması durumunda
ise haksız çıktığı toplam tutar zerinden %10 haksız çıkma zammı
hesaplanmaktadır.
Yukarıdaki düzenlemelerin ve yapılan açıklamaların birlikte
değerlendirilmesinden; amme borçlusuna ödeme emri tebliğ edilmesinin takip
işlemlerini durdurmadığı, takip işlemlerinin ancak teminat karşılığında idarece
veya açılacak bir dava sırasında Mahkemece verilen yürütmenin durdurulması
kararı ile durdurulabileceği, dolayısıyla Mahkemece yürütmenin durdurulmasına
karar verilmediği durumlarda yapılan yargılama sonucunda verilecek karara kadar
takip işlemlerinin herhangi bir şekilde etkilenmeyeceği açıktır. 6183 sayılı
Yasanın 58. maddesinin 5. fıkrası ile getirilen düzenlemenin amme alacağının
tahsilinin gecikmesini önlemeye yönelik olduğu düşünülecek olsa dahi yukarıda
bahsedilen durum karşısında, ödeme emrine karşı açılacak dava, amme alacağının
takibine herhangi bir engel teşkil etmemekte yani idari işleyişi ve amme
alacağının tahsil sürecini sekteye uğratmamaktadır.
Diğer taraftan, ödeme emrine karşı açılan davalarda haksız çıkma
zammı uygulamasıyla, mükelleflerin gereksiz yere dava açmalarının önüne geçmek
amaçlanmakta ise de bu konuda özel hukukta benzeri bir düzenleme 2004 sayılı
İcra ve İflas Kanununda ilamsız takipler için söz konusudur. Bu Kanun uyarınca
tebliğ edilen ödeme emrine süresi içerisinde yapılan itiraz aynı Yasanın 66.
maddesi gereğince takibi kendiliğinden durdurmakta, borçlu, borcun yalnız bir
kısmına itirazda bulunmuşsa takip, kabul ettiği miktar için devam etmektedir.
Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir
sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının
varlığını ispat suretiyle İcra ve İflas Kanununun 67. maddesine göre itirazın
iptalini dava edebilir. Yine aynı Yasa'nın 67/2. maddesine göre ise, açılan
davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde
haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki
tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya
hükmolunan meblağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminata
mahkum edilir.
Özel hukuktaki bu düzenlemelerin kamu hukukundaki iptal istemine
konu bu benzer düzenleme ile birlikte değerlendirilmesi sonucunda; İcra ve
İflas Kanunu uyarınca tebliğ edilen ödeme emrine süresi içerisinde yapılan
itirazın aynı Yasanın 66. maddesi gereğince takibi kendiliğinden durdurmasına
karşın 2577 sayılı Yasanın 27. maddesine göre, Danıştay'da veya idari
mahkemelerde dava açılması halinde dava edilen idari işlemin yürütmesi
kendiliğinden durmamaktadır. Bu yönüyle İcra Hukukunda öngörülmüş olan icra
inkar tazminatı düzenleniş amacına uygun düşmekte ve şahsi bir alacağın
tahsilinin gecikmesi tazminat sayesinde önlenmeye çalışılmaktadır. Benzer bir
şekilde 6183 sayılı Yasa gereğince takibi yapılan amme alacaklarının tahsilinin
gecikmemesi ve bu konuda gereksiz yere dava açılmaması için bir tedbir
niteliğinde düzenlenen 58. maddesinin 5. fıkrasında öngörülmüş olan zam bu
anlamda düzenleniş amacına uygun düşmemekte, keza 2577 sayılı Yasanın 27.
maddesi uyarınca zaten ödeme emri hakkında dava açılması takip işlemlerini
durdurmamakta, idare açılan davada hüküm verilmeden önce de mahkemece
yürütmenin durdurulması hakkında verilecek karara göre takibe devam
edebilmektedir. Bu durumda amme alacağının geç tahsilinden söz edilemeyecektir.
Öte yandan, İcra İflas Kanunu'nda tazminata ancak borçlunun kötü
niyetli olduğu hallerde ve davasının haksız olduğu durumlarda, borçlunun
durumuna göre kanunda belirtilen üst sınıra kadar olmak kaydı ile hâkim
tarafından, diğer tarafça talep edilmiş olunması halinde hükmedilmektedir.
Diğer taraftan hâkime, alacaklının haksız çıkması halinde alacaklıyı da borçlu
lehine aynı ödemeyi yapmaya mahkûm etme yetkisi tanınmıştır. Özel hukuk düzeni
içerisinde eşit taraflar arasında haksız ve kötü niyetli başvuruları
cezalandırma amacı güden İcra İflas Kanununun bu düzenlemesi gerek borçlu
gerekse alacaklı açısından hukuki ve adil görünmektedir.
6183 sayılı Kanunun 58. maddesinin 5. fıkrasında ise sadece davacı
haksız çıkma zammı ödemekle yükümlü kılınmıştır. Oysa ki idarenin yargılama
aşaması sona erdikten sonra yargı kararına göre haksız çıkması her zaman
ihtimal dahilinde olmasına rağmen, yapılan bu tek taraflı düzenleme ile eşitlik
ilkesine aykırı adalet ve hakkaniyet gereklerine de uygun olmayan sonuçlar
doğmaktadır. Mahkemede taraf olarak karşı karşıya gelen 6183 sayılı Yasada
tanımlı olan amme alacaklarının takibine yetkili olan kamu idareleri ile amme
borçlusu olan gerçek ve tüzel kişiler kamu hukuku alanında eşit değillerdir. Kamu
idareleri tek taraflı ve kamu kudretine haiz biçimde işlem tesis etmekte ve bu
işlemler bazen idari davalara konu olabilmektedir. İdari Yargının varoluşundaki
sebepte zaten başlangıçta eşit olmayan bu taraflar arasında adil bir denge
kurmaya yönelik girişimlerin sonucudur. Öyleyse, sonuçta Mahkeme kararı üzerine
haksızlığına hükmedilen bir taraf var ise bu taraflar arasında da dava
sonuçları bakımından bir yasal eşitlik sağlanmalıdır.
6183 sayılı Yasanın 58. maddesi 5. fıkrası ile getirilen yasal
düzenlemeye göre, haksız çıkma zammı, ödeme emri aleyhine açılan dava sonucunda
haksız çıkan borçludan talep olunabilmektedir. Ancak bazen ödeme emrine karşı
açılan dava uyuşmazlık konusu olayda da olduğu gibi mahkemece işin esasına
girilmeksizin ödeme emrine ilişkin itiraz sebepleri incelenmeden usul hükümleri
gereğince reddedilmiş olabilmektedir. Bu tip durumlarda dahi mevcut yasal
düzenleme usul ve esas hakkında verilmiş mahkeme kararları açısından bir
belirleme ve sınırlama yapmadığından usul hükümleri gereğince reddedilmiş dava
neticesinde idarece haksız çıkma zammı talep edilebilmektedir. Oysaki, bu tip
durumlarda uyuşmazlığın esasını çözecek bir mahkeme kararı ortada
bulunmadığından ve usul hükümleri gereğince verilen Mahkeme kararı ile de haklı
veya haksız olan tarafın ortaya çıkması mümkün olamayacağından söz konusu yasal
düzenleme bu haliyle uygulamada tereddüte yol açmaktadır.
Bu anlamda, ödeme emrine karşı açılmış davaların neticesinde,
idarenin davacıdan haksız çıkma zammı talep edebilmesi için mahkemece davanın
esasına girilmek suretiyle davacının haksızlığına kanaat getirilmiş ve davanın
reddolunmuş olması gerekmektedir. Örneğin, vergi mahkemesince ödeme emrine
ilişkin itiraz sebepleri incelenmeyerek ödeme emrine karşı açılan davanın süre
aşımından reddedilmiş olması halinde, davacının davasında haksız çıktığından
söz edilemeyecektir. Böyle bir durumda ödeme emri aleyhine dava açmış olan
davacının davasında haksız çıktığı sebebiyle kendisinden haksız çıkma zammı
talep edilememesi gerekmektedir. Ancak, haksız çıkma zammı hesaplanmasına
ilişkin olarak mevcut düzenlemede usul ve esastan verilecek mahkeme kararları
açısından herhangi bir ayrıma gidilmemiştir.
Diğer taraftan, idarenin aynı kökten doğan bir borç için asıl
borçludan dolayı asıl borçlunun birden çok kanuni temsilcisine aynı anda takip
yaptığı ve bu kişiler tarafından da ayrı ayrı dava açılmak zorunluluğu
hallerinde aynı konu için birden çok haksız çıkma zammı talebi gündeme
gelebilmektedir. Çünkü, bu tür olaylarda borç tek kaynaktan çıkmakta ve bu borç
için birden çok kişiye ödeme emirleri tebliğ olunabilmektedir. Bu konuyla
ilgili olarak Yasa maddesinde mükerrer uygulamaya yol açacak bu durumu engeller
bir düzenleme yer almadığından bu gibi hallerde haksız çıkma zammı ciddi bir
cezaya dönüşebilmektedir.
Sonuçta; idarece tek taraflı olarak tesis edilen ödeme emrine
karşı açılan ve takibin hiçbir safhasını durdurmayan ya da teminat karşılığı
veya mahkemece verilecek yürütmenin durdurulması kararı ile takibin
engellenebildiği idari davalarda, çoğu zaman ilanen tebliğ edilerek
kesinleştirilen ihbarnameler nedeniyle kendisine ödeme emri gelene kadar
borçtan haberdar olmayan amme borçlusunun içeriğinde herhangi bir açıklama ve
gerekçe bulunmayan ödeme emrine karşı henüz dava açmadan önce haksız olduğunu
bilebilmesi çoğu zaman mümkün olamamakta, pek çok defa ödeme emri içeriği borç
ile ilgili olarak borçluların ulaşamayacakları bilgilere dava açma yoluyla
ulaşabilmeleri mümkün olduğundan ve davacı açısından dava açılmaya gerek olup
olmadığına ilişkin kararın çoğu zaman ancak dava açıldıktan sonra ulaşılabilen
bilgiler sayesinde verilebilmesinden, ilk etapta haklı ve haksız olanın
belirlenebilmesi için dava açılması gerekli olabilmektedir. Bu yüzden dava
açılmasından önce amme borçlusunun başlangıçta haksız olduğunu bildiği veya
bilmesi gerektiği, dolayısıyla kötü niyetli olabileceği genellemesinin
yapılması ve özel hukukta var olan birtakım caydırıcı tazminatlara benzer ek
mali yükümler getirmek suretiyle dava açılmasının engellemesi yoluna gidilmesi kamu
hukukuna özgü kurallar ve durumlar karşısında uygun düşmemektedir.
6183 sayılı Yasanın 58. maddesinin 5. fıkrası ile getirilen haksız
çıkma zammı, hem amme borçlularını yargı haklarını kullanmaktan caydırıcı bir
niteliğe dönüşmüş ve dava açılması önünde engel bir durum halini almış hem de
mahkemelerce verilecek ret kararları açısından bir sınırlandırma yapmadığı
içinde usul ve esastan verilecek ret kararlarını haksız çıkma hususunda
idarenin yeterli saymasına yol açmış ve her türlü ret kararı sonrasında haksız
çıkma zammı alınmasına imkan tanımış olmaktadır. Bu durumda, söz konusu
yaptırım tehdidi ile kişilerin yargı haklarını kullanmamalarının teşvik
edilmesi veya bu hakkı kullanmaktan caydırılması ise Anayasa'nın 36. maddesinde
düzenlenmiş olan hak arama hürriyetini yine Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan
temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında dikkat edilmesi gereken
ilkelerden olan demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olarak
sınırlandırmakta ve Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenmiş olmakla birlikte yine
Anayasa Mahkemesi'nce çerçevesi çizilmiş olan hukuk devleti ilkesinin
gerçekleşme aracı olan idari işlemlerin yargı denetimine tabi olması ilkesini
zedelemektedir. Üstelik sadece davacının haksız çıkması halinde bu zammı ödemek
durumunda kalması, haklı çıkması halinde ise haksız işlem tesis eden idarenin
zam veya tazminat ödemesinin yasada öngörülmemiş olması da ayrı bir
eşitsizliktir.
Anayasa'nın 36. maddesinde;'Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz',denilmektedir. Maddeyle güvence altına
alınan dava yoluyla mahkemelerde hak arama özgürlüğü, aynı zamanda temel hak
niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisini oluşturmaktadır. Kişinin maruz kaldığı bir haksızlık veya idari işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir.
İptali istenilen düzenlemeyle, kendisine 6183 sayılı Yasa uyarınca
düzenlenip tebliğ edilen ödeme emrine karşı dava açan amme borçlusu davanın
reddine karar verildiği durumlarda reddolunan miktardaki amme alacağının
davacıdan %10 zamla birlikte tahsili gündeme gelecektir. Zaten mahkemece ret
kararı verilmesini müteakip yargılama aşamasında da işlemeye devam eden 6183
sayılı Yasa'nın 51. maddesi uyarınca talep edilecek olan ve amme alacağının
ödeme müddeti içinde ödenmeyen kısmına vadenin bitim tarihinden itibaren her ay
için ayrı ayrı % 4 oranında hesaplanacak gecikme zammı bile başlı başına 58.
maddenin 5. fıkrası ile getirilen düzenleme ile gereksiz yere dava açılmasını
önleme amacını gerçekleştirmeye matuftur.
Hal böyle olunca, 6183 sayılı Yasa gereğince takibi yapılan amme
alacaklarının tahsilinin gecikmemesi ve bu konuda gereksiz yere dava açılmaması
için bir tedbir niteliğinde düzenlenen 58. maddesinin 5. fıkrasında öngörülmüş
olan zam ile dava açıldığı takdirde ret ile sonuçlanması durumunda amme alacağının
%10 zamla tahsil edileceği yolunda bir yaptırım tehdidi ile temel hak ve
hürriyetlerden olan hak arama hürriyeti sınırlandırılmıştır. Bu nedenle
Anayasada yer alan hak arama hürriyetinin eksiksiz kullanılmasını engelleyecek
nitelikteki 6183 sayılı Yasanın 58. maddesinin 5. fıkrasında yer alan
düzenlemenin Anayasa'nın 2., 13. ve 36. maddelerine aykırı olduğu
düşünülmektedir.
Keza Anayasa Mahkemesi'nin konuyla ilgili bir kararında; (Anayasa
Mahkemesi'nin 28.03.2002 tarih ve E.2001/5, K.2002/42 sayılı kararı)
'Anayasa'nın 36. maddesinde;'Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi
içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz',denilmektedir. Maddeyle güvence altına
alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği
taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde
yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
birisini oluşturmaktadır. Gerçekten, karşılaştığı bir suçlamaya karşı kişinin,
kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme
karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu
yargı mercileri önünde dava hakkını kullanılabilmesidir. Kişilere yargı
mercileri önünde dava hakkı tanınması, adil bir yargılamanın ön koşulunu
oluşturur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkının
düzenlendiği 6. maddesine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında
da, dava yoksa, adil, aleni ve gecikmesiz bir yargılamadan söz edilemeyeceği
(Golder/İngiltere, 21.2.1975, A 18, s 12, paragraf 37 (b)); mahkeme önünde hak
arama yolunun fiilen yahut hukuken geçici de olsa kapatılmasının veya kullanımını
imkansız kılan koşullara bağlayarak sınırlanmasının adil yargılanma hakkının
ihlali anlamına geleceği (Airey/İrlanda, 9.10.1979, A 32, s. 12)
belirtilmiştir.
İtiraz konusu kuralla, kendisine 2464 sayılı Belediye Gelirleri
Kanunu uyarınca harcamalara katılma payı tahakkuk ettirilen bir mükellefin buna
karşı dava açabilmesi, söz konusu payın yarısının önceden ilgili belediyeye
ödemesi şartına bağlanmıştır. Harcamalara katılma paylarına karşı dava
açılabilmesinin böyle bir şarta bağlanarak sınırlandırılmasının, ilgili
belediyelerin söz konusu gelirleri öncelikle tahsil ederek projelerini kısa
sürede tamamlamaları ve bu konudaki dava sayısının azaltılarak mahkemelerin iş
yükünün hafifletilmesi gibi kamu yararına yönelik nedenlere dayandırıldığı
anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa'nın 13. maddesinde temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması, Anayasa'nın ilgili maddelerinde özel sınırlandırma nedeni
bulunmasına bağlı tutulmuştur. Anayasa'nın dava hakkının düzenlendiği 36.
maddesinde bu hakkın sınırlandırılması konusunda özel bir sınırlama nedenine
yer verilmemiştir. Bu nedenlerle, dava hakkının sınırlandırılması Anayasa'nın
36. maddesine aykırıdır.'
şeklindeki gerekçe ile söz konusu Yasa maddesinin Anayasa'ya
aykırı olduğuna ve iptaline karar vermiştir.
5. SONUÇ
Üstte yer verilen gerekçeler veri alındığında uyuşmazlıkta
uygulanacak Yasa maddesi olan itiraz konusu 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 58. maddesinin 5. fıkrasının Anayasa'nın 2., 13.
ve 36. maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılarak konunun incelenmesi için
dosyadaki belgelerin onaylı örneklerinin yer aldığı dosyanın Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı'na gönderilmesine, 09.10.2009 tarihinde karar verildi.'
B- 2010/34 Esas Sayılı İtirazın Gerekçe Bölümü Şöyledir:
'2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 'Anayasaya
Aykırılığın Diğer Mahkemelerde İleri Sürülmesi' başlıklı 152'nci maddesinin
birinci fıkrasında: 'Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun
veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa'ya aykırı görürse veya
taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.' hükmü yer almaktadır.
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun'un İtiraz Yoluyla Mahkemelerden gönderilecek işler Başlıklı 28.
maddesinde: 'Bir davaya bakmakta olan mahkeme: (1) O dava sebebiyle uygulanacak
bir kanunun veya karar hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse,
bu yoldaki gerekçeli kararı; veya, (2) taraflardan birinin ileri sürdüğü
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa tarafların bu konudaki iddia
ve savunmalarını ve kendisini bu kanıya götüren görüşünü açıklayan kararı;
dosya muhtevasını mahkemece bu konu ile ilgili görülen belgelerin tasdikli
örnekleri ile birlikte Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderir.' kuralına yer
verilmiştir.
Uygulanacak Yasa kuralı, bakılmakta olan davayı yürütmeye,
uyuşmazlığı çözmeye, davayı sona erdirmeye veya kararın dayanağını oluşturmaya
yarayacak kuraldır.
I- OLAY
Uyuşmazlık, davacıdan 6183 sayılı Kanunun 58. maddesinin 5.
fıkrasına istinaden davacıdan 827,44-TL haksız çıkma zammı istenilmesine
ilişkin 19/01/2009 tarih ve 20090119395071 sayılı 2 No'lu ceza ihbarnamesinin
iptali isteminden kaynaklanmaktadır.
Dosyada, 2002 ve 2003 yılı 'Doğrudan Gelir Desteği' ödemelerinden
haksız olarak yararlandığı gerekçesiyle davacı adına düzenlenen toplam 8.274,41
TL'lik 10/01/2008 tarih ve 1293 ve 1294 sayılı ödeme emirlerine karşı dava
açıldığı, söz konusu davada Eskişehir 1. İdare Mahkemesinin 17/12/2008 gün ve
E.2008/113, K.2008/1043 sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği,
temyiz edilen bu kararın Danıştay 10. Dairesinin 29/06/2008 günlü E:2009/2734,
K:2009/7092 sayılı kararı ile onandığı, söz konusu karara istinaden ödeme
emirlerine karşı açmış olduğu davanın reddedildiği gerekçesiyle davacıdan itiraz
konu hükme istinaden 827,44 TL tutarındaki haksız çıkma zammı istenildiği,
bunun üzeri bakılan davanın açıldığı görülmektedir.
Hakimliğimizce, iptal isteminin incelenebilmesi için dava konusu
işleme dayanak gösterilen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun'un 58. maddesinin 5. fıkrasında yer alan 'İtirazında tamamen veya kısmen
haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme
alacağı %10 zamla tahsil edilir.' hükmünün, yapılan değerlendirmede, Anayasa'ya
aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
II- İPTALİ İSTENEN YASA HÜKMÜ
İtiraz konusu AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUN'un
'Ödeme Emrine itiraz' başlıklı 58. maddesinde 'Kendisine ödeme emri tebliğ
olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına
uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil
dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda
bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında
Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.
Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve
miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi halde itiraz edilmemiş sayılır.
İtirazda bulunan borçlu bu kanuna göre teminat gösterdiği takdirde
takip muamelesi itirazlı borç miktarı için ve itiraz komisyonunca bu hususta
karar verilinceye kadar durdurulur.
İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak
mecburiyetindedir.
İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki
itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı % 10 zamla tahsil edilir.
İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.
Borcun tamamına bu madde gereğince vaki itirazların tamamen veya
kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden
itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.
Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vaki itirazlar mal
bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz,' hükmüne yer verilmiştir.
III- ANAYASAYA AYKIRILIK NEDENLERİ VE İLGİLİ ANAYASA MADDELERİ
Madde 2- 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk devletidir.'
Madde 36- 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz.'
Madde 125 - 'İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolu açıktır.'
'1- İTİRAZ KONUSU HÜKÜM ANAYASA'NIN 2. MADDESİNE AYKIRIDIR.
Anayasanın 2. maddesinde, 'Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.' hükmü yer almaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 2.10.2003 gün ve E.2003/73, K.2003/86 sayılı
kararında, 'Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık, Anayasanın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlet' olduğu
belirtilmiştir.
Hukuk devleti ilkesinin tam olarak geçerli olabilmesinin en önemli
koşulu vatandaşlara hukuk güvenliği temelinde kendilerini yargı organları
önünde savunabilme gereklerinin tam olarak yerine getirebildiği bir Devletin
algılanması gerekir.
Uyuşmazlık konusu olayda olduğu gibi, idare tarafından düzenlenen
idari işlemin yargı mercileri önünde dava edilebilmesi mümkün olmakla birlikte,
söz konusu işleme karşı açılan davanın reddedilmesi halinde, hukuk devleti
ilkesi gereğince yargı mercileri önünde hakkını araması sonucunda, itiraza konu
kural ile ayrıca bir külfet altına girilmesine yönelik düzenleme nedeniyle
kişilerin hukuk güvenliği temelinde kendilerini yargı organları önünde
savunabilme gereklerinin tam olarak yerine getirilemediğini göstermektedir.
2- İTİRAZ KONUSU HÜKÜM ANAYASA'NIN 36. MADDESİNE AYKIRIDIR.
Hak arama özgürlüğünü düzenleyen Anayasa'nın 36. maddesinde,
'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz'
denilerek yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun tabii
sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma, adil yargılanma
hakkına sahip olduğu güvence altına alınmış ve özel sınırlama nedenleri
öngörülmemiştir.
Kişinin karşılaştığı bir suçlamaya karşı kendisini
savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir eylem veya işleme karşı
haklılığını ileri, sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili yolu, yargı mercileri
önünde dava hakkını kullanabilmek ve bu davada haklılığını ortaya
koyabilmektir.
Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği üzere, hak arama
özgürlüğü, yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil, aynı
zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme
uğraşının da aracıdır. Bu hakkın kullanılması, yerine getirilmesi olabildiğince
kolaylaştırılmalı, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren
engeller kaldırılmalıdır.
İtiraza konu hüküm ile, kişilerin kendisine yönelik tesis edilen
idari bir işleme karşı yargı yoluna başvurmaları halinde ve davanın
reddedilmesi durumunda ayrıca bir külfet altına alınmasına neden olduğu
görüldüğünden, söz konusu düzenlemenin, Anayasal bir hak olan 'Hak Arama
Hürriyeti'ni zorlaştıran, olumlu ya da olumsuz sonuç almayı güçleştiren ve
belki de yok eden bir düzenleme olduğu sonucuna varılmıştır. Bu hale göre
itiraza konu hüküm Anayasanın 36. maddesinde yer alan 'Hak Arama Hürriyeti'ne
aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
3- İTİRAZ KONUSU HÜKÜM ANAYASA'NIN 125. MADDESİNE AYKIRIDIR.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğu belirtilmekte, aynı
Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasında da, 'idarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.' denilmektedir.
Hukuk devleti, kişiye tüm hak ve özgürlükleri tanıyıp, bunlara
saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu
devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan bir devlet, demektir.
Hukuk devletinin dayandığı hukuki temellerden birisi ve belki de
en önemlisi idarenin hukuka bağlılığının sağlanmasıdır. Bu da ancak İdarenin,
İdare Hukuku sahasında tesis ettiği işlem ve eylemlere karşı İdari Yargı
yolunun, Özel Hukuk hükümlerine göre yaptığı faaliyetlerine karşı ise Adli
Yargı Yolunun açık tutulmasıyla mümkün olabilir.
Görüldüğü gibi, Anayasanın 125. maddesinin birinci fıkrasındaki
'İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.' hükmü,
hukuk devleti ilkesinin zorunlu bir sonucu olmaktadır. Hukuk devleti ilkesi
uyarınca, idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açıklığının,
yalnızca şekli olarak değil, aynı zamanda yargı yoluna başvurulmayı
engelleyici, zorlaştırıcı ve dava açmaktan caydırıcı olmasına yol açan
hükümlerin konulmamasını da gerektirmektedir.
İtiraza konu 6183 sayılı Kanunun 58. maddesinin 5. fıkrası
uyarınca düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle dava açıldığı görülmekle
birlikte, kendisine ödeme emri tebliğ edilen davacının, söz konusu ödeme emrine
dava açması ve bu davanın aleyhine sonuçlanması neticesinde, -uyuşmazlık konusu
olayda da olduğu gibi- amme alacağının %10'u kadar zammın yeniden düzenlenecek
bir ödeme emri ile istenilmesi halinde bunun dava konusu edilmesi durumunda
buna karşı açılacak dava, ilk davanın reddedilmesi nedeniyle yargı yolunun
şekli olarak açık olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, dava açmayı düşünen yani idarenin işlem ve eylemine karşı
yargı yoluna başvurmak isteyen şahıslar, itiraz konusu kuralın varlığı
nedeniyle, yargı yoluna başvurmaktan vazgeçebilirler. Çünkü yargı yoluna
başvurulması halinde açılan davanın reddi durumunda dava açmak isteyen
şahıslardan itiraz konusu hüküm nedeniyle ayrıca % 10 gibi 'haksız çıkma zammı'
şeklinde fazla bir tutar daha ödemesi istenilmektedir. Bu hükmün varlığı,
kişilerin yargı yoluna başvurmasını zorlaştırıcı veya caydırıcı bir etki
yaratmaktadır. Bu nedenle, itiraz konusu kural, Anayasanın 125. maddesinde yer
alan, idarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolunun açık olduğu
hükmüne aykırı olduğu kanaatine varılmaktadır.
V- SONUÇ
Açıklanan nedenlerle, Anayasa'nın 152. ve bir davaya bakmakta olan
mahkemenin, o dava sebebiyle uygulanacak olan bir kanun hükmünün Anayasa'ya
aykırı olduğu kanısına götüren görüşünü açıklayan kararı ile Anayasa
Mahkemesine başvurması gerektiğini düzenleyen 2949 sayılı Kanunun 28.
maddesinin 2. fıkrası gereğince, itiraza konu 6183 sayılı Kanunun 58.
maddesinin 5. fıkrasının Anayasa'nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu
kanaati ile iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, dava
dosyasının tüm belgeleriyle birlikte onaylı suretinin dosya oluşturularak karar
aslı ile birlikte Anayasa Mahkemesine sunulmasına, işbu karar aslı ile dosya
suretinin yüksek mahkemeye tebliğinden itibaren beş ay beklenilmesine, beş ay
içinde netice gelmezse mevcut mevzuata göre davanın görülmesine, 12/04/2010
talihinde karar verildi.'"