ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1990/23
Karar Sayısı: 1991/29
Karar Günü: 18.9.1991
R.G. Tarih-Sayı :23.01.1992-21120
İPTAL DAVASINI AÇAN: Anamuhalefet Partisi (Sosyaldemokrat Halkçı
Parti)- TBMM Grubu adına Grup Başkanvekili Onur KUMBARACIBAŞI.
İPTAL DAVASININ KONUSU : 4.4.1990 günlü, 3621 sayılı "Kıyı
Kanunu"nun 3., 4., 5., 7., 9., 10. ve 11. maddelerinin, Anayasa'nın 43.,
46., 56., 127. ve 153. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
II- YASA METİNLERİ:
A. iptali İstenen Yasa Kuralı:
"istisnalar
Madde 3.- Askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgelerinde veya ülke
güvenliği ile doğrudan ilgili, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait harekât ve savunma
amaçlı yerlerde (konut ve sosyal tesisler hariç) özel kanun hükümlerine, diğer
özel kanunlar uyarınca belirlenmiş veya belirlenecek yerlerde ise özel
kanunların bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine uyulur."
"Tanımlar
Madde 4.- Bu Kanunda geçen deyimlerden;
Kıyı çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, taşkın
durumları dışında suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan
çizgiyi,
Kıyı Kenar Çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı
çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk,
çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,
Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı, Sahil
Şeridi: Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde;
a) Uygulama imar plânı yapılacak alanlarda yatay olarak en az 20
metre genişliğindeki alanı,
b) Uygulama imar planı bulunmayan belediye ve mücavir alan
sınırları içinde veya dışındaki yerleşik alanlarda, çevre düzeni ve/veya nazım
imar planı bulunsun veya bulunmasın, yatay olarak en az 50 metre genişliğindeki
alanı,
c)Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki iskân dışı
alanlarda çevre düzeni ve/veya nazım imar planı bulunsun veya bulunmasın yatay
olarak en az 100 metre genişliğindeki alanı,
Dar kıyı: Kıyı kenar çizgisinin, kıyı çizgisi ile çakışmasını,
Toplumun yararlanmasına açık yapı: Mevzuata göre tespit ya da tasdik
edilmiş kural ve ücret tarifelerine uygun biçimde, getirdiği kullanımdan
belirli kişi ya da topluluklara ayrıcalıklı kullanım hakkı tanımaksızın
yararlanmak isteyen herkese eşit ve serbestolarak açık bulundurulan ve konut
dokunulmazlığı olmayan yapıları, ifade eder.
(b) bendinde tespit edilen alan, belediye ve mücavir alan
sınırları dışında ve köy yerleşik alanı içinde, daha önce yürürlükte bulunan
mevzuat hükümlerine uygun yapıların bulunduğu meskûn alanlarda, 10.11.1985
tarihinden önce köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlar tarafından,
konut olarak yapılacak yapılar için mevcut teşekkülde dikkate alır arak sahil
şeridi yatak olarak en az 10 metreye düşürülebilir.
Genel Esaslar
Madde 5.- Kıyılar ile ilgili genel esaslar aşağıda belirtilmiştir:
Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin
eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.
Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı
gözetilir.
Kıyıda ve sahil şeridinde plânlama ve uygulama yapılabilmesi için
kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.
Kıyı kenar çizgisinin tespit edilmediği bölgelerde talep vukuunda,
talep tarihini takip eden üç ay içinde kıyı kenar çizgisinin tespiti
zorunludur".
"Doldurma ve Kurutma Yoluyla Arazi Kazanma ve Bu Araziler
Üzerinde Yapılabilecek Yapılar.
Madde 7.- Kamu yararının gerektirdiği hallerde, uygulama imar
plânı kararı ile deniz, göl ve akarsularda ekolojik özellikler dikkate alınarak
doldurma ve kurutma suretiyle arazi elde edilebilir.
Bu gibi yerlerde doldurma veya kurutmayı yapacak ilgili idarenin
valiliğe iletilen teklifi, valilik görüşü ile birlikte Bayındırlık ve İskân
Bakanlığına gönderilir. Bakanlık, konusuna göre ilgili kuruluşların görüşünü de
almak suretiyle teklifi inceler. Uygun bulunması halinde ilgili idare
tarafından uygulama imar plânı hazırlanır. Bu yerler için yapılacak plânlar
hakkında İmar Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, bu plânlar Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı tarafından, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında kalan
alanlardaki planlar ise, anılan Kanunun 7 nci maddesine göre tasdik edilir.
Doldurma ve kurutma işlemleri yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre yapılır. Bu
araziler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Özel mülkiyet konusu olamaz.
Bu alanlar üzerinde 6 ncı maddede belirtilen yapılar ile yol, açık
otopark, park yeşil alan ve çocuk bahçeleri gibi teknik ve sosyal altyapı
alanları düzenlenebilir."
"Kıyı Kenar Çizgisinin Tespiti
Madde 9.- Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce, kamu görevlilerinden,
oluşturulacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.
Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve
kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat
mühendisinden oluşur.
Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen
kıyı kenar çizgisi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca onaylandıktan sonra
yürürlüğe girer.
Komisyonun çalışma usul ve esasları Bayındırlık ve İskân
Bakanlığınca hazırlanan yönetmelik ile belirlenir."
"Kıyı ve Sahil Şeridinde Plânlar
Madde 10.- Kıyıda ve sahil şeridindeki plânlar bu Kanunun ve buna
dayanılarak çıkarılacak yönetmeliğin hükümlerine aykırı olamaz. Bu yerlerde
düzenlenen plânlardan, imar mevzuatı veya yerin özelliği dolayısıyla 2634
sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamına girenler, anılan Kanunun 7 nci maddesine
göre onaylanarak kesinleşir."
"Kıyıda ve Doldurma ve Kurutma Yoluyla Kazanılan Araziler
Üzerinde Yapılanmalara İzin Verilmesi.
Madde 11.- Bu Kanunun hükümlerine göre, kıyıda ve doldurma ve
kurutma yoluyla kazanılan araziler üzerinde yapılması mümkün olan yapı ve
tesislerin yapılabilmesi için, Maliye ve Gümrük Bakanlığından gerekli iznin
alınması zorunludur.
Yapı ruhsatı verilmesinde bu izin belgesi yeterlidir.
İznin verilme şekil ve şartları Bayındırlık ve İskân ve Maliye ve
Gümrük bakanlıklarınca birlikte tespit edilerek çıkarılacak uygulama
yönetmeliğinde belirtilir."
B. Dayanılan Anayasa Kuralları:
1. "Madde 43.- Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla
düzenlenir."
2. "Madde 46.- Devlet kamu tüzelkişileri; kamu yararının
gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette
bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve
usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya
yetkilidir.
Kamulaştırma bedelinin hesaplanma tarz ve usulleri kanunla
belirlenir. Kanun kamulaştırma bedelinin tespitinde vergi beyanını,
kamulaştırma tarihindeki Resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerini,
taşınmaz malların birim fiyatlarını ve yapı maliyet hesaplarını ve diğer
objektif ölçüleri dikkate alır. Bu bedel ile vergi beyanındaki kıymet
arasındaki farkın nasıl vergilendirileceği kanunla gösterilir.
Kamulaştırma bedeli, nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak tarım
reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve
turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla
gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme
süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir ve peşin
ödenmeyen kısım Devlet borçları için öngörülen en yüksek faiz haddine bağlanır.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük
çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir."
3. "Madde 56.- Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatım, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini
sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini
gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet
vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için
kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir."
4. "Madde 127.- Mahalli idareler; il, belediye veya köy
halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları
kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler
tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
Mahalli idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.
Mahalli idarelerin seçimleri, Anayasa'nın 67 nci maddesindeki
esaslara göre beş yılda bir yapılır. Kanun, büyük yerleşim merkezleri için özel
yönetim biçimlerigetirebilir.
Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını
kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetim
yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında
soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların
üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar
uzaklaştırabilir.
Merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin
idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde
birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği
gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari
vesayet yetkisine sahiptir.
Mahalli idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile,
kendi aralarında Bakanlar Kurulunun izni ile birlik kurmaları, görevleri,
yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezi idare ile karşılıklı bağ ve
ilgileri kanunla düzenlenir. Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir
kaynaklan sağlanır."
5. "Madde 153.- Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir,
İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.
Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin
tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir
uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.
Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
içtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi
iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih,
kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.
İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu
dolduracak kanun tasarı veya teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.
iptal kararları geriye yürümez.
Anayasa Mahkemesi kararlan Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare ' makamlarını, gerçek ve tüzel
kişileri bağlar."
III- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Necdet
DARICIOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Mustafa GÖNÜL, Mustafa
ŞAHİN, Oğuz AKDOĞANLI, İhsan PEKEL, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL
ve Lemi ÖZATAKAN'-m katılmalarıyla 21.6.1990 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ:
Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi ve ekleri, iptali
istenen yasa maddesi ile dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ve
öteki yasama belgeleri okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Genel Açıklama:
1- Kıyının Hukuksal Niteliği
Çağımızda, sanayileşme ve kentleşmenin yoğunlaşması, artan turizm
ve dinlenme gereksinimlerinin karşılanabilmesi, deniz manzaralı uygar kentlerde
yaşama istekleri kıyıların ve kıyılardan yararlanmanın önemini ortaya
çıkarmıştır. Bu yerlerden çok kişinin yararlanabilmesi, doğayı korumadaki ve
doğal servet ve ekonomik potansiyel kaynak durumundaki deniz ve göllerden,
akarsulardan yararlanmadaki önceliğin belirlenmesi konusu sosyal ve ekonomik
hak olarak kendisini göstermiştir.
Kıyı; deniz, göl, akarsu gibi her türlü doğal su kütlesini
çevreleyen kara parçası anlamına gelmektedir. Doğal olarak uzunlamasına ve
derinlemesine iki boyutu içermektedir. Bu kara parçası, deniz ve göllerde,
taşkın durumlar dışında suların kara yönünde en çok ilerlediği anda belirlediği
kıyı çizgisi ile, bu çizginin devamındakıyı hareketlerinin oluşturduğu kumluk,
çakıllık, taşlık, kayalık, sazlık, bataklık kesimin kara yönünden doğal sınır
çizgisi, başka bir deyişle kültür arazisinin başladığı çizgi arasında kalan
alandır.
Anayasa'nın 43. maddesine göre, Devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak,
genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık
bulunmalıdırlar.
Kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar
ve önlemleri almak kamuya ait bir yetkinin kullanılmasıyla olanaklıdır.
Kıyılarda özel mülkiyete dayalı yapılanmaya gidilemez, kıyılarda kazanılmış hak
ilkesine dayanılamaz. Kıyılar denizlerin devamı olup ondan ayrılması olanaklı
değildir. Nitekim Medeni Yasa'nın 641. maddesi de sahipsiz şeylerle genel yarara
sunulmuş mallar için özel kurallar getirmiştir.
2- Kıyının Anayasal Konumu
Türk Medeni Yasası'nın 641. maddesinde, sahipsiz şeylerle, yararı
kamuya ait olan mallar devletin hüküm ve tasarrufu altında kabul edilmiştir. Bu
hüküm, 1961 Anayasası'nın 130. maddesinde "Tabii servetler ve kaynaklar,
Devletin hüküm ve tasarrufundadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı
Devlete aittir. " biçiminde yer almıştı. 1982 Anayasası ise, kıyı rejimini
belirlerken, kendisinden önce oluşturulan bu sistemi benimsemekle beraber,
kıyının hukuksal konumunu, genel nitelikte doğal servet ve kaynaklarla ilgili
maddeler dışında bağımsız ve ayrı bir maddede açıklamıştır. Anayasa'nın
"Kıyılardan yararlanma" başlıklı 43. maddesinde; kıyıların, Devletin
hüküm ve tasarrufu altında olduğu; deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve
göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu
yararının gözetileceği; kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre
derinliğinin ve kişilerin bu yerlerden yararlanma olanak ve koşullarının
yasayla düzenleneceği öngörülmüştür.
Kıyılar, doğal olarak, deniz, göl ve akarsuların devamı durumunda
bulunduklarından bunlardan yararlanma, ancak, kıyının herkese açık olması ile
olanak kazanabilecektir. Ayrıca, Anayasa'nın 46. maddesinin üçüncü fıkrasında
"Kıyıların korunması amaçlı" kamulaştırmadan söz edilmiştir.
Öteyandan Anayasa'nın 56. maddesi, "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahiptir." kuralından sonra,çevreyi geliştirmenin,
çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve
vatandaşların ödevi olduğunu belirleyerek, bu hükümle, kıyıların korunmasına
ilişkin 43. madde arasında yakın bir ilişki kurmuştur.
Anayasa'nın 168. maddesinde, doğal servet ve kaynakların,
kıyılarla ilgili 43. maddede olduğu gibi, devletin hüküm ve tasarrufunda olduğu
belirlendikten ve bunların aranması ve işletilmesi hakkının devlette bulunduğu
vurgulandıktan sonra, bu hakkın, gereğinde, belli bir süre için gerçek veözel
kişilere devredilebileceği esası benimsenirken, kıyılar yönünden bu tür bir
devir yetkisine yer verilmemiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin 16.2.1965 günlü, Esas 1963/126, Karar 1965/7
sayılı ile 25.2.1986 günlü, Esas 1985/1, Karar 1986/4 sayılı kararlarında,
doğal servet ve kaynakların "Devletin hüküm ve tasarrufu altında
olma"sının ne anlama geldiği açıklanmıştır. Bu kararlara göre ". . ..
Anayasa, tabii servetleri ve kaynaklarını Medeni Kanunun hükümlerine bağlı özel
mülkiyet düzeninin kapsamı dışında bırakmakta, onlara. Devletin, devlet olma
niteliği ile eli altında tuttuğu nesneler düzeni içinde yer vermektedir. Her
iki düzen başka başka koşullara ve kurallara bağlıdır; değişik niteliktedir;
aralarında birbirlerine karıştırılmalarını önleyecek bellilik vekesinlikte
sınırlar vardır. Anayasa, . . . tabii servetlerin ve kaynakların devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunduğunu açıklamakla aynı zamanda bunların mülkiyet
konusu olamayacağını da hükme bağlamıştır .... Aslında mülkiyet düzenine bağlı
bulunmayan bir nesnede mülkiyetin devri de öncelikle söz konusu olamaz".
Kıyıların, devletin hüküm ve tasarrufunda bulunmasına karşın,
sahil şeritleri için aynı şey söylenemez. Ancak, Anayasa, deniz, göl ve
akarsuların kıyılarını çevreleyen, kıyıların kara yönünden, devamı durumunda
bulunan sahil şeritlerinden yararlanmada kamu yararının öncelikle
gözetilmesini; kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre
derinliğinin saptanmasını ve kişilerin bu yerlerden yararlanma olanak ve
koşullarının bir yasayla düzenlenmesini öngörmüştür. Anayasa, sahil şeritleriyle
ilgili bu ilke ve amaçları belirlerken, kuşkusuz, sahil şeritlerinin
derinliğinin bir yasayla saptanmasında, kamu yararını gözetecek ve kamunun
yararlanmasına olanak sağlayacak, çağın anlayışına uygun makûl ve geçerli bir
ölçüyü öngörmektedir.
B. Anayasaya Aykırılık Sorunu:
1. Yasanın 3. Maddesi Yönünden:
Dava dilekçesinde, bu maddenin, kıyılarda konut ve sosyal
tesislerin hiçbir koşula bağlı olmaksızın yapılmasına olanak sağladığı ve bu
nedenle Anayasa'nın 43. maddesine ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri
bağlayacağına ilişkin 153. maddesine aykırı bulunduğu ve iptali gerektiği ileri
sürülmektedir.
Yasanın 3. maddesinde, Askeri yasak bölgeler ve güvenlik
bölgelerinde veya ülke güvenliği ile doğrudan ilgili, Türk Silâhlı Kuvvetlerine
ait harekât ve savunma amaçlı yerlerde (konut ve sosyal tesisler hariç) özel
kanun hükümlerine, diğer özel kanunlar uyarınca belirlenmiş veya belirlenecek
yerlerde ise özel kanunların bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine uyulur."
denilmektedir.
Görüldüğü gibi madde, 3621 sayılı Yasa'nın öngördüğü düzenlemeye
ayrıklık getirmektedir. Ancak madde, kendi içinde de "konut ve sosyal
tesisleri" ayrı tutmuştur. Bu hükme göre, askeri yasak bölgeler ve güvenlik
bölgelerinde veya ülke güvenliği ile doğrudan doğruya ilgili, Türk Silâhlı
Kuvvetleri'ne ait harekât ve savunma amaçlı yerlerde özel yasa hükümlerine
uygun olsa da bu yasaya aykırı konut ve sosyal tesisyapılamayacaktır. Madde, bu
tür bir yapılanmaya olanak tanımamaktadır. Bunun dışında, askeri yasak bölgeler
ve güvenlik bölgesinde ya da ülke güvenliği ile doğrudan ilgili, Türk Silâhlı
Kuvvetleri'ne ait yapılabilecek tesisler ancak ve ancak harekât ve savunma
amaçlı yerlerde özel yasa hükümlerine göre olabilecektir. Başka özel yasalara
göre belirlenmiş veya belirlenecek yerlerde ise Kıyı Yasası'na aykırı bir
yapılanmaya gidilemeyecektir. Dolayısıyla bu maddenin bu doğrultuda Anayasa'nın
43. maddesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Bu maddeye ilişkin iptal isteminin reddi gerekir. 2- Yasanın 4.
Maddesi Yönünden:
iptali istenilen Kıyı Yasası'nda yer alan "tanımların"
gösterildiği bu maddeye ilişkin iptal gerekçesi iki bölümde toplanmıştır.
Dava dilekçesinde, önce, Kıyı Yasası'nın; "Kıyı" ve
"sahil şeritlerine" yönelik temel anlayışının sonra da, sahil
şeritlerinin 20 ve 10 metreye indirilmesine ilişkin hükümlerinin Anayasa'ya
aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Dördüncü maddeye ilişkin Anayasa'ya aykırılık savlarının
incelenmesinin fıkra fıkra yapılması uygun görülmüştür:
a) Birinci fıkranın ilk bölümünde öngörülen, kıyı çizgisi, kıyı
kenar çizgisi ve kıyıya ilişkin tanımlar, Anayasa'ya, bilimsel görüşlerle ve
Anayasa Mahkemesi ve öteki yargı organları kararlarıyla oluşturulan kıyı
kavramına uygun bulunmaktadır.
Sahil şeridi ile ilgili tanıma gelince;
Bu fıkranın (a) bendinde, uygulama imar planı yapılacak alanlarda
sahil şeridinin kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az
20 metre genişliğindeki alam anlatacağı belirtilmiştir. Anayasa'nın 43.
maddesinde, sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının
gözetilmesi öngörülmüştür. Bu şeritlerin, kullanış amaçlarına göre derinliğinin
saptanması ve bu yerlerden yararlanma olanak ve koşullarının belirlenmesi bir
yasayla düzenlenecektir.
Sahil şeritleriyle ilgili anayasal gereğin iyi anlaşılabilmesi
için, sahil şeritlerinden yararlanmada kamu yararı nedir ve ne kadar derinlik
ayrılmasının Anayasanın öngördüğü "kamu yararı" amacına uygun
düşeceği sorularının yanıtlanması gerekmektedir. Çağdaş devlet anlayışı,
sahillerde kamu yararına uygun düzenlemenin asgari koşullarını da
belirlemiştir. Sahil şeritlerinin, denizden ve güneşten yararlanmaya elverişli
ve kıyı koşullarını taşıyan bir alanıizleyen, ayrıca, kişilerin sağlık, temiz
hava ve dinlence gereksinimlerini karşılayacak toplumun yararlanmasına açık
kimi tesislerin yapımına ve yeterli bir sahil yolu geçirilmesine olanak veren
bir derinliği içermesi, bu yerlerden yararlanmada önceliğinkamuya verilmesinin
asgari koşulunu oluşturur. Bu derinlik, denizden doğal servet ve kaynak olarak
yararlanılmaya ve bu amaçlı tesislerin yapımına da elverişli olmalıdır.
Sahil şeridi derinlikleri, imar plânlı ya da henüz uygulama
plânları yapılmamış yerlerde, kullanış amaçlarına göre ayrı ayrı saptanabilir.
Ancak, yukarıdaki koşulları içeren bir derinliğin, her halde 100 m. den az
olmaması gerekir. Sahil şeridi olarak daha dar bir alanın belirlenmesi, bu
yerlerden Anayasa'nın öngördüğü kamu yararına uygunbir yararlanmayı
zorlaştıracaktır.
İtiraz konusu kuralın, bu derinliği en az 20 metre olarak
saptamakla, kamuya uygun bir yararlanmaya yeterince olanak sağladığı
söylenemez. Kaldıki, bentte, bu derinlik "uygulama imar plânı yapılacak
alanlarda" en az 20 m. olarak belirlenmiş, böylece imar plânı yapılacağı
ileri sürülen sahil şeritlerinin bulunduğu her yerde bu derinlikle yetinmenin
yolu açılmıştır. Yasakoyucu, takdir hakkını, ne zaman yapılacağı belli olmayan
bir planın gerekçe gösterilerek kamu yararına saptanmış genişliklerin
daraltılması sonucunu doğuracak uygulamalara olanak verecek biçimde kullanamaz.
Öte yandan, Yasanın sahil şeritlerine ilişkin bu düzenlemesinin,
Anayasa'nın herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip
olduğunu söyleyen 56. maddesiyle de uyum içinde bulunduğu söylenemez.
Çünkü, denizlerin ve göllerin ve onların devamı olan kıyıların ve
kıyıları tamamlayan sahil şeritlerinin dengeli bir çevre ile yakın ilişkisi
tartışmasızdır. Üstelik, kamuya açık kıyı, deniz, göl ve akarsuların
kirlenmesinde sahil şeridinin kullanış biçimi en büyük etkendir.
Başka bir deyişle, sahil şeritleri ve kıyılar, kişilerin
yararlanacağı doğal çevreyi oluşturur. Herkes, bu çevrede sağlıklı ve dengeli
bir yaşam hakkına sahiptir. Yine Anayasa'nın bu maddesine göre, "Çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve
vatandaşın ödevidir."
Çevre koşullarına ve kamu yararı esasına göre saptanmamış sahil
şeridi uygulaması, kişileri bu anayasal haktan yoksun kılar.
Oysa, bu bendin sahil şeridi olarak öngördüğü alan, çevre
koşullarını ve kamu yararını gözetecek ve kişilere sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama olanağı verecek derinlikte değildir.
Açıklanan nedenlerle bu bent, Anayasa'nın 43. ve 56. maddelerine
aykırı düşmekte ve iptali gerekmektedir.
b) Aynı fıkranın (b) bendinin Anayasa'ya uygunluk sorununa
gelince;
Bu bent, uygulama imar plânı bulunmayan belediye ve mücavir alan
sınırları içinde veya dışındaki yerleşik alanlarda, çevre düzeni ve/veya nazım
imar plânı bulunsun veya bulunmasın, yatay olarak en az 50 metre derinliğindeki
bir alanın sahil şeridi olarak ayrılmasını öngörmektedir.
Yukarıda açıklandığı gibi, Anayasa Mahkemesi, sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikte kamu yararının gözetilebilmesi için en az 100 metre
genişlikteki bir alanın, anayasal amaca uygun düşeceğini kabul etmekle beraber,
bu bendi; en az 50 metre genişlikteki bir alanın, "kullanış amacına
göre" gerekirse artırılabileceğini, kısmen de olsa, kamu yararına uygun
bir kullanıma elverişli olabileceğini gözönünde tutarak, bu kuralı, iptali
gerektirecek ölçüde Anayasa'ya aykırı kabul etmemiştir. Ancak bu derinliğin, en
az 100 metreye yükseltilmesi, sahil şeritlerinden kamu yararının çağdaş
anlayışına uygun bir yararlanma sağlayacağı ve Anayasa'nın öngördüğü ilkelere
daha uygun düşeceği kuşkusuzdur.
Açıklanan gerekçeyle bu bende ilişkin başvurunun reddi gerekir.
Bu görüşe Servet TÜZÜN, Erol CANSEL ile Yalçın ACARGÜN
katılmamışlardır.
c) "c" bendinin Anayasa'ya Uygunluk Sorunu:
Dava dilekçesinde;Anayasa'da, kıyılarda sahil şeritlerinin,
kullanış amaçlarına göre derinliğinin ve kişilerin bu yerlerden yararlanma
olanak ve koşullarının yasayla düzenleneceği öngörülmüştür. Bu hükme göre, ayrı
özellikler gösteren kıyılarla sahil şeritlerine kullanış amaçlarına uygun bir
derinlik sağlanması gerekir. Halbuki itiraz konusu maddede, kıyının özellikleri
gözetilmeden 10, 20, 50, 100 metre gibi genel ölçüler getirilmiştir. Bu
özelliği dikkate almadan sağlanan 100 metre ölçüsünün de bu nedenle Anayasa'nın
43.ve 46. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Bu bentle sahil şeridinin, "Belediye ve mücavir alan
sınırları içinde ve dışındaki iskân dışı alanlarda çevre düzeni ve/veya nazım
imar plânı bulunsun veya bulunmasın yatay olarak en az 100 metre genişlikteki
alan:" anlatacağı belirtilmiştir.
Anayasa'nın 43. maddesinin son fıkrasına göre, sahil şeritlerinin
derinliklerinin, kullanış amaçlarına göre saptanması gerekir. Dava konusu
bentte, bu derinliğin iskân dışı alanlarda "en az 100 metre"
denilerek, bu alanın belirlenmesinde bu özelliğin dikkate alınmasına olanak
sağlanmıştır. Bu kurala göre, derinlik hiçbir durumda 100 m. den az olmayacak,
ancak kullanış amaçlarına göre arttırılabilecektir. İncelenen kuralda, kamu
yararının gözetilmesini engelleyecek biryan saptanamamış, Anayasa'ya aykırı bir
yön görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle "c" bendine yönelik iptal isteminin
reddi gerekir. d) Son Fıkranın Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu
Dava dilekçesinde, bu bendin sahil şeridinin belirlenmesindeki tüm
ölçüleri fiilen uygulanamaz duruma getirebileceği, bu hükme göre köy yerleşik
alanı içinde bulunan yapılanma da dikkate alınarak sahil şeridinin yatay olarak
en az 10 metreye düşürülebileceği; bu bendin öncelikle Anayasa Mahkemesi'nin
3086 sayılı Yasa'yı iptal ederkendayandığı gerekçeye ve iptal kararma aykırı
olduğu; - bu fıkranın bir ölçüde kazanılmış hakları korumaya çalıştığı, oysa
yasalara aykırı durumlara dayanılarak kazanılmış hak savında bulunulamayacağı,
kıyıların devletin hüküm ve tasarrufunda bulunduğu vebu yerlerde yapılanmaya
gidilemeyeceği, bu hükmün, sahil şeritleriyle ilgili olarak öngörülen 20, 50 ve
100 metrelik ölçüleri fiilen uygulanamaz duruma getirdiği, Anayasa'nın 43.
maddesine aykırı bulunduğu ve iptali gerektiği ileri sürülmektedir.
Bu bende göre, 4. maddenin (b) bendinde öngörülen 50 metre
genişliğindeki alan, belediye ve mücavir alan sınırları dışında ve köy yerleşik
alanı içinde, daha önce yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine uygun yapıların
bulunduğu meskûn alanlarda, 10'. 11.1985 tarihinden önce köy nüfusuna kayıtlı
ve köyde sürekli oturanlar tarafından, konut olarak yapılacak yapılar için,
bulunan yapılanma da dikkate alınarak sahil şeridi en az 10 metreye
düşürülebilecektir.
Anayasa Mahkemesi'nin 25.2.1986 günlü, Esas 1985/1, Karar 1986/4
sayılı kararında belirtildiği gibi, Anayasa, kıyılardan yararlanma için yalnız
kıyı alanının belirlenmesini yeterli görmemiş, kıyıların devamı olan ve onu
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada da kamu yararının gözetilmesi
esasım getirmiştir. Buyönde yasal düzenleme yapılırken sahil şeritleri
derinliğinin, kamunun yararlanmasını engelleyecek veya ortadan kaldıracak
biçimde dar tutulması Anayasa'ya aykırılık oluşturacaktır. Dava konusu Yasa'nın
4. maddesinin (a) bendinin iptali yönünde yukarıda (a)bölümünde açıklanan
gerekçe, sahil şeridinin yatay olarak en az 10 metreye düşürülebilmesine olanak
tanıyan bu fıkra içinde öncelikle geçerlidir.
Bu fıkraya göre, 4. maddenin öteki bentlerinde sahil şeritlerinin
sağlanmasında öngörülen 20, 50 ve 100 m.lik ölçülerin en az 10 metreye
düşürülmesi olanaklı duruma gelebilecektir. Yukarıda da belirtildiği gibi sahil
şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetilmesi bu alan içinde
düşünülemez.
Dava konusu kuralın, kimi koşullarla kazanılmış hakların korunması
amacını güttüğü de anlaşılmaktadır.
Kıyının anayasal konumu ortaya konulurken, kıyılar üzerinde
"kazanılmış hak" kavramının ne derece geçerli olduğu konusu, Kıyı
Yasası'nın uygulanması yönünden büyük önem taşımaktadır.
Gerçekten, kıyı üzerinde her nasılsa yapılmış bir yapının ya da
elde edilmiş bir tapunun hattâ ruhsata dayalı bir taşınmazın hukuksal koruma
görüp göremeyeceği konusu, anayasal açıdan çözümlenmesi gereken bir sorundur.
Anayasa Mahkemesi, 25.2.1986 günlü, Esas: 1985/1, Karar: 1986/4sayılı
kararında bu konuyu kıyılarla ilgili olarak incelerken, Anayasa'nın 43/1.
maddesindeki, "Kıyıların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğunu
belirleyen hükmü karşısında, özel mülkiyete konu olamayan kıyıda, . .. yılından
önce mevzuata aykırı olarak yapılan yapılar yönünden kazanılmış hakların saklı
tutulacağı kuralı uygulanamaz. Çünkü yasalara aykırı durumlara dayanılarak
kazanılmış hak iddiasında bulunulamayacağı ..." biçiminde karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi, ormanlarla ilgili 14.3.1989 günlü, Esas:
1988/35, Karar: 1989/13 sayılı kararında benzer görüşü yinelemiştir: "...
Bir kez, yasanın bir kuralına aykırı biçimde edinilen hakka, daha üstün bir hak
bulunmasına karşın, sonsuza değin geçerlilik tanımak, kazanılmış hak durumunu
genişleterek Anayasa'nın özel kuralı karşısında sağlıklı kabul etmek kötü
niyetlileri bu yolda davranmaya özendirir ve böylece ormanların daralması
sonucunu doğurur."
12.12.1989 günlü, Esas: 1989/11, Karar: 1989/48 sayılı kararında
da "Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla Anayasa'ya aykırılığı saptanan bir
yasaya dayanılarak ileriye yönelik hak kazanılması ve kazanılmış bir haktan söz
edilmesi olanaksızdır."
Sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının
gözetilmesine olanak vermeyecek biçimde bir derinliğin saptanması, bu yerlerden
kamunun yararlanmasını engelleyecektir. Bu durumda, Anayasa'ya aykırılığı
saptanmış bir kurala göre kazanılmış hakların varlığından da söz edilemez. Kamu
yararı düşüncesiyle konumları özellik taşıyan alanların kişilere yeni olanak
sağlanması amacıyla daraltılması, sahil şeridinden yararlanmada önceliği kamuya
veren Anayasa ile bağdaşmaz.
Açıklanan nedenlerle bu fıkra, Anayasa'nın 43. ve 46. maddelerine
aykırıdır, iptali gerekir.
3- Yasanın 5. Maddesi Yönünden:
Dava dilekçesinde, ayrı gerekçe belirtilmeksizin Yasa'nın 5.
maddesinin de iptali istenilmektedir.
Bu madde, Anayasa'nın kıyıya ilişkin kimi ilke ve kurallarım
gösteren ve bu arada, anayasal kıyı rejiminin kurulabilmesi için, saptanması
zorunlu, "kıyı kenar çizgisinin" gerçekleştirilmesini öngören bir
düzenlemeyi içermektedir.
1982 Anayasası, kendisinden önce oluşan ve özellikle, 1961
Anayasası'nın kabul ettiği doğal kaynak ve servetlere ilişkin ilkenin ışığı
altında, yargı organlarınca oluşturulan kıyı rejimini aynen benimsemiştir. 3621
sayılı Yasa ise, Anayasa'nın öngördüğü kıyı rejimini genelde korumuş, 5.
maddesinde anayasal ilkeler tekrarlandıktan sonra kıyı kenar çizgisinin
saptanması yolunda, idareye görev verilmiş, kıyı kenar çizgisinin saptanmadığı
bölgelerde ise, bu görevin yapılmasının yolu belirlenmiştir. Kıyı kenar
çizgisinin saptanmasındaki amaç, kıyının tüm boyutlarıyla ortaya konulması,
doğal olarak kamuya açılması zorunlu bu alandaki hukuka aykırılıkların
giderilmesidir. Bu tür bir saptamadan sonra, devletin kamu malınıkorumakla
yükümlü yönetsel ve hukuksal birimleri, Anayasa'ya aykırı oluşmuş tüm işgal,
eylemli durum ve özel yapılanmaları, kimin olursa olsun, sona erdirmek ve bu
amaçla tüm hukuksal yolları işletmekle yükümlüdür.
Bu yükümlülük, kıyı rejiminin tüm hukuksal boyutları ile ortaya
konulmasının doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. Kısaca bu maddeye göre,
Yasa'nın öngördüğü kıyı kenar çizgisi saptandıktan ve kıyı alanı belirlendikten
sonra, kıyının Anayasa'da öngörülen ilkelere uygun bir duruma getirilmesinde vebunu
engelleyen her türlü hukuk dışı uygulamaların sona erdirilmesinde, devletin,
kamu malını korumakla görevli yönetsel ve hukuksal birimleri ile, belediye ve
mücavir alan sınırları içinde belediye; bu sınırlar dışında valilikler ve
ilgili bakanlık mensupları görevlidir, iptali istenilen kural, aksi yönde bir
düzenleme içermemektedir.
Açıklanan nedenlerle 5. madde, Anayasa'ya aykırı bulunmamaktadır.
İptal isteminin reddi gerekir.
4- Yasanın 7., 9., 10. ve 11. Maddeleri Yönünden:
Dava dilekçesinde, bu maddelere ilişkin olarak şu görüşlere yer
verilmiştir :
Anayasa'nın 127. maddesinde, yerel yönetimlerin, il, belediye veya
köy halkının yerel ortak gereksinimlerini karşılayacağı belirtilmektedir.
Yasanın 7, 9, 10 ve 11. maddelerinin düzenlediği konular doğrudan bu ortak
ihtiyaçlarla ilgilidir. Oysa, belirtilen maddeler, yerel yönetimleri dışlamakta
ve bu hizmetleri valiliklere ve merkezi yönetime terk etmektedir. Bu nedenle
127. maddeye aykırılık oluşmuştur, İptal edilmeleri gerekir.
Belirtilen maddeler, kıyının doldurulması, kıyı kenar çizgisinin
saptanması, kıyı ve sahil şeridinde yapılacak planlar ve doldurma suretiyle
kazanılan" arazilerdeki yapılanmalara ilişkin düzenleme getirmektedir.
Yasanın 7. maddesine göre, kıyının doldurulması ve kurutma yoluyla
arazi elde edilmesi, kendine özgü özellikler gösteren ve kimi araştırmalar
sonucu yapılması gereken bir işlemdir. Kamu yararının gerektirdiği durumlarda,
ekolojik özelliklere özen gösterilerek gerçekleştirilecektir. Elde edilen
arazi, kıyının hukuksal rejiminebağlıdır. Bu amaçla, devletin uzman ve yetkili
kuruluşlarının görevlendirilmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Kıyı kenar çizgisinin saptanmasına ilişkin yasa'nın 9. maddesinde
de, aynı sistem korunmuş, doğal özellik taşıyan ve bilimsel yöntemlere dayalı
belirleme işleminde, devletin bu konuda yetkili taşra ve merkezi örgütünün
sorumluluk yüklenmesi öngörülmüştür.
10. maddede ise, kıyı ve sahil şeridi rejiminin gösterdiği özellik
nedeniyle, Kıyı Yasası'nın önceliği vurgulanmış, imar plânlarının bu Yasa
hükümlerine uygun olma zorunluluğu belirlenmiştir.
11. maddede de, doldurularak kazanılan arazi üzerinde, yapılması
olanaklı yapılar için, gerekli izni vermek üzere, kamu malım korumakla yükümlü
Maliye Bakanlığı, yetkili makam olarak saptanmıştır.
Görülüyor ki, bu maddelere egemen olan anlayış, özellik gösteren
bir kamu malına karşı, bir anayasal sorumluluk ve duyarlıktan
kaynaklanmaktadır. Devletin hüküm ve tasarrufu altına bırakılan bu malların
korunmasında, devletin merkezi örgütünde yer alan uzman ve yetkili
kuruluşlarının görevlendirilmesi, yukarıda temel ilke ve esasları açıklanan
kıyı rejiminin bir gereğidir. Yasakoyucu, anaysal rejimi kurarken, bu kamu
malına özgü, devletin, merkezi ve y cret kuruluşlarının görev alanını belirlemiş,
Anayasa'n m 43. maddesinin gereğini yerine getirmiştir. Soruna, salt, yerel
gereksinim açısından yaklaşılmamış aynı zamanda, kıyının ülke tümlüğü içindeki
yeri gözetilmiştir.
iptali öngörülen Yasa'nın 4. maddesinin son fıkrasının iptal
edilmesi karşısında uygulama olanağı kalmayan 1.7. maddesindeki "4 üncü
maddesinin son fıkrası hükmü 1.3.1985 tarihinde, diğer ..." ibaresinin
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Yasa'nın 29. maddesi uyarınca iptali gerekir.
3621 sayılı Yasa'nın 4. maddesinin (a) bendinin iptali yasama
yoluyla doldurulması gerekli bir boşluk doğuracaktır. Anayasa'nın 153. ve 2949
sayılı Yasa'nın 53. maddeleri gereğince, bu boşluğun doldurulması için, işin
niteliği ve özelliği gözetilerek 4. maddenin birinci fıkrasını (a) bendine
ilişkin iptal hükmünün, kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak
altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun olacaktır.
V- SONUÇ:
4.4.1990 günlü, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun;
A. 3. Maddesinin Anayasa'ya Aykırı Olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
B. 4. Maddesinin;
1- Birinci fıkrasının (a) bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
2- Birinci fıkrasının ^b) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, Servet TÜZÜN, Erol CANSEL ile Yalçın ACARGÜN'ün
karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3- Birinci fıkrasının (c) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, Erol CANSEL ile Yalçın ACARGÜN'ün karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
4- Son fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İPTALJNE,
OYBİRLİĞİYLE,
5-Maddenin "Deyimler" sözcüğüyle yaptığı tanımları
içeren birinci fıkrasının öbür bölümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
C. 5. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
D. 7. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. 9. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
F. 10. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
G.11. maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,
H. Yasa'nın 4. maddesinin son fıkrasının iptal edilmesi
karşısında, uygulama olanağı kalmayan 17. maddesindeki "4 üncü maddesinin
son fıkrası hükmü 1.3.1985 tarihinde, diğer ..." ibaresinin 2949 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Yasa'nın 29.
maddesi uyarınca İPTALİNE, OYBİRLİĞİYLE,
I. Anayasa'nın 153. ve 2949 sayılı Yasa'nın 53. maddeleri gereğince,
iptal kararının doğuracağı boşluğun niteliği gözetilerek, 4. maddenin birinci
fıkrasının (a) bendine ilişkin iptal hükmünün Resmi Gazete'de yayımlanmasından
başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine, OYBİRLİĞİYLE,
18.9.1991 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
Oğuz AKDOĞANLI
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Yavuz
NAZAROĞLU
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
Üye
Yalçın ACARCÜN
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
3621 sayılı "Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinde sahil
şeridinin "Kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde; uygulama imar
plânı yapılacak alanlarda yatay olarak en az 20 metre genişliğindeki alanı,
uygulama imar plânı bulunmayan belediye ve mücavir a1an sınırları
içinde veya dışındaki yerleşik alanlarda, çevre düzeni ve/veya nazım imar plânı
bulunsun veya bulunmasın, yatay olarak en az 50 metre genişliğindeki alanı,
Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki iskân dışı alanlarda
çevre düzeni ve/veya nazım imar plânı bulunsun veya bulunmasınyatay olarak en
az 100 metre genişliğindeki alanı kapsayacağı" biçiminde hüküm yer
almaktadır.
Anayasa'nın 43. maddesinin ikinci fıkrasında, "Deniz, göl ve
akarsu kıyılarıyla, deniz ve gölle/in kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada" öncelikle kamu yararının gözetileceği ve son fıkrasında ise,
"Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği ve
kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartlarının kanunla düzenleneceği"
belirtilmiştir. Maddenin tüm fıkraları birlikte değerlendirildiğinde; sahil
şeritlerinin kıyılar gibi "Devletin hüküm ve tasarrufu altında"
bulunmakla beraber, kıyılardan yararlanmanın sadece kıyı alanının belirlenmesi
ve korunması ile sağlanamayacağı ve kıyıya bitişik ve onu izleyen sahil
şeritlerinde de "kamu yararının öncelikle gözetilmesi" ile bu amacın
gerçekleşebileceğinin kabul edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan
Anayasakoyucunun, kıyıyı; yalnız deniz, göl ve akarsuya bitişik, bir doğa parçası
değil çok boyutlu kavram olarak öngördüğü belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.
Zira, Anayasa'nın 43. maddesinde "kıyılardan yararlanma" koşulları
düzenlenirken Anayasa'nın 168. maddesinde olduğu gibi sadece kıyıların Devletin
hüküm ve tasarrufu altında olduğunun belirtilmesi ile yetinilmeyip ayrıca
deniz, gölve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarım çevreleyen SAHİL
ŞERİTLERİNDEN YARARLANMADA öncelikle KAMU YARARININ gözetileceği ve kıyılarla
sahil şeritlerinin, kullanış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu
yerlerden yararlanma imkân ve şartlarının kanunla düzenleneceğine ilişkin
kurallara da yer verilmiştir. Bu konuda Anayasa'ya aykırılık sorunu bakımından
önemli olan ve açıklığa kavuşturulması gereken husus, sözü edilen 43. madde ile
korumak istenen "kıyılar" ve "sahil şeritleri" ile ilgili
deyimler almaktadır. Kıyılar, deniz ve göllerin devamı olup, bunlardan
ayrılması mümkün olmadığı cihetle, deniz ve göllerden yararlanmak ancak,
kıyının kullanılmasının herkese açık olması ile sağlanabilecektir. Kıyılardan
bu biçimde yararlanma ise ancak, kıyıların devamı olan ve onu çevreleyen sahil
şeritlerinden yararlanmada da kamu yararının gözetilmesi ile gerçekleşebilir.
Bu konuda yasal düzenleme yapılırken sahil şeritlerinin derinliğinin, bu
yerlerden kamunun yararlanmasını engelleyecek ve ortadan kaldıracak biçimde çok
dar boyutta tutulması, halinde Anayasa'ya aykırılık sorunu ortaya çıkacaktır.
Yabancı ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de sanayileşme ve
kentleşmenin yoğunlaşması ile birlikte artan turizm ve dinlenme ihtiyacının
karşılanması bakımından kıyılardan yararlanma isteğinin artmış olması, bu
yerlerden sosyal adalet gereği çok sayıda kişinin yararlanmasını sağlamak ve
ayrıca tabii servet ve kaynak olarak değerinin korunmasına yönelik önlemlerin
alınmasını da beraberinde getirmiştir. Bugün bu yerlerartık salt kara ile su
arasında bir sınır çizgisi biçiminde değil, denizden karaya doğru şeritler
halinde uzanan, kıyının kullanım ve korunmasını sağlayan ve buranın doğal
yapısına uygun olarak uzunlamasına ve derinlemesine olmak üzere iki boyutlu bir
takım bölgeleri kapsayan bir alan olarak kabul edilmektedir. Nitekim
Anayasa'nın kamulaştırma ile ilgili 46/3. maddesinde, yukarıda belirtilen
kamusal ihtiyacın yeterince karşılanması için kıyıların korunması amacına
yönelik kamulaştırmaya ilişkin öze) düzenlemeye gidilmiş olması da, kıyılara
verilen önemi göstermektedir.
Yabancı ülkelerde sahil şeritlerine ilişkin olarak, bu yerlerden
kamu yararı gereği herkesin serbestçe yararlanma imkân ve şartlarının
sağlanması bakımından kıyı çizgisinden başlayarak asgari 300 metre gibi yeterli
ve çok boyutlu alanlar belirlendiği ve ülkemizde de daha önce 1972 yılında 6785
sayılı Kanun'a Ek 7. ve Ek 8. maddelerine göre hazırlanan yönetmeliğin l. 08
maddesinde, bu husus açıkça "Deniz ve göl kenarlarında kara yönünde en az
100 metre genişlikteki kuşak (şerit) içinde toplumun yararlanmasına ayrılmayan
tesis yapılamaz" biçimindeki kuralla düzenlendiği ve böylece geçmişte
Anayasa'da kıyılarla ilgili hüküm bulunmadığı dönemde kanun ve yönetmeliklerle
korunan "Kamu yararı"nın, Anayasal güvenceye kavuşturulduktan sonra,
Anayasa buyruğunu yerine getirme görünümü altında genelde sahil şeritleri için
100 metrelik bir derinlik kabul edilip, sözü edilen maddenin (b) bendinde bu alanın
50 metre gibi çok daha dar bir biçimde belirlenmesi,bu yerlerden Anayasa'nın
öngördüğü kamu yararına uygun bir yararlanmayı engelleyecektir.
Bu durumda, 3621 sayılı "Kıyı Kanunu"nun 4. maddesinin
birinci fıkrası (b) bendi hükmünün, aynı maddenin birinci fıkrası (a) bendi ve
son fıkrasına ilişkin olarak mahkemece kabul edildiği gibi Anayasa'nın 43.
maddesinin bütünü ve özellikle birinci ve üçüncü fıkrası ile uyum içinde
bulunmadığı ve bu nedenle Anayasa'ya aykırı olduğu açıkça gözlenmektedir.
Çoğunluğun 18/9/1991 günlü, 3621 sayılı Kanunun 4. maddesinin
birinci fıkrası (b) bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ilişkin görüşüne
yukarıda açıklanan nedenlerle katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
17 Nisan 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3621 sayılı Kıyı
Kanunu'nun 4. maddesinin "b" ve "c" bentlerini Anayasa'nın
43. maddesinin ikinci fıkrasına aykırı bulmayan çoğunluk görüşüne, aşağıdaki
gerekçelerle katılmıyorum:
Anayasa'nın 43. maddesinin ikinci fıkrası "Kıyılarla sahil
şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden
yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir" demektedir. Bu suretle
sahil şeritlerinin de derinliklerinin saptanmasında kullanılacak ölçütü Anayasa
bizzat göstermiş bulunmaktadır; bu derinlikler sahil şeritlerinden yararlanma
amaçlarına göre belirlenecektir.Anayasa'nın koyduğu bu ölçütü, kanun-koyucunun
Kıyı Kanunu düzenlemesiyle değiştirmesi ve Türkiye'deki tüm sahil şeritlerinin
derinliklerini kullanış amaçlan doğrultusunda, doğal çevrenin korunmasını ve
toplumun da bu yerlerden yararlanma biçimini de düzenlemek üzere ayrı ayrı
belirleyecek yöntemler getirecek yerde, bu derinlikleri uygulama imâr plânı
bulunmayan belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki yerleşik
alanlarda, çevre düzeni ve/veya nazını imâr plânı bulunsun veya bulunmasın,
yatayolarak en az 50 metre genişliğindeki alan (4. maddenin "b"
bendi); Belediye ve mücavir alan sınırlan içinde ve dışındaki iskân dışı
alanlarda çevre düzeni ve/veya nazım imâr plânı bulunsun veya bulunmasın yatay
olarak en az 100 metre genişliğindeki alan (4. maddenin "c" bendi)
olarak, toptancı bir anlayışla metre ölçütü ile belirlemesi, Anayasa'nın 43.
maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır. Böyle bir sahil şeridi derinliği
belirleme yöntemi kıyıların hızla tüketilmesine ve doğal kaynakların yok olması
sonucuna götürür. Örneğin deniziyle, kumuyla, doğal zenginlikleriyle toplumun
yararlanmasına olabildiğince açık tutulması gereken bir sahil şeridi, 50 ve 100
metrelik kısıtlama kıskacına alınarak, şeridin geri kalan kısmı betonlaşmaya
terkedilirse, Anayasa'nın43. maddesinin ikinci fıkrasındaki "kullanış
amacı" gözetilmemiş ve doğal güzellikler, dolayısıyla toplumun buralardan
yararlanma hakkı bertaraf edilmiş olur. Oysa ki, Anayasa'nın 43. maddeye destek
vermek için konmuş olan 46. madde, "Kıyıların korunmasıve turizm amacıyla
kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir"
hükmüyle, sahillerde ve sahil şeritlerinde kullanma amacına uygun olarak
yapılacak düzenlemelerde, gerekiyorsa kamulaştırmaya da yer vermektedir. Bu
uygulamaların büyük külfet getireceği gerekçesiyle Anayasa'nın sahil
şeritlerinin belirlenmesi için öngördüğü "kullanma amacına göre"
derinliklerin saptanması görevinden kaçınmak da 43. maddenin ikinci fıkrasıyla
bağdaşmamaktadır.
KARŞIOY
YAZISI
Anayasamız, kıyılar ve sahil şeritlerine ilişkin temel ilke ve
kuralları esas itibariyle 43. maddesiyle düzenlemiştir. Bu maddeye göre;
"Madde 43.- Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yaran gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartlan kanunla düzenlenir."
Bu düzenleme karşısında Anayasa'nın kıyılar ve sahil şeritlerine
ilişkin olarak üç temel ilkeyi kabul ettiği açıkça görülmektedir. Bu ilkeler,
- Kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
- Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelik kamuya aittir.
- Sahil şeritlerinin derinliği KULLANILIŞ AMAÇLARINA göre yasayla
düzenlenecektir.
Ayrıca kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları da
yasayla belirlenecektir.
Anayasamızın 43. maddesinde kurmak istediği rejim, kıyılarla
ilgili olarak, 4.4.1990 günlü, 3621 sayılı "Kıyı Kanunu" ile önemli
ölçüde gerçekleştirilmiş olmakla birlikte aynı şeyi sahil şeritleri yönünden
söylemek olanağı yoktur.
İptali istenen Kıyı Kanunu'nün 4. maddesiyle sahil şeritlerin in
derinliği,
a) "Uygulama imar plânı yapılacak alanlarda yatay olarak en
az 20 metre"
b) "Uygulama imar plânı bulunmayan belediye ve mücavir alan
sınırları içinde ve dışındaki yerleşik alanlarda, çevre düzeni ve/veya nazım
imar plânı bulunsun veya bulunmasın yatay olarak en az 50 metre"
c) "Belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dışındaki
iskân dışı alanlarda çevre düzeni ve/veya nazım imar plânı bulunsun veya
bulunmasın yatay olarak en az 100 metre"
- "(b) bendinde tespit edilen alan, belediye mücavir alan
sınırları dışında ve köy yerleşik alanı içinde, daha önce yürürlükte bulunan
mevzuat hükümlerine uygun yapıların bulunduğu meskun alanlarda, 10.11.1985
tarihinden önce köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlar tarafından,
konut olarak yapılacak yapılar için, mevcut teşekkül de dikkate alınarak sahil
şeridi yatay olarak en az10 metre" olarak belirlenmiş bulunmaktadır.
Böylece kıyılarla sahil şeritlerinin,- Anayasa'nın öngördüğü
şekilde kullanılış amaçlan gözetilmeksizin, derinliklerinin sübjektif şekilde
belirlenmesi karşısında; "Kıyı Kanunu"nun Anayasa'nın öngördüğü
rejimi "sahil şeritlerinin derinliği yönünden" gerçekleştirmiş
sayılamayacağı açıktır.
Sahil şeritleri kıyının devamı ve onun kullanılmasını sağlayan
zorunlu arazi parçalarıdır.
Kıyılardan yararlanma, ancak sahil şeritleri aracılığı ile,
kıyıların, doğal kaynak ve zenginliklerinin korunması da sahil şeritleriyle
olanaklıdır. Bu nedenle de sadece kıyının belirlenip korunduğu bir düzenleme
ile amaca ulaşılamaz.
Bu durumu dikkate alan Anayasakoyucu, Anayasa'nın 43. maddesiyle
"kıyılarla kullanılış amaçlarına göre sahil şeritlerinin
derinliklerinin" yasayla saptanmasını öngörmüş bulunmaktadır. Aslında
kıyılar doğal nitelikleri ve konumları nedeniyle kendiliklerinden ortaya çıkan
tarıma elverişsiz ve sahipsiz arazi grubu olup bu yerlerin yasal düzenlemelerle
daraltılıpgenişletilmesi söz konusu olamayacağından Yasakoyucunun belirleyeceği
derinlikler sahil şeritlerine yöneliktir.
Anayasamız bu derinliklerin belirlenmesinde Yasakoyucunun
takdirine veya sübjektif tercihlerine göre değil objektif kıstaslara dayalı bir
sistem getirmiştir. Anayasa'nın öngördüğü ve buyurduğu sistem, tüm kıyılarla
sahil şeritlerinin "KULLANIM AMAÇLARINA GÖRE" derinliklerinin
belirlenmesidir. Anayasa'nın buyruğunun yerine getirilmesi için tüm
kıyılarımızla sahil şeritlerimizin öncelikle ne tür kullanıma uygun
olduklarının saptanıp durumlarına göre kullanım amaçlarının bilimsel olarak
ortaya konması ve derinliklerin buna göre belirlenmesi şarttır. Kıyılarımızın
turizm, dinlenme, doğal zenginliklerin korunması, tarihsel değerlerin korunarak
saklanması, balıkçılık, yatçılık, kentsel veya kırsal yerleşim alanları gibi
hangi amaç doğrultusunda kullanmaya elverişli oldukları ve bu konumlarına göre
hangi amaç doğrultusunda kullanılması gerektiği plânlandıktan ve bütün bu
hususlar bilimsel şekilde ortaya konduktan sonra sahil şeritlerinin
derinliklerinin de bu amaçlara ve kullanıma uygun şekilde yasayla saptanması
gerekmektedir. İşte sahil şeritlerinin derinliklerinin belirlenmesinde,
Anayasa'nın öngördüğü ve buyurduğu sistem bu olduğu halde, Anayasa'nın
öngörmediği şekilde sübjektif olarak sahil şeritlerinde 100-50-20 ve 10
metrelik derinlikler saptanması karşısında "Kıyı Kanunu"nun bu
düzenlemelerin Anayasa buyruğunu yerine getirmekten uzak ve bu haliyle
Anayasa'ya aykırı olduğu inancında bulunduğum için;
4.4.1990 günlü, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun,
1) 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin ve son fıkrasının
iptali yönünde beliren çoğunluk görüşüne yukarıdaki nedenlerle katılıyor,
2) 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin de aynı
nedenlerle Anayasa'ya aykırı olup iptalleri gerektiği inancı ile bu iki bendi
Anayasa'ya aykırı görmeyerek iptal istemini reddeden çoğunluk görüşüne
katılamıyorum.