ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1988 / 15
Karar Sayısı: 1989/9
Karar Günü: 14.2.1989
R.G. Tarih-Sayı :04.02.1991-20776
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Sinop Sulh Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 19.3.1985 günlü, 3167 sayılı "Çekle
Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hâmillerinin Korunması Hakkında Kanun"un
15. maddesinin Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasına aykırılığı
nedeniyle iptali istemidir.
I- OLAY:
Müşterilerinden birisine verdiği çek karnesi dolayısıyle hemen
ödeme yükümlülüğünü yerine getirmediğini, kısmen ya da tamamen ödenmeme
nedenini çekin üzerine yazmadığını, çek hesabı açılmaması ve çek karnesi
verilmemesi hususunda Merkez Bankası'nın bildirimlerine uymadığını, böylece
3167 sayılı Yasa'nın 4., 5., 9. ve 15. maddelerine aykırı davrandığını ileri
süren çek alacaklısının yaptığı başvuru sonucunda daha önce başka bir banka
şubesinden aldığı çekleri karşılıksız çıktığı ve süresinde düzeltme hakkını da
kullanmadığı için Merkez Bankasına bildirilen müşterisine çek karnesi vermesi
ve bu çeklerin de karşılıksız çıkması nedeniyle şikâyet edilen banka şubesinin
3167 sayılı Yasa'nın 4. maddesine aykırı eyleminden dolayı Türk Ceza Kanunu'nun
119.maddesi yoluyla 3167 sayılı Yasa'nın 4., 9. ve 15. maddeleri gereğince
cezalandırılması isteminde bulunarak Cumhuriyet Savcılığı'nın düzenlediği
iddianameyle açtığı kamu davasına bakan Mahkeme, uygulamak durumunda olduğundan
söz ettiği Yasa'nın 15. maddesinin Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasına
aykırı bulunduğu görüşüyle doğrudan Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak iptalini
istemiştir.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenen Yasa Kuralı:
Resmî Gazete'nin 3 Nisan 1985 günlü, 18714. sayısında yayımlanan
19.3.1985 günlü, 3167 sayılı Yasa'nın itiraz konusu "Bankalara uygulanacak
cezalar" başlıklı 15. maddesi şöyledir:
"Madde 15.- Bu Kanunun 3, 4, 5 ve 13 üncü maddelerinde yazılı
mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya geciktiren banka hakkında onbin liradan
yüzbin liraya kadar ağır para cezasına; 7 ve 9 uncu maddelerinde yazılı
mükellefiyetleri yerine getirmeyen veya geciktiren banka hakkında ise beşyüzbin
liradan ikimilyon liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur."
B- Dayanılan Anayasa Kuralı:
Anayasa'nın 38. maddesi, itiraz gerekçesinde dayanılan altıncı
fıkrasıyla birlikte şöyledir:
"Madde 38.- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun
suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve ceza zamanaşımı ile ceza mahkûmiyetinin sonuçları konusunda
da yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla
konulur. Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir
beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza sorumluluğu şahsidir. Genel müsadere cezası verilemez.
İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir
müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir.
Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez."
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca Mahmut C.
CUHRUK, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer
TURAN, Mehmet ÇINARLI, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN, Oğuz AKDOĞANLI, İhsan
PEKEL ve Selçuk TÜZÜN'ün katılmalarıyla 13.5.1988 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esastanincelenmesine,
sınırlama sorununun esasla birlikte ele alınmasına oybirliğiyle karar
verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
Davanın esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, itiraz
konusu kural, ilgili Yasa ile itiraza dayanak yapılan Anayasa kuralları,
bunların gerekçeleri ve öbür yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü:
A. Sınırlama Sorunu:
13.5.1988 günlü ilk inceleme kararında ".... sınırlama
sorununun esasla birlikte ele alınmasına...." karar verilmiştir.
Resmî Gazete'nin 3 Nisan 1985 günlü, 18714. sayısında yayımlanmış
olan 19.3.1985 günlü, 3167 sayılı Yasa'nın 15. maddesi, 3., 4., 5. ve 13.
maddelerdeki yükümlülükleri yerine getirmeyen veya geciktiren banka hakkında
onbin liradan yüzbin liraya kadar ağır para cezasına; 7. ve 9. maddelerinde
yazılı yükümlülükleri yerine getirmeyen veya geciktiren banka hakkında ise
beşyüzbin liradan ikimilyon liraya kadar ağır para cezasına hükmedilmesini
öngörmektedir.
Şu halde 15. madde, Yasa'nın 3., 4., 5., 13., 7. ve 9.
maddelerindeki yükümlülükleri yerine getirmeyen ya da geciktiren bankaya
uygulanacak ceza yaptırımlarım düzenlemekte; tüzelkişilerin ceza sorumluluğu
olamayacağı görüşüyle itiraz yoluna başvuran Sinop Sulh Ceza Mahkemesi ise,
bakmakta olduğu davada ceza yaptırımları olarak Yasa'nın 15. maddesinde
belirtilmiş olan 4. ve 9. maddeleri uygulama durumunda bulunmaktadır.
15. maddede yer alan 3., 5., 13. ve 7. maddeler davayla ilgili
değildir. Bu nedenle Mahkemenin, 15. maddenin Anayasa'nın 38. maddesinin
altıncı fıkrasına aykırılık savını, yalnız maddede adı geçen 4. ve 9.
maddelerin ceza yaptırımları için ileri sürebileceği ve bu maddelerle sınırlı
olarak iptal isteminde bulunabileceği söylenebilirse de, 15. maddenin, genel
olarak tüzelkişilere çeşitli ceza yaptırımları uygulama yetkisi veren bir ilke
hükmü olduğu gözönünde bulundurulduğunda maddedeki bu ilkenin Anayasa'nın 38.
maddesinin altıncı fıkrasına aykırı olup olmadığının, sınırlama yapılmadan
incelenmesi Anayasa'ya uygunluk denetiminin anlam ve amacına daha uygundüşecektir.
Mahmut C. CUHRUK, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Selçuk
TÜZÜN ve Ahmet N. SEZER bu görüşe katılmamışlardır.
B. 3167 Sayılı Yasa'nın 15. Maddesinin Anayasa'nın 38. Maddesinin Altıncı
Fıkrasına Aykırılığı Savının Esastan İncelenmesi:
1- Sinop Sulh Ceza Mahkemesi, 3167 sayılı Çekle Ödemelerin
Düzenlenmesi ve Çek Hâmillerinin Korunması Hakkında Kanun'un 15. maddesinin,
Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasının "Ceza sorumluluğu
şahsidir" biçimindeki âmir hükmüne aykırı bulunduğunu, zirahukuk
mevzuatımızda ve özellikle Türk Ceza Kanunu'nda tüzelkişilerin suç faili
olabileceklerinin kabul edilmediğini, yasanın sistemine göre, suç faili olarak
çeşitli maddelerde sözü geçen "her kim", "kimse" gibi
sözcüklerin daima gerçek kişileri anlattığını, çağdaş hukuk düzeninde suç faili
sayılabilmek için temel şarttan birinin insan olmak; ikincisinin de hayatta
bulunmak olduğunu, insan sayılmayan eşya veya canlıların suç faili
olamayacaklarını; diğer taraftan isnat kabiliyeti ile kusurluluğu etkileyen
hallerin sadece gerçek kişiler hakkında geçerli olabileceğini ileri sürmüştür.
Bu sava karşı, tüzelkişilerin de, gerçek kişiler gibi ceza
sorumlulukları olup olmayacağını belirlemek üzere, geçmişteki gelişimlerini ve
bugünkü hukuk sistemimizdeki düzenleniş biçimlerini kısaca gözden geçirmekte
yarar vardır.
Toplumların konuşma dillerine girmiş olan "Devlet, İl,
Belediye, Dernek, Şirket, Vakıf" gibi sözcükler, bireylerden farklı kimi
örgütlerin varlığını duyurmaktadır. İnsan ya da mal topluluklarının hukuk
düzenine de kendilerini kabul ettirmelerinin iki gerekçesi olabilir: Biri doğal
sebeplerdir. Nitekim bu varlıklar insanın hayal gücünün yarattığı kavramlardan
ibaret olmayıp, toplumsal gereklerin örgütlediği ve varlık kazandırdığı
kuruluşlardır. Bu kuruluşlar,kendilerini oluşturan insanlardan bağımsızlaşıp
kendi başlarına, dışa dönük ve gerçek anlamda ekonomik, hukukî ve sosyal
etkinliklerde bulunurlar. Diğer gerekçe ise, tekniktir. Her hakkın ve borcun
bir sahibi olması gerekir. İnsan yaşamı ise süre ile sınırlı olduğuna göre,
kişinin bu süreyi aşan yani ölümünden sonra yerine getirilmesi gereken
borçlarından sorumlu olacak veya kazanılmış haklarını kullanmaya devam edecek
temsilci, vekil, yönetici ya da yararına vasiyet yapılan gibi gerçek kişiler
düşünülebilir. Hattâ bu kişilerin bu arada, ölenin borçlarını ödemeye ve
haklarını kullanmaya devam etmeleri sağlanabilir. Ancak, bunun gibi dolaylı
çözümler yerine, ölen kişinin özellikle süresiz ve topluma dönük, sosyal
amaçlar taşıyan haklarının kullanılması ve borçlarının yerine getirilmesini
sağlayacak ve insan ömrünü aşan bir yaşam süresi olan tüzelkişinin bu görevi
üstlenmesini kabul etmek, toplumsal gereksinimlerle bütünleşen hukuk mantığının
akılcı bir çözümüdür. Bu nedenlerle, gerçek kişiler yanında, onlarınölümünden
sonra süreyle kısıtlanmadan hukukî işlemlerini sonuçlandırmaya devam edecek
hukukî varlıklar yani tüzelkişiler, hukuk kurallarıyla geliştirilmeye başlandı.
Bununla birlikte tüzelkişi kavramı ve bu kişiliğe bağlı pasif ve aktif
ehliyetler, çağdançağa ve ülkeden ülkeye farklı hukukî teorilere konu olmuş ve
bu yüzden değişik çözümler ve düzenlemeler ortaya çıkmıştır. Bunların, varsayım
teorisi ile gerçeklik teorisi olmak üzere iki önemli teoriye yön verdikleri
bilinmektedir.
Varsayım teorisi yanlılarına göre tüzelkişi gerçekten var olmayıp;
hukukun yarattığı yapay bir varlıktır. Bu nedenle fiil ehliyetleri yoktur.
Bununla beraber bazı gereksinimlerinin karşılanması için, nasıl fiil ehliyeti
olmayan gerçek kişilerin yasal temsilcilerinin yaptıklarıhukukî işlemlerin
sonuçlarından yararlanmaları mümkünse, benzetme yoluyla, fiil ehliyeti olmayan
tüzelkişilerin de, temsilcilerinin veya yöneticilerinin yaptıkları hukukî
işlemlerden yararlanmaları düşünülebilir. Ancak, temsil yalnız hukukî
işlemlerde sözkonusu olduğundan, gerçekte var olmayan, yalnız hukukî yönden
varsayılabilen tüzelkişilerin haksız fiillerinden dolayı sorumlu tutulmaları
mümkün değildir.
Gerçeklik teorisini savunanlara göre ise; tüzelkişi, insanın hayal
gücünün yarattığı bir varsayım olmayıp sosyal gereksinimlerin ve gelişimin
ürünüdür. Nitekim bireyin gerek yaşam süresi, gerekse gücünün yeterli olmadığı
faaliyetleri, insan toplulukları başarabilmektedir. Bu topluluklar hukukun
örgütlediği, hak ve eylem ehliyeti tanıdığı tüzelkişilerdir.Daha başka bir
deyimle hukuk, gerçekte var olan insan topluluğuna işlerlik kazandırmakta;
tüzelkişiliğine haklar edinme, bu haklan kullanma ve borçlanma yeteneği (pasif
ve aktif ehliyetleri) kazandırmakta, ayrıca haksız eylemleri ile başkalarına
verdiği zararlardan sorumlu tutmaktadır. Türk hukuku, tüzelkişiler için İsviçre
Medenî Kanunu'nda kabul edilmiş olan "gerçeklik teorisi"ni
benimsemiştir. Nitekim Medenî Kanunu'nun 46. maddesiyle "Hükmî şahıslar"
cins, yaş, hısımlık gibi yaratılış icabı olarak ancakinsana has olanlardan
maada bütün hakları iktisap ve borçları iltizam edebilirler" hükmü
konulmuştur.
2- Tüzelkişiler fiil ehliyetlerini organları aracılığıyla
kullanırlar. Organ, tüzelkişiyi iç yapısında veya dışta üçüncü kişilerle olan
hukukî ilişkilerinde bağımsız olarak temsil etmek, haklarını kullanmak,
borçlarını yerine getirmek için yasaya, tüzüğe göre seçilmiş veya atanmış kişi
veya kişilerden oluşur. Nitekim, Medenî Kanun'un 48. maddesinin birinci
fıkrasında: "Hükmî şahsın iradesi uzuvları aracılığıyla ifade olunur"
denilmektedir.
25.4.1985 günlü, 3182 sayılı Bankalar Kanunu'nun 5. maddesine
göre, bankalar, anonim ortaklık olarak kurulabilir. Anonim şirket,
tüzelkişiliği olan bir ortaklıktır (Ticaret Kanunu, 137. md.). Medenî Kanun'un
45., 47., 48. ve 49. maddeleri anonim şirketlere de uygulanır (Ticaret Kanunu,
138. madde). Medenî Kanun'un 48. maddesinin birinci fıkrasına uygun olan
Ticaret Kanunu'nun 318. maddesine göre, anonim şirket, idare meclisi tarafından
yönetilir ve temsil olunur. Organ kavramı, öğretide ve Yargıtay içtihatlarında
geniş anlamda yorumlanmaktadır. Nitekim, organ, yalnız tüzüğüne veya yasaya
göre seçilerek tüzelkişinin iradesini oluşturan ve bağımsız karar alan yetkili
kişilerle sınırlı tutulmamakta; statüsünde açıkça organ olarak gösterilmemiş
bazı kimseler de organ kavramı kapsamında görülmektedir. Örneğin, banka müdürü,
yardımcısı, müdür temsilcisi, ticarî mümessil, ticarî vekil, kısım şefi, şube
şefi, yönetim kurulu genel sekreteri, tasfiye memuru da tüzelkişinin organı
sayılabilir. Organ kavramına böyle geniş bir içerik kazandırılmasının sebebi,
sorumluluğun daha âdil dağılımını sağlamak suretiyle adalet ve hakkaniyeti
gerçekleştirmektir.
Tüzelkişiler, amacıyla sınırlı olarak organlarının yaptıkları
hukuksal işlemlerle bağlıdır (Medenî Kanun 48. II md.). Bundan başka,
organların kusurlu eylemleriyle verdikleri zararlardan dolayı da sorumludur
(aynı madde). Ticaret Kanunu'nun 321. maddesinde anonim şirketin yönetim kurulu
tarafından idare ve temsil olunacağını belirtilmekle beraber, bu organın
yanında, temsil ya da yönetime yetkili olanların, görevlerini yaptıkları sırada
işledikleri haksız eylemlerden dolayı anonim şirketin sorumlu olduğu hükme
bağlanmakta, böylece Medenî Kanun'un, tüzelkişinin organlarının kusurlu ve
haksız eylemlerinden sorumlu olduğu kuralının kapsamını genişletmiş
bulunmaktadır.
Tüzelkişinin, organlarının haksız eylemlerinden sorumlu olacağı
kuralı özel hukuk alanında kuşkusuz kabul edilmekte ve uygulanmakta ise de,
organların suç oluşturan fiillerinden de sorumlu tutulması gereği tartışmalı
olup hattâ uzun süre tüzelkişinin bu tür eylemlerden sorumsuz olduğu savı ileri
sürülmüştür.
3- Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrası, "Ceza
sorumluluğu şahsidir" hükmünü koymaktadır. Aynı kural, 1961 Anayasası'nın
33. maddesinin beşinci fıkrasında yer almakta idi.
İtiraz yoluna başvuran mahkeme, çağdaş hukuk düzeninde suç faili
olabilmek için insan olmak ve hayatta bulunmak gibi iki temel koşulun gerektiğini
insan olmayan eşya veya canlıların suç faili olamayacaklarım, ayrıca isnat
kabiliyeti ile kusurluluğu etkileyen hallerin sadece gerçek kişiler hakkında
geçerli sayılacağını belirtmiştir.
Öğretide ve uygulamada uzun süreden beri tüzelkişinin ceza sorumluluğu
ve isnat yeteneğinin olamayacağını savunan bu klâsik görüş, bugün etkisini
yitirmiş ve yerini tüzelkişinin ceza sorumluluğu olduğu ve isnat kabiliyeti de
bulunduğu görüşüne terketmeye başlamıştır. Klâsik görüşe göre tüzelkişinin ceza
sorumluluğunun olmadığı savının en önemli kanıtı, suçun ancak anlama ve istemeyeteneği
olan gerçek kişiler tarafından işlenebileceği; tüzelkişilerde ise, bu tür
yetenekler bulunmadığından suç işlemelerinin olanaksız bulunduğu savıdır.
Özellikle hukukumuzda tüzelkişiler için kabul edilmiş olan gerçeklik teorisi,
tüzelkişinin, kendisini oluşturan gerçek kişilerin iradelerinden farklı bir
iradesi olduğu görüşünü benimsemektedir. Buradan kalkılarak, tüzelkişinin
organları aracılığıyla, her türlü hukukî işlemleri yapabileceği, haklan
kazanabileceği ve borç altına girebileceği, aynı zamanda organların haksız
fiillerinden dolayı sorumlu olacağı tartışmasız iken ceza sorumluluğu
olamayacağı görüşünü çelişkili bulur. Gerçi suç, aslında organlarını oluşturan
gerçek kişilerin düşünce ve eylemleri sonucu tüzelkişiye işletilmiş olmaktadır.
Böylecesonuçta tüzelkişi suç işlemektedir. Bu nedenle, tüzelkişi işlediği suçun
sorumlusu olmalıdır. Bir suçun işlenmesi ile failin bu suçtan sorumlu tutulması
ve cezalandırılması farklı konular olup birbiriyle karıştırılmamalıdır.
Örneğin, küçük bir çocuğun işlediği suçtan dolayı cezalandırılmaması, ceza
politikasının bir tercihi olup, cezalandırmama suçun işlenmediği anlamına
gelmez. Kaldıki, organları tüzelkişiyi hak sahibi yapabildiğine, borçlandırabildiğine
ve işledikleri haksız fiilleriyle tazminat ödemesine neden olabildiklerine ve
bütün bu sonuçlara tüzelkişi bağımsız kişiliği ile muhatap olabildiğine göre,
yine bu organları aracılığıyla suç işleyebileceği ve ceza sorumluluğu da kabul
edilmelidir. Bununla beraber, tüzelkişiler, yapılan gereği, gerçek kişilerden
farklı oldukları için yaş, cins, akrabalık gibi yalnız gerçek kişilerde aranan
bazı özelliklerden yoksun bulunduklarından (Medenî Kanun md. 46); ceza hukuku
yönünden de ırza geçme, zina, adam öldürme türü yalnız gerçek kişilerin
işleyebilecekleri suçları işlemeleri de düşünülemez. Ancak, tüzelkişilerin
amaçları ile sınırlı olarak kuruldukları ve bu amacın yasa dışı veya yasaya
aykırı bir amaç olamayacağından hareket ederek suç işlemelerinin olanaksız
bulunduğu savı doğru değildir. Zira, tüzelkişilerinamaçlarına uygun
faaliyetleri sırasında da, vergi beyan etmeme, vergi kaçırma, evrakta
sahtekârlık, iş yasalarına aykırılık ve benzeri diğer suçları da işlemeleri
mümkündür. Tüzelkişinin bireysel iradesi olmadığı için isnat yeteneği de
bulunmadığı görüşü,organın aldığı ve suç teşkil eden kararı uygulayan gerçek
kişinin cezalandırılması yani tüzelkişinin suçundan dolayı başka birinin
sorumlu tutulması sonucunu doğurur. Ayrıca, tüzelkişinin organlarında görevli
kişilerin gizli oyla aldıkları ve suçu oluşturan bir kararın sorumlusu
bulunamaz. Eğer tüzelkişinin ceza sorumluluğu olmadığı da kabul edilirse
cezalandırılacak kimse bulunamayacaktır. Hareketsiz kalmanın suçun maddî
unsurunu gerçekleştirmeye yeterli olmayan durumlarda da, eylemi
gerçekleştirmede enönemli görevi üstlenen veya bu eylemi bizzat yerine getiren
gerçek kişi cezalandırılamamış olacak ve tüzelkişinin de sorumsuzluğu kabul
edilirse suç failleri yine ceza görmemiş olacaktır.
Tüzelkişinin cezalandırılması durumunda suçun işlenmesinde hiçbir
kusuru olmayan diğer üyelerin de dolaylı olarak cezalandırılmış sayılacağı
görüşüne karşılık gerçek kişilerin cezalandırılmasında da aile bireylerinin
dolaylı bir zarar gördükleri söylenebilir. Aynı biçimde, tüzelkişinin üyeleri
de dolaylı zarar görebilirler.Ancak, tüzelkişinin organlarını seçen,
kendileridir. Tüzelkişiye nitelikli yöneticiler seçmemelerinden ve onları
gereği gibi denetlemediklerinden dolayı uğradıkları zarara katlanmaları gerekir.
Tüzelkişiye verilecek cezanın ıslah edici hiçbir etkisi
olamayacağı da söylenmiştir. Ancak, tüzelkişi yerine, suçtan dolayı organlarını
oluşturan gerçek kişilerin cezalandırılmaları da tüzelkişiyi hiç etkilemeyeceği
gibi, kamu önünde cezanın küçültücü ve utandırıcı etkisi tüzelkişiye değil,
gerçek kişiye ait olacaktır. Bu nedenle işlenen suçtan dolayı tüzelkişiyi
değil; gerçek kişileri cezalandırmanın, tüzelkişiyi ıslah bakımından yararı söz
götürür.
4- Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Anayasa'nın 38.
maddesinin altıncı fıkrasındaki "Ceza sorumluluğu şahsidir"
tümcesinin yalnız gerçek kişileri kapsadığı, tüzelkişiyi dışında bıraktığı
savı, bugün yeni bir yorum getirmektedir. Nitekim, ekonomik ve sosyal
ihtiyaçların tüzelkişiye büyük önem kazandırdığı günümüzde, tüzelkişiliği olan
ve anonim şirket veya iktisadidevlet kuruluşu niteliğiyle kurulan bankaların
toplumsal hayatımızda üstlendikleri görevleri ve sorumlulukları gereği gibi
yerine getirmeyerek, hukuka aykırı eylemleri suç oluşturduğu takdirde, yalnız
organlarında görevli gerçek kişilere ceza yaptırımı uygulayıp tüzelkişiyi bu
yaptırımın dışında tutmak çıkar ve sorumluluk ilişkisinin hukuksal yönünü
dengesiz düzenlemek anlamına gelir.
Bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesi'nin 16.6.1964 günlü, E. 1963/
101, K. 1964/49 sayılı kararında (26.9.1964 günlü ve 11817 sayılı Resmî Gazete)
şöyle denilmektedir: ".... Bugün toplumda tüzelkişilerin çalışma alanları
daha geniş ve etkili olmaktadır. Bazı hallerde yalnız idare edenleri
cezalandırmak, suçları önleme bakımından yeter bir tedbir olmayabilir.
Tüzelkişileri kanunların önleyici etkisinden uzak bulundurarak serbestçe
faaliyetlerine yer verilmesi toplumun güvenliği bakımından sakıncalı olabilir.
Bu sebeple tüzelkişilerin de yapılarına uygun bir ceza sorumluluğu altında
bulundurulmalarında zorunluk olduğunu kabul etmek gerekir", "....
Anayasanın 33. maddesindeki (1961 Anayasası) (Ceza sorumluluğu şahsidir) kuralı
bir kimsenin fiilinden, başkasının sorumlu tutulmamasıdır. Tüzelkişilerin
iradeleri, organları aracılığıyla açıklandığına ve böylece yöneticilerin fiil
ve hareketleri kollektif bir iradenin sonucu olduğuna göre; bundan,
tüzelkişinin sorumlu tutulmasıyla başkasının cezalandırıldığı anlamını çıkarmak
doğru bir görüş sayılmaz. Anayasanın 33. maddesindeki "kimse" deyimi
gerçek ve tüzelkişileri de kapsar. Bu sebeplerle iptali istenen hükümler
Anayasa'ya aykırı bulunmadığından davanın reddi gerekir".
Bu kararda, "yöneticilerin fiil ve hareketlerinin kollektif
bir iradenin sonucu olduğu ve bu sonuçtan tüzelkişinin sorumlu tutulmasının
başkasının cezalandırılması anlamına gelemeyeceği" görüşü, klâsik öğretide
eleştirilerek Anayasanın ceza sorumluluğunun şahsi olduğu ilkesine ters düştüğü
ileri sürülmüşse de, yeni öğreti kollektif iradenin tüzelkişinin iradesini
oluşturduğunu ve bu iradenin tüzelkişinin bağımsız iradesiolduğunu
doğrulamaktadır. Nitekim, gerçeklik varsayımını kabul etmiş olan hukukumuzda,
organların kolektif iradesiyle alınan kararlarla tüzelkişi borçlanmakta,
alacaklı olmakta ya da haksız fiillerden dolayı tazminat ödemekte; kendisine
karşı işlenen suçlardan zarar görmüşse suç faillerine karşı açılan kamu
davasına katılabilmekte ve tazminat da isteyebilmektedir. Bütün bu hallerde
tüzelkişi bir gerçek kişi gibi kabul edilmekte, ancak organları bir suç
işlemişse tüzelkişinin ceza sorumluluğu olamayacağı ileri sürülerek yalnız
organlarını oluşturan kişiler cezalandırılmaktadır. Halbuki bugün,
tüzelkişilerin ekonomik ve toplumsal hayatta kazandıkları önemden dolayı
hukuksal güvenceleri de daha iyi sağlanmaktadır. Bu ortamdan yararlanarak
sermayelerini ve üretimlerini artırmakta, iş alanlarını genişletmektedirler. Bu
kolaylıklara bir de ceza sorumsuzluğu katılarak suç fiillerine göz yumulmasında
toplumun yararı değil, zararı vardır.
Gerçekten, Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasındaki
"Ceza sorumluluğu şahsidir." hükmünün yalnız gerçek kişileri
ilgilendirdiğine ve tüzelkişilerin hükmün kapsamı dışında olduğuna ilişkin
Anayasa'da hiçbir açıklık yoktur. Anayasa Mahkemesi, yukarıda anılan kararıyla
bu fıkraya günün ekonomik ve sosyal koşulları içinde yeni biryorum getirerek
tüzelkişilerin de ceza sorumluluğu olduğu sonucuna varmış, bu suretle
organlarının kolektif kararlarıyla tüzelkişinin bireysel suçlu iradesini
oluşturduğunu kabul etmiştir. Bu yorum, tüzelkişilerin gerçeklik teorisine
uygun olarak -ceza yaptırımlarındaki farklılıklar dışında- gerçek kişiler gibi
ceza sorumluluğu olduğunu doğrulamaktadır. Bu yorum biçimi, Anayasa
Mahkemesi'nin, bir yasanın Anayasa'ya uygunluk denetimini ceza hukuku
ilkelerine göre değil, Anayasa'ya göre yapmasının da bir sonucudur.
Tüzelkişinin ceza sorumluluğu, ilke olarak, ABD, İngiltere,
Hollanda, İrlanda ve Danimarka'da kabul edilmiştir. Bu gelişmeler Anayasa Mahkemesi'nin
yukarıda anılan kararında da belirgin hale geldiği gibi, Türk Yasakoyucusuna da
yön vermiştir. Nitekim Adalet Bakanlığı'nca oluşturulan Komisyon'un hazırladığı
Türk Ceza Kanunu Öntasarısı'nın "Tüzelkişilerin ceza sorumluluğu"
kenar başlığını taşıyan 26. maddesi, "Tüzelkişiler, kanunun ayrıca
belirttiği hallerde, organ veya temsilcilerinin tüzelkişi yararına işledikleri
suçlardan dolayı sorumludurlar. Bu sorumluluk, fiili işleyen kimsenin suçunu
ortadan kaldırmaz.
Tüzelkişinin sorumluluğu hakkında kanunların ayrıca hüküm koyduğu
haller saklıdır." hükmünü koymuş, bu suretle, organların işledikleri
suçlardan dolayı kişisel sorumlulukları yanında tüzelkişinin de bu suçtan
sorumluluğu kabul edilmiştir.
5- Tüzelkişinin, işlediği suçtan dolayı cezalandırılmayacağı; ceza
yaptırımının gerçek kişilere uygulanabileceği savının uzun süre etkili olmasına
karşın, bugün ciddî gerekçelere dayanmadığı anlaşılmıştır. Ancak, klâsik
görüşün etkisinde kalan ceza hukuku ve ceza yasaları suç işleyen tüzelkişiye,
eylemine uygun ceza yaptırımları üretememiştir. Oysa, suç işleyen ve bu yüzden
ceza sorumluluğu da olması gereken tüzelkişiye verilecek ceza, toplumda
itibarını sarsarak, kendisini yasalara uygun davranmaya çağırmış olacaktır.
Ancak idam, hapis gibi cezaların yalnız gerçek kişilere verilebileceği de
gözardı edilemez. Bu durumda bu yaptırımların benzerleri olan kapatma ve geçici
süreli çalışmadan yasaklama cezaları düşünülebilir. Para cezası ise suç işleyen
tüzelkişiye uygulanacak en uygun yaptırımlardan biridir. Bununla birlikte,
miktarlar artırılarak daha etkin duruma getirilmesi gerekebilir. Anayasa'ya
aykırılık savı incelenmekte olan 3167 sayılı Yasa'nın 15. maddesi de, Kanunun
3., 4., 5. ve 13. maddelerindeki yükümlülükleri yerine getirmeyen veya
geciktiren banka hakkında onbin liradan yüzbin liraya kadar ağır para cezasına;
7. ve 9. maddelerdeki yazılı yükümlülükleri yerine getirmeyen veya geciktiren
banka hakkında ise beşyüzbin liradan ikimilyon liraya kadar ağır para cezasına
hükmolunmasını öngörmektedir.
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin bakmakta olduğu davadaki somut
olayda adı geçen TC. Ziraat Bankası, tüzelkişiliği olan bir iktisadi devlet
kuruluşudur. Bankanın 9.11.1984 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış olan Ana
Statüsünün 5. maddesine göre bankanın organları; yönetim kurulu ve genel
müdürlüktür. Statünün 6. ve 9. maddelerine göre, Yönetim Kurulu ve Genel Müdür,imza
yetkisini "çift imza" yöntemiyle daha alt kademedeki şube müdürü,
müdür yardımcısı, muhasebeci, âmir, şef, şef muavini gibi görevlilere
devredebilir. Yasakoyucu, 3167 sayılı Yasa ile bu organların bankayla ilgili
işlemleri dolayısıyla işledikleri suçtan dolayı öncelikle kendilerini değil,
banka tüzelkişiliğini ceza sorumlusu saymakla gerek Anayasa Mahkemesi'nin
16.6.1964 günlü, E. 1963/101, K. 1964/ 49 sayılı kararına, gerek yeni öğretide
benimsenen organların kollektif iradeleriyle işledikleri suçtandolayı
tüzelkişinin ceza sorumluluğunu kabul eden görüşe uygun bir düzenleme
yapmıştır.
Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan Ceza Kanunu
Öntasarısı'nın 27. maddesinin birinci fıkrasında "Tüzelkişilerin organ
veya temsilcilerinin tüzelkişi yararına işledikleri suçlardan dolayı sorumlu
oldukları hallerde, fiili işleyen kimse hakkında hükmedilen veya hükmedilmesi
gereken para ve müsadere cezaları tüzelkişi hakkında da ayrıca
hükmolunur." denilmekte, maddenin ikinci fıkrasında da fiili işleyen
kişinin,şahsî hürriyeti bağlayıcı cezalarla kamu hizmetlerinden yasaklanma, bir
meslek veya san'at veya ticaretin icrasının durdurulması cezaların verilmesi
durumunda, aynı ceza süreleri kadar tüzelkişinin de faaliyetten men edilip
edilmeyeceğine veya ne süreylemen edileceğine mahkemenin karar vereceğini,
ayrıca tüzelkişinin beş yılı aşmamak üzere, adlî nezaret altında faaliyetine
devam etmesine de hükmedebileceğim bildirmektedir.
Bu düzenlemeler, organların ya da temsilcilerin işledikleri
suçlardan dolayı, gerçek kişiler olarak cezalandırılacağını, tüzelkişiye de
kendi hukuksal yapısına özgü yaptırımlar uygulanabileceğini göstermektedir.
Ayrıca, Öntasarıda tüzelkişilerin ceza sorumluluğuna yer veren Türk
Yasakoyucusunun, çeşitli özel yasalarda tüzelkişiler içinöngörülen ceza
yaptırımlarını, Ceza Yasası'nda ilkeye bağlamak, bu suretle klâsik öğretide bu
yaptırımların ancak "emniyet önlemi olabileceği; ceza yaptırımı
olamayacağı" tartışmasına son vermek amacını ortaya koymaktadır.
Özetlemek gerekirse, Anayasa'da, tüzelkişilerin ceza sorumluluğunu
önleyen hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin bu görüşü
doğrulayan kararı da gerek yeni öğretide gerekse Türk Ceza Kanunu
Ön-tasarısında benimsemiş bulunmaktadır.
Bu nedenlerle itirazın reddi gerekir.
VI- SONUÇ:
19.3.1985 günlü, 3167 sayılı "Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi
ve Çek Hâmillerinin Korunması Hakkında Kanun"un 15. maddesinin;
A) Anayasa'ya aykırılık sorununun esas yönünden incelemesinin
sınırlama yapılmadan sürdürülmesine,
Mahmut C. CUHRUK, Yekta GüngörÖZDEN, Necdet DARICI-OĞLU, Selçuk
TÜZÜN ve Ahmet N. SEZER'in karşıoyları ve oyçokluğuyla,
B) İnceleme sonunda, sözü edilen maddenin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal istemini içeren itirazın REDDİNE, oybirliğiyle,
14.2.1989 gününde karar verildi.
Başkan
Mahmut
C. CUHRUK
|
Başkanvekili
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
İhsan
PEKEL
|
Üye
Selçuk
TÜZÜN
|
Üye
Ahmet
N. SEZER
|
Üye
Erol
CANSEL
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı: 1988/15
Karar Sayısı: 1989/9
Esasa ilişkin incelemenin sınırlama yapılmadan sürdürülmesine dair
çoğunluk görüşüne, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Selçuk TÜZÜN ve Ahmet
N. SEZER'in müşterek karşıoy yazılarındaki görüşlerle karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı: 1988 / 15
Karar Sayısı: 1989/9
Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 28. maddeleri, itiraz yolunu, bakılmakta
olan davada uygulanacak yasa hükümlerine açık tutmakta, uygulanma olanağı
bulunmayan hükümleri itiraz yoluyla Anayasa'ya uygunluk denetiminin dışında
bırakmaktadır.
19.3.1985 günlü, 3167 sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek
Hamillerinin Korunması Hakkında Kanun'un itiraz konusu 15. maddesi,
"Bankalara uygulanacak cezalar" başlığını taşımakta ve bu Yasa'nın
3., 4., 5., 7., 9. ve 13. maddelerinde yazılı yükümlülükleri yerine getirmeyen
veya geciktiren bankalar hakkında hükmolunacak cezalan belirlemektedir.
Sinop Cumhuriyet Savcılığı'nca düzenlenen 11.1.1988 günlü, Hz.
1987/880, Esas: 1988/10 ve İdd. 1988/5 sayılı İddianame'de, 3167 sayılı
Yasa'nın salt 4. ve 9. maddelerine aykırı eylemlerinden dolayı sanık Banka'nın,
Türk Ceza Kanunu'nun 119. maddesi delaletiyle 3167 sayılı Yasa'nın 15. maddesi
uyarınca cezalandırılması istendiğine; bu durumda, anılan maddede değinilen 3.,
5., 7. ve 13. maddelerde yazık yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da
geciktirilmesiyle ilgili bir ceza davasının varlığından söz edilemeyeceğine
göre, iptali istenen 15. madde yalnız 4. ve 9. maddeler açı-açısından uygulama
alanına girmiş olmaktadır.
İtiraz konusu 15. maddenin, 3., 4., 5., 1., 9. ve 13. maddelere
aykırı eylemlerin yaptırımını belirleyen, birbirinden ayrı altı değişik
hükümden oluştuğu; bakılmakta olan davada, anılan maddenin, 3., 5., 7. ve 13.
maddeler yönünden uygulama alanı dışında kalacağı gözönünde tutulduğunda, 3167
sayılı Yasa'nın 15. maddesine yönelik itirazla ilgili esas incelemesinin, bu
Yasa'nın 4. ve 9. maddeleriyle sınırlı olarak yapılması gerekir.
Anayasa Mahkemesi'nin işin esasına girerek verdiği red kararının
Resmî Gazete'de yayımlanmasından sonra on yıl geçmedikçe, aynı yasa hükmünün
Anayasa'ya aykırılığı savıyla tekrar başvuruda bulunulamayacağını hükme
bağlayan Anayasa'nın 152. ve 2949 sayılı Yasa'nın 28. maddeleri de sınırlama
sorunu üzerinde önemle durulmasını zorunlu kılmaktadır.
Gerçekten, iptali istenen 15. maddenin bütünüyle ilgili Anayasa'ya
uygunluk denetimi sonucunda, Anayasa'ya aykırılık savı yerinde görülmeyerek
itirazın reddi cihetine gidildiği takdirde, 3., 5., 7. ve 13. maddeler yönünden
uygulama alanı dışında kalan 15. madde, sözü edilen maddeler açısından da on
yıl süreyle denetlenemeyecek; başka bir anlatımla, bakılmakta olan değişik bir
davada 3., 5., 7. ve13. maddeler yönünden uygulanacak yasa kuralı niteliğini
taşısa bile, on yıllık başvuru yasağı nedeniyle, bu yönden Anayasa'ya uygunluk
denetimi yapılamayacaktır.
"Anayasa'ya aykırılık sorununun esas yönünden incelenmesinin
sınırlama yapılmadan sürdürülmesine" ilişkin olarak oyçokluğuyla verilen Karar'a
bu nedenlerle katılmamaktayım.
Başkanvekili
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Selçuk
TÜZÜN
|
Üye
Ahmet
N. SEZER
|