ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1991/5
Karar Sayısı : 1992/9
Karar Günü : 18.2.1992
R.G. Tarih-Sayı :07.05.1992-21221
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ankara 8. iş Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 17.7.1964 günlü, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar
Yasası'nın Ek 5. maddesi iken yeniden sıralama yoluyla oluşan Ek 24. maddesine
20.6.1987 günlü 3395 sayılı Yasa'nın 15. maddesiyle eklenen (L) bendinde
yeralan "... ve iştiraklerden ..." sözcüklerinin Anayasa'nın 10. ve
49. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I- OLAY :
Davacı Gübre Fabrikaları TAŞ. Avukatı BE., 29.11.1990 günlü
dilekçesinde, yaşlılık malûllük ve ölüm aylığı bağlanan kişilere ödenen sosyal
yardım zamlarının Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından kendilerinden yazıyla
istenilmesine dayanak olan 506 sayılı Yasa'nın Ek 24. maddesi (L) bendinin
Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmüş, yerel iş Mahkemesi de Anayasa'ya
aykırılık savının ciddi olduğu kanısına vararak sözü geçen düzenlemeden yer alan
". ..ve iştiraklerden . . ." sözcüklerinin Anayasa'nın 152. ve 2949
sayılı Yasa'nın 28. maddeleri uyarınca iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne
başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ :
A. İPTALİ İSTENİLEN YASA KURALI :
506 sayılı Yasa'nın Ek 24. maddesine İtiraz konusu sözcükleri de
içeren (L) bendini ekleyen 3395 sayılı Yasa'nın 15. maddesi aynen şöyledir :
"MADDE 15. - 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa 2422 saydı
Kanunun 17 nci maddesi ile eklenen Ek Madde 5'e aşağıdaki (L) bendi
eklenmiştir.
L) Genel ve katma bütçeli idareler, mahalli idareler, döner
sermayeli kuruluşlar ile kanunla ve kanunların verdiği yetkiye istinaden
kurulan kuruluşlar ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamına giren
teşekkül ve kuruluşlarla bunların müessese, bağlı ortaklık ve iştiraklerinden,
çalıştığı en son kuruluş olarak ayrılmak suretiylekendisine 506 sayılı Kanun
hükümlerine göre malûllük, yaşlılık veya ölüm aylığı bağlanan kişilere ödenen
sosyal yardım zamları, Kurumca yazılı olarak istenmesi üzerine, bu kuruluşlar
tarafından en çok iki ay içinde Kuruma ödenir.
Kurumlar Vergisi mükellefiolan kamu kurum ve kuruluşları bu madde
gereğince yapılan ödemeleri Kurumlar Vergisi matrahından indirebilirler."
B. DAYANILAN ANAYASA KURALLARI :
1- "MADDE 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
2- "MADDE 49.-Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını
geliştirmek, için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeyi
elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.
Devlet, işçi - işveren ilişkilerinde çalışma barışının
sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler alır."
IV- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Necdet
DARICIOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Mustafa ŞAHİN, ihsan
PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROG-LU, Güven
DİNÇER ve Haşim KILIÇ'ın katılmalarıyla 14.2.1991 günü yapılan ilk inceleme toplantısında,
dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE kararverilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
işin esasına ilişkin rapor, başvuru karan ve ekleri, Anayasa'ya
aykırı olduğu ileri sürülen yasa kuralı ile İtiraza dayanak yapılan Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten
sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A- İtiraz Konusu Kuralın Anlamı, Amacı ve Hukuksal Niteliği :
Herhangi bir hukuk kuralının tek başına değil, içinde bulunduğu metnin
tümü gözönünde tutularak yorumlanması hukuk bilimince benimsenmiş
ilkelerdendir.
İtiraz konusu kuralın yer aldığı 3395 sayılı Yasa, genelde Sosyal
Sigortalar Kurumu'nun karşılaştığı finansman darboğazım aşarak bir yandan Kurum
gelirlerini artırmayı amaçlamakta, öbür yandan sosyal güvenliğin çalışanlar
yönünden daha iyi düzeye ulaştırılmasınıöngörmektedir.
Nitekim, Yasa'nın genel gerekçesinde Sosyal Sigortalar Kurumu'nun
daha cazip bir sosyal güvenlik kuruluşu olmasının hedeflendiği belirtilmiş ve
kimi maddelerinin iptali için açılan bir davada yapılan sözlü açıklamada
"... Türkiye'de 1950'de başlayan sosyal güvenlik uygulamaları . . . çok
hassas bir sistem olmasına ve batıdaki uygulamalarında çok uzun yıllar hiç
dokunulmamasına rağmen, ülkemizde maalesef sıklıkla bazı baskı gruplarının
isteği veya bazen politik kişilerin istekleriyle değişikliklere uğramış ve bu
değişiklikler sistemi son yıllarda gerçekten oldukça dejenere olmuş bir yapıya
getirmiştir. Nitekim iki sene önce de bu yapıyı kısmen düzeltebilme amacı ile
3395 sayılı Kanun'un çıkarılması zarureti ile karşılaşılmıştır. Bu kanun
esasında tamamen değil, ama hiç olmazsa belli ölçüde dejenerasyonu düzeltmeyi
veya daha da fazla bozulmasını önlemeyi amaçlamıştır." denilmiş ve böylece
sözü geçen Yasa'nın emeklilerine çok düşük düzeydeki emekli maaşlarının
ödeyemeyecek duruma gelen Sosyal Sigortalar Kurumu'nu mali güçlükten kurtarmayı
amaçladığı vurgulanmıştır.
İtiraz konusu kural ile de, aynı amaç doğrultusunda, kamu kurum ve
kuruluşlarının ayrıldığı en sonuncusundan 506 sayılı Yasa'ya göre malûllük,
yaşlılık ve ölüm aylığı bağlanan sigortalı ve hak sahiplerine ödenen sosyal
yardım zammı ödemelerinin Sosyal Sigortalar Kurumu'nca istenmesi üzerine bu
kuruluşlarca Kurum'a iki ay içinde ödenmesi sistemi getirilmiştir.
Sosyal sigortalarda sistem, çalışanların ücretlerinden kesilen
işçi payı ile işverence ödenen paydan oluşan sosyal sigorta primlerinin zaman
içinde sosyal güvenlik kuruluşlarca değerlendirilerek, doğan hakların finanse
edilmesini içermektedir. Bu genel anlayış dışında gelişen yasal düzenlemeler
sosyal sigortalan darboğaza sokmuştur.
Yasakoyucu tarafından, sosyal güvenlik sistemine uymayan hakların
verilmesi, sosyal güvenliğin temel ilkelerine aykırılığı yanında sistemin
çökmesine de neden olmaktadır. Sistemin zedelenmesi, finansmanda darboğazın
yaratılması, sosyal güvenlik kuruluşlarınca Anayasa'nın 60. maddesinde
öngörülen sosyal güvenlik haklarının verilmesini önleyici bir etkendir, bu
nedenle yasal düzenlemelerde bu durumun gözönünde bulundurulması gerekmektedir.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda sosyal güvenliğin temel
amacı şöyle açıklanmıştın "Toplumsal güvenlik politikasının temel hedefi
kalkınmanın yüklerinin ve nimetlerinin topluma hakça ve dengeli bir biçimde
yansıması, toplumsal gelişme ve değişmenin Anayasa'da öngörülen sosyal devlet
ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak gerçekleştirilmesidir."
Sosyal güvenliğin bu gerekleri, diğer sosyal güvenlik kuruluşları
ile sosyal sigortalar, sosyal yardımlar veya sosyal hizmetler yolu ile yerine
getirilir. Sosyal sigortalar, özel bir sosyal güvenlik türüdür. Burada
rizikonun denkleştirilmesi yanında, sosyal denkleştirme de önem taşır. Esasen
bu nedenle primlerin ve yapılacak yardımların miktarı sosyal görüşler esas
tutularak saptanır. Primlerin yüksekliği kural olarak sigorta edilen riske göre
değil, sigortalının ödeme gücüne göresaptanır. Türk sosyal sigorta sistemi,
başlangıçtan beri, özel ve isteğe bağlı sigortadan ayrı düzenlenmiş sigorta ve
sosyal yardım kurumlarının öğelerini içinde birleştirmiştir. Bu nedenle Sosyal
Sigortalar Yasası'nın 133. maddesiyle "özel sigortalara ilişkin
kanunlardaki hükümler sosyal sigortalar hakkında uygulanmaz," esası
konulmuştur.
Sosyal güvenliğin kişiler ve sosyal riskler açısından kapsamının
genişlemesi, yapılan yardımların artması ve özellikle sağlık yardımlarının
pahalı olması, ödenen yaşlılık aylıklarının geniş boyutlara ulaşması, sosyal
güvenliğin finansman sorununa güncellik kazandırmıştır. Günümüzde sosyal
güvenlik sistemlerinin içinde bulunduğu mali bunalım, finansman sorunlarına
çözüm arayışını yoğunlaştırmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki sosyal
güvenliğin sağlanması, her şeyden önce bir finans sorunudur. Bunu da her ülke
kendi koşullan içinde çözümlemektedir.
Anayasa, sosyal güvenliğin sağlanması hususunda Devlete büyük
görevler vermiş, öngörülen kimi sınırlama ve koşullarla tüm önlemleri alma
yükümlülüğünü getirmiştir. Anayasa, Devletin sosyal güvenlik görevini mali gücü
ile sınırlamıştır. 65. maddesinde:
"Devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen
görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek mali kaynaklarının
yeterliği ölçüsünde yerine getirir." denilmektedir. Burada Devletin sosyal
güvenliği sağlama görevine iki ölçüt getirilmiştir. Bunlardan biri, Devletin
kişilere mali kaynaklarının yeterliği ölçüsünde sosyal güvenlik sağlaması,
diğeri Devletin sosyalgüvenliğe mali kaynaklarını tahsis ederken ekonomik
istikrarın bozulmamasına dikkat etmesi ve sosyal güvenlik alanına ancak
ekonomik istikran bozmayacak derecede mali kaynak aktarılmasıdır.
İtiraz konusu kural, ülkemiz çalışanlarının büyük kesiminin sosyal
güvenliğini sağlama görevi ile Devletçe kurulan ve denetlenen bir sosyal
güvenlik kuruluşu olan Sosyal Sigortalar Kurumu'nun gelir kaynaklarının
azalarak işlevlerini yerine getirmeme tehlikesi karşısında, finansman
sorunlarının ve bozulan aktüeryal dengenin çözümüne kısmen yardımcı olmak
yönünden getirilmiş bir düzenlemedir.
B- Anayasa'ya Aykırılık Sorunu :
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, özel hukuk işverenleri için
öngörülmemesi-ne karşın, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye bağlı davacı
iştirakin işyerinde çalışıp malûllük, yaşlılık veya ölüm aylığı alarak işten
ayrılan kişilere ödenen sosyal yardım zamlarının Kurum'ca yazılı olarak
istenmesi üzerine bu kuruluş tarafından en çok iki ay içinde Kurum'a ödenmesini
öngören 506 sayılı Yasa'nın 3395 sayılı Yasa ile değişik Ek 24/L maddesinde yer
alan "... ve iştiraklerinden ..." sözcüklerinin Anayasa'nın 10.
maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırı olduğu yolundaki savıyla, kimi
kamu kurum ve kuruluşlarına ve bu arada iştiraklere böyle bir külfet
yüklenmesi, Anayasa'nın 49. maddesinde yer alan Devlet'in çalışanlarının yaşam
seviyesini yükseltmek, çalışanları korumak ve işsizliği önlemeye elverişli
ekonomik ortam oluşturmak görevini engeller biçimindeki savını ciddi bulmuştur.
1- Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden inceleme :
506 saydı Yasa'nın Ak 24. maddesine 20.6.1987 günlü, 3395 sayılı
Yasa'nın 15. maddesiyle eklenen (L) bendine göre, 233 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname kapsamına giren teşekkül ve kuruluşlarla bunların müessese, bağlı
ortaklık ve iştiraklerinden çalıştığı en son kuruluş olarak ayrılmak suretiyle
kendisine 506 sayılı Yasa hükümlerine göre malûllük, yaşlılık veya ölüm aylığı
bağlanan kişilere ödenen sosyal yardım zamlarının, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca
yazılı olarak istenmesi üzerine, bu kuruluşlar tarafından en çok iki ay içinde
ödeneceği öngörülmektedir. Bunun karşıt anlamından Devletin payı olmayan tüm
işyerlerinin bu tür bir yükümlülüklerinin bulunmadığı sonucu çıkmaktadır.
Sosyal risklerin yol açtığı gelir kayıplarına karşı ekonomik güvence sağlayan
sosyal güvenlik sadece sosyal sigortalarla değil, diğer sosyal güvenlik
kuruluşları, sosyal yardım ve sosyal hizmetler yoluyla sağlanır. Sosyal yardımın
tümüyle sosyal sigorta kapsamı içinde çözümlenmesi olanaksızdır. Sosyal
Sigortalar Kurumu'nun malvarlığı ve gelirleri, sosyal sigortalardan
yararlananlara ayrılmış olmasına karşın, Kurum'un geliri Devlet geliri, malı
Devlet malı ve kendisi de Devlet Kurumudur. Sosyal sigorta kuruluşları,
devletin yönetimi ve denetimi altındadır. Bu durum, devletebüyük sorumluluklar
yüklemektedir. Devlet, sosyal sigortaların gerektirdiği düzenlemelerin
yapılması ve bunların güncelleştirilmesiyle Kurum'un güçlü mali yapıda
tutulmasından sorumludur. Siyasi iktidarlar, Sosyal Sigortalar Kurumu'nun
yönetiminde, sosyalsigortacılığın teknik gereklerine uygun hareket etmek
zorundadırlar.
Yasakoyucu, İtiraz konusu düzenleme ile 233 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname kapsamındaki teşekkül ve kuruluşlarla bunların müessese, bağlı
ortaklık ve iştiraklerine böyle bir sosyal güvenlik yükümlülüğü getirirken öbür
işverenleri kapsam dışı tutmuştur. Bu biçim bir ayrım Anayasa'ya aykırılık
nedeni olarak kabul edilemeyeceği gibi; Yasama Organının, yukarda açıklanan
"Toplumsal güvenlik politikasının temel hedefi, kalkınmanın yüklerininve
nimetlerinin topluma hakça ve dengeli biçimde yansıması toplumsal gelişme ve
değişmenin Anayasa'da öngörülen sosyal devlet, sosyal adalet ilkelerine uygun
olarak gerçekleştirilmesidir." yolundaki Kalkınma Plânı olgusuna uyan bir
tercihi olarak görülmektedir.
Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen "kanun önünde eşitlik
ilkesi" Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararlarında vurgulandığı gibi ancak
hukuksal durumları ve nitelikleri benzer olanlar için söz konusudur. Kamu
iktisadi Teşebbüsleri Hakkında 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 2.
maddesinin altıncı fıkrasında "iştirak; iktisadi Devlet Teşekküllerinin
veya kamu iktisadi kuruluşlarının veya bağlı ortaklıklarının, sermayelerinin en
az yüzde onbeşine, en çok yüzde ellisine sahip bulundukları
şirketlerdir."denilmektedir, iştiraklerin teşkili ve nitelikleri başlıklı
27 . maddede de teşebbüs veya bağlı ortaklığın bir anonim şirkete iştirakinin
Yüksek Planlama Kurulu kararıyla olabileceği, iştirak paylarını sermaye
artırımında dahi yüzde onbeşin altına düşürülemeyeceği, aynı iştirake birden
fazla teşebbüs veya bağlı ortaklığın katılamayacağı ve iştiraklerin hisse
senetlerinin mülkiyetinin kimlerin olacağı hükme bağlanmıştır.
Aynı maddenin beşinci fıkrasında ise, iştiraklerin teşkilinde,
2983 sayılı Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması
Hakkında Kanun hükümlerinin saklı tutulması hususuna yer verilmiştir. 2983
sayılı Yasa'da, kalkınmada öncelikli yörelerde istihdamın artırılması amacına
yönelik yatırımlarda asgari iştirak payı yüzde on olarak belirlenmiştir.
Aynı anonim şirkete birden fazla teşebbüs veya bağlı ortaklığın
iştirak edemeyeceği hükmüne karşılık, uygulamada birden fazla teşebbüs veya bağlı
ortaklığın aynı iştirak hisselerine sahip bulunduğu görülmektedir.
Davacı Gübre Fabrikaları TAŞ. halka açık, sermayesinin % 15.29'u
gerçek kişilere,%39.41'i özel tüzel kişilere, %45.30'u da Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Sümerbank, Etibank,
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı ve Makina Kimya Endüstrisi Kurumu'na
ait bir iştirak olarak faaliyette bulunmaktadır.
İştirakler faaliyetlerini, Türk Ticaret Yasası hükümleri
doğrultusunda sürdürmekte iseler de, yukarda açıklandığı gibi ayrı nitelik
taşıyan kuruluşları ve sermaye kompozisyonları onları özel hukuk tüzel kişisi
ve gerçek kişi işverenlerinden farklı kılmıştır. Etkinliklerinin Türk Ticaret
Yasası'na bağlı oluşu bu farklılıkları ortadan kaldırmaz. Hukuksal durumları ve
nitelikleri farklı olan kuruluşlar ayrı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın
öngördüğü eşitlik bozulmaz.
Açıklanan nedenlerle inceleme konusu düzenlemeyi, nitelikleri ve
durumları özdeş kuruluşlar arasında eşitsizlik yaratan bir düzenleme saymanın
olanaksızlığı karşısında Anayasa'nın 10. maddesine aykırılık saptanamamıştır.
2- Anayasa'nın 49. Maddesi Yönünden inceleme :
Mahkeme, kâr amacı güden ve serbest piyasada rekabet durumunda
bulunan 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamındaki iştiraklerin, yaşlılık
aylığı bağlanabilecek durumda hizmeti olabilecek işçiyi, 506 sayılı Yasa'nın ek
24/L maddesi uyarınca Kurum'a ödemede bulunmamak için bu dönemden önce 1475
sayılı İş Yasası'nın 13. maddesine göre işten çıkarabileceği yolundaki varsayımını,
Anayasa'ya aykırılık nedeni görmüştür.
Hukuksal bir sorunla karşılaşıldığında uygulayıcılar, bunun
çözümünü yürürlükteki kurallara göre yapmak zorunda olup yasaların amacına
uygun olarak iyi niyetle uygulanması asıldır. Kötü niyetli uygulama olasılığı
iptal nedeni sayılamaz. Yasaların uygulanmasının doğuracağı sakıncalar değil,
yasanın kendisinin Anayasa'ya aykırı olup olmadığının incelenmesi Anayasa'ya
uygunluk denetiminin konusudur.
Bu nedenle, itiraz konusu kuralın, çalışma hakkı ve ödeviyle
ilgili Anayasa'nın 49. maddesine aykırı bir yönü de yoktur.
Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN, Haşim KILIÇ ile Yalçın ACARGÜN bu
görüşlere katılmamışlardır.
VI- SONUÇ :
17.7.1964 günlü, 506 sayılı "Sosyal Sigortalar Kanunu
"nün Ek 5. maddesi iken yeniden sıralama yoluyla oluşan Ek 24. maddesine
20.6.1987 günlü, 3395 sayılı Kanun'un 15. maddesiyle eklenen (L) bendinde yer
alan ". . . ve iştiraklerden" ibaresinin anayasa'ya aykırı olmadığına
ve İtirazın REDDİNE, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN, Haşim KILIÇ ile Yalçın
ACARGÜN'ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
18.2.1992 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
|
|
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
|
|
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz NAZAROĞLU
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1991/5
Karar Sayısı : 1992/9
233 sayılı KHK'de yer alan "iştirak" teriminin hukuksal
nitelemesi, Anayasa Mahkemesi yorumu ile kararının temelini oluşturmuştur.
Ticari şirketlerdeki kamu paylan hakkında özel hükümler ilk kez
440 sayılı "iktisadi Devlet Teşekkülleriyle, Müesseseleri ve İştirakler
Hakkında Kanun" ile hukukumuza girmiştir. 440 sayılı Kanunun 26. maddesi
devlet iştiraklerini, 27. maddesi ise teşekkül iştiraklerini tarif etmiştir.
233 sayılı kamu iktisadi teşebbüsleri hakkındaki KHK'nin 2/6
maddesi ile 27. ve 28. maddelerinde "iştirak" kavramı tarif edilmiş
ve bunlarla ilgin' kurallar konulmuştur.
iktisadi devlet teşekkülleri 3460, 23, 440 ve 233 sayılı yasalara
göre süreklilik gösteren bir şekilde, kamu hukuku kurallarına göre kurulurlar
ve devletle olan yönetim ve denetim ilişkileri dışında özel hukuk hükümlerine
tabidirler.
233 sayılı KHK'de, daha önce 440 sayılı yasada olduğu gibi kamu
iktisadi kuruluşlarının yapısı ve tabi olacağı hükümler düzenlenirken
"iştirak" kavramı, bir kamu kurumu veya özel hukuk kurallarına bağlı
bir şirket tipi olarak düzenlenmemiştir. Yasada "iştirak" kavramı
altında düzenlenen, özel hukuk tüzel kişisi olan ticari şirketlerde azınlık
teşkil eden kamu paylarının korunmasına yönelik kamusal müdahale ve
kurallardır. Bu kurallar, kamu paylarının yönetimi ve şirket yönetim kurulunda
kamunun temsili ile sınırlıdır.
Devletin ortak bulunduğu ticari şirketlerde bir kısım ortaklık
payı kamuya ait olduğu için bu şirketlerin özel hukuk hükümleriyle düzenlenen
statülerinde değişildik yapılamaz, bunlara kamusal nitelik verilemez ve ilgili
hükümler bu yönde yorumlanamaz.
Devlet, ancak yönetim ve denetimi kendisine ait olan kamu
kuruluşları için özel nitelikte bazı düzenlemeler yapabilir ve bu kuruluşlara
munzam külfetler yükleyebilir.
Dava konusu yasa hükmü ile özel hukuk tüzel kişisi olan
"iştiraklere" sosyal güvenlikle ilgili munzam bazı mali külfetler
yüklenmek suretiyle Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik kuralı ihlal
edilmektedir.
Ayrıca, özel hukuk işverenleri için öngörülmediği halde 233 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname'ye bağlı iştirakler için ek yükümlülükler getirilmesi,
Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik kuralını ihlal ettiği gibi, bu eşitsizlik
karşısında kendilerine yükümlülük getirilen iştiraklerin çalıştırdıkları ve
emeklilikaylığı bağlanabilecek düzeyde hizmeti olan işçilerini bu yükümlülükten
kurtulmak için 1475 sayılı Yasa'nın 13. maddesine göre işten çıkarabilecekleri
gibi ücret ve sosyal haklarına ilişkin olarak aleyhlerine işleme ve
uygulamalara gidilme zorunluluğu doğabileceği, bunun ise Anayasa'nın 49.
maddesinin amacına ve ereğine aykırı düşeceği de gözardı edilemez.
Bu nedenlerle 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun Ek 24.
maddesinin (C) bendinde yer alan "iştirakler" ibaresinin iptali
gerekeceği oyuyla karara karşıyız.
Başkanvekili
Güven DİNÇER
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Esas Sayısı : 1991/5
Karar Sayısı : 1992/9
506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası'nın Ek 24. maddesine 3395
sayılı Yasa'nın 15. maddesiyle eklenen (L) bendinde yer alan ve iptali istenen
". . . ve iştiraklerinden . . ." sözcüğünün hukuki yapısının farklı
yorumu çoğunluk ve azınlık düşüncelerini doğurmuştur.
233 sayılı Kamu iktisadi Teşebbüsleri Hakkında KHK'nin bazı
maddeleri "iştirak" kavramının hukuki yapısı hakkında açıklamalar
getirerek, özel hukuk tüzel kişisi olan şirketlere devletin en az % 15 en çok
da % 50 nisbetinde ortak olabileceği, her % 15 hissesi için şirketin yönetim
kurullarında temsilci bulunduracağını belirtmektedir. Devletin ticari
şirketlerdeki belirtilen paylarının varlığı hiçbir zaman o şirketin kamu hukuku
tüzel kişiliği kazandığı anlamına gelemez. Zira kamu hukuku tüzel kişileri
anayasanın 123. maddesine göre kanunla veya kanunun verdiği yetkiye dayanılarak
kurulur. Kuruluşlarında olduğu gibi son bulmaları da kanunla ya da konunun
verdiği yetki ile mümkün olur. Başka bir anlatımla kamu hukuku tüzel
kişilerinin kurulması ve son bulmaları kendi iradeleri içinde değildir. Kamu
kurumlarında kamu gücü ve otoritesi mevcuttur.
Kamu hukuku tüzelkişileri, kamu hukuku statüsünden faydalanmakta
olup mallan ve gelirleri özel koruma altında tutulur ve çalışanları da Ceza
Kanunu uygulaması açısından devlet memuru sayılır.
Kamu hukuku tüzel kişileri bu özellikleri ile tanınırken özel
hukuk tüzel kişilerinde bu ölçütleri görmek mümkün değildir. Özel hukuk tüzel
kişileri kendi iradeleri ile kurulur ve kendileri isterse faaliyetlerine son
verir. Kamu gücü ve otoritesi yoktur.
Dava konusu olan, devletin iştirakleri de özel hukuk tüzel
kişiliğine sahiptir. Devletin özel şirketlere iştirak şeklindeki sermaye
katkısının nispeti bunların hukuksal niteliğini değiştirmeye yetmez.
Devlet, kendi gücünü ve otoritesini kullandığı kamu kuruluşları
için her zaman özel düzenlemeler getirmesi mümkündür. Ancak iştirakler hakkında
getireceği yasal düzenlemeler özel hukuk tüzel kişiliğine sahip tüm şirketler
için geçerli olması gerekir. Aksi halde özel hukuk tüzel kişiliğine sahip
Devletin iştirakleri için ayrı, diğer özel şirketler için ayrı yapılan yasal
düzenlemeler anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Özel hukuk tüzel
kişileriyle aynı hukuki niteliğe sahip iştirakler arasında farklı uygulamalar
yapılamaz.
Genel ve katma bütçeli idareler, mahalli idareler, döner sermayeli
kuruluşlar, 233 sayılı KHK kapsamına giren teşekkül kuruluş ve bağlı
ortaklıklardan 506 sayılı Yasa gereğince emekli olanlara sigorta kurumunca
ödenen sosyal hizmet zammının bu kuruluşlardan geri istenerek Sosyal Sigortalar
Kurumu bütçesine döndürülmesi gayet doğaldır. Fakat yukarıda sayılan kamu
hukuku tüzel kişiliği olan kuruluşlar arasına tamamen özel niteliği bulunan
"iştirakleri" de dahil etmek devletin payı bulunmayan diğer özel şirketlerle
iştirakler arasında eşitsizlik doğrudur.
Belirtilen gerekçelerle "ve iştiraklerinden" sözcüğünün
iptali gerekirken, aksi yönden oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.