ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1990/40
Karar Sayısı : 1991/33
Karar Günü : 1.10.1991
R.G. Tarih-Sayı :07.02.1992-21135
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : İstanbul 2 nolu İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 6.1.1982 tarih ye 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nda değişiklik yapan 3622 sayılı Yasa'nın 26. maddesiyle getirilen
"Ek 3. madde"nin Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırı olduğu
savıyla iptali istemidir.
I- OLAY:
Davacının maliki bulunduğu deri fabrikasının çevreyi bozucu ve
kirletici madde döktüğü ileri sürülerek, İstanbul ili Eyüp ilçesi Belediye
Başkanlığı tarafından 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 15. maddesinin (a) fıkrası
uyarınca verilen para cezasına karşı yapılan itiraz üzerine; İstanbul 2nolu
İdare Mahkemesi, olayda uygulanacak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'na
3622 sayılı Yasa'nın 26. maddesi ile eklenen "ek 3. madde"nin
Anayasa'ya a aykırı olduğu kanısına vararak iptali istemi ile doğrudan Anayasa
Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenen Yasa Kuralı:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda değişiklik yapan 3622
sayılı Yasa'nın 26. maddesiyle getirilen ek madde aynen şöyledir :
Ek Madde 3- (Ek: 10.4.1990-3622/26) Kanunlarda, bölge idare, idare
ve vergi mahkemeleri nezdinde itiraz edilebileceği belirtilen işlemlere karşı
ilgiler tarafından işlemin tebliğinden itibaren .7 gün içinde bu Kanunun yetki
kurallarına göre davaya bakmaya yetkili olan idari yargı merciine itiraz
edilebilir. İtiraz, idarece tesis edilen işlensin yerine getirilmesin'
durdurmaz. İtiraz halinde mahkemece evrak üzerinde inceleme yapılarak itirazın
mahkeme kayıtlarına intikal tarihinden itibaren en geç bir ay içinde karar
verilir. İtiraz üzerine mahkemece verilen kararlar kesirı olup, bu kararlara
karşı herhangi bir kanun yoluna başvurulamaz.
Kanunlardaki özel hükümler saklıdır." B- Dayanılan Anayasa
Kuralları:
1. "Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2. "Madde 36.- Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçı-namaz."
3. "Madde 125.- İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolu açıktır.
Cumhurbaşkanının tek. başına yapacağı işlemler ve Yüksek Askeri
Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır.
İdari işlemlere karşı açılacak davalarda süre yazılı bildirim
tarihinden başlar.
Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun
denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara
uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem
niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.
idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç ve imkânsız
zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına
karar verilebilir.
Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş
halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile
yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür."
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi; İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Necdet
DARICIOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Servet TÜZÜN, Mustafa
ŞAHİN, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU
ve Haşim KILIÇ'ın katılmalarıyla 3.1.1991 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından isin esasının incelenmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasa'ya
aykırı olduğu ileri sürülen yasa kuralı ile itiraza dayanak yapılan Anayasa
kuralları, bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten
sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Anayasa'ya Aykırılık Sorunu:
idari Yargılama Usulü Yasası'na 3622 sayılı Yasa ile eklenen
"ek 3. madde" yönetimin hukuka ve yasalara aykırı işlemlerini
kaldırarak hukuka bağlılığı sağlamak ve hukuk düzenini korumak amacıyla kabul
edilen iptal davalarında uygulanan yöntemin dışında ayrı bir yargı yolunu
öngörmektedir.
Böylece Yasakoyucu kimi idari işlemlerin yargısal denetimini
sağlamak için yargı mercilerine doğrudan başvuru yolu olan "itiraz"
kurumunu getirmiş bulunmaktadır. Bu düzenleme ile yasalarda itiraza ilişkin
özel kural bulunmayan durumlarda bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine
itiraz edilebilecek işlemlere karşı ek 3. maddedeki yöntem izlenecektir.
Yöntem kuralları, maddi hukukun uygulanmasını sağlayan araçlardır.
Yargı çalışmalarıyla ilgili yöntem hükümleri bu alandaki çalışma ve ilişkileri
düzenledikleri için başlı başına bir hukuk dalı oluşturmakta, bu bakımdan salt
bir biçim ve araç sayılmamaktadırlar. Yargılamanın işlerliği ve etkinliği yöntem
kurallarıyla geçerli olmaktadır.
Bu önemi nedeniyle Anayasa'nın 142. maddesi yargılama
yöntemlerinin yasayla düzenleneceğini öngörmekte, bu alanlarda takdiri yasama
organına bırakmaktaysa da Yasakoyucu, bu konuda tam bir takdir ve seçim
yetkisine sahip olmayıp, Anayasa'nın konuya ilişkin öbür kurallarına uymak
zorundadır.
Ek 3. maddeye göre, yasa, kimi idari işlemler için idari yargı
mercilerine "itiraz" edilebileceğini belirtmişse, yani itiraz yolunu
açmışsa, ek 3. madde uygulanarak iptal davaları için öngörülenden çok daha kısa
sürede yargı yerine başvurulacaktır. Hâkim, evrakın mahkeme kayıtlarına
geçmesinden başlayarak bir ay içinde ve evrak üzerinde inceleme yaparak
uyuşmazlığı sonuçlandıracak, bu karara karşı kanun yolları da kapalı bulunacaktır.
Hukukumuzda, idari işlemlerin yargısal denetiminde en etkili bir
yol olan iptal davası türü varken, bu kez öngörülen biçimiyle itiraz kurumunun,
denetlenebilecek idari işlemin özelliklerini, parasal değerini belirlemeksizin
ya da bu yolu haklı gösterecek hiç bir gerekçe gösterilmeksizin,
genelleştirilerek getirilmesi Anayasa'nın öngördüğü yargı denetimini
kısıtlayıcı niteliktedir.
Çünkü, bu "itiraz" yöntemi kimi idari işlemlere karşı
yargılamaya hız kazandırmak amacıyla getirilmiş olması, uyuşmazlığın niteliğiyle
incelemenin ayrıntılarının ve koşullarının gözardı edilmesini gerektiremez.
iptal davasına konu olabilecek idari işlemlere karşı
"itiraz" yolunun bu biçimde açılması durumunda, kamu yararı ile kişi
yaran arasında korunması gereken hassas denge bozulacağı gibi, hak arama
özgürlüğü, idarenin yargısal denetimi, yargı güvencesi, mahkemelerin
bağımsızlığı ve giderek hukuk devleti ilkesinin de zedeleneceği açıktır.
Kaldı ki, idari yargıda kimi iptal ve tam yargı davaları için
basit ve hızlı bir yargılama yöntemi zaten vardır. 2576 sayılı Yasa'nın
"Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin
Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun"un 7. maddesi böyle bir hükmü
içermekte, konusu iki milyon lirayı geçmeyen kimi davaların idare ve vergi mahkemelerinde
tek hâkimle çözümleneceğini öngörmektedir. Ancak yargılama, iptal davalarında
uygulanan yönteme göre yapılmakta, 2577 sayılı Usul Yasası'nda ise, bu tür
kararlara "itiraz" yasa yolu açılarak (m. 45) temyiz edilemeyecekleri
belirtilmektedir (m. 47). Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, ek 3. maddede
kapsam ve sınır gösterilmeyerek hukuk devletinin gerektirdiği belirginlik
karşılanmamış olduğundan, amaç-araç ilişkisini denetlemek güçleşmekledir.
Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik bir hukuk devleti
niteliği taşıdığını vurgularken, "devlet içinde tüm kamusal yaşam ve
yönetimin yargı denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır. Çünkü yargı denetimi
demokrasinin "olmazsa olmaz" öğesidir. Yasama organının kimi
işlemleri de yargı denetimi içinde bulunduğundan, bu Yasa'da yukarıda açıklanan
belirginliğin bulunması denetim yönünden zorunludur.
Ek 3. maddede böyle bir açıklık bulunmadığına ve ölçüt yalnızca
"Kanunlarda bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde itiraz
edilebileceği belirtilen işlemler" olarak belirsiz biçimde anılarak
yasa'ya bırakılacağına ve yapılacak başvurularda yargı yeri bu yöntemi
uygulayacağına göre, bu madde Anayasa bakımından kimi sakıncalar taşımaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, iptal davası yolu ile denetlenmesi
gereken idari işlemlere karşı yasalara belirsiz biçimde "itiraz
edilebileceği" hükmü konularak bu yöntemin uygulanması durumunda, itiraz
yolunu öngören o yasaların da anayasal denetimi son derece güçleşecektir. Çünkü
ek 3. madde, böyle basit bir yargılama yönteminin hangi tür ya dakonuya ilişkin
idari işlemler getirildiğini belirtmemektedir. Böylece "itiraz"
yolunun genelleştirilmesi "iptal davası" yolunun giderek
kullanılmaması olasılığını getirecektir. O halde, bu düzenleniş biçimine göre;
Yasakoyucu herhangi bir idari işlem içinyasalara "itiraz edilebilir"
kandını koyarak yöntemin uygulanmasını öngörebilecektir. İşte bu noktada
Anayasa'ya açık aykırılıkların oluştuğu görülmektedir.
Hukuk devletinin başlıca amacı, kamu gücü karşısında kişinin hak
ve özgürlüklerini korumaktır. Bu âmâca ulaşabilmek için kullanılan araçlar aynı
zamanda hukuk devleti kavramının öğeleridir. Bunlardan en önemlileri, devletin
değişik işlevlerinin ayrı organlar eliyle gördürülmesi anlamına gelen
"kuvvetler ayrılığı" ilkesi bağlamında idarenin hukuka bağlılığı ile
zarar verici işlem ve eylemlerinden sorumlu tutulması ve yargı güvencesidir.
Hukuk devletinde, yönetimin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu
zorunludur. Bu nedenle hukuk devletinin vazgeçilmez koşullarından birisi, "idarenin
yargısal denetimi" dir.
Yönetsel işlemlerin hukuka uygunluğunun denetiminde iptal davası
yolu asıldır. İptal davaları, kişilerin kendi yararlarına sonuç almalarını
amaçlamakla birlikte genelde hukuka uygunluğu sağlayarak kamu yararını
gerçekleştirir.
Yönetimin yargısal denetiminde iptal davası yanında yeni bir tür
"itiraz" kurumunun kapsam- belirtilmeden de idari işlemler için
öngörülmesi, hak arama özgürlüğü, yargı denetimi ve yargı güvencesini etkisiz
kılar ve giderek hukuk devletinin özüne aykırı düşen bir durum yaratır.
"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu
açıktır" kuralıyla Anayasa'nın amaçladığı, etkili bir yargısal denetimdir.
Yönetimin işlem ve eylemlerinin kişisel değerlendirmelere
bırakılmaması için bunların yargı yoluyla somut ve etkili bir denetime bağlı
tutulmaları zorunludur. Bu doğrultuda önde gelen araçlardan birisi iptal
davasıdır. Yönetimin yasalara aykırı işlemlerinin somut yaptırımı sayılan iptal
davaları, yetkili organ ya da kişilerin kişisel değerlendirmeleriyle doğacak
sakıncaları,önler. İdari yargıda etkin denetim aracı olarak iptal davaları önde
geldiğine, yöntemi de idari yargının özellikleri gözetilerek düzenlendiğine
göre her türlü idari işlem için uygulanabilecek, koşulları ve kapsamı belirsiz
yeni bir yöntem üzerinde önemledurmak, özellikle:
a) Mahkemelerde başvurma süresinin çok kısa tutulmasını,
b) İtiraz dilekçesinin karşı tarafa tebliğinden ve karşı tarafın
cevabından hiç söz edilmeksizin incelemenin yalnızca evrak üzerinde
yapılmasını;
c) İtirazın mahkeme kayıtlarına intikalinden itibaren en geç bir
ay içinde mahkemenin kararını vermek zorunda bulunması;
d) Mahkemelerce verilen kararların kesin olması ve bunlara karşı
kanun yollarına başvurulamaması; yolundaki itiraz konusu maddenin ayrı ayrı incelenmesi
gerekmektedir:
1- Ek 3. maddeye göre, idari yargı yerine başvurma süresi (7)
gündür. Oysa, İdari Yargılama Usulü Yasası, idari işlemlere karşı dava açma
süresi konusunda" Özel kanunlarda ayrı bir süre gösterilmeyen hallerde
Danıştay'da ve idare mahkemelerinde. . . altmışgündür." kuralını
koymuştur.
İdari yargıda dava açma süresi, pek çok incelemeye konu olan
önemli bir sorundur. Bu salt bir yargı1ama yöntemi sorunu değildir.
Hukuk devleti niteliğinin en doğal gereği olan, hukuka uygunluğu
sağlama, aykırılığı giderme için yararlanılan hak arama özgürlüğünün
gerçekleşmesi, yaşama geçirilmesi koşullarından başlıcasıdır. Bunu kısaltarak,
hak arama özgürlüğünü kısıtlayıp güçleştirmek toplumu ve bireyleri en sağlıklı
güvence olan hukuk-yargı güvencesinden yoksun kılar. İptal davaları, hak arama
özgürlüğünün kullanılış biçimlerinden biridir. Bunu anlamlı kılan öğelerden
biri de süredir.
Bu nedenle, getirilen itiraz usulünde, yargıya başvurma süresinin
iptal davaları için belirtilenden kısa tutulmasının haklı ve mantıklı
olabilmesi ne tür idari işlemler için öngörüldüğünün bilinmesine bağlıdır.
Ancak bu durumda, süre sınırlamasının "hukuk devleti",
"yönetimin yargısal denetimi" ve "hak arama özgürlüğü" gibi
ilkeler açısından Anayasa'ya uygunluk denetimi yapılabilir.
İdarenin işlem ve kararlarına itiraz, 1608 sayılı "Umuru
Belediyeye Müteallik Ahkâmı Cezaiye Hakkındaki Kanun"la getirilmiştir (Bu
hüküm bugün de geçerliğini korumakta., hattâ diğer yasalarda başka örnekleri de
bulunmaktadır). Buna göre yasa ve düzenlemelere uygun olarak belediyelerin
aldıkları bir takım kararlara aykırı davrananlara belediye encümenlerince
verilen elli liraya kadar hafif para cezası ve üç günden onbeş güne kadar
ticaret ve san'atı yapmaktan yasaklanma cezası ile belediye encümenlerinin
Yasa'da sayılan Türk Ceza Yasası hükümleri uyarınca verecekleri diğer cezalara
karşı sulh ceza mahkemelerine itiraz edilmektedir. Ancak, bu Yasalar belli
idari işlemlere karşı hem itiraz yolunu öngörmekte, hem de yöntemini
düzenlemektedir. Bu sınırlı yargılamanın hangitür idari işlemler için
öngörüldüğü, yani kapsam, nitelik ve sınırlar Yasa'da gösterilmiştir. Oysa ek
3. maddede bu kapsam ye nitelik belli değildir. Üstelik, yasalarda itiraz
edilebileceği belirtilen her idari işleme karşı bu yöntem uygulanabileceğinden,
bu düzenleme hak arama özgürlüğünü ölçüsüz bir biçimde sınırlandırıcı,
dolayısıyle yargısal denetimi kısıtlayıcı ve daraltıcı niteliktedir. Sınırlı
bir hak arama özgürlüğü, kısıtlı bir idari yargı ise hukuk devleti ilkesiyle
bağdaşmaz.
2- 3622 sayılı Yasa ile getirilen ek 3. maddede "İtiraz
halinde mahkemece evrak üzerinde inceleme yapılarak itirazın mahkeme
kayıtlatma-intikalinden itibaren en geç bir ay içinde bir karar verilir."
denilmektedir. Görüldüğü gibi itiraz durumunda hâkim, incelemesini evrak
üzerinde yapacak, iptal davalarına göre çok kısa bir sürede ve kesin olarak
karar verecektir. Yargılama yöntemi, hak arama yollarının izlenmesi ve sonuç
alınmasıyla ilgili kurallar dizinidir. Amaç, bu yönteme uyularak
gerçekleşebilir.
Mahkemelerin yargılama yöntemlerinin yasayla düzenleneceğini
öngören Anayasa kuralı uyarınca Yasakoyucu yargılamanın duruşmalı ya da evrak
üzerinde yapılmasını belirleyebilir. Ancak Yasakoyucunun bu konudaki takdir
yetkisi, kişinin özgürlük alanını kamu gücü karşısında korumayı ana amaç edinen
hukuk devleti ilkesiyle sınırlıdır. Kaldıki, yargılama yöntemlerini, yargı
yerine ve uyuşmazlığın tür ve niteliğine göre, daha açık bir anlatımla konulan
olan davaların nitelik ve amaçlarına göre saptanır. Hukuk davalarında
tarafların istenci; ceza davalarında Mahkemenin serbestçe yürütülmesi ilke
iken, kamu yararı amacıyla yürütme ve yönetimin yasalara uygun davranarak
hukuka bağlılığını sağlayan idari davalarda yargı yerinin yönlendirdiği kendine
özgü yargılama yöntemi söz konusudur.
Yazılı olması, duruşmaların ayrılık oluşturması, hâkimin gerçeği
ortaya çıkarmak için doğrudan araştırma yetkisine sahip bulunması, ülkemizde
uygulanan idari yargılama yönteminin genel ilkelerindendir. Bu esas, 2577
sayılı idari Yargılama Usulü Yasası'nda yer almaktadır.
İdari yargılama yönteminin baskın niteliği yazılı yargılama biçimi
olmakla, birlikte, kimi davalarda karma bir yöntem uygulanmaktadır. 2577 sayılı
Yasa'nın 17. maddesine göre; "Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde
açılan iptal ve beş milyon lirayı aşan tam yargı davaları ile tarh edilen
vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezalan
toplamı beş milyon lirayı aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği
üzerine duruşma" yapılabilmektedir. Görülüyor ki, Yasakoyucu, dava
konusunun beş milyon lirayı aşması durumunda kişilere duruşma yapılmasını
istemek hakkım vermek gereğini duymuştur. Yargılama işlevinin özünü ve yapısını
oluşturan çekişme, idari yargılama yönteminde de bulunduğundan tüm sav ve
savunmalarınkarşı tarafa bildirilmesi ve yanıtını verme olanağının tanınması
zorunludur. Ayrıca idari yargılama yönteminde hâkimin doğrudan araştırma
yapması ilkedir. Bu, mahkemenin, davanın taraflarının ileri sürdükleri sav ve
savunmayla bağlı kalmaksızın, dava hakkında araştırmayı kendiliğinden yürütmesi
demektir. Yâni hâkim, aydınlanmasını istediği noktaları sorarak, dosyaları
getirecek, istediği kurum ve kurullardan ya da taraflardan gerekli gördüğü
konularda bilgi, belge ve yanıt isteyecektir.
Getirilen ek 3. maddede, itirazın mahkeme kayıtlarına
geçirilmesinden başlayarak en geç bir ay içinde evrak üzerinde inceleme
yapılarak bir karar verileceği yolundaki hükümle, tüm bu olanaklar
kısıtlanmaktadır. Gerçi, 2577 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde de idari davaların
engeç altı ayda-sonuçlanacağı yolunda bir yöntem ekonomisi hükmü yer almaktaysa
da bu süre dosyaların "... tekemmül ettikleri tarihten itibaren ..."
denilerek başlangıcıyla belirlenmiştir. Yani taraflara tebligat, cevabın
alınması, cevaba, cevap ve hâkimingerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapıp
dosyayı tamamlamasından sonra davanın belli bir sürede sonuçlandırılması
öngörülmektedir.
Bu açıklamalar, ek 3. madde ile getirilen düzenlemede kapsam belli
olmadığından, Anayasa'nın 36. maddesinde yeralan "Herkes meşru vasıta ve
yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak
iddia ve savunma hakkına sahiptir" yolundaki ilkeye aykırı olarak yargısal
denetim özelliklerinin yok edildiğini, bu hakkın gereksiz ölçüde sınırlanıp
kısıtlandığını göstermektedir.
Davaların hızlandırılması amacıyla getirildiği anlaşılan ek 3.
madde, hangi tür idari işlemlere karşı yapılacak başvuruların bu sınırlı yargılamaya
bağlı olacağını belirtmemekte, bunun ölçülerini "kânunlarda itiraz
edilebileceği belirtilen işlemler" olarak genel, kapalı, sınırsız ve
belirsiz biçimde vermektedir. Böylece herhangi bir konuda yasa uyarınca
kurulacak işlemlere karşı idari yargı yerlerine itiraz edilebileceği yolunda
bir kural konularak tüm idari işlemlerin, daha doğrusu iptal davası yolu İle
denetlenmesi gereken işlemlerin de bu kapsama alınması sonucu doğabilecektir.
Bunun ise, yargısal denetimin etkilendiğini ortadan kaldırarak onu yalnızca
biçimsel bir denetim durumuna getireceği, kamu yararını korumaya elverişli
olmadığı ve "hukuk devleti" kavramı ile bağdaşmayacak sonuçlara yol
açma olasılığını taşıdığı açıkça ortadadır.
Yargı yetkisinin etkinliği, bu yetkinin "karar verme"
biçimindeki aracının özgürce kullanılmasına bağlıdır. Bu nedenle hukuk
devletinde hâkimin, hakka ve hukuka bağlılığı sağlamasına engel olacak bir
yönteme yer verilemeyeceği gibi, tersine ona hukuksal gerçeği saptayabilmesi
için geniş olanaklar verilmesi yoluna gidilmesi asıldır. Anayasa'nın
"Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna vehukuka uygun
olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler." biçimindeki 138. madde
kuralının hâkimin hükmünü verebilmesi için ne gibi önlemler almak gerekli ise,
bunların tümünü içerdiği açıktır. Çünkü, yargı denetimi yalnızca bir
uyuşmazlığı çözümlemekle kalmayıp bir hakkın saptanması ve tanınması neyi
gerektiriyorsa bunları da kapsayan bir çalışmadır.
Dosya üzerinden inceleme, hızla sonuçlandırılması gereken işlere
özgü bir yöntem olarak yasalarımızda yer almakla birlikte, bu sınırlı
yargılamaya bağlı işlerin neler olduğunun belli edilmesi, hukuk devletinin
gerektirdiği belirginlik bakımından zorunludur. Ek 3. maddede ise hangi tür
idari işlemlerin bu usule bağlı olacağı belli olmadığından, yasalara
"itiraz edilebilir" sözcükleri konularak iptal davasıyolu ile
denetlenmesi gereken işlemler için de bu yöntem uygulanabileceğinden, çok kısa
süreler içinde temyiz olanağı bulunmayan ve hâkimi süre bakımından sınırlayan,
baskı altına alan bu itiraz yöntemi hak arama özgürlüğü, etkili yargı denetimi
ve yargı güvencesi kavramlarına ve sonunda da hukuk devleti ilkesine aykırı
düşmektedir.
3- Ek 3. madde ile getirilen bu düzenlemede ayrıca, itiraz üzerine
verilen karar kesin olup bunlara karşı üst yargı yolları da kapatılmış
bulunmaktadır. Böylece yargı güvencesi gerçek ve etkin kılan bir araç sayılan
yöntem amaca aykırı biçimde kullanılır duruma getirilmiştir. Yöntemin yargı
güvencesini etkin kılması için değişik sistemler Öngörülmüştür. Üst mahkemeler,
uzman, kurullar bunlardan kimileridir. Yasa yolları da bu kapsamda sayılabilir,
Yargılamanın gecikmesini önlemek için, tümüyle olmasa da kimi kurallar için bu
yolun izlenmesi yararlıdır. Anayasa Mahkemesi'nin kamu yararı gerektirdiğinde,
hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacak sonuçlara yol arma olanak ve olasılığınaneden
olmadıkça kimi kararlara karşı yasa yollarına başvurmanın sınırlanıp
önlenebileceği konusundaki 20.1.1986 günlü. Esas 1985/23, Karar 1986/2 sayılı
kararında; "Adliye mahkemelerinin kimi karar ve hükümleri için Yargıtay
yolunun kapatılmasını öngören bir yasa kuralının hukuk devleti kavramıyla
bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olanak ve olasılığını doğuran bir nitelik
arzetmedikçe bu kavramla çelişkiye düşüldüğünden söz edilemez.
İtiraz konusu kuralla, davaların süratlendirilmesi ve Yargıtay'ın
yükünün bu ölçüde azaltılması amaçlanmıştır. Getirilen sınırlama, kamu yararına
yönelik bulunmaktadır. Türk Parasının bugünkü satın alma gücü karşısında,
yüzbin liralık kesinlik sınırının adalet duygusunu rencide edecek, dolayısıyla
hukuk devleti ilkesini zedeleyebilecek ölçüye ulaştığını söylemek mümkün
değildir." denilerek, toplum yönünden de bir güvence olan yasa yolunun
sınırlandığı görülmektedir.
Mahkemelerce verilen ve miktar ve değeri yüzbin lirayı geçmeyen
taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin mahkeme kararlarına yasa yolunu
kapatan yasa kuralının adalet duygusunu sarsmayacağı ve hukuk devleti ilkesini
zedelemeyeceği görüşü, büyük oranda para cezalarına ya da kişinin özlük
hakları, imar, kamulaştırma ve benzer konulara ilişkin idari işlemlere karşı
itirazüzerine verilecek kararlarda da geçerli sayılamaz.
Çünkü, ek 3. maddede itiraz, yöntemi uygulanacak işlemlerin neler
olabileceği belli olmadığına, iptal davası yolu ile denetlenmesi gereken
işlemlere de itirazla bu yöntemin uygulanması söz konusu olabileceğine göre
hukuk devleti kavramıyla bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olanak ve olasılığını
taşıdığı açıkça ortadadır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın yukarıda yollama ve alıntı
yapılan Anayasa Mahkemesi kararına konu olan 427. maddesinde alt ve üst sınır
bellidir. İdari yöntemde yer almayan ve İdari Yargılama Usulü Yasası'nda dava
türleri arasında sayılmayan "itiraz" da, hak arama özgürlüğünü
sınırlandıracak ve yargısal denetimin boyutunu daraltacak yasayolu
sınırlamasının hangi işlemlere ilişkin olduğunun belli edilmemiş olması hukuk
devleti ilkesini zedeler niteliktedir.
Ek 3. maddenin, hangi işlemlere karşı yapılacak başvuruların bu
sınırlı yargılamaya bağlı olduğunu belirtmemesi, bunun ölçülerinin "itiraz
edilebilecek işlemler" olarak gösterilmek üzere yasalara bırakması,
dolayısıyla herhangi bir konudaki bir kanuna "itiraz edilebilir"
kaydı konularak iptal davası konusu olabilecek işlerlerin de bu kapsama alınabilmesi
sonucunu doğurabilmesi, böylece idarenin yargısal denetimin etkinliğini ortadan
kaldırması ve kişilere tanınan yargı güvencesinin anlamsızlaşmasına neden
olması bakımlarından, hukuk devleti kavramı ila bağdaşmadığı açıktır.
Belirtilen nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa'nın 36., 125. ve
2. maddelerine aykırı olduğundan iptal edilmelidir.
VI- SONUÇ:
6.1.1982 günlü, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun
5.4.1990 günlü, 3622 sayılı Yasa'nın 26. maddesiyle değişik "Ek 3.
maddesi' hin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE,
1.10.1991 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
|
|
|
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Mustafa GÖNÜL
|
|
|
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
|
|
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
|
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARGÜN
|
|
|
|
|