ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1992/8
Karar Sayısı: 1992/39
Karar Günü: 16.6.1992
R.G. Tarih-Sayı :06.10.1992-21367
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Nevşehir Asliye Ceza Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU: 8.6.1936 günlü, 3005 sayılı "Meşhud Suçların
Muhakeme Usulü Kanunu"nun l/B., 8., 12. ve 15. maddeleriyle bu Yasa'ya
göre çıkarılmış "3005 Saydı Kanuna Göre Cumhuriyet Müddeiumumileriyle
Zabıta nın Vazifelerini Ne Suretle Yapacaklarına Dair Talimatname"nin
tamamının, Anayasanın 2., 7., 10., 18., 37., 38., 50., 115., 124., 138. ve 142.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptali istemidir.
I- OLAY :
Sanığın, 27.11.1991 günü şevkine memur edildiği hükümlünün
kayıtsızlık ve tedbirsizlik sonucu kaçmasına neden olduğu savını içeren
Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 28.11.1991 günlü, 1991/905-483 sayılı
iddianamesiyle, 3005 sayılı Yasa hükümlerine göre yargılanması ve eylemine uyan
Türk Ceza Yasası'nın 2370 sayılı Yasayla değişik 303. maddesi uyarınca
cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
Nevşehir Asliye Ceza Mahkemesi, 24.12.1991 günlü ikinci oturumda,
baktığı davada uygulamak durumunda olduğu 3005 sayılı Yasanın l/B., 8., 12.,
15. maddeleri ile bu Yasaya göre çıkarılmış Talimatname'nin Anayasa'nın 2., 7.,
10., 18., 37., 38., 50., 115., 124., 138., ve 142. maddelerine aykırı olduğu
kanısıyla doğrudan Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar vermiştir.
Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 2. maddesinde yazılı Cumhuriyetin
"Hukuk devleti" ilkesi ile çelişmeyen benzer durumların aynı çözümlere
bağlanmasını öngören, bazılarını kayına kural konulmasını yasaklayan 10.
maddesinde yer alan "kanun önünde eşitlik" ilkesine de aykırı
düşmeyen itiraz konusu kurala yönelik Anayasa'ya aykırılık savının 1163 sayılı
"Kooperatifler Yasası'nın kimi maddelerinin değiştirilmesi ve bu kanuna
kimi maddeler eklenmesi hakkındaki 6.10.1988 günlü, 3476 sayılı Yasa'nın 26.
maddesiyle getirilen Ek 2. maddenin 4 numaralı bendinden sonra gelen, "Bu
maddede öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezalar paraya tahvil edilemez." kuralının
maddenin 2 numaralı bendindeki "genel kurulu olağan toplantıya çağırmayan
yönetim kurulu üyeleri" ile sınırlı olarak reddi gerekir.
III- YASA METİNLERİ :
A. iptali istenen Yasa Kuralları :
3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu'nun iptali
istenen maddeleri aynen şöyledir :
1. "Madde l- (Değişik : 27/6/1938 - 3498/1 md.) Faili suçu
işlediği sırada veya pek az sonra yakalanan :
B) (Değişik : 1/12/1980 - 2349/1 md.) Asliye teşkilatı olan
yerlerdeki belediye sınırlan içinde ve panayırlarda işlenen ağır ceza
mahkemelerinin vazifeleri dışındaki meşhud cürümlerle Türk Ceza Kanunun 529,
534, 536, 537, 539, 545, 547, 548, 551, 565, 567, 568, 571, 572, 573, 574, 575
ve 576 inci maddeleri ile 540 inci maddenin ikinci fıkrasında yazılı meşhud
olarak işlenen kabahatler hakkında takip ve duruşma bu Kanun hükümlerine
tabidir."
2. "MADDE 8- Maznunun yakalandığı günde mahkemeye sevk
edileceği sırada çalışma zamanı bitmiş veya herhangi bir tatil gününe tesadüf
etmiş ise Cumhuriyet Müddeiumumisi mahkemeyi hemen çalışmaya davet edebileceği
gibi maznunun mahkemeye şevkini ertesi güne de bırakabilir.
Şu kadar ki, Cumhuriyet Müddeiumumisi tarafından dördüncü maddede
yazılı sebepten dolayı maznunun mahkemeye şevki ertesi güne bırakılmış ise
yukarıdaki fıkrada yazılı sebeple de olsa maznunun mahkemeye şevki ikinci bir
teahhura uğratılamaz."
3. "MADDE 12- Maznunun isteği üzerine mahkeme müdafaasını
hazırlamak için en çok üç günlük mühlet verir."
4. "MADDE 15- Ceza işlerini gören asliye mahkemesi herhangi
bir sebeple çalışamadığı hallerde meşhud suç hakkındaki duruşmayı oranın asliye
hukuk işlerine bakan mahkeme görür.
Sulh mahkemelerinin göreceği meşhud suçların muhakemesi sulh
hakimi bulunmadığı zaman asliye mahkemesinde görülebileceği gibi asliye
mahkemesinin çalışmadığı zamanlarda bu mahkemeye ait işler sulh hakimi
tarafından da görülebilir."
B. Dayanılan Anayasa Kuralları :
İtiraz başvurusuna dayanak yapılan Anayasa kuralları da şunlardır :
1. "MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2. "MADDE 7.- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez." 3. "MADDE 10. - Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
4. "MADDE 18.- Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.
Şekil ve şartlan kanunla düzenlenmek üzere hükümlük veya
tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan
istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen
vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma
sayılmaz."
5. "MADDE 37.- Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka
bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz."
6. "MADDE 38.- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu
işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza
verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçlan konusunda
da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla
konulur. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarım suçlayan bir
beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza sorumluluğu şahsidir. Genel müsadere cezası verilemez.
İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir
müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir.
Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez."
7. "MADDE 50. - Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan
işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar
çalışma şartlan bakımından özel olarak korunurlar.
Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.
Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin haklan ve
şartlan kanunla düzenlenir."
8. "MADDE 115.- Bakanlar Kurulu, kanunun uygulanmasını
göstermek veya emrettiği işleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve
Danıştayın incelenmesinden geçirilmek şartıyla tüzükler çıkarabilir.
Tüzükler, Cumhurbaşkanınca imzalanır ve kanunlar gibi
yayımlanır."
9. MADDE 124.- Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri,
kendi görev alanlarım ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını
sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler
çıkarabilirler.
Hangi yönetmeliklerin Resmi Gazetede yayımlanacağı kanunda
belirtilir."
10. "MADDE 138.- Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm
verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarım hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
11. "MADDE 142. - Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri,
işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir."
IV- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Yekta Güngör
ÖZDEN, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN, Mustafa ŞAHİN, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN,
Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROGLU, Haşim KILIÇ ve Yalçın ACARGÜN'ün
katılmalarıyla 28.1.1992 günü yapılan ilk inceleme toplantısında;
A. Anayasa'nın 148. ve 152. maddeleriyle Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında 2949 sayılı Yasa'nın 28. maddesi
karşısında "3005 sayılı Kanuna göre Cumhuriyet Müddeiumumileriyle
Zabıtanın Vazifelerini Ne Suretle Yapacaklarına Dair Talimatname"nin
iptaline ve yokluğun saptanmasına ilişkin istemin Anayasa Mahkemesi'nin
görevine girmediğine,
B. 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu'nun 1.
maddesinin (B) bendi, 1.12.1980 günlü, 2349 sayılı Yasa ile değiştirilerek
Anayasa'nın geçici 15. maddesi kapsamında bulunmakla Anayasa'ya aykırılığı
ileri sürülemeyeceğine, Güven DİNÇER'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA;
C. Yasa'nın 15. maddesinin itiraz yoluna başvuran Mahkemenin
baktığı davada uygulayacağı kural bulunmadığına, Güven DİNÇER, Servet TÜZÜN,
Mustafa ŞAHİN, Ahmet N. SEZER ve Yalçın ACARGÜN'ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
D. Esasa ilişkin incelemenin Yasa'nın 8. ve 12. maddeleri yönünden
yapılmasına, OYBİRLİĞİYLE,
28.1.1992 gününde karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru karan ve ekleri, iptali
istenilen Yasa kurallarıyla dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri
ve öbür yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü
:
A. İTİRAZ KONUSU KURALLARIN ANLAM VE KAPSAMI :
İlk inceleme aşamasında verilen karar uyarınca Anayasa'ya uygunluk
denetimi, 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Yasası'nın 8. ve 12.
maddeleriyle sınırlandırılmış bulunmaktadır. Ancak, yapılacak irdelemeyle
sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için, 8.6.1936 kabul tarihli bu Yasa'nın
tarihsel gelişiminin ve çıkarılmasında etken olan hukuksal ve toplumsal
gereksinimlerin kısaca açıklanması yararlı görülmüştür.
Öğretide ve yargı çevrelerinde yerleşmiş ortak kanıya göre, ceza
davalarında usûl yasalarının işlevi ceza yasası kadar önemli, tüm adalet
sistemi üzerindeki etkileri ise daha fazladır. Bu nedenledir ki, kimi ülkelerde
iyi bir usul sisteminin ceza kurallarının sakıncalarını düzelttiği ve
yetersizliklerini giderdiği görülmüş, ama tersine bir durum gözlenmemiştir.
1750 yılında İngiltere, Londra'nın bir kesiminde tek yargıçtan
oluşan bir mahkeme kurarak bu yerde işlenen önemsiz suçlara ilişkin davaların
görülmesini seri yargılama usulüne bağlı tutmuştur. Uygulanan, basit ve seri
usulden olumlu sonuçlar alınınca 1792 yılında ikinci bir mahkeme
oluşturulmuştur. 1839'dan başlayarak tüm Londra'ya ve öteki büyük kentlere
yaygınlaştırılmıştır. 1863'te Fransa'nın ve onu izleyen diğer ülkelerin de
sistemi kabullendikleri görülmüştür (TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt: 12, 8.6.1936,
İçtima : 75, Celse: l, S. 91-93).
Ülkemizde ise, anılan yargılama yöntemine ilişkin 3005 sayılı
Yasa, 1936 yılında kabul edilmiştir. Yasa tasarısının gerekçesini benimseyen
TBMM Adalet Komisyonu, amacı, günümüz anlatımıyla şöyle açıklamıştır.
"Gözönünde işlenen suçlar, asayişi bozmakla beraber, halkta
heyecan da uyandırır. Böylesine durumlarda suç failleri hemen yakalanıp norma)
usul işlemlerinden ayrı ve daha çabuk usullerle kovuşturulmalı, kaybolmalarına
meydan bırakmadan kanıtlar saptanmalı, suçlular mahkeme önüne çıkarılarak
duruşmalar yapılmalı, kısa bir sürede cezalandırılmaları sağlanmalıdır. Bu
usulün yaran, her yönden açıktır.
Tasan, bu yararlardan başka, suçüstü durumlarda, kovuşturma ve
duruşmanın kısa bir sürede sonuçlandırılarak sanığın tutukluluğunun uzamasını
önlemek gibi kişi özgürlüğünün dokunulmazlığı ilkesine uygun bir amaç ta
gütmektedir." (Adliye Encümeni Mazbatası, TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt: 12,
Sayısı : 208, S. 4).
TBMM'ndeki görüşmeler sırasında tasarının tümü üzerinde Hükümet
adına görüşlerini açıklayan Adalet Bakanı, Yasa'nın anlam ve önemini, yine
günümüz anlatımıyla şöyle vurgulamıştır :
"Ceza işlerinde usûl kuralları, iki temel hedefe birden
erişmek ister. Bir yandan suç işleyenin kısa bir sürede ve derhal cezaya çarpılması
toplum için ne kadar önemli bir beklenti ise, öte yandan sanığın suçlu olup
olmadığının esaslı, ve yansız incelenmesi, suçlu için de o derece gereklidir.
Bu hususlardan biri toplumun, diğeri de bireyin yararım korur. Denilebilir ki,
ceza usulü kuralları, dıştan birbirine karşıt görünen bu iki yaran bağdaştırmak
düşüncesinden doğmuş ve bu iki yarar arasında bir denge sağlanması yargılama
usulü yasalarının ereğini oluşturmuştur.
Sadelik, çabukluk ve adalet, usûl kurallarının başlıca amacıdır.
Gerçekten, ceza, suçun işlenmesinden sonra ne ölçüde hızla uygulanırsa, o
oranda etkili ve ibret verici olur. Aklanma durumunda da yargılama, ne kadar
çabuk sonuçlanırsa, zan alanda tutulanların yararlan o oranda az ihlal edilmiş
olur. Bu düşünce, işin uzun süreler ve karışık işlemlerle uzatılmamasını
gerektirir. Ancak, ne sadelik ne da çabukluk, hak ve adaletin feda edilmesi
bahasına kurulmamalıdır.
Karmaşık işlerde suçlunun açığa çıkarılması için izlenen yöntemin,
suçun işlenmesi sırasında faili görülmüş ya da kanıtlan derhal toplanmış olan
suçlara ilişkin davalarda da uygulanması, herhalde gereksiz ve çoğu kez zararlı
olur. Bu nedenledir ki, usûl kurallarında bütün suçlara uygulanması olanaklı
ortak hükümlerin yanı başında, bir de suçun içerik ve niteliğine ya da işleniş
tarzına göre değişik kurallara rastlanmaktadır.
Suçüstü durumunda yakalanan kimsenin, suçu işlediği çoğu kez açık,
hatta ikrarla teyit edilmiş obuasına karşın, Ceza Usulü Yasası'nda varolan
biçim ve işlemlerin yürütülmesi, bir yandan kovuşturmanın uzamasını, öte yandan
sanığın uzun süre ve yararsız olarak tutuklu kalmasını ya da zan altında
bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Böyle bir durumun doğal sonucu, işin gereksiz
yere gecikmiş, cezanın da etkisini o oranda yitirmiş olmasıdır. Bu gecikme,
toplumun olduğu kadar, sanığın da yararına uygun değildir. Özellikle, suçüstü
olaylarının kamuoyu üzerindeki etkileri daha şiddetli, eylemin oluşunda
yakalanan kimsenin uzun süre cezasız kalmış olmasının toplumsal sonuçlan daha
çok vahim olur. Aklanacak bir sanığın bu koşullar altında uzun süre zan altında
kalması batta tutuklu bulunması hiç de arzu edilir bir durum oluşturmaz."
(TBMM Zabıt Ceridesi, Cüt : 12, 8.6.1936, içtima : 75, Celse : l, S. 91-93).
Ellialtı yıldan bu yana uygulana gelen 3005 sayılı Yasa, ileri
ülkelerde ceza yargılaması yönteminde görülen evrime koşut olarak
çıkarılmıştır. Yasa'nın 1. maddesindeki nitelemeye göre suçüstü kavramı,
"Faili, suçu işlediği sırada veya pek az sonra yakalanan. . ."
eylemleri kapsar. Bu niteleme, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın 127.
maddesinin aşağıya alınan üçüncü ve dördüncü fıkralarındaki tanımla tam bir
uyum içindedir :
"İşlenmekte olan suç meşhud suçtur.
Henüz işlenmiş olan suç ile suçun işlenmesinden hemen sonra zabıta
veya suçtan zarar gören şahsın yahut başkası tarafından takip edilerek veya
suçun pek az evvel işlendiğini gösteren eşya veya izlerle yakalanan kimsenin
işlediği suç da meşhud suç sayılır."
Anayasa Mahkemesi, 3005 sayılı Yasa'ya ilişkin bir kararında,
"... adaletin yolunu çapraşık usul hükümlerinden temizleyen böyle bir
kanunun, . . . uygulamadan alınan sonuçlarla da belirlendiği üzere, ülke için
zorunlu ve yararlı olduğu su götürmez." kanısına varmış, Yasa'nın 1.
maddesini Anayasa'ya aykırı bulmamıştır. (E. 1969/8, K. 1969/37, AMKD., Cilt :
7, S. 358-359).
Yasanın suçüstünü tanımlayan, bunlar baklandaki özel yargılama
usulünün kapsamını belirleyen 1. maddesinin ilk düzenleme biçiminde, ağır
cezalık suçların yargılanması, Yasa'nın uygulama alanı dışında bırakılmış,
kabahat türünden suçlardan ancak maddede sayılanlar bu yönteme tabi tutulmuştu.
Daha sonra 27.6.1938 günlü, 3498 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle yapılan
değişiklik sonucunda, Ağır Ceza Mahkemelerinin görev yaptığı belediye sınırlan
içinde işlenen ağır cezalı suçüstü cürümler de yasa kapsamına alınmıştır.
1.12.1980 gün ve 2349 sayılı Yasa'nın 1. maddesiyle gerçekleştirilen
değişiklikle de, Yasa kapsamındaki kabahat türünden suçlara Türk Ceza
Yasası'nın 529., 534., 536., 537., 539., 545., 547., 548., 551., 565., 567.,
568., 571., 572., 573., 574., 575., ve 576. maddeleri ile 540. maddenin ikinci
fıkrasında yazılı, suçüstü olarak işlenen kabahatler de eklenmiştir. Böylece,
3005 sayılı Yasa'nın uygulama alanı daha da genişletilmiştir.
B. İTİRAZ KONUSU KURALLARIN ANAYASA'YA AYKIRILIĞI SORUNU :
1- 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu'nun 8.
maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu :
a) Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden inceleme :
İtiraz yoluyla anayasa Mahkemesi'ne başvuran mahkeme, bu konudaki
savlarını kısaca şöyle açıklamaktadır :
3005 sayılı Yasa'nın 8. maddesi ile "3005 Sayılı Kanuna Göre
Cumhuriyet Müddeiumumileriyle Zabıtanın Vazifelerini Ne Suretle Yapacaklarına
Dair Talimat-name"nin 29. maddesi uyarınca, sanığın yakalandığı günde
mahkemeye sevk edileceği sırada çalışma zamanı bitmiş ya da herhangi bir tatil
gününe rastlamış olsa da, Cumhuriyet Savcısı mahkemeyi hemen toplantıya
çağırabilmektedir. bu durum, Anayasa'nın 2. maddesindeki ". . . adalet
anlayışı. . ."na ve "insan haklarına saygılı. . ." olma ilkesiyle
". . . demokratik, . . . sosyal bir hukuk Devleti" niteliğine
aykırıdır.
Anayasa Mahkemesi'nin 8.7.1971 günlü, Esas 1971/28, Karar 1971/64
sayılı 3005 sayılı Yasa'ya ilişkin kararındaki irdelemeye koşut olarak
denebilir ki, 1982 Anayasası, ceza ve ceza usulü alanlarıyla ilgili birkaç
genel ve temel nitelikteki ilkeyi belli etmekle yetinmiş, 142. maddesinin (1961
Anayasası, Madde 136) "Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi
ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir." biçimindeki hükmüyle yargılama
usullerine ilişkin kuralların yasalarla düzenlenmesini öngörmüştür. O nalda
yargılama yöntemleri, genel usul yasalarıyla düzenlenebileceği gibi, usul
hükümleri özel usul yasalarında ya da herhangi bir yasada da yer alabilir. Bu
nedenledir ki, kimi yerlerde suçüstü olarak işlenen kimi suçların
kovuşturulmasına ve yargılanmasına ilişkin kuralların 3005 sayılı Yasa'yla
düzenlenmesinde Anayasa'ya aykırılık sözkonusu edilemez.
Sadelik, çabukluk ve adalet usul kurallarının nitelikli düzeyini
belirler. Suçun işlenmesinden sonra yargılama ne kadar çabuk sonuçlanır ve
eylemcisi ne kadar hızla cezalandırılırsa, uygulama da o ölçüde etkili ve ibret
verici olur. Aklanma durumunda ise, sanığın çıkarları ve onuru korunur. Bu
nedenle, toplumun beklentileriyle sanıkların anayasal koruma altındaki temel
hak ve özgürlükleri arasında, zaman yitirilmeden kurulan uyumlu, güvenli ve
barışçı dengenin, adalet anlayışına ya da insan haklarına duyulması gereken
saygıya aykırı olduğunu kabul etmek olanaksızdır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi'nin bir çok kararında belirtildiği
üzere, hukuk devleti olmanın temel koşulu, devletin tüm işlem ve eylemlerinin
hukuk kurallarına uygun olmasıdır. Hukuk devleti, insan haklarına saygı
gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her eylem ve işlemi
hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinden
uzaklaştığında niteliğinin geçersiz kalacağını bilen devlettir.
Açıklanan nedenlerle, 3005 sayılı Yasa'nın 8. maddesiyle suçüstü
yargılamasında, sanığın mahkemeye sevk edileceği sırada çalışma zamanının
bitmiş ya da bir tatil gününe rastlamış olması durumunda , mahkemeyi hemen
çalışmaya çağırma yetkisinin Cumhuriyet Savcısı'na verilmiş olması Anayasa'nın
2. maddesine aykırı değildir.
b) Anayasa'nın 18. Maddesi Yönünden inceleme.:
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bu konudaki savı özetle şöyledir
:
3005 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca suçüstü durumlarında
çalışma saatleri dışında ya da tatil günlerinde görevlilere hiçbir ücret
ödenmeden Cumhuriyet Savcısı tarafından mahkemenin hemen çalışmaya
çağırılabilmesi bir "angarya" dır. Ana-yasa'nın 18. maddesinin
öngördüğü "Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır."
kuralına aykırıdır.
Daha önce sözü edilen 3005 sayılı Yasa'ya ilişkin Anayasa Mahkemesi
kararında da belirtildiği üzere, ceza yargılama usulleri konusundaki yasalar,
Anayasa'ya göre, yargılama çalışmalarına ya da yargılama ile doğrudan doğruya
veya dolayısıyle ilgili öteki adli çalışmalara katılanların, bu çalışmalarının
karşılığı olarak hak edecekleri ücretleri ne yolda alacaklarına ilişkin mali
esas ve kuralları kapsamak zorunda değillerdir. Bu bakımdan, yargılama usulleri
hakkındaki bir genel ya da özel yasa veya kurala, bu yolda bir esas konulmamış
olmasının da anayasa'ya aykırılığından söz edilemez. Aslında, hizmeti
dolayısıyla kamu görevlilerince yapılacak her çeşit çalışmalar karşılığında
alacaklarının belli edilmesi ve ödenmesi hakkındaki esas ve kurallar, genel
olarak mali yasalarla kuruluş ya da personel yasalarında ya da harç tarifesi
gibi metinlerde yer almaktadır. Görevlilerin bir yargılama usul yasasına ya da
kuralına dayanarak yapacaktan çalışmalar karşılığında kendilerine ne yolda
ücret ödenileceğine ilişkin bir esas ya da kuralın aynı yasaya ya da kurala
konulmamış olması ise, bu çalışmalar için görevlilere bir ücret verilmeyeceği
anlamına gelmez.
Nitekim, 3005 sayılı Yasa'ya ve özellikle bu Yasa'nın 8. maddesine
göre, günlük olağan çalışma saatleri dışında ve resmi tatil günlerinde
yapılacak yargılama çalışmaları karşılığında görevlilere ne yolda ücret
verileceğini gösterir esas ve kuralların bu Yasa'yla düzenlenmemiş olması, bu
konuda başka yasalara gerekli esas ve kuralların konulmasına ve görevlilerin
hakedişlerini bunlar çerçevesinde istemelerine engel olamaz.
Olağan çalışma saatleri dışında ya da resmi tatil günlerinde
yapılması yasa gereği olan yargılama çalışmaları "angarya" da
sayılamaz. Anayasa Mahkemesi'nin 6.3.1964 günlü, Esas 1963/358, Karar 1964/17
sayılı kararındaki tanıma göre, "Angarya bir maldan ya da bir kişinin
çalışmasından karşılıksız yararlanma"dır. Bu tanım çerçevesinde, yargılama
işlerinde görevlilerin çalışmalarından bu biçimde yararlanıldığı ileri
sürülemez. Çünkü, iptali istenen Yasa kuralında görevlilerin çalışmalarına
karşılık kendilerine bir ücret verilmeyeceğine ilişkin bir hüküm yer almadığı
gibi, kamu görevlilerinin her çeşit çalışmaları karşılığında aylık ve
ücretlerini ve öteki akçalı haklarını nasıl alacaktan, yasalarda özlük
haklarına ilişkin kurallar arasında belli edilmektedir. Yargıçlar, nitelikleri,
çalışma koşullan, mali ve sosyal haklan yönünden diğer kamu görevlilerinden
farklıdırlar. Bu farklılık, yargı hizmetinin doğası gereği olup, bunlar
yargıçlar için ne bir ayrıcalık ne de yüktür. Yargıçların özel çalışma koşullan
bir bütündür ve angarya ile ilgisi karalamaz. Bu nedenlerle 3005 sayılı
Yasa'nın 8. maddesindeki itiraz konusu kural, Anayasa'nın 18. maddesine aykırı
değildir.
c) Anayasa'nın 50. Maddesi Yönünden inceleme :
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, 3005 sayılı Yasa'nın 8. maddesinde
yer alan ve resmi çalışma saatleri dışında ya da tatil günlerinde Cumhuriyet
Savcısı'nın mahkemeyi toplantıya çağırabilme kuralının, Anayasa'nın 50.
maddesinin-son fıkrasındaki "ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli
yıllık izin haklan ve şartlan kanunla düzenlenir." biçimindeki hükümle
bağdaşmadığını, itiraz konusu yasa kuralının, hafta ya da bayram tatillerindeki
ücretli çalışmaları düzenleyen öteki yasalara da aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa'nın 148. maddesinin açık ve
kesin kuralından da anlaşılacağı üzere, yasaların yasalara aykırılığı konusu,
Anayasa'ya uygunluk denetiminin dışındadır.
Suçüstü durumlarının özellik ve koşullarıyla sınırlı olarak, resmi
çalışma saatleri dışında ya da tatil günlerinde Cumhuriyet Savcısının mahkemeyi
çalışmaya çağırabilmesi, görevinden soyutlanamayacak bir yetkidir. Bu yetkinin,
kullanımının, Anayasa'nın 50. maddesinin son fıkrasındaki değişik amaçlara
yönelik düzenlemeye ' koşut olarak bir takvime bağlanması, nerede ve ne zaman
ortaya çıkacağı önceden bilinmesi olanaksız suçüstü olaylarının doğasıyla
bağdaştırılamaz.
Aslında bu hizmetlerin büyük bir bölümü ve biç kuşku yok ki
bunların başında gelen yargılama çalışmaları asli ve süreklidir. Bu bakımdan,
böyle bir hizmetin gerektirdiği görevlerin niteliği ve koşullan nedeni ile,
sürekli ya da olağan çalışma saatleri dışında ve hatta resmi tatil günlerinde
yerine getirilmesini zorunlu gören bir yasa hükmünün de Anayasa'ya aykırılığı
düşünülemez.
3005 sayılı Yasa'nın 8. maddesinin, Anayasa'nın 50. maddesinin son
fıkrasına aykırı bir yönü görülmemiştir.
d) Anayasa'nın 138. Maddesi Yönünden inceleme :
İtiraz yoluna başvuran mahkeme başvurusunda, Anayasa'nın 138.
maddesinin ikinci fıkrasındaki "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi,
yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat
veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." kuralına
dayanarak, 3005 sayılı Yasa'nın 8. maddesiyle, Cumhuriyet Savcısının mahkemeyi
çalışmaya davet etmesinin, ayrıca uygulamada bir dayanak olarak başvurulan
Talimatname'nin, Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel Komutanlığı'nın
"yazılı talimatları" gözönüne alınarak hazırlanmış obuasının, böylece
her iki durum nedeniyle Anayasa'ya aykırı düşen kuralın iptali gerektiğini
ileri sürmüştür.
Daha önce de açıklandığı üzere Talimatnameler, Anayasa
Mahkemesi'nin denetimi dışındadır.
İtiraz konusu kuralın, Anayasa'nın 138. maddesiyle ilgisini kuran
ve Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri süren gerekçe yerinde değildir. Bu
kuraldan, "yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir
ve talimat. . ." verildiği sonucu çıkarılamaz. Suçüstü durumlarında,
çalışma saatleri dışında ya da resmi tatil günlerinde, Cumhuriyet Savcısı'nın
mahkemeyi çalışmaya çağırabilmesi, mahkemeye ya da yargıçlara herhangi bir
amaçla talimat verme biçiminde değerlendirilemez. Çünkü, Cumhuriyet Savcısı,
yargılama sürecini başlatan, konum ve işleviyle bu yargısal süreçten
soyutlanamaz, itiraz konusu kurala dayanak yaptığı görev ise, yargılama
hizmetlerinin çabukluğunu ve sürekliliğini sağlamaktır. Anayasa'ya aykırılık
sözkonusu değildir.
2. 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu'nun 12.
Maddesinin Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu :
a) Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden inceleme :
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, 3005 sayılı Yasa'nın 12.
maddesinin, bu Yasa'ya göre yargılanan sanıklarla, genel kurallara göre
yargılanan sanıklar arasında eşitsizlik yarattığını ileri sürmektedir. Bu sava
katılma olanağı bulunamamıştır. Çünkü, mahkemenin de belirttiği gibi, 3005
sayılı Yasa kurallarına göre yargılananlar ile Ceza Muhakemeleri Usulü
Yasası'na göre yargılananlar arasında ayrık durum vardır. Bilindiği gibi,
Anayasa'nın 10. maddesindeki yasa önünde eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesi'nin
yerleşik kararlarında vurgulandığı üzere, herkesin her yönden aynı kurallara
bağlı olacağı anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk,
cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmesi ve
bu nedenlerle eşitsizliğe yol açılması Anayasa katında geçerli görülmez. Bu
mutlak yasak, birbirinin aynı durumunda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını
ve ayrıcalıklı kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi
yurttaşların haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları,
eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi
kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişik uygulamaları
gerekli kılabilir, özelliklere, ayrılıklara dayandığı için haklı olan nedenler,
ayrı düzenlemeyi aykırı değil, geçerli kılar. Aynı durumda olanlar için ayrı
düzenleme aykırılık oluşturur. Anayasa'nın amaçladığı eşitlik, eylemli değil,
hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı
kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik çiğnenmiş olmaz. Başka
bir anlatımla, kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında,
yasalara konulan kurallarla değişik uygulamalar yapılamaz. Durumlardaki
değişikliğin doğurduğu zorunlulukları, kamu yaran ya da başka haklı nedenlere
dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar getirilmesi durumunda Anayasa'nın yasa
önünde eşitlik ilkesinin çiğnendiği sonucu çıkarılamaz.
Suçüstü niteliğindeki kimi suçlan işleyenleri belirli koşullarda
özel bir yargılama yöntemine bağlı kılan, amacı yargılamada basitlik ve
çabukluğu sağlamak olan, tüm olarak ele alındığında Anayasa'ya aykırılığından
söz edilemeyecek 3005 sayılı Yasa'nın bir kuralının savunma hakkını kısıtladığı
kanısıyla Anayasa'ya aykırılık izlenimi verdiği ileri sürülebilirse de aynı
kuralı, diğer bir yasayla karşılaştırarak ya da yolaçtığı sonuçlan tümüyle ayrı
konumdakilerin durumlarıyla değerlendirerek eşitsizlik yarattığı biçimindeki
sav yerinde görülemez.
b) Anayasa'nın 36. Maddesi Yönünden inceleme :
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, 3005 sayılı Yasa'nın 12.
maddesinin Anayasa'ya aykırılık gerekçesini, "... sanığa savunmasını
hazırlamak için verilen üç günlük sürenin, kutsal savunma hakkını kısıtladığı .
. ." savıyla Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine dayandırmaktadır. Ancak,
savunma hakkına ilişkin özel kural, Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti"
başlıklı 36. maddesinin birici fıkrasında düzenlenmiştir. Bu nedenle, itiraz
gerekçesi, Anayasa'nın 2. ve 13. maddelerindeki ilkeleri de kapsayacak biçimde,
36. maddesi çerçevesinde irdelenecektir.
Savunma hakkı, Anayasa'nın "KİŞİNİN HAKLARI VE
ÖDEVLERİ"ni belirleyen İKİNCİ BÖLÜM'ünde yer alan, temel haklardandır.
Hukuk öğretisinde olduğu kadar uygulamada da, önemi ve erdemi tartışılmaz yüceliktedir.
Evrensel konumu, insanlığın ortak değerlerinden sayılmaktadır. Felsefi ve
hukuksal nitelikleri ve içerikleriyle adalet kavramı ve yargılama işlevi,
birbirini tümleyen birbirinden ayrılamaz sav, savunma, karar üçlüsünden oluşan
yargıyla yaşama geçmektedir.
Yargılama sürecinde, savunma hakkının sanık için yaran ve gereği
tartışma götürmez. Ceza usulü hukuku öğretisinde de sık sık vurgulandığı üzere,
her sanık mutlaka suçlu demek değildir. Suçlu olmayanlarda sanık durumuna
düşebilirler. Sanık, suçlu olduğu henüz bilinmeyen, fakat suçlu olduğu
"sanılan", yoğun kuşku altında kalan kimsedir. Bu kuşkunun
giderilmesi ve sanığın gerçekten suçlu olup olmadığını belirleyecek sağlıklı
bir karara varılabilmesi için savunma zorunludur. Bunun için savunmayı kolaylaştırmak
gerekir. Sanık gerçekten suçlu da olsa, hakkettiğinden, yani yasada gösterilen
fazla cezalandırılmamalıdır. Savunma, bu bakımdan da vazgeçilemez bir koşuldur.
Yine öğretiye göre, savunma; Devlet bakımından da önemlidir.
Gerçekten savunma, sonuçta kararın doğru olmasını sağlar. Bu da ceza adaletinin
hakkıyla gerçekleşmesine yardımcı olur. Adaletin devletin temeli olduğunu bir
kez daha doğrular. Savunma bir başka açıdan da devletin yararınadır. Çünkü,
devlet, hem suçtan zarar gören, hem de sorumlu durumdadır. Devlete, sorumluluğu
yüzünden ayrıca ceza verilmemektedir. Ancak, bireylerin cezası belirlenirken
devletin sorumluluğu da gözönüne alınmaktadır. Bir bakıma, sanıkla beraber
devlette yargılanmaktadır. Demek ki savunma, devlet için de önemlidir.
Savunma hakkının önemini ve gereğini vurgulayan bir başka kaynak
da "Avrupa insan Haklarım ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair
Sözleşme"dir. Türkiye, Sözleşmeyi 4.11.1950 de imzalamış, 10.3.1954 günlü,
6366 sayılı Yasa'yla da onaylayarak yürürlüğe koymuştur. Bu sözleşme, 6.
maddesinin 3. paragrafının (b) bendinde, "Her sanık, müdafaasını
hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak hakkına
sahiptir." kuralına yer vererek savunma hakkının evrensel önemini
pekiştirmiştir.
Türk Anayasaları da savunma hakkını, hukukun evrensel kurallarına
ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak düzenlemiş ve korumuştur. Örneğin,
1924 Anayasası'nın 59. maddesi "Herkes mahkeme önünde haklarını korumak
için gerekli gördüğü yasal araçları kullanmakta serbesttir.", 1961
Anayasası'nın 31. maddesi "Herkes meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve
savunma hakkına sahiptir.", 1982 Anayasası ise, 36. maddenin birinci
fıkrası ile "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına
sahiptir." biçiminde kuralları içermektedir. 1961 ve 1982 Anayasalarında
savunma hakkına ilişkin tek farklılık, 36. maddede "meşru" ve "vasıta"
sözcükleri arasında "bütün" nitelemesinin bulunmamasıdır. Ancak bu,
anlamı değiştirebilecek bir eksiklik değildir. Çünkü, 36. maddenin
gerekçesinde, üzerinde bir ilke olarak durulan "adil ve hakkaniyete uygun.
. ." yargılamanın, ancak, "meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle . . ." kullanılacak bir "savunma hakkı"
ile anlam ve bütünlük kazanacağı kuşkusuzdur. Böylece, kuramsal planda ya da
yorumla varlığı kabul edilen "bütün" sözcüğü, savunma hakkından
hiçbir sınırlamaya bağlı tutulmaksızın, eksiksiz yararlanmayı kapsamaktadır.
Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında açıkça belirtildiği üzere, "bu konuda
yapılacak herhangi bir kısıtlama ve sınırlama bu hakkın doğrudan doğruya özüne
dokunur." (E.1977/43, K.1977/84, AMKD 15, s. 401).
Yine Anayasa Mahkemesi'nin anılan kararlarına göre, madde
metnindeki "meşru" sözcüğü, "hukukun üstünlüğü ilkesine"
dayanan, "hukuk düzenine uygun vasıta ve yollar"ı amaçlamaktadır.
Konuya "insan haklan" ve "hukuk devleti"
ilkeleri yönünden yaklaşım da yararlı sentezlere götürecektir.
İnsan, içinde yaşadığı toplumun bireyi olması kadar, insanlığın da
bir üyesidir. Bu durum, çağımızda, insan hak ve özgürlüklerini yalnızca ulusal
bir sorun olmaktan çıkarmış ve ona evrensel bir anlam ve içerik kazandırmıştır.
Bu açıdan Anayasa'nın Başlangıç'ı ve 2. maddesi kuralları gereği olarak
"insan Haklan Evrensel Demeci" ile "Avrupa insan Haklarını ve
Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme"yi de itiraz konusu kuralın
değerlendirilmesinde gözden uzak tutmaya olanak yoktur.
Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, hak arama özgürlüğünün en
önemli iki öğesini oluşturan "sav" ve "savunma" haklarım
kısıtlayacak, bu hakların eksiksiz kullanılmasını engelleyecek yasa
kurallarının Anayasa'ya özellikle Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasına
aykırılığı tartışmasız kabul edilmelidir.
Gerçekten, "sav ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak
kullanılması asıldır. Bu ilke gereği, yargı yerlerinde, tarafların sav ve
savunmalarım kaygıya kapılmadan, özgürce yapmaları gerekir. Özgürlüğün, davanın
aydınlığa kavuşmasını, başka bir deyişle hakkın ve adaletin gerçekleşmesini
sağlamak amacına yönelik bir özgürlüğü içerdiği kuşkusuzdur. Anayasa'nın
öngördüğü "meşru vasıta ve yollardan faydalanmak" ancak böylelikle
gerçekleşmiş olur. Yargı yerlerinde iddia ve savunmada bulunan kişileri
kaygılandıran, duraksamaya düşüren ve bu yüzden de onları açıklama yapmaktan
alıkoyan bir durumu, sav ve savunma dokunulmazlığıyla bağdaştırmaya olanak
yoktur.
Çağdaş ceza yargılama hukukunun öngördüğü savunma hakkı, suçsuzluk
karinesine dayanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Anayasa'nın 36. maddesinin özel
sınırlama getirmemiş olması, savunma hakkına hiçbir sınırlama konamayacağı
anlamında algılanmamalıdır. Savunma hakkı da kişinin temel haklarından
olduğundan, ilgili Anayasa maddesinde özel neden gösterilmiş olmasa bile,
Anayasa'nın 13. maddesinde yazılı koşullarla sınırlanabileceği, Anayasa
Mahkemesi kararlarıyla kabul edilmiştir, asıl üzerinde durulması gereken sorun,
bu hakkın sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı değil, getirilen sınırlamanın
Anayasa'nın 13. maddesine aykırı olup olmadığıdır.
3005 sayılı Yasa'nın itiraz konusu 12. maddesine bu çerçeve içinde
bakıldığında, savunma hakkına getirdiği üç günlük süre sınırlamasının,
Anayasa'nın 13. maddesinin ikinci fıkrasında yazılı "... demokratik toplum
düzeyinin gereklerine ay kın. . ." olduğu sonucuna varılmaktadır. Ayrıca,
daha önce de adından sözedilen, Avrupa insan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendi uyarınca, her
sanığın "Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik
olmak, . . ." hakkı vardır. Nitekim Avrupa Konseyi İnsan Haklan Mahkemesi
(Adalet Divanı), baktığı davalarda, "Makul ya da yeterli zamanın ne olması
gerektiği, doğal olarak sözkonusu davanın niteliğine ve davanın yer aldığı
koşullara bağlıdır." kanısına varmıştır (Golder, Silver, Campbell ve
Fell-Birleşik Krallık; Can-Avusturya davaları). Verileri incelemek için yeterli
zaman verilmez ya da dava gereksiz bir ivediliğe getirilirse davaya ilişkin tüm
bilgilerin savunmanın önüne konulması olanağının bir anlam taşımayacağı
açıktır.
Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı,
kuşkusuz, Anayasa'nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan
yararlanmak kavramının kapsamındadır. Bu sürenin yasayla yetersiz biçimde
saptanması olanağı yoktur. Çünkü, her suçun ve her sanığın, savunmasını
hazırlamak için gerek duyacağı sürenin hiçbiri diğerine benzemez. Savunma
olanakları, suç yapılan farklıdır. Bütün bu durumları üç günlük bir süre ile
karşılama amacını güden bir düzenleme, ister istemez savunma hakkının özünü
zedeleyen, dolayısıyla demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir
sınırlama olacaktır. Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca yapılması gereken
sınırlamayı, yasanın öngördüğü alt ve üst sınırlar içinde yargıç
yapabilmelidir. Nitekim, genelde Ceza Yargılama Yöntemi Yasası'nın benimsediği
kural da budur. Yine Anayasanın 2. maddesinin öngürdüğü "hukuk
devleti" ilkesinin gereği de budur. Açıklanan nedenlerle, 3005 sayılı
Yasa'nın itiraz konusu 12. maddesi, Anaya-sa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası
ile 2. maddesindeki hukuk Devleti ilkesine aylandır, iptal edilmesi
gerekmektedir.
IV- SONUÇ :
8.6.1936 günlü, 3005 sayılı "Meşhud Suçların Muhakeme Usulü
Kanunu'nun;
A- 8. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
OYBİRLİĞİYLE,
B- 12. maddesinin; Türk Ceza Kanunu'nun 303. maddesiyle sınırlı
olarak incelenmesine gerek olmadığına ve incelemenin maddenin tümü yönünden
yapılmasına, Güven DİNÇER, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU ile Haşim KILIÇ'ın karşıoyları
ve OYÇOKLUĞUYLA,
C- Bu kapsamda incelenen 12. maddenin, Anayasa'ya aykırı olduğuna
ve İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
16.6.1992 gününde karar verildi.
|
|
|
Başkan
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Başkanvekili
Güven
DİNÇER
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
|
|
|
Üye
Mustafa
GÖNÜL
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
İhsan
PEKEL
|
|
|
|
Üye
Selçuk
TÜZÜN
|
Üye
Ahmet
N. SEZER
|
Üye
Erol
CANSEL
|
|
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
Üye
Haşim
KILIÇ
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|