"...
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
'Davacı tarafın iddiası:
Davacı mahkememize sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; halen
Karabük Defterdarlığı Hazine Avukatlığında 5 yıldır Hazine Avukatı olarak görev
yaptığını, her sene Avukatlık Ücreti limiti üzerinde yasal avukatlık ücreti
tahsil etmelerine rağmen, tarafına özel Kanun olan 1136 sayılı Yasanın 164.
maddesine ve yine Anayasa'nın eşitlik düzenlemesini öngören 2. maddesine aykırı
olan 657 sayılı DMK'nın 146. maddesi ve bu Yasanın uygulanmasına dair ilgili
Yönetmelik hükümlerine göre limit sınırlaması getirilerek yasal alacağının
eksik ödendiğini, bu sebeple dava konusu olayı ayrıntılı izahla söz konusu
alacağını hüküm altına alınmasını teminen öncelikle limit sınırlamasını öngören
ve memur avukatlara uygulanan 1136 sayılı en yeni tarihli ve özel Yasanın 164.
maddesiyle çelişen ve yine Anayasa'nın eşitlik düzenlemesini öngören 2.
maddesine, 10., 35. ve 55. maddelerine aykırı olan 657 sayılı DMK'nın 146/3.
fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasını talep ettiğini,
Zamanla yurdun her yerinde, toplumda ekonomik ve sosyal
ilişkilerde görülen gelişmelere paralel olarak Devlet Hazinesini ilgilendiren
birçok uyuşmazlıklar sayıları gittikçe artarak, mahkemelere intikal etmiş, son
yıllarda DSİ, SHÇEK, Tarım Reformu Gen. Md., Petrol İşleri Gen. Md., KGM gibi
özel bütçeli dairelerin genel bütçe kapsamına alınmasıyla daha da Devletin
vatandaşıyla uyuşmazlık dosya sayıları arttığını genel bütçe konusuna giren bu
davaların, Hazine Avukatlığından önce, mukavele ile tutulan veya ücretle
çalıştırılan ve aynı zamanda başka yurttaşların davasını da alan serbest
avukatlar eliyle takip edildiğini, zamanla, davaları kaza mercileri önünde ve
icra dairelerinde bu koşullar altında yürüten avukatların çalışmaları ve
sorumluluk anlayışları çok kez yeterli görülmemeğe başlandığını, ayrıca,
devlete ait dâvaların açılmasında ve kovuşturulmasında bir kısım kanunî
kayıtların yarattığı zorlukları da ortadan kaldırmak gerektiğini, tümüyle
dışarıdan alınacak hukuk (avukatlık) hizmeti ile hukuk hizmetlerinin sağlıklı
bir şekilde yürütülebilmesinin mümkün olmadığını, çünkü içerdeki hukukçu (evin
hukukçusu), nezdinde görev yapılan kuruluşun hafızasını bilen ve ihtiyacı en
iyi değerlendirebilecek olan hukukçu olduğunu, içerdeki hukukçunun bilgi ve
tecrübesinin yetmemesi halinde ise, dışarıdan uzman hukukçu (avukat) yardımı
almak gerekeceğini, bu nedenlerle yeni bir kuruluşa gitmek, Hazine
Avukatlığını, Maliye Bakanlığı kadrosunda, devlet memurları statüsü içinde,
memleket ihtiyaçlarını karşılayacak ve Hazine Avukatlığı görevine atananları
serbest hayattaki kazançlarından vazgeçirtecek, onların serbest çalışma
eğilimini önleyecek biçimde genişletmek gerektiğinden bahisle, Hazine
Avukatlığı kadrosu ihdas edildiğini, böylece de Hazine Avukatları, Devlet
Memurları Statüsü içine alınarak, Hazine Avukatlığı memur avukatlık şeklinde
bir meslek haline getirildiğini, 178 sayılı KHK ve 4353 sayılı Kanun hükümleri
ile temsil/tevkil tekeli öngören gerekçesi karşısında genel bütçeli idareleri
avukat sıfatıyla temsil yetkisinin münhasıran Hazine Avukatlarına ait olduğunu,
13.12.1983 gün 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesi ile Devletin hukuk danışmanlığını ve
muhakemat hizmetlerini yapmak görevi Maliye Bakanlığı'na verildiği; 8.
maddesinde de, Başhukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü'nün bu
Bakanlığın ana hizmet birimlerinden olduğu belirtildiğini, bu düzenlemelere
göre; Hazine Avukatları genel bütçe içindeki kamu kurum ve kuruluşlarını her
tür ve derecedeki yargı ve icra mercileri ile hakemler nezdindevekil sıfatıylatemsil
ettiklerini4353sayılı Maliye Vekaleti Baş Hukuk Müşavirliğinin ve Muhakemat
Müdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Davalarının Takibi Usullerine ve Merkez
Vilayetler Kadrolarına Bazı Değişiklikler Yapılmasına Dair Kanunun 1., 2. ve
diğer madde hükümleri ile gerekçesinde açıklandığı gibi, Devleti adli, idari ve
cezai davalarda temsil ve takip etmek üzere Hazine Avukatlığı sınıfı ihdas
edilmiş; 22'nci maddeye göre de, idari davalarda temsil yetkisi Hazine
Avukatlarının yanında daire âmirleri, hukuk müşavirleri ve ilgili şube müdürlerini
kapsayacak şekilde genişletildiğini, anılan 4353 sayılı Kanunda da, Maliye
Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ile Muhakemat Genel Müdürlüğünün merkezdeki
vazifeleri 2'nci maddenin C bendinde; 'Bakanlıklara ve genel muvazene içindeki
diğer dairelere ait her türlü hukuk ve ceza davaları ile icra işlerini, ait
olduğu makam ve mercilerde işlemi, ait olduğu makam ve mercilerde ikame, takip
ve müdafaa ettirmek'; D bendinde de, 'Mali hususları ihtiva eden ve Hazineyi
ilgilendiren idari davalara karşı Bakanlıklar ve Dairelerince hazırlanarak bu
Kanunun 24'ncü maddesi gereğince Maliye Bakanlığına gönderilen müdafaanameler
üzerinde icap ettiği takdirde hukuki mütalaa beyan etmek ve bu davaların
duruşmalarında bakanlık' ve daireleri Baş Hukuk Müşaviri, Hukuk müşavirleri,
Merkez Muhakemat Müdürü,Müşavir avukatlarve avukatlarımarifetiyle idari kaza vemercilerinde
temsil etmek olarak belirtildiğini, 4353 sayılı 'Maliye Vekaleti Baş Hukuk
Müşavirliği'nin ve Muhakemat Umum Müdürlüğünün Vazifelerine ve Devlet Davalarının
Takibi Usullerine ve Merkez ve Vilayetler Kadrolarında Bazı Değişiklikler
Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesinin (C) bendi ve 3. maddesinin (B) bendi
gereğince, bakanlıklarla genel bütçeye dahil dairelere ait hukuk ve ceza
davaları ile her türlü icra takiplerinde bu daireleri mahkemeler, hakemler,
icra daireleri, dava ve icra işleriyle alakalı diğer merciler önünde temsil
yetkisi Maliye Bakanlığı'na verildiğini, Yasa'nın 18. maddesinin birinci
fıkrasına göre bu yetki Hazine Avukatları vasıtasıyla kullanıldığını, bu
davaların asıl tarafı ilgili daire olup, Hazine Avukatının onun davadaki kanuni
temsilcisi olduğunu, buna ilaveten 4353 sayılı Kanunun 19 ncu maddesinin son
fıkrasındaki 'Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Umum Müdürlüğü teşkilat
kadrolarına dahil olanlardan Devlet dairelerini avukat sıfatıyla temsil edenler
hakkında 1136 sayılı Avukatlık Kanununun hükümleri dairesinde disiplin
tatbikatı icrası vazife gördükleri yerin barosuna aittir.' hükmünden hareketle
de, Hazine Avukatlarının devleti avukat sıfatıyla tevkil ettiğinin
öngörüldüğünü, 4353 sayılı Kanunun, hukuk ve ceza davalarının ve icra islerinin
takibi usulleri baslığını taşıyan üçüncü bölümünde (4353 s.K.m.26 vd); Merkezde
Başhukuk Müşaviri ve Muhakemat Umum Müdürünün ve illerde muhakemat müdürlerinin
ve teşkilât olmayan yerlerde Hazine Avukatının uygun görüşü olmadıkça hiç bir
dava açılamayacağı ve hiç bir icra takibi yapılamayacağı; maddî veya hukukî
sebeplerle dava açılmasında ve icra takibinde fayda umulmayan işlerde muhakemat
müdürleri ve olmayan yerlerde Hazine Avukatları tarafından mucip sebepleri
gösterilmek suretiyle verilecek mütalâa derhal Bakanlığa bildirilerek alınacak
emir ve talimata göre hareket olunacağı, Hazine Avukatlığı teşkilâtı olmayan
yerlerde dava açılmasına veya icra takibine gerek görülmeyen işler hakkında
daire âmirlerinin görüşlerini Maliye Bakanlığına bildirerek alacakları talimat
dairesinde hareket edecekleri, muhakemat müdürleriyle Hazine Avukatları ve
daire âmirlerinin süreli (miatlı) işlerde hakkın düşmesini önleyecek tedbirleri
almakla mükellef oldukları (4353 s.K m.26); dava ve takiplerden vazgeçme veya
sulh yetkisinin yahut davanın konusuz kalma halinde hangi miktarlara göre
kaymakam yahut Maliye Bakanının yetkisinde olduğu (4353 s.K m.27-31); 27, 28,
29 ve 30 uncu maddeler hükümlerine uygun bir karar alınmış olmadıkça tamamen
veya kısmen Devlet aleyhine neticelenen davalarla icra takiplerinden yüksek
dereceli mercilerde tetkiki istenilmesi mümkün olanlar hakkında kanun yollarına
gidilmesinin zorunlu olduğu ve bu zorunluluğu yerine getirmemek suretiyle
hukukî veya maddî sebeplerle bozulması mümkün bir hükmün kesinleşmesine ve bir
hakkın kaybolmasına sebep olan avukatlarla daire âmirleri hakkında kanunî
takibat yapılmakla beraber, ortaya çıkan zararın hükmün kesinleştiği tarihten
itibaren on yıl içerisinde kendilerine hükmen tazmin ettirileceği (4353 s.K
m.32); tashihi karar veya yargılamanın yenilenmesi veya 3533 sayılı Kanun
uyarınca hakemlerce verilmiş olan kararlara karşı itiraz yoluna gidilmesi için
kanuni sebepler mevcut olup olmadığının takdirinin davayı takip eden avukata ve
teşkilât olmayan yerlerde daire âmirlerine ait olduğu (4353 s.K. m.33)
konularında ayrıntılı düzenlemeler bulunduğunu,
Bakanlıkların görev ve teşkilatlarına dair bu kanunlarda genellikle
hukuk müşavirlerine kuruluşu 'temsil etmek' görevi verildiğini; ancak 178
sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmünde
Kararname'nin 9'ncu maddesinin 2 ve 3'ncü fıkralarında; 'Baş Hukuk Müşaviri ve
Muhakemat Genel Müdürü, Hukuk Müşavirleri, Müşavir Hazine Avukatları genel
bütçe içindeki kamu kurum ve kuruluşlarını her tür ve derecedeki yargı ve icra
mercileri ile hakemler nezdinde vekil sıfatıyla temsil ederler. 4353 sayılı
Kanunun 19'ncu maddesindeki bildirim, idare ve vergi mahkemelerinde yapılır.
Aynı Kanunun 22'nci maddesinde esasları belirleyen idari davalarda temsil
yetkisi, idare ve vergi mahkemelerini de kapsar.' hükmü ile Hazine Avukatlarına
idareyi vekil sıfatıyla temsil yetkisi tanındığını, bununla birlikte katma
bütçeli kamu idarelerin özel kanunlarında genel müdür ve/veya hukuk
müşavirlerine temsille birlikte tevkil görevi verildiği veya 1389 sayılı
Kanunun tatbik edileceği hükme bağlandığını,
Anayasa Mahkemesi'nin, 24.11.1987 tarih ve 1987/24-32 sayılı
kararıyla Hazine Avukatlarının görev ve yetki sınırlarıyla ilgili bakışı; '4353
ve 657 sayılı Yasalar ile 178 ve 207 sayılı KHK'lere göre iş ve özlük hakları
bakımından aralarında pek fark olmamakla beraber, Genel Bütçeye dahil Devlet
Kuruluşlarının her konuda hukuk danışmanlığını ve avukatlığını yapan ve memur
avukatlık türünde bir meslek sınıfı oluşturan hazine avukatlarının faaliyet
alanlarının, birinin tüm kamu kuruluşlarını kapsaması, diğerinin yalnızca kendi
kurumunu temsil etmesi, bu itibarla diğer kamu avukatlarından daha geniş bir
alan içinde kamu hizmeti görmeleri yönünden aynı olmadığına' şeklinde
değerlendirmesiyle Hazine Avukatlarının temsil etmiş olduğu idarelerin sayıca
çokluğu ve bu idarelere ait dava çeşidinin ve sayılarının bir hayli fazla olduğu
böylece açıkça ortaya konduğunu,
Anayasa Mahkemesi'nin 24.11.1987 tarih ve E.1987/24, K.1987/32
sayılı kararında Hazine Avukatlarıyla ilgili davada, '...Özde Anayasaya aykırı
düşmeyenbir kuralınuygulamanın genişletilmesi amacıyla iptali isteminde bulunulmaz'
yönündeki gerekçeyle, söz konusu eksik düzenlemeyi Anayasa'ya aykırı
bulmadığını,
Hazine Avukatlarının, devletin temel ilkesi olan ve anayasalarda
yerini alan kuvvetler ayrılığı prensibi gereği yasama, yürütme ve yargı
fonksiyonlarından, bilhassa yürütme erkinin yargı erki mercilerinde temsil ve
savunuculuğu görevini üstlendiğini, görevleri gereği kamunun güvenliği ve
selameti, bilumum maddi ve manevi menfaatleri için özveriyle çalıştıklarını,
Hazine Avukatları ve diğer kamu avukatlarının sorumlulukları büyük
olduğunu, devletin trilyonluk davalarını takip eden, batık kredilerinin tahsili
için uğraşan, kamunun çıkarlarını kollayıp koruyan memur avukatlar büyük mali
sıkıntı içinde olduklarını, bu durumun düzeltilmesi; görevde kalıcılığın temin
edilmesi ve hizmet verimliliklerinin artırılmasının da gereği olduğunu,
hazinenin memur avukatlarının, bir yönden Devlet Memurları Kanunu'na bir yandan
da disiplin kovuşturması yönünden Avukatlık Kanunu'na bağlı tutulduklarını,
Hukuk sistemimizde iki tür vekalet ücreti söz konusu olduğunu,
birincisinin, müvekkil ile vekil arasında yapılacak bir sözleşme ile (yazılı
sözleşme yoksa Avukatlık Kanunu'nun 164/4. maddesine göre) belirlenen vekalet
ücreti (A.K: m.164/1, 2, 3, 4); ikincisinin ise HUMK'nin 423/6, (CMK:303/I-h,
324); İYUK:31/1) ve Avukatlık Kanunu'nun 164/son maddelerine göre, vekille
takip edilen davalarda mahkemece, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre
re'sen takdir edilen vekalet ücreti olduğunu,
Kamu ve kurum avukatları, belli bir ücret (maaş) karşılığı iş
gördüklerinden, bunlar için birinci tür vekalet ücreti söz konusu olmadığını,
ancak, yargılama gideri olan ikinci tür vekalet ücreti açısından, gerek
HUMK'da, gerekse Avukatlık Kanunu'nda, serbest meslek sahibi avukatlarla, memur
veya diğer istihdam şekilleriyle iş gördürülen kamu ve kurum avukatları
arasında, herhangi bir ayrım yapılmadığını, kamu ve kurum avukatlarının da
HUMK'nun 423/6. da düzenlenen vekalet ücretini almaya hakları olduğu konusunda,
uygulamada da herhangi bir ihtilaf olmayıp, sorun, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nun 146/3. maddesi nedeniyle, bu kanuna tabi olan avukatlara ödenecek
vekalet ücretinin, herhangi bir sınırlamaya tabi olup olmayacağı hususunda
toplanmakta olduğunu, bu konudaki uygulamanın, 1136 sayılı Kanunun 164. maddesinin,
4667 sayılı Kanunla değiştirilmesine kadar, kamu ve kurum avukatlarına, 657
sayılı Kanunun 146/3. maddesindeki limit dâhilinde vekalet ücreti ödenmesi
şeklinde olduğunu, zira Avukatlık Kanunu'nun değişiklik öncesi metnindeki,
'Avukatla iş sahibi arasında aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça, tarifeye
dayanarak karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücreti avukata aittir.' ifadesinin
vekalet ücretinin avukata aidiyetinin mutlak olmadığını, bunun aksinin
kararlaştırılabileceğini göstermekte iken 657 sayılı Kanunun 146/3.
maddesindeki limit de, bu istisnanın içerisinde mütalaa edilmekte olduğunu
ancak, Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinin, 4667 sayılı Kanunla değiştirilmesi
sonrasında, ilgili fıkra, 'Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı
tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu
nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.' şeklini almış ve bunun
aksinin kararlaştırılamayacağı hususu, maddenin mutlak ifadesi ile güvence
altına alındığını, bu durumda, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun değişik 164/son
maddesi ile 657 sayılı Kanunun 146/3. maddesinin bir arada uygulanması mümkün
olmamakta ve bu iki kanunun, birbiri ile çelişik hükümler ihtiva etmesinin,
uygulamada sorunların yaşanmasına sebebiyet vermediğini,
Avrupa Birliğinin, 'Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler'
hakkındaki 9 numaralı tavsiye kararının 50'nci maddesinin (Prensip IV);
'Avukatların ücretleri ve hizmetlerinin karşılığı konusunda, avukatların özgür
olabilmeleri için makul bir yaşam standardını elde edebilecek kadar kazanmaları
şarttır. Avrupa Birliği Avukatlık Meslek Kurallarına göre; 'avukatın vekâlet
ücretini avukat olmayan bir kişi ile paylaşması yasaktır', şeklinde olduğunu,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Devletimiz aleyhine intikal eden birden fazla
memur avukatların vekalet ücretleri mülkiyet hakkı kapsamında şu günlerde esasa
girilerek de görülmeye başlanmış olduğunu, davaların lehe sonuçlanmasıyla emsal
görülerek sayısı 3.500'lere yakın kamu avukatları söz konusu yargı yoluna
başvuracakları muhakkak olduğunu,
Dava sonunda, tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek
vekalet ücreti, yukarıda da ifade edildiği gibi, HUMK'nun 423/6. maddesi ve
Avukatlık Kanunu'nun 164/son maddesinden doğduğunu, ancak, bunun ön şartı,
davanın veya takibin, 'vekil (avukat)' vasıtası ile takip edilmesi olduğunu,
onun içindir ki, idareyi ve kurumları, avukat olmayan bir memurun temsil ettiği
durumlarda (mesela nüfus memurlarının takip ettiği davalarda), vekalet ücretine
hükmedilmediğini, vekalet ücretinin, 'avukatlık' sıfatının bir sonucu olup
davayı takip eden avukatın mülkiyet hakkına girdiğini, mülkiyet hakkının da
Temel Hak ve Hürriyetler içerisinde düzenlenen Anayasal bir hak olduğunu, temel
hak ve hürriyetler doktrinde insan haklarının pozitif hukuk tarafından tanınmış
ve düzenlenmiş bölümü olarak kabul edildiğini, 'Anayasal haklar' tabirinin de
temel hak ve hürriyetlerin yerine kullanılmakta olduğunu, Anayasa tarafından
düzenlenen ve güvence altına alınan hakların Anayasal haklar olduğunu,
Kamuda çalışan avukatların da Avukatlık Kanununa ve meslek
kurallarına göre faaliyette bulundukları konusunda tereddüt olmadığını,
Avukatlık Kanunun Ek 1. maddesinde kullanılmış bulunan kamuda çalışan avukatlar
'görevlerinin gereği olan işleri yaparken baro levhasına kayıtlı avukatların
yetkileriyle haklarına sahip ve onların ödevleriyle yükümlüdürler' ifadesi de
bunu teyit ettiğini,
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 423. maddesinin 6.
bendinde vekil ücretleri mahkeme masrafları arasında sayıldığını, 417. maddesinde
ise kanunlarda aksine bir düzenleme olmadığı hallerde masrafların aleyhine
hüküm verilen tarafa ait olacağı hükme bağlandığını, buradaki amacın haksız
çıkan tarafın haklı çıkan tarafın yüklenmek zorunda kaldığı masrafları
karşılaması, haklı olan taraf üzerinde masraf bırakılmaması, yapmış olduğu
masrafların tazmini olduğunu, yargılama giderlerinin bir parçası olan vekalet
ücretlerinin niteliği mahkeme veya icra dairesince hükmedilen bir tazminat
olduğunu,
657 sayılı DMK'nun 164. maddedeki vekalet limiti konmadan önce:
'10/02/1929 tarih ve 1389 sayılı Devlet davalarını intaceden avukat ve saireye
verilecek ücreti vekalet hakkındaki kanun hükümleri saklıdır.' şeklinde hükmün
olduğunu madde metninden anlaşılacağı gibi, kanun yürürlüğe girdiğinde, vekalet
ücretine herhangi bir sınırlama getirilmediğini, kazanılan vekalet ücretinin
tamamının avukatlara ödenmesine o tarihte kanun cevaz verdiğini, vekalet
ücretine ilk sınırlamanın, 15/05/1975 tarih ve 1897 sayılı Kanunla
getirildiğini, 657 sayılı Kanun'un 146. maddesi '... şu kadar ki, ödenecek
vekalet ücretinin yıllık tutarı, 1. Derecenin ilk kademe aylığının yıllık
tutarının %30'unu geçemez ...' şeklinde değiştirildiğini, bu tarihten daha
sonra yapılan başka bir değişiklikle, vekalet ücreti ile ilgili bu bölüme, 'ek
gösterge hariç' ibaresi eklendiğini, kanun yürürlüğe girdiğinde, vekalet
ücretinde herhangi bir sınırlama bulunmadığından, daha sonraki tarihlerde
yapılan değişikliklerle getirilen sınırlamalar, kanunla açık ve net olarak
verilen bir hakkın, geri alınması olduğunu, açık ve net olan hakkın geri
alınmasının, öncelikle, 657 sayılı Kanun'un 18. maddesine aykırı olduğunu,
657 sayılı DMK 146. maddede yapılan değişikliklerle, kamu
avukatları aleyhine düzenlemeler yapılması her şeyden önce, kanun'un kendi
ruhuna aykırı olduğundan, aleyhe geliştirilen bu düzenlemelerin, vasat bir
mantıkla dahi, kabul edilmesi mümkün görülemeyeceğini, vekalet ücreti
sorununun, kamu avukatlarının yıllardır çözülemeyen ve kanayan bir yarası
olduğunu, hiç bir meslek mensubuna yapılmayan adaletsizlik ve haksızlık, kamu
avukatlarına reva görüldüğünü, bir çok meslek mensubu, döner sermayeden
maaşından bile fazla pay almakta iken, kamu avukatlarının, karşı taraftan
tahsil ettikleri ve Hazineye hiç bir yük getirmeyen vekalet ücretlerine dahi
getirilen Anayasaya, Uluslar arası mevzuata, özel kanun olan Avukatlık Kanununa
aykırı bir düzenleme olan 657 sayılı DMK'nın 146. maddesindeki limit
sınırlamasıyla el konulduğunu, hak ettikleri vekalet ücretine limit konduğunu
ve bu limit de son derece düşük tutulduğunu, üstelik Avukatlık Kanunu'nun
164/son maddesinde, karşı tarafa yükletilecek vekalet ücretininavukataait
olacağı düzenlenmiş olmasına rağmen, limit uygulamasından vazgeçilmediğini,
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun, 164. maddesinin son fıkrasının
birinci cümlesinde yer alan '' avukata aittir.' sözcüklerinin Anayasaya aykırı
olduğu, Çine Asliye Ceza Mahkemesi ve İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
ileri sürülmüş ve iptali istendiğini, Anayasa Mahkemesi'nin 3.3.2004 tarih,
2002/126 E., 2004/27 K. ve aynı tarihli 2004/8 E, 2004/28 K. sayılı kararları
ile, avukatlar lehine iptal taleplerinin reddine karar verdiğini, her iki
kararın da gerekçesinde: 'Avukatların hukuksal bilgi ve tecrübelerinden
yararlanma, hak arama ve savunmada başvurulacak meşru yol ve vasıtaların
başında gelir. Vekalet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki
danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal
bir sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan
yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları
gerekir. Avukatla yapılacak sözleşmede ücret kararlaştırılırken, dava sonunda
karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücretinin gözetilmesi engellenmediğinden,
itiraz konusu kuralla hak arama özgürlüğünün kullanılmasının
zorlaştırıldığından da söz edilemez. İtiraz konusu kural, anılan nedenlerle,
Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı değildir, iptal isteminin reddi
gerekir.' ibarelerinin yer aldığını,
Anayasa'nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti; insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa'ya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı
denetimine açık, yasaların üstünde Anayasa'nın ve yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlet olduğunu,
bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasa'ya değil,
evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlü olduğunu,
Anayasa'nın 5. maddesinde de kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmak, devletin temel amaç ve görevleri arasında
sayıldığını, Anayasa'nın 10. maddesindeki 'Kanun önünde eşitlik ilkesi'
hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusu olduğunu, bu ilke ile eylemli
değil, hukuksal eşitlik öngörüldüğünün, eşitlik ilkesinin amacının, aynı
durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını
sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemek olduğunu, bu
ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar
uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır.' şeklinde
belirtildiğini, Anayasanın 11. maddesinde 'Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz',
Anayasanın 138. maddesinde 'Hakimler Anayasa, kanun ve hukuka uygun olarak
vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler', Anayasanın 10. madde; 'Herkes, dil,
ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Kişisel nitelikleri ve durumları özdeş
olanlar için yasalarla değişik kurallar konulamaz. Devlet organları ve idare
makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket
etmek zorundadırlar.' ve yine T.C. Anayasasının 11 inci maddesi; 'Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.' hükümlerinin yer
aldığını, nihayet T.C. Anayasasının Anayasaya aykırılığını diğer mahkemelerde
ileri sürülmesi başlığını taşıyan 152 nci maddesi, 'Bir davaya bakmakta olan
mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini
Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır.' ve Anayasamızın 152 ve Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddelerinde,
bir davaya bakmakta olan mahkemenin o dava sebebi ile uygulanacak kanun
hükümlerini Anayasa'ya aykırı görürse konuyu itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi'ne
götürebilmesi için, aşağıdaki iki şartın birlikte olması gerekmektedir:
1- Mahkemede bakılmakta olan bir davanın bulunması,
2- Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kuralın o davada
uygulanacak bir kural olması,
Açılan davada her iki yasal unsur bir arada bulunmakta olduğunu,
Yargılama sonunda mahkemelerin verdiği kararlar esas hakkında
verilen hüküm ile yargılama giderlerini kapsayan hükümden oluştuğunu, vekalet
ücreti de yargılama giderlerinden sayıldığını, bunların taraflar arasında nasıl
paylaştırılacağı hususu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 413 - 426.
maddelerinde gösterildiğini,
Görülmekte olan davada, 4353 sayılı Kanun kapsamındaki kamu
kuruluşları için daha uzun temyiz ve esas hakkında cevap verme süreleri öngören
itiraz konusu kuralların Anayasa'ya aykırı oldukları kanısına varan Avanos
Mahkemesinin, iptalleri için re'sen Anayasa Mahkemesine başvurması sonucunda;
02.12.2004 tarih, 2001/216 E., 2004/120 K. sayılı ilamında; özel hukuk
kişileri, serbest çalışan avukatlar ile kamu kurumlarını temsil eden memur
avukatların temyiz sürelerindeki (15-30 gün) farklılıkları Anayasanın eşitlik
ilkesine, silahlarda eşitlik kuralına aykırı bulması gibi, vekalet ücreti
yönüyle de, 1136 sayılı Yasanın birlikte muhatabı olan serbest çalışan
avukatlar ile memur avukatlar arasında fark görmeyeceği muhakkak olduğunu,
AYM 3.3.2004 Tarih ve 2004/8-28E.-K. İlamında; İtiraz yoluna İzmir
4. Ağır Ceza Mahkemesi başvurusu neticesinde; AYM gerekçeli ret kararında;
'Avukatların hukuksal bilgi ve tecrübelerinden yararlanma hak arama ve
savunmada başvurulacak meşru yol ve vasıtaların başında gelir. Vekalet ücreti,
savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun
uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal bir sonucudur. Avukatların
mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için
yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir. Avukatla
yapılacak sözleşmede ücret kararlaştırılırken, dava sonunda karşı tarafa
yüklenecek avukatlık ücretinin gözetilmesi engellenmediğinden, itiraz konusu
kuralla hak arama özgürlüğünün kullanılmasının zorlaştırıldığından ya da itiraz
konusu kuralın adalet anlayışına aykırı olduğundan söz edilemez. İtiraz konusu
kural, anılan nedenlerle, Anayasa'nın 2., 5. ve 36. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.' Şeklinde karar vererek, 19.3.1969
günlü, 1136 sayılı 'Avukatlık Kanunu'nun 4667 sayılı Yasa ile değiştirilen 164.
maddesinin son fıkrasının birinci tümcesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
itirazın REDDİNE, 3.3.2004 gününde OYBİRLİĞİYLE karar vermiştir.' şeklinde,
Yine AYM'nin İtiraz Yoluna Çine Asliye Ceza Mah. Başvurmasıyla
3.3.2004, 2002/126E., 2004/27 K. İlamında; '...İtiraz konusu kural ile dava
sonunda tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata
ait olacağı öngörülmüştür. Böylece taraflar arasında ücretin
kararlaştırılmadığı durumlarda, avukatın sunduğu hizmetin karşılıksız
kalmamasını sağlama ve vekil ile müvekkil arasında çıkacak ücret
uyuşmazlıklarına engel olma amacı güdülmüştür. Vekalet ücretinin davayı takip
eden avukataaitolduğu yasal güvence altına alınmış olsa da, bu durum avukatlık
ücretinin vekil ile müvekkil arasındaki bir iç sorun olma niteliğini ve
avukatlık ücretinin kişisel hak olma özelliğini değiştirmemektedir. Nitekim
Avukatlık Kanunu'nun 163. maddesinde avukatlık sözleşmesinin serbestçe
düzenleneceği belirtilerek, avukatlık ücretinin de, asgari ücret tarifesi
altında olmamak üzere (m. 164/4 cümle 1) taraflarca kararlaştırılabileceği
öngörülmüştür. Öte yandan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 59. maddesinin
birinci fıkrası ile Avukatlık Kanunu'nun 35. maddesinin üçüncü fıkrasına göre,
dava ehliyeti olan herkes, savını kanıtlamak için davayı kendisi açıp takip
edebilir. Dava ehliyeti olan davalı da, avukat aracılığı olmadan kendisini
savunabilir. Davacı veya davalının davayı vekil aracılığıyla takip etmeleri ise
kendi iradelerine bağlıdır. Avukatların hukuksal bilgi ve tecrübelerinden
yararlanma, hak arama ve savunmada başvurulacak meşru yol ve vasıtaların başında
gelir. Vekalet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki
danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal
bir sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan
yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları
gerekir. Avukatla yapılacak sözleşmede ücret kararlaştırılırken, dava sonunda
karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücretinin gözetilmesi engellenmediğinden,
itiraz konusu kuralla hak arama özgürlüğünün kullanılmasının
zorlaştırıldığından da söz edilemez. İtiraz konusu kural, anılan nedenlerle,
Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.' Şeklinde çağdaş, eşitliği sağlayan kararlarının olduğunu,
1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun değişik 164. maddesinin son
fıkrası ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 146. maddesinin 3.
fıkrasının bariz biçimde çeliştiğini, her iki kanunun lafzı incelendiğinde,
uygulayıcılara takdir hakkı ve yetkisinin tanınmadığı, dolayısıyla hükümlerin,
'emredici' nitelikte olduğunu, kabul ve yürürlük tarihi olarak sonraki kanun
niteliğinde olmasına rağmen, Avukatlık Kanunu'nda kapsamlı değişiklikler yapan
4667 sayılı Kanun, 657 sayılı Kanunun 146/3. madde hükmünü açıkça ilga
etmediğini, farklı zamanlarda yapılan kanuni düzenlemelerin birbirine aykırı
hükümler içermesi halinde, kanun koyucunun iradesinin, sonraki kanunun
uygulanması yönünde olduğu kabul edilmesinin gerekli olduğunu, Türk yargısının
bu konudaki uygulaması da aynı olduğunu,
657 sayılı Kanun, birçok sınıfı kapsayan ve bütün devlet
memurlarına tatbik edilen genel bir kanun olup Avukatlık Kanununun ise, yalnız
avukatlar için çıkarılmış olan özel bir kanun olduğunu, Avukatlık Kanunu'nun
657 sayılı DMK ya göre özel bir kanun olduğu tartışmasız bulunduğunu, kamu
avukatlarına ödenecek vekalet ücreti hakkında, bu avukatların, kendi özel
kanunlarına göre işlem yapılması gerektiğini, kaldı ki, Avukatlık mesleğinin
1136 sayılı Kanun ile düzenlendiği, bu Kanunda, avukatlar arasında çalışma şekil
ve şartları açısından herhangi bir ayrım ve sınıflandırma yapılmadığını, hatta
daha da ileri gidilerek, Ek. 1. maddede kamu kurum ve kuruluşları ile kamu
iktisadi teşebbüslerinde, aslî ve sürekli olarak avukatlık görevinde
çalışanların, görevlerinin gereği olan işleri yaparken, baro levhasına kayıtlı
avukatların yetkileriyle haklarına sahip ve onların ödevleriyle yükümlü
olduklarının vurgulandığı, tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet
ücretinin avukata ait olduğu, 'vekalet ücreti'nin memur olmanın değil, avukat
olmanın bir sonucu olduğu... gibi hususlar nazara alındığında, 1136 sayılı
Kanunun özel bir kanun olduğu anlaşıldığını, 657 sayılı Kanunun 36. maddesinde
de, 'Avukatlık hizmetleri sınıfı, özel kanunlarına göre avukatlık ruhsatına sahip,
baroya kayıtlı ve kurumlarını yargı mercilerinde temsil yetkisini haiz olan
memurları kapsar.' denmek suretiyle, Avukatlık Kanununun özel niteliğine vurgu
yapıldığını,
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ise, 1. maddesinin 1.
fıkrasında da belirtildiği gibi, ilgilinin sıfatına ve mesleğine bakılmaksızın
bütün devlet memurlarının kadro, hak ve yükümlülüklerini düzenleyen, konusunda
en genel niteliğe sahip kanundur. Yine 657 sayılı Kanunun 4. maddesinde yapılan
'memur' tanımı, Kanunun genel niteliğini daha da pekiştirdiğini,
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 20 Temmuz 1965 tarihli Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini, Kanunun, vekalet ücreti ile ilgili
146. maddesinin 3. fıkrasının, 'Şu kadar ki, vekalet ücretinin yıllık tutarı,
birinci derece son kademe aylığının (ek gösterge hariç) yıllık tutarını
geçemez.' cümlesi, 20.03.1997 tarih ve 570 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (3
Nisan 1997 T., 22953 Mükerrer sayılı R.G.) ile 'Şu kadar ki, vekalet ücretinin
yıllık tutarı; 6000 gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile
çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarın oniki katını geçemez.' cümlesi ile
değiştirildiğini, bu tarihten sonra söz konusu hükümde herhangi bir değişiklik
yapılmadığını, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ise, 7 Nisan 1969 tarihli Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanunun, tarifeye dayalı olarak
karşı tarafa yükletilecek vekalet ücreti ile ilgili 164. maddesinin 4. fıkrasındaki,
'Avukatla iş sahibi arasında aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça, tarifeye
dayanarak karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücreti avukata aittir.' hükmü, söz
konusu maddenin, 4667 sayılı Kanunun 77. maddesi ile kenar başlığıyla birlikte
tamamen değişmesi ile değişik 164. maddenin son fıkrasında, 'Dava sonunda,
kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata
aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez,
haczedilemez.' şeklini almıştır. Bu değişikliği yapan 4667 sayılı Kanun,
02.05.2001 tarihinde kabul edilmiş ve 10 Mayıs 2001 tarih ve 24398 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini, bu durumda, yüksek yargı
organlarının bağlayıcı nitelikteki içtihatları ve doktrinin görüşü ışığında,
sonraki özel kanun olan Avukatlık Kanunu'nun 164/son maddesine aykırı olan,
önceki genel kanun niteliğindeki Devlet Memurları Kanunu'nun, 146. maddesi 3.
fıkrasını ikinci ve üçüncü cümlelerinin zımnen ilga olduğunun kabulü
gerektiğini, bu durum sadece yargı mercileri açısından değil, kanunlara uymakla
ve onları uygulamakla görevli olan idare açısından da geçerli olduğunu,
Eşitlik ilkesinin, Anayasamızın 10. maddesinde: 'Herkes, dil, ırk,
renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.' şeklinde
vurgulandığını, farklı durumlarda bulunanlara da aynı kuralların uygulanmasına
sebebiyet verecek şekilde mutlak olarak algılanamaz ise de, aynı durumda
bulunan kişilere aynı kuralların uygulanmasını gerektirdiğini, maddenin mutlak
aradığı eşitlikte, uygulamasında birbirinin aynı olan durumlarda aynı hukuk
kurallarının öngörülmesi ve ortaya ayrıcalıklı bir kişi veya topluluk
çıkarılmaması zorunlu olduğunu, benzer durumlarda bulunan kişilerin başka başka
kurallara bağlı tutulmaları için haklı bir nedenin var olması zorunlu olduğunu,
Kamu kurum ve kuruluşları ile idare bünyesinde avukatlık
hizmetinin ifasında, çeşitli istihdam şekillerine göre avukatların görev
yapmakta olduklarını, uygulamada, aynı kurum içerisinde, 657 sayılı Kanuna tabi
avukatlar yanında, sözleşmeli veya SSK mevzuatına tabi avukatlar da görev
yapabildiğini, 657 sayılı Kanuna tabi olmayan avukatlara vekalet ücreti
dağıtımında, limit uygulanması söz konusu olmadığını, bu durumda, toplanan
vekalet ücretlerinin dağıtımında, 657 sayılı Kanuna tabi olan avukatlara limit
dâhilinde dağıtım yapılması, 657 sayılı Kanuna tabi olmayanlara limitsiz
dağıtım yapılması veya hem 657 sayılı Kanuna tabi memur avukat hem de bu kanuna
tabi olmayan sözleşmeli avukat çalıştıran kurumlarda, memur avukatlara limit
dâhilinde vekalet ücreti dağıtılırken, diğerlerine limitsiz dağıtım yapılması,
aynı durumda bulunan, aynı işi yapan ve hatta vekalet ücretini birlikte tahsil
eden avukatlar arasında eşitsizlik meydana getirdiğini, bu durumun açıkça
Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu,
1136 sayılı Yasanın 164. maddesi serbest çalışan Avukatlara en
geniş anlamda uygulanırken, aynı ilmi çalışmayı tamamlayıp, birçoğu barolara da
kayıtlı olan, haklarında disiplin soruşturmaları çalışmış olduğu Barolarca
yapılması yasal öngörülen, 657 sayılı Yasada 'Avukatlık' hizmeti sınıfında,
Devletin çok önemli davalarında bütün özverisiyle görev alan memur avukatlara
özel yasa olan 1136 sayılı Yasanın 164. maddesi yerine 657 sayılı Yasanın 146.
maddesinin uygulanması, belirtilen eşitlik ilkesine açıkça aykırı olduğunu,
aynı eğitimi almış, ancak serbest çalışan Avukatlar lehine imtiyaz teşkil
etmekte olup, böylece, iddia, karar ve savunma olarak yargının sacayağını
oluşturup, savunma kısmında yer alan memur avukatlar yönüyle, hakkaniyete uygun
bir dengenin varlığına engel teşkil ettiğini, bu bakımdan silahların eşitliği
ilkesinin ihlâl edildiğini,
Anayasanın 55. maddesinde de: 'Ücretin emeğin karşılığıdır.
Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve
diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.'
hükmünün yer aldığını, yargı kararlarında, aynı gerekçelerle vekalet ücretinin
dağıtımına sınırlandırma ve limit getirilemeyeceği açıkça vurgulandığını,
Sonuç olarak izah edilen nedenlerle (Fazlaya dair her türlü
hakları saklı tutmak kaydı ile şimdilik 8.000.00 TL. talepli açmış olduğum
alacak davamda uygulanacak çelişkili kanun hükümlerinin olması, davamda
uygulanacak 657 DMK'nun 146/3. fıkrası hukuk kuralının açıkça Anayasa aykırı
olması sebebiyle sorunun bekletici mesele yapılarak, Anayasa Mahkemesi'nden,
ancak Anayasa'ya aykırı olan bir yasa hükmünün uygulama alanından
kaldırılmasını sağlamak için iptal kararı istenebileceğinden, açıklanan
nedenlerle söz konusu daha yeni tarihli ve özel Kanun olan 1136 sayılı Kanunun
164. maddesiyle çelişkiler içeren 657 sayılı Kanunun 146/3. maddesinin iptali
istemiyle Anayasanın 2., 10., 35., 55. maddelerine aykırılıktan Anayasa
Mahkemesine başvurulmasına, dosyada bulunan dava, savunma ve cevap dilekçesi
örneklerinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına göndermesini, Anayasa Mahkemesinin
iptali talep edilen maddenin iptal etmesiyle özel Kanun olan 1136 sayılı
Yasanın 164. madde hükmü doğrultusunda, geriye dönük çalıştığım kurumlardan
(Karadeniz Ereğli Hazine Avukatlığı ile Karabük Defterdarlık Hazine
Avukatlığından) mahkemeniz müzekkeresiyle sorularak, hak etmiş olduğunu,
avukatlık ücretinin bilirkişiler (Hukukçu ve mali müşavir)'ce tespitini,
bilirkişiler raporlarıyla hesap edilerek belirlenecek olan yasal avukatlık
ücretimin de tarafıma ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı tarafın savunması:
Davalı vekili mahkememize vermiş olduğu cevap dilekçesinde: mevcut
yasal düzenlemeler karşısında davacının geçmişe yönelik olarak alacağının hüküm
altına alınabilmesi mümkün olmadığını, davacı tarafça geçmişe yönelik vekalet
ücreti tahsili talep edilmekte olduğunu, oysa geçmişte tahsil edilen ve limit
nedeni ile avukat eline geçemeyen bu meblağlar emanet hesapta bile olmadığını,
başka bir ifade ile geçmiş yıllarda tahsil edilen vekalet ücretleri avukatın
avukatlık ücreti olarak hesapta beklemediğini, yıl içinde tahsil edilen
meblağların Bakanlık bünyesine aktarılmakta limit dâhilinde ve ödenek çıkması
halinde alınabildiğini, bu nedenle davacı taraf aslında olmayan bir hakkı, meblağı
talep etmekte olduğunu, bu meblağın ne kadarının bizzat davacı tarafın hakkı
olduğunu tespit etmek de mümkün olmadığını, davacı tarafça da bilindiği ve dava
dilekçesinde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere Hazine Avukatları ve diğer
Kurum Avukatları tarafından gerek kazanılan davaların gerekse icra takipleri
neticesinde hak edilen avukatlık ücretlerinin tamamı yasal düzenlemeler ve
limitler nedeni ile alınamadığını, mevcut yasal düzenlemede ise bunun limit
dışında ödenmesi mümkün olmadığını, limitlerin amacı Kurumlarda farklı
şartlarda ve görevlerde çalışan avukatların tahsil ettikleri vekalet ücretleri
arasındaki eşitsizliği bertaraf etmek olduğunu, bu eşitsizliğin nedeni bazı
Kurum ve yerlerdeki dava ve icra takibi sayılarının azlığı; bazı Kurum ve yerlerde
avukat sayılarının fazlalığı olduğunu, ayrıca yine Merkezde Hukuk Müşavirliği
bünyesinde görev yapan ancak görevi dava ve icra takibi yapmak olamayan bu
nedenle de vekalet ücreti tahsil edemeyen avukatlar da devlet adına avukatlık
mesleğini icra etmekte olduklarını, dava ve icra takibi sayılarının az olduğu
bazı Kurum ve yerlerde limitin altında tahsilat yapıldığını, avukat sayısının
çok olduğu Kurum ve yerlerde ise paylaşıma giren avukatların fazlalığı nedeni
ile avukatlar limitlerini dolduramadıklarını, hatta hem dava ve icra takibi
sayısı az olup hem avukat sayısı fazla olan Kurum ve yerlerde vekalet ücreti
adı altında limitin altında vekalet ücreti tahsil edilmekte olduğunu, tahsilat
yapılıp Merkez'e gönderilmesine rağmen limit nedeniyle alınamayıp Maliye
Bakanlığı bünyesinde toplanan diğer yerlerden gönderilen avukatlık
ücretlerinden yıl sonunda limitini dolduramayan yer avukatlarına bir sonraki
yıl başında limit dâhilinde dağıtımı yapılmakta olduğunu, neticede iş yükü,
dava ve icra takibi sayısı, tahsilat miktarı ne olursa olsun tüm Kurum
avukatları aynı miktarda vekalet ücretini aldıklarını, bugün itibariyle iş
yükü, ihtilaflı işleri, dava ve icra takibi sayısı fazla, avukat sayısı az olan
Kurum ve yer avukatları aleyhine gelişen mağduriyet, limitlerin kaldırılması
halinde bu kez iş yükü az, avukat sayısı fazla Kurum ve yer avukatları aleyhine
oluşacağını, neticede bir an için dava ve icra takibi sayısı az ve/veya avukat
sayısı fazla olan yerlerde görev yapmakta olan avukatların iş yükü de az olduğundan
limitlerin kaldırılmasının eşitliğe aykırı olmayacağı düşünülse bile bu kez iş
yükü olmasına rağmen dava ve icra takibi dolayısı ile tahsilatı olmayan Hukuk
Müşavirliği bünyesinde görev yapmakta olan avukatların mağduriyetinin söz
konusu olacağını,
Takip edilen davaların mahiyetinin serbest avukatların hem
müvekkilleri ile yapmış oldukları sözleşme gereği ister dava lehe ister aleyhe
neticelensin almakta oldukları vekalet ücretine ek olarak davaların lehe
neticelenmesi halinde Avukatlık Kanunu gereği ayrıca almakta oldukları yasal
vekalet ücreti karşısında yine aynı ve/veya aynı mahiyette davayı takip eden
Hazine Avukatlarının durumunun, eşitsizliğinin, mağduriyetinin değerlendirmesi
yapılırken iç dengelerin de dikkate alınmasının gerekli olduğunu, Kamu Avukatları
Avukatlık Kanunu anlamında avukat olup ve bu Kanun'a tabidir olduklarını, aynı
zamanda 657 sayılı Kanun anlamında devlet memuru olup bu Kanun'a da tabi
olduklarını sorunun her iki Kanun arasındaki çelişki ve bu nedenle oluşan
mağduriyet ve eşitsizlik giderilmeye çalışılırken çelişkinin başka
mağduriyetlere neden olmadan nasıl giderileceği sorunu olduğunu, bunun da
Mahkemelerin değil TBMM'nin görev alanına girdiğini, Kamu avukatlarının
aldıkları görev ve sorumlulukları ile mali ve özlük hakları karşılaştırıldığında
tek sorun vekalet ücreti limiti olmadığı hususu bir gerçeklik olduğunu, bu
hususun TBMM gündeminde son 22.07.2010 tarihinde görüşülmüş limitlerin
arttırılması önergesi kabul edilmediğini, yasal düzenleme değişikliği
yapılmadığına göre Mahkemeden alacak talebi ile açılan işbu davanın reddi
gerektiğini, lehe neticelenen davalar, takip edilen icra takipleri nedeni ile
davaların ve takiplerin karşı taraflarından 'vekalet ücreti' adı altında tahsil
edilen ancak limit nedeni ile alınamayan ve de alınamayacak olan meblağları
sadece davacı değil tüm Hazine ve diğer Kurum Avukatları da alamadıklarını,
neticede bir Hazine avukatının 2010 yılı itibariyle bir yıl içinde toplam
alabileceği Vekalet Ücreti tutarı 7.133,40 TL brüt Gelir Vergisi ve Damga Vergisi
kesintisinden sonra net 5.807,63 TL olup davacının 5.807,63 TL dışında talep
hakkı olmadığını 2010 yılı için bu meblağı da aldığını geçmiş yıllarda da limit
dâhilinde vekalet ücreti aldığını, söyleyerek davanın reddine, yargılama
giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
Anayasaya aykırılığı iddia edilen kanun maddesi:
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 146/3. Fıkrasında yer alan:
'Şu kadar ki, vekalet ücretinin yıllık tutarı, hukuk müşavirleri ve avukatlar
için 10 000, diğerleri için 6 000 gösterge rakamının memur aylıklarına
uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki
katını geçemez. Bu esasa göre yapılacak dağıtım sonunda artan miktar merkezde
bir hesapta toplanarak Maliye ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir
yönetmeliğe göre diğer avukatlar arasında, yukarıdaki miktarı aşmamak üzere
eşit olarak dağıtılır.' ibare.
İlgili Anayasa Maddeleri:
Anayasa'nın 10. maddesi: 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 07/05/2004 ' 5170 S.K./l. md.) Kadınlar ve erkekler
eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla
yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.'
Anayasa'nın 35. maddesi: 'Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.'
Mahkememizin Görüşü:
Davacı tarafından mahkememize açılan ve yukarıda özeti yapılan
davada talep edilen vekalet ücretinin kendisine ödenmemesi için gerekçe
gösterilen 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 146/3. maddesinde belirlenen
limite ilişkin düzenlemenin, bu davada uygulanacak yasa hükmü olup Avukatlık
Kanununun 164. maddesinde yer alan vekalet ücretinin avukata ait olduğuna
ilişkin sonradan yürürlüğe giren diğer bir özel yasa hükmü ile çeliştiği gibi
aynı zamanda yargılama sırasında vekil olarak görev yapan avukatlardan hazine
avukatları ile serbest çalışan avukatlar arasında bir eşitsizlik ve
dengesizliğe yol açtığı ve vekalet ücretini avukata ait olduğuna ilişkin
düzenlemeye göre bu ücret üzerinde avukatın açıkça mülkiyet hakkının bulunduğu,
limit üzerinde tahsil edilen vekalet ücretinin vekile ait olduğuna ilişkin yasa
hükmüne rağmen o davada vekil olarak görev yapmayan başkalarına ödenebileceğine
ilişkin düzenlemenin mülkiyet hakkının da ihlali anlamına geldiği kanaatine
varılmakla her ne kadar davacı tarafça söz konusu hükmün aynı zamanda
Anayasa'nın 2 ve 55. maddelerine de aykırılığı iddiası ileri sürülmüş ise de;
bu maddelere yönelik iddialar mahkememizce ciddi bulunmamış ancak Anayasa'nın
10. maddesine ve 35. maddesine aykırılığa yönelik iddia ciddi bulunmuştur.
Şöyle ki; eşitlik ilkesini düzenleyen söz konusu Anayasa'nın 10.
maddesine göre devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda olup buna göre
devlet aynı işi yapan kişiler arasında bu nevi bir eşitsizliğe yol açacak
düzenleme yapamaz. Yargılamanın devamı esnasında hazine avukatı ile serbest
avukat arasında pozisyonları ve yapmış oldukları iş itibarıyla her hangi bir
farklılık bulunmamasına rağmen, eşit iş yapıyor olmalarına rağmen serbest
çalışan avukatlar açısından yürürlükte olan Avukatlık Kanununun 164. maddesi
uyarınca avukatın müvekkili ile yapmış olduğu vekalet sözleşmesinden
kaynaklanan vekalet ücreti dışında dava neticesinde tarife uyarınca hükmedilen
vekalet ücretinin avukata ait olduğu açıkça yasa ile belirlenmiş olmasına
rağmen aynı işi yapan, aynı davada görev alan hazine avukatı olması halinde
yine karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti tahsil edildiğinde bu ücret avukata
ait olmayacak ve Devlet Memurları Kanununun 146/3. maddesinde yer alan limiti
aşan kısım açısından söz konusu kısım o davada avukat olarak görev yapmayan
başka kişilere ait olacaktır. Bu durum açıkça eşit iş yapan avukatlar arasında
eşitsizliğe neden olduğundan,
Ayrıca Avukatlık Kanununun 164. maddesinde yer alan vekalet
ücretinin avukata ait olduğuna ilişkin yasal düzenleme karşısında söz konusu
ücret üzerinde vekilin açıkça Anayasanın 35. maddesinde belirtildiği şekilde
mülkiyet hakkının bulunduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacı ile
sınırlanabileceği, söz konusu limit sınırlamasının kamu yararı kapsamında
değerlendirilemeyeceği, bu nedenle düzenlemenin mülkiyet hakkının da ihlali
niteliğinde olduğu,
Kanaatine varıldığından 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
146/3. Fıkrasında yer alan: 'Şu kadar ki, vekalet ücretinin yıllık tutarı,
hukuk müşavirleri ve avukatlar için 10 000, diğerleri için 6 000 gösterge
rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak
aylık brüt tutarının oniki katını geçemez. Bu esasa göre yapılacak dağıtım
sonunda artan miktar merkezde bir hesapta toplanarak Maliye ve Gümrük
Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar arasında,
yukarıdaki miktarı aşmamak üzere eşit olarak dağıtılır.' ibaresinin Anayasa'nın
10. maddesine ve 35. maddesine, aykırı olduğu görüşü ile iptali iddiası ile
dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde karar
verilmiştir.
SONUÇ VE İSTEM:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
14.07.1965 tarihinde kabul edilen 23.07.1965 ve 12056 sayılı Resmi
Gazetede yayınlanan, 14.01.1988 tarih ve 311 nolu KHK'nin 1. maddesi ve
20.03.1997 tarih ve 570 nolu KHK'nin 8. maddesi ile değişik 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 146/3.Fıkrasında yer alan: ''Şu kadar ki, vekalet ücretinin
yıllık tutarı, hukuk müşavirleri ve avukatlar için 10 000, diğerleri için 6 000
gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu
bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez. Bu esasa göre yapılacak
dağıtım sonunda artan miktar merkezde bir hesapta toplanarak Maliye ve Gümrük
Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar arasında,
yukarıdaki miktarı aşmamak üzere eşit olarak dağıtılır.'şeklindeki ibarenin
Anayasa'nın 10. maddesine ve 35. maddesine aykırı olduğunun tespiti ile
iptaline karar verilmesine arz ve talep olunur.'"