ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1988/ 34
Karar Sayısı : 1989/26
Karar Günü : 21.6.1989
R.G. Tarih-Sayı :05.12.1989-20363
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Konya İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 9.5.1985 günlü, 18749 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 3.5.1985 günlü 3194 Sayılı îmar Kanunu'nun 13. maddesinin üçüncü
fıkrasının Anayasa'nın 2., 10., 13. ve 35. maddelerine aykırılığı nedeniyle
iptali istemidir.
I- OLAY:
Davacılara, miras bırakanlarından intikal etmiş l ve 35 nolu
parsellerde kayıtlı 9092 metrekare yüz ölçümündeki taşınmazın, 6980
metrekarelik kısmının imar plânında ilkokul, imar yolu ve çocuk bahçesi olarak
belirlenmek suretiyle yapılanma hakkı kısıtlanmış, başvuruları üzerine de
ilgili belediye tarafından, kısıtlı olduğundan inşaat ruhsatı verilemeyeceği
gibi programda olmadığı için kamulaştırma yapılamayacağı da bildirilmiştir.
Daha sonra, taşınmaz malikleri, süresi içinde kamulaştırılmayan
kısıtlı yerde inşaat yapabilme yolundaki isteklerine, belediyece sözkonusu
bölgede 3194 sayılı îmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca kısıtlı alan dışında
kalan bölüm için imar uygulaması yaptırabilecekleri karşılığının verilmesi
üzerine, 21.3.1988 tarihinde, arsalarına konulmuş kısıtlılığı kaldıran yeni bir
imar planı yapılması ve bu yerde yeni imar planına göre inşaat ruhsatı
verilmesi gerektiğini ileri sürerek aksine oluşturulan işlemin iptali için
Belediye Başkanlığı aleyhine dava açmışlardır.
Davacılar vekili, 6.7.1988 günlü duruşmada Belediye ve Milli
Eğitim Bakanlığı'nın 1981 yılında kamulaştırılması için yapılan başvurudan
sonra beş yıl geçmesine rağmen kamulaştırma yapmadıklarından, inşaat ruhsatı
almaya hak kazandıklarını, yeni imar Kanunu'nun ilgili hükmü mutlaka
uygulanacaksa Anayasa'ya aykırılığının incelenmesini istemiş, davacıların Anayasa'ya
aykırılık iddiasının ciddî olduğu kanısına varan idare Mahkemesi de 3194 sayılı
îmar Kanunu'nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının tümünün, Anayasa'nın 2., 10.,
13. ve 35. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemiyle Anayasa
Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III- YASA METİNLERİ:
A. İptali îstenen Yasa Kuralı:
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun iptali istenilen
fıkrayı-da içeren 13. maddesi şöyledir:
"Madde 13.- Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol,
meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri
umumî hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı
değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına
alınıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder.
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar
emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma
tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi,
kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin
kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen
bir maksada ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin
emlak vergisini mal sahibi öder.
Ancak, parsel sahibi, imar planlarının tasdik tarihinden itibaren
beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen
değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası
ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca
yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki
nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar
planına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar
planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren
geçerlidir.
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki
arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı üzerindeki
miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi
halinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz."
B. İlgili Yasa Kuralı:
3194 sayılı Yasanın "Umumî hizmetlere ayrılan yerlerde
muvakkat yapılar" başlıklı 33. maddesi şöyledir:
"Madde 33.- İmar planlarında bulunup da müracaat gününde beş
yıllık imar programına dahil olmayan yerlerde; plana göre kapanması gereken yol
ve çıkmaz sokak üzerinde bulunan veya 18 inci madde hükümleri tatbik olunmadan
normal şartlarla yapı izni verilmeyen veya 13 üncü maddede belirtilen
hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün tatbiki istenen
parsellerde üzerinde yönetmelik esaslarına uygun yapı yapılması mümkün
olanlarından sahiplerinin istekleri üzerine belediye encümeni veya il idare
kurulu kararıyla imar planı tatbikatına kadar muvakkat inşaat veya tesisata
müsaade edilir ve buna dayanılarak usulüne göre yapı izni verilir.
Bu gibi hallerde verilecek müddetin on yıl olması, yapı izni verilmezden
önce belediye encümeni veya il idare kurulu kararının gün ve sayısının on
yıllık müddet için muvakkat inşaat veya tesisat olduğunun, lüzumlu ölçü ve
şartlarla birlikte tapu kaydına şerh edilmesi gereklidir. Muvak-katlık müddeti
tapu kaydına şerh verildiği günden başlar.
Birinci fıkrada sözü geçen bir parselde, esasen kullanılabilen bir
bina varsa bu parsele yeniden inşaat ve ilaveler yapılmasına izin verilmeyeceği
gibi, birden fazla muvakkat yapıya izin verilen yerlerde dahi bu yapıların
ölçüleri toplamı yönetmelikte gösterilen miktarları geçemez. Bu maddenin
tatbikinde kadastral parsel de bir imar parseli gibi kabul olunur.
Plan tatbik olunurken, muvakkat inşaat veya tesisler
yıktırılırlar. On yıllık muvakkatlık müddeti dolduktan sonra veya on yıl
dolmadan yıktırılması veya kamulaştırılması halinde muvakkat bina ve tesislerin
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre takdir olunacak bedeli
sahibine ödenir."
C. Dayanılan Anayasa Kuralları:
1- "Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2- "Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
3- "Madde 13.- Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve
genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde
öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla
sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç
dışında kullanılamaz.
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve
hürriyetlerinin tümü için geçerlidir."
4- "Madde 35.- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
IV- İLK İNCELEME:
Anayasa, Mahkemesi îçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Mahmut C.
CUHRUK, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer
TURAN, Mehmet ÇINARLI, Servet TÜZÜN, Mustafa ŞAHİN, Vural Fuat SAVAŞ, Oğuz
AKDOĞANLI ve Selçuk TÜZÜN'ün katılmalarıyla 15.9.1988 günü yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ:
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, iptali
istenilen yasa kuralı ile dayanılan Anayasa kuralları ve bunların
gerekçeleriyle öteki yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü.
A. Anayasa'ya aykırılık iddialarının incelenmesine geçmeden önce,
itiraza konu edilen kuralın daha önce uğradığı değişiklikler ile yürürlükteki
esasların kısaca incelenmesinde yarar görülmüştür.
Cumhuriyetin ilânı tarihinden 1928 yılına kadar ülkemizde 1882
tarihli, yollar, yangın yerleri ve binalarla ilgili düzenlemeleri kapsayan
"Ebniye Kanunu" uygulanmış, bu arada, Kurtuluş Savaşı sonunda yangın
geçirmiş olan İzmir şehri için 1924 yılında mevzii imar planı hazırlanarak
şehrin düzenlenmesine girişilmiştir.
İlk şehir düzenlemesine geçilmesi, 1928 günlü, 1351 sayılı
"Ankara Şehri İmar Müdiriyeti Teşkilat ve Vezaifine Dair Kanun" ile
sağlanmış ve Başkent Ankara'nın imar planı hazırlanmıştır.
Daha sonra 1930 yılında bütün belediyelere imar planı hazırlama
zorunluluğu getiren 3.4.1930 tarihli, 1580 sayılı "Belediye Kanunu"
ve 1933 yılında da kentlerin planlaması çalışmalarım düzenleyen "Belediye
Yapı ve Yolları Kanunu" yürürlüğe konulmuştur.
1956 yılında imar mevzuatını düzenleyen 6785 sayılı "İmar
Kanunu" yürürlüğe girmiş ve 1958 yılında da, 7116 sayılı Yasayla yurdun,
bölge, şehir, kasaba ve köylerin planlanması, mesken politikası, yapı malzemesi
konuları ile ilgilenmek, bölge planları konusunda ilgili kuruluşlarla ortaklaşa
etüdler yapmak, iç iskân, göçmen iskânı ve afetlerden önce ve sonra gerekli tedbirleri
almak amacıyla "İmar ve İskân Bakanlığı" kurulmuştur.
İmar ve İskân Bakanlığınca, "Metropoliten planlama"
çalışmaları başlatılarak büyük kentlerimizin nazım imar planları yapılmasına
girişilmiştir.
İmar ve İskân Bakanlığı 13.12.1983 günlü, 180 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile Bayındırlık Bakanlığı ile birleştirilmiş ve' kamu oyunda
"İmar affı" diye isimlendirilen 2981 Sayılı "İmar ve Gecekondu
Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun", 2960 sayılı
"Boğaziçi Kanunu", 3030 sayılı "Büyükşehir Belediyelerinin
Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında
Kanun", 3086 sayılı "Kıyı Kanunu" gibi yasalarla imar konusunda
yeni düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
İmar planlarında kamu hizmetlerine ayrılan yerlerde bulunan
arsalar için ilk yasaklayıcı düzenleme, 1351 sayılı "Ankara Şehri İmar
Müdiriyeti Teşkilât ve Vezaifine Dair Kanun" ile getirilerek, İmar
Müdürlüğüne bu gibi yerler için beş yılı geçmemek kaydı ile yapı yapma yasağı
koyma yetkisi verilmiştir.
İmar planlarında genel hizmetlere ayrılan yerler için tüm yurtta
geçerli düzenleme, 6785 sayılı İmar Kanunu'nun 33, maddesinde yapılarak,
"İmar ve yol istikamet planlarında yol, meydan, yeşil saha, park, otopark
gibi umumî hizmetlere ayrılmış yerlerde inşaat yapılmasına ve mevcut binalarda
ise esaslı tadilat ve ilâveler yapılmasına" izin verilmeyeceği hüküm
altına alınmış, bu gibi yerlerde dört yıllık imar programına alınan yerler ile
alınmayan yerlerin belirlenen sürede kamulaştırması yapılmadığı takdirde
uygulanacak işlemler gösterilmiştir.
6785 sayılı Yasa'nın yapı izni verilmeyen yerlerde geçici inşaat
izninin koşullarını gösteren 11. maddesi ile, yukarda anılan 33. madde
hükümleri 11.7.1972 tarihli 1605 sayılı Yasa'yla değiştirilmiştir.
6785 sayılı İmar Kanunu'nu yürürlükten kaldıran 3.5.1985 günlü
3194 sayılı İmar Kanunu 9.5.1985 günlü, 18749 sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.
3194 Sayılı İmar Kanunu'nun bir bölümünün iptali istenilen 13.
maddesi, 6785 sayılı Yasa'nın 33. maddesi yerine kimi yeni düzenlemeler
getirmekle ve imar planlarında genel hizmetlere ayrılan yerler açıklanmaktadır.
B. İtiraz Konusu Yasa Kuralının Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu: 1- Anayasa'nın
2. maddesi yönünden inceleme:
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, toplum yararına olarak, kentlerin
çevre özellikleri ve koşullan nazara alınarak sağlıklı bir yaşamın sağlanmasını
öngören bir planlama yapılması ve bu planda kişilere ait taşınmazların kamusal
alan ve tesislere ayrılmasının doğal olduğunu, bu planda kamuya ayrılan
yerlerin de ancak belirli olması ve yasa ile öngörülen sürelerde kısıtlı
tutulması, aksi takdirde kamulaştırılması gerektiğini, kişilere ait
taşınmazların idarenin istediği kadar, daha doğrusu sınırsız ve sonu belirsiz
bir süre ile kısıtlı tutulmasının hem de kamulaştırma yapılmaması ve bu arada
kişinin taşınmazını değerlendirmesine engel olunmasının hukuk devleti ilkesine
aykırı olduğunu ileri sürmektedir.
Mahkeme, planda kendilerine tahsis edilen yerlerin planın
kesinleştiği anda kamu kuruluşları tarafından kamulaştırılmasının
beklenemeyeceğini, buna maddî olanaklarının da elvermeyeceğini, ancak bu
beklemenin kabul edilebilir bir sınırı olması gerektiğini belirterek 6785 sayılı
Yasa'da bu olanak sağlanmış iken, 3194 sayılı Yasa'da bu hususun idarenin
takdirine bırakıldığı savında bulunmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti
olarak nitelenmiştir.
Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında belirtildiği üzere, Hukuk
devletinin temel koşulu bütün devlet işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına
uygun olmasıdır. Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her eylem ve işlemi hukuka uygun olan, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurulup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı
denetimine açık olan, yasaların üstünde Yasakoyucunun da bozamayacağı temel
hukuk ilkeleri ve Anayasa'nın bulunduğu bilincinden uzaklaştığında geçersiz
kalacağını bilen devlettir.
Devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması, kazanılmış
haklara saygı duyulmasını gerektirir. Ancak, kazanılmış bir haktan
söze-dilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önceki yürürlükte olan kurallara
göre bütün sonuçlarıyla eylemli biçimde ekle edilmiş olması gerekir.
3194 sayılı Yasa'nın 13. maddesinin birinci fıkrasında, imar
planlarında kamu hizmetlerine ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut binalarda
esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izirı verilmeyeceği hüküm altına
alınmıştır.
13. maddenin dava konusu üçüncü fıkrasında, parsel sahibi, imar
planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde, imar
planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı
genel hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından
vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, hazırlanacak yeni imar planına
göre inşaat yapılacağı ve bu Yasa'nın yayımı tarihinden önce yapılan imar
planlarında sözü edilen beş yıllık sürenin bu Yasa'nın yürürlük tarihinden
başlayarak geçerli olduğu öngörülmüştür.
6785 sayılı Yasa'nın yürürlüğü zamanında, planda kamu hizmetlerine
ayrılmış yerlerde beş yıl geçtikten sonra yönetmelik hükümlerine göre inşaat
yapılması olanağına karşın, plan değişmediği sürece planın uygulanması
kapsamında programa alınan bu yerler kamulaştırılmakta idi. 3194 sayılı İmar
Yasası da aynı nitelikte kurallar içermektedir.
Kamu hizmetine ayrılan yerlerin ne zaman kamulaştırılması
gerektiği ya da yapımından ne zaman vazgeçileceğinin belirlenmesi, hukuk
devleti ile doğrudan ilgili bir konu değildir.
Mülkiyet hakkının sınırlandırılması, Anayasa'da özel olarak
düzenlenmiştir. Demokratik toplum kurallarına aykırı olmayan, toplum yararı ile
bireyin yararını dengeleyen bir sınırlandırma hukuk devleti ilkesine uygun
olacaktır. Planda kamu hizmetine ayrılmış bir yerin geleceğinin belirsiz olduğu
düşünülemez. Aynı belirsizlik kamu hizmetinin yerine getirilmesine uygun düşen
her taşınmaz için sözkonusu olup, bu gibi yerlerin de "kamu yararı"
kararı alınması üzerine kamulaştırılması olasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında sayılan "Hukuk
Devletinin öğeleri içinde yasaların kamu yararına dayanması ilkesi de vardır.
Bütün kamusal girişimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı
düşüncesinin yasalara da egemen olması, Yasakoyucunun bu esası gözardı etmemesi
gerekir.
Dava konusu hükümle getirilen kısıtlama ileride bir fayda
sağlamayacak yatırımları önlediği, kişi ve toplum yararına düzenlemeyi ve
yapılaşmayı sağlayacağı için hukuk devleti ilkelerine uygundur. Kazanılmış
hakları ortadan kaldırmayan, yargı denetimine engel olmayan, herkes için
geçerli genel kurallar getiren bu düzenleme hukukun genel ilkelerine de ters
düşmemektedir. Toplum yararını öngören düzenleme, bu niteliğiyle sosyal devlet
ilkesine de uygundur.
Kısıtlama genel ve nesnel nitelikte olduğu farklı hukuksal durumlar
yaratmadığıvetaşınmazın kullanılması olanağını tümüyle kaldırmadığı
gibi, yapılacak plan değişikliklerinin idarî yargı mercilerinin denetimine
bağlı olacağı ve bu denetim sırasında "kamu yararına" uygunluğun da
araştırılacağı kuşkusuzdur.
Belirtilen nedenlerle, dava konusu hüküm. Anayasa'nın 2.
maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı görülmemiştir.
2- Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden inceleme:
Başvuru kararında, 3194 sayılı Yasa'nın yayımlandığı 9.5.1985
gününden önce getirilen kısıtlamaların yürürlük tarihinden sonra beş yıl
süreceği, örneğin daha önce, dört yıl onbir ay kısıtlı olarak kalmış olan bir
yerin, beş yıl daha bekleyeceği, Yasa'nın yayımlanmasından önce kısıtlanan
yerler ile sonradan kısıtlanan yerler arasında yapılan farklı düzenlemenin
eşitlik ilkesine aykırı düştüğü öne sürülmektedir.
Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesi, eylemli
eşitliği değil, hukuksal eşitliği ifade ederek aynı hukuksal durumda bulunanlar
arasında haklı nedene dayanmayan ayırımlar yapılmasını önlemeyi amaçlar. Bu
doğrultuda, hukuksal durumu aynı olanların aynı kurallara bağlı tutulacağını,
ayrı durumda olanların ise ayrı kurallara bağlı tutulmasının Ana-yasa'ya
aykırılık oluşturmayacağı kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin
kararlarında açıklandığı gibi, yasa karşısında eşitlik, herkesin her yönden
aynı kurallara bağlı tutulması değildir. Kimi yurttaşların başka hükümlere
bağlı tutulmaları haklı bir nedene dayanmakta ise eşitlik ilkesine
uyulmadığından söz edilemez.
Yürürlükten kaldırılan 6785 sayılı İmar Kanunu'nun 1702 sayılı
Yasa ile değişik 33. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında; kamuya ayrılan
yerlerin iskân sınırları içinde bulunanlardan, dört yıllık imar programına
dahil edilmiş olan yerler süresi içinde dört yıllık programa dahil bulunmayan
yerler ise sahiplerinin yazılı başvurularından başlayarak beş yıl içinde
kamulaştırılmadığı takdirde, talimatname hükümlerine uygun inşaat yapılmasına
izin verileceği dört yıllık program dışında bulunan yerlerde sahiplerinin
isteği halinde, beş yıllık süre beklenmeksizin geçici inşaat izni veren aynı
Yasa'nın 11. maddesi hükümlerinin uygulanabileceği öngörülmüştür.
3194 sayılı imar Kanunu'nun "Umumi hizmetlere ayrılan, yerler
de muvakkat yapılar" başlıklı 33. maddesinin birinci fıkrasında, 13. maddede
belirtilen hizmetlere ayrılmış olan ve haklarında bu madde hükmünün uygulanması
istenen parsellerde, koşulları varsa sahipleri tarafından, imar planı
uygulanmasına kadar muvakkat inşaat veya tesisata müsaade edileceği ve buna
dayanılarak usulüne göre yapı izni verileceği, aynı maddenin son fıkrasında da,
plan uygulanırken, muvakkat inşaat veya tesislerin yıktırılacağı, on yıllık
muvakkattik müddeti dolduktan sonra veya dolmadan yıktırılması veya
kamulaştırılması durumunda muvakkat bina ve tesislerin bedelinin sahibine
ödeneceği hükme bağlanmıştır.
Böylece İmar Yasası'nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasıyla, genel
hizmetlere ayrılan ve üzerinde inşaata izin verilmeyen alanların, imar
planlarının onay tarihinden başlayarak beş yıl sonra başvurulduğunda, genel hizmetlere
ayrılmış yer olma niteliğinin değiştirilmesi ve yeni imar planına göre inşaat
yapılması olanağı getirilmiştir.
Bu yeni düzenleme nedeniyle, Yasa'nın yürürlüğünden önce plan
değiştirilmesi söz konusu olmayacağına göre, yeni düzenleme ile hak sahibi
olanların, bu haklarını kullanabilmelerinin başlangıç tarihinin Yasa'nın
yürürlük tarihi olarak belirlenmesi doğaldır.
Parsel sahibinin başvurma ve inşaat yapabilme hakkı, 3194 sayılı
Yasa'nın yürürlüğe girmesiyle doğduğuna ve Yasakoyucu bu hakkı geriye yürütme
zorunda olmadığına göre, bekleme süresinin farklı olduğu ve bunun da eşitlik
ilkesine aykırı bulunduğu savı geçerli olamaz. Yasa'nın 13. maddesinin dava
konusu üçüncü fıkrasındaki beş yıllık sürenin imar planlarında genel hizmetlere
ayrılan yerlere ilişkin olarak idarenin görüş değiştirmesi ve parsel sahibinin
başvurması yönlerinden düzenlenmesi karşısında; idarenin genel hizmetlere
ayrılan yerlerde yapı yapmaktan kendiliğinden vazgeçmesi durumunda beş yıllık
süreyi beklemek söz konusu olmaksızın yapılacak imar planına göre inşaat izni
alınması yolu açıktır.
Belirtilen nedenlerle dava konusu hükmün Anayasa'nın yasa önünde
eşitlik ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
3- Anayasa'nın 13. ve 35. Maddeleri Yönünden İnceleme:
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, planda kamu hizmetlerine ayrılan
alanlarda inşaat yapılmasının, beş yıl geçtikten sonra da ilgili kuruluşun
görüş ve isteğine bağlı tutulmasını ve idare vazgeçse de yeniden planlamaya
alınmasına kadar bekletilmesini öngören itiraz konusu 13. maddenin üçüncü
fıkrasının, mülkiyet hakkının kullanılmasını fiilen ortadan kaldırıp çok güç
kullanılmasına yol açtığını, hu suretle mülkiyet hakkının özüne dokunan bir
sınırlama olduğunu ileri sürmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin soyut Anayasa kuralları olmaktan
çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir duruma getirilmeleri, dolayısıyle
kişi yönünden pratik bir değer taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi,
kullanma ve uygulama yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasa'nın 13.
maddesinde temel hak ve özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken
sınırlamaların ne tür tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi
ölçüler içerisinde yapılabileceği hükme bağlanmıştır. Bu belirlemeye göre,
temel hak ve özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak yasayla yapılabilecek,
sınırlamayı haklı gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı
olarak gösterilmiş bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasa'nın ilgili
diğer maddelerinde öngörüleri özel sınırlama sebeplerine dayanılacak
"demokratik toplum düzeninin gerekleri" de sınırlamanın ölçüsünü
oluşturacaktır.
Anayasa'nın 35. maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu
açıkça belirtilmekle beraber mülkiyet hakkının niteliği üzerinde herhangi bir
açıklama yapılmadığından bunun öğretiden ve yasalardaki kurallardan
yararlanılarak ortaya konulması gerekmektedir.
Bu anlamda mülkiyet hakkı; bir kimsenin, başkasının hakkına zarar
vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara da uymak koşulu ile bir şey
üzerinde dilediği biçimde kullanma, ürünlerinden yararlanma, tasarruf etme
(başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hattâ yok etme)
yetkilerini anlatır. Görülüyor ki bu nitelikteki mülkiyet hakkı kavramında,
başkasına zarar vermemek ve özellikle yasaların koyduğu sınırlamalara uymak
zorunluluğu vardır.
Medeni Yasa'nın 618. maddesi de, bu hukuksal anlayışa koşut olarak
mülkiyet hakkını şöyle tanımlamaktadır:
"Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği
gibi tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o şeye vaz'iyed eden
herhangi bir kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi men
edebilir."
Bu yolla Medeni Yasa da kişiye, malik olduğu şey üzerinde,
yasaların koyduğu sınırlamalara uyularak istediği gibi tasarruf etmek hakkını
tanımış bulunmaktadır.
Açıklanan bu hukuksal ve yasal durum karşısında Yasakoyucunun
mülkiyet hakkına, dilediği sınırlamaları getirmekte serbest bulunduğu
düşünülebilirse de Anayasa'nın 35. maddesindeki kuralların gözönünde tutulması
zorunludur.
Gerçekten Anayasa'nın 35. maddesinde, Yasakoyucu, ancak kamu
yararı amacı ile mülkiyet hakkı üzerinde sınırlama yapmaya yetkili kılınmış ve
malikin de bu hakkı, toplum yararına aykırı biçimde kullanması engellenmiştir.
Anayasa'nın bu hükümleri karşısında mülkiyet hakkının, söz konusu
iki yöndeki sınırlamalardan başka herhangi bir koşulla sınırlandırılması mümkün
değildir. Diğer bir deyimle yasa koyucunun yetkisi de bunlarla
sınırlandırılmıştır.
Mülkiyet hakkı, eski anlamında bireyin dilediği biçimde
kullanabileceği bir hak ve sınırsız bir özgürlük olma niteliğini çoktan
yitirmiş, mülkiyet anlayışı, bu hakkın bir bakıma sosyal yapıda bir hak olduğu
yolunda gelişmiş, bir çok hak gibi bu hakkın da kamu yararı amacıyla
sınırlanabileceği ilkesi benimsenmiştir.
Başlangıçta kişinin eşya üzerinde mutlak bir egemenliği demek olan
ve kutsal olarak kabul edilen mülkiyet hakkı, çağımızda bu niteliğini yitirmiş,
mutlak ve sübjektif olarak düşünülen bu hak, mutlak olmayan bir duruma dönüşmüş
ve sosyal işlevleriyle sınırlanmıştır. Taşınmazlar bakımından mülkiyet hakkı,
belirli bir zamanda, devletin izin verdiği ölçüde, taşınmazdan olabildiğince
yararlanma hakkıdır.
İmar Yasası'nın 13. maddesinin birinci fıkrası ile imar
planlarında "Umumî hizmetlere" ayrılan yerlerde inşaata ve mevcut
binalarda esaslı değişiklik ve ilâveler yapılmasına izin verilmeyeceği, ancak
imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma seklinin devam edeceği hükme
bağlanmış olmakla bu yerlerde kişilerin mülkiyet hakkı, imar planlarıyla
sınırlandırılmış bulunmaktadır. Kentlerin gelişmesini düzenleme gereksinimi
kamu düzeni ve kamu yararını koruma amacına yönelik olduğundan bölge ve şehir
planlaması da bu amaca hizmet için kurumsallaştırmıştır.
İmar planları, planlanan yörenin bugünkü durumunun, olanaklarının
ve ileride ki gelişmesinin gerçeğe en yakın şekilde saptanabilmesi için coğrafî
veriler, beldenin donatımı ve malî, sosyal kültürel ve ticarî yönden
kullanılışı gibi konularda yapılacak araştırma ve incelemeler sonucu elde
edilecek bilgilere göre, çeşitli kentsel işlevler arasında var olan veya
edinilecek olanaklar ölçüsünde, en iyi çözüm yollarına ulaşmak, belde halkına
iyi ve uygar bir yaşama düzeni ve koşulları sağlamak amacıyla, kentin kendine
özgü yaşayış biçimi ve karakteri, nüfus, alan ve yapı ilişkileri, yörenin gerek
çevresiyle ve gerekse çeşitli alanlar arasındaki bağlantıları, halkın sosyal ve
kültürel gereksinimleri, güvenlik ve sağlığı ile ilgili konular gözönüne
alınarak hazırlanır.
İmar planlan, nazım imar planı ve uygulama imar planından oluşur.
3194 sayılı îmar Kanunu'nun 5. maddesinde, nazım imar planı; varsa bölge ya da
çevre düzeni planlarına uygun olarak halihazır haritalar üzerine, yine varsa
kadastral durumu işlenmiş olarak çizilen ve arazi parçalarının; genel kullanış
biçimlerini, başlıca bölge tiplerini, bölgelerin gelecekteki nüfus
yoğunluklarını, gerektiğinde yapı yoğunluğunu, çeşitli yerleşme alanlarının
gelişme yön ve büyüklükleri ile ilkelerini, ulaşım sistemlerini ve
problemlerinin çözümü gibi hususları göstermek ve uygulama imar planlarının
hazırlanmasına esas olmak üzere düzenlenen, detaylı bir raporla açıklanan ve
raporuyla birlikte bütün olan plan olarak tanımlanmıştır. Uygulama imar planı
ise, onaylı halihazır haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak
nazım imar planı esaslarına göre çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını,
bunların yoğunlukvedüzenini, yolları ve uygulama için gerekli imar
uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri
ayrıntıları ile gösteren plan biçiminde nitelendirilmiştir.
Aynı Yasa'nın 8. maddesinde, varsa bölge planı ve çevre düzeni
plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin
nazım ve uygulama imar planlarının ilgili belediyelerce yapılacağı veya
yaptırılacağı ve belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe gireceği; 9.
maddesinde de, Bakanlığın gerekli gördüğü durumlarda imar planı yapmaya,
yaptırmaya, değiştirmeye ve re'sen onaylamaya, bir kamu hizmetinin görülmesi
amacı ile resmî bina ve tesisler için imar planlarında yer ayrılması veya bu
nedenle değişiklik yapılması gerektiği takdirde, valilik kanalı ile ilgili
belediyelere talimat vermeğe veya gerekirse imar planının resmî bina ve
tesislerle ilgili kısmım re'sen yapıp onaylamağa yetkili olduğu hüküm altına
alınmıştır.
Bu bakımdan, insan, toplum, çevre ilişkilerinde kişi ve aile
mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen fiziksel çevreyi sağlıklı bir
yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini
yönlendirmek ve toprağın koruma, kullanma dengesini en akılcı biçimde şehircilik
ilkelerine uygun olarak belirlemek amacıyla düzenlenen imar planlarının
yapılmasında ve imar planında belirtilen biçimde davranılmasında kamu yararı
olduğu belirgindir. Bu olanaklar sağlandığında o belde insanlarının maddî ve
manevî varlıklarım kolaylıkla geliştirecekleri kuşkusuzdur, imar planlarının
yukarda belirtilen koşulları içerecek biçimde hazırlanması gerekli ve bunun
yargı güvencesi altında bulunması doğal olduğundan, kişiler yasaya aykırı ve
keyfî davranışlardan, yargı yoluna başvurmak yoluyla korunabilirler.
Kişilerin malik bulundukları taşınmazların imar planında kamu
hizmetine özgülenmesinden ve bunların kamulaştırılmasında kamu yararı olduğu
kuşkusuzdur. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 6. maddesinin son fıkrasında
da bu yön benimsenerek, onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı
özel plan ve projesine göre yapılacak hizmetler için ayrıca "kamu yararı
kararı" alınmasına ve onaylanmasına gerek olmaksızın, yalnızca yetkili
icra organınca kamulaştırma işlemine başlanıldığını gösteren bir karar
alınacağı öngörülmüştür.
İptal davasına konu edilen hüküm, imar planında genel hizmetlere
ayrılan özel kişilere ait taşınmazlar üzerinde, bulunduğu durum dışında
kullanamama, değiştirememe ve yapı yapamama biçiminde mülkiyet hakkına kısıtlılık
getirilen taşınmazın, belirli bir süre sonra genel hizmetlere ayrılan alan
niteliğinden çıkarılması durumunda bazı koşullarla kısıtlılığın sona ereceği
hükmünü içermektedir.
Anayasa'nın 65. maddesinde; "Devlet sosyal ve ekonomik
alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını
gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir", hükmü
ile belirlendiği üzere Devlet tarafından yapılması gerekli bütün hizmetlerin
derhal yerine getirilmesi güçtür. Belirli nüfus yoğunluğuna ulaşmış yerleşim
birimlerinin ilerdeki durumlarını da tasarlayarak imar planı yapılması ve bu
planda vazgeçilemez olan kamu hizmetleri için yer ayrılması zorunlu olduğundan,
bu taşınmazlara yapılanma yasağı getirilmesinde, kamulaştırma işlemlerinin
güçleşmemesi ve olanaksız duruma gelmemesinde, yıkım nedeniyle kişisel mal
varlığının ve millî servetin yok olmamasında kamu yararı olduğu kuşkusuzdur.
Anayasa Mahkemesi'nin kimi kararlarında belirtildiği gibi, yasayla yapılan
kısıtlamanın topluma sağlayacağı yarar, kişilerin uğrayacağı zarara göre ağır
bastığından burada kamu yararının varlığını kabul etmek gerekir. Öte yandan,
sosyal nitelik taşıyan mülkiyet hakkının toplum ve toplum yararı ile doğrudan
ve yakından ilgili olması karşısında bu konuda, bireyle toplum yararının
karşılaştığı durumlarda, toplum yararının üstün tutulması tartışılamayacak
kadar açıktır.
Plan hazırlanırken, kamu hizmetine en uygun olan yer bulunduğu
için, bu yerdeki yapılanış biçiminin değiştirilmesinde veya kişinin ve toplumun
servet kaybına uğramayacağı biçimde yapı yapılabilmesinde de kamu yararı
vardır. Kamu yararının var sayılması, kamu işlerinin görülebilmesi zorunlu
bulunan taşınmazların sınırlandırılmasını gerekli kılar.
İmar Yasası'nın 33. maddesi, bu gibi yerlerde yönetmelik
esaslarına uygun yapı yapılması mümkün olanlarda sahiplerinin istekleri üzerine
belediye encümeni veya il yönetim kurulu kararıyla imar planı uygulanmasına
kadar geçici inşaat ya da tesisata müsaade edileceği ve buna dayanılarak
usulüne göre yapı izni verileceği hükmünü taşımaktadır. Ayrıca,
yönetmeliklerde, muvakkat yapıya izin verilen yerlerde bu yapıların gösterilen
miktarı geçemeyeceği ve binanın hangi amaçla kullanılabileceğinin belediye
encümenince saptanacağı belirtilmektedir.
İtiraz konusu kuralın, yerleşim birimlerinin ilerde ulaşması
düşünülen olanakların gereği olarak, toplum yaşamı yönünden büyük değer taşıyan
kamu yararı, kamu düzeni ve hukuk devleti kurumlarının daha iyi işlemesini ve
sosyal yararı sağlama, ekonomik ve sosyal dengeyi oluşturma gibi haklı ve doğru
bir ereğe yönelik olması karşısında, içeriği bakımından mülkiyet hakkının özüne
dokunmadığı, Anayasa'nın özüne ve sözüne uygun türde bir sınırlama getirdiği
sonucuna varılmıştır.
Bu bakımdan, yapı yapma dışında, kamu yararı nedeniyle ve dengeli
biçimde kısıtlanmış yapılanma hakkını kullanabilen malikin mülkiyet hakkının
özüne dokunulduğundan da söz edilemeyeceğinden dava konusu kuralla getirilen
kısıtlama demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı değildir.
Diğer yandan, imar planlarında genel hizmetlere ayrılan ve bu
suretle yapı yapmaya ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ekler
yapılmasına izin verilmeyen yerlerde, gerçekten ve objektif ölçüler içinde kamu
hizmetleri sağlanamayacak durumların ortaya çıkmasında, ilgili kurum olumlu
görüş bildirmiyorsa, taşınmazın sahipleri tarafından her zaman yasal yollara
başvurulabileceği doğaldır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu hükmün Anayasa'nın 13. ve 35.
maddelerine aykırı bir yönü de bulunmadığından iptal isteminin reddine karar
verilmelidir.
Yekta Güngör ÖZDEN, Servet TÜZÜN, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN ile
Erol CANSEL bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ:
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı imar Kanunu'nun 13. maddesinin üçüncü
fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, Yekta Güngör
ÖZDEN, Servet TÜZÜN, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN ile Erol CANSEL'in
karşıoyları ve oyçokluğuyla,
21.6.1989 gününde karar verildi.
Başkanvekili
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mustafa
GÖNÜL
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
Oğuz
AKDOĞANLI
|
Üye
İhsan
PEKEL
|
Üye
Selçuk
TÜZÜN
|
Üye
Ahmet
N. SEZER
|
Üye
Erol
CANSEL
|
|
|
|
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26
Temel hakların en önemlilerinden birisi bulunan mülkiyet hakkının
anlamına, hukuksal yapısının gereklerine aykırı biçimde sınırlama mülkiyet
kurumunun sosyal işlevini yadsıyan bir daraltmadır. Mülkiyet hakkının kalıntı
hak durumuna düşürülmesine neden olan uygulama bozuklukları, yasa kuralı
düzeyine çıkarılan yönetim isteklerini gerçekleştirme çabalan, kişilerin
taşınmazlarından yararlanmalarını kamusal gerekler dışında sınırlama
niteliğindedir. Kamusal gereklere dayanan sınırlamalara olur verilebilmesi, öncelik
ve üstünlüğün kamuda olmasındandır. Değişik amaçlarla gerçekleştirilen
taşınmazla ilgili düzenlemelerde toplum ve kişi yararı çizgisini hakların özünü
olumsuz biçimde etkileyecek, yanlı görülecek uygulamalara olanak
verilmemelidir. İmar plânlarının yapılması, çevre koşulları, kamu hizmetlerine
özgüleme, yapılanma biçimi ve düzeni özenle gözönünde tutulacak gereklerdendir.
Yasakoyucu iyi niyetten yoksun saymamak ilkesiyle birlikte olumsuz kimi
düzenlemeleri bu varsayımla değerlendirmemek, buna karşın Anayasa'ya aykırı
olabilmek doğallığı da düşünülmelidir. Yürürlükteki kuralın başka bir kuralla
karşılaştırılmadan, yarınlarda yapılabilecek olumlu ya da olumsuz değişiklikler
gözetilmeden, bağımsız biçimde uygunluk denetiminden geçirilmesi gerekir. Yurttaşın
hakkını kamu kurumunun, doğal olarak yöneticisinin, değişebilir özgörüsüne
(takdirine) bırakan kurala yönelik aykırılık savları yerindedir. Yurttaşın,
taşınmazına getirilen bir tür kısıtlamayı kaldırmak için başvuru hakkını beş
yıl daha erteleyen kural, yönetimin kendiliğinden vazgeçmesi durumunda hemen
yapılacak plâna göre yapıla izni alabileceği görüşüyle uygun sayılamaz.
Yinelemeden kaçınmak için öbür karşıoy gerekçelerine de
katıldığını belirterek, çoğunlukla oluşan kararla belirlenen sonucu paylaşmadığımı
açıklıyorum.
Başkanvekili
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu, "İmar planlarında
umumî hizmetlere ayrılan yerler" başlığı altındaki 13. maddesinin birinci
fıkrasında "Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark,
yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere
ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler
yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alıncaya kadar mevcut kullanma
şekli devam eder." kuralını getirmiştir. Maddenin, itiraz yolu ile iptal
istemine konu edilen üçüncü fıkrasında ise, "Ancak, parsel sahibi imar
planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat , ettiğinde imar
planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı
okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda
ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde,
tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek
hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı
tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun
yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir." biçiminde ayrıntılı bir kurala
yer vermiştir.
Birbirini tamamlayan her iki fıkradaki kuralların özünde,
"mülkiyet hakkı" ile "kamu hizmeti" kavramlarının çatışması
bulunmaktadır. Başka bir anlatımla, evrensel boyutlarda ve kutsal nitelik
taşıyan bir "temel hak" ile vazgeçilmezliği kuşku götürmeyen,
ağırlıklı önemli, gerekliliği ve çağdaş özelliği yadsınamayacak "toplum
yararı"nın bağdaştırılması zorunluluğu söz konusudur. Anayasa'nın,
"Mülkiyet hakkı" başlıklı 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve
miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yaran amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz." biçiminde ifade edilen buyurucu kural da, mülkiyet hakkını
kullanabilme özgürlüğü ile, toplumun yoğunlaşan ve güncelleşen ortak
beklentilerinden kaynaklanan "kamu-toplum yararı"nı bağdaştırmayı
amaçlamaktadır.
Türk Medeni Kanunu da 618. maddesinde öngördüğü mülkiyet hakkını
tanımlarken "Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği
gibi tasarruf etmek hakkına haizdir ...." demek suretiyle, iki kavram
arasındaki uzlaştırma gereksinimini "yasa"nın takdir gücüne bırakmaktadır.
Kamu yararı, bir kamu hizmetinin varlığını ve gerekliliğini ifade
eder. Konumuzla ilgili olarak diyebiliriz ki, İmar Kanunu ile öngörülen
"İmar planları" nın temel işlevi ve amacı, fiziksel planda görülen
çarpık, düzensiz, sağlıksız yapılaşmaları bir disiplin altına alarak önlemek,
sağlıklı, uygar ve çağdaş kentleşme koşullarını yaratıp gerçekleştirmektir.
Böylesine bir işlev ve amaçta, kamu hizmetinin, dolayısıyle kamu yararının
bulunduğu, bu nedenle mülkiyet hakkı gibi temel bir hakkın yasa ile
sınırlanabileceği yadsınamaz. Ancak, her temel hakta olduğu gibi, mülkiyet
hakkının yasal sınırlamasında ölçüt ne olacaktır' Ortaya çıkış nedeni haklı
olsa bile, gerçekleşme şansı belirsiz bir kamu hizmeti için, kamu yararı
etkeni, mülkiyet hakkının sınırlamasında geçerliliğini süresiz koruyacak mıdır'
Tutarlı ve sağlıklı bir yanıt verebilmek için, önce Anayasa'daki ilgili
kurallara, daha sonra da, itiraz yolu ile iptal istemine konu olan olayın
gelişmesine kısaca değinmekte yarar vardır.
1. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerinin
sınırlanması" başlığı altındaki 13. maddesinin birinci fıkrasına göre
"Temel hak ve hürriyetler, .... kamu yararının, ..... korunması amacı ile
. .. ., Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabilir."
Bu kuralın öngördüğü sınırlamanın da bir sınırı olduğunu, aynı maddenin ikinci
fıkrası duraksamaya yer bırakmayacak bir açıklık ve kesinlikle göstermektedir:
"Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında
kullanılamaz." Bu, bir ölçü-normdur ve uyulması zorunludur.
2. İtiraz yoluna başvuran Konya İdare Mahkemesi'nin gördüğü davada
anlaşmazlığın maddî öğelerinden birini oluşturan Karaman Belediyesi'nin İmar
Planı, ilgililerin miras yoluyla maliki bulundukları 2 parselden ibaret 9092 m2'lik
taşınmazdan 6980 m2'lik bölümü ilkokul, imar yolu ve çocuk bahçesine
ayrılmak suretiyle, değiştirilmiştir.
Ayrıntıları kararda belirtildiği üzere, ilgililerin, imar planında
gösterildiği halde, imar programlarına alınmayan, dolayısıyla kamulaştırılmayan
taşınmazları üstünde inşaata girişebilmelerine ilişkin 17.12.1981 günlü yazılı
istemlerine, belediyece, arsanın kısıtlı olması nedeniyle inşaat izni
verilemeyeceği, programda olmadığı için de kamulaştırılamayacağı yanıtı
verilmiştir. Bu tarihte yürürlükte bulunan 6785 sayılı İmar Yasasında öngörülen
beş yıllık süre geçtikten ve 1985 yılında 3194 sayılı îmar Kanunu yürürlüğe
girdikten sonra yapılan 18.1.1988 tarihli başvuru ise, belediyece, taşınmaz
üzerinde önceki kamu hizmetleri lehine kısıtlılığın devam ettiği, geriye kalan
kısım üzerinde 3194 sayılı Yasa'nın 18. maddesinin uygulattırılması ve
masraflarının başvuranlar tarafından karşılanması koşuluyla mağduriyetlerinin
giderileceği biçimde yanıtlanmıştır. Böylece, 1977'den bu yana geçen 12 yıl
içinde malikler mülklerinden gereğince yararlanamadıkları gibi, geleceğinin ne
olacağını da bilememektedirler.
3194 sayılı Yasa'nın 33. maddesinin "Umumî hizmetlere ayrılan
yerlerde, belli koşullarla ve bu maddede sözü edilen yönetmelik uyarınca en
fazla 6,5 m. yükseklikte ve brüt 250 m2'lik alanda geçici
yapılanmaya izin verilebileceğine ilişkin kural ise, gerek yapının taşınmazın
tümüne göre oransızlığı ve ileride belediyece her zaman yıktırılabilme kuşkusu,
gerek taşınmazın yöredeki emsallerine göre konjoktürel değerlenmeden uzak
kalması karşısında tatmin edici değildir.
Öte yandan, 3194 sayılı Yasa'nın iptali istenen 13. maddesinin
üçüncü fıkrasındaki son tümce ile, "Bu Kanunun yayımı tarihinden önce
yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük
tarihinden itibaren geçerlidir." kuralını getirmiştir. Bu yolla, süre
bakımından kazanılmış hakların ertelenmesi olanağı yaratılmıştır. Yeni bir
yasal düzenlemeyle, bu sürenin birkaç beş yıllık periodlarla yeniden
ertelenemeyeceğinin güvencesi de yoktur. Yine aynı fıkra hükmüne göre, imar
planında kamu hizmetleri için ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşlarınca
vazgeçilmesi halinde bile, yeniden bir irdeleme süreci başlatılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı Yasa'nın 10. maddesinin birinci fıkrasında,
belediyeleri, imar planının yürürlüğe girmesinden sonra en geç üç ay içinde, bu
planı uygulamaya yönelik 5 yıllık imar planlarını hazırlamaya, yine bu amaçla
hizmetin sahibi ilgili kamu kuruluşlarım da gerekli ödeneklerini yıllık
bütçelerine koymaya zorlayıcı bir hüküm bulunmaktadır, incelemekte olduğumuz
konunun dayandığı olaydan da anlaşılmaktadır ki, ilgili belediyeler, sözü
edilen bağlayıcı ve buyurucu kuralın gereklerini yerine getirmede yeterli özeni
göstermemektedirler. Akçalı kaynak yetersizliği, beş yıllık imar programları
dilimlerine serpiştirilerek giderilebilir. Çözüm çaresizliği, kasıtlı ya da
kasıtsız savsamakların özürü olamaz. Ancak bu suretle, kamu hizmeti
gereklerinden kaynaklanan kamu yararı kavramı üstünlük ayrıcalığını
koruyabilir. Aksi halde, Alman Federal Anayasa Mahkemesi Yargıcı Prof. Dr.
Peter BADURA'nın "Mülkiyet" başlıklı incelemesinde "Bireyler
için mülkiyet, varolmanın, bağımsızlığın ve özgürlüğün maddi bir
güvencesidir." biçiminde tanımladığı bir temel hak askıda kalır. Mülkiyet
hakkının özündeki anlam, sadece tapudaki tescil kaydıyla değil, aynı zamanda
özgür iradeye dayalı yararlanabilme olanağı ile değer kazanır. Anılan üçüncü
fıkra, bu yapısıyla ve bu anlamda kaygıları yoğunlaştıran boyutlarda
sakıncalara açıktır.
Açıklanan nedenlerle, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 13. maddesinin
üçüncü fıkrasının, Anayasa'nın 2. maddesindeki "... adalet anlayışı içinde
...., sosyal bir hukuk Devleti ..." niteliklerine, 13. maddesinin ikinci
fıkrasındaki "Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında
kullanılamaz." kuralına, mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddesine, ayrıca
Anayasa Mahkemesince geliştirilip sürekli gözönünde bulundurulan "makul ve
kabul edilebilir" lik ölçütüne aykırı olduğu kanısındayım.
Bu gerekçelerle, itiraz yoluyla gelen iptal istemini reddeden
çoğunluk kararına karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26
3194 sayılı "İmar Kanunu"nun iptali istenilen dava
konusu 13. maddesinin üçüncü fıkrasında; "Ancak, parsel sahibi, imar
planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar
planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı
okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumi hizmetlere ayrılan alanlardan
ilgili kamu kuruluşlarınca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı
takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden
irdeliyerek hazırlanacak yeni imar planına göre inşaat yapılır. Bu kanunun
yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu
Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir" denilmektedir.
Şu hale göre, planın onay tarihinden itibaren beş yıl sonra
başvurulmak kayıt ve şartıyla, ilgili kamu kuruluşundan taşınmazın hizmet için
gerekli olmadığı yolunda bir yazı alındığı takdirde, hazırlanacak yeni imar
planına göre inşaat yapılabilecektir. Taşınmaz sahibinin inşaat hakkının beş
yıllık süre geçtikten sonra yeniden ilgili kuruluşun görüş ve isteğine bağlı
kılınması ve bu alanlardan vazgeçildiğinin belgelendirilmesi halinde yeniden
planmaya alınmasına kadar bekletilmesi, yeni planda dahi aynı durumlarla
karşılaşılması ihtimaline binaen bu durumun periyodik olarak ilânihaye sürüp
gitmesinin mümkün bulunması, mülkiyet hakkının fiilen ortadan kaldırılmasına
veya en iyimser bir görüşle mülkiyet hakkının kullanılmasının esaslı bir
şekilde güçleştirilmesine izin verilmiş olmakta, dolayı-sıyle düzenleme
bünyesinde, Anayasa'nın 13. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan, özellikle
yönetime karşı sınırlamaların "öngörüldükleri amaç dışında
kullanılmaması" uyarısına ters düşecek uygulamalara sebep olacak unsurları
taşımaktadır. Başka bir anlatımla, buradaki endişemiz, verilen yetkinin amaç
dışında siyasi ya da kişisel tercihlere göre kullanılabileceği olasılığından
ziyade yasal düzenlemenin bu tür gecikmeli uygulamalara sebebiyet verecek
nitelikte oluşundan kaynaklanmaktadır.
Her ne kadar Anayasamız mülkiyet hakkını kutsal ve dokunulmaz niteliğinden
soyutlayarak "sosyal fonksiyonu" ağır basan bir hakka dönüştürmüş ise
de, genel olarak bireylerin taşınmazlarını istedikleri biçimde kullanmalarını
ve onlardan istedikleri oranda yararlanmalarını da esas ilke olarak
benimsemiştir; yeter ki toplum yararına aykırı kullanılmasın. Burada devlete
düşen görev ve ona tanınan yetki, mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı
olarak kullanmayı önlemek ve kamu yararı amacıyla bazı sınırlamalar
koyabilmektir. Madde, yukarıda da değinildiği üzere mülkiyet hakkının gayesine
uygun bir şekilde uygulanmasını son derece güçleştiren ve hattâ onu kullanılmaz
duruma düşürecek biçimde düzenlenmiştir. Halbuki, Anayasamız temel haklardan
saydığı mülkiyet hakkım, tam bir güvence altına almak maksadıyla, kanun
koyucunun bunlara hangi hallerde, hangi ölçülere göre sınırlama
getirebileceğini belirtmiş (m. 35) ve kanunla yapılacak sınırlamaları dahi
"Demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri
amaç dışında kullanılamaz." hükmüyle kesin biçimde kurala bağlamıştır.
Demek oluyor ki, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında yapılacak
yasal düzenlemelerin herşeyden önce, Anayasa'nın özüne ve sözüne uygun düşmesi,
kesinlikle demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmaması zorunluluğu
vardır. Bunun için de, sınırlama nedenlerinin, uygulayıcıların kişisel görüş ve
anlayışlarına göre sübjektif yorumlara olanak vermeyecek biçimde somut, açık ve
kesin olarak belirtilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, belirtilen nitelikleri içermeyen söz konusu
fıkranın son cümlesi hariç, Anayasa'nın 2., 13. ve 35. maddelerine aykırı
olduğu kanaati ile aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmadım.
KARŞIOY
YAZISI
Esas Sayısı : 1988/34
Karar Sayısı : 1989/26
Kanımızca, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 13. maddesinin üçüncü
fıkrası, birinci fıkradaki imar plânı içinde "imar programına
alınmış" taşınmazları kapsadığı gibi; 10. maddede adı geçen,
"programa alınıp da 5 yıl içinde kamulaştırılmamış olan" taşınmazları
da kapsar.
Esas problem, taşınmaz mülk sahibinin imar programına alınmamış
veya alınıp da kamulaştırılmamış taşınmazın üzerindeki mülkiyet hakkından doğan
yararlanma, kullanma ve fiilî veya hukukî tasarruf yetkilerini Devletin ne
kadar süreyle kısıtlayabileceği; başka bir deyimle, özel mülkiyet hakkının
verdiği yetkilerin kamu yararı gerekçesiyle, süresiz olarak kısıtlanıp
kısıtlanamayacağı problemidir. Nitekim Kanunun 13. maddesinin üçüncü fıkrası bu
yetkilerin SÜRESİZ kısıtlanabileceğini göstermektedir: Parsel sahibi, imar
plânının onaylanmasından itibaren 5 yıl sonra başvurduğu zaman,
a) İmar plânında meydana gelen değişikliklerden,
b) Ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami, otopark sahası ve
benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından
vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde,
c) Tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini
YENİDEN İRDELEYEREK,
d) Hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır.
c) Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar plânlarında,
bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir.
Bu fıkra hükmüne göre, önce parsel sahibi imar plânının
onaylanmasından itibaren beş yıl (kanunun yayını tarihinden önce yapılan imar
plânları gereği, beş yıl beklemiş olan malik, yeni kanun hükmüne göre de beş
yıl daha bekleyeceğinden, on yıl) bekleyecektir. Kamu kuruluşundan okul, cami,
otopark sahası vb. umumî hizmetlere ayrılan alanların yapımından vazgeçildiğine
dair görüş alınabilirse de bu görüşün ne zaman verileceği belli olmayıp, idarenin
takdirine bırakılmıştır. Bu görüş alınsa bile, özel mülkiyet sahibine tam
yetkiler vermemektedir. Zira bu defa idare, tüm belirli çevredeki nüfus,
yoğunluk ve donatım dengesini YENİDEN İRDELEYECEKTİR. Bu irdelemenin yıllar
alması da mümkündür.
Zira madde de bir zamanlama yoktur. Bu irdeleme bittikten sonra
yeni imar plânı yapılabilecektir. Yeni imar plânı Kanunun 6-10. maddelerinden
de anlaşıldığı gibi, süresi belirlenmemiş çalışmalar sonucu ortaya çıktığı
gibi, bitirilmesinden sonra da 8. maddedeki sürelere uyularak ilgililerin
itiraz haklan doğar ve idareyle doğacak ihtilâfların idarî yargıya intikali de
ihtimal dışı değildir.
Yeni imar plânı da, Kanunun 10. maddesine göre 5 yıllık, yeni imar
programı yapılmasını gerektirir. Eğer özel mülkiyet konusu taşınmaz bu programa
konmamışsa kamulaştırılamaz. Bu takdirde yeniden 13. maddenin kapısı açılmış
olabilir. Programa alınmış olan taşınmaz da kamulaştırı1-mıyabilir. Zira 13.
maddenin ikinci fıkrası: "Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma
yapılmadan önce plân değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada
ayrılması halinde . . . ." demek suretiyle 10. maddenin imar programına
alınmış taşınmazların 5 yıl içinde kamulaştırılacak-ları ilkesine istisna
getirebileceğini ifade etmektedir.
Özetle, Kanunun 13. maddesinin üçüncü fıkrası, 10. madde ile
bağlantısı da birlikte düşünüldüğü takdirde, imar plânına alınarak bu pandan
vazgeçildiği takdirde 15. 20 hatta daha uzun yıllar üzerindeki mülkiyet
hakkının verdiği yetkiler son derecede kısıtlanmış (md. 13, f. 1) ve hatta çoğu
zaman fiilen durdurulmuş olur.
13. maddenin üçüncü fıkrasının yarattığı bu sonuç, Anayasa'nın 35.
maddesinde temel hak olarak kabul edilen mülkiyet hakkının "kamu yararı
amacıyla, kanunla sınırlanabilmesi" hükmüne biçimsel olarak uymakla
beraber, özde mülkiyet hakkını aşırı sayılacak ölçüde sınırlamakta ve yine
Anayasa'nın 13. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen: "temel hak ve
hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİNİN
GEREKLERİNE AYKIRI OLMAZ ve öngörüldükleri AMAÇ DIŞINDA KULLANILAMAZLAR"
kuralı ile de ters düşmekte, dolayısıyla Anayasa'nın 2. maddesinde Cumhuriyetin
nitelikleri olarak sayılan "SOSYAL HUKUK DEVLETİ" kavramına da
uymamaktadır.
Bu gerekçelerle, Anayasa Mahkemesi'nin 3194 sayılı İmar
Kanunu'-nun 13. maddesinin üçüncü fıkrasının iptali talebini reddeden ekseriyet
görüşüne katılmıyoruz.
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Erol
CANSEL
|