ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1996/68
Karar Sayısı : 1999/1
Karar Günü : 6.1.1999
R.G. Tarih-Sayı :19.01.2001-24292
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri O.
Mümtaz SOYSAL, Oya ARASLI ve 113 Milletvekili
İPTAL DAVASININ KONUSU : 29.8.1996 günlü, 4178 sayılı
"İl İdaresi Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Kuvvetli Tayın Kanunu, Er
Kazanından İaşe Edileceklere İlişkin Kanun, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanun ve Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun"un 1., 2., 3., 7. ve 10. maddelerinin, Anayasa'nın
2., 6., 7., 9., 10., 11., 13., 17., 20., 21., 87., 90., 92., 119., 120.,
121., 122. ve 128. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüklerinin
durdurulması istemidir.
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenen Yasa Kuralları
4178 sayılı Yasa'nın, iptali istenilen kuralları da içeren, 1.,
2., 3., 7. ve 10. maddeleri şöyledir:
1- "MADDE 1- 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11 inci
Maddesinin D fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
D) Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki
kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri; aldıkları
tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya
uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş için
tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri Bakanlığından ve
gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri Komutanlığının
sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava birlik
komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek yardım
isterler. Bu durumlarda ihtiyaç duyulan kuvvetlerin İçişleri Bakanlığından veya
askerî birliklerden veya her iki makamdan talep edilmesi hususu, yardım
talebinde bulunan vali tarafından takdir edilir. Valinin yaptığı yardım istemi
geciktirilmeksizin yerine getirilir. Acil durumlarda bu istek
sonradan yazılı şekle dönüştürülmek kaydıyla sözlü olarak yapılabilir.
Vali tarafından askerî birliklerden yardım istenmesi halinde;
muhtemel olaylar için istenen askerî kuvvet, valinin görüşü alınarak olaylara
hızla el koymaya uygun yerde, cereyan eden olaylar için ise olay yerinde hazır
bulundurulur. Olayların niteliğine göre istenen askerî kuvvetin çapı ve görevde
kalış süresi vali ile koordine edilerek, askerî birliğin komutan tarafından
belirlenir. Askerî kuvvetin müstakilen görevlendirilmesi durumunda; verilen
görev askerî kuvvet tarafından kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun
emir ve talimatlarına göre Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda
belirtilen yetkiler ile kolluk kuvvetlerinin genel güvenliği sağlamada sahip
olduğu yetkiler kullanılarak yerine getirilir. Güvenlik kuvvetleri ile yardıma
gelen askerî kuvvet arasında işbirliği ve koordinasyon, yardıma gelen askerî
birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından tespit edilir. Ancak,
bu askerî birliğin belirli görevleri jandarma ya da polis ile birlikte
yapması halinde komuta, sevk ve idare askerî birliklerin en kıdemli komutanı
tarafından üstlenilir. Birden fazla ili içine alan olaylarda ilgili valilerin
isteği üzerine aynı veya farklı askerî birlik komutanlarından kuvvet tahsis
edilmesi durumunda iller veya kuvvetler arasında işbirliği, koordinasyon,
kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar
yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri
Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülür. Bu esasların
uygulanmasında, işbirliği ve koordinasyon sağlamak amacıyla gerekli görülen
hallerde İçişleri Bakanı ilgili valilerden birini geçici olarak görevlendirir.
Olayların sınır illerinde veya bu illere mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve
eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının
tespit edilmesi durumunda valinin talebi üzerine ilgili komutan eylemcileri ele
geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile, her defasında Genelkurmay
Başkanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara,
hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanlığı unsurları ile komşu
ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle mahdut hedefli sınır ötesi harekat
planlayıp icra edebilir. Bu fıkra uyarınca görevlendirilen askerî birlik
mensupları hakkında bu görevlerin ifası sırasında işledikleri suçlardan dolayı
tabi oldukları kanun hükümlerine göre işlem yapılır. Yukarıda belirtilen
hususlar nedeniyle doğan acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla
yapılacak harcamalar Bakanlar Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak
aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenekten yapılır. Her yıl
İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak olan paraların illere dağıtımı ve
kullanımı ile ilgili esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir. Bu madde
uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve
gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri
giderler için ödeme emri beklenmez, İçişleri Bakanı veya valinin onayı
yeterli sayılır. Bu harcamalar 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 1050 sayılı
Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi
değildir. Ödemeler usul ve esasları Maliye Bakanlığının görüşü alınarak
İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak bir yönetmelikle düzenlenir."
2- "MADDE 2- 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa aşağıdaki
ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 1.- Vali; sivil hava meydanları, limanlar ve sınır
kapılarında, güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve
hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar
arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri
almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir.
İçişleri Bakanlığının uygun göreceği bu yerlerde vali tarafından mülki
idare amiri görevlendirilir. Vali, yetkilerinin tamamını veya bir kısmını
görevlendirdiği mülki idare amirine devredebilir. Bu yerlerde hizmet veren
kuruluşlar, görevli mülki idare amirine karşı sorumludur. Görevlendirilen mülki
idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama
ile ilgili hükümleri saklı kalma üzere, genel güvenlik kamu düzeni bakımından
gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında,
binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren
çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar
personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler
tarafından yapılacağı kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir.
İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emir derhal yerine getirilir ve en kısa
zamanda yazılı olarak teyit edilir. Kuruluşların birbirine araç, gereç ve
personel yardımı yapmasını isteyebilir. Personel hakkında değerlendirme raporu
düzenleyebilir, disiplin kovuşturması yaptırabilir ve gerekirse uyarma ve
kınama cezası verebilir. Diğer cezalar için öneride bulunabilir, mazeret izni
verebilir, yıllık izin için görüş bildirir. Yazışmalara aracılık yapar. Ancak,
kuruluşlar teknik konularda, istatistiki bilgileri içeren konularda ve mali
konularda kendi kuruluşları ile doğrudan yazışma yaparlar. Bu kuruluşların üst
makamları ile yapacakları yazışmalarda da aynı yöntemler uygulanır. Zamanında
önlem alınması amacıyla, Emniyet, jandarma, Jandarma ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığı Sınır Birlikleri, Gümrük, Gümrük Muhafaza ve diğer kamu
kuruluşları, elde ettikleri bilgileri mülki idare amirlerine iletirler. Mülki
idare amirinin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulama düzeni,
Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığının bağlı
olduğu bakanın görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak,
Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir."
3- "MADDE 3.- 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa
aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 2.- Terör örgütlerine karşı icra edilecek
operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs
edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla
doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmaya
yetkilidirler."
4- "MADDE 7.- 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 9.- Bakanlar Kurulunun tespit edeceği illerde
442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesine göre, mülki amirlerce gönüllü korucu
olarak tesbit edilen kişiler ile halen geçici köy korucusu olarak görev
yapanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde ellerinde
bulundurdukları tabanca, makineli tabanca veya hafif makineli tüfek
sınıfından silahları mülki makamlara teslim ettikleri takdirde haklarında
takibat yapılmaz ve isteyenlere yukarıda belirtilen tabanca ve tüfek sınıfından
birer adet olmak üzere ve harçsız olarak menşelerine bakılmaksızın valilerce
taşıma veya bulundurma ruhsatı düzenlenebilir. Bu şekilde ruhsata bağlanan
silahlar, veraset yoluyla intikal dışında devir veya hibe edilemez, satılamaz,
gerekli görüldüğünde Bakanlar Kurulunca toplatılmasına karar verilebilir. Gönüllü
korucu ve geçici köy koruculuğu görevine son verilenlerin ruhsatları iptal
edilebilir. Ruhsatları iptal edilen veya toplatılmasına karar verilen silahlar,
Devlet malı sayılarak mülki makamlarca bir tutanak karşılığında İçişleri Bakanlığına
teslim edilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ateşli silahlarla
bunlara ait mermilerin ve Kanunen memnu bıçak ve benzerlerini bulunduran veya
taşıyan gönüllü korucu ve geçici köy korucuları hakkında bu fiillerden dolayı
takibat yapılmaz. Hükmolunan cezalar icra ve infaz edilemez ve kanuni
neticeleri ortadan kalkar. Taşıma ve bulundurma ruhsatlarının verileceği
kişiler, bu uygulamaya dair diğer hususlar, İçişleri Bakanlığı tarafından
çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir."
5- "MADDE 10.- 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununa
aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
EK MADDE 1.- Bu Kanunun uygulanması sırasında genel kolluk
kuvvetlerine ait karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar
terminalleri konulur. Bunun için gerekli giderler İçişleri Bakanlığı bütçesine
konulacak ödenekten karşılanır.
İdarenin bilgisayar sistemi kurması ve gerekli teknik altyapıyı
hazırlamasıyla birlikte, bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi,
her türlü konaklama tesislerinden, Bakanlar Kurulunca belirlenecek olanlar,
tespit ve ilan tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde tüm kayıtlarını
bilgisayarda tutmak ve bilgisayar terminallerini genel kolluk kuvvetlerinin
bilgisayar terminallerine bağlamak zorundadırlar. Bu şartı yerine getirmeyen
kuruluşlara 50 milyon lira para cezası verilir. Tekrarı halinde işletme
ruhsatları iptal edilir."
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
İptal gerekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır:
1- "MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2- "MADDE 6.- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz."
3-"MADDE 7.- Yasama yetkisi Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
4- "MADDE 9.- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır."
5- "MADDE10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
6- "MADDE 11.- Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve
yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz."
7- "MADDE 13.- "Temel hak ve hürriyetler, Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin,
Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının,
genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili
maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun
olarak kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç
dışında kullanılamaz
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve
hürriyetlerin tümü için geçerlidir."
8- "MADDE 17.- Herkes, yaşama, maddî ve manevî
varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin
vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi
tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle
bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile
meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir
tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği
emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği
zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü
dışındadır."
9- "MADDE 20.- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına
saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz. Adlî soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği
istisnalar saklıdır.
Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası
aranamaz ve bunlara el konulamaz."
10- "MADDE 21.- Kimsenin konutuna dokunulamaz. Kanunun
açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça;
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri
bulunmadıkça, kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya
el konulamaz."
11- "MADDE 87.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve
yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulunu ve
bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe ve kesinhesap kanun tasarılarını
görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek;
milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, Anayasanın 14 üncü
maddesindeki fiillerden dolayı hüküm giyenler hariç olmak üzere, genel ve özel
af ilânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm cezalarının yerine
getirilmesine karar vermek ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri
kullanmak ve görevleri yerine getirmektir."
12- "MADDE 90.- Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı
devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına
bağlıdır.
Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir
yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek,
kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına
dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu
andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bilgisine sunulur.
Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile
kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî
andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu
yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin
haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların
yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz."
13- "MADDE 92.- Milletlerarası hukukun meşrû saydığı
hallerde savaş hali ilânına ve Türkiyenin taraf olduğu milletlerarası
andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller
dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya
yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiyede bulunmasına izin verme yetkisi
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin
ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına
derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir."
14- "MADDE 119.- Tabiî afet, tehlikeli salgın
hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında
toplanan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya
bütününde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir."
15- "MADDE 120.- Anayasa ile kurulan hür demokrasi
düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın
şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları
sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı
başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü
aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde,
süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir."
16- "MADDE 121.- Anayasanın 119 ve 120 nci maddeleri
uyarınca olağanüstü hal ilânına karar verilmesi durumunda, bu karar Resmî
Gazetede yayımlanır ve hemen Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağrılır. Meclis,
olağanüstü hal süresini değiştirebilir, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, her
defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya olağanüstü hali
kaldırabilir.
119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde
vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü
hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci
maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl
sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve
ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği,
görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü
yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir.
Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan
Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde
kararnameler çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı
gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce
onaylanmasına ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir."
17- "MADDE 122.- Anayasanın tanıdığı hür demokrasi
düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelen ve
olağanüstü hal ilânını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin
yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi,
ayaklanma olması veya vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir
kalkışmanın veya ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye
düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması sebepleriyle, Cumhurbaşkanı
başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü
aldıktan sonra, süresi altı ayı aşmamak üzere yurdun bir veya birden fazla
bölgesinde veya bütününde sıkıyönetim ilân edebilir. Bu karar, derhal Resmî
Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına
sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen
toplantıya çağırılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi gerekli gördüğü takdirde
sıkıyönetim süresini kısaltabilir, uzatabilir veya sıkıyönetimi kaldırabilir.
Sıkıyönetim süresinde, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan
Bakanlar Kurulu sıkıyönetim halinin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde
kararname çıkarabilir.
Bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Bunların Meclisce onaylanmasına
ilişkin süre ve usul İçtüzükte belirlenir.
Sıkıyönetimin her defasında dört ayı aşmamak üzere uzatılması,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına bağlıdır. Savaş hallerinde bu dört
aylık süre aranmaz.
Sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hallerinde hangi hükümlerin
uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği, idare ile olan ilişkileri,
hürriyetlerin nasıl kısıtlanacağı veya durdurulacağı ve savaş veya savaşı
gerektirecek bir durumun başgöstermesi halinde vatandaşlar için getirilecek
yükümlülükler kanunla düzenlenir.
Sıkıyönetim komutanları Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak
görev yaparlar."
18- "MADDE 128.- Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve
diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü
oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve
diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir.
Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla
özel olarak düzenlenir."
III- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca, Yekta Güngör
ÖZDEN, Güven DİNÇER, Selçuk TÜZÜN, Ahmet Necdet SEZER, Haşim KILIÇ, Yalçın
ACARGÜN, Mustafa BUMİN, Sacit ADALI, Ali HÜNER, Lütfi F. TUNCEL ve Fulya
KANTARCIOĞLU'nun katılımlarıyla 12.11.1996 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine;
yürürlüğü durdurma isteminin bu husustaki ayrıntılı rapor gelince ele
alınmasına oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI
Dava konusu 29.8.1996 günlü, 4178 sayılı Yasa'nın 1., 2., 3., 7.
ve 10. maddelerinin yürürlüklerinin durdurulması isteminin reddine 6.1.1999
gününde oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi ve ekleri, iptali
istenilen yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri
ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp
düşünüldü:
A- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu
Davacılar, 4178 sayılı Yasa'nın 1., 2., 3., 7. ve 10. maddelerinin
kimi kurallarının, Anayasa'nın 2., 6., 7., 9., 10., 11., 13., 17., 20., 21.,
87., 90., 92., 119., 120., 121., 122. ve 128. maddelerine aykırılık
oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
1- 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu"nun 11. Maddesinin Değişik
(D) Fıkrasının İncelenmesi
a- (D) Fıkrasının Birinci Paragrafı
Davacılar, paragrafın birinci tümcesinde yer alan "bu iş için
tahsis edilen diğer kuvvetler" ibaresi ile, valinin başvurabileceği kuvvetler
arasına yeni ve belirsiz bir birimin katılmış olduğunu; bu kuvvetlerin ne
olduğunun ve hangi teşkilat içinde yer aldığının bilinmediğini; demokratik
hukuk devletinde iç güvenliğin, esas olarak sivil kolluk kuvvetleriyle,
istisnai durumlarda da askerî kuvvetlerle korunacağını; her ne ad ve
kimlikle olursa olsun başka yasa dışı örgütlenmelere yer verilemeyeceğini, bu
nedenlerle ibarenin Anayasa'nın 2. maddesine aykırılık oluşturduğunu ileri
sürmüşlerdir.
Tümcede, "Valiler, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların,
emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri veya önleyemedikleri;
aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle uygulanmasını mümkün görmedikleri veya
uygulayamadıkları takdirde, diğer illerin kolluk kuvvetleriyle bu iş
için tahsis edilen diğer kuvvetlerden yararlanmak amacıyla İçişleri
Bakanlığından ve gerekirse Jandarma Genel Komutanlığının veya Kara Kuvvetleri
Komutanlığının sınır birlikleri dahil olmak üzere en yakın kara, deniz ve hava
birlik komutanlığından mümkün olan en hızlı vasıtalar ile müracaat ederek
yardım isterler" denilmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk
devleti olduğu belirtilmektedir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan ve bu
hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye
kendini zorunlu sayan ve bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uygun
davranan devlettir. Hukuk devleti ilkesi, devletin tüm organlarının üstünde
hukukun mutlak bir egemenliğe sahip olmasını, yasakoyucunun da kendisini her
zaman Anayasa ve hukukun temel kuralları ile bağlı saymasını gerektirir.
Anayasa'nın 113. maddesinde, "Bakanlıkların kurulması,
kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teşkilatı yasayla düzenlenir", 128.
maddesinde de, "Devletin, kamu iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu
hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür" denilmektedir.
14.2.1985 günlü, 3152 sayılı "İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun"un 2. maddesinde, Bakanlığın görevleri
belirlenmiştir. Maddenin (a) bendinde, Bakanlığa bağlı iç güvenlik
kuruluşlarını idare etmek suretiyle Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünü, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini ve genel ahlâkı,
Anayasa'da yazılı hak ve hürriyetleri korumak Bakanlığın görevleri arasında
sayılmış, 29. maddesinde de, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın, İçişleri Bakanlığı'nın bağlı
kuruluşları oldukları belirtilmiştir.
Devletin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini yerine
getirenlerin görev ve sorumluluklarının yasalarla belirlenmesi ve buna uygun
davranılması hukuk devletinin gereğidir. İlk tümcede yer alan "diğer
kuvvetler", kuruluşları, görev ve yetkileri yasalarla belirlenmiş güvenlik
güçleridir. Bunu yasalarla tanımlanmamış bir örgütlenme olarak değerlendirmek
olanaklı değildir.
Paragrafın diğer bölümünde de, ihtiyaç duyulan kuvvetlerin
İçişleri Bakanlığı veya askeri birliklerden ya da her ikisinden de istenme esas
ve usulleri belirlenerek valilere kimi yetkiler verilmiştir. Bir ilde çıkan
olayların nitelik ve büyüklüğüne göre kimden yardım isteneceğinin saptanma yetkisinin
bu konudaki değerlendirmeyi kısa sürede ve sağlıklı biçimde yapma olanağına
sahip olan valilere verilmesinde Anayasa'ya aykırılık yoktur.
Açıklanan nedenlerle birinci paragrafın iptaline ilişkin istemin
reddi gerekir.
b- (D) Fıkrasının İkinci Paragrafı
aa- İkinci Tümcenin İncelenmesi
Davacılar, ildeki kuvvetlerle önlenemeyecek olağanüstü olaylarda
valinin askerî birliklerden yardım istediği istisnai durumlarda da yetkinin
valide olduğunu; oysa, ikinci tümceye göre, çağrılan askerî birliğin görevinin
ne zaman sona ereceğine birlik komutanının karar vereceğini böylece,
inisiyatifin tümüyle askerî makamlara geçerek sıkıyönetim ilanından daha uzun
süreli eylemli bir askerî yönetimin olanaklı hale geleceğini; bu sonucu
doğuracak bir yetkinin askerî makamlara bırakılmasının Anayasa'nın 2. ve 7.
maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
(D) fıkrasının ilk paragrafına göre, valiler, ilde çıkabilecek
veya çıkan olayların, emirlerindeki kuvvetlerle önlenmesini olanaklı
görmedikleri ya da önleyemedikleri; aldıkları tedbirlerin bu kuvvetlerle
uygulanmasını olanaklı görmedikleri ya da uygulayamadıkları takdirde askerî
birliklerden yardım isteyebilmektedirler.
(D) fıkrasının ikinci paragrafının ikinci tümcesinde,
"olayların niteliğine göre istenen askerî kuvvetin çapı ve görevde kalış
süresi, vali ile koordine edilerek, askerî birliğin komutanı tarafından
belirlenir" denilerek askerî kuvvetin hem büyüklüğünün hem de görevde
kalış süresinin vali ile koordine edilerek, askerî birliğin komutanı tarafından
belirlenmesi öngörülmüştür.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti
olduğu; 7. maddesinde de, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından kullanılacağı ve bu yetkinin devredilemeyeceği
belirtilmiştir.
Valinin görüşünü de aldıktan sonra olayların niteliğine göre, ne
çapta bir askerî kuvvetle gerekli önlemlerin alınabileceğinin saptanmasında
koşulları en iyi biçimde değerlendirebilecek durumda bulunan, göreve çağrılan
askerî birliğin komutanı olduğundan, yerine getirilecek görevin gereği olarak
ona verilen bu yetki olağanüstü hal veya sıkıyönetim yetkisi sayılamayacağı
gibi yasama yetkisinin devri olarak da yorumlanamaz.
Açıklanan nedenlerle, askerî kuvvetin büyüklüğünün askerî birliğin
komutanı tarafından saptanması Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırı
değildir. Bu bölüme ilişkin iptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüşe katılmamıştır.
Tümcede, istenilen askerî kuvvetin görevde kalış süresinin de vali
ile koordine edilerek, askerî birliğin komutanı tarafından saptanacağı
belirtilmiştir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesine göre vali,
"İl sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve
teşkilatının amiridir. Suç işlenmesini önlemek, kamu düzen ve güvenini korumak
için gerekli tedbirleri alır. Bu maksatla, Devletin genel ve özel kolluk
kuvvetlerini istihdam eder, bu teşkilat amir ve memurları vali tarafından
verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlüdür."
Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması hukuk devletinin önde
gelen görevlerindendir. İlde kamu düzeni ve kamu güvenliğini sağlama görevi
valiye aittir. Bu nedenle, vali tarafından askerî birliklerden yardım istenmesi
durumunda, yardıma gelen askerî birliğin görevde kalış süresinin, ilin genel
idaresinden ve asayişinden sorumlu olan vali tarafından belirlenmesi
zorunludur.
Tümcenin istenen askerî kuvvetin görevde kalış süresinin birlik
komutanı tarafından belirleneceğine ilişkin bölümü Anayasa'nın 2. maddesindeki
hukuk devleti ilkesine aykırıdır. İptali gerekir.
Samia AKBULUT, Mustafa BUMİN ve Ali HÜNER bu görüşe
katılmamışlardır.
bb- Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Tümcelerin İncelenmesi
Davacılar, dördüncü tümceyle valiye tanınan yetkinin, beşinci
tümceyle geri alınarak askerî bir şahsa verildiğini, bu yetkinin sıkıyönetim
durumlarında tanınan bir yetki olduğunu; böyle bir yetkinin olağan durum
yasalarında yer almaması gerektiğini; ayrıca iki tümce arasındaki fark, belirli
görevlerin birlikte yapılmasından kaynaklanıyorsa, bunların Anayasa'nın 7.
maddesi uyarınca uygulayıcıya bırakılmadan yasada belirtilmesinin uygun
olacağını; altıncı tümcenin uygulanmasıyla da, Genelkurmay Başkanlığı'nın sivil
otoritenin yetkilerine el atmış olacağını, bunun da olağan dönemde sıkıyönetim
rejimini çağrıştıracağını; ayrıca Genelkurmay Başkanlığı ile
İçişleri Bakanlığı'na verilen yetkilerden "gerekli görülen diğer
hususların" neler olduğunun ve bunları kimin belirleyeceğinin yasa ile
saptanmadığını; bu kuralların Anayasa'nın 2., 7. ve 11. maddelerine aykırılık
oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Fıkranın ikinci paragrafının üçüncü tümcesinde, askerî kuvvetin
müstakilen görevlendirilmesi durumunda verilen görevin askerî kuvvet tarafından
kendi komutanının sorumluluğu altında ve onun emir ve talimatlarına göre yerine
getirileceği; dördüncü tümcesinde, hizmet birlikte yürütüldüğünde,
güvenlik kuvvetleriyle yardıma gelen askerî kuvvet arasındaki işbirliği ve
koordinasyonun, askerî birliğin komutanının da görüşü alınarak vali tarafından
belirleneceği; beşinci tümcesinde, askerî birliğin belirli görevleri jandarma
ya da polisle birlikte yapması durumunda, komuta, sevk ve idarenin, askerî
birliklerin en kıdemli komutanı tarafından üstlenileceği; altıncı tümcesinde
de, birden fazla ili içine alan olaylarda, aynı ya da farklı askerî birlik
komutanlıklarından kuvvet tahsis edilmesi durumunda, iller ve kuvvetler
arasındaki işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırılması, emir-komuta ilişkileri
ve gerekli görülen diğer hususların Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri
Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslara göre yürütüleceği öngörülmüştür.
Anayasa'da öngörülen olağanüstü hal ve sıkıyönetim durumlarında
güvenlik güçleri ile askerî birliklere yasalarla verilen olağanüstü yetkilerin
olağan dönemlerde kullanılması söz konusu olamaz. Sıkıyönetim ve olağanüstü hal
dönemlerinde yasalarla getirilen yükümlülüklere, temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına, durdurulmasına ve kamu görevlilerinin yetkilerine ilişkin
kurallara olağan dönemlerde geçerlik tanınamaz. İptali istenen kurallar, olağan
dönemlerde kamu düzeni ve kamu güvenliği yönünden tehlike oluşturan olayların
önlenmesi amacıyla, görülen hizmetin niteliğinin gerektirdiği sınırlar içinde
kalmak koşuluyla ve geçici olarak güvenlik güçleri ve askerî birliklerin görev
alanlarına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Bu kuralların demokratik toplum
düzeninin gereklerine de aykırı olduğu ileri sürülemez.
Açıklanan nedenlerle, tümceler Anayasa'nın 2. maddesindeki hukuk
devleti, 7. maddesindeki yasama yetkisinin devredilmezliği ilkelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
cc- Sekizinci Tümcenin İncelenmesi
Davacılar, bu tümceyle sınır ötesi askerî bir harekâtın
kurallarının belirlendiğini; böyle bir düzenlemenin il yönetimini düzenleyen
yasada yapılamayacağını; Anayasa'nın 92. maddesine göre de, Türkiye Büyük
Millet Meclisi kararı olmadan silahlı kuvvetlerin yurt dışına
gönderilemeyeceğini, bu nedenlerle, tümcenin Anayasa'nın 6., 7. ve 92.
maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Sekizinci tümcede, "Olayların sınır illerinde veya bu illere
mücavir bölgelerde cereyan etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu
ülke topraklarına sığındıklarının tespit edilmesi durumunda valinin talebi
üzerine ilgili komutan eylemcileri ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek
maksadı ile, her defasında Genelkurmay Başkanlığı kanalı ile Hükümetin
müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre kara, hava, deniz kuvvetleri ve Jandarma
Genel Komutanlığı unsurları ile komşu ülkelerin mutabakatı alınmak suretiyle
mahdut hedefli sınır ötesi harekât planlayıp icra edebilir" denilmektedir.
Anayasa'nın 6. maddesinde, egemenliğin, Anayasa'nın koyduğu
esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanılacağı, hiçbir kişi veya organın
kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7.
maddesinde, TBMM'ne ait olan yasama yetkisinin devredilemeyeceği; 92.
maddesinde, uluslararası hukukun meşrû saydığı hallerde savaş hali ilanı ve
Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların ya da uluslararası nezaket
kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı
ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına
izin verme yetkisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde olduğu belirtilmiştir.
Dava konusu kuralla, eylemcilerin ele geçirilmesi ya da etkisiz
duruma getirilmesi amacıyla komşu ülkelerle mutabakata varılarak mahdut hedefli
sınır ötesi harekât planlanması ve icrası öngörülmektedir. Maddenin
gerekçesinde de, "güvenlik kuvvetlerinin meydana gelen olayların
faillerini yakalamalarını sağlamak üzere, sınır ötesinde belli koşullarda
operasyon yapmaları olanağı sağlanmıştır" denilmektedir. Bu kapsamda ve bu
amaçla yapılacak sınır ötesi harekât Anayasa'nın 92. maddesinde belirtilen Türk
Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi biçiminde değerlendirilemeyeceğinden,
kuralın Anayasa'nın 92. maddesi ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Tümcede, sınır ötesi harekâtın kapsam ve koşulları
belirtildiğinden Anayasa'nın 7. maddesinde öngörülen yasama yetkisinin
devredilemezliği ilkesine aykırılık söz konusu değildir. İptal isteminin reddi
gerekir.
dd- Onuncu Tümcenin İncelenmesi
Davacılar, fonların ancak yasayla kurulabileceğini; Bakanlar
Kurulu'na verilen bu tür bir yetkinin fonların yasallığı ilkesine aykırı
olacağını, çünkü yasa ya da kanun hükmünde kararnamenin, kurulan fonun kullanış
biçimini ve amacını göstermesi gerektiğini; yasa ile kurulmamış fonlar yönünden
böyle bir yetkiye gerek olmadığını; tümcenin bu biçimiyle Bakanlar Kurulu'na
birçok yasada değişiklik yapma yetkisi verdiğini, bunun da Anayasa'nın 6., 7.
ve 11. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Onuncu tümcede, "Yukarıda belirtilen hususlar nedeniyle doğan
acil ve zaruri ihtiyaçları karşılamak amacıyla yapılacak harcamalar Bakanlar
Kurulunca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalar ve İçişleri Bakanlığı
bütçesine konulan ödenekten yapılır" denilmektedir.
Kanun ya da kanun hükmünde kararnamelerle kurulmuş fonların amacı,
işleyişi ve gelirlerinin nerelere harcanacağı, bunlara ilişkin yasa veya
KHK'lerde gösterilmiştir. Bu fonların hangisinden ne miktar ve oranda aktarma
yapılacağı belirtilmeden, sadece "uygun görme" ölçütüne dayalı olarak
Bakanlar Kurulu'na aktarma yetkisi verilmesi, Anayasa'nın 7. maddesinde
öngörülen yasama yetkisinin devredilmezliği, 11. maddesinde belirtilen
kanunların Anayasa'ya aykırı olamayacağı ilkelerine aykırıdır.
Bu nedenle, kuralın, kanun ya da kanun hükmünde kararnamelerle
kurulan fonlar yönünden iptali gerekir.
ee- Onüçüncü Tümcenin İncelenmesi
Onüçüncü tümcede, "Bu harcamalar 2886 Sayılı Devlet İhale
Kanunu, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu
hükümlerine tabi değildir" denilmektedir. Buna göre, 11. maddenin (D)
fıkrasında belirtilen hizmetler nedeniyle kuruluş ve kişilerden sağlanan, satın
alınan veya kiralanan malzeme, araç ve gereçlerin bedelleri ile işçi ücretleri
ve benzeri harcamalar, 2886 sayılı Devlet İhale Yasası, 1050 sayılı Muhasebe-i
Umumiye Yasası ve 832 sayılı Sayıştay Yasası'na bağlı olmayacaktır.
Anayasa'nın 160. maddesi ile genel ve katma bütçeli dairelerin
bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına
denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak görevi
Sayıştay'a verilmiştir.
Sayıştay'ın görevleri, yetkileri ve işleyişi 832 sayılı Yasa ile
belirlenmiş, denetimine bağlı genel ve katma bütçeli kuruluşların gelirlerini tahakkuk
ve tahsil edenlerle giderlerini gerçekleştirenlerin görev, yetki ve
sorumlulukları da 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu'nda gösterilmiştir.
Anayasa'nın 160. maddesinde öngörülen Sayıştay denetimi, bu iki yasada
belirtilen esas ve usullere göre yapılmaktadır.
Yasa'nın 11. maddesinin (D) fıkrasına göre yapılacak harcamaların
832 sayılı Yasa ile 1050 sayılı Yasa'ya bağlı tutulmaması Sayıştay denetimine
olanak vermeyeceğinden Anayasa'nın 160. maddesine aykırılık oluşturur. Tümcenin
bu yönden iptali gerekir.
1050 sayılı Yasa yönünden iptal görüşüne Lütfi F. TUNCEL
katılmamıştır.
ff- (D) fıkrasının İkinci Paragrafının Kalan Bölümlerinin
İncelenmesi
Davacılar, 4178 sayılı Yasa'nın gerekçesinde, amacının,
"ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde geçerli olan olağanüstü
halin kaldırılması durumunda doğacak boşluğun doldurulması" olarak
açıklandığını; buna karşın getirilen düzenlemelerle, olağanüstü hal rejiminin
olağan durumlarda da geçerli kılındığını, böylece olağanüstü halin
daraltılması veya tamamen ortadan kaldırılması adı altında, tüm yurtta, kalıcı
ve sürekli olarak olağanüstü halin ilan edildiğini; oysa anayasakoyucunun
olağanüstü yönetim biçimlerine geçebilmek için süre, yer ve neden unsurlarını
aradığını; 4178 sayılı Yasa'nın ise, bu nedenlerden hiçbiri olmadan ve bunları
aramadan, olağanüstü hal uygulamalarını kalıcı hale getirdiğini; sonuç olarak
da, Anayasa'da ancak olağanüstü yönetim biçimlerinde uygulanabileceği kabul
edilmiş kuralları, olağan dönemde de uygulanabilir hale getiren Yasa'nın (D)
fıkrasının ikinci paragrafının kalan bölümlerinin Anayasa'nın 2., 6., 92.,
119., 120., 121. ve 122. maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
(D) fıkrasının ikinci paragrafının yukarıda incelenenler dışında
kalan bölümlerinin olağan dönemde olağanüstü yönetim usullerine yol açacak
kurallar içermediği gibi yabancı ülkelere silâhlı kuvvetler gönderilmesiyle de
ilgisi bulunmadığı sonucuna varıldığından bunlara ilişkin iptal isteminin reddi
gerekir.
2- 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu'na 2. Maddeyle Eklenen Ek Madde
1'in İncelenmesi
Davacılar, maddeyle valilere niteliği ve kapsamı belirsiz kimi
yetkilerin tanındığını ve bu yetkilerin de devredilmesi olanağı getirilerek,
bir anlamda vali atama yetkisinin verildiğini; yetki genişliği ilkesinin, buna
izin vermediğini; yetkilendirme ile yetki devrinin farklı olduğunu; mülki
amirin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulamanın yönetmelikle
düzenleneceğinin belirtildiğini; yasayla düzenleme değil, yasayla yetkilendirme
yapıldığını; kamu ve özel kuruluş ayırımı yapılmadan, tüm kuruluşların mülki
idare amirine karşı sorumlu tutulduklarını, bu sorumluluğun niteliği ve
kapsamının belirsiz olduğunu; kamu kuruluşları yönünden hukuksal sorun yoksa
da, özel kuruluşlar yönünden düşünüldüğünde, mülki amire faaliyetleri
kısıtlama olanağı verildiğini; mülki idare amirine "şüphe" gibi zayıf
bir ölçüt bile bulunmadan, sadece "gerekli" görmesine bırakılan keyfi
bir yetki tanındığını; "hakim kararı" koşulunun tamamen
kaldırıldığını ve"gecikmesinde sakınca bulunma" gibi bir koşul da
aranmadan, vali tarafından görevlendirilen mülki amire arama yetkisi
verildiğini, bu nedenlerle, maddenin Anayasa'nın 7. 13., 20., 21. ve 128.
maddelerine aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.
Maddede şöyle denilmektedir:
"Vali; sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında,
güvenliğin sağlanması, giriş-çıkışlarla ilgili görev ve hizmetlerin düzenli ve
etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar arasında işbirliği ve
koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almaya ve uygulamaya,
kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. İçişleri Bakanlığının uygun
göreceği bu yerlerde vali tarafından mülki idare amiri görevlendirilir. Vali,
yetkilerinin tamamını veya bir kısmını görevlendirdiği mülki idare amirine
devredebilir. Bu yerlerde hizmet veren kuruluşlar, görevli mülki idare amirine
karşı sorumludur. Görevlendirilen mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve
Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili hükümleri saklı
kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü
hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları,
uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular
ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin
üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir. Aramanın kimler tarafından
yapılacağı kaydını da taşıyan arama emri yazılı olarak verilir. İvedi
durumlarda sözlü olarak verilen emir derhal yerine getirilir ve en kısa
zamanda yazılı olarak teyit edilir. Kuruluşların birbirine araç, gereç ve
personel yardımı yapmasını isteyebilir. Personel hakkında değerlendirme raporu
düzenleyebilir, disiplin kovuşturması yaptırabilir ve gerekirse uyarma ve
kınama cezası verebilir. Diğer cezalar için öneride bulunabilir, mazeret izni
verebilir, yıllık izin için görüş bildirir. Yazışmalara aracılık yapar. Ancak,
kuruluşlar teknik konularda, istatistiki bilgileri içeren konularda ve mali
konularda kendi kuruluşları ile doğrudan yazışma yaparlar. Bu kuruluşların üst
makamları ile yapacakları yazışmalarda da aynı yöntemler uygulanır. Zamanında
önlem alınması amacıyla, Emniyet, jandarma, Jandarma ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığı Sınır Birlikleri, Gümrük, Gümrük Muhafaza ve diğer kamu
kuruluşları, elde ettikleri bilgileri mülki idare amirlerine iletirler. Mülki
idare amirinin görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin uygulama düzeni,
Maliye, Sağlık, Ulaştırma, Turizm bakanlıkları ile Gümrük Müsteşarlığının bağlı
olduğu bakanın görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığınca hazırlanacak,
Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak yönetmelikle düzenlenir."
Ek Madde 1'in gerekçesinde, "sivil hava meydanları, limanlar
ve sınır kapılarında güvenliğin sağlanması, işbirliğinin gerçekleştirilmesi,
otorite boşluğunun giderilmesi için bu kapılarda mülki idare amiri
görevlendirilmesi hükme bağlanmış, yetki ve görevleri açıkça
belirtilmiştir" denilmiştir.
Maddenin ilk tümcesinde valiye, İçişleri Bakanlığı'nca uygun
görülecek sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında, genel
güvenliğin ve yasada belirtilen kimi hususların yerine getirilmesi için mülki
idare amiri görevlendirme yetkisi verilmekte, valinin, bu yerlerdeki
yetkilerinin bir kısmını veya tamamını, görevlendireceği mülki idare amirine
devredebileceği öngörülmektedir.
Görev ve yetkileri 5442 sayılı Yasa'da düzenlenen valinin, gerekli
gördüğü durumlarda yetkilerinin bir bölümünü, görevlendireceği bir mülkî idare
amirine devretmesi hizmetin gereğidir. Burada söz konusu olan bir atama değil,
yetki devridir.
Maddeye göre vali sivil hava meydanları, limanlar ve sınır
kapılarında, güvenliğinin sağlanması; giriş-çıkışlarla ilgili görev ve
hizmetlerin düzenli ve etkili bir biçimde yürütülmesi, görevli kuruluşlar
arasında işbirliği ve koordinasyonun gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri
almaya ve uygulamaya, kuruluşların çalışmalarını denetlemeye yetkilidir. Vali
ya da görevlendireceği mülkî idare amirinin özel kuruluşlar yönünden yetkisi
ise ilk tümcede belirtilen çerçeveyle sınırlı olup,bunların, teknik nitelikteki
hizmetleri ile ticarî faaliyetlerini kapsamamakta, özel kuruluşların
sorumlulukları da ancak belirtilen koşulların gerektirdiği ölçüde olmaktadır.
Öte yandan, Anayasa'nın 48. maddesinde "herkesin dilediği
alanda çalışma ve sözleşme özgürlüklerinin bulunduğu özel teşebbüs kurmanın
serbest olduğu", 13. maddesinde de kamu düzeni, genel asayiş ve kamu
yararı amacıyla temel hak ve özgürlüklerin demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olmamak ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılmamak
koşuluyla sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.
Maddeyle, valiye güvenliğin sağlanması için tanınan yetkiler, kamu
düzeni, genel asayiş ve kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik olup demokratik
toplum düzeninin gerekleriyle de çelişmemektedir.
Bu nedenle, madde Anayasa'nın 48. ve 13. maddelerine aykırı
değildir.
Anayasa'nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği
belirtilmiştir.
İşin niteliğinden kaynaklanan zorunluluklar nedeniyle,
yasakoyucunun gerekli kuralları koyarak çerçeveyi çizmesi, sınırları çizilmiş
alanlarda uygulama yönünden idareye takdir yetkisi tanıması durumunda yasama
yetkisinin devredildiğinden söz edilemez.
Ek Madde 1'de, sivil hava meydanları, limanlar ve sınır
kapılarında güvenliğin sağlanması amacıyla, gerekli kurallar konulmuş ve
çerçeve çizilmiş, idareye bu çerçeve içerisinde kimi yetkiler tanınmıştır. Bu
durumda, maddeyle idareye tanınan yetkiler yasama yetkisinin devri
niteliğinde değildir.
Ek Madde 1'in, kuruluşların birbirine araç, gereç ve personel
yardımına, disiplin kovuşturmasına, yazışmaların usulüne, istihbarat
bilgilerinin aktarılmasına ilişkin düzenlemelerinde Anayasa'ya aykırılık
bulunmadığından bu kurallara yönelik iptal isteminin reddi gerekir.
Ek Madde 1'in beşinci tümcesinde, "Görevlendirilen mülki
idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama
ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni
bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve
sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara
taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve
özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarınıve eşyalarını aratabilir."
denilmektedir.
Anayasa'nın özel hayatın gizliliği ve korunması başlıklı 20.
maddesinde, kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim
kararı olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin, üstünün, özel kağıtlarının ve
eşyasının aranamayacağı ve bunlara el konulamayacağı; konut dokunulmazlığı
başlıklı 21. maddesinde de, 20. maddede belirtilen koşullar oluşmadıkça,
kimsenin konutuna girilemeyeceği, arama yapılamayacağı ve buradaki eşyaya
el konulamayacağı belirtilmiştir.
Ek Madde 1'de, sivil hava meydanları, limanlar ve sınır
kapılarında binalar, uçaklar, gemiler ve her türlü deniz ve kara taşıtları ile
giren çıkan yolcular ve burada görevli kuruluşların personelinin araçları ve
eşyalarının mülkî idare amirinin gerekli gördüğü durumlarda aranabileceği
öngörülmektedir.
Maddede, aranacak yerler arasında konutlar sayılmadığından, mülkî
idare amirinin bu yerlerde arama yetkisi bulunmamaktadır.
Kamu düzeni ve genel güvenliğin sağlanması yönünden olayların
hızlı geliştiği sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında mülkî
idare amirinin süratle karar vererek uygulaması gerekebilir. Maddede sayılan
yerlerdeki taşıt ve yolcu trafiğindeki yoğunluğun mal ve can güvenliği yönünden
yaratabileceği tehlike, Anayasa'nın 20. maddesinde belirtilen gecikmesindeki
sakınca olan durumu oluşturur. Bu nedenle, genel güvenliğin ve kamu düzeninin
sağlanması için, kanunla yetkili kılınan mülki idare amirinin
emriyle, binalarda, uçaklarda, gemilerde, her türlü deniz ve kara
taşıtlarında, giren-çıkan yolcularla, buralarda görevli kamu kuruluşları ve
özel kuruluşların personelinin üstlerinde, eşyalarında ve araçlarında arama
yapılabileceğine ilişkin kural Anayasa'nın 20. ve 21. maddelerine aykırı
değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
Ahmet Necdet SEZER, Fulya KANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK ve Rüştü
SÖNMEZ maddenin aramaya ilişkin kurallarının Anayasa'ya aykırı olduğu
gerekçesiyle bu görüşlere katılmamışlardır.
3- 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na 3. Maddeyle Eklenen
Ek Madde 2'nin İncelenmesi
Davacılar, maddede, yaşama hakkının demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olarak sınırlandırıldığını; kolluk kuvvetlerine ölçüsüz, ve
zorunluluk olmadan ateşli silah kullanma yetkisi verilerek yaşama hakkının
özüne dokunulduğunu; "Olağanüstü Hal Kanunu"ndan alınan kurala olağan
dönemde de geçerlilik kazandırıldığını; madde ile güdülen amacın "yargısız
infaz" uygulamasını yasallaştırmak olduğunu; maddenin son
fıkrasında da bu hakkın hangi durumlarda sınırlanabileceğinin
belirtildiğini; Anayasa'da olağan dönemde de, olağanüstü dönemde de
sınırlamalar için "zorunlu olma" koşulunun getirildiğini; ayrıca
Anayasa'nın 15. maddesinde de "...savaş hukukuna uygun fiiller
sonucu meydana gelen ölümler ile ölüm cezasının infazı dışında kişinin
yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne
dokunulamayacağı"nın hükme bağlandığını; dava konusu maddede Anayasa'nın
aradığı "belirlilik" ve "zorunluluk" unsurlarının
bulunmadığını; Anayasa Mahkemesi'nin de kararlarında kademelilik ve
zorunluluk ölçütlerini kabul ettiğini; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, 2.
maddesinde "hukuka uygunluk hallerinden devletlerin yararlanabilmeleri
için, şiddet ve fiili kuvvete başvurmanın "zaruret halinde olması"nın
belirtildiğini; komisyon kararlarında da, alınan önlem ile ulaşılmak istenilen
sonuç arasında orantının bulunması gerektiğinin vurgulandığını; maddede
Anayasa'nın ve AİHS'nin aradığı "zorunluluk ve orantılılık" kısaca
bir bütün olarak "ölçülülük" koşulunun bulunmadığını; "doğruca
ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanma" yetkisi verilerek
silah kullanılabilecek durumlarda, yoğunluk derecesinin takdirinin tamamen
kolluk kuvvetlerine bırakıldığını; durumun gereğine uygun ateşli silahlar
dışında farklı araçlar kullanma zorunluluğu olmadan, doğrudan öldürme amacıyla
ateşli silah kullanma olanağının tanındığını; kısaca, "zorunluluğun"
yerini "keyfiliğe" bıraktığını; oysa, kolluk kuvvetlerinin "en
son çare" olarak ve "kademeli" biçimde silah kullanabilmesi
gerektiğini; maddede yer alan "teşebbüs" sözcüğünün çok geniş ve
tartışmalı olduğunu; maddedeki "terör örgütleri" kavramının belirsiz
bulunduğunu, yurttaşların can güvenliğini devletin sağlamakla görevli olduğunu;
bu nedenlerle, Ek Madde 2'nin Anayasa'nın 2., 13., 17. ve 90. maddelerine
aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'na eklenen Ek 2. Maddede,
"Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine
itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti
görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe
karşı ateşli silah kullanmaya yetkilidirler" denilmektedir.
Maddenin gerekçesinde,
"3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa bir madde eklenerek,
terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda "teslim ol"
emrine itaat etmeyen teröristlere karşı kolluk kuvveti görevlilerinin silah
kullanma yetkileri belirlenmektedir.
Terör örgütlerine karşı mücadele veren personelin 211 sayılı İç
Hizmet Kanunu ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda öngörülen
genel nitelikteki koşullu ve sınırlı silah kullanma yetkisine sahip bulunması
büyük bir zaafiyete sebebiyet verebilecektir.
211 sayılı Kanunun 87 inci maddesinde, (dur ihtarı-dipçik ve
kabza-havaya ihtar ateşi-ayağa doğru ateş-hedef gözetmeksizin ateş) şeklinde
bir sıra öngörülmüştür. 2559 sayılı Kanunda polisin silah kullanabilmesi için
16 ncı maddedeki koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu madde ile güvenlik personeline 211 ve 2559 sayılı Kanuna
göre daha geniş, 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası'nın 4 üncü, 2985 sayılı
Olağanüstü Hal Kanununun 23 üncü ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine
Dair Kanunun 11 inci maddesinde tanınan silah kullanma yetkisine göre daha
kısıtlı bir yetki verilmektedir"
denilmiştir.
4178 sayılı Yasa'nın genel gerekçesinde de, olağanüstü halin
daraltılması veya kademeli olarak kaldırılması durumunda ihtiyaç duyulan yasal
ve idari önlemler konusundaki kimi yasalarda değişiklik yapılması ihtiyacının
gündeme geldiğine işaret edilerek tasarının bu amaçla hazırlandığı
belirtilmiştir.
Ek Madde 2'de, terör örgütlerine karşı yapılacak operasyonlarda,
kolluk kuvveti görevlilerinin silah kullanmaları, teslim ol emrine itaat
edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi koşuluna bağlanmıştır. Bu koşulun
gerçekleşmesi durumunda görevliler failleri etkisiz kılmak amacıyla, doğruca ve
duraksamadan, hedefe karşı ateşli silah kullanabileceklerdir.
Maddede "teslim ol emrine itaat edilmemesi" ve
"silah kullanmaya teşebbüs edilmesi" durumunda, kademeli olarak etkisiz
kılma yöntemleri belirtilmeden, kolluk kuvvetlerine son çare olarak
başvurulması gereken ateşli silah kullanma yetkisi verilmiştir.
Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, "herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir".
Son fıkrasında da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesine koşut
olarak "mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile
meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir
tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği
emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği
zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri birinci fıkra hükmü
dışındadır" denilmektedir.
Bu maddeyle güvence altına alınan yaşama hakkını korumak için
devlet her türlü önlemi almak yükümlülüğündedir. Yasa ile ancak zorunlu
durumlarda silah kullanma yetkisi verilebilir. Silah kullanmaya yetki verilebilmesi
için son fıkrada sayılan durumlarda yetkililerin silah kullanma dışında başka
olanaklarının bulunmaması gerekir.
Kuralda faillerin sadece "silah" kullanmaya
teşebbüslerinden söz edilirken kolluk kuvveti görevlilerinin hedefe karşı
"ateşli silah" kullanmalarından söz edilmiş; böylece faillerin
kullanmaya teşebbüs ettikleri silahın ateşli silah olup olmadığına
bakılmaksızın ve başka türlü etkisiz hale getirilmeleri olanağı gözetilmeksizin
küçük bir müdahale ile önlenebilecek olaylarda dahi görevlilere ateşli
silahlar kullanma yetkisi verilmiştir.
Buna göre, dava konusu kuraldaki teslim ol emrine uyulmaması ve
silâh kullanmaya teşebbüs edilmesi, görevlilerin her zaman doğruca ve
duraksamadan hedefe karşı ateşli silâh kullanmalarını zorunlu kılacak nitelikte
bir durum değildir. Kimi olaylarda faillerin, can güvenliğini daha az tehlikeye
sokan yöntemlerle de etkisiz hale getirilmeleri olanaklı olabilir. Olayların
özelliğine göre, bu yöntemlere başvurulmaksızın doğruca ve duraksamadan
hedefe karşı "ateşli silâh" kullanılması yaşama hakkının zedelenmesi
sonucunu doğurur.
Bu nedenle kural, Anayasa'nın 17. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.
Lütfi F. TUNCEL bu görüşlere katılmamıştır.
4- 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanun'a Yasa'nın 7. Maddesiyle Eklenen, Geçici Madde 9'un Birinci
Tümcesinin İncelenmesi
Davacılar, tümceye göre, aslında suç teşkil eden bir fiilin,
Bakanlar Kurulu'nca saptanan illerde belli koşullar gerçekleşince takip
edilmeyeceğini, diğer illerde ise takip edileceğini, bu düzenlemenin
Anayasa'nın 10. maddesine aykırılık oluşturduğunu; yargının görev ve yetkisine
müdahalede bulunulduğunu; yargının devre dışı bırakıldığını; bunun da
Anayasa'nın 9. maddesiyle bağdaşmadığını, Bakanlar Kurulu'na "şartlı af"
yetkisi veren kuralların Anayasa'nın 87. ve 7. maddelerine aykırı olduğunu
ileri sürmüşlerdir.
"Geçici Madde 9"un birinci tümcesinde, "Bakanlar
Kurulunun tespit edeceği illerde 442 sayılı Köy Kanununun 74 üncü maddesine
göre, mülki amirlerce gönüllü korucu olarak tesbit edilen kişiler ile halen
geçici köy korucusu olarak görev yapanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren 45 gün içinde ellerinde bulundurdukları tabanca, makineli tabanca veya
hafif makineli tüfek sınıfından silahları mülki makamlara teslim ettikleri
takdirde haklarında takibat yapılmaz ve isteyenlere yukarıda belirtilen tabanca
ve tüfek sınıfından birer adet olmak üzere ve harçsız olarak menşelerine
bakılmaksızın valilerce taşıma veya bulundurma ruhsatı düzenlenebilir"
denilmektedir.
Yasa'nın yürürlüğe girmesinden sonra, 17.1.1998 günlü ve 23233
sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan, 14.1.1998 günlü, 4321 sayılı Yasa'nın 1.
maddesiyle, "Geçici 9. maddede geçen "45" gün, ibaresi
"90" gün olarak değiştirilmiş ve 2. maddesiyle de bu değişikliğin,
... 4.9.1996 tarihinden itibaren uygulanmak üzere yayımı tarihinde"
yürürlüğe gireceği belirtilmiştir.
Tümceyle, "Bakanlar Kurulunun tesbit edeceği illerde"
görev yapan gönüllü ve geçici köy korucuları için koşullu bir af getirilmekte;
bundan hangi illerde bulunanların yararlanacağını belirleme yetkisi Bakanlar
Kurulu'na bırakılmaktadır.
Anayasa'nın 87. maddesinde, 14. maddesindeki eylemlerden hüküm
giyenler dışında, genel ve özel af ilanına karar vermek, Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin görevleri arasında sayılmış, 7. maddesinde de, yasama yetkisinin,
Türk Milleti adına TBMM'nin olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği
belirtilmiştir.
Hangi illerdeki gönüllü veya geçici köy korucularının bu
düzenlemeden yararlanabileceklerinin yasa ile belirlenmesi gerekirken, bu
konuda Bakanlar Kurulu'nun yetkilendirilmesi Anayasa'nın 7. ve 87. maddelerine
aykırıdır.
Anayasa'nın, 10. maddesinde, herkesin, ayırım gözetilmeksizin yasa
önünde eşit olduğu; devlet organları ve idare makamlarının bütün işlemlerinde
yasa önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorunda oldukları
belirtilmiştir.
Geçici Madde 9'un ilk tümcesi ile Bakanlar Kurulu'nun
belirleyeceği illerdeki gönüllü ve geçici köy korucularının kimi suçlarına
koşullu af getirilmekte, bunlardan isteyenlere silâh taşıma ve bulundurma
ruhsatı verilebilmesi öngörülmektedir. Yasakoyucu affın kapsamını belirleyip,
aftan yararlanmayı kimi koşullara bağlayabilir. Ancak, aynı hukuksal durumda
bulunanlar arasında ayırım yapamaz.
Tümcede, Bakanlar Kurulu'nun tesbit edeceği illerdeki korucularla,
bunlar dışında kalan illerdeki korucuların hukuksal durumları aynıdır. Hukuksal
durumları aynı olanlar arasında haklı bir nedene dayandırılmaksızın farklılık
yaratılması eşitlik ilkesine aykırılık oluşturacağından, dava konusu tümcenin
"Bakanlar Kurulunun tesbit edeceği illerde..." sözcükleri Anayasa'nın
10. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Tümcenin kalan bölümünün ise Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna
varılmıştır. İptal isteminin reddi gerekir.
Dava konusu tümcenin yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce
kullanılacağına ilişkin Anayasa'nın 9. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
5- 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu'na Yasa'nın 10. Maddesiyle
Eklenen, Ek Madde 1'in İncelenmesi
Davacılar, iptali istenilen düzenlemeyle Anayasa'nın 20.
maddesinde belirtilen özel hayatın gizliliği ilkesinin zedelendiğini; bilginin
niteliğinin ve toplanma amacının belirtilmediğini, bu nedenle de maddenin adlî
soruşturma ve kovuşturmanın istisnası olarak değerlendirilemeyeceğini; genel
kolluk kuvvetlerinin bilgisayarlarında kişisel bilgilerin toplanması yetkisinin
tanındığını; yetkinin hangi koşullarda verileceğinin ve yetki kullanılırken
hangi ilkelere uyulması gerektiğinin belirlenmediğini; bu nedenlerle,
demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan kuralın, Anayasa'nın 2.,
13. ve 20. maddelerine aykırı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
4178 sayılı Yasa'nın 10. maddesi ile, 1774 sayılı Kimlik Bildirme
Yasası'na eklenen ek madde şöyledir:
"Bu Kanunun uygulanması sırasında genel kolluk kuvvetlerine
ait karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar terminalleri
konulur. Bunun için gerekli giderler İçişleri Bakanlığı bütçesine konulacak
ödenekten karşılanır.
İdarenin bilgisayar sistemi kurması ve gerekli teknik altyapıyı
hazırlamasıyla birlikte bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi,
her türlü konaklama tesislerinden, Bakanlar Kurulunca belirlenecek olanlar,
tesbit ve ilan tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde tüm kayıtlarını
bilgisayarda tutmak ve bilgisayar terminallerini genel kolluk kuvvetlerinin
bilgisayar terminallerine bağlamak zorundadırlar. Bu şartı yerine getirmeyen
kuruluşlara 50 milyon lira para cezası verilir. Tekrarı halinde işletme
ruhsatları iptal edilir."
Kimlik Bildirme Yasası'nın 1. maddesinin birinci fıkrasında,
"Bu Kanunda sayılan özel veya resmi her türlü konaklama, dinlenme, bakım
ve tedavi tesisleri ve işyerleri ile konutlarda geçici veya sürekli olarak
kalanlar, oturanlar, çalışanlar ve ayrılanların kimliklerinin tesbiti ve
bildirilmesi bu Kanun hükümlerine göre yapılır" denilmiş; 2. maddesinde de
konaklama tesisleri; "Otel, motel, pansiyon, bekar odaları, kamp, kamping,
tatil köyü ve benzeri her türlü özel veya resmi konaklama yerleri ile özel
sağlık müesseseleri, dinlenme ve huzur evleri, dini ve hayır kurumlarının
sosyal tesisleri olarak belirtilmiştir. Bakanlar Kurulu da 27.12.1997 gün ve 97/10493
sayılı kararname ile otel, motel ve tatil köyleri ile 30 yatak üzerinde
kapasitesi olan özel veya resmi konaklama yerleri ve yatarak tedavi
uygulayan özel sağlık müesseselerini madde ile getirilen yükümlülüklerden
sorumlu tutmuştur.
Bakanlar Kurulu'nca belirlenecek konaklama tesislerinin
bilgisayarlarındaki bilgiler her konuda yararlanılmak için değil, sadece 1774
sayılı Yasa'nın uygulanmasını sağlamak amacıyla genel kolluk kuvvetlerinin
bilgisayarlarına aktarılmaktadır.
1774 sayılı Kimlik Bildirme Yasası'nın amacı, genel gerekçesinde
şöyle açıklanmaktadır:
"Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu, toplum ve kişi yararı
yönünden ülkemizdeki nüfus yerleşimi ve hareketlerinin; yabancıların geliş
gidişlerinin, kaldıkları ve çalıştıkları yerler itibariyle tesbiti ve izlenmesi
zorunluluğu vardır.
Vatandaşın seyahat, dilediği yerde oturma ve dilediği alanda
çalışma hürriyeti Anayasa ile sağlanmış temel haklardan olmakla beraber kamu
güvenliğini ve düzenini sağlamakla görevli Devlet örgütlerinin bu konuda bazı
bilgilere sahip olması gerektiği ve bunun büyük önemi çok açık bir gerçektir.
Esasen bu bilgilerin toplanmasını sağlamak maksadıyla Anayasa'ya uygun olarak
alınacak kanuni tedbirlerin yukarıda sözü edilen temel hakların özü ile
doğrudan doğruya bir ilgisi de bulunmamaktadır. ... Demokratik idare tarzına
sahip Batı memleketlerinde de çeşitli şekillerde uygulandığı bilinen
kimlik bildirme sisteminin tesisi ile elde edilecek bilgiler, kolluk
hizmetlerinin yürütülmesinde büyük faydalar sağlayacağı gibi, kamu hizmetlerini
ifa eden diğer kuruluşlar için de gerektiğinde yararlanılacak değerli bir
kaynak olacaktır."
Anayasa'nın 20. maddesinde, herkesin özel hayatına ve aile
hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu; adlî soruşturma ve
kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar dışında bunların gizliliğine
dokunulamayacağı açıklanmış, 13. maddesinde de, temel hak ve hürriyetlerin,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin,
Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının,
genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili
maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun
olarak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların demokratik toplum düzeninin
gereklerine aykırı olamayacağı, öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı,
maddede yer alan genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü
için geçerli olduğu belirtilmiştir.
1774 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde sayılan özel veya resmî her türlü
konaklama tesislerinden Bakanlar Kurulu'nca belirlenenlerde tutulacak
kayıtların genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayar terminallerine bağlanması
zorunluluğunu getiren dava konusu kuralın, kamu düzeni, genel asayiş ve kamu
yararını sağlama amacına yönelik olması ve demokratik toplum düzeninin
gereklerine de aykırı bir yönü bulunmaması nedeniyle, Anayasa'nın 2. 13. ve 20.
maddelerine aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır. İptal isteminin reddi
gerekir.
VI- İPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GİRECEĞİ GÜN SORUNU
Anayasa'nın 153. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 53. maddesi uyarınca; kanun, kanun
hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü veya bunların
belirli madde veya hükümleri, iptal kararının Resmî Gazete'de yayımlandığı gün
yürürlükten kalkar. Ancak, Anayasa Mahkemesi, iptal kararı ile doğacak hukuksal
boşluğu, kamu düzenini tehdit veya kamu yararını ihlal edici nitelikte görürse,
boşluğun doldurulması için iptal kararının yürürlüğe gireceği günü ayrıca
kararlaştırabilir.
4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı
Yasa'nın 11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafının "kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar" yönünden
onuncu tümcenin iptali ile Yasa'nın 3. maddesiyle 3713 sayılı Yasa'ya eklenen
Ek Madde 2'nin iptali sonucu meydana gelen hukuksal boşluk kamu düzenini
tehdit ve kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, bu kurallara
yönelik iptal hükmünün kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir
yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüştür.
VII- SONUÇ
29.8.1996 günlü, 4178 sayılı "İl İdaresi Kanunu, Terörle
Mücadele Kanunu, Kuvvetli Tayın Kanunu, Er Kazanından İaşe Edileceklere İlişkin
Kanun, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun ve Kimlik
Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un;
A- 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı İl İdaresi
Kanunu'nun 11. maddesinin (D) fıkrasının,
1- Birinci paragrafının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- İkinci paragrafının,
a- İkinci tümcesinde yer alan "... ve görevde kalış süresi
..." sözcüklerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Samia AKBULUT,
Mustafa BUMİN ile Ali HÜNER'in karşıoyları, Fulya KANTARCIOĞLU'nun
"Tümcenin tümüyle iptal edilmesi gerektiği" görüşü ve OYÇOKLUĞUYLA,
b- Onuncu tümcesinin "Kanun ve kanun
hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar"
yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Samia AKBULUT ile Lütfi F.
TUNCEL'in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- Onüçüncü tümcesinde yer alan "Bu harcamalar ... 1050
sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümlerine tabi
değildir" kuralının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Lütfi F.
TUNCEL'in "Tümcenin yalnızca 832 sayılı Yasa yönünden iptali
gerektiği" yolundaki karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
d- Kalan bölümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B- 2. maddesiyle 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na eklenen Ek Madde
1'in Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE, Ahmet Necdet
SEZER, Fulya KANTARCIOĞLU, Mahir Can ILICAK ile Rüştü SÖNMEZ'in, "Maddenin
beşinci tümcesinde yer alan 'Görevlendirilen mülki idare amiri ... genel
güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında,
limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü
deniz ve kara taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu
kuruluşları ve özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını
aratabilir' kuralının Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptali gerektiği"
yolundaki karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
C- 3. maddesiyle 3713 sayılı "Terörle Mücadele Kanunu'na
eklenen Ek Madde 2'nin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, Lütfi F.
TUNCEL'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
D- 7. maddesiyle 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer
Aletler Hakkında Kanuna eklenen Geçici Madde 9'un birinci tümcesinin,
1- "Bakanlar Kurulunun tespit edeceği illerde ..."
sözcüklerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Kalan bölümünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E- 10. maddesiyle 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanun'a eklenen Ek
Madde 1'in Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
F- 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı Yasa'nın 11. maddesinin
(D) fıkrasının ikinci paragrafının "Kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle
kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar" yönünden iptal edilen onuncu
tümcesi ile Yasa'nın 3. maddesiyle 3713 sayılı Yasa'ya eklenen Ek Madde 2'nin
iptali nedeniyle meydana gelen hukuksal boşluk kamu düzenini tehdit ve
kamu yararını ihlal edici nitelikte görüldüğünden, Anayasa'nın 153. maddesinin
üçüncü fıkrasıyla 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddesinin dördüncü ve beşinci
fıkraları gereğince BU KURALLARA YÖNELİK İPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMİ GAZETEDE
YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK BİR YIL SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
6.1.1999 gününde karar verildi.
|
|
|
Başkan
Ahmet Necdet
SEZER
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Sacit ADALI
|
|
|
|
Üye
Ali HÜNER
|
Üye
Lütfi F.
TUNCEL
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
|
|
Üye
Mahir Can
ILICAK
|
Üye
Rüştü SÖNMEZ
|
|
|
|
|
|
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
5442 sayılı İl İdaresi Yasası'na 4178 sayılı Yasa ile eklenen ek
1. maddenin beşinci tümcesinde, "Görevlendirilen mülki idare amiri
Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun arama ile ilgili
hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli
gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında,
binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, giren
çıkan yolcular ile bunlarda görevli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar
personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir"
denilmektedir.
Anayasa'nın "özel hayatın gizliliğini" düzenleyen 20.
maddesinin ikinci fıkrasında, yasanın açıkça gösterdiği durumlarda, yöntemine
göre verilmiş yargıç kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda
da yasayla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstünün, özel
kağıtlarının ve eşyasının aranamayacağı ve bunlara el konulamayacağı
belirtilmiştir.
Özel yaşamın gizliliğinin korunması bireyin temel haklarından
olması nedeniyle, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde güvence altına
alınmıştır. Buna ilişkin getirilecek sınırlamaların öze dokunmaması asıldır. Bu
bağlamda bireyin üstünün ve eşyalarının aranması sınırlama anlamına
geleceğinden, hangi durumlarda yapılacağına ilişkin belirsizlikler bu hakların
özünü zedeler. Belirsizlik sonucunda doğacak keyfi uygulamalardan insan onuru
zarar görür. Aramanın yapılacağı zorunlu durumların açıkça belirlenmesi bu
onurun güvencesidir.
İptali istenen kuralda, "kanunla yetkili kılınan merci"
gösterilmiş olmasına karşın bu yetkinin hangi durumlarda kullanılabileceğine
ilişkin yeterli açıklık getirilmemiştir. Genel güvenlik ve kamu düzeninin
korunması amacıyla aramanın yapılabileceğine yetki verilmesi, Anayasa'nın 20.
maddesinde öngörülen "gecikmesinde sakınca bulunan haller" kapsamında
düşünülemez. Genel güvenlik ve kamu düzeninin korunması amacı, sınırları
açıklığa kavuşturulmadıkça yargısal denetimi zor olan durumlardır.
"Gecikmesinde sakınca bulunan haller"in yasada açıkça gösterilmesi
gerekir.
Bu nedenle, 5442 sayılı İl İdaresi Yasası'na 4178 sayılı Yasa'yla
eklenen ek 1. maddenin beşinci tümcesinin Anayasa'nın 20. maddesine aykırı
olduğunu düşünüyor ve çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
|
Başkan
Ahmet Necdet
SEZER
|
|
KARŞIOY
YAZISI
4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı İl
İdaresi Yasası'nın 11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafının ikinci
tümcesinde yer alan, "... ve görevde kalış süresi ..." sözcüklerinin
iptaline ilişkin çoğunluk görüşüne aşağıda açıklanan nedenlerle katılmıyoruz.
5442 sayılı İl İdaresi Yasa'nın 4178 sayılı Yasa ile değiştirilen
11. maddesinin (D) fıkrasının ikinci paragrafında, vali tarafından askerî
birliklerden yardım istenmesi halinde, muhtemel olaylar için istenen askerî
kuvvetin, valinin görüşü alınarak olaylara hızla el koymaya uygun yerde,
cereyan eden olaylar için de olay yerinde hazır bulundurulacağı, olayların
niteliğine göre istenen askerî kuvvetin çapı ve görevde kalış süresinin vali
ile koordine edilerek askerî birliğin komutanı tarafından belirleneceği
belirtilmiştir.
Dava dilekçesinde, askerî kuvvetin çapı ve görevde kalış
süresinin, vali ile koordine edilse bile askerî birliğin komutanı tarafından
belirlenmesinin Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istenilmiş,
Anayasa Mahkemesi'nce, istenilen askerî birliğin çapının askerî birliğin
komutanınca belirlenmesinde, askerî birliğin olanak ve yeteneklerini en iyi
tanıyıp değerlendirebilecek konumda olan askerî birlik komutanına yetki
tanınmasında Anayasa'nın 2. ve 7. maddelerine aykırılık görülmez iken, askerî
kuvvetin görevde kalış süresinin vali ile koordine edilerek askerî birliğin
komutanı tarafından belirlenmesi Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk
devleti" ilkesine aykırı görülmüştür.
Olayların önlenmesi için istenen askerî birliğin görevde kalış
süresinin vali ile koordine edilerek askerî birliğin komutanınca belirlenmesine
olanak veren dava konusu kuralla, askerî birliğin komutanına olağanüstü hal
veya sıkıyönetim ilanı gibi bir yetki verildiği ve yönetimin de askerî
otoriteye devredildiği söylenemez. Unutmamak gerekir ki, sadece askerî kuvvetin
görevde kalış süresi, vali ile yapılacak koordinasyon sonucu, askerî birliğin
komutanı tarafından belirlenecektir. Askerî gücün çapının birliğin komutanı
tarafından belirlenmesine hak veren nedenler aynen görevde kalış süresinin
birlik komutanınca saptanmasında da geçerlidir. Zira, olayın niteliğine göre,
gerekli önlemin hangi çapta bir askerî kuvvetle bastırılabileceğini en iyi
bilebilecek durumda olan birlik komutanı, kuşkusuz ki birliğin görevde kalış
süresini de isabetli biçimde saptayabilecek konumdadır.
İstenen askerî kuvvetin çapı ile görevde kalış süresinin
belirlenmesinde askerî birliğin komutanına yetki verilmesiyle, sivil idarenin
askerî idareye devredildiği ve rejimin Anayasa dışı askerî bir rejim haline
geldiği yolundaki savlara da katılma olanağı yoktur. Çünkü, görev yapacak olan
askerî birlik, Olağanüstü Hal Yasası veya Sıkıyönetim Yasası ile askerî
yönetime verilen yetkileri kullanmayacak, sadece olağan dönemlerde kolluk
kuvvetlerinin sahip oldukları yetkilere sahip olacaktır. Başka bir anlatımla,
zorunluluk nedeniyle, kolluğun yetkileri askerî birlik tarafından
kullanılacaktır ki, bunun da askerî bir yönetim olmadığı açıktır.
Öte yandan, göreve gelen askerî birliğin görevde kalma süresini
kendisinin belirlemesi nedeniyle, görevini yerine getirmesine ve ihtiyaç
kalmasına karşın asli görevine dönmeyebileceği gibi bir kuşkuya da yer yoktur.
Zira, yönetim askerî idareye geçmediğinden böyle bir durumda vali, daha üst
mercilere başvurarak görevini bitirdiğini açıklamak suretiyle askerî birliğin
geri dönmesini sağlayabilecektir. Sonuç itibariyle vali askerî birliği
getirebilmek için hangi yollara başvurmuş ise gönderebilmek için de aynı yollara
başvurabilecektir.
Açıklanan nedenlerle, çağırılan birliğin görevde kalış süresinin
birlik komutanınca belirlenmesini sağlayan kuralda, Anayasa'nın 2. ve 7.
maddelerine aykırılık bulunmadığından, bu kurala yönelik iptal isteminin de
reddi gerekeceği oyuyla kararın bu bölümüne katılmıyoruz.
|
|
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Mustafa BUMİN
|
Üye
Ali HÜNER
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa Mahkemesi'nin 6.1.1999 günlü, E.1996/68, K.1999/1 sayılı
kararıyla, 29.8.1996 günlü, 4178 sayılı Yasa'nın kimi kurallarının iptaline
karar verilmiştir.
İptaline karar verilen kurallardan aşağıda belirtilenlere,
açıkladığım gerekçelerle katılmıyorum.
1- 4178 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle değiştirilen 5442 sayılı İl
İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin (D) fıkrasının onuncu tümcesinin, "kanun
ve kanun hükmünde kararnamelerle kurulan fonlardan yapılacak aktarmalar"
yönünden Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.
Onuncu tümce ile, 5442 sayılı Yasa'nın 11. maddesinin (d)
fıkrasında belirtilen hizmetler nedeniyle doğan acil ihtiyaçlar için yapılacak
harcamaların, İçişleri Bakanlığı bütçesine konulan ödenek ve buna ek olarak da,
Bakanlar Kurulu'nca uygun görülecek fonlardan yapılacak aktarmalarla
karşılanması öngörülmüştür.
Bakanlar Kurulu'nun belirleyeceği, hangi fondan ne miktarda
aktarma yapılacağının belirlenmesidir. Bu konuda bütün fonların bağlı olacağı
ortak bir kuralın belirlenmesi olanaklı değildir. Zira aktarma yapılacak döneme
göre, Bakanlar Kurulu'nca, fonların malî yapıları gözden geçirilecek ve buna
göre bir aktarmaya karar verilecektir. Bundan sonraki bölümü, fonların kendi
mevzuatlarının olur verdiği ölçüde yapılacaktır. Bu nedenlerle, kuraldaki
aktarma yetkisi, fon yasalarında değişiklik yapılması ya da yasama yetkisinin
devri olarak düşünülemez.
İlde çıkan ya da çıkması olası olayların önlenmesi için askerî
kuvvet kullanılması gerektiğinde, ortaya çıkan acil ve zururi gereksinimlerin
karşılanması bakımından, yönetime hemen uygulanabilir yetkilerin verilmesi
gerekir. Acil ihtiyaçların çapını ve bunlar için hangi fondan ne miktarda
aktarma yapılacağını önceden yasa ile belirleme olanağı yoktur. Böyle bir
durumda Bakanlar Kurulu'na verilen "aktarma yetkisi"ni, Anayasa'nın
7. maddesinde kurala bağlanan "yetki devri" olarak yorumlamak
olanaklı değildir. Nitekim benzer düşüncelerle, Anayasa Mahkemesi, 4160 sayılı
Yasa'nın 1. maddesiyle, 1050 sayılı Yasa'ya eklenen Ek Madde 8'in, üçüncü
fıkrasının, ikinci tümcesinde yer alan "ancak bunların (bütçe dışı
fonların) müşterek fon hesabında toplanan gelirlerinden Maliye Bakanı ve Hazine
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanın birlikte teklifi üzerine Başbakanın onayı
ile belirlenecek oran ve miktarlarda kesinti yapılarak genel bütçeye gelir
kaydedilir" biçimindeki kuralı; Başbakan'a verilen yetkinin, "Yetki
devri" niteliğinde olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Halbuki onuncu
tümce kuralında, aktarma yetkisi, Başbakana da değil, Bakanlar Kurulu'na
tanınmaktadır.
Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
2- (D) Fıkrasının onüçüncü tümcesinde yer alan "Bu harcamalar
... 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu
hükümlerine tabi değildir" kuralının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmiştir.
Kararda, 832 sayılı Yasa ile 1050 sayılı Yasa'nın birbirinin
tamamlayıcısı olduğu, bu nedenle de birlikte düşünülmesi gerektiği görüşü
ağırlık kazanmıştır. Halbuki, Devletin bilumun envalinin idare ve muhasebesini
düzenleyen, 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu, 832 sayılı Sayıştay
Kanunu'ndan ayrı kuralları içeren genel bir yasadır. Bu yasa, 832 sayılı
Sayıştay Yasası'nda olduğu gibi, anayasal bir kuralın gereğini yerine getirmek
için değil; devlet emvalinin idaresini ve muhasebesini düzenlemek üzere,
Anayasa'nın 87. maddesine uygun olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin takdir
yetkisini kullanarak çıkardığı bir yasadır. Bu nedenle, bu iki yasayı
birbirinden ayrılamaz ya da birbirinin devamı iki yasa olarak yorumlamak
olanaklı değildir.
Yasakoyucu bir yandan onüçüncü tümcede 1050 sayılı Yasa'nın
uygulanmamasını öngörürken, öte yandan da onbirinci tümcede, "Bu madde
uyarınca kuruluş ve kişilerden sağlanan ve satın alınan malzeme, araç ve
gereçlerin satın alma, kira ve kullanım bedelleri ile işçi ücretleri ve benzeri
giderler için ödeme emri beklenmez. İçişleri Bakanı veya valinin onayı yeterli
sayılır"; Ondördüncü tümcede de, "ödemeler usul ve esasları Maliye
Bakanlığının görüşü alınarak İçişleri Bakanlığınca yürürlüğe konulacak
yönetmelikle düzenlenir" kurallarına yer vererek, ödemelerin hangi
usullerle yapılacağını da hükme bağlamıştır. Nitekim, "Olayların
Önlenmesine İlişkin Tedbirler Dolayısıyla Yapılacak Acil ve Zorunlu
Harcamaların Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik" hazırlanarak,
30.12.1996 günlü, 22863 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
Kural olarak, kimi özellik ve ivedilik arz eden Devlet
harcamalarının usul ve esaslarının, 1050 sayılı Yasa dışında, anayasal
kurallara aykırı olmamak koşuluyla yasakoyucunun düzenleyeceği başka bir yasa
ile belirlenmesi ve ayrıntılarının saptanmasının da yönetmeliğe bırakılması,
Anayasa'nın 7. ve 87. maddelerine aykırılık oluşturmaz.
Açıklanan nedenlerle onüçüncü tümcede yer alan, 832 sayılı
Sayıştay Kanunu'na ilişkin hükmün, 1050 sayılı Yasa ile birlikte düşünülmesi ve
bu nedenle de iptal hükmünün her iki yasayı da kapsaması gerektiği yolundaki
çoğunluk görüşüne ve buna bağlı olarak da "Bu harcamalar ... 1050 sayılı
Muhasebe-i Umumiye Kanununa tabi değildir" kuralının da iptaline
ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
3- 4178 sayılı Yasa'nın 3. maddesiyle, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Yasası'nı eklenen, ek madde 2'nin, Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline karar verilmiştir.
Anayasa'ya aykırılık kararı, Anayasa'nın hukuk devleti ilkesini
kurala bağlayan 2.; herkesin, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip olduğunu kurala bağlayan 17. ve temel hak ve
özgürlüklerin Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla
sınırlanabileceğini ve bunun koşullarını belirleyen 13. maddesine
dayandırılmıştır.
Ek madde 2 de, "terör örgütlerine karşı icra edilecek
operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs
edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla
doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmaya yetkilidir"
denilmektedir.
Sırasıyla gözden geçirildiğinde, maddede kimi önemli
belirlemelerin yer aldığı ve ancak bunların oluşması halinde silah
kullanılabileceği anlaşılmaktadır.
- Öncelikle bir terör örgütü olacaktır. (Terör örgütünün ne anlama
geldiği, 3713 sayılı Yasa'nın 1. maddesinde açıklanmıştır.)
- Terör örgütüne karşı bir operasyon icra edilecektir.
- Bu örgüte güvenlik güçlerince "teslim ol" çağrısı
yapılacaktır.
- Teröristler bu "teslim ol" emrine itaat etmeyecek ve
silah kullanmaya teşebbüs edecektir.
Bu koşulların oluşmasından sonra, kolluk kuvveti görevlileri;
- Failleri etkisiz kılmak amacıyla;
- Doğruca ve duraksamadan;
- Hedefe karşı ateşli silah kullanabileceklerdir.
Maddede, ateşli silah kullanımında; bir oranlıkla ve ölçülülük
gözetilmiştir. Güvenlik güçlerinin hiçbir koşul gözetmeden rastgele ve öldürmek
kaydıyla ateş etmesi söz konusu olmadığı gibi, maddeden böyle bir anlamın
çıkarılması da olanaklı değildir.
Herşeyden önce maddede, teröristlerin silah kullanmaya teşebbüs
etmeleri halinde, güvenlik güçlerinin buna ateşli silahla mukabelelerine olanak
sağlandığı, bunun da saldırının önlenmesinde oranlılık ilkesinin aşılacağı anlamına
geldiği görüşlerinde isabet bulunmamaktadır.
Zira, yasakoyucunun iradesi, silaha silahla mukabele edilmesidir.
Birinde silah, diğerinde ateşli silah denilmesi bir anlatım biçimidir. Her
ikisinde de kastedilen ateşli silahlar olduğu düşünülmektedir.
Ayrıca maddede açıkça belirtilmese de, "silah kullanmaya
teşebbüs edilmesi halinde" denilerek silah kullanımının ancak yasal
savunma durumunda olacağı anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, "herkes,
yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir"
denildikten sonra son fıkrasında da mahkemelerce verilen ölüm cezalarının
yerine getirilmesiyle meşru müdafaa hali, bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması ... sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu
durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır
denilmiştir.
Madde içinde yer alan bu özel sınırlamanın yanısıra, temel hak ve
özgürlüklerin sınırlanmasıyla ilgili Anayasa'nın 13. maddesindeki genel
düzenlemede de, "Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu
düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın
korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde
öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak
kanunla sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç
dışında kullanılamaz.
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve
hürriyetlerin tümü için geçerlidir" denilmiştir.
Teröristlerle yapılan mücadelede, "teslim ol" emrine
itaat edilmeyerek, silah kullanılmaya teşebbüs edilmesi halinde, artık kimi
yorumların yapılmasına fazlaca bir zaman kalmayan, tam bir yasal savunma hakkı
doğmaktadır.
Kuşkusuz, saldırı ile savunma arasındaki dengenin aşılıp
aşılmadığı, yasal savunmayı gerektirecek nitelikte bir saldırının olup
olmadığının takdiri yargı yerlerine aittir. Bu gibi hususların en ince
ayrıntısına kadar yasa ile belirlenmesi olanağı bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza
Genel Kurulu'nun bir kararında da belirttiği gibi, "zaruret sınırının
aşılması konusunda failin o anda içinde bulunduğu ruh halini de adil bir şekilde
gözönünde tutmak lazımdır. Hakimin failin zaruret sınırını aşma derecesini
doğru olarak takdir edebilmesi için, kendisini tecavüze uğrayan ve o anda ruh
hali değişmesi icap eden failin yerine koyması gerekir."
Ek madde 2 ile güvenlik güçlerine tanınan silah kullanma yetkisi,
sadece 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası'nın öngördüğü koşullarda söz konusu
olacaktır. Bunun dışındaki silah kullanmalar polisin, jandarmanın ve Türk
Silahlı Kuvvetlerinin kendi özel yasalarına göre yapılacaktır.
Bu nedenlerle, yasa koyucunun, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü, millî güvenliği, kamu düzenini ve genel asayişi gözeterek
böyle bir düzenleme yapmasında, Anayasa'nın 2. ve 13. maddelerine bir aykırılık
bulunmadığı gibi, bir yasal savunma durumunun söz konusu olduğu hallerde ateşli
silah kullanılmasında da Anayasa'nın 17. maddesine bir aykırılık yoktur.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa'nın 2., 13. ve 17. maddelerine
aykırılık oluşturmayan Ek Madde 2'nin, iptali yönündeki çoğunluk görüşüne
katılmıyorum.
KARŞIOY
GEREKÇESİ
5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'nun 11. maddesinin, 29.8.1996 günlü
4178 sayılı Yasa ile değiştirilen (D) fıkrasının, Vali tarafından askeri
birliklerden yardım istenmesi halini düzenleyen ikinci paragrafının ikinci
tümcesinde, "Olayların niteliğine göre istenen askeri kuvvetin çapı ve
görevde kalış süresi vali ile koordine edilerek, askeri birliğin komutanı
tarafından belirlenir" kuralına yer verilmiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde söz edilen demokratik hukuk devletinin
önde gelen özelliklerinden biri de kriz hukukunun uygulanmasını zorunlu kılan
olağanüstü durumlar dışında yönetimin, sivil otoritelere ait olmasıdır. Bu
bağlamda, İl İdaresi Yasası da bir olağan dönem yasasıdır. Vali tarafından
askeri birliklerden yardım istenmesi ise olağan dönemdeki ayrık bir
durumdur. Bu nedenle, ilin yönetimi ve güvenliğiyle ilgili konularda işin
niteliği gereği askeri birliğin komutanı ile eşgüdüm zorunlu görüldüğünde de,
son kararın, Vali'ye ait olması gerekir. Tersine bir düşüncenin
demokratik hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmasına olanak bulunmadığından
dava konusu tümcenin yalnız "askeri birliğin görevde kalış süresi"
ile sınırlı olarak değil "çap"ını da kapsayacak biçimde tümüyle
iptali gerekmektedir.
Öte yandan, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu'na 29.8.1996 günlü 4178
sayılı Yasa ile eklenen Ek Madde 1'in beşinci tümcesine göre, görevlendirilen
mülki idare amiri Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun ile Gümrük Kanununun
arama ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere, genel güvenlik ve kamu düzeni
bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve
sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara
taşıtlarını, giren çıkan yolcular ile buralarda görevli kamu kuruluşları ve
özel kuruluşlar personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir.
Anayasa'nın "Özel hayatın gizliliği"ni düzenleyen 20.
maddesinin ikinci fıkrasında, "Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne
göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de
kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel
kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz" denilmektedir.
"Arama"yı, olağan dönemlerde yasanın açıkça belirlemesi
koşuluyla yargıç kararına bağlayan bu Anayasa kuralı, ancak gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde, kanunla yetkili kılınan merciin emriyle aramaya izin
vermektedir. Dava konusu kural ise, nitelikleri sınırlarının çizilmesine uygun
olmayan genel güvenlik ve kamu düzeni gibi nedenlerle, mülki idare amirine
gerekli gördüğü hallerde çok geniş bir arama yetkisi vermektedir. Oysa
Anayasa'nın 20. maddesine göre usulüne uygun olarak verilmiş bir yargı kararı
olmadıkça arama yapılabilmesi, "gecikmesinde sakınca bulunan
haller"le sınırlıdır. Dava konusu kuralla mülki idare emirlerine verilen
arama yetkisinin kullanılabilmesinde ise gecikmesinde sakınca bulunması halinin
aranmaması ve ne gibi durumların genel güvenlik ve kamu düzeni yönünden sakınca
yaratacağının belirtilmemesi. özel hayatın korunması konusunda
Anayasa'nın 20. maddesi ile tanınan güvenceleri yok ederek Anayasa'ya
aykırılık oluşturmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
|
|
|
Üye
Fulya
KANTARCIOĞLU
|
Üye
Mahir Can
ILACAK
|
Üye
Rüştü SÖNMEZ
|
|
|
|