"...
I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
İptal ve yürürlüğün durdurulması istemini içeren 9.4.2008 günlü
dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:
"III. GEREKÇE
1- 06.03.2008 tarih ve 5747 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin (11),
(17), (18), (19), (20), (21), (22), (23), (24), (25), (26) nolu fıkralarının
Anayasaya aykırılığı
Kanunun 1 inci maddesinin (11), (17), (18), (19), (20), (21),
(22), (23), (24), (25), (26) nolu fıkralarında yapılan düzenlemeyle,
Diyarbakır'da Sur; İstanbul'da Arnavutköy, Ataşehir, Başakşehir, Beylikdüzü,
Çekmeköy, Esenyurt, Sancaktepe, Sultangazi; İzmir'de Bayraklı ve Karabağlar
ilçesi kurulmuştur.
5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 2 nci maddesine göre: "İl ve
ilçe kurulması, kaldırılması, merkezlerinin belirtilmesi, adlarının
değiştirilmesi, bir ilçenin başka bir ile bağlanması kanun ile yapılır."
5393 Sayılı Belediye Kanununun 4 üncü maddesine göre: "Nüfusu 5.000 ve
üzerinde olan yerleşim birimlerinde belediye kurulabilir. İl ve ilçe
merkezlerinde belediye kurulması zorunludur."
Anayasanın 126 ncı maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre:
"Türkiye, merkezî idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik
şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer
kademeli bölümlere ayrılır."
Anayasanın 126 ncı maddesinde, Türkiye'nin idari yapısının
kuruluşunda dikkate alınacak hususlar arasında sayılan "coğrafi
durum" ve "ekonomik ilişkiler" ölçütü, 1921 Anayasası (Madde 10)
ile 1924 Anayasasında (Madde 89) da yer almıştı. 1961 Anayasası bu ölçütlere
"kamu hizmetlerinin gerekleri" ölçütünü eklemiş (Madde 119), 1982
Anayasası da 1961 Anayasasının üçlü ölçütünü benimsemiştir.
Bu Kanunun 1 inci maddesi ile yeni kurulan ilçeler arasında
coğrafi ve ekonomik şartlar ve kamu hizmetinin gereği olarak ilçe olması
gereken yerler olduğuna şüphe yoktur. Ama Diyarbakır, İstanbul ve İzmir'de yeni
kurulan ilçeler Anayasanın 126 ncı maddesine uygun bir şekilde kurulmamıştır.
5747 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin (11), (17), (18), (19), (20),
(21), (22), (23), (24), (25), (26) nolu fıkraları ile ilçeler kurulur ve bu
ilçelere mahalle veya köyler bağlanırken güdülen amaç; bağlanılan idari birim
ile bağlanan idari birim arasında ilişkilerde güçlük yaratacak coğrafi
engellerin var olup olmadığı, ilçe kurulmasının ekonomik koşullarının olup
olmadığı veya ilçe kuruluşunun o yöre halkına sunulması gereken kamu hizmetinin
gereği olup olmadığı değildir.
Bu fıkralardaki düzenlemelerle "Çankaya'yı, İzmir'i,
Kadıköy'ü, Diyarbakır'ı istiyorum" diyen Başbakan'ın isteği doğrultusunda
düzenleme yapılmıştır.
İstanbul, İzmir ve Diyarbakır'da yeni ilçeler kurulurken 2009
yılında yapılacak yerel yönetim seçimlerinde iktidar partisine avantaj
sağlayacak şekilde ilçe sınırları yeniden belirlenmiştir.
İstanbul'da Gaziosmanpaşa, Küçükçekmece, Esenler, Eyüp, Avcılar,
Üsküdar, Ümraniye, Kadıköy ilçesinden, İzmir'de Karşıyaka, Konak ve Bornova
ilçesinden mahalleler ayrılarak yeni kurulan ilçelere katılmıştır. İstanbul'da
Bahçeşehir, Samandıra, Sarıgazi, Bolluca, Alemdağ, Ömerli gibi tüzel kişiliği
kaldırılan ilk kademe belediyesine bağlı mahalleler yeni kurulan ilçelere
katılmıştır. Benzer şekilde İstanbul'da Çatalca, Gaziosmanpaşa, Ümraniye
ilçelerinin köyleri, yeni kurulan ilçelere katılmıştır. Kadıköy ilçesinin bir
mahallesinin belirli kısımları Ümraniye, Esenler ve Bağcılar Belediyesine
katılmıştır. Gürpınar İlk Kademe Belediyesi'nin bir mahallesinin belirli bir
kısmı Büyükçekmece Belediyesi'ne, Çekmeköy İlk Kademe Belediyesi'nin bir
mahallesinin belirli bir kısmı Ümraniye Belediyesine, Ömerli İlk Kademe
Belediyesi'nin bir mahallesinin belirli bir kısmı Pendik ilçesine bağlı
Kurtdoğmuş köyüne, Bahçeşehir İlk Kademe Belediyesi'nin bir mahallesinin
belirli bir kısmı Avcılar İlçe Belediyesine katılmıştır.
Diyarbakır, İstanbul ve İzmir'de gerçekleştirilen ilçe
kuruluşlarının yerel yönetim seçimleri ile bağlantılı olduğunun çok sayıda
kanıtı vardır.
Anayasanın öngördüğü coğrafi şartlar gözetilmeden ilçe
kurulduğunun en çarpıcı örneği Diyarbakır'da Sur ilçesine mahalle olarak
bağlanan Çarıklı beldesidir. Yasanın 1 inci maddesinin (11) nolu fıkrası ile
Diyarbakır Sur ilk kademe belediyesi, ilçe hâline getirilmiş ve Çarıklı ilk
kademe belediyesi de tüzel kişiliği kaldırılarak mahalleleri ile birlikte Sur
belediyesine katılmıştır. Ancak Sur ilçesinden Çarıklı mahallesine gitmek için
Yenişehir ve Bağlar ilçesi sınırlarından geçmek gerekmektedir. Çarıklı ilk
kademe belediyesinin mahalleye dönüştürülmesinden sonra Yenişehir veya Bağlar
ilçesine bağlanmamasının, bunun yerine coğrafi, ekonomik ve sosyal olarak
hiçbir ilişkisi olmayan Sur ilçesine bağlanmasının tek nedeni; iktidarın yerel
seçimlerde Sur ilçesinde ihtiyaç duyduğu oyun büyük bir bölümünün Çarıklı'da
olmasıdır.
İstanbul ilinde kurulan ilçelerle ilgili örneklere gelince:
Yasanın 1 inci maddesinin (19) ve (22) nolu fıkraları ile
İstanbul'da yeni kurulan; Başakşehir, Esenyurt ilçeleri ile eskiden beri ilçe
olan ancak sınırları içine bazı mahalleler, beldeler katılarak veya çıkarılarak
sınırları yeniden oluşturulan Büyükçekmece, Avcılar, Küçükçekmece, Bağcılar
ilçelerinin yeni sınırları düzenlenirken; ulaşılabilirlik, sosyal ve ekonomik
durum, hizmet sunum gücü ve potansiyeli dikkate alınmamıştır.
Bu ilçelerin sınırları belirlenirken doğal (nehir, göl gibi) ve
yapay (yol gibi) eşikler gözönünde tutulmamıştır. Örneğin Bahçeşehir'i de içine
alan ve yeni kurulan Başakşehir ilçesi için öngörülen sınırlar incelendiğinde;
bir yapay eşik olan TEM Otoyolu'nu esas alarak başlayan sınırın anlamsız ve
icapsız bir şekilde yön değiştirdiği görülmektedir. ( Bak: EK 1)
İlçe sınırları doğal ve yapay eşiklere uygun olarak belirlenmiş
olsaydı, Bahçeşehir, ya ayrı bir ilçe olarak kurulabilirdi ya da Avcılar veya
Esenyurt ilçesine katılabilirdi. Böyle yapılmadı. Çünkü bu üç seçeneğe göre
ilçe sınırları belirlendiğinde 2007 seçimlerinde alınan sonuçlara göre üç
ilçede de AKP'nin önümüzdeki yıl yapılacak yerel yönetim seçimlerini kazanması
mümkün olmuyordu. İstanbul'da bağlı olduğu Esenyurt ilçesine 3 kilometre
uzaklıkta olan Bahçeşehir ilk kademe belediyesi kapatılmış, 20 kilometre
uzaklıktaki AKP'nin kalesi olarak adlandırılan ve yeni ilçe olan Başakşehir'e
mahalle olarak katılmıştır. Böylece, Bahçeşehir'i Başakşehir sınırları içine
alarak ve de Avcılar ve Esenyurt ilçe sınırlarını değiştirerek bu üç ilçenin
sınırları, yapılacak seçimlerde AKP'li adayların kazanmasına uygun olacak
şekilde değiştirilmiştir.
EK 2 de yer alan haritada, Bahçeşehir belediyesinin, EK 3 de yer
alan haritada Bahçeşehir'e yakın olan Bağcılar, Avcılar ve Küçükçekmece
belediyesinin sınırları gösterilmektedir. Bu haritaların incelenmesinden de
görüleceği gibi Bahçeşehir belediyesinin sınırlarının çok büyük bir kısmı
Avcılar ve Esenyurt ilçesine bitişiktir. Bahçeşehir'in Başakşehir ilçe
sınırları kapsamına alınmasının ne kadar anlamsız olduğu, bu tasarrufun coğrafi
şartlara uygun olmadığı haritalarda açıkça görülmektedir.
2004 yerel yönetim seçimlerinde Esenyurt'ta AKP'nin 33.302 oyuna
karşılık sosyal demokratların (CHP, DSP, SHP) 38.927 oyu vardı. Buna
Bahçeşehir'den gelecek oylar eklendiğinde (2007 seçimlerinde Bahçeşehir'deki
17.100 seçmenin 7.120'si CHP'ye, 2.590'ı AKP'ye oy vermiştir.) AKP'nin
Esenyurt'ta seçim kazanması imkânsız hale geleceği için Bahçeşehir, Esenyurt'a
değil Başakşehir'e bağlanmıştır.
Ayrıca, Esenyurt'ta yapılacak seçimi de kazanabilmek için AKP'nin
Kıraç ilçesinde önde olduğu mahallelerden; 1489 oy aldığı Çakmaklı Mahallesi,
5877 oy aldığı Merkez Mahallesi ve 3409 oy aldığı Namık Kemal Mahallesi de
Esenyurt'a bağlanmıştır.
Bir kısmı Esenler ilçesi sınırlarında olan Başakşehir'in Esenler'e
bağlanmaması ve ayrı bir ilçe olarak kurulması da aynı hesaba dayanıyor. Çünkü
Esenler'de 2004 yerel seçimlerindeAKP'nin 72.346 oyuna karşılık CHP'nin 23.960
oyu var. Bu bakımdan Esenler'de seçim kazanmak için Başakşehir'deki AKP
oylarına ihtiyaç yok.
EK 4 de yer alan haritada İstanbul'da AKP'nin ve muhalefet
partilerinin belediye seçimlerini kazandığı yerlerin yeni düzenleme ile hangi
ilçe sınırlarına girdiği gösterilmektedir.
İstanbul'da yeni kurulan ilçelerin Anayasaya uygun olarak ve kamu
yararı amacıyla kurulmadığının başka örnekleri de vardır. Örneğin; Yasanın 1
inci maddesinin (17), (20), (21), (23) ve (24) nolu fıkraları ile İstanbul'da
yeni kurulan Arnavutköy, Beylikdüzü, Çekmeköy, Ataşehir, Sancaktepe ve
Sultangazi ilçelerinin hepsinde belediye sınırları AKP'nin seçim kazanmasına
elverişli olacak şekilde belirlenmiştir. Kapatılan ilk kademe belediyelerinin
mahalleleri yeni kurulan ilçelere AKP'ye avantaj sağlayacak şekilde
bağlanmıştır. (Ataşehir ve Çekmeköy ilçe sınırları için bak EK 5 de yer alan
harita)
2007 yılında yapılan seçimlerde Beylikdüzü'nde AKP, 13.629, CHP
15.908 oy almıştır. Ancak Beylikdüzü ilçesine, Gürpınar ve Yakuplu ilk kademe
belediyesinin AKP'nin oy oranlarının yüksek olduğu mahalleler bağlanarak
Beylikdüzü ilçe sınırı iktidar partisinin seçimleri kazanmasına elverişli hale
getirilmiştir. Bu ilk kademe belediyelerinde CHP'nin oy oranlarının yüksek
olduğu mahalleler de vardı. Ama onlar Beylikdüzü'ne bağlanmadı. AKP'nin yüksek
oylar aldığı mahalleler bağlandı. Örneğin, AKP'nin % 29 oy aldığı Adnan Kahveci
Mahallesi, % 36 oy aldığı Dereağzı Mahallesi ve % 37 oy aldığı Merkez Mahallesi
bağlandı. Yakuplu'dan 10.878, Gürpınar'dan 10.878 AKP oyunun Beylikdüzü'ne
aktarılması nedeniyle AKP, CHP'nin önüne geçirilmek istenmiştir.
EK 6 da İstanbul'da yeni oluşturulan ilçe sınırlarında partilerin
2007 seçimlerinde aldıkları oyları gösteren tablolar yer almaktadır.
Tablolar incelendiğinde; 2007 yılında yapılan seçimlerde yeni
kurulan ilçelerden Başakşehir ilçesi sınırlarında AKP'nin oyunun 41.095, CHP'nin
oyunun 20.517; Beylikdüzü ilçesi sınırlarında AKP'nin oyunun 29.135, CHP'nin
oyunun 22.344; Esenyurt ilçesi sınırlarında AKP'nin oyunun 59.576, CHP'nin
oyunun 34.517; Arnavutköy ilçesi sınırlarında AKP'nin oyununun 28.813, CHP'nin
oyunun 4.847; Çekmeköy ilçesi sınırlarında AKP'nin oyunun 33.509, CHP'nin
oyunun 13.720; Sultangazi ilçesi sınırlarında AKP'nin oyunun 11.048, CHP'nin
oyunun 7.538; Sancaktepe ilçesi sınırlarında AKP'nin oyunun 52.991, CHP'nin
oyunun 23.674 olduğu görülmektedir.
İstanbul'da sadece yeni kurulan 8 ilçenin sınırları oluşturulmadı.
Aynı zamanda çok sayıda eski ilçenin sınırları da AKP'nin seçim kazanmasına
uygun olacak şekilde değiştirildi. İktidar partisi iktidarda bulunmanın verdiği
oy çokluğu gücüne dayanarak İstanbul ve İzmir'de kendisine ait olmayan
belediyeleri kendisine ait belediyelerin içinde eritmek istemektedir.
Yasanın 1 inci maddesinin (18) nolu fıkrası ile İstanbul'da
Kadıköy ilçesi de bölünmüştür. CHP'nin oy oranının % 50 den fazla olduğu
Kadıköy'den mahalleler alınarak, yeni oluşturulan Ataşehir ilçesine
bağlanmıştır. Ataşehir İlçesi'ne Kadıköy'ün yanı sıra Üsküdar ve Ümraniye
ilçesinden alınan 3'er mahalle de bağlanmıştır. Oluşturulan yeni ilçeye
Kadıköy'den Yenisahra, İçerenköy, İnönü, Küçükbakkalköy, Atatürk, Barbaros ve
Kayışdağı mahalleleri bağlanmıştır. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde alınan oylara
göre hesaplama yapılırsa, bu bölme ve eklemelerle Ataşehir'de AKP 19 bin oy
farkla öne geçmektedir.
Böylece, Kadıköy bölünerek, yeni kurulan Ataşehir ilçesine
Üsküdar, Ümraniye ve Maltepe'den de mahalleler bağlayarak Ataşehir, Üsküdar ve
Ümraniye ilçe sınırları seçim kazanmaya elverişli bir şekilde değiştirilmiştir.
İstanbul'daki bu örneklerde olduğu gibi İzmir'de de seçim öncesi
ilçeler bölünür ve yeni ilçeler kurulurken ilçe sınırları AKP'nin seçim
kazanmasına uygun bir şekilde belirlenmiştir.
Yasanın 1 inci maddesinin (25) nolu fıkrası ile İzmir'de Bayraklı
ilçesi kurulmuştur. Yasaya ekli 23 sayılı Listede "İzmir İli Bayraklı İlçesine
Bağlanan 23 Mahallenin" adı sayılmaktadır. Bu listede Bornova ilçesine
bağlı olan Manavkuyu, Mansuroğlu ve Osman Gazi mahalleleri Karşıyaka ilçesinin
mahallesi gibi gösterilip Bayraklı ilçesine bağlanmıştır. Bayraklı ile hiçbir
organik ilişkisi olmayan ve yol güzergahı da bulunmayan Bornova'nın bu üç
mahallesi salt seçim hesapları yüzünden Bayraklı'ya bağlanmıştır.
CHP 2007 yılında yapılan seçimde Bornova ilçesinde 87.884, AKP
83.408 oy almıştır. 2004 yerel seçimlerinde, Bornova ilçesinde CHP 70.562, AKP
66.291 oy almıştı.
Bornova'dan Bayraklı ilçesine katılan üç mahallede AKP'nin oyu
11.567, CHP'nin oyu 22.1327 idi. CHP'nin Bornova ilçesinde bu üç mahallesinden
aldığı 22 bin oy yeni kurulan Bayraklı ilçesine aktarılarak (ve de Kanuna ekli
listede bu mahalleler Karşıyaka ilçesinin mahalleleri imiş gibi gösterilerek)
Bayraklı ve Bornova ilçesinin sınırları kağıt üstünde AKP'nin seçim kazanmasını
kolaylaştıracak şekilde yeniden çizildi. Bu üç mahallenin Bornova'dan ayrılması
ile Bornova'da CHP'nin oyu 65.752, AKP'nin oyu 71.841 oldu.
Bornova ilçesinden alınarak Bayraklı ilçesine bağlanan Manavkuyu,
Mansuroğlu ve Osman Gazi mahalleleri dışarıda tutulursa Bayraklı ilçesine
bağlanan diğer 20 mahallede 2007 seçimlerinde AKP 47.697, CHP 31.737 oy
almıştı. (Bak: EK 7 Bayraklı ilçesine bağlanan 20 mahalledeki 2007 seçim
sonuçlarını gösteren tablo) Üç mahallede alınan oylar da eklendiğinde Bayraklı
ilçe sınırları da AKP'nin seçim kazanmasına elverişli bir şekilde çizilmiş
oldu.
Oysa, Karşıyaka ilçesinden alınarak Bayraklı ilçesine bağlanmak
istenen 20 mahallenin 9 unun Bayraklı ilçesi ile coğrafi bağlantısı yoktur. O
bölgede bulunan askeri alan ve Atatürk ormanı bu mahalleler ile Bayraklı
ilçesinin diğer mahalleleri arasında geniş ve büyük bir duvar gibi durmaktadır.
Anayasaya uygun bir şekilde ilçe kurulması söz konusu olsa idi, coğrafi yapı
gereği Karşıyaka ilçesinden koparılan bu 9 mahalle, Karşıyaka ilçe sınırları
içinde bırakılır ve Bayraklı ilçesi yine kurulabilirdi. Bayraklı'da oluşturulan
ilçe sınırının kamu yararı amaçlı olmadığı, ilçe sınırları oluşturulurken
siyasi ve kişisel amaçların güdüldüğü haritalar incelendiğinde kolaylıkla
görülebilir. (Karşıyaka ve Bayraklı ilçelerinin coğrafi durumunu, doğal
sınırlarını, askeri bölgenin ve Atatürk ormanın sınırlarını gösteren haritalar
için Bak Ek 8/1, 8/2, 8/3, 8/4 ve 8/5 nolu haritalar)
Aslında, o bölgede bulunan askeri alan ve Atatürk ormanı yüzünden
Bayraklı adı altında bir ilçe kurulması gerçekten bir ihtiyaçtır. Hatta 22 inci
yasama döneminde CHP'li milletvekili Vezir Akdemir bu nedenle Bayraklı'nın ayrı
bir ilçe olması için Kanun Teklifi de vermişti. Ancak verilen Kanun Teklifinde
Bayraklı'ya sözü edilen 9 mahallenin bağlanması öngörülmüyordu. Bu Kanun
Teklifi AKP milletvekillerinin oyları ile reddedilmişti. Eskiden askeri bölge
ve ormanlık alan yüzünden Bayraklı'da oturan insanlar Karşıyaka ilçesine
ulaşmakta güçlük çekiyorlardı. Şimdi oluşturulan yeni ilçe sınırları nedeniyle
Karşıyaka ilçesinden koparılan 9 mahallede, yani; Doğançay, Emek, Onur, Org.
Nafiz Gürman, Postacılar, Soğukkuyu, Turan, Yamanlar mahallelerinde yaşayan
halk aynı sıkıntıyı yaşayacak. Burada yaşayanlar önce Karşıyaka ilçesine
ulaşacak oradan Bayraklı ilçesine gideceklerdir.
İzmir'de kurulan yeni ilçelerden bir diğeri olan Karabağlar'ın
sınırları da aynı amaçlar doğrultusunda belirlenmiştir. 22 inci yasama
döneminde CHP milletvekili Ahmet Ersin de Karabağlar'ın ilçe olması için Kanun
Teklifi vermiş, ancak teklif AKP milletvekillerini oyları ile reddedilmişti. Bu
Kanun Teklifi'nde Karabağlar'a 16 mahallenin bağlanması önerilmişti. Yasanın 1
inci maddesinin (26) nolu fıkrası ile İzmir'de Konak ilçesinin 55 mahallesi
yeni kurulan Karabağlar ilçesine bağlanmıştır. Karabağlar ilçesine bağlanan bu
mahallelerde 2007 yılında yapılan seçimlerde AKP 84.731 CHP 78.109 oy almıştır.
Kısacası; Karşıyaka, Bornova, Bayraklı, Konak ve Karabağlar
ilçelerinin sınırları yerel seçimlerde AKP'nin seçimleri kazanmasını
kolaylaştıracak şekilde yeniden belirlenmiştir. Böylece, 22 Temmuz seçim sonuçlarına
göre İzmir'de CHP 7, AKP 2 belediyede seçimleri kazanabilirken bu Kanun ile
yapılan düzenleme sonucunda ilçe sınırları CHP 6, AKP 5 belediyede seçim
kazanacak şekilde değiştirilmiştir. (Ek 9 - İzmir'in ilçelerinde 2007
seçimlerinde AKP ve CHP'nin aldığı oylar ile yeni kurulan ilçelerden sonra
ilçelerdeki oy dağılımını gösteren tablo)
Yeni düzenleme sonucu önümüzdeki yıl İzmir'de yapılacak belediye
başkanlığı seçimlerinde muhtemel sonuçların ne olacağı basında da yer almıştır.
(EK 10 - 23.02.2008 tarihli Yeni Asır Gazetesi)
İstanbul ve İzmir'de yeni kurulan ilçeler ve kurulan yeni ilçelere
tüzel kişiliği kaldırılan ilk kademe belediyelerinin mahalleleri ile birlikte
bağlanması, Diyarbakır'da Sur ilçesine Çarıklı'nın mahalle olarak bağlanması
kamu yararı amacına değil, belli bir partinin veya kişilerin yarar sağlaması
amacına yöneliktir.
Hukuk devletinin tanımına giren birçok öğeden biri de, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli kişilerin
yararına olarak bir yasanın kabul edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı taşımayan
yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesine aykırı düşeceği açıktır.
İstanbul, İzmir ve Diyarbakır'da yeni kurulan ilçeler Anayasanın
126 ncı maddesindeki ölçütlere göre değil, önümüzdeki yıl yapılacak yerel
yönetim seçimlerinde iktidar partisine avantaj sağlamaya yönelik
değerlendirmelere dayalı olarak kurulduğundan, bunların ilçe olarak
kuruluşlarını düzenleyen 5747 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin (11), (17),
(18), (19), (20), (21), (22), (23), (24), (25), (26) nolu fıkraları Anayasanın
2 nci ve 126 ncı maddelerine aykırıdır.
Bu iktidar belediye sınırlarında değişiklik yapma girişiminde ilk
defa bulunmuyor. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun Geçici 2 nci
maddesindeki düzenlemeye dayanarak 2005 yılından bu yana kendinden olmayan
belediyelerin sınırlarını değiştirmek için çok sayıda girişimde bulunmuştur. Bu
bağlamda İstanbul'da da Avcılar, Çatalca, Büyükçekmece, Bahçeşehir gibi
belediyelerin sınırları değiştirilmek istenmiştir. Sınır değişikliği yapılmak
istenen alanların imara açık ancak yapılaşmanın olmadığı alanlar olması dikkat
çekicidir. Bu sınır değişiklik kararlarının neredeyse tamamı İdari Mahkemelerde
açılan davalarda iptal ettirilmiştir.
İstanbul'da sınır değişikliği kararlarının kamu hizmetinin gereği
veya coğrafi ve ekonomik şartlar gereği yapılmadığını, tamamen siyasi amaçlarla
yapıldığını gösteren çarpıcı örneklerden biri Çatalca'daki sınır değişikliği
kararıdır. 5216 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından Çatalca
belediyesine bağlı, Yazlık, Gümüşpınar, Örcünlü, Çanakça, Kestanelik, Nakkaş,
Bahşeyiş, Yassıören ve Kızılcaali köyleri 19.08.2004 tarihinde Hadımköy
Belediyesine bağlandı. Çatalca belediye başkanı üç ay sonra ANAP'tan istifa
edip AKP'ye geçince köyleri yeniden Çatalca sınırlarına bağlanmıştır.
İktidar, İstanbul'da yargı organlarından dönen sınır değişikliği
kararlarını şimdi bu Yasa ile uygulamaya sokmaya çalışmaktadır. Bu yasa ile
gerçekleştirilen sınır değişiklikleri, verilen yargı kararlarını işlevsiz
kılmaktadır. Bunun, Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesine ve hukuk devleti
ilkesine aykırılığı açıktır. (Örnek için Bak EK 11 - Esenyurt ilk kademe
Belediyesinin talebi üzerine 5216 sayılı yasanın Geçici 2 nci maddesi uyarınca
bu belediyenin sınırları içine alınmasını uygun gören İçişleri Bakanlığı'nın
27.10.2005 tarih ve 59005 sayılı onayını iptal eden İstanbul 1. İdare
Mahkemesinin Esas No. 2005/3229, Karar No. 2007/ 2850 sayılı Kararı.)
Anayasanın 67 nci maddesinin son fıkrasında, seçim yasalarında
yapılan değişikliklerin, yürürlüğe girdiği günden başlayarak bir yıl içinde
yapılacak seçimlerde uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.
2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 3507 sayılı Kanunla değişik 8 inci maddesinin
birinci fıkrasında; mahalli idareler seçimlerinin beş yılda bir yapılacağı, her
seçim döneminin beşinci yılındaki 1 Ocak gününün seçimin başlangıç tarihi, aynı
yılın Mart ayının son Pazar gününün de oy verme günü olduğu yazılıdır.
Seçim bir süreçtir. Bu süreçte seçim bölgelerinin belirlenmesi,
siyasi partilerin adaylarını belirlemesi, aday listelerini vermeleri, adayların
incelenmesi, adayların ilanı ve itirazlar, seçimlerde kullanılacak oy
pusulalarının basımı, propaganda dönemi gibi aşamalar vardır. 2972 sayılı
Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart ayının son Pazar günü
yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 dur. Mahalli
idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan Anayasanın öngördüğü
bir yıllık süre 1 Ocak 2008 günü dolmaktadır. Oy verme günü olan Mart ayının
son Pazar günü, seçimlerin sona erdiği, sonlandığı gündür. Bu hali ile yeni
ilçelerin yapılanmasıyla buralarda yaşayanların seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakları ellerinden alınmış olacaktır.
5747 sayılı Yasanın 1 inci maddesinin (11), (17), (18), (19),
(20), (21), (22), (23), (24), (25), (26) nolu fıkralarında yapılan düzenleme,
seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek nitelikte olduğundan ve Anayasada
öngörülen bir yıllık süreden az kalan bir zaman diliminde yürürlüğe
sokulduğundan Anayasanın 67 nci maddesine aykırıdır.
Türk demokrasi tarihinde siyasi amaçlarla ilçe yapma, köye
dönüştürme girişimleri AKP iktidarından önce de vardı.
Kırşehir'in ilçe haline getirilmesinde olduğu gibi, 1953 yılında
muhalefet partisini destekleyen Kastamonu'nun Abana ilçesi bir Kanunla köy
haline getirildi ve iktidar partisini destekleyen Bozkurt belediyesi ilçe
merkezi yapıldı.
Bu konu ili ilgili iptal başvurusunu inceleyen Anayasa
Mahkemesinin 15.11.1967 gün ve 12751 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa
Mahkemesinin, Abana İlçe Merkezinin Abana'dan kaldırılıp Bozkurt'a Nakline
İlişkin 6203 sayılı Kanun hükümlerinin iptali istemi ile ilgili olarak verdiği
K.967 - 20, E.963 - 145 sayılı Kararı aynen şöyledir:
"Merkezi idarenin kuruluşuna ilişkin ilkelerini gösteren
Anayasanın 115 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına şöyle denmektedir:
Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, iktisadi şartlara
ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli
bölümlere ayrılır. İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır.
Bu hükme göre, Türkiye'nin gerek illere ayrılmasında, gerekse
illerin öbür kademeli bölümlere ve bu arada ilçelere ayrılmasında gözönünde
tutulacak alan ölçü, coğrafya durumu, iktisadi koşullarla kamu hizmetlerinin
gerekleridir. İdari kademelere bölünmede bu anılan ölçülerin gözönünde
tutulması ilkesi, bu kademelerin merkezlerinin belli edilmesinde de öncelikle
uygulanır: Çünkü, il veya ilçenin veya diğer bir kademenin merkezi demek,
oranın işlerinin toplandığı en önemli bir yer demektir, Bu bakımdan bir idari
bölümün merkezinin, coğrafya durum, iktisadi koşullar ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre en uygun bir yerde bulunması Anayasa buyruğu olduğu gibi, bir
merkezin değiştirilmesinde dahi yeni merkezin coğrafya durumu, iktisadi
koşullar ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre eskisinden daha üstün bir yer
niteliğini taşıması da, yine Anayasa buyruğudur. Demek ki, merkez
değiştirmelerini merkezin eski merkeze göre coğrafya durumu, iktisadi koşullar
ve kamu hizmetlerinin gerekleri bakımından daha üstün olduğu açıkça
anlaşılmadıkça, böyle bir değiştirme Anayasaya uygun sayılamaz... Anayasanın
Seçme ve Seçilme Hakkı başlıklı 5 inci maddesinde: Vatandaşlar kanunda
gösterilen şartlara uygun olarak; seçme ve seçilme hakkına, sahiptir. Seçimler,
serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına
göre yapılır denilmektedir. Buna göre seçimlerin serbestliğini doğrudan doğruya
veya dolayısıyla bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacı ile konulmuş olan
bütün hükümler, Anayasaya aykırı niteliktedir. ........... Seçimlerde
Abana'lıların C.H.P. ye ve Bozkurt'ların ise iktidar partisi olan D.P. ye oy
verdikleri anlaşılmaktadır......... Dava konusu hükmün kabulü ile seçimlerde
yurttaşların serbestçe oy kullanmalarının sınırlandırılması ve sonraki seçimler
bakımından onların etki altında bırakılması yoluna gidildiği veya böyle bir yol
tutulmadığı düşünülse bile, bu hüküm yüzünden yurttaşlar üzerinden bir korkunun
seçim propagandası sırasında ortaya sürebilecek söylentilerle pek kolaylıkla
yaratılabileceği ve seçim serbestliğinin rahatlıkla etkileyebileceği
anlaşılmaktadır, Buna göre dava konusu hüküm Anayasanın 55 inci maddesine de
aykırıdır ve bu bakımdan dahi iptal edilmelidir......... Anayasanın
«Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde, «Türkiye Cumhuriyeti,
insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir denilmektedir, Hukuk devletinin
tanımına giren birçok unsurlardan birisi de, kamu yararı düşüncesi olmaksızın,
başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli partilerin veya
kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğidir. Buna göre
çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir kanun, Anayasanın 2 nci maddesi
hükmüne aykırı nitelikte olur ve dava açıldığında iptali gerekir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin Abana ilçesi ile ilgili
kararı, ilçelerin; coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre kurulması gerektiğini, seçimlerin serbestliğini doğrudan
doğruya veya dolayısıyla bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacı ile
konulmuş olan bütün hükümlerin, Anayasaya aykırı olacağını, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli
partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın kabul
edilmeyeceğini açıkça belirtmektedir.
Seçimlerde iktidar partisini kızdıracak sonuçlar sonrasında halkta
belediyelerinin bölüneceği, başka ilçeyle birleştirileceği, mahalleye veya köye
dönüştürüleceği, hatta ilçe olmaktan çıkarılacağı korku ve endişesi yaratılarak
serbestçe seçim yapılması mümkün değildir.
Anayasamızın 13 üncü maddesi: "Temel hak ve hürriyetlerle
ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamaz hükmünü taşımaktadır. Demokratik toplum düzeni her şeyden önce
seçme ve seçilme hakkına azami ölçüde saygı gösterilmesini gerektirir.
Anayasanın 67 nci maddesinde yer alan seçimlerin serbestliği ilkesi, baskı ve
müdahaleleri dışlayan bir kavramdır.
Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir
denilmektedir. Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de,
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için
veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir
yasanın kabul edilmeyeceğidir.
Ayrıca, İstanbul'da kapatılan ilk kademe belediyelerinin bir
bölümünün kapatılmasında da kamu yararı yoktur. Bunların kapatılma sebebi de
tamamen siyasidir.
5747 sayılı Kanunun Gerekçesi'nde; yeterli büyüklüğe sahip ilk
kademe belediyelerinin ilçe belediyesine dönüştürüldüğü, diğerlerinin ise
kendisine en yakın ilçe belediyesi ile birleştirildiği" belirtilmektedir.
Gerekçedeki bu söylem "yeterli büyüklük" gibi keyfiliğe varan bir
takdir yetkisi kullanımının ifadesidir. Çünkü "yeterli büyüklük"
belirsiz bir kavramdır ve hukuken, belediye sınırlarının çizilmesinde
kullanılabilecek bir ölçüt olarak kabul edilmesi olanağı yoktur. Bu da aslında
kamu yararı amacı'ndan sapıldığının bir kanıtı olarak ortada durmaktadır.
Kapatılan ilk kademe belediyelerden biri olan Bahçeşehir
Belediyesinin kapatılma gerekçesi diğer belediyelerin kapatılma gerekçesi ile
aynıdır. Oysa Kanundaki hiçbir gerekçe Bahçeşehir Belediyesinin kapatılmasına
uygun değildir. Kanunun Gerekçesinde, idari ve teknik kapasite yetersizliği
nedeniyle yeterli kalitede hizmet verilmemesi, kaynak sıkıntısı nedeniyle mali
yapının bozulması ve artan borçlar ile ölçek küçüklüğü kapatılma gerekçesi olarak
gösterilmiştir.
Bahçeşehir için ölçek küçüklüğü söz konusu değildir. Coğrafi
konumu, nüfusu, kamu hizmetlerinin gereği olarak Bahçeşehir'de belediye
kurulmasına karar verilmiş ve belediye kurulmasını isteyip istemedikleri yörede
yaşayan halka referandumla sorulmuştur. Bahçeşehir Belediyesinin personeli,
araç gereçleri sayı ve nitelik bakımından yeterlidir. Borcu yoktur. Yatırım
düzeyi yeterlidir. Kaçak yapı ve gecekondu yoktur. Halk belediye hizmetlerinden
memnundur. Hizmetlerinin kalitesi yüksektir.
Bahçeşehir Belediyesinde görevli teknik personelin sayısı ve
nitelikleri EK 12/1 de, hiçbir kamu kurum ve kuruluşuna özel veya tüzel kişiye
borcu olmadığını gösteren bilançolar EK 12/2 de, hiçbir kaçak yapı ve ruhsatsız
yapı olmadığını gösteren belgeler EK 12/3 de, 2007 yılı Yatırım Programı EK
12/4 dedir. (Belgeler "Bahçeşehir Belediyesi Neden Kapatılmamalıdır"
isimli kitaptan alınmıştır.)
Bütün bunlar Bahçeşehir Belediyesinin Kanunun gerekçesinde ileri
sürülen nedenlere dayalı olarak kapatılmasını gerektirmiyor. Ama Bahçeşehir
belediyesi kapatılıyor. Çünkü 2004 seçimlerinde Belediye Başkanı ANAP'tan
seçilmiş, 2007 seçimlerinde CHP bu beldede AKP'yi açık farkla geride
bırakmıştı.
Böyle yapılarak yerel seçimler öncesi seçmenlere de mesaj verilmiş
oluyor. 2007 seçimlerinde Bahçeşehir'deki 17.100 seçmenin 7.120'si CHP'ye,
2.590'ı AKP'ye oy vermiştir. Başakşehir ise AKP'nin kalesi olarak biliniyor.
Seçim öncesi seçmenlere, bize oy vermeyenlerin belediyesini kapattık, oy
verenlerin mahallesini ilçe ve belediye yaptık mesajı verilerek seçimlerde
özgürce oy kullanma iradeleri baskı altına alınıyor. Seçimlerde iktidar
partisini kızdıracak sonuçlar sonrasında halkta belediyelerinin bölüneceği,
başka ilçeyle birleştirileceği, mahalleye veya köye dönüştürüleceği, hatta ilçe
olmaktan çıkarılacağı korku ve endişesi yaratılıyor.
Bahçeşehir Belediyesi, Türkiye'nin Avrupa Şeref Bayrağı Ödülüne
sahip tek belediyesidir. 2005 yılında Avrupa Konseyi, Bahçeşehir'i Avrupa Şeref
Bayrağı ile ödüllendirirken, bu yasa ile Bahçeşehir belediyesi ve yöre halkı
adeta cezalandırıldı. Bahçeşehir'in bir başka ilçeye mahalle olarak
bağlanmasının ölçekle, nüfusla, coğrafi yapıyla, ekonomik şartlarla ya da kamu
hizmetlerinin gerekleri ile ilgisi olmadığının en açık kanıtı Avrupa
Konseyi'nin ödüllendirme kararının içeriğidir. Avrupa Konseyi, Bahçeşehir
Belediyesi'ne; her alanda gösterdiği hızlı ve büyük değişiklikler, yeşil
alanlar, sosyal projelerdeki başarılar, çocuklara yönelik projeler, kent
sağlığı alanında yapılan projeler, kentsel dönüşüm projeleri, uluslararası
aktivitelerin verimini ve etkisini arttırmak için gösterdiği çabalar ve üretip
uyguladığı projelerin model olarak kabul edilmeye başlanması gibi kriterleri
başarması sebebiyle Avrupa Şeref Bayrağı Ödülünü vermiştir.
İstanbul'da kapatılarak yeni kurulan ilçelere mahalle olarak
bağlanan ilk kademe belediyeleri siyasi nedenlerle ve toptancı anlayış yüzünden
hiçbir kamu yararı olmadan belli bir partinin veya kişilerin yarar sağlaması
amacına yönelik olarak kapatılmış ve mahalleye dönüştürülmüştür.
Hukuk devletinin tanımına giren birçok öğeden biri de, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli
kişilerin yararına olarak bir yasanın kabul edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı
taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır.
İstanbul'da Bahçeşehir örneğinde olduğu gibi siyasi amaçlara
dayalı olarak ilk kademe belediyeleri kapatılırken yöre halkının mahalli
müşterek ihtiyaçlarını kendi belediye yönetimi altında gidermesi önlenmiştir.
Belediyeden mahalleye dönüşen yöre halkının belediye çalışmalarından memnun
olması, belediye faaliyetlerinin Avrupa Konseyi'nce taçlandırılması önemsenmemiştir.
Daha da vahimi, bütün bunlar halka sorulmadan yapılmıştır. Onlara,
mahalli müşterek ihtiyaçlarınızı yeni oluşturacağımız yerel yönetimler
aracılığı ile karşılayacaksınız denilmiştir. Yöre halkına hiç sormadan onların
olurunu almadan yasa zoruyla yapılmıştır.
Yerel yönetimlerin var oluşunun siyasal gerekçesinin özünde
demokrasi inancı yatar. Bu sebepledir ki, yerel yönetimler öteden beri
demokrasinin temel kurumlarından biri olarak kabul edilmişlerdir.
Ayrıca yöre halkı, yerel ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında
seçimler ve diğer mekanizmalarla yönetimlere demokratik katılım hakkını
kullanmakta ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde etkili olmaktadır. Böylece,
yerel yönetimlerle demokrasi yaygınlaşmakta ve etkinleşmektedir.
Anayasanın 127 nci maddesine göre, mahallî idarelerin kuruluş ve
görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenlenir. "Yerinden yönetim" ilkesi, yerel yönetimlerin, o yerde
bulunanların, ortak gereksinimlerini karşılamak için kendi seçtiği organlarca
yönetilmesi anlamına gelmektedir. Yerinden yönetim ilkesi yönünden kamu yararı,
ancak halkın katılımının ve bu yolla etkinliğinin arttırılması ile
gerçekleştirilebilir. Tüm yasaların genel amacının kamu yararı olduğu bilinen
bir gerçektir. Getirilen düzenleme Anayasanın 127 nci maddesinde öngörülen
yerinden yönetim ilkesinin gereği olan halkın katılımını arttırıcı değil
azaltıcı niteliktedir. Bu açıdan da kamu yararı yoktur.
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 5 inci maddesinde: "yerel
yönetimlerin sınırlarında mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir
referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara danışılmadan değişiklik
yapılamaz" hükmü vardır.
5393 sayılı Belediye Kanununda birleşme ve katılmada Yerel Yönetim
Özerklik Şartına uygun olarak referandum yapılması öngörülmüştür. 5393 sayılı
Belediye Kanunun birleşme ve katılmaları düzenleyen maddelerinde sadece katılan
belediyede referandumun öngörülmesi, buna karşılık katılınacak belediyede
referandumun öngörülmemesi nedeniyle iptal istemini görüşen Anayasa
Mahkemesinin E.2005/95 K.2007/5 sayılı 24.01.2007 tarihli Kararında aynen şöyle
denilmiştir:
".... Düzenlemeyle tüzel kişiliği kaldırılacak ya da tabi
oldukları tüzel kişiyle ilişkisi kesilecek olan mahal sakinlerinin iradesinin
doğrudan doğruya sorulması zorunlu kılınmakta; ancak statüsünde herhangi bir
değişiklik yaşamayan ve özerkliğine dokunulmayan katılınacak tüzel kişi
(belediye) sakinlerinin doğrudan iradelerine başvurulmamakla birlikte, yine de oylarıyla
oluşturulan karar organlarının onayı şart koşulmaktadır. Dava konusu kuralla
tüzel kişiliği kaldırılan beldede ya da bağlı bulundukları ve organlarının
oluşumuna katıldıkları yerel yönetim birimiyle ilişkileri koparılacak
kısımlarında halkoyuna başvurulmasının öngörülmüş olması, yerinden yönetim
ilkesinin bir gereğidir. Katılınacak belediyenin hukuksal statüsünde herhangi
bir değişiklik olmayacağından, doğrudan doğruya halkoyuna başvurulması
zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna rağmen yasa koyucu katılınacak belediye
meclisinin bu birleşme ve katılmaya onay vermesini zorunlu kılarak, katılınacak
belediyenin özerkliğinin korunmasını gözetmiştir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi tüzel kişiliği kaldırılan beldede
ya da bağlı bulundukları ve organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim
birimiyle ilişkileri koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının
öngörülmüş olmasını, yerinden yönetim ilkesinin bir gereği olarak görmektedir.
5393 sayılı Belediye Kanunu, Yerel Yönetim Özerklik Şartına uygun
olarak katılan beldede referandumu şart koşarken 5747 sayılı Kanun katılan
beldelerde referandum öngörmemiştir.
Türkiye Yerel Yönetim Özerklik Şartını 1988 yılında çekince
koyarak onaylamış, 1991 yılında da yasal olarak kabul etmiştir. Anayasanın 90
ıncı maddesinde, ".... usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
andlaşmalar kanun hükmündedir" dendikten sonra bunların Anayasaya
aykırılığının iddia edilemeyeceği bildirilmiştir. Diğer yandan Anayasanın 90
ıncı maddesinde yapılan son değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin
andlaşmalarla kanunların aynı konuda yaptığı düzenlemelerde çatışma olması
halinde andlaşma hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle
yapılacak yasal bir düzenleme ile uluslararası andlaşmanın yok sayılması ve bu
andlaşmanın getirdiği yükümlülüklerden kaçınılması söz konusu olamaz.
Tüzel kişiliği kaldırılan beldede referandum öngörülmemesi
yerinden yönetim ilkesine ve Yerel Yönetim Özerklik Şartına, dolayısı ile
Anayasanın 90 ıncı ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, 5747 sayılı Yasanın 1 inci maddesinin (11),
(17), (18), (19), (20), (21), (22), (23), (24), (25), (26) nolu fıkralarında
yapılan düzenlemeyle, Diyarbakır'da Sur; İstanbul'da Arnavutköy, Ataşehir, Başakşehir,
Beylikdüzü, Çekmeköy, Esenyurt, Sancaktepe, Sultangazi; İzmir'de Bayraklı ve
Karabağlar ilçesi kurulması Anayasanın 2 nci, 67 nci, 90 ıncı, 126 ncı ve 127
nci maddelerine aykırıdır.
1) 06.03.2008 tarih ve 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1)
nolu fıkrasının Anayasaya aykırılığı
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrasında:
Büyükşehir belediye sınırları içinde bulunan ve ekli (42) sayılı listede adları
belirtilen ilk kademe belediyelerinin tüzel kişilikleri kaldırılarak aynı
listede belirtilen ilçe belediyelerine mahalleleri veya mahalle kısımları ile
birlikte katılmıştır.
Yani;
Adana'da 10 ilk kademe belediyesi; Seyhan, Yüreğir, Karaisalı
ilçelerine,
Ankara'da 16 ilk kademe belediyesi; Ayaş, Bala, Çubuk, Elmadağ,
Gölbaşı, Keçiören, Sincan, Mamak ilçelerine,
Bursa'da 15 ilk kademe belediyesi; Nilüfer, Osmangazi, Kestel,
Mudanya, Gemlik ilçelerine
Gaziantep'te 5 ilk kademe belediyesi; Şahinbey, Şehitkamil,
Oğuzeli ilçelerine,
İstanbul'da 21 ilk kademe belediyesi; Beykoz, Büyükçekmece,
Sarıyer, Silivri, Şile, Tuzla, Eyüp ilçelerine,
İzmir'de 37 ilk kademe belediyesi; Aliağa, Bayındır, Buca, Çiğli,
Foça, Gaziemir, Güzelbahçe, Kemalpaşa, Menderes, Menemen, Torbalı, Seferhisar
ilçelerine,
Kayseri'de 19 ilk kademe belediyesi; Kocasinan, Melikgazi, Talas,
İncesu ilçelerine,
Kocaeli'nde 13 ilk kademe belediyesi; Karamürsel, Gölcük, Körfez
ilçelerine,
Konya'da 4 ilk kademe belediyesi; Meram, Selçuklu ilçelerine,
Sakarya'da 4 ilk kademe belediyesi; Akyazı, Hendek, Sapanca
ilçelerine,
Samsun'da 3 ilk kademe belediyesi; Tekkeköy ilçesine mahalle
olarak bağlanmıştır.
Böylece, 11 büyükşehir belediyesindeki 147 ilk kademe belediyesi
toplam 52 ilçeye mahalle olarak katılmıştır.
Tüzel kişiliği kaldırılarak kapatılan ve yeni kurulan ilçelere
mahalle olarak katılan ilk kademe belediyeleri, 10.07.2004 tarihinde yürürlüğe
giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nu ile büyükşehir belediyesi
sınırları içine alınmış ve statüleri belde belediyesinden ilk kademe
belediyesine dönüştürülmüştür.
5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun Geçici 2 nci maddesi
ile bu düzenleme yapılmasa, bu belediyelerin tüzel kişiliği belde belediyesi
olarak devam edecek ve nüfusları 2000'den fazla olanların tüzel kişiliği devam
edecekti.
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrasındaki
düzenlemeyle, 11 büyükşehir belediyesindeki 147 ilk kademe belediyesinin toplam
52 ilçeye mahalle olarak katılması kamu yararı amacına yönelik değildir.
5747 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle yeni kurulan ilçelere
mahalle olarak katılan ilk kademe belediyeleri ile Kanunun 2 nci maddesinin (1)
nolu fıkrasıyla eski ilçelere mahalle olarak bağlanan ilk kademe
belediyelerinin durumu aynı değildir.
Birinde yeni ilçe kuruluşu için bazı ilk kademe belediyeleri
zorunlu olarak mahalleye dönüştürülmüştür. Diğerinde ise, hiçbir zorunluluk yok
iken eskiden beri ilçe olan yerlere ilk kademe belediyeleri mahalle olarak
katılmıştır.
İlk kademe belediyelerinin eskiden beri ilçe olan yerlere mahalle
olarak bağlanması haksız ve yanlıştır. Adil değildir.
Örneğin: Ankara'da Hasanoğlan belediyesi, hiçbir haklı neden yok
iken 13 km. uzaklıktaki Elmadağ ilçesinin mahallesi yapılmıştır.
1928 yılında Polatlı ilçesinin nahiyesi olarak kurulan ve
Polatlı'ya 20 Km. uzaklıktaki Temelli, hiçbir makul nedene dayalı olmadan 50 -
70 Km. uzağındaki Sincan ilçesine mahalle olarak bağlanmıştır.
Temelli, Atatürk'ün talimatı ile Bulgaristan ve Romanya'dan göç
eden göçmenler için kurulan ilk planlı köydür. Kurtuluş savaşında Atatürk ve
silah arkadaşlarını 22 gün, 22 gece ağırlayan ve bugün müze olarak kullanılan
"Alagöz Karargahı", Temelli'dedir. Gebze'den sonra Türkiye'nin en
büyük Organize Sanayi Bölgesi, Temelli'de kurulmuştur. Organize Sanayi
Bölgesinde 100 bin kişiye istihdam sağlaması amaçlanmakta olup, halen 5 bin
kişi çalışmaktadır. 650 bin nüfusun yaşaması planlanan Temelli'de halen 50 bin
konutun inşaatı devam etmektedir. Temelli belediyesi su ve kanalizasyon ile
ilgili tüm alt yapı yatırımlarını tamamlamıştır. Şu anda 8.200 nüfusun ikamet
ettiği Temelli Belediyesinin 2008 yılı bütçesi 21 milyon YTL olup, hiç borcu
yoktur. Yasadan önce bağlı olduğu Polatlı ilçesi büyükşehir belediyesi
sınırları dışındadır. Yeni düzenlemeden sonra, Temelli halkı mahalli müşterek
ihtiyaçlarını yanı başındaki kendi belediyesinden değil bağlandığı 70 km
uzaktaki ilçe belediyesinden giderirken merkezi yönetim tarafından sağlanan tüm
hizmetler için de artık 20 km uzağındaki Polatlı ilçesine değil 70 km.
uzaklıktaki Sincan ilçesine gidecektir. Görüldüğü gibi Temeli Belediyesini
kapatmanın ve Sincan'a mahalle olarak bağlamanın hiçbir makul nedeni yoktur.
Kamu yararı yoktur. Coğrafi şartlar uygun değildir. Ekonomik şartlar uygun
değildir. Kamu hizmetinin gereği olarak Sincan ilçesine bağlanmak için hiçbir
neden yoktur. Üstelik Yasanın gerekçesinde ileri sürülenlerin hiç biri Temelli
için geçerli değildir; ölçek küçüklüğü söz konusu olmayıp, Temelli'nin borcu
yoktur, yatırımı çoktur. (Temelli'nin 2008 bütçesi için Bak: EK 13)
1912 yılında kurulan Kayseri Erkilet Belediyesi, 1933 yılında
kurulan Eskişehir Muttalip Belediyesi mahalle haline getirilmiştir. Bursa'da
1953'de kurulan Umurbey Belediyesi Gemlik ilçesinin; Kayseri'de 1967'de kurulan
Gesi Belediyesi Melikgazi ilçesinin; İzmit'te 1948 yılında kurulan Hereke
Belediyesi Körfez ilçesinin mahallesi olmuştur.
Kapatılan bazı ilk kademe belediyeleri tarihi kimliği ile öne
çıkan belediyelerdir. Tarihi Kentler Birliği üyeliğine kabul edilen çok sayıda
kent belediyesi acımasızca kapatılmıştır.
Uzun yıllardır belediye yönetimi altında demokratik bir yönetime
sahip olan vatandaşlarımız küçük hesaplar yüzünden cezalandırılmıştır. Köy
statüsünden belediye statüsüne geçen bir yerleşim yerinde halk, yerel
düzenlemelerle tanışmıştı. Halk, kendi özgür iradesi ile belediye meclisini ve
belediye başkanını seçerek demokrasinin verdiği hakkı yaşıyordu. Şimdi
belediyeleri kapatılarak mahalle haline dönüştürülmüştür.
Yerel yönetimlerin var oluşunun siyasal gerekçesinin özünde
demokrasi inancı yatar. Bu sebepledir ki, yerel yönetimler öteden beri
demokrasinin temel kurumlarından biri olarak kabul edilmişlerdir.
Ayrıca yöre halkı, yerel ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında
seçimler ve diğer mekanizmalarla yönetimlere demokratik katılım hakkını
kullanmakta ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde etkili olmaktadır. Böylece,
yerel yönetimlerle demokrasi yaygınlaşmakta ve etkinleşmektedir.
50 yıldır, 60 yıldır sahip oldukları belediyenin mahalleye
dönüştürüldüğü yörelerde artık demokrasinin yaygınlaşması ve etkinleşmesinden
söz edilemeyecektir. Yöredeki insanlar belediyelerinin mahalleye dönüşmesini
istemiyor. Temelli'de yaşayan insanların mahalli müşterek ihtiyaçlarını Temelli
Belediyesi yerine Sincan Belediyesinin karşılaması aynı şey değil. 1912'den
beri belediyeleri olan Erkilet'lilerin derdini, tasasını, sorunlarını Kocasinan
Belediyesi ne kadar bilebilir.
Bağlandığı ilçeyle farklı şehir kültürüne sahip çok sayıda
belediye var. Burada yaşayan insanların sorunlarını büyüterek yöre halkının
ihtiyaçları karşılanabilir mi'
Bu durum, Anayasanın 5 inci maddesinde belirtilen; devletin,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak gibi amaç ve görevlerine ters düşen bir durumdur.
Anayasa ile güdülen ana amaç, Başlangıç'ta, belirtildiği gibi,
Türk Ulusu'nun sürekli varlığı ve çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması
biçimindedir. Bu ana amaca varılmasını engelleyebilecek ya da yozlaştırabilecek
nitelikte hiçbir hak ve özgürlüğün Anayasada tanınmadığı, daha açık bir
anlatımla, bu amacın Anayasanın tüm yapısına ilke ve kurallarıyla ruhuna egemen
olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir.
Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de, kamu
yararı düşüncesi olmaksızın herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğidir. Tüm
yasaların genel amacının kamu yararı olduğu bilinen bir gerçektir.
Anayasanın 127 nci maddesinde yer alan yerinden yönetim ilkesi
yönünden kamu yararı, ancak halkın katılımının ve bu yolla etkinliğinin
arttırılması ile gerçekleştirilebilir. Belediyelerin kapatılması, yörenin
mahalle olarak bir başka ilçeye bağlanması demokratik katılımı en aza
indirecektir. Bu nedenle 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrası
amaç öğesi bakımından da Anayasaya uygun değildir.
İlk kademe belediyelerini mahalleye dönüştürme ve bunları bir
başka ilçeye bağlama kararı, yapılacak yerel seçimlerle ve o yörelerde oluşan
rantla bağlantılıdır. 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrası
hükmü ile 52 ilçenin sınırları yeniden çizilmektedir.
Gerçekleştirilen bu operasyonla sadece seçimleri kazanmaya
elverişli bir ortam yaratılmış olmamakta, bunun yanında Büyükşehirlerdeki yeni
rant alanlarının yönetimi de ele geçirilmiş olmaktadır. İleri sürülen
gerekçelerin arkasına saklanan gerçek, sınırları değiştiren ilçelerde belediye
seçimlerini kazanmak ve şehirlerde oluşan rant alanlarını yönetmektir.
Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrasındaki düzenlemeyle, 147
ilk kademe belediyesinin tüzel kişiliğinin kaldırılması ve mahalle olarak 52
ilçeye bağlanması kamu yararı amacına değil, belli bir partinin veya kişilerin
yarar sağlaması amacına yöneliktir. 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin
birinci fıkrası bu bakımdan da Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesine aykırıdır.
2004 yerel yönetim seçimleri öncesinde AKP benzer bir girişimde
daha bulunmuştu. 5025 sayılı Yasada; nüfusu 2000'in altında olan belediyelerin
tüzel kişiliklerinin, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın 27 Mart 2004 gününde
kalkması, bu yerlerin aynı adla köye dönüşmesi, buralarda, 28 Mart 2004 gününde
yapılacak yerel yönetim seçimlerinde, belediye yerine köy tüzel kişiliği
organlarının seçilmesi öngörülmüştü.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu yasayı bir kez daha
görüşülmesi için geri gönderdi. Cumhurbaşkanının geri gönderme yazısından sonra
yasa TBMM'de ele alınıp görüşülmediği için yasalaşmadı.
2004 yılında yerel seçimlerden üç ay önce yapılmak istenen
girişimin benzeri, 2008 yılında seçimlere on ay kala yapılmak istenmektedir.
Anayasanın 67 nci maddesinin son fıkrasında, seçim yasalarında
yapılan değişikliklerin, yürürlüğe girdiği günden başlayarak bir yıl içinde
yapılacak seçimlerde uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.
2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 3507 sayılı Kanunla değişik 8 inci maddesinin
birinci fıkrasında; mahalli idareler seçimlerinin beş yılda bir yapılacağı, her
seçim döneminin beşinci yılındaki 1 Ocak gününün seçimin başlangıç tarihi, aynı
yılın Mart ayının son Pazar gününün de oy verme günü olduğu hükme bağlanmıştır.
Seçim bir süreçtir. Bu süreçte seçim bölgelerinin belirlenmesi,
siyasi partilerin adaylarını belirlemesi, aday listelerini vermeleri, adayların
incelenmesi, adayların ilanı ve itirazlar, seçimlerde kullanılacak oy
pusulalarının basımı, propaganda dönemi gibi aşamalar vardır. 2972 sayılı
Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart ayının son Pazar günü
yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 dur. Mahalli
idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan Anayasanın öngördüğü
bir yıllık süre 1 Ocak 2008 günü dolmaktadır. Oy verme günü olan Mart ayının
son Pazar günü, seçimlerin sona erdiği, sonlandığı gündür. Bu hali eski
ilçelere mahalle olarak bağlanan beldelerde yaşayanların seçme, seçilme ve
siyasi faaliyette bulunma hakları ellerinden alınmış olacaktır.
Mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan
Anayasanın öngördüğü bir yıllık süre 1 Ocak 2008 de doldu. 5747 sayılı Yasanın
2 nci maddesinin (1) nolu fıkrasıyla yapılan düzenleme seçim sonuçlarını
doğrudan etkileyecek nitelikte olduğundan ve Anayasada öngörülen bir yıllık
süreden önce yürürlüğe sokulduğundan getirilen düzenleme, Anayasanın 67 nci
maddesine aykırıdır.
Türk demokrasi tarihinde Kırşehir'in ilçe haline getirilmesinde
olduğu gibi, bir bölge halkının belli bir siyasi partiye oy vermiş
bulunmalarından dolayı toptan cezalandırılmaları geçmişte de görüldü.
1953 yılında muhalefet partisini destekleyen Kastamonu'nun Abana
ilçesi bir Kanunla köy haline getirildi ve iktidar partisini destekleyen
Bozkurt belediyesi ilçe merkezi yapıldı.
Bu konu ili ilgili iptal başvurusunu inceleyen Anayasa
Mahkemesinin 15.11.1967 gün ve 12751 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa
Mahkemesinin, Abana İlçe Merkezinin Abana'dan kaldırılıp Bozkurt'a Nakline
İlişkin 6203 sayılı Kanun hükümlerinin iptali istemi ile ilgili olarak verdiği
K.967 - 20, E.963 - 145 sayılı Kararı aynen şöyledir:
"Merkezi idarenin kuruluşuna ilişkin ilkelerini gösteren
Anayasanın 115 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına şöyle denmektedir:
Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, iktisadi şartlara
ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli
bölümlere ayrılır. İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır.
Bu hükme göre, Türkiye'nin gerek illere ayrılmasında, gerekse
illerin öbür kademeli bölümlere ve bu arada ilçelere ayrılmasında gözönünde
tutulacak alan ölçü, coğrafya durumu, iktisadi koşullarla kamu hizmetlerinin
gerekleridir. İdari kademelere bölünmede bu anılan ölçülerin gözönünde
tutulması ilkesi, bu kademelerin merkezlerinin belli edilmesinde de öncelikle
uygulanır: Çünkü, il veya ilçenin veya diğer bir kademenin merkezi demek,
oranın işlerinin toplandığı en önemli bir yer demektir, Bu bakımdan bir idari
bölümün merkezinin, coğrafya durum, iktisadi koşullar ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre en uygun bir yerde bulunması Anayasa buyruğu olduğu gibi, bir
merkezin değiştirilmesinde dahi yeni merkezin coğrafya durumu, iktisadi
koşullar ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre eskisinden daha üstün bir yer
niteliğini taşıması da, yine Anayasa buyruğudur. Demek ki, merkez
değiştirmelerini merkezin eski merkeze göre coğrafya durumu, iktisadi koşullar
ve kamu hizmetlerinin gerekleri bakımından daha üstün olduğu açıkça
anlaşılmadıkça, böyle bir değiştirme Anayasaya uygun sayılamaz.........
Anayasanın Seçme ve Seçilme Hakkı başlıklı 5 inci maddesinde: Vatandaşlar
kanunda gösterilen şartlara uygun olarak; seçme ve seçilme hakkına, sahiptir.
Seçimler, serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm
esaslarına göre yapılır denilmektedir. Buna göre seçimlerin serbestliğini
doğrudan doğruya veya dolayısıyla bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacı
ile konulmuş olan bütün hükümler, Anayasaya aykırı niteliktedir. ...........
Seçimlerde Abana'lıların C.H.P. ye ve Bozkurt'ların ise iktidar partisi olan
D.P. ye oy verdikleri anlaşılmaktadır......... Dava konusu hükmün kabulü ile
seçimlerde yurttaşların serbestçe oy kullanmalarının sınırlandırılması ve
sonraki seçimler bakımından onların etki altında bırakılması yoluna gidildiği
veya böyle bir yol tutulmadığı düşünülse bile, bu hüküm yüzünden yurttaşlar
üzerinden bir korkunun seçim propagandası sırasında ortaya sürebilecek
söylentilerle pek kolaylıkla yaratılabileceği ve seçim serbestliğinin
rahatlıkla etkileyebileceği anlaşılmaktadır, Buna göre dava konusu hüküm
Anayasanın 55 inci maddesine de aykırıdır ve bu bakımdan dahi iptal
edilmelidir......... Anayasanın "Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci
maddesinde", Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir denilmektedir, Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan
birisi de, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel
çıkarlar için veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak
herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğidir. Buna göre çıkarılması için kamu
yararı bulunmayan bir kanun, Anayasanın 2 nci maddesi hükmüne aykırı nitelikte
olur ve dava açıldığında iptali gerekir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin Abana ilçesi ile ilgili
kararı, ilçelerin; coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre kurulması gerektiğini, seçimlerin serbestliğini doğrudan
doğruya veya dolayısıyla bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacı ile
konulmuş olan bütün hükümlerin, Anayasaya aykırı olacağı, kamu yararı düşüncesi
olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli partilerin veya
kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğini açıkça
belirtmektedir.
Seçimlerde iktidar partisini kızdıracak sonuçlar sonrasında halkta
belediyelerinin bölüneceği, başka ilçeyle birleştirileceği, mahalleye veya köye
dönüştürüleceği korku ve endişesi yaratılarak serbestçe seçim yapılması mümkün
değildir.
Anayasamızın 13 üncü maddesi: "Temel hak ve hürriyetlerle
ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamaz hükmünü taşımaktadır. Demokratik toplum düzeni her şeyden önce
seçme ve seçilme hakkına azami ölçüde saygı gösterilmesini gerektirir.
Anayasanın 67 nci maddesinde yer alan seçimlerin serbestliği ilkesi, baskı ve
müdahaleleri dışlayan bir kavramdır.
Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir
denilmektedir. Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de,
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için
veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir
yasanın kabul edilmeyeceğidir.
Açıklanan nedenlerle, 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin birinci
fıkrasında yapılan düzenlemeyle ilk kademe belediyelerini mahalle olarak başka
ilçelere bağlamak, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 67 nci ve 126 ncı maddelerine
aykırıdır.
İlçelere mahalle olarak bağlanan ilk kademe belediyelerinin tüzel
kişiliklerinin kaldırılması başka gerekçelerle de Anayasaya aykırıdır.
5747 sayılı Kanunun Gerekçesi'nde; "kırsal alandaki küçük
belediyeler bakımından yapılan idari yapı değişikliğinin ilk adım belediyeleri
açısından da gerekli olduğu, yeterli büyüklüğe sahip ilk kademe belediyelerinin
ilçe belediyesine dönüştürüldüğü, diğerlerinin ise kendisine en yakın ilçe
belediyesi ile birleştirildiği" belirtilmektedir.
Yerelleşme tüm demokratik ülkelerde temel ilke kabul edilmiş iken
bu Kanun toplumu merkezileşmeye yöneltmektedir. Yöre nüfusunun azlığı halkın
denetimini ve yerel yönetime katılımını artırır. Yerelleşmenin tercih
edilmesinin temel nedeni budur.
Belediyelerin yaklaşık üçte birinin kapatılması yerelleşmeye ve
demokrasiye inançsızlığın en belirgin örneğidir. OECD'nin 2002 yılında
yayınladığı bir rapora göre: Fransa'da 36.763, İtalya'da 8.100, İspanya'da
8.078, Belçika'da 589, Hollanda'da 548 belediye bulunmaktadır. Avrupa Birliğine
üye olan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemizdeki belediye sayısının
azlığı açıkça görülür.
Kuşkusuz, yasa koyucu daha etkin ve verimli bir kamusal hizmet
sağlamak amacıyla, yeni bir idari yapı oluşturabilir. Ancak etkinlik ve
verimlilik sorunu, bu yasanın yaklaşımıyla yani sadece büyüklüğe ya da ölçeğe
odaklanarak çözümlenebilecek bir sorun değildir. Bu ölçüt, etkin ve verimli
hizmet sağlamak için gerekli şartlardan yalnızca biridir.
Belediyelerin borçlu olması kapatma gerekçesi olarak ileri
sürülmektedir. Bu gerekçenin haklılığı yoktur. Çünkü kapatılan belediyeler
içinde hiç borcu olmayan, değerli taşınmazlara sahip belediyeler de vardır.
Bilerek, borcuyla baş edebilecek düzeyde borçlanarak yatırımlara girişen
belediyeler de borçlu belediyeler kabul edilmiştir. Kaldı ki belediyelerin mali
açıdan iyi durumda olmaması kötü yönetimle ilgili değildir. Yıllardır hemen
herkes belediyelere görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanmadığını
söylemektedir.
Büyükşehir sınırları içine alınarak ilk kademe belediyesi
statüsüne sokulan bu belediyelerin gelirlerinin % 40'ına yakınına el
konulmuştu. Böylece Anayasanın 127 nci maddesinde tanımı yapılan özerk yerel
yönetim kuruluşu olma özellikleri iyice zayıflatılmıştı. Gelirleri ve yetkileri
azaltılan ilk kademe belediyelerinin verimli hizmet vermiyorlar gerekçesiyle
kapatılmalarına zemin hazırlandı. Öte yandan Anayasal güvenceye sahip bazı
belediyelerin çıkar çevrelerinin önünde engel oluşturabilmeleri ilk kademe
belediyelerinin tüzel kişiliklerinin bir an evvel kaldırılmasını gerektirdi.
İlk kademe belediyelerinin çoğu toptancı anlayış yüzünden hiçbir
kamu yararı olmadan kapatıldı. Yöre halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını
kendi belediye yönetimi altında gidermesi önlendi. Belediyeden mahalleye
dönüşen yöre halkının belediye meclislerindeki temsil oranlarında da hak
kayıpları olması önemsenmedi.
Daha da vahimi, bütün bunlar halka sorulmadan yapıldı. Onlara,
mahalli müşterek ihtiyaçlarınızı yeni oluşturacağımız yerel yönetimler
aracılığı ile karşılayacaksınız denildi. Yöre halkına hiç sormadan onların
olurunu almadan yasa zoruyla yapıldı.
Yerel yönetimlerin var oluşunun siyasal gerekçesinin özünde
demokrasi inancı yatar. Bu sebepledir ki, yerel yönetimler öteden beri
demokrasinin temel kurumlarından biri olarak kabul edilmişlerdir.
Ayrıca yöre halkı, yerel ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında
seçimler ve diğer mekanizmalarla yönetimlere demokratik katılım hakkını
kullanmakta ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde etkili olmaktadır. Böylece,
yerel yönetimlerle demokrasi yaygınlaşmakta ve etkinleşmektedir.
Anayasanın 127 nci maddesine göre, mahallî idarelerin kuruluş ve
görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenlenir. Görüldüğü gibi Anayasa, yerel yönetimlerin "büyüklük"
esasına göre değil "yerinden yönetim" ilkesine göre kurulmasını
öngörmüştür. Yerinden yönetim ilkesini gözetmeden ölçek küçüklüğü ve borçluluk
gerekçesine dayanarak borçlu ve küçük olmayan tüm belediyeleri aynı gerekçeyle
kapatmak yerinden yönetim ilkesine uygun değildir.
Anayasanın 127 nci maddesindeki "yerinden yönetim"
ilkesi bağlamında belediyelerin o yerde bulunanların, ortak gereksinimlerini
karşılamak için kendi seçtiği organlarca yönetilen kamu tüzelkişileri olduğu
ortaya çıkmaktadır.
Yerinden yönetim ilkesi yönünden kamu yararı, ancak halkın
katılımının ve bu yolla etkinliğinin arttırılması ile gerçekleştirilebilir.
Belediyelerin kapatılması, demokratik katılımı en aza indirecektir. Bu nedenle
Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrası amaç öğesi bakımından da Anayasaya
uygun değildir.
Belediye tüzel kişiliğini kaldırarak mahalleye dönüştürmek yörede
yaşayan halkın mahalli müşterek ihtiyaçları açısından demokratik bir yaklaşım
değildir. Tüm ilk kademe belediyelerini toptancı bir yaklaşımla verimli ve
etkin çalışıp çalışmadıklarını araştırmadan kapatmakta kamu yararı yoktur.
Kapatılan belediyelerin içinde bilançoları sağlıklı olan çok sayıda belediye
vardır. Kanun, küçük ölçekli olan verimli ve etkin değildir anlayışı ile
hazırlanmıştır ki, bu da doğru bir yaklaşım değildir. Büyük ölçekli olmasına
karşın etkin ve verimli olmayan belediyeler olduğu gibi küçük ölçekli olan ama
verimli ve etkin çalışan belediyeler de vardır. Toptancı yaklaşım yanlıştır.
Öte yandan getirilen düzenleme Avrupa Yerel Yönetim Özerklik
Şartına aykırıdır. 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrasıyla; 42
sayılı listede adları yazılı 147 ilk kademe belediyesi kapatılarak 52 ilçeye
mahalle olarak bağlandı. Ancak bu bağlanma işlemleri yöre halkına sorulmadan
yapıldı.
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 5 inci maddesinde: "yerel
yönetimlerin sınırlarında mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir
referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara danışılmadan değişiklik
yapılamaz" hükmü vardır.
5393 sayılı Belediye Kanununda birleşme ve katılmada Yerel Yönetim
Özerklik Şartına uygun olarak referandum yapılması öngörülmüştür. 5393 sayılı
Belediye Kanunun birleşme ve katılmaları düzenleyen maddelerinde sadece katılan
belediyede referandumun öngörülmesi, buna karşılık katılınacak belediyede
referandumun öngörülmemesi nedeniyle iptal istemini görüşen Anayasa
Mahkemesinin E.2005/95 K.2007/5 sayılı 24.01.2007 tarihli Kararında aynen şöyle
denilmiştir:
".... Düzenlemeyle tüzel kişiliği kaldırılacak ya da tabi
oldukları tüzel kişiyle ilişkisi kesilecek olan mahal sakinlerinin iradesinin
doğrudan doğruya sorulması zorunlu kılınmakta; ancak statüsünde herhangi bir
değişiklik yaşamayan ve özerkliğine dokunulmayan katılınacak tüzel kişi
(belediye) sakinlerinin doğrudan iradelerine başvurulmamakla birlikte, yine de
oylarıyla oluşturulan karar organlarının onayı şart koşulmaktadır. Dava konusu
kuralla tüzel kişiliği kaldırılan beldede ya da bağlı bulundukları ve
organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim birimiyle ilişkileri
koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının öngörülmüş olması, yerinden
yönetim ilkesinin bir gereğidir. Katılınacak belediyenin hukuksal statüsünde
herhangi bir değişiklik olmayacağından, doğrudan doğruya halkoyuna başvurulması
zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna rağmen yasa koyucu katılınacak belediye
meclisinin bu birleşme ve katılmaya onay vermesini zorunlu kılarak, katılınacak
belediyenin özerkliğinin korunmasını gözetmiştir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi tüzel kişiliği kaldırılan beldede
ya da bağlı bulundukları ve organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim
birimiyle ilişkileri koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının
öngörülmüş olmasını, yerinden yönetim ilkesinin bir gereği olarak görmektedir.
5393 sayılı belediye Kanunu, Yerel Yönetim Özerklik Şartına uygun
olarak katılan beldede referandumu şart koşarken 5747 sayılı Kanun tüzel
kişiliği kaldırılan beldelerde referandum öngörmemiştir.
Türkiye Yerel Yönetim Özerklik Şartını 1988 yılında çekince
koyarak onaylamış, 1991 yılında da yasal olarak kabul etmiştir. Anayasanın 90
ıncı maddesinde, ".... usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
andlaşmalar kanun hükmündedir" dendikten sonra bunların Anayasaya
aykırılığının iddia edilemeyeceği bildirilmiştir. Diğer yandan Anayasanın 90
ıncı maddesinde yapılan son değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin
andlaşmalarla kanunların aynı konuda yaptığı düzenlemelerde çatışma olması
halinde andlaşma hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle
yapılacak yasal bir düzenleme ile uluslararası andlaşmanın yok sayılması ve bu
andlaşmanın getirdiği yükümlülüklerden kaçınılması söz konusu olamaz.
Tüzel kişiliği kaldırılan beldede referandum öngörülmemesi
yerinden yönetim ilkesine ve Yerel Yönetim Özerklik Şartına, dolayısı ile
Anayasanın 90 ıncı ve 127 nci maddesine aykırıdır.
Kısacası, Kanunun 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrasındaki
düzenlemeyle, 42 sayılı listede adları yazılı 147 ilk kademe belediyesinin
tüzel kişiliğinin kaldırılması ve yine listede adları yazılı 52 ilçeye mahalle
bağlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 5 inci, 67 nci, 90
ıncı, 126 ncı ve 127 nci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
1) 06.03.2008 tarih ve 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (2)
nolu fıkrasının Anayasaya aykırılığı
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (2) nolu fıkrası ile:
İstanbul ilinde Eminönü ilçesi kaldırılmış, Eminönü Belediyesinin tüzel
kişiliği kaldırılarak mahalleleriyle birlikte Fatih Belediyesine katılmıştır.
3 bin yıllık bir şehir olan ve gece 30 bin, gündüz 3 milyon nüfusu
barındıran; Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına ev sahipliği yapan
müzeleri ve tarihi mekânlarıyla İstanbul'un kültür ve turizm değeri olan
Eminönü, mahalle yapılmıştır.
Yerebatan Sarayı, Topkapı Sarayı, Babıali, Sultan Ahmet,
Süleymaniye, Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı, Dikilitaş gibi sayısız tarihi eser
bulunan Eminönü, merkezi yönetimin yıllardır izlediği yanlış politikalarla hem
insansızlaştırıldı hem metruklaştırıldı.Devletin yapacağı yatırımlarla kültür,
ticaret ve turizm merkezi olması gereken Eminönü,bakımsızlık ve terkedilmişlik
yüzündenimalathanelerin merkezi oldu.
Anayasanın 126 ncı maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre:
"Türkiye, merkezî idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik
şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer
kademeli bölümlere ayrılır."
İlçeler kurulurken coğrafi ve ekonomik koşullar veya kamu
hizmetinin gereği ölçütleri kullanıldığından ilçeler kapatılırken de aynı
ölçütler kullanılmalıdır. Oysa Eminönü ilçesi kapatılırken Anayasanın 126 ncı
maddesinde öngörülen ölçütler değil başka ölçütler kullanılmıştır.
5747 sayılı Kanunun Madde Gerekçesinde, İstanbul'daki tarihi
dokunun idari bütünlüğünü temin amacıyla Eminönü ilçesinin kaldırılarak Fatih
ilçesine katıldığı belirtilmiştir.
Başbakan Erdoğan, Eminönü'nün Fatih ilçesine bağlanmasına ilişkin
eleştirilere yanıt verdiği konuşmasında, "Eminönü ilçesi Fatih'e
katılırken, orada düşündüğümüz bir incelik var. Eminönü ilçesi 30 bin nüfusa
sahip, gündüz 3 milyona yakın bir nüfus. 30 bin nüfusun Eminönü'ne sağladığı
kaynakla, siz 3 milyonluk yükü kaldıramazsınız. Bilende bilmeyende
konuşuyor" diyerek Eminönü'nün neden kapatıldığına açıklık getirmiştir.
Eminönü ilçesinin Anayasanın 126 ncı maddesinde öngörülen
ölçütlere göre değil başka ölçütler uyarınca kapatılması Anayasanın 126 ncı
maddesine aykırıdır.
Anayasanın 127 nci maddesindeki; "Mahalli idarelere görevleri
ile orantılı gelir kaynakları sağlanır" hükmüne uygun olarak belediyelere
yeterli gelir kaynağı sağlayamayan iktidar, Eminönü belediyesini, üzerindeki
yükü kaldıramıyor gerekçesi ile kapatmıştır.
Oysa yıllardır belediyelerin en önemli gelir kaynağı olan merkezi
yönetim bütçe gelirlerinden belediyelere ayrılan payların sadece nüfus esasına
göre dağıtılmasının, belediyelere bütçeden ayrılan pay oranının yıllar içinde
artırılması gerekirken azaltılmasının yanlışlığı söyleniyor.
Nüfusun yanında yöredeki sanayi yoğunluğunun, turizm veya kültür
merkezi olmanın, sahip olunan tarihi dokunun, eğitim kurumlarının sayısının,
gelişme hızının, üretim ve tüketim kapasitesinin, kültür ve eğitim seviyesinin,
ekonomik faktörlerin bütçe gelirlerinden belediyelere ayrılan payların
dağıtımında kriter olarak kullanılmasının gerekli olduğu söyleniyor.
Anayasa Mahkemesi, 13.05.2004 tarih ve 2003/77sayılı kararında bu
doğrultuda karar oluşturdu. Büyük şehir belediyelerinin il merkezlerinde
toplanan genel bütçe vergi gelirlerinden ayrılan payın dağıtımın sadece nüfus
kriterine göre yapılmasını, Anayasanın 127 nci maddesindeki "yerel
yönetimlere görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanması" ilkesine
aykırı bulmuştur.
Doğru olan, yapılması gereken; belediye gelirlerinin artırılması
ve payların nüfus dışı ölçütlerin de kullanılarak dağıtılması, belediyelerin
kapatılması değil.
Belediyesi yük kaldıramayan bu yüzden kapatılması gereken; ancak
ilçe olduğu için belediyesi kapatılamayan tek ilçe de Eminönü ilçesi değil.
Nitekim, İçişleri Bakanı, bu Yasanın TBMM Genel Kurulundaki
görüşmeleri sırasında bir soruya aynen şöyle yanıt vermiştir.
"İlçeler vardır. İlçelerimizden nüfusu 2 binin altına düştüğü
halde belediyesi devam etmektedir, böyle ilçelerimiz vardır; bunun sayısı
50'dir. Ama, ilçe hükmi şahsiyetini kaldırmadıkça belediyeyi kaldıramazsınız.
Burada da biz öyle bir tasarrufta bulunmuyoruz, Eminönü dışında."
Anayasanın 10 uncu maddesine göre yasa önünde eşitlik ilkesi
hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Eşitlik ilkesinin amacı,
aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı
tutulmalarını sağlamak, ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir.
Yasaların ve bu yasalarla getirilen kuralların genel olması hukuk devleti ve
yasa önünde eşitlik ilkelerinin bir sonucudur. Yasaların genelliğinden
anlaşılan, belli kişileri hedef almayan, özel bir durum gözetmeyen, önceden
saptanıp, soyut biçimde herkese uygulanabilecek kurallar içermesidir. O halde
yasa kurallarının her şeyden önce genel nitelikte olması, herkes için objektif
hukuki durumlar yaratması ve aynı hukuki durumda bulunan kişilere ayrım
gözetmeksizin uygulanabilir olması gerekir. Yasaların ve bu yasalarla getirilen
kuralların genel olması hukuk devleti ve yasa önünde eşitlik ilkelerinin bir
sonucudur. Yasaların genelliğinden anlaşılan, belli kişileri hedef almayan,
özel bir durum gözetmeyen, önceden saptanıp, soyut biçimde herkese
uygulanabilecek kurallar içermesidir. O halde yasa kurallarının her şeyden önce
genel nitelikte olması, herkes için objektif hukuki durumlar yaratması ve aynı
hukuki durumda bulunan kişilere ayrım gözetmeksizin uygulanabilir olması
gerekir.
Bu nedenle ilçeler içinde sadece Eminönü ilçesinin ve
belediyesinin kapatılması Anayasanın 10 uncu maddesine aykırıdır.
Aslında ileri sürülen kapatma gerekçelerinin arkasına saklanan
başka gerekçeler var. Asıl amaç, belediye seçimlerini kazanmak ve oluşan rant
alanlarını yönetmektir. Yoksa, kendisine verilen görevle orantılı gelir kaynağı
olmadığı için üzerindeki yükü kaldıramayan, tek belediye Eminönü belediyesi
değildir.
Eminönü ilçesinin kaldırılması, Eminönü Belediyesinin Fatih
Belediyesine katılması kamu yararı amacına değil, belli bir partinin veya
kişilerin yarar sağlaması amacına yöneliktir.
Hukuk devletinin tanımına giren birçok öğeden biri de, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli
kişilerin yararına olarak bir yasanın kabul edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı
taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır.
Anayasanın 67 nci maddesinin son fıkrasında, seçim yasalarında
yapılan değişikliklerin, yürürlüğe girdiği günden başlayarak bir yıl içinde
yapılacak seçimlerde uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.
2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 3507 sayılı Kanunla değişik 8 inci maddesinin
birinci fıkrasında; mahalli idareler seçimlerinin beş yılda bir yapılacağı, her
seçim döneminin beşinci yılındaki 1 Ocak gününün seçimin başlangıç tarihi, aynı
yılın Mart ayının son Pazar gününün de oy verme günü olduğu yazılıdır.
Seçim bir süreçtir. Bu süreçte seçim bölgelerinin belirlenmesi,
siyasi partilerin adaylarını belirlemesi, aday listelerini vermeleri, adayların
incelenmesi, adayların ilanı ve itirazlar, seçimlerde kullanılacak oy
pusulalarının basımı, propaganda dönemi gibi aşamalar vardır. 2972 sayılı
Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart ayının son Pazar günü
yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 dur. Mahalli
idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan Anayasanın öngördüğü
bir yıllık süre 1 Ocak 2008 günü dolmaktadır. Oy verme günü olan Mart ayının
son Pazar günü, seçimlerin sona erdiği, sonlandığı gündür. Bu hali Eminönü'nde
yaşayanların seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları ellerinden
alınmış olacaktır.
Mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan
Anayasanın öngördüğü bir yıllık süre 1 Ocak 2008 de dolmuştur. 5747 sayılı
Yasanın 1 inci maddesiyle yapılan düzenleme, seçim sonuçlarını doğrudan
etkileyecek nitelikte olduğundan Anayasada öngörülen bir yıllık süreden önce
yürürlüğe sokulduğundan Anayasanın 67 nci maddesine aykırıdır.
Türk demokrasi tarihinde siyasi amaçlarla ilçe yapma, köye
dönüştürme girişimleri AKP iktidarından önce de vardı.
Kırşehir'in ilçe haline getirilmesinde olduğu gibi, 1953 yılında
muhalefet partisini destekleyen Kastamonu'nun Abana ilçesi bir Kanunla köy
haline getirildi ve iktidar partisini destekleyen Bozkurt belediyesi ilçe
merkezi yapıldı.
Bu konu ili ilgili iptal başvurusunu inceleyen Anayasa
Mahkemesinin 15.11.1967 gün ve 12751 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa
Mahkemesinin, Abana İlçe Merkezinin Abana'dan kaldırılıp Bozkurt'a Nakline
İlişkin 6203 sayılı Kanun hükümlerinin iptali istemi ile ilgili olarak verdiği
K.967 - 20, E.963 - 145 sayılı Kararında, ilçelerin; coğrafya durumuna,
ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre kurulması gerektiğini,
seçimlerin serbestliğini doğrudan doğruya veya dolayısıyla bozmaya elverişli
bulunan veya bozmak amacı ile konulmuş olan bütün hükümlerin, Anayasaya aykırı
olacağını, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya
yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın
kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmektedir.
Seçimlerde iktidar partisini kızdıracak sonuçlar sonrasında halkta
belediyelerinin kapatılacağı, mahalleye dönüştürüleceği, ilçe olmaktan
çıkarılacağı korku ve endişesi yaratılarak serbestçe seçim yapılması mümkün
değildir.
Anayasamızın 13 üncü maddesi: "Temel hak ve hürriyetlerle
ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamaz hükmünü taşımaktadır. Demokratik toplum düzeni her şeyden önce
seçme ve seçilme hakkına azami ölçüde saygı gösterilmesini gerektirir.
Anayasanın 67 nci maddesinde yer alan seçimlerin serbestliği ilkesi, baskı ve müdahaleleri
dışlayan bir kavramdır.
Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir
denilmektedir. Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de,
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için
veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir
yasanın kabul edilmeyeceğidir.
Açıklanan nedenlerle, 5747 sayılı Yasanın 2 nci maddesinin (2)
nolu fıkrası ile yapılan düzenlemeyle Eminönü ilçesinin kaldırılması, Eminönü
Belediyesinin Fatih Belediyesine katılması Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 67 nci ve
126 ncı maddelerine aykırıdır.
Eminönü ilçesinin kaldırılması, Eminönü Belediyesinin Fatih
Belediyesine katılması başka gerekçelerle de Anayasaya aykırıdır.
Yerelleşme tüm demokratik ülkelerde temel ilke kabul edilmiş iken
bu Kanun toplumu merkezileşmeye yöneltmektedir.
Yerel yönetimlerin var oluşunun siyasal gerekçesinin özünde
demokrasi inancı yatar. Bu sebepledir ki, yerel yönetimler öteden beri
demokrasinin temel kurumlarından biri olarak kabul edilmişlerdir.
Ayrıca yöre halkı, yerel ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında
seçimler ve diğer mekanizmalarla yönetimlere demokratik katılım hakkını
kullanmakta ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde etkili olmaktadır. Böylece,
yerel yönetimlerle demokrasi yaygınlaşmakta ve etkinleşmektedir.
Bu durum, Anayasanın 5 inci maddesinde belirtilen; devletin,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak gibi amaç ve görevlerine ters düşen bir durumdur.
Anayasa ile güdülen ana amaç, Başlangıç'ta, belirtildiği gibi,
Türk Ulusu'nun sürekli varlığı ve çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması
biçimindedir. Bu ana amaca varılmasını engelleyebilecek ya da yozlaştırabilecek
nitelikte hiçbir hak ve özgürlüğün Anayasada tanınmadığı, daha açık bir
anlatımla, bu amacın Anayasanın tüm yapısına ilke ve kurallarıyla ruhuna egemen
olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir.
Anayasanın 127 nci maddesine göre, mahallî idarelerin kuruluş ve
görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla
düzenlenir. Görüldüğü gibi Anayasa, yerel yönetimlerin "yerinden
yönetim" ilkesine göre kurulmasını öngörmüştür. Yerinden yönetim ilkesini
gözetmeden başka gerekçelere dayanarak belediye kapatmak yerinden yönetim
ilkesine uygun değildir.
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrası, "yerinden
yönetim" ilkesini açıklayan ikinci fıkrasıyla birlikte
değerlendirildiğinde konu daha çok açıklık kazanmakta, yerel yönetimlerin,
hukuksal yapıları ve işlevleriyle varlık amaçları gözetildiğinde, o yerde
bulunanların, ortak gereksinimlerini karşılamak için kendi seçtiği organlarca
yönetilen kamu tüzelkişileri olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tüm yasaların genel amacının kamu yararı olduğu bilinen bir
gerçektir. Oysa Yasadaki düzenleme, oluşan rantları yönetme isteğine ve siyasal
nedenlere dayanmaktadır. Yerinden yönetim ilkesi yönünden kamu yararı, ancak
halkın katılımının ve bu yolla etkinliğinin arttırılması ile
gerçekleştirilebilir. Belediyenin kapatılması, o yörede yaşayan halkın bir
başka belediyeye bağlanması demokratik katılımı en aza indirecektir. Bu nedenle
Kanunun 2 inci maddesinin (2) nolu fıkrası amaç öğesi bakımından da Anayasaya
uygun değildir.
Belediye tüzel kişiliğini kaldırarak bir başka belediyeye katmak
yörede yaşayan halkın mahalli müşterek ihtiyaçları açısından demokratik bir
yaklaşım değildir ve Anayasanın 127 nci maddesinde sözü edilen yerinden yönetim
ilkesine aykırıdır. Mahalli müşterek ihtiyaçlar Avrupa Yerel Yönetim Özerklik
Şartına göre en yakın olan yerde giderilmelidir.
Öte yandan 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasıyla
Eminönü belediyesinin kapatılması ve Fatih Belediyesine katılma işlemi yöre
halkına sorulmadan yapıldı.
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 5 inci maddesinde: "yerel
yönetimlerin sınırlarında mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir
referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara danışılmadan değişiklik
yapılamaz" hükmü vardır.
5393 sayılı Belediye Kanununda birleşme ve katılmada Yerel Yönetim
Özerklik Şartına uygun olarak referandum yapılması öngörülmüştür. 5393 sayılı
Belediye Kanunun birleşme ve katılmaları düzenleyen maddelerinde sadece katılan
belediyede referandumun öngörülmesi, buna karşılık katılınacak belediyede
referandumun öngörülmemesi nedeniyle iptal istemini görüşen Anayasa Mahkemesinin
E.2005/95 K.2007/5 sayılı 24.01.2007 tarihli Kararında aynen şöyle denilmiştir:
".... Düzenlemeyle tüzel kişiliği kaldırılacak ya da tabi
oldukları tüzel kişiyle ilişkisi kesilecek olan mahal sakinlerinin iradesinin
doğrudan doğruya sorulması zorunlu kılınmakta; ancak statüsünde herhangi bir
değişiklik yaşamayan ve özerkliğine dokunulmayan katılınacak tüzel kişi
(belediye) sakinlerinin doğrudan iradelerine başvurulmamakla birlikte, yine de
oylarıyla oluşturulan karar organlarının onayı şart koşulmaktadır. Dava konusu
kuralla tüzel kişiliği kaldırılan beldede ya da bağlı bulundukları ve
organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim birimiyle ilişkileri
koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının öngörülmüş olması, yerinden
yönetim ilkesinin bir gereğidir. Katılınacak belediyenin hukuksal statüsünde
herhangi bir değişiklik olmayacağından, doğrudan doğruya halkoyuna başvurulması
zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna rağmen yasa koyucu katılınacak belediye
meclisinin bu birleşme ve katılmaya onay vermesini zorunlu kılarak, katılınacak
belediyenin özerkliğinin korunmasını gözetmiştir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi tüzel kişiliği kaldırılan beldede
ya da bağlı bulundukları ve organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim birimiyle
ilişkileri koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının öngörülmüş
olmasını, yerinden yönetim ilkesinin bir gereği olarak görmektedir.
5393 sayılı belediye Kanunu, Yerel Yönetim Özerklik Şartına uygun
olarak katılan beldede referandumu şart koşarken 5747 sayılı Kanun katılan
beldelerde referandum öngörmemiştir.
Türkiye Yerel Yönetim Özerklik Şartını 1988 yılında çekince koyarak
onaylamış, 1991 yılında da yasal olarak kabul etmiştir. Anayasanın 90 ıncı
maddesinde, ".... usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
andlaşmalar kanun hükmündedir" dendikten sonra bunların Anayasaya
aykırılığının iddia edilemeyeceği bildirilmiştir. Diğer yandan Anayasanın 90
ıncı maddesinde yapılan son değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin
andlaşmalarla kanunların aynı konuda yaptığı düzenlemelerde çatışma olması
halinde andlaşma hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle yapılacak
yasal bir düzenleme ile uluslararası andlaşmanın yok sayılması ve bu
andlaşmanın getirdiği yükümlülüklerden kaçınılması söz konusu olamaz.
Eminönü belediyesinin kapatılması ve Fatih Belediyesine katılma
işleminde beldede referandum öngörülmemesi yerinden yönetim ilkesine ve Yerel
Yönetim Özerklik Şartına, dolayısı ile Anayasanın 90 ıncı ve 127 nci maddesine
aykırıdır.
Kısacası, Kanunun 2 nci maddesinin (2) nolu fıkrasındaki
düzenlemeyle, İstanbul ilinde Eminönü ilçesinin kaldırılması, Eminönü
Belediyesinin tüzel kişiliğinin kaldırılarak mahalleleriyle birlikte Fatih
Belediyesine katılması yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 5
inci, 10 uncu, 67 nci, 90 ıncı, 126 ncı ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
İptali gerekir.
2) 06.03.2008 tarih ve 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve
(4) nolu fıkralarının Anayasaya aykırılığı
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) nolu fıkrasıyla:
Kadıköy İlçe Belediyesine bağlı Atatürk Mahallesinin bir kısmı
Ümraniye İlçe Belediyesine,
Esenler İlçe Belediyesinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Proje
Yolunun kuzeyinde kalan kısmı Başakşehir İlçe Belediyesine,
Esenler İlçe Belediyesinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Proje
Yolunun güneyinde kalan kısmı Bağcılar İlçe Belediyesine katılmıştır.
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (4) nolu fıkrasıyla ise:
İstanbul İlinde Gürpınar İlk Kademe Belediyesine bağlı Pınartepe
Mahallesi ve Kıraç İlk Kademe Belediyesine bağlı Çakmaklı Mahallesinin TEM -
D100 bağlantı yolunun batısı Büyükçekmece İlçe Belediyesine;
Çekmeköy İlk Kademe Belediyesine bağlı Mehmet Akif Ersoy
Mahallesinin Ümraniye - Şile Yolunun güneyinde kalan kısmı Ümraniye İlçe
Belediyesine;
Ömerli İlk Kademe Belediyesine bağlı Merkez Mahallesinin Ömerli
Baraj Gölü içindeki Yarımada üzerinde bulunan Germeçli Tepesi, Akça İlyas
Tepesi, Ziyaret Tepesi ve Koçullu Köyü Ziyaret Tepesi mevkilerinin Pendik
İlçesine bağlı Kurtdoğmuş Köyüne;
Bahçeşehir İlk Kademe Belediyesinin 1. Kısım Mahallesinin TEM'in
güneyinde ve TEM D100 bağlantı yolunun doğusunda kalan kısmı Avcılar İlçe
Belediyesine katılmıştır.
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu fıkralarıyla
bazı belediye ve ilçe sınırlarının değiştirilmesi, yerel yönetim seçimleri ve o
yörelerde oluşan rantlarla ilgilidir. Gerçekleştirilen bu operasyonla sadece
seçim kazanmaya elverişli bir ortam yaratılmış olmamakta, bunun yanında
İstanbul'daki rant alanlarının yönetimi de ele geçirilmeye uygun hale
getirilmektedir.
Kanunun Madde Gerekçesinde 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin
(3) ve (4) nolu fıkralarıyla getirilen düzenlemelerin gerekçesi
belirtilmemiştir. Yani getirilen fıkra hükmünün hangi gerekçeyle getirildiği
belli değildir. Hiç olmazsa diğer düzenlemelerde gerçekleri yansıtmasa da bir
gerekçe ileri sürülmüştür. Getirilen bu düzenlemenin keyfiliği ve İstanbul'daki
rant ve seçim hesaplarıyla ilgili olduğu çok açıktır.
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu fıkraları
hükmü ile; İstanbul ilinde Kadıköy, Esenler, Ümraniye, Başakşehir, Bağcılar,
Büyükçekmece, Ümraniye, Avcılar ilçe belediyelerinin ve Pendik ilçesinin
sınırları yeniden çizilmektedir.
5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu
fıkralarındaki düzenleme, kamu yararı amacına değil, belli bir partinin veya
kişilerin yarar sağlaması amacına yöneliktir.
Hukuk devletinin tanımına giren birçok öğeden biri de, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli
kişilerin yararına olarak bir yasanın kabul edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı
taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır.
Bu iktidar belediye sınırlarında değişiklik yapma girişiminde ilk
defa bulunmuyor. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun Geçici 2 nci
maddesindeki düzenlemeye dayanarak 2005 yılından bu yana kendinden olmayan
belediyelerin sınırlarını değiştirmek için çok sayıda girişimde bulunmuştur. Bu
bağlamda İstanbul'da da Avcılar, Çatalca, Büyükçekmece, Bahçeşehir gibi
belediyelerin sınırları değiştirilmek istendi. Sınır değişikliği yapılmak
istenen alanların imara açık ancak yapılaşmanın olmadığı alanlar olması dikkat
çekicidir. Bu sınır değişiklik kararlarının neredeyse tamamı İdari Mahkemelerde
açılan davalarda iptal ettirildi.
İstanbul'da sınır değişikliği kararlarının kamu hizmetinin gereği
veya coğrafi ve ekonomik şartlar gereği yapılmadığını, tamamen siyasi amaçlarla
yapıldığını gösteren çarpıcı örneklerden biri Çatalca'daki sınır değişikliği
kararıdır. 5216 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından Çatalca
belediyesine bağlı, Yazlık, Gümüşpınar, Örcünlü, Çanakça, Kestanelik, Nakkaş,
Bahşeyiş, Yassıören ve Kızılcaali köyleri 19.08.2004 tarihinde Hadımköy
Belediyesine bağlandı. Çatalca belediye başkanı üç ay sonra ANAP'tan istifa
edip AKP'ye geçince köyleri yeniden Çatalca sınırlarına bağlandı.
İktidar, İstanbul'da yargı organlarından dönen sınır değişikliği
kararlarını şimdi bu Yasa ile uygulamaya çalışmaktadır. Oluşan yargı
kararlarını işlevsiz kılmaya çalışmaktadır. Bunun, Anayasanın kuvvetler
ayrılığı ilkesine ve hukuk devleti ilkesine aykırılığı açıktır.
(Örnek için - EK 11 - Esenyurt ilk kademe Belediyesinin talebi
üzerine 5216 sayılı yasanın Geçici 2 nci maddesi uyarınca bu belediyenin
sınırları içine alınmasını uygun gören İçişleri Bakanlığı'nın 27.10.2005 tarih
ve 59005 sayılı onayını iptal eden İstanbul 1. İdare Mahkemesinin Esas No. 2005/3229,
Karar No. 2007/2850 sayıl Kararı.)
Anayasanın 67 nci maddesine göre, sonucu yönünden seçimlerle
doğrudan ilgili olan bir yasal düzenlemenin seçimlerden en az bir yıl önce
yapılması zorunludur.
Anayasanın 67 nci maddesinin son fıkrasında, seçim yasalarında
yapılan değişikliklerin, yürürlüğe girdiği günden başlayarak bir yıl içinde
yapılacak seçimlerde uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.
2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 3507 sayılı Kanunla değişik 8 inci maddesinin
birinci fıkrasında; mahalli idareler seçimlerinin beş yılda bir yapılacağı, her
seçim döneminin beşinci yılındaki 1 Ocak gününün seçimin başlangıç tarihi, aynı
yılın Mart ayının son Pazar gününün de oy verme günü olduğu hükme bağlanmıştır.
Seçim bir süreçtir. Bu süreçte seçim bölgelerinin belirlenmesi,
siyasi partilerin adaylarını belirlemesi, aday listelerini vermeleri, adayların
incelenmesi, adayların ilanı ve itirazlar, seçimlerde kullanılacak oy
pusulalarının basımı, propaganda dönemi gibi aşamalar vardır. 2972 sayılı
Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart ayının son Pazar günü
yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 dur. Mahalli
idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan Anayasanın öngördüğü
bir yıllık süre 1 Ocak 2008 günü dolmaktadır. Oy verme günü olan Mart ayının
son Pazar günü, seçimlerin sona erdiği, sonlandığı gündür. Bu hali eski ilçe
sınırlarının değiştirildiği yerlerde yaşayanların seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakları ellerinden alınmış olacaktır.
Bu nedenle 5747 sayılı Yasanın 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu
fıkraları ile yapılan ve İstanbul ilindeki 9 ilçenin sınırında değişiklik yapan
düzenleme, seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek nitelikte olduğundan ve 2972
sayılı Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart ayının son Pazar günü
yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihinin 1 Ocak 2009 olması
karşısında Anayasada öngörülen bir yıllık süreden önce yürürlüğe sokulduğundan
Anayasanın 67 nci maddesine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin 15.11.1967 gün ve 12751 sayılı Resmi Gazetede
yayınlanan Anayasa Mahkemesinin, Abana İlçe Merkezinin Abana'dan kaldırılıp
Bozkurt'a Nakline İlişkin 6203 sayılı Kanun hükümlerinin iptali istemi ile
ilgili olarak verdiği K.967 - 20, E.963 - 145 sayılı Kararında:
"Seçimlerin serbestliğini doğrudan doğruya veya dolayısıyla bozmaya
elverişli bulunan veya bozmak amacı ile konulmuş olan bütün hükümlerin,
Anayasaya aykırı olacağı, kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel
çıkarlar için veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak
herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğini açıkça belirtmektedir.
Seçimlerde iktidar partisini kızdıracak sonuçlar sonrasında halkta
belediye ve ilçe sınırlarının değiştirileceği korku ve endişesi yaratılarak
serbestçe seçim yapılması mümkün değildir.
Anayasamızın 13 üncü maddesi: "Temel hak ve hürriyetlerle
ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamaz hükmünü taşımaktadır. Demokratik toplum düzeni her şeyden önce
seçme ve seçilme hakkına azami ölçüde saygı gösterilmesini gerektirir.
Anayasanın 67 nci maddesinde yer alan seçimlerin serbestliği ilkesi, baskı ve
müdahaleleri dışlayan bir kavramdır.
Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir
denilmektedir. Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de,
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için
veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir
yasanın kabul edilmeyeceğidir.
Açıklanan nedenlerle, 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve
(4) nolu fıkralarında yapılan düzenlemeyle İstanbul'da 9 ilçenin sınırlarında
değişiklik yapmak Anayasanın 2 nci ve 67 nci maddelerine aykırıdır.
Öte yandan getirilen düzenleme Avrupa Yerel Yönetim Özerklik
Şartına aykırıdır. 5747 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu
fıkralarıyla; İstanbul'da 9 ilçenin sınırlarında değişiklik yapılmıştır. Ancak
bu değişiklikler yöre halkına sorulmadan yapılmıştır.
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 5 inci maddesinde: "yerel
yönetimlerin sınırlarında mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir
referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara danışılmadan değişiklik
yapılamaz" hükmü vardır.
5393 sayılı Belediye Kanununda birleşme ve katılmada Yerel Yönetim
Özerklik Şartına uygun olarak referandum yapılması öngörülmüştür. 5393 sayılı
Belediye Kanunun birleşme ve katılmaları düzenleyen maddelerinde sadece katılan
belediyede referandumun öngörülmesi, buna karşılık katılınacak belediyede
referandumun öngörülmemesi nedeniyle iptal istemini görüşen Anayasa Mahkemesinin
E.2005/95 K.2007/5 sayılı 24.01.2007 tarihli Kararında aynen şöyle denilmiştir:
".... Düzenlemeyle tüzel kişiliği kaldırılacak ya da tabi
oldukları tüzel kişiyle ilişkisi kesilecek olan mahal sakinlerinin iradesinin
doğrudan doğruya sorulması zorunlu kılınmakta; ancak statüsünde herhangi bir
değişiklik yaşamayan ve özerkliğine dokunulmayan katılınacak tüzel kişi
(belediye) sakinlerinin doğrudan iradelerine başvurulmamakla birlikte, yine de
oylarıyla oluşturulan karar organlarının onayı şart koşulmaktadır. Dava konusu
kuralla tüzel kişiliği kaldırılan beldede ya da bağlı bulundukları ve
organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim birimiyle ilişkileri
koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının öngörülmüş olması, yerinden
yönetim ilkesinin bir gereğidir. Katılınacak belediyenin hukuksal statüsünde
herhangi bir değişiklik olmayacağından, doğrudan doğruya halkoyuna başvurulması
zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna rağmen yasa koyucu katılınacak belediye
meclisinin bu birleşme ve katılmaya onay vermesini zorunlu kılarak, katılınacak
belediyenin özerkliğinin korunmasını gözetmiştir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi tüzel kişiliği kaldırılan beldede
ya da bağlı bulundukları ve organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim
birimiyle ilişkileri koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının
öngörülmüş olmasını, yerinden yönetim ilkesinin bir gereği olarak görmektedir.
5393 sayılı Belediye Kanunu, Yerel Yönetim Özerklik Şartına uygun
olarak katılan beldede referandumu şart koşarken 5747 sayılı Kanun, tüzel
kişiliği kaldırılan beldelerde referandum öngörmemiştir.
Türkiye Yerel Yönetim Özerklik Şartını 1988 yılında çekince
koyarak onaylamış, 1991 yılında da yasal olarak kabul etmiştir. Anayasanın 90
ıncı maddesinde, ".... usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
andlaşmalar kanun hükmündedir" dendikten sonra bunların Anayasaya
aykırılığının iddia edilemeyeceği bildirilmiştir. Diğer yandan Anayasanın 90
ıncı maddesinde yapılan son değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin
andlaşmalarla kanunların aynı konuda yaptığı düzenlemelerde çatışma olması
halinde andlaşma hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle
yapılacak yasal bir düzenleme ile uluslararası andlaşmanın yok sayılması ve bu
andlaşmanın getirdiği yükümlülüklerden kaçınılması söz konusu olamaz.
Sınırları değiştirilen beldelerde referandum öngörülmemesi
yerinden yönetim ilkesine ve Yerel Yönetim Özerklik Şartına, dolayısı ile
Anayasanın 90 ıncı ve 127 nci maddesine aykırıdır.
Kısacası, Kanunun 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu fıkralarındaki
düzenlemeyle, 9 belediyenin sınırlarının değiştirilmesi yukarıda açıklanan
gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 67 nci, 90 ıncı ve 127 nci maddelerine
aykırıdır. İptali gerekir.
3) 06.03.2008 tarih ve 5747 sayılı Kanunun Geçici 1 inci
maddesinin (1) nolu fıkrasının Anayasaya aykırılığı
5747 sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrası ile
bu Kanuna ekli 44 sayılı listede adları yazılı belediyelerin tüzel kişilikleri,
ilk mahalli idareler seçiminden sonra geçerli olmak üzere kaldırılarak köye
dönüştürülmektedir.
44 sayılı listede adları yazılı belediyelerin sayısı 863 dür. Bir
başka ifadeyle Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2007 Nüfus Sayımı Sonuçlarına
göre nüfusu 2000'den az olan 863 belde belediyesi, bu Kanunun Geçici 1 inci
maddesinin (1) nolu fıkrasındaki hükümle köye dönüştürülmektedir.
Türkiye'de 2011 belde belediyesi vardı. Belde belediyelerinin
863'ü bu Kanunla köye dönüştürülerek kapatılmıştır. Rakamlar, 5747 sayılı
Kanununla belediyelerin üçte birinden fazlasının kapatıldığını göstermektedir.
Bugüne kadar ne (1930 yılında kabul edilen) 1580 sayılı Belediye
Kanununun ne de 5393 sayılı Belediye Kanununun yürürlükte olduğu süre içinde
hiç belediye kapatılmamıştır. 1923'de 436 olan belediye sayısı, 2008 yılının
başında 3225 olmuştur. Belediyeler Kanunu Tasarısı 59. Hükümet tarafından 3
Mart 2004 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulduğunda belediye sayısı 3215 idi.
1930 yılından beri nüfusu 2000'in altına düşse bile hiç belediye
kapatılmamıştır.
5747 sayılı Kanunun Gerekçesi'nde; küçük yerleşim birimlerindeki
belediyelerin kaynak oluşturma kapasitesi bulunmadığından küçük belediyelerin
genel bütçe vergi gelirlerinden aktarılan paya bağımlı hale geldiği, nüfusu
küçük belediyelerin kaynak sıkıntısı nedeniyle mali yapılarının bozulduğu ve
borçlarının giderek arttığı, bunların hizmet yerine borç üreten bir yapıya
dönüşmelerinin kaçınılmaz olduğu, sürekli borçlanmalarına rağmen bu
belediyelerin temel alt yapı ihtiyaçlarının karşılanmadığı, BELDES projeleri
ile alt yapı ihtiyaçlarının karşılanacağı ama alt yapı tesislerinin inşasının
yeterli olmadığı, bunların sürekli bakımı ve işletilmesi de gerekeceği, bu
belediyelerin ileri teknoloji gerektiren katı atık ve su arıtma gibi
yatırımları gerçekleştiremeyecekleri, teknik kapasite yetersizliği nedeniyle
imar ve ruhsat işlemlerinin yeterli kalitede olmadığı ileri sürülmektedir.
Gerekçede ileri sürülen bu sav, yeni değildir. 2004 yılında
TBMM'ne sunulan Belediye Kanununun Gerekçesinde de benzer şeyler söyleniyordu.
Bu gerekçeye dayalı olarak belediyelerin kapatılması ve köye
dönüştürülmesindeki amacın kamu yararı sağlamak olmadığı çok açıktır. Küçük
ölçekli olan verimsizdir anlayışı doğru bir yaklaşım değildir. Büyük ölçekli
olmasına karşın verimsiz çalışan belediyeler olduğu gibi küçük ölçekli olan ama
verimli çalışan belediyeler de vardır. Ayrıca belediyelerin etkili görev
yapamamalarının sebebi ölçek küçüklüğü değildir. Belediyelerin yeterli gelir
kaynakları yoktur. Özellikle yeni belediye yasası ile yerel yönetimlere çok
sayıda yeni görevler yüklenmiş buna karşılık yerel yönetimlere aktarılan hizmet
alanı ölçüsünde kaynak sağlanmamıştır. Anayasanın 127 nci maddesinde yer alan:
"Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır"
kuralına karşın yıllardır belediye gelirleri yasası çıkarılmamıştır. Üstelik
uygulamada yıllar içinde belediyelere aktarılan pay azaltılırken küçük
belediyelerin payları dağıtım nüfus ölçütüne göre yapıldığı için daha da
azalmıştır. Nüfusa göre dağıtımda yaz - kış, gece - gündüz nüfus farklılıkları
bile dikkate alınmamaktadır. Belediyenin bulunduğu yörenin turistik merkez
olması, o yörede tarihi ve kültürel dokunun bulunması ve benzeri faktörler
dikkate alınmamaktadır.
Yerel yönetimlerin tümü açısından en önemli gelir kaynağı, bütçe
vergi paylarıdır. Öncelikle bu payların anlamlı bir orana yükseltilmesi ve
nüfus dışı ölçütlerin de dikkate alınarak yerel yönetimlere dağıtılması
gerekir. Yapılması gereken şey belediyelerin yetkilerini ve gelirlerini
artırmaktır. Kapatmak çare değildir. Belediye yönetimi altında yaşayan insanlar
kasabalarının köye dönüştürülmesini istemiyor. Köy olmak istemiyor.
Belediyeler kapatılınca yörede yaşayan insanların ihtiyacı sona mı
erecek' Okul, su, yol, kanalizasyon, hastane, konut vb. ihtiyaçları bitecek mi'
Kapatılan belediye yönetimlerinin devredileceği il özel idareleri veya köylere
hizmet götürme birlikleri bu ihtiyaçları kaynak kullanmadan mı sağlayacak'
Bahane olarak ileri sürülenler il özel idareleri veya köylere hizmet götürme
birlikleri için geçerli olamayacak mı'
Yerel yönetimler kendilerine verilen görevleri yerine getirmek
için yeterli kaynağa kavuştuğunda, küçük belediyeler ölçek küçüklüğünü kolayca
avantaja dönüştürebilirler. Buralarda yolsuzluk, verimsizlik olmaz. Kaynaklar
yerel önderler aracılığı ile en yüksek faydayı sağlayacak şekilde kullanılır.
Yeter ki bunlara yeterli kaynak tahsis edilsin. Kapatılacak olan belediyelerde
yaşayan yöre halkı, hizmete en çok ihtiyaç duyan vatandaştır. Bu
vatandaşlarımız belediyelerine aktarılacak daha çok kaynakla hizmet almayı
beklerken, onlara belediyeleriniz kapatılacak deniyor.
Kapatma gerekçelerden biri de: "Küçük ölçekli belediyeler
büyük tutarda parasal kaynak gerektiren içme suyu, kanalizasyon ve arıtma
tesisi gibi yatırımları yapamıyor" gerekçesidir. Bu gerekçe, gerçekleri
yansıtan ama sadece kapatılanlar için değil tüm belediyeler için geçerli olan
bir savdır. Böyle olduğu için Hükümet, 18.04.2007 tarihinde kabul edilen 5625
sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun'un 2 nci maddesi
ile belediye teşkilatı olan yerleşim yerlerinin içme, kullanma ve endüstri
suyunun temini ve kanalizasyon hizmetleri için gelecek yıllara sâri taahhütlere
girişmeye DSİ Genel Müdürlüğünü yetkili kıldı. Eski düzenlemeye göre, DSİ Genel
Müdürlüğü yalnızca Ankara, İstanbul, İzmir ve nüfusu 100.000'i aşan şehirlerde
yetkili idi. Diğer şehirlerde ise İller Bankası yetkili idi. Yapılan bu yasa
değişikliği ile DSİ Genel Müdürlüğü'ne belediye teşkilatı olan tüm yerleşim
yerlerinin "içme, kullanma ve endüstri suyunu temin etme" görevi
verildi ve bu göreve "kanalizasyon" hizmetleri de eklendi. Büyük
tutarda parasal kaynak gerektiren su ve kanalizasyon yatırımları için bir
merkezi yönetim kuruluşu olan DSİ Genel Müdürlüğü yetkili kılındı. Katı atık ve
arıtma tesislerini yapımı için de mahalli idare birliklerinin kurulması ve bu
birliklere katılımın Bakanlar Kurulu Kararı ile zorunlu kılınabilmesi için
26.05.2005 tarih ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanununda düzenleme
yapıldı. BELDES Projesi başlatıldı. Yani Kanunun Gerekçesinde ileri sürülenler
gerçekleri yansıtmıyor. Belediyelerin gerçekleşen su ve kanalizasyon
yatırımlarının bakım ve onarımını yapamayacakları savı da gerçekleri gizleyen
spekülatif bir söylemdir. İleride ortaya çıkacak olan bakım, onarım ihtiyacı bu
yeni düzenleme nedeniyle ortadan mı kalkacak' Belediyeler kapatıldığı için
bakım ve onarımlar kaynak gerektirmeden mi yapılacak'
Söz konusu belde belediyeleri kapatıldığında, buralarda yaşayan
halk, başta yerel hizmetler olmak üzere eğitim, sağlık, ulaştırma
hizmetlerinden yoksun kalacaktır. Bu hizmetlerin karşılanmaması ve
aksatılmasıyla bu yerleşmelerdeki nüfus bu hizmetlere daha rahat ulaşacakları
kent merkezlerine göçe başlayacaktır. Kırsal kesimdeki nüfus azalacaktır. Mera
ve hazine arazileri üzerindeki düzensiz yapılaşma hızla artacaktır. Kapatılan
belediyelerin çoğunun imar planı vardır. Belediyeler 3194 sayılı imar kanununa
tabi iken bir anda 3367 sayılı Köy Kanununa tabi olacaklarından mevcut uygulama
imar planlarının uygulanmasında sıkıntılar ortaya çıkacaktır. Yöre halkına
günlük çalışma saatleri dışında da hizmet veren belediye yönetiminin
kapatılması, hizmet kalitesini düşürecektir. Tüm bu nedenlerle belde
belediyelerinin kapatılmasında kamu yararı yoktur.
Yerelleşme tüm demokratik ülkelerde temel ilke kabul edilmiş iken
bu Kanun toplumu merkezileşmeye yöneltmektedir. Yöre nüfusunun azlığı halkın
denetimini ve yerel yönetime katılımını artırır. Yerelleşmenin tercih
edilmesinin temel nedeni budur. Belediyelerin yaklaşık üçte birinin kapatılması
yerelleşmeye ve demokrasiye inançsızlığın en belirgin örneğidir. OECD'nin 2002
yılında yayınladığı bir rapora göre: Fransa'da 36.763, İtalya'da 8.100,
İspanya'da 8.078, Belçika'da 589, Hollanda'da 548 belediye bulunmaktadır.
Avrupa Birliğine üye olan diğer ülkelerle nüfusları da gözönünde tutularak
karşılaştırıldığında ülkemizdeki belediye sayısının azlığı açıkça görülür.
Kapatılan belediyelerin içinde bilançoları nüfusu 2000'den fazla
olan belediyelerden daha sağlıklı olan çok sayıda belediye vardır. Borçsuz
belediyeler vardır. Borcu ile baş edebilen belediyeler vardır. Sürdürülebilir,
baş edilebilir borç, olumsuzluk değil olumluluk göstergesidir. Öyle olmasa ne
özel sektörün ne de Devletin borçlu olmaması gerekirdi. Dünyanın en büyük
ülkelerinin, en büyük şirketlerinin bile borcu vardır. Nüfusu 2000'in altına
düşen belde belediyelerini toptancı bir yaklaşımla verimli ve etkin çalışıp
çalışmadıklarını araştırmadan kapatmakta kamu yararı yoktur. Toptancı yaklaşım
yanlıştır. Her belediye farklıdır.
Belediyelere görevleri ile orantılı gelir sağlama görevi yerine
getirilmeden, bunlara gelir kaynakları yaratma olanağı sağlamadan, bütçe
gelirleri hâsılatından dağıtılan gelirleri adil bir şekilde dağıtmadan nüfusu
2000'den az belediyeleri kapatmak doğru değildir. Bütün bunlar yapılmadan küçük
ölçekliler verimsizdir gibi yanlış bir varsayımla yasal düzenleme getirmek
haksızdır.
Kapatılacak belediyelerin içinde çok uzun yıllardır belediye
olarak hizmet veren belediyeler var.
Örneğin; 1896'da kurulan (Artvin) Kılıçkaya Belediyesi, 1903
yılında kurulan (Amasya) Gümüş Belediyesi, 1953 yılından beri belediye olan
(Sivas) Çepni Belediyesi, 1972 yılında kurulan Muğla (Bafa) Belediyesi, 1957
yılında kurulan (Aydın) Yenice Belediyesi, 1968'de kurulan (Burdur) Bozluca
Belediyesi, 1972'de kurulan (Ardahan) Ortakent Belediyesi, 1971 yılında kurulan
(Ordu) Yalıköy Belediyesi, 1968'de belediye olan (Manisa) Nuriye Belediyesi
köye dönüştürülmektedir.
Belediye iken köye dönüştürülen yerler arasında sadece Türkiye'nin
değil Dünya'nın en önemli beldeleri vardır.
Bunlardan; borcu olmayan, 7000 turistik yatak belgesi ve yat
limanı olan, yaz nüfusu 15 bini bulan, 200 yabancının konut satın alarak
yerleştiği Marmaris'in turistik beldesi Turunç belediyesi nüfusu 2000'in
altında gerekçesi ile köye dönüştürülmektedir.
Turizmde öncelikli yöre ilan edilen Çorum Alacahöyük Belediyesi de
kapatılmaktadır.
Yılda 2 milyon turistin ziyaret ettiği, 1985'de Dünya Miras
Listesine giren, milli park ve SİT alanı ilan edilen Göreme belediyesi de köye
dönüştürülmektedir.
Ege'nin tek kar yağan ve uluslararası standartlara göre kayak
yapılan Bozdağ Belediyesi kapatılmaktadır.
Bektaşi kültürünün en önemli merkezi Hasandede Belediyesi köye
dönüştürülmektedir.
Yüz binlerce turistin ziyaret ettiği Dünya miras listesinde olan
Afrodisias'ın olduğu Geyre Belediyesi kapatılmaktadır.
(Isparta) Körküler Belediyesinin nüfusu 1.995, (Adıyaman) Köseceli
Belediyesinin nüfusu 1998, (Elâzığ) Baltaşı Belediyesinin nüfusu 1.999 olduğu
için kapatılacaktır.
Mersin'de Büyükeceli beldesinde nükleer enerji santrali kurulacak
ama belediyesi kapatılmaktadır.
Jeotermal kuyularına sahip olduğu için ekonomik bakımdan hiçbir
güçlüğü olmayan borçsuz Aydın ili Salavatlı Belediyesi de kapatılacaktır.
Kapatılacak belediyeler arsında Atatürk'ün Büyük Taarruzda hücum
emri verdiği Zafertepe, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in memleketi
İslamköy, 20 yıldır Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi tarafından Kalehöyük'te
arkeolojik kazılar yapılan ve Japonların müze kurmaya hazırlandığı Kırşehir'in
Kaman İlçesi'ne bağlı Çağırkan da yer alıyor. Ünlü TV dizisi Asmalıkonak'ın
çekildiği ve turizm ve hediyelik eşya satışlarının patladığı Mustafapaşa da
belediye olmaktan çıkarılmaktadır.
Haksız olan, yanlış olan, adil olmayan bir yasal düzenlemenin
amacı kamu yararı olamaz. Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan
birisi de, kamu yararı düşüncesi olmaksızın herhangi bir yasanın kabul
edilmeyeceğidir. Tüm yasaların genel amacının kamu yararı olduğu bilinen bir
gerçektir. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir kanun,
Anayasanın 2 nci maddesi hükmüne aykırı nitelikte olur. Bu nedenle 5747 sayılı
Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrası Anayasanın 2 nci maddesinde
yer alan hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Uzun yıllardır belediye yönetimi altında demokratik bir yönetime
sahip olan vatandaşlarımız küçük hesaplar yüzünden cezalandırılıyor. Köy
statüsünden belediye statüsüne geçen bir yerleşim yerinde halk, yerel
düzenlemelerle tanışmıştı. Halk, kendi özgür iradesi ile belediye meclisini ve
belediye başkanını seçerek demokrasinin verdiği hakkı yaşıyordu.
Yerel yönetimlerin var oluşunun siyasal gerekçesinin özünde
demokrasi inancı yatar. Bu sebepledir ki, yerel yönetimler öteden beri
demokrasinin temel kurumlarından biri olarak kabul edilmişlerdir.
Ayrıca yöre halkı, yerel ortak ihtiyaçlarının karşılanmasında
seçimler ve diğer mekanizmalarla yönetimlere demokratik katılım hakkını
kullanmakta ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde etkili olmaktadır. Böylece,
yerel yönetimlerle demokrasi yaygınlaşmakta ve etkinleşmektedir.
Kasabadan köye dönüştürülen nüfusu 2000'den az olan belediyelerin
bulunduğu yörede artık demokrasinin yaygınlaşması ve etkinleşmesinden söz edilemeyecektir.
Yöredeki insanlar kasabalarının köye dönüşmesini istemiyor. 40 yıldır, 50
yıldır belediye yönetimi altında yaşayan insanlar köy yönetimi altında yaşamak
istemiyor.
Belediye yönetimi gibi köy yönetimine göre daha gelişmiş bir
yönetime sahip halk, birden bire "köylü halka" dönüşünce onur kırıcı
bir işleme maruz kalmış olma duygusu içine girmiştir.
Bu durum, Anayasanın 5 inci maddesinde belirtilen; devletin,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak gibi amaç ve görevlerine ters düşen bir durumdur.
Anayasa ile güdülen ana amaç, Başlangıç'ta, belirtildiği gibi,
Türk Ulusu'nun sürekli varlığı ve çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması
biçimindedir. Bu ana amaca varılmasını engelleyebilecek ya da yozlaştırabilecek
nitelikte hiçbir hak ve özgürlüğün Anayasada tanınmadığı, daha açık bir
anlatımla, bu amacın Anayasanın tüm yapısına ilke ve kurallarıyla ruhuna egemen
olduğu tartışma götürmeyen bir gerçektir.
Yerinden yönetim ilkesi yönünden kamu yararı, ancak halkın
katılımının ve bu yolla etkinliğinin arttırılması ile gerçekleştirilebilir.
Belediyelerin kapatılması, demokratik katılımı en aza indirecektir. Bu nedenle
5747 sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrası amaç öğesi
bakımından da Anayasaya uygun değildir.
2004 yılında 5393 sayılı Kanunla nüfusu 2000'in altında olan
belediyelerin kapatılması kabul edildiğinde Kanunun Gerekçesinde 2000 yılı
Nüfus Sayım Sonuçlarına göre bu durumda olan belediye sayısının 340 tane olduğu
açıklanmıştı. Kapatma işlemi çeşitli yasal düzenlemelerle 2009 yılına
ötelenerek ve kapatma işleminin 2000 yılı değil 2007 yılında yapılacak Nüfus
Sayım Sonuçlarına göre yapılacağı hükme bağlanarak bu geçen süre içinde doğal
olarak belediyelerin çoğunun nüfusunun 2000'in üstüne çıkması bekleniyordu. Bu
beklenti 2007 sonuçları açıklanan kadar devam etti. Sonuçlar açıklandığında
beklenenin tam tersi oldu. Türkiye'nin nüfusu azaldı. Kapatılacak belediye
sayısı azalacağına yaklaşık üç kat artarak 863'e yükseldi. Yasa koyucunun
iradesinden, beklentisinden, tahmininden tamamen farklı olan bir durum ortaya
çıktı.
2000 yılında yapılan sayımda Türkiye'nin nüfusu 67.8 milyon kişi
idi. Bilim adamları TÜİK'in daha önce yayımlamış olduğu verilerden yola çıkarak
2007 yılı ortası için 73.9 milyon, yılsonu için de 74.2 milyon tahmininde
bulunuyorlardı. Ama açıklanan sayı 70, 5 milyon oldu. Bu tahminlerle TÜİK'in
açıklaması arasında 3.5 milyon farklılık var. Sonuçlardan hangisinin hatalı
olduğu hala tartışılıyor. TÜİK, daha önceki projeksiyonlara göre 3.5 - 4 milyon
daha az çıkan nüfus azalmasının nereden kaynaklandığını, şüphe uyandırmayacak
biçimde ortaya koyamamıştır.
Böyle bir belirsizlik ve kuşku ortamında sağlıklı, haklı, adaletli
bir yasal düzenleme yapma olanağı yoktur.
Bu gelişmeler yasa koyucunun amacına, iradesine, beklentilerine
uygun değildir. Üstelik 2007 Yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayım Sonuçlarının
doğruluğu konusunda kamuoyunda büyük şüpheler oluşmuş, açıklanan sonuçlara çok
sayıda itiraz olmuştur. Bu itirazların bir kısmı yargıya taşınmış bazı
belediyeler nüfuslarının yeniden tespit edilmesi talebinde bulunmuştur.
TÜİK'in 2007 Yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayım Sonuçlarını yargıya
götüren çok sayıda belediyeden biri olan Erzincan ili Yaylabaşı Belediyesi
Sivas Bölge İdare Mahkemesine 1966 olarak açıklanan nüfusunun 2020 olarak
düzeltilmesi talebiyle başvurmuştur. Yaylabaşı Belediyesi'nin başvurusunda
özetle şöyle denilmektedir: "Belediyemizde yıllardır yaşamakta olan
berberimiz, muhtarımız, komutanımız ve çiftçi vatandaşlarımızdan 54 kişiden
31'i TÜİK personeli tarafından adreslerinde sayılmalarına rağmen TÜİK'in adres
ve sokak numaralarını yazmada yaptığı hata yüzünden sisteme dahil
edilmemişlerdir. 23 kişi ise beldemizin meskun sahasının dışında bulunan küme
evlerimizde yaşamaktadır. Buralarda sayım yapılmadığı anlaşılmaktadır. Sisteme
dahil edilmeyen kişiler 2008 yılının Ocak ve Şubat aylarında Erzincan Merkez
İlçe Nüfus Müdürlüğüne müracaat ederek kayıtlarını yaptırmıştır. Sisteme dahil
edilmeyen 54 kişinin tespitinin yapılarak nüfusumuzun 2020 olarak
düzeltilmesini talep ederiz." (Bak: EK 14)
TÜİK'in yaptığı sayım sonuçlarına yargı organı nezdinde itiraz
eden belediyelerden biri olan (Antalya) Abdurrahmanlar Belediye Başkanlığı da
1.988 olarak açıklanan nüfusunun hatalı olduğunu, hatanın kaynağının belde
belediyesi sınırları içinde olan "Zümrüt", "Çıtlıklı" ve
"Töngüçlü" mahallelerindeki nüfusun belde sınırı dışında olan ve
hiçbir sınır ihtilafının olmadığı Şatırlı köyü nüfusunda gösterilmiş olmasından
kaynaklandığı ileri sürerek Antalya 2. İdare Mahkemesine 07.03.2008 tarihinde dava
açmıştır. (Bak: EK 15)
TÜİK'in yaptığı sayım sonuçlarını yargıya götüren belediyelerden
bir diğeri (Antalya) Dağbeli Belediye Başkanlığı'dır. Antalya 2. İdare
Mahkemesine verilen dilekçede, Dağbeli Belediyesinin 1.828 olarak açıklanan
nüfusunun 2000 yılında 3.912 olduğu, 2007 yılında yapılan referandumda beldede
1.773 seçmen kaydının bulunduğu, beldede 1050 meskenin mevcut olduğu, 1019
elektrik, 1054 su abonesi olduğu, saptanabildiği kadarıyla 245 kişinin
sayımının yapılmadığı, sayımı yapılmayanlar arasında Belediye Başkanı ve eşinin
de bulunduğu, belediye başkanının sadece oğlunun sayıldığı belirtilmiştir.
(Bak: EK 16)
(Erzincan) Mercan Belediye Başkanlığı da 1989 olarak açıklanan
nüfusunun hatalı olduğunu ileri sürerek beldede oturan 14 kişinin TÜİK
tarafından 31.12.2007 tarihinden önce kaydedilmediğine dair Tercan Sulh hukuk
Mahkemesine başvurmuş ve mahkeme 03.03.2008 tarihinde 14 kişinin 31.12 2007
tarihinden önce yerleşmek sureti ile Mercan Beldesinde ikamet ettiklerini
tespit etmiştir. (Bak: EK 17)
Dava açanlardan bir diğeri, (Kütahya ) Balıköy Belediye
Başkanlığı'dır. TÜİK, Balıköy belediyesinin nüfusunun 1955 olduğunu
açıklamıştır Balıköy Belediye Başkanlığı madende çalışanların, öğretmenlerin ve
bazı vatandaşların sayılmadığını ileri sürerek TÜİK'in hatalı sayım yapması
nedeniyle İdare Mahkemesine dava açmıştır. (Bak: EK 18)
Benzer şekilde (Kütahya) Günlüce Belediyesi de TÜİK'in hatalı
sayım yapması nedeniyle İdare Mahkemesine de dava açmıştır. Dava dilekçesinde
beldede ikamet eden 13 öğretmen, 2 doktor ve 1 hemşirenin aileleri ile birlikte
belde nüfusu içinde sayılmadığını ileri sürülmüştür. (Bak: EK 19)
Burada örnek olarak verilenler dışında TÜİK'in sayım sonuçlarını
yargıya götüren çok sayıda belediye vardır.
Anayasanın 36 ncı maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve
savunma hakkına sahip olduğu öngörülmüştür. Nüfusu 2000'in altına düşen belde
belediyelerinin tüzel kişiliklerinin yasal düzenlemeyle kapatılarak köye
dönüştürülmesi, bunların kişisel menfaatini ihlal eden bir idari işlem hakkında
açtıkları dava lehlerine sonuçlansa bile hiç bir etki doğurmayacaktır. Bunun
yargı kararlarını işlevsiz hale getireceği, dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ve
hukuk devleti ilkesine aykırı olacağı açıktır. Yargı organlarının idari işlemin
iptali yönündeki kararları bu belediyelere yeniden tüzel kişilik
kazandırmayacağından bunların hak arama hürriyetleri önlenmiş olmaktadır.
Anayasamızın 13. Maddesi: Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel
sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz hükmünü
taşımaktadır. Hak arama hürriyetine getirilen bu sınırlama Anayasaya aykırıdır.
Bu nedenle 5747 sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrası ile
getirilen düzenleme Anayasanın 2 nci 13 üncü ve 36 ncı maddelerine aykırıdır.
Kanunun Gerekçesinde kapatılma için ileri sürülen nedenlerden biri
de, nüfusu 2000'in altına düşen belde belediyelerinin 5393 sayılı Kanunun
hükümlerine göre zaten kapatılmalarının gerektiğidir.
Gerçekten de 03.07.2005 tarihinde kabul edilen 5393 sayılı
Belediye Kanununda; yeni belediye kurulması için nüfusun en az 5.000 olması
şart koşulmuş ve nüfusu 2.000'in altına düşen belediyelerin, köye
dönüştürülmesi öngörülmüştür.
Ancak nüfusu 2.000'in altına düşen belediyelerin kapatılması ile
ilgili düzenleme büyük tepki toplayınca, 5393 sayılı Kanunun Geçici 3 üncü
maddesine konulan hükümle; nüfusu 2.000'in altına düşen belediyelerden Kanunun
birleşme ve katılma hükümlerinden yararlanmak isteyenlerin köye dönüştürme
işleminin 31.12.2006 tarihine kadar uygulanmaması kabul edilmiştir.
Nüfusu 2.000'in altına düşen belediyelerin kapatılması işleminin
2007 yılının başına kadar ertelenmesi de tepkileri dindirmediğinden bu kez 5594
sayıl yasa ile; nüfusu 2.000'in altına düşen belediyelerin kapatılması işlemi
ilk mahallî idare seçimlerine, yani 2009 Mart'ına kadar ertelenmiştir.
5393 sayılı Belediye Kanununda bu Kanunda öngörülen nüfus
büyüklüğü için Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığınca bildirilen nüfusun
esas alınacağına dair hüküm vardır. Ancak, 2009 yılında gerçekleşecek kapatılma
işleminin 2000 yılı Nüfus Sayım Sonuçlarına göre yapılması da adil olmadığından
5429 sayılı Türkiye İstatistik Kanununun geçici maddesinde yapılan bir
düzenleme ile nüfus tespit işlemlerinin ikametgâha dayalı nüfus kayıt
sisteminin kurulmasına kadar ertelenmesi kabul edilmiştir.
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi 2007 Nüfus Sayımı Sonuçlarına
göre 863 belde belediyesinin nüfusu 2000'den az çıkmıştır.
Bütün bu gelişmelerden sonra AKP Hükümeti, 5393 sayılı Belediye
Kanununda öngörülen idari işlemlerle tüzel kişiliği kaldırma yerine, bunu
Kanunla yapmayı tercih etmiştir.
Gerçekten de 5393 sayılı Belediye Kanununun 11 inci maddesinde yer
alan düzenlemeye göre, nüfusu 2.000'in altına düşen belediyelerin Danıştay'ın
görüşü alınarak, İçişleri Bakanlığının önerisi üzerine müşterek kararname ile
köye dönüştürülmesi gerekmektedir.
Bu yol seçildiğinde her belediye için Bakanlığın teklifi, Bakanlar
Kurulunun ve Danıştay'ın kararı gereklidir. 1580 sayılı Yasadaki
"Danıştay'ın kararı" ibaresi 5393 sayılı yasada "Danıştay'ın
görüşü" ibaresine dönüştürülmüştür. Ama bu dönüştürme sonuca fazla etkili
değildir. Danıştay'ın olumsuz görüşüne karşın kapatma gerçekleşirse itiraz
halinde Danıştay'ın son kararı vereceği tabidir.
Bu yol seçilmemiştir. Çünkü bu yolla belediye kapatmanın süresi
uzayacağı gibi bazıları da yargıdan dönebilir. Oysa AKP Hükümetinin acelesi
var. İdari yol izlenerek belediyelerin kapatılması halinde bu belediyelerin
2009 mahalli idareler seçimlerine katılacağı düşünülmektedir.
Bu yüzden acele ediliyor ve Anayasanın 67 nci maddesine göre,
sonucu yönünden seçimlerle doğrudan ilgili olan bir yasal düzenlemenin
seçimlerden en az bir yıl önce yapılması zorunluluğundan dolayı kapatma
işlemini yasa ile bir yıldan önce yapmak isteniyor. Tek başına bu olgu bile
iktidarın kamu yararı amacından sapmış olduğunu ortaya koyabilecek bir nitelik
taşımaktadır.
2004 yerel yönetim seçimleri öncesinde AKP benzer bir girişimde
daha bulunmuştu. 5025 sayılı Yasada; 2000 yılı genel nüfus sayım sonuçlarına
göre, il ve ilçe belediyeleri ile büyükşehir belediye sınırları içinde kalan
belediyeler hariç, nüfusu 2000'in altında olan belediyelerin tüzel
kişiliklerinin, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın 27 Mart 2004 gününde
kalkması, bu yerlerin aynı adla köye dönüşmesi, buralarda, 28 Mart 2004 gününde
yapılacak yerel yönetim seçimlerinde, belediye yerine köy tüzel kişiliği
organlarının seçilmesi öngörülmüştü.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu yasayı bir kez daha
görüşülmesi için geri gönderdi. Geri gönderme gerekçesinde: "Farklı seçim
çevrelerinde farklı seçimlerin yapılmasını sağlayacak, bir başka deyişle sonucu
yönünden seçimlerle doğrudan ilgili olan düzenlemenin, yaklaşık üç ay sonra
yapılacak seçimlerde uygulanmasını olanaklı kıldığını, bu içeriğiyle, incelenen
Yasa'nın Geçici 1 inci maddesinin seçimlerle doğrudan ilgili olduğunu ve seçim
yasası değişikliği niteliğinde bulunduğunu ve Anayasanın 67 nci maddesinin son
fıkrasıyla bağdaşmadığını" belirtmişti. Cumhurbaşkanının geri gönderme
yazısından sonra yasa TBMM'de ele alınıp görüşülmediği için yasalaşmadı.
2004 yılında yerel seçimlerden üç ay önce yapılmak istenen
girişimin benzeri, 2008 yılında seçimlere on ay kala yapılmak istenmektedir.
Anayasanın 67 nci maddesinin son fıkrasında, seçim yasalarında
yapılan değişikliklerin, yürürlüğe girdiği günden başlayarak bir yıl içinde
yapılacak seçimlerde uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.
2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 3507 sayılı Kanunla değişik 8 inci maddesinin
birinci fıkrasında; mahalli idareler seçimlerinin beş yılda bir yapılacağı, her
seçim döneminin beşinci yılındaki 1 Ocak gününün seçimin başlangıç tarihi, aynı
yılın Mart ayının son Pazar gününün de oy verme günü olduğu hükme bağlanmıştır.
Seçim bir süreçtir. Bu süreçte seçim bölgelerinin belirlenmesi,
siyasi partilerin adaylarını belirlemesi, aday listelerini vermeleri, adayların
incelenmesi, adayların ilanı ve itirazlar, seçimlerde kullanılacak oy
pusulalarının basımı, propaganda dönemi gibi aşamalar vardır. 2972 sayılı
Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart ayının son Pazar günü
yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 dur. Mahalli
idareler seçiminin başlangıç tarihi 1 Ocak 2009 olduğundan Anayasanın öngördüğü
bir yıllık süre 1 Ocak 2008 günü dolmaktadır. Oy verme günü olan Mart ayının
son Pazar günü, seçimlerin sona erdiği, sonlandığı gündür. Bu hali eski ilçe
sınırlarının değiştirildiği yerlerde yaşayanların seçme, seçilme ve siyasi
faaliyette bulunma hakları ellerinden alınmış olacaktır.
Bu nedenle 5747 sayılı Yasanın Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu
fıkrası ile yapılan düzenleme, seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek nitelikte
olduğundan ve 2972 sayılı Yasanın 8 inci maddesi uyarınca, 2009 yılının Mart
ayının son Pazar günü yapılacak mahalli idareler seçiminin başlangıç tarihinin
1 Ocak 2009 olması karşısında Anayasada öngörülen bir yıllık süreden önce
yürürlüğe sokulduğundan Anayasanın 67 nci maddesine aykırıdır.
Türk demokrasi tarihinde siyasi amaçlarla ilçe yapma, köye
dönüştürme girişimleri AKP iktidarından önce de vardı.
Kırşehir'in ilçe haline getirilmesinde olduğu gibi, bir bölge
halkının belli bir siyasi partiye oy vermiş bulunmalarından dolayı toptan
cezalandırılmaları geçmişte de görüldü.
1953 yılında muhalefet partisini destekleyen Kastamonu'nun Abana
ilçesi bir Kanunla köy haline getirildi ve iktidar partisini destekleyen
Bozkurt belediyesi ilçe merkezi yapıldı.
Bu konu ili ilgili iptal başvurusunu inceleyen Anayasa
Mahkemesinin 15.11.1967 gün ve 12751 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa
Mahkemesinin, Abana İlçe Merkezinin Abana'dan kaldırılıp Bozkurt'a Nakline
İlişkin 6203 sayılı Kanun hükümlerinin iptali istemi ile ilgili olarak verdiği K.967
- 20, E.963 - 145 sayılı Kararı aynen şöyledir:
"Merkezi idarenin kuruluşuna ilişkin ilkelerini gösteren
Anayasanın 115 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkralarına şöyle denmektedir:
Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, iktisadi şartlara
ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli
bölümlere ayrılır. İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır.
Bu hükme göre, Türkiye'nin gerek illere ayrılmasında, gerekse
illerin öbür kademeli bölümlere ve bu arada ilçelere ayrılmasında gözönünde
tutulacak alan ölçü, coğrafya durumu, iktisadi koşullarla kamu hizmetlerinin
gerekleridir. İdari kademelere bölünmede bu anılan ölçülerin gözönünde
tutulması ilkesi, bu kademelerin merkezlerinin belli edilmesinde de öncelikle
uygulanır: Çünkü, il veya ilçenin veya diğer bir kademenin merkezi demek,
oranın işlerinin toplandığı en önemli bir yer demektir, Bu bakımdan bir idari
bölümün merkezinin, coğrafya durum, iktisadi koşullar ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre en uygun bir yerde bulunması Anayasa buyruğu olduğu gibi, bir
merkezin değiştirilmesinde dahi yeni merkezin coğrafya durumu, iktisadi
koşullar ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre eskisinden daha üstün bir yer
niteliğini taşıması da, yine Anayasa buyruğudur. Demek ki, merkez
değiştirmelerini merkezin eski merkeze göre coğrafya durumu, iktisadi koşullar
ve kamu hizmetlerinin gerekleri bakımından daha üstün olduğu açıkça
anlaşılmadıkça, böyle bir değiştirme Anayasaya uygun sayılamaz......... Anayasanın
Seçme ve Seçilme Hakkı başlıklı 5 inci maddesinde: Vatandaşlar kanunda
gösterilen şartlara uygun olarak; seçme ve seçilme hakkına, sahiptir. Seçimler,
serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına
göre yapılır denilmektedir. Buna göre seçimlerin serbestliğini doğrudan doğruya
veya dolayısıyla bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacı ile konulmuş olan
bütün hükümler, Anayasaya aykırı niteliktedir. ........... Seçimlerde
Abana'lıların C.H.P. ye ve Bozkurt'ların ise iktidar partisi olan D.P. ye oy
verdikleri anlaşılmaktadır......... Dava konusu hükmün kabulü ile seçimlerde
yurttaşların serbestçe oy kullanmalarının sınırlandırılması ve sonraki seçimler
bakımından onların etki altında bırakılması yoluna gidildiği veya böyle bir yol
tutulmadığı düşünülse bile, bu hüküm yüzünden yurttaşlar üzerinden bir korkunun
seçim propagandası sırasında ortaya sürebilecek söylentilerle pek kolaylıkla
yaratılabileceği ve seçim serbestliğinin rahatlıkla etkileyebileceği
anlaşılmaktadır, Buna göre dava konusu hüküm Anayasanın 55 inci maddesine de
aykırıdır ve bu bakımdan dahi iptal edilmelidir......... Anayasanın
"Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde", Türkiye
Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir denilmektedir, Hukuk
devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de, kamu yararı düşüncesi
olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli
partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın kabul
edilmeyeceğidir. Buna göre çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir kanun,
Anayasanın 2 nci maddesi hükmüne aykırı nitelikte olur ve dava açıldığında
iptali gerekir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin Abana ilçesi ile ilgili
kararı, ilçelerin; coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre kurulması gerektiğini, seçimlerin serbestliğini doğrudan
doğruya veya dolayısıyla bozmaya elverişli bulunan veya bozmak amacı ile
konulmuş olan bütün hükümlerin, Anayasaya aykırı olacağını, kamu yararı
düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya yalnızca belli
partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın kabul
edilmeyeceğini açıkça belirtmektedir.
Seçimlerde iktidar partisini kızdıracak sonuçlar sonrasında halkta
belediyelerinin bölüneceği, başka ilçeyle birleştirileceği, mahalleye veya köye
dönüştürüleceği, hatta ilçe olmaktan çıkarılacağı korku ve endişesi yaratılarak
serbestçe seçim yapılması mümkün değildir. Nüfusu 2000 - 5000 arasında olan
beldelerde yaşayan seçmenlerin kendi belediyelerinin de bir yasal düzenleme ile
kapatılabileceği korkusuna kapılmadan oy kullanmaları mümkün mü'
Anayasamızın 13 üncü maddesi: "Temel hak ve hürriyetlerle
ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
aykırı olamaz hükmünü taşımaktadır. Demokratik toplum düzeni her şeyden önce
seçme ve seçilme hakkına azami ölçüde saygı gösterilmesini gerektirir.
Anayasanın 67 nci maddesinde yer alan seçimlerin serbestliği ilkesi, baskı ve
müdahaleleri dışlayan bir kavramdır.
Anayasanın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2 nci maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel
ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir
denilmektedir. Hukuk devletinin tanımına giren birçok unsurlardan birisi de,
kamu yararı düşüncesi olmaksızın, başka deyimle, yalnızca özel çıkarlar için
veya yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir
yasanın kabul edilmeyeceğidir.
Açıklanan nedenlerle, 5747 sayılı Yasanın Geçici 1 inci maddesinin
(1) nolu fıkrasıyla yapılan düzenlemeyle Ekli 44 sayılı listede adları yazılı
belediyelerin tüzel kişiliklerinin ilk genel mahalli idareler seçiminden
geçerli olmak üzere kaldırılarak köye dönüştürülmesi Anayasanın 2 nci ve 67 nci
maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, hukuk devletinde kazanılmış haklara saygı gösterilmesi
bir zorunluluk, hatta yükümlülüktür. Hukuksal tasarrufu doğuran irade
sahiplerinin aynı yöntemle bu tasarrufu geri almalarına veya değiştirmelerine
olanak bulunmaktadır. Ancak, önceden oluşmuş hukuksal durumların sonradan
yapılacak işlemlerle değiştirilmesi, hukuktan beklenen güvenlikle bağdaşmaz.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar
Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir
hukuk devletidir." hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal
kararlılığı hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden
olur ve kabul edilemez.
5393 sayılı Belediye Kanununun 8 inci maddesi belediyelerin
birleşmesine ve ya belediyeye katılmaya izin vermektedir. Özellikle nüfusu
2000'den az olan belde belediyeleri meskûn sahalarına 5000 metreden fazla
olmayan belde, köy ve bunların bir kısmı ile birleşerek veya bir başka belde
belediyesine katılarak nüfuslarını artırabilmektedir. Böylece nüfuslarını
artırarak belde belediye tüzel kişiliğinin kaldırılmasının koşullarını ortadan
kaldırabilmektedir.
5393 sayılı Kanunun 11 inci maddesindeki kapatma tehdidinden
kurtulmak amacıyla yasada öngörülen prosedürleri gerçekleştirmek için girişimde
bulunan çok sayıda belediye vardır. Bunların bir kısmı yasada öngörülen tüm
prosedürü tamamlamış ve birleşmeyi gerçekleştirmiştir. Bazısı ise kanunun
gerektirdiği tüm işlemleri yapmış, referandum sonuçlandırılmış, ilgili il
valiliği bağlanma işlemini ve sınır değişikliğini onaylamış ve sonuç için
İçişleri Bakanlığı'na yazı yazmıştır.
Örneğin, Giresun'un Bulancak ilçesine bağlı Sofulu köyünün
Kovanlık belde belediyesine katılması 20.02.2008 tarihinde İçişleri Bakanlığı
Mahalli İdareler Genel Müdürlüğüne bildirilmiş, Genel Müdürlük de 27.02.2008
tarihinde gereğinin yapılması için Giresun Valiliğine yazı yazmıştır. (Bak: EK
22)
Bir başka örnek, Tokat ili Almus ilçesine bağlı Gevrek köyünün
Kınık belde belediyesine bağlanmasıdır. Burada da referandum yapılmış, belediye
meclisi karar almış, il valiliği köyün beldeye bağlanmasının Valilikçe uygun
görüldüğünü İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğüne 12.03.2008
tarihinde bildirilmiştir. (Bak: EK 23)
Diğer bir örnek, Kütahya ili Balıköy ve Günlüce belediyelerinin
gerçekleştirdikleri birleşmedir.
Kışla köyü 14.12.2007 tarihinde, Karaşehir köyü 15.12.2007
tarihinde Balıköy Belediyesine katılma kararı almıştır. 2.3.2008 tarihinde
yapılan referandumda Balıköy belediyesine 169 nüfuslu Kışla köyü ile 96 nüfuslu
Karaşehir köyünün mahalle olarak katılması kabul edilmiştir. 11.3.2008
tarihinde İçişleri Bakanlığı bağlanma işlemlerini onaylamış, 13.3.2008
tarihinde Kütahya Valiliği katılma işlemlerinin tamamlandığını bildirmiştir.
(Bak: EK 18)
Günlüce Belediyesi de TÜİK tarafından 1978 olarak açıklanan
nüfusunu 74 nüfuslu Işıklı köyü ile birleşerek 2052'ye yükseltmiştir İçişleri
Bakanlığı 11.3.2008 tarihinde birleşme kararına onaylamış, 13.3.2008 tarihinde
Kütahya Valiliği katılma işlemlerinin tamamlandığını bildirmiştir. (Bak: EK 19)
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçlarına göre: Nüfusu 1.891
olarak tespit edilen Kovanlık beldesi, Sofullu köyünün beldenin mahallesi
olmasıyla nüfusunu 2. 338'e; nüfusu 1.532 olarak açıklanan Kınık belde
belediyesi, Gevrek köyünün beldenin mahallesi olmasıyla nüfusunu 2.093'e;
nüfusu 1955 olarak tespit edilen Balıköy beldesi, Kışla köyü ile Karaşehir
köyünün beldenin mahallesi olmasıyla nüfusunu 2. 220'ye; nüfusu 1978 olarak
tespit edilen Günlüce beldesi, Işıklı köyünün beldenin mahallesi olmasıyla
nüfusunu 2052'ye çıkarmıştır.
Buna rağmen, Kovanlık, Kınık, Balıköy, Günlüce belediyelerinin
tüzel kişilikleri kaldırılarak köye dönüştürülmüştür.
Bu durumda olan belediyelerin sayısı tam olarak bilinmemektedir.
Yasanın TBMM Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında milletvekilleri 5393 sayılı
Yasanın birleşmeye ilişkin hükümlerinden yararlanıp bakanlıktan veya
valiliklerden yazı bekleyen kaç belediye olduğunu İçişleri Bakanına sormuş,
fakat yanıt alamamışlardır.
Anayasa Mahkemesi kazanılmış hak kavramını; "...kişinin
bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiş ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve
kişisel olacak niteliğine dönüşmüş hak" olarak tanımlamıştır. Bir statüye
bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir. Ancak,
kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önce
yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması
gerekmektedir. (Anayasa Mahkemesi, E.1999/50, K.2001/67)
Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararında ise "Gerek
öğretide, gerekse uygulamada, kişilerin hukuki statülerini belirlemiş ve buna
dayalı olarak da yeni hukuki durumların ve hakların elde edilmesine neden olmuş,
bir başka deyişle hukuki sonuçlarını yerine getirmiş olan durumların, artık
geriye dönülmez, vazgeçilmez haklar olduğu, yani kazanılmış hak teşkil
ettiği" vurgulanmıştır. (DİBKK. E.1989/1 - 2, K.1989/2)
5393 sayılı Kanunun birleşme ve katılmaya ilişkin 8. ve 12. madde
hükümleri hala yürürlüktedir. Bu hükümler yeni bir yasal düzenleme ile
yürürlükten kaldırılmamıştır. 5393 sayılı Yasanın 5747 sayılı yasanın yürürlüğe
girmesinden önce de sonra da yürürlükte olduğu hükümlerinden yararlanmak isteyen,
yasanın öngördüğü tüm işlemleri yerine getiren belediye tüzel kişilerinin bu
hakları elinden alınmıştır.
Hukuk Devleti'nin unsurlarından bir diğeri olan hukuk güvenliği,
diğer bir ifadeyle "güvenin korunması ilkesi" de ilgilinin hukuki
durumunun süreceğine olan güveni dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması
anlamına gelir. Güvenin korunması, her zaman mevcut bir hukuki durumun
dokunulmazlığı anlamında olmasa da, her düzenleme değişikliğinde yasakoyucunun
göz önünde bulundurması gereken bir husustur.
Halkın Devlete olan güveninin korunması da ancak hukuk
güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür.
Bu yönüyle, Hukuk Devleti'nin önemli bir unsuru olarak hukuk
güvenliği, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar
içinde, bütün Devlet davranışlarının, az çok, önceden öngörülebilir olması
anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu
güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de
içerir.
Haklı beklenti, idarenin ister bir taahhüt, isterse uzun süren bir
uygulamasına güvenerek olsun, bireylerin bir çıkarları ya da lehlerine olan bir
sonuca ulaşabileceklerini ya da edinebileceklerini ümit etmelerini ifade eder.
Yeni düzenlemenin hukuki istikrarı bozmaması, hakların kullanılmasını
zorlaştırmayacak ya da doğmuş olan haklarının hiçe sayılması anlamına gelecek
şekilde tasarlanmaması gerekmektedir.
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve
Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde
yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de
uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Belediye Kanununun birleşmeye ilişkin hükümleri hala
yürürlüktedir. Birleşme işlemlerini tamamlamış veya sadece muamelenin
tamamlanması bekleyen belediyelerin kazanılmış haklarına saygı göstermeden
bunların da tüzel kişiliğini toptancı anlayış içerisinde kaldırmak ve köye dönüştürmek
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Hükümet sözcüleri, belde belediyelerini köye dönüştürmeyi, gerekli
olduğu için yapmak istediklerini, bu belediyelerin çoğunun AKP'lilerce
yönetildiğini ileri sürmektedir. Gerçekten de kapatılacak olan 863 belediyenin
493'ü AKP'li belediye başkanlarınca yönetilmektedir. Ama gerçekleştirilen bu
operasyonla belde belediyelerin bir kısmı değil kapatılan belediyelerin tümünün
yönetimi 10 yıl süre ile il özel idaresi genel sekreterlerinin yönetimindeki
(vali ve kaymakamın denetimindeki) il özel idarelerine veya köylere hizmet
götürme birliklerine verilecektir. Yani buraların yönetimi AKP kadrolarına
teslim edilecektir. Hükümet, buraları il özel idarelerinin şubesi haline
dönüştürerek yönetmeyi planlıyor. Tüzel kişiliği kapatılan belediyeler Kanunun
Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrası hükmü ile köye dönüştürülecek ve
Kanunun 3 üncü maddesinin (5) nolu fıkrasında yer alan hükümler doğrultusunda
köye dönüşen yerlerin içme suyu, kanalizasyon, temizlik, çöp toplama, ulaşım,
itfaiye ve diğer hizmetlerini yürütmek üzere il özel idareleri veya köyleri
hizmet götürme birlikleri gerekli tedbirleri alacaktır.
Köy tüzel kişiliği ve il özel idareleri Anayasamıza göre yerel
yönetim organları olmakla beraber uygulamada mahalli müşterek ihtiyacın
karşılanması ve özerklik açısından bunların belediye ile karşılaştırılması
mümkün değildir.
İl özel idarelerinin seçilmiş organları olsa da, asıl olarak
atanmış görevliler tarafından yönetildiği bilinen bir gerçektir. Köy tüzel
kişiliği de, kendi halkının ortak ve yerel gereksinimlerini karşılayan ve genel
karar organları halk tarafından seçilen en küçük yerel yönetim birimi iken,
belediyeler özellikle kentleşme ve çok partili siyasal yaşamla birlikte daha da
ön plana çıkmışlar ve yerinden yönetim kuruluşlarının tipik örnekleri
olmuşlardır. Belediyeler il özel idareleri ve köyler böylesine farklı yerel
yönetim birimlerini oluşturmaktadır.
Kapatılan belde belediyelerinde yaşayan yöre halkı, 10 yıl süre
ile belli bir partinin etkisinde ve denetiminde olan bir idari yapı ile
yönetilecektir. Hukuk devletinin tanımına giren birçok öğe den biri de, kamu
yararı düşüncesi olmaksızın, başka bir deyişle, özel çıkarlar için ya da belli
kişilerin, grupların veya siyasi partilerin yararına olarak bir yasanın kabul
edilemeyeceğidir. Kamu yararı amacı taşımayan yasaların, amaç öğesi yönünden
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği açıktır.
Anayasaya göre, mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile
yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir. Görüldüğü
gibi Anayasa, yerel yönetimlerin nüfus esasına göre değil yerinden yönetim
esasına göre kurulmasını (dolayısıyla kapatılmasını) öngörmüştür. Bu yüzden
yerinden yönetim ilkesini gözetmeden Anayasada kuruluş için gözetilmesi
öngörülmeyen nüfus kriterine dayanarak belediyeleri kapatmak yerinden yönetim
ilkesine uygun değildir.
Anayasanın 127 nci maddesinin ikinci fıkrasında sözü edilen
"yerinden yönetim ilkesi", yerel yönetimlerin tüzelkişiliğe sahip
olmaları, görevli organlarını seçme hakkının verilmesi ve bu organlara karar
verme yetkisinin tanınması gibi üç ana öğeden oluşur.
Bu kavram, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde
yaşayan kişi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede
birlikte yaşamaktan doğan eylemli durumların yarattığı, yoğunlaştırdığı ve
güncelleştirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı
ortak beklentileri ifade etmektedir. Bu gereksinimleri yerel planda karşılama
olanak ve önceliklerini takdir yetkisinin o yörede yaşayan halkın yasalara
dayalı olarak oluşturdukları organlara bırakılması, hem yerinden yönetim
ilkesine, hem özerklik ilkesine, hem de demokratik yaşam biçimine daha uygun
bir yoldur.
Böyle davranmak yerine belediye tüzel kişiliğini köy tüzel
kişiliğine dönüştürmek ve o yörede yaşayan halkın mahalli müşterek
ihtiyaçlarının il özel idareleri veya köylere hizmet götürme birlikleri
aracılığı ile gidermeye çalışmak demokratik bir yaklaşım değildir. Anayasanın
127 nci maddesine aykırıdır. Tüm yasaların genel amacının kamu yararı olduğu
bilinen bir gerçektir. Oysa 5747 sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1)
nolu fıkrasındaki düzenleme daha çok siyasal nedenlere dayanmaktadır. Yerinden
yönetim ilkesi yönünden kamu yararı, ancak halkın katılımının ve bu yolla
etkinliğinin arttırılması ile gerçekleştirilebilir. Belediyelerin kapatılması,
demokratik katılımı en aza indirecektir. Bu nedenle Tasarı, amaç öğesi
bakımından da Anayasaya uygun değildir.
Mahalli müşterek ihtiyaçların kapatılan belediyeler yerine il özel
idareleri veya köylere hizmet götürme birlikleri aracılığı ile giderilmesi,
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 2 nci maddesine de aykırıdır.
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 2 nci maddesine göre: Özerk yerel
yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde,
kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel
nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı anlamını
taşır. Bu hak, doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemine göre
serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme
organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafından
kullanılacaktır.
Bu anlamda il özel idarelerinin ve köylere hizmet götürme
birliklerinin Yerel Yönetim Özerklik Şartının 2 nci maddesinde tanımlanan özerk
yerel yönetim kavramına uygun olduğu söylenemez. Buradaki tanıma uygun bir yapı
olan belediyeyi köye dönüştürerek mahalli müşterek ihtiyaçların karşılanması
görevini başka bir yapıya vermek Yerel Yönetim Özerklik Şartının 2 nci
maddesine uygun değildir.
Bu nedenle 5747 sayılı Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu
fıkrası Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır.
Öte yandan getirilen düzenleme Avrupa Yerel Yönetim Özerklik
Şartının 5 inci maddesine de aykırıdır. Tüzel kişiliği kaldırılarak köye
dönüştürülen belde belediyelerinin pek çoğu salt nüfusları 2000'den fazla
olduğu için kurulmadı. Nüfusu 2000'i aşan köy halkına belediye olmak isteyip
istemedikleri soruldu. Referandum yapıldı. Referandumda belediye olmak
istemeyen köyler belediyeye dönüştürülmedi. 5747 sayılı Kanun referandum
öngörmemektedir. Belediyelerinin köye dönüştürülmesi halka sorulmamakta yasa
zoruyla belediyeleri kapatılmaktadır.
Yerel Yönetim Özerklik Şartının 5 inci maddesinde: "yerel
yönetimlerin sınırlarında mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse bir
referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara danışılmadan değişiklik
yapılamaz" hükmü vardır.
5393 sayılı Belediye Kanununda birleşme ve katılmada Yerel Yönetim
Özerklik Şartına uygun olarak referandum yapılması öngörülmüştür. 5393 sayılı
Belediye Kanunun birleşme ve katılmaları düzenleyen maddelerinde sadece katılan
belediyede referandumun öngörülmesi, buna karşılık katılınacak belediyede
referandumun öngörülmemesi nedeniyle iptal istemini görüşen Anayasa
Mahkemesinin E.2005/95 K.2007/5 sayılı 24.01.2007 tarihli Kararında aynen şöyle
denilmiştir:
".... Düzenlemeyle tüzel kişiliği kaldırılacak ya da tabi
oldukları tüzel kişiyle ilişkisi kesilecek olan mahal sakinlerinin iradesinin
doğrudan doğruya sorulması zorunlu kılınmakta; ancak statüsünde herhangi bir
değişiklik yaşamayan ve özerkliğine dokunulmayan katılınacak tüzel kişi
(belediye) sakinlerinin doğrudan iradelerine başvurulmamakla birlikte, yine de
oylarıyla oluşturulan karar organlarının onayı şart koşulmaktadır. Dava konusu
kuralla tüzel kişiliği kaldırılan beldede ya da bağlı bulundukları ve organlarının
oluşumuna katıldıkları yerel yönetim birimiyle ilişkileri koparılacak
kısımlarında halkoyuna başvurulmasının öngörülmüş olması, yerinden yönetim
ilkesinin bir gereğidir. Katılınacak belediyenin hukuksal statüsünde herhangi
bir değişiklik olmayacağından, doğrudan doğruya halkoyuna başvurulması
zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna rağmen yasa koyucu katılınacak belediye
meclisinin bu birleşme ve katılmaya onay vermesini zorunlu kılarak, katılınacak
belediyenin özerkliğinin korunmasını gözetmiştir."
Görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi tüzel kişiliği kaldırılan beldede
ya da bağlı bulundukları ve organlarının oluşumuna katıldıkları yerel yönetim
birimiyle ilişkileri koparılacak kısımlarında halkoyuna başvurulmasının
öngörülmüş olmasını, yerinden yönetim ilkesinin bir gereği olarak görmektedir.
5393 sayılı belediye Kanunu, Yerel Yönetim Özerklik Şartına uygun
olarak katılan beldede referandumu şart koşarken 5747 sayılı Kanun katılan
beldelerde referandum öngörmemiştir.
Türkiye Yerel Yönetim Özerklik Şartını 1988 yılında çekince
koyarak onaylamış, 1991 yılında da yasal olarak kabul etmiştir. Anayasanın 90
ıncı maddesinde, ".... usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası
andlaşmalar kanun hükmündedir" dendikten sonra bunların Anayasaya aykırılığının
iddia edilemeyeceği bildirilmiştir. Diğer yandan Anayasanın 90 ıncı maddesinde
yapılan son değişiklikle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin andlaşmalarla
kanunların aynı konuda yaptığı düzenlemelerde çatışma olması halinde andlaşma
hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle yapılacak yasal bir
düzenleme ile uluslararası andlaşmanın yok sayılması ve bu andlaşmanın
getirdiği yükümlülüklerden kaçınılması söz konusu olamaz.
Tüzel kişiliği kaldırılan beldede referandum öngörülmemesi
yerinden yönetim ilkesine ve Yerel Yönetim Özerklik Şartına, dolayısı ile
Anayasanın 90 ıncı ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Kısacası, Kanunun Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrasındaki
düzenlemeyle, 863 belde belediyesinin tüzel kişiliğinin kaldırılarak köye
dönüştürülmesi yukarıda açıklanan gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 5 inci, 13
üncü, 36 ıncı, 67 nci, 90 ıncı ve 127 nci maddelerine aykırıdır. İptali
gerekir.
IV. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
İptali istenen madde fıkralarının tümü, Anayasanın 2 nci maddesine
açıkça aykırı olduğundan ve kamu yararı amacına değil, belli bir partinin veya
kişilerin yarar sağlaması amacına yönelik olduğundan uygulanmaları halinde,
sonradan giderilmesi güç ya da olanaksız zararlar doğabilecektir.
Bu Kanun ile; 2011 belde belediyesinin 863'ü nüfusları 2000'in
altına düştüğü için köye dönüşüyor. 283 ilk kademe belediyesinden 240'ı
mahalle, 34'ü ilçe oluyor. 8'i tüzel kişiliğini koruyarak büyükşehir belediyesi
dışına çıkıyor, 1'i köye dönüşüyor. Buna karşılık, 43 yeni ilçe kuruluyor.
Ayrıca Eminönü ilçesinin ve Eminönü Belediyesi'nin tüzel kişiliğini kalkıyor,
Fatih Belediyesi'ne katılıyor.
Yeni kurulan ilçelere; belde belediyeleri, mahalleler ve köyler
katılmaktadır. Yasada yeni kurulan ilçelere katılma işlemi; ya başka ilçelerin
mahallelerini, köylerini katarak veya tüzel kişiliği kaldırılan ilk kademe
belediyelerinin mahallelerini katarak veyahut ilçelerin köylerini yeni kurulan
ilçelere katarak yapılmaktadır. Bunlara ek olarak bir ilçenin bir mahallesinin
belirli kısımları başka belediyelere katılmıştır.
Belediyelerin tüzel kişiliğini kaldırma, köye dönüştürme, belediye
sınırları içinde mahalle oluşturma, kaldırma, birleştirme işlemleri 5393 sayılı
Belediye Kanunu'nda öngörülen idari prosedürler çerçevesinde
gerçekleştirilebilir. Bu yol seçilmemiştir. Çünkü bu yol seçildiğinde
belediyelerin büyük bir kısmı seçim takvimi nedeniyle önümüzdeki yerel
seçimlere katılacak, ilçe sınırlarında geniş çaplı değişiklik yapma ihtiyacı
ortaya çıkmayacaktır. Oysa, yasa ile düzenleme yapılarak, yerel seçimler
öncesinde yeni ilçeler oluşturma, ilçelerin mahallelerini ve köylerini
değiştirme, ilçe sınırlarını değiştirme gibi yöntemlerle önümüzdeki yıl yapılacak
yerel seçimlerde Hükümete avantaj sağlayacak girişimlerde bulunulmuştur.
İlçe ve belediye sınırlarının yeniden belirlenmesi için yapılan
bölme, ekleme, çıkarma, kapatma işlemlerinin 2009 Mart ayında yapılacak yerel
seçimlere yönelik olduğu, 2009 seçimlerini kazanmayı kolaylaştıracak amacıyla
yeni bir tasarım yapıldığı çok açıktır.
Ayrıca, büyükşehirlerde operasyon yapılan yerlerin şehirlerdeki
yeni yerleşim alanları olması dikkat çekicidir. Yapılan sınır değişikliklerinin
bir başka amacı şehirlerde oluşan rant alanlarını yönetmektir.
Kısacası büyükşehir belediyelerinin bulunduğu yerlerde ilçe ve
belediye sınırlarında yapılan değişiklikler, kamu yararı amacına değil,
kişilere ve siyasi partilere avantaj sağlamaya yöneliktir.
Öte yandan, bu Yasa ile nüfusu 2000'in altında kaldı gerekçesiyle
863 belde belediyesi kapatılmıştır. Oysa 2007 Yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayım
Sonuçlarının doğruluğu konusunda kamuoyunda büyük şüpheler oluşmuş, açıklanan
sonuçlara yargı organları nezdinde çok sayıda itiraz olmuş, bazı belediyeler
nüfuslarının yeniden tespit edilmesi talebinde bulunmuştur.
Örneğin (Erzincan) Mercan Belediye Başkanlığı, 1989 olarak
açıklanan nüfusunun hatalı olduğunu ileri sürerek beldede oturan 14 kişinin
TÜİK tarafından 31.12.2007 tarihinden önce kaydedilmediğine dair Tercan Sulh
hukuk Mahkemesine başvurmuş ve mahkeme 03.03.2008 tarihinde 14 kişinin 31.12
2007 tarihinden önce yerleşmek sureti ile Mercan Beldesinde ikamet ettiklerini
tespit etmiştir. Bu Yasa yürürlükte olduğu sürece yargı organlarının kararları
etkisiz kalacaktır.
Salt kişisel ve siyasal nedenlerden dolayı Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde ilk defa belediyeler kapatılmaktadır. Hem de bir, iki, üç, beş
belediye değil tam 1147 belediye kapatılmaktadır. (Buna karşılık 43 yeni ilçe
belediyesi kurulmaktadır.) Belediyeleri kapatılan yörelerde yaşayan halk mutsuz
ve huzursuzdur. 5747 sayılı Yasa, kapatılan belediyelerin tüzel kişiliğini 2009
yılında yapılacak mahalli idareler seçimine kadar sürdürmelerine izin vermekle
beraber yetkilerine birtakım sınırlamalar getirmektedir. Getirilen sınırlamalar
bu idarelerin kendilerine verilen kamu görevlerini tam olarak yapmalarını
engelleyici niteliktedir. 1147 belediyenin bulunduğu yerde mahalli müşterek
ihtiyaçların karşılanması büyük zafiyete uğratılmıştır. Belediye yönetimlerinin
elleri kolları bağlanmıştır.
Öte yandan bu Yasa hükümleri yürürlükte kaldığı sürece, sıkışacak
seçim takvimi nedeniyle 2009 yerel yönetim seçimlerine Hükümetin bu
düzenlemeleri sonucunda oluşan yeni belediye, ilçe, köy ve mahalle sınırları
ile gidilecektir. Böyle bir sonuç, yerel yönetimlerin katılımı ile zenginleşen
demokratik yaşama büyük bir darbe vuracaktır.
Açıklanan nedenlerle yasanın uygulanmasından giderilmesi olanaksız
hukukî durum ve zararlar ortaya çıkacağından, iptali istenen hükümlerin iptal
davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerin de durdurulması gerekmektedir.
V. SONUÇ VE İSTEM
06.03.2008 tarih ve 5747 sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları
İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanunun;
1) 1 inci maddesinin (11), (17), (18), (19), (20), (21), (22),
(23), (24), (25), (26) nolu fıkraları, Anayasanın 2 nci, 67 nci, 90 ıncı, 126
ncı ve 127 inci maddelerine aykırı olduğundan,
2) 2 nci maddesinin (1) nolu fıkrası, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 67
nci, 90 ıncı, 126 ncı ve 127 inci maddelerine aykırı olduğundan,
3) 2 nci maddesinin (2) nolu fıkrası, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 10
uncu, 67 nci, 90 ıncı, 126 ncı ve 127 inci maddelerine aykırı olduğundan,
4) 2 nci maddesinin (3) ve (4) nolu fıkraları, Anayasanın 2 nci,
67 nci, 90 ıncı ve 127 maddelerine aykırı olduğundan,
5) Geçici 1 inci maddesinin (1) nolu fıkrası, 2 nci, 5 inci, 13
üncü, 36 ıncı, 67 nci, 90 ıncı ve 127 inci Anayasanın maddelerine aykırı
olduğundan, iptallerine ve sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve
zararların doğmasının önlenmesi için iptal davası sonuçlanıncaya kadar bunların
yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin talebimizi saygı ile
arz ederiz.""