ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1990/28
Karar Sayısı: 1991/11
Karar Günü: 2.5.1991
R.G. Tarih-Sayı :16.10.1991-21023
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Balıkesir İş Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU: 17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'nın 10. ve 60. maddelerine
aykırılığı ileri sürülerek iptali istemidir.
I- OLAY:
Davacı Sosyal Sigortalar Kurumu vekili tarafından 9.2.1990 günlü
başvuru ile açılan davada; davalıların demir haddehanesinde çalışan sigortalı
işçinin uğradığı iş kazası nedeniyle sigortalıya ödenen sürekli işgörmezlik
geliri ile hastane masraflarının peşin sermaye değerlerinin ceza davasında
saptanan kusuru oranında davalı işverenlerden rücuan, ortaklaşa ve zincirleme
biçimde alınmasına karar verilmesi istenmiştir.
Davalılar vekili, olayda uygulanma durumunda olan 506 sayılı
Yasa'-nın 26. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri
sürmüş, yerel İş Mahkemesi, davacı vekilinin aksine görüşüne karşın, bu savın
ciddi olduğu kanısına vararak, Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Yasa'nın 28.
maddeleri uyarınca, anılan kuralın iptali istemiyle 7.6.1990 günlü kararıyla
Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenilen Yasa Kuralı:
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun iptali istenilen fıkrayı
da içeren, "İşverenin sorumluluğu" başlıklı 26. maddesi şöyledir:
"Madde 26.- İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı
veya işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine
aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca
sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli
bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22
nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleritoplamı
sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarlarla
sınırlı olmak üzere Kurumca işverene ödettirilir.
İş kazası veya meslek hastalığı, 3 üncü bir kişinin kasıt veya
kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber
zarara sebep olan 3 üncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara
Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir.
Ancak; iş kazası veya meslek hastalıkları sonucu ölümlerde bu
Kanun uyarınca hak sahiplerine yapılacak her türlü yardım ve ödemeler için, iş
kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesinde kasdı veya kusuru bulunup da
aynı iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine
Kurumca rücu edilemez."
B. Dayanılan Anayasa Kuralları :
1. "Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasİ
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
2. "Madde 60.- Herkes, sosyal güvenlik hakkında sahiptir.
Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve
teşkilatı kurar."
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince, Yekta Güngör
ÖZDEN, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Servet TÜZÜN, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN, Oğuz
AKDOĞANLI, Selçuk TÜZÜN, Ahmet N. SEZER, Erol CANSEL, Yavuz NAZAROĞLU ve Güven
DİNÇER'in katılmalarıyla, 11.9.1990 günü yapılan ilkinceleme toplantısında,
dosyadaki eksiklik giderildiğinden işin esasının incelenmesine oybirliğiyle
karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasa'ya
aykırı olduğu ileri sürülen Yasa kuralı ile dayanılan Anayasa kuralları,
bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Sınırlama Sorunu:
Esas inceleme evresinde öncelikle sınırlama sorunu üzerinde
durulması gerekmiştir.
İtiraz yoluna başvuran İş Mahkemesi, davacının Anayasa'ya
aykırılık savının ciddi olduğu kanısına vararak 506 sayılı Yasa'nın 26.
maddesinin birinci fıkrasının iptali istemini içeren kararında, konunun
özelliğiyle ilgili bir açıklamada bulunmamış, sınırlama yapmamıştır.
Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kutulusu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddeleri, mahkemelerin itiraz yoluna
başvurmalarının bakmakta oldukları davalarda uygulayacakları yasa kurallarıyla
sınırlı olmasın' öngörmüştür.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu dava, 506 sayılı
Yasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasının uygulanmasından doğan bir
uyuşmazlığa ilişkindir. Buna göre, iş kazası ve meslek hastalığından ötürü
Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından sigortalı veya hak sahibi kimselerine
yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin ve gelir
bağlanmışsa, bunun sermaye değerleri toplamının belirli koşulların oluşması
durumunda işverene rücuan ödettirilmesi hükme bağlanmış, işverenin sorumluluğu
da çeşitli yönleriyle sınırlanmıştır.
İtiraza konu olayda, işverenin işçilerin sağlığı m koruma ve
işgüvenliği tüzüğüne aykırı ve 6/8 oranındaki kusurlu davranışı sonucunda iş
kazasına uğrayan ve kendine çeşitli giderler yapılarak sürekli iş görmezlik
geliri bağlanan bir işçi için yapılan tüm giderler Sosyal Sigortalar
Kurumu'nca, işverenden geri istenmekte olup, açılan dava, yapılan giderlerin
ödettirilmesine ilişkin ilk rücu davasıdır.
İtiraz yoluna başvuran, mahkeme, bakmakta olduğu davada Sosyal
Sigortalar Yasası'nın 26. maddesinin, birinci fıkrasının, iş kazası ile ilgili
kurallarım gözönüne alarak, iş kazasına ve bu kazanın işverenin işçilerin
sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi
sonucu olması nedeniyle yapılan giderlerintutarlarının ödettirilmesine ilişkin
kuralları uygulama durumundadır.
Mahkeme'nin, anılan maddedeki meslek hastalığı, işverenin kastı
veya suç sayılabilir hareketi ile yapılacak giderlerle ilerde söz konusu
olabilecek artışlarla ilgili kuralları uygulaması - söz konusu değildir.
Bu bakımdan başvuran mahkemenin bakmakta olduğu davada
uygulayacağı itiraz konusu kurallara ilişkin esas inceleme, Yasa'nın 26.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan, "işçilerin sağlığını koruma ve iş
güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi sonucu iş kazasına yol
açan işverene, sigortalıya yapılan her türlü giderin Kurumca
ödettirilmesi" açısından sınırlı olarak yapılması gerekmektedir.
B. İtiraz Konusu Kuralın Konuluş Amacı, Kapsamı ve İşverenin
Hukuksal* Sorumluluğu:
Sosyal Sigortalar Yasası'nın "İşverenin sorumluluğu"
başlıklı 26. maddesi, iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu Kurum'un
sigortalıya, sigortalı ölmüşse hak sahibi kimselerine yapmış ve ileride
yapacağı giderler ile bağlamış bulunduğu gelirlerin sermaye tutarını, bu
ödemelere neden olan kişilere ödettirme hakkını öngörmekte ve koşullarım
belirlemektedir.
Kurum'un işveren ve üçüncü kişilere başvurma hakkı, ilk kez 4772
sayılı "İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Hakkında
Kanun"un 37- maddesiyle düzenlenmiş, 5564 ve 6917 sayılı Yasalarla
değişikliğe" uğramış, 506 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesiyle 26. madde
olarak getirilmiş, bu maddenin birinci fıkrası 20.6.1987 günlü, 3395 sayılı
Yasa'nın 2. maddesiyle değiştirilmiştir. Bu değişiklikle fıkranın özü, öğeleri,
tüm düzenlemesi eskisi gibi korunmuş, yalnızca rücuan tazminata sınır
getirilmiştir.
İşverenin Sosyal Sigortalar Kurumu karşısındaki sorumluluğunu
düzenleyen itiraz konusu kural, Kurum'un iş kazası ya da meslek hastalığına
uğrayan sigortalı için yaptığı giderleri sigortalının zarara uğramasına neden
olanlardan rücu yoluyla geri isteyebilme hakkı, Kurum'un sigortalıya yardım
yapma ödevi dolayısıyla malvarlığında meydana gelen eksilmeyi kısmen ve tümüyle
giderme olanağı sağlar.Öte yandan zararı ödemek zorunda bulunan kişilerin,
bundan böyle sigortalının sağlığını ve can güvenliğini korumak yönünden daha
çok özen göstermesi sağlanmış, iş kazası ve meslek hastalıklarının meydana
gelmesi önlenmiş olur.
İtiraz konusuna ilişkin kuralda, hukuksal yönden öncelikli bulunan
insanı ve insan sağlığını korumak, zarar gelmesini önlemek amacı başta
gelmektedir.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun sigortalıya ve hak sahiplerine
yaptığı yardımlar dolayısıyla işverene başvurması rücu hakkını kullanmaya
yönelik olup, Kurum'un işverene başvurma hakkı, yasal ardıllık (kanuni
halefiyet) tır. Bunu ödeyen kişi, ödediği borç oranında alacaklının yerine
geçmektedir. Bu yönüyle ardıllık, basit bir rücu hakkına oranla daha geniş olanaklar
sağlat. Rücu hakkı, ifa ile ortadan kalkan alacaktan bağımsız, ayrı bir haktır.
Ardıllık ise alacağın ifa ile sona ermeyip üçüncü kişiye geçmesi anlamına
gelir. Basit rücu hakkına sahip olan kimse, alacaklıya ait imtiyazlardan,
yetkilerden ve fer'i haklardan yararlanamaz. Buna karşılık yasal ardıllıkta
alacak hakkına bağlı olarak alacaklının sahip bulunduğu ayrıcalıklar, yetkiler
ve ikinci (fer'i) haklar, ödemede bulunana* geçmektedir.
Yasal ardıllık ilkesi, işverenin Kutum karşısındaki sorumluluğunun
sınırlarını da belirler. Kurum'un ödettirme hakkının en üst sınırı,
sigortalının ve onun hak sahibi kimselerinin sorumlulardan isteyebileceği
miktar olup, davalı, kazaya uğrayan sigortalı, ölümü halinde hak sahibi
kimselerine karşı olağan biçimde sorumlu bulunduğu miktarın üstünde birmeblağ
ödemek zorunda değildir.
İşverenin Kurum'a karşı sorumluluğu, Sosyal Sigortalar Yasası'nın
26. maddesinin birinci fıkrasında belirlenen eylem ve davranışlarla
sınırlandırılmıştır.
Buna göre, Kurum'un sigortalı veya onun hak sahiplerine yaptığı
ödemeler nedeniyle işverene başvurabilmesi, iş kazasının veya meslek
hastalığının iş verenin hasta veya işçilerinin sağlığını koruma ve iş güvenliği
ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davranışı veyahut suç sayılabilir bir
hareketi sonucu olması koşullarına bağlıdır.
İşverenin, iş kazasının işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği
ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı davranışı sonucu meydana gelmiş bulunması
durumunda sorumlu olması kuralında sözü edilen "mevzuat" teriminin,
yasa, tüzük, kararname ve yönetmelikleri de içerdiği kuşkusuzdur. Mevzuat
hükümlerinin başında 1475 sayılı İş Yasası'nın "İşçi Sağlığı ve
İşgüvenliği" başlığını taşıyan 5. bölümünde yer alan hükümlerle bunlara
dayanılarak çıkarılan tüzük ve yönetmelikler gelmektedir.
Kurum'un iş kazasına uğrayan sigortalıya, ölümü durumunda onun hak
sahiplerine yaptığı sosyal sigorta yardımlarının neler olduğu ve nasıl
yapılacağı Sosyal Sigortalar Yasası'nın 12., 13. ve 14. maddelerinde
belirlenmiştir.
Kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine yapılan veya
ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir
bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak
sermaye değerleri toplamı, sigortalı ya da hak sahibi kimselerin işvereninden
sorumlu bulunduğu miktarlarla sınırlı olmak üzere ödettirilebilmesi için iş
mahkemesine Kurum tarafından açılacak rücu davası ile istenebilecektir.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun rücu hakkı konusunda uygulamada
yerleşmiş ilkeler şöyledir:
Rücu davası, ancak iş kazası ve meslek hastalığı dolayısıyla
yapılan Kurum giderleri için açılabilir.
Ardıllık "halefiyet" ilkesi, zarara neden olan işveren
veya üçüncü kişinin sigortalı karşısındaki durumunun, Kurum'un rücu hakkı
nedeniyle ağırlaşmasını gerektirmez. Yalnızca Kurum'un ödettirme hakkının en
üst sınırı sigortalının ve onun hak sahiplerinin sorumlulardan isteyebileceği
miktardır.
İşverence, sigortalıya ya da ölümü halinde hak sahiplerine daha
önce ödenmiş maddi tazminat varsa bunların, Kurum'un rücu davasında islediği
miktarlardan düşülmesi gerekir. Ancak ardıllık ilkesi üçüncü kişilerin kendi
aralarında yapacakları anlaşmalarla geçersiz kılınamaz. Ayrıca, zarar gören
sigortalının işvereni ibra etmesi 506 sayılı Yasa açısından Kurum'un işverene
rücu hakkını ortadan kaldırmaz.
Kurum,sigortalı ya da onun hak sahiplerine yaptığı giderler
toplamını kusurları oranında işverenden veya üçüncü kişiden isteyebilir.
Birlikte (müterafik) sorumluluk esasları rücu davalarında da geçerlidir.
İş kazasının oluşmasında sigortalının yüzde yüz kusuru varsa
işverenin kurum giderlerinden sorumlu tutulmaması gerekir. Çünkü kaza olayı ile
görülen iş arasındaki, uygun nedensellik (illiyet) bağı sona ermiş
bulunmaktadır.
İş kazasına uğrayan sigortalı ya da hak sahiplerinin işveren
aleyhine açtıkları tazminat davasında verilen bilirkişi raporundaki sorumluluk
durumu ve kusur oranı kesinleşmiş olması şartıyla, Kurum'un işveren aleyhine
açtığı ı ucu davasında bağlayıcı nitelik taşır. Kurum, kusur oranının yeniden
saptanmasını isteyemez. Ancak, Borçlar Yasası'nın53. maddesi hükmü uyarınca,
aynı işkazası dolayısıyla ceza mahkemelerinde verilen kusur durumuna ve beraata
ilişkin kararlar Kurum'un açtığı rücu davalarında hukuk hakimini bağlamaz, ceza
mahkemesinin ilâmında saptanan olgular hukuk hâkimini bağlayacaktır.
Kurum'un zarardan sorumlu olanlar aleyhine açacağı rücu davaları,
sigortalının bu kişilere açacağı davaların zamanaşımı sürelerine bağlıdır. Rücu
davalarında faiz de istenebilir. Faizin başlangıcı, tazminat borcunu doğuran
olayın gerçekleştiği yani Kurum'ca ilgilisine ödemenin yapıldığı talihtir.
Yasal ardıllıkla alacaklının yerine geçine söz konusu olduğundan, Kurum, yani
alacağı devralan, devraldığı tarihteki duruma göre alacaklı yerine geçer. Bu
tür davalarda faizin yapılmış giderler için ödeme tarihinden, bağlanmış
gelirler için de tahsisin onay tarihinden itibaren yürütülmesi Yargıtay'ın
yerleşmiş içtihatlarındandır.
C. Anayasa'ya Aykırılık Sorunu:
İtirazda bulunan mahkeme, Anayasa'ya aykırılık savının dayandığı
gerekçeler olarak eşitlik ve sosyal güvenlik ilkelerinden söz etmiş
bulunduğundan sorun ve konu temelde Anayasa'nın 10. ve 60. maddelerini
ilgilendirmekte olup, inceleme sınırlama kararı uyarınca yapılacaktır. Esasen,
2949 sayılı Yasa'nın 29. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi, ilgililerin ilerisürdükleri
gerekçelere dayanmak zorunda olmayıp, istemle bağlı kalmak koşuluyla başka
gerekçelerle de karar verebilir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası'nın 26. maddesinin birinci
fıkrasının tümünün ve bazı hükümlerinin Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülerek,
değişik tarihlerde üç kez Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiş, açılan iptal
davaları sonunda: Esas: 1972/2, Karar: 1972/28 sayılı, 23.5.1972 günlü, Esas: 1975/
198, Karar : 1976/ 18 sayılı, 18.3.1976 günlü ve Esas: 1982/4, Karar: 1983/17
sayılı20.12.1983 günlü kararlarıyla itiraz konusu hükmün Anayasa'ya uygun
bulunduğu sonucuna varılarak istemler reddedilmiştir.
1. Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden inceleme:
Yerel Mahkeme, davada uygulayacağı 26. maddenin birinci
fıkrasının, sigorta primini ödeyen işverenin, riskini sosyal güvenlik kurumuna
devretmiş olmakla yalnızca kastından dolayı sorumlu olması gerekeceğinden,
Kurum'un sigortalı ya da hak sahiplerine yaptığı ödemeyi, yeniden yüklenme
durumunda kalmasının, ikinci fıkrada düzenlenen kurallara göre prim ödemediği
halde benzer biçimde sorumlu tutulan üçüncü kişilerle eşitsizliğe yol açmak
suretiyle anayasal eşitlik kuralına aykırı olduğu görüşüne dayanmaktadır.
Anayasa'nın "Kanın önünde eşitlik" başlıklı 10.
maddesinde yer alan eşitlik ilkesi, Anayasa Mahkemesi'nin birçok karalında
"... yasa önünde eşitlik herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı
anlamına gelmez. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasİ
düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ayrılığı gözetilmesi ve bu nedenlerle
eşitsizliğe yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Bu mutlak yasak,
birbirinin aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı
kişi ve toplulukların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaşların haklı
bir nedene dayandırılarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine
aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlamadaki özellikler, kimi kişiler ya da
topluluklar için değişik kuralları ve değişik uygulamalar] gerekli kılabilir.
Özellikler, ayrılıklara dayandığı için haklıolan nedenler, ayrı düzenlemeyi
aykırı değil geçerli kılar. Aynı durumda olanlar için ayrı düzenleme aykırılık
oluşturur. Anayasa'nın amaçladığı eşitlik, eylemli değil, hukuksal eşitliktir.
Aynı- hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallara bağlı
tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik çiğnenmiş olmaz. Başka bir anlatımla,
kişisel nitelikleri ve durumları özdeş olanlar arasında, yasalara konulan kurallarla
değişik uygulamalar yapılamaz. Durumlardaki değişikliğin doğurduğu
zorunluluklar, kamu yararı ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla
farklı uygulamalar getirilmesi durumunda Anayasa'nın eşitlik ilkesinin
çiğnendiği sonucu çıkarılamaz. O halde, Anayasa Mahkemesi'nin yerleşik
kararlarına göre, eşitliği bozduğu iddia edilen kuralhaklı bir nedene
dayanmakta veya kamu yararı amacıyla yürürlüğe konulmuş ise bu kuralın eşitlik
ilkesini zedelediğinden söz edilemez." biçiminde değerlendirilmiştir.
Sosyal Sigortalar Yasası'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında yer
alan ve işverenin sorumluluk koşullarından birinin gerçekleşmesi durumunda,
işveren Kurum'a karşı doğrudan doğruya sorumludur. Ancak kimi durumlarda
işverenin dolaylı olarak yanında çalıştırdığı kişinin eyleminden sorumluluğu da
söz konusu olabilecektir. Yasa'nın 26. maddesininikinci fıkrası ile "iş
kazası veya meslek hastalığı, üçüncü bir kişinin kasıt ve kusuru yüzünden
olmuşsa, kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakta beraber zarara sebep olan
üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu
hükümlerine göre rücu edileceği" hüküm altına alınmıştır.
Üçüncü kişinin Sosyal Sigortalar Kurumu karşısında sorumlu
tutulabilmesi için iş kazası veya meslek hastalığının bu üçüncü kişinin kasıt
veya ihmali yüzünden meydana gelmiş olması gerekmektedir. Sosyal riskler
toplumun kendilerine özel bir önem verdiği ve kişinin bunların zararlı
etkilerinden kurtarılmasını istediği risklerdir. Anayasa'nın, bireylerin
gelecekte karşılaşacağı sosyal riskler karşısında yoksulluğa düşmemeleri için
bunlara asgari ölçülerde bir yaşam düzeyi amaçladığı ve bunu bir hak olarak
benimsediği tartışmasızdır. Bu amaç, sosyal sigorta kuruluşlarınca, kendi
kuralları çerçevesinde yerine getirilir. Bu kuruluşlar, anayasal görevlerini
yapabilmek için, önceden gelir (prim) elde etmek ve bugelirleri finansman
yöntemlerine göre değerlendirmek, sonuçta risklerle karşılaşanlara kendi
ilkelerine göre dağıtmak ve diğer görevlerini yerine getirmekle yükümlüdürler.
Sosyal sigorta kuruluşları görev ve yükümlülüklerini yerine getirmek için
zorunlu olarak sosyal sigorta hukukunun temel ilkelerini uygularlar.
Sigortalının iş kazasına uğramasına kusuru ile neden olan üçüncü
kişiler, sigortalının işvereni gibi prim ödemedikleri halde, prim ödeyen
işverenlere, sigortalıya ödemede bulunan Kurum'un rücu hakkının bulunması
kuralının eşitliği bozduğu söylenemez.
İş kazasının, işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliğiyle ilgili
kurallara aykırı davranış sonucu meydana gelmesi durumunda işverenin veya
kusurlu üçüncü kişinin zarardan sorumlu tutulmaları gereklidir. Kuşkusuz anılan
"ilgili kurallar" çevresinde İş Yasası'nın 73. maddesinde işveren
işçilerin sağlığını ve işgüvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu
konudaki koşulları, araçları noksansız bulundurmakla yükümlü tutulmuştur.
İşveren, sağlık ve güvenlik yönünden gerekli önlemleri almak zorundadır. Bu
konuda olanakların yetersizliği, özellikle önlemin gerektirdiği parasal
fedakârlıkların ağırlığı, kötü alışkanlıklar ve iş gelenekleri önlem alma
yükümünü kaldırmaz. Kişilerin kutsal olan can ve sağlığının korunması en önemli
bir ödev olarak Anayasakoyucu tarafından devlete verilmiş olup, Sosyal
Sigortalar Yasası'nın 26. maddesi de bu amaca yönelik bir düzenlemedir.
Sosyal Sigortalar Kurumu, tüzelkişiliğe sahip, kendi Yasasındaki
hükümler dışında özel hukuk hükümlerine bağlı bulunan mali, idari bakımdan
özerk bir kuruluştur. Kaynakları işçi ve işverenden alınan ikili prim
sistemiyle sağlanmaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumu'nun malvarlığı ve
gelirleri, sosyal sigortalardan yararlananlara ayrılmış olmasınakarşın,
Kurum'un geliri devlet geliri, malı devlet malı ve kendisi de devlet
Kurumu'dur. Sosyal sigorta kuruluşları, devletin yönetimi ve denetimi altında
olup, devlet, sosyal sigortaların gerektirdiği mevzuatın hazırlanması ve
bunların günün gereksinimlerine göre Kurum'un mali yapısının güçlü
tutulmasından sorumludur.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun sigortalıya ve hak sahiplerine
yaptığı ödeme bir yasa hükmüne dayandığı gibi Yasa, bu ödeme nedeniyle Kurum'un
işverene ya da üçüncü kişilere başvurabilmesini kabul etmiştir. Bu yolla
sigortalıya yapılan sağlık ve parasal yardımların Kurum'un malvarlığında
meydana getirdiği eksilmenin kısmen ya da tümüyle giderilmesi sağlanmış olmakta
ve işveren ile vekili arasında Kurum'un rücu hakkını kullanma yönünden bir
ayrıcalık doğmamaktadır.
Öte yandan, Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin
sosyal bir hukuk devleti olduğu açıkça öngörülmüştür. Sosyal devlet, toplumdaki
güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği ve toplum dengesini
sağlamakla yükümlü devlettir.
Sonuç olarak, mahkemenin, Yasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrası
kuralının, maddenin ikinci fıkradaki hükme göre de eşitsizlik yaratarak
Anayasa'nın 10. maddesine aykırı düştüğü düşüncesi yerinde- bulunmamıştır.
Çünkü işveren, Sosyal Sigortalar Kurumu'na prim. ödediği için onun Kurum'a
karşı sigorta mevzuatına göre daha hafif sorumlu tutulması da daha önce prim
ödemiş bulunmayan üçüncü kişinin ise genel kurallara göre daha ağır biçimde
sorumlu olması da doğaldır ve işveren yararına olan bu durum haklı bit nedene
dayanmaktadır. Bu düzenleme ile hukuka aykırılık giderilmekte, sigortalı
çalışanlara daha iyi güvenlik olanakları kazandırmaya yönelik Kurum'un mali
kaynaklarında eksilme giderilmiş olmaktadır.
Yukarda açıklandığı üzere itiraz konusu kural, Anayasa'nın 10.
maddesine aykırı görülmemiştir.
2. Anayasa'nın 60. Maddesi Yönünden İnceleme:
Anayasa'nın "Sosyal güvenlik hakkı" başlıklı 60.
maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes sosyal güvenlik hakkına
sahiptir." İkinci fıkrasında da "Devlet, bu güvenliği sağlayacak
gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar." denilmektedir.
Bu kural bireylere yaşlılık, hastalık, kaza, ölüm ve malûllük gibi
sosyal riskler karşısında asgari ölçüde bir yaşam düzeyi sağlama amacını
gerçekleştirmeye yöneliktir. Maddenin ikinci fıkrasında bu görevin Devlet
tarafından oluşturulacak kuruluşlar yoluyla yerine getirileceği öngörülmüştür.
Bu zorunluluk, madde gerekçesinde; "Sosyal güvenlik hakkı çalışanların
yarım ve güvencesidir. Devlet, esasen gerekli teşkilâtı kurmuştur.Maddede
kurulması öngörülen teşkilâtın modernleştirilmesini rasyonel çalışmasını
sağlamak, Devlet tarafından gerçekleştirilecektir." biçiminde
belirtilmektedir.
Çağdaş uygarlığın simgesi olarak tüm toplumların benimsediği ve
evrensellik kazanmış sosyal güvenlik kavramı, özde bireyin karşılaşacağı ve
yaşamı için tehlikeli olaylara karşı bir güvence arayışının ürünüdür.
Tehlikeyle karşılaşan ve yoksulluğa düşen bireye, asgari bil güvence sağlamak
sosyal güvenliğin temel amacıdır. Günümüzde, uygulama alanınıngenişlediğini
gördüğümüz, sosyal güvenlik politikalarının temelini, sosyal risklerin,
bireyler üzerindeki etkilerini gösterme çabalan oluşturmaktadır.
Sosyal güvenlik kavramı, kişileri, gelirleri ne olursa olsun belli
sayıdaki risklere karşı ekonomik güvence sağlama görevine sahip bir kurum ve
kurumlar topluluğudur.
Anayasa'nın 60. maddesinin ikinci fıkrasında sosyal güvenlik
alanında, Devlete gerekli önlemleri alma görevi yüklenmiş, 65. maddesinde ise,
bu yükümlülüğün sınırları belirtilerek, sosyal güvenlik konusunda, ancak
Devletin ekonomik ve mali kaynakları ölçüsünde ve ekonomik kararlılığın
bozulmaması koşuluyla önlem alma yükümlülüğü verilmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu, ülkemizde sosyal güvenliği sağlayan
kurumların başında gelir. Kurum, yasaların yüklediği toplumsal sigorta işlerini
yürütmekle ödevli bir örgüt olup çalışmaları, özel sigortalarda olduğu gibi
belli çevreli değil, Türk toplumunun içinde günden güne genişleyen işçi
topluluğu ile işverenleri ilgilendirir. Kurum, Anayasa'nın 60. maddesinintüm
yurttaşlar yararına Devlete yüklediği sosyal güvenlik hakkını sağlama ödevini,
yurttaşlardan bir bölümü yönünden yerine getirmek ve yine Anayasa'nın 49.
maddesinin ikinci fıkrasındaki, Devlete çalışma hayatı ve çalışanlar yararına
yüklenen ödevlerin gereklerinden bir bölümünü gerçekleştirmek üzere
kurulmuştur.
Anayasa'nın 2. maddesi uyarınca, sosyal devlet, vatandaşların
sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşam düzeyi
sağlamakla kendini görevli sayan devlettir. Anayasa'nın 5. maddesinde de,
"... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve Manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışma"nın Devletin temel amaç ve görevleri arasında olduğu sayılmıştır.
Sosyal Sigortalar Yasası'nın 26. maddesinin itiraz konusu birinci
fıkrasında Sosyal Sigortalar Kurumu'nun zarar sorumlusu işverene rücu
edebilmesi için, zararın işverenin "işçi sağlığı ve işgüvenliği
kurallarına" uymamış olması sonucu doğması koşulu aranmaktadır. Böylece,
işveren, işçi sağlığı ve işgüvenliğini duyarlıkla koruma durumunda tutularak,
işçilerin yaşamlarına ya da sağlıklarına zarar gelmesini engelleyen önlemleri
almaya zorlanmaktadır.
Anayasa'nın 5., 17. ve 56. maddelerinde öngörülen kuralların
dayandığı temel ilkenin, kişinin Devletçe her türlü zarardan korunması
ilkesinin gereği olduğu tartışmasızdır. Aslında tüm devletlerin ilk görevi,
kişilerin sağlıklarını özellikle başka kişiler yüzünden doğacak her tehlikeden
korumaktır. Devletler, bu ödevlerini hukuk alanında ceza ya da tazminat gibi
yaptırımlarla yerine getirmektedirler.
Kimi işverenlerin ceza yaptırımları karşısında yeterince duyarlı
davranmayıp iş sağlığı ve işgüvenliğine ilişkin ilkel önlemleri bile
savsakladıkları, ilgili yönetimlerce yapılan denetimlerin bu konuda etkili
olmadığı gerçeği gözönüne alındığında incelenen kuralın, işçilerin sağlığının
etkili ve sonuç alıcı biçimde korunması ereğini gerçekleştirmeye yönelik olması
bakımından, Anayasa'nın yukarıda anılan ilkelerinin doğrultusunda bulunduğu
açıktır.
incelenen kural işveren üzerinde etkili olur ve işveren titizlikle
gerekli önlemleri alır da işçiler bu önlemler sonucu ölümden, hastalık ve
sakatlıktan korunmuş olurlarsa, toplum her yönden büyük yararlar sağlayacaktır.
Söz konusu kural işveren üzerinde etkisiz kalır da, işçi hastalanır, sakatlanır
ya da ölürse o zaman Sosyal Sigortalar Kurumu hak sahiplerine gelir bağlayıp,
dava sonunda gerekli parayı işverenden alarak gücünü korumuş ve böylece
sigortadan yararlananlar topluluğuna karşı borçlarını eksiksiz ve kolayca
yerine getirerek işçilere yeterince yarar sağlanmış olur.
Anayasa'nın 2., 49. ve 60. maddeleri kuralları, işçilerin ve
onların güvenliğini sağlayacak olan Sosyal Sigortalar Kurumu'nun yararının
üstün tutulmasını gerekli kılmaktadır.
Sosyal sigorta sisteminde işverenin prim ödemiş olması nedeniyle,
Kurum'un ondan herhangi bir biçimde tazminat isteyemeyeceği ileri sürülemez;
çünkü hiç kimse kendi kasdı veya kusuru ile başkasının hasta, sakat olması ya
da ölmesi sonucunda doğan zararlara karşı sigorta yoluna başvurarak kendisini
bu zararlardan dolayı tazminat ödeme sorunu dışında tutamaz. Böyle bir tutum,
sosyal sigorta ilkelerine ve sigorta ilişkisinin niteliğine aykırı düşer.
Akçalı sorumluluğunu sigorta primi ödeyerek karşılayan işverenin, işçinin
canına ya da sağlığına zarar gelmesini önleme ödevinden kaçınması gibi bu sonuç
doğurur. Böyle bir uygulama da yukarıda' açıklanan Anayasa kurallarıyla
çelişir.
Kimi batı ülkelerinin, kendilerine özgü koşullarından kaynaklanan
"rücu etmeyi yalnızca kasıt halinde tanıyan" uygulamaları ülkemiz
koşulları ve sosyal güvenlik anlayışıyla bağdaşamaz, işverene ödettirilen
giderler dışında gelirin sermaye değeri, Sosyal Sigortalar Kurumu'nun
zenginleşmesi sonucunu her zaman doğurmaz. Zira birçok olayda kendisine gelir
bağlanan kişinin söz konusu gelirin değerinin hesaplanması sırasında kabul
edilenlerden daha uzun yaşaması ya da bağlanan gelirde yasa ile yapılan
değişiklikler nedeniyle büyük artmalar olması gibi durumlar Sosyal Sigortalar
Kurumu'nu aldığı primleri ve sermaye değeri biçimindeki tazminatı çok aşan
ödemeler yapmak zorunda bırakabileceği de bir gerçektir.
İtiraz konusu kuralın uygulanmasıyla işçi sağlığı ve işgüvenliği
kurallarına uymamış işverene getirilen yükümlülük, Anayasa'nın sosyal güvenlik
ilkelerinin ve Devlete verilmiş görevlerin yerine getirilmesini sağlamış
olacaktır.
İtiraz konusu kuralın Anayasa'nın 60. maddesine aykırı bir yönü
yoktur. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın öbür kurallarına da aykırılığı
saptanmayan inceleme konusu kurala ilişkin iptal isteminin reddine karar
verilmelidir.
Güven DİNÇER bu görüşlere katılmamıştır.
VI- SONUÇ:
A. 17.7.1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.
maddesinin birinci fıkrasına yönelik itiraza ilişkin esas incelemenin
"İşçilerin sağlığını koıuma ve işgüvenliğiyle ilgili mevzuat hükümlerine
aykırı hareketi sonucu iş kazasına yol açan işverene, sigortalıya yapılan her
türlü giderin Kurumca ödettirilmesi" yönünden yapılmasına OYBİRLİĞİYLE;
B. Sınırlama kararı uyarınca incelenen yukarıda belirtilen
fıkranın Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE; Güven DİNÇER'in
karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2.5.1991 gününde karar verildi.
Başkan
Yekta Güngör
ÖZDEN
|
Başkanvekili
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mustafa ŞAHİN
|
Üye
Oğuz AKDOĞANLI
|
Üye
İhsan PEKEL
|
Üye
Selçuk TÜZÜN
|
Üye
Ahmet N. SEZER
|
Üye
Erol CANSEL
|
Üye
Güven DİNCER
|
Üye
Samia AKBULUT
|
Üye
Haşim KILIÇ
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Sosyal Sigortalar Kanunu'na göre, iş kazası ve meslek hastalığı
primi münhasıran işveren tarafından ödenmektedir.
Sosyal Sigorta ülkemizde sözleşmeyle değil, yasalarla ve yasal
ölçülerle kurulmuş bir sistem olup kamu gücüyle düzenlenmiştir. Sosyal
Sigortalar Kanunu'nda sigortanın kapsamı, sigorta primi ve karşılanan risk
belirlenmiştir. Sistemin diğer bir önemli özelliği de mecburi olmasıdır.
Sosyal Sigortanın özel sigortadan farklı olması sigortanın temel
özelliği ve kuruluş nedeni olan risk karşılaması işlevini kaldırmaz. Sosyal
güvenliğin devletçe düzenlendiği ve sağlandığı bir sistemde sosyal riskin de bu
sistem tarafından karşılanması gerekir. Risk karşılamayan ve yalnız prim tahsil
eden bir sistem, adı sigorta da olsa özel kişilere ait kaynaklara yasa yoluyla
karşılıksız el koymadır.
Diğer taraftan modern toplumun ulaştığı bilimsel düzey ve ileri
teknolojik uygulamalar iş kazaları ve meslek hastalıklarına yeni boyutlar
getirmiştir. Yeni teknolojiler, iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda
yeni iş güvenliği sorunlarını ortaya çıkarmıştır.
Teknolojik gelişme sonucunda işletmelerdeki makine parkı ve
çeşitli donanımlar, ekonomik ölçüleri aşan nispette teknolojik aşınmaya
uğramaktadır. Teknolojik değişme, iş kazaları ve meslek hastalıkları konusunda
"işverenin iş güvenliği ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırı
hareketi" kavramını alabildiğine genişletmiştir. Ülkemizde teknik öğretim
kurumları da dahil olmak üzere ve pek çok üretim dalında kullanılan tezgah
modelleri işletmelerin hukuki sorumluluğunu artırıcı niteliktedir. Genelde
ülkenin eğitim düzeyi ve ekonomik gücüyle ilgili olan bu sorunların etkisinde
olan "teknik kusur" müessesesi, işletmeleri iş kazası ve mesleki
hastalık riskleri sebebiyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıyabırakmaktadır.
Priminin tamamı işverence karşılanan iş kazası ve meslek hastalığı
sigortasının, sigorta kavramına uygun olarak "kasıt" ve
"suç" unsurları dışındaki bütün riskleri karşılaması hukuk düşüncesi
gereğidir. Sosyal Sigortalar Kanunu'nun dava konusu maddesinin ilgili hükümleri
ise mesuliyet hukuku ile sigorta kavramlarının karıştırılmış şeklidir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan "işçilerin sağlığını koruma ve iş
güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi sonucu iş kazasına yol
açan işverene, sigortalıya yapılan her türlü giderin kurumca
ödettirilmesi" hükmünün, Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ve 60.
maddesindeki sosyal güvenlik ilkelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.