"...
II-İTİRAZIN GEREKÇESİ :
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin davacı vekilinin aykırılık savını benimseyen ve dayanak olarak Anayasa'nın 2., 10., 35., 36., 44. maddelerine yer verdiği, iptal isteminin gerekçe bölümü aynen şöyledir:
"İddianın Ciddi Olduğuna Dair Nedenler:
Kanunlar, yetkili yasama organı tarafından Anayasada öngörülen usul ve şekillerde kabul edilip yürürlüğe konulan yazılı hukuk kaideleridir. Kanunlar başta Anayasaya aykırı olamaz, toplumun ihtiyaçlarına uygun ve yeterli olmalıdır. Kanunların yorum ve uygulanmaları genellikle kaza-i tefsir yolu ile önlerindeki hadiselere bağlı olarak Mahkemelerce yapılmaktadır. Mahkemelerce kanunlar uygulanırken kanunların yer ve zaman itibari ile nitelik ve nicelik itibari ile uygulanabilir olması gereken hukuk kaidelerinin emredici veya yedek hukuk kaidelerine göre öncelikli olarak uygulanırlar. Özellikle kanunlar yürürlüğe girdiği tarihle yürürlükten kalktığı tarih arasındaki sürede cereyan eden olaylara uygulanır, binaenaleyh bir kanun yürürlüğe girmesinden önce cereyan etmiş olaylara uygulanamayacağı gibi yürürlükten kalkan bir karam da yeni kanunun yürürlük süresinde vukuu bulacak olaylara uygulanamaz. Ancak kanunla istisnalar getirilebilir, yeni kanunun eski kanun zamanında cereyan etmiş olaylara uygulanması yönünden makable şümulü eski kanunun yeni kanun zamanında da etkisini sürdürmesi kazanılmış haklar olarak ortaya çıkar.
Mahkemelerde görülmekte olan davalara o zamanki yürürlükte olan kanunların uygulanması asıldır. Ancak aynı mevzuda uygulanmakta olan kanunun kaldırılarak yürürlüğe giren kanun nedeniyle yeni kanun hükümlerinin uygulanmasına geçilmekte ve uygulanmaktadır. Bu cümleden olarak 766 sayılı yasa yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1972yılma kadar tek başına. 1971 yılından itibaren de 1617 sayılı yasa ile birlikte uygulanarak 3402 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 9.10.1987 tarihine kadar mülkiyet hakkını taşınmazlardaki mülk edinme şekillerini belirleyerek uygulana-gelmiştir. 3402 sayılı yasanın yürürlüğe girmesiyle de 766 sayılı yasa ve 1617 sayılı yasa ile 3402 sayılı yasanın 48. maddesinde belirtilen kanun ve hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır. 766 sayılı yasanın yürürlüğe girmezden evvelki kanun ile 766 sayılı yasa da 1966 tarihinde yürürlüğe girdiği 28 Haziran 1966 da 1617 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarih olan 19.7.1972 tarihine kadar belgesiz bir tapulama bölgesinde bir şahıs zilyetlikle mülk edinme şartlan oluştuğunda belgesiz 100 dönüme kadar taşınmaz edinmesine cevaz verilmekte iken bu miktar 1617 sayılı yasa hükmü ile 50 dönüme indirilerek kısıtlayıcı yasa hükmü sonraki yapılan tapulama tespitlerinde ve araziye ilişkin davalarda 1617 sayılı yasanın bu hükmü uygulanagelmiştir. Ayrıca 766 sayılı yasanın 33/son maddesi Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin özel mülke konu olamayacağını, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap edilemeyeceğini belirtmiş, aynı kanunun 37. maddesi imar ve ihya yoluyla devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden 27.3.1950 tarihinden evvel kazanılan yerlerde zilyetlik şerhinin konulacağım, mülkiyetin hazinenin uhdesinde kalacağını, ancak 27.3.1980 tarihinden sonra imar ve ihya edilen yerlerin hazine adına tescil edileceği belirtilmiş ve bu yönden uygulama yapıla-gelmiştir.
Görüldüğü üzere 1617 sayılı yasanın getirdiği kısıtlama sadece 19.7. 1972 tarihinde 9.10.1987 tarihleri arasında yapılan tapulama tespitleri ile bu tespitlerden kaynaklanan mahkemelerde görülen davalarda 1617 sayılı yasanın 50 dönümlük sınırı uygulanmıştır.
Derdest davamızın hadisesinde davacıların murisi Mustafa Kaplan'a ecdatlarından intikalen gelen ve 40 yılı aşkın süre ile zilyet oldukları bir bölümünün de 1953 yıllarında imar ihya edildiği kabul edilerek dayanak vergi kaydının da 1954 yılında oluşturulması nedeniyle 1617 sayılı yasanın 20. maddesi hükmüne göre eskiden beri ve hatta 1954 tarihli vergi kaydına göre tapulama teshirinin yapıldığı tarihe kadar 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolduğu mahkemece de kabul edildiği halde vergi kaydının 1951 yılı öncesine ait olmaması nedeniyle taşınmaza uygunluğu kabul edilmeyip ihya süresine göre ve senetsizden Mustafa Kaplan adına tescil gören diğer taşınmazlar miktarına göre Küçükçınar köyü 43.000 m2'lik 138 parselin dört tarafı dere şahıs arazileri ile çevrili olmasına rağmen dere ve kısmî boşlukta bulunması doğu tarafındaki komşular ile arasındaki arazide çalılık bulunması nedeniyle tüm taşınmazın 4130 m.2'lik bölümünün zilyet adına, kalan 38.870 m2'lik bölüm de belgesizden mülk edinme miktarı olarak 1617 sayılı yasanın getirdiği 50 dönümlük sınırın fazlası olarak hazine adına tescil edildiği ve mahkeme kararına istinaden niza konusu olan ve 138 parselden ifraz ile 549 parsel numarasını alan taşınmazın ifrazen hazine adına tescil edilmesi ve kesin hüküm oluşturulması ve tapuya tescil edildiği mahkememizce de getirilen tescil dosyası ile eklerinden tespit edilmiştir.
Ancak Tapulama tespit tarihi ile kesin hükmün oluştuğu tarih arasında ve tapuya tescil tarihinden itibaren de 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolmadığı, zira itiraz üzerine verilen Komisyon kararı 24.1.1978 tarihinde tebliğ edilip 27.2.1978 tarihinde süre dolmakla kesinleşmeye Komisyon kararı ile birlikte tutanak Tapulama Mahkemesine devredilmiştir. Bu hale göre Mahkememizde 549 parsele yönelik davanın açıldığı 14.12. 1987 tarihine göre 10 yıllık hak düşürücü süre dolmamıştır. Bu yönü ile 3402 sayılı yasanın Küçükçınar köyü 549 parselden uygulanma ihtimali bulunmakta ise de 3402 sayılı yasanın geçici 4. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinde "tapulamave Kadastro Mahkemelerince bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu kanun uygulanmaz" hükmü getirildiğinden kesin hüküm nedeniyle davanın sonuçlandırılması gerekmekte ise de davacının ileri sürdüğü ve mahkememizde yerinde görülen iddia karşısında bu fıkradaki "kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu kanun uygulanmaz" sözcüğünün bu dava ile ilgili olarak iptali halinde 3402 sayılı yasa hükümlerine göre araştırma yapılarak 1617 sayılı yasanın kısıtlanmasından kaynaklananmülkiyet hakkının zilyedine verilebilme imkanının da bulunması dikkate alınarak bu konuda Anayasa Mahkemesinin yüksek görüşlerinin de alınabilmesi için hadisenin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı Yüksek katına götürmeyi Mahkememiz yerinde bulmuştur. Gerek 1982yılında yürürlüğe giren 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ve gerekse önceki Anayasamızda temel ilkeleri devletin hukuk devleti olup herkesin kanun önünde eşit olduğunu, hak ve fırsat eşitliğini kabul ettiği, taşınmaz mal mülkiyetini kabul ettiğini ve mülkiyetlerin kazanılmasında da fert ve zümrelere aynı temel kaideleri getirdiği halde yerleşim merkezi ve arazilerin kadastrosunun yapılacağı kanun hükmü olup Kadastro çalışmalarının zaman alıcı teknik imkan ve teknik elemanların çalışmasına bağlı faaliyet olup yine kadastro çalışmalarının yeri ve zamanı idari mercilerin kararları ve emirleri ile vatandaşın iradesi olmadan yapılan tasarruflarla başlatılan çalışmalardır. Böyle olunca bir köye kadastro çalışmaları başlanmasından itibaren 30 yıldan fazlazaman geçmesine rağmen bitişik komşu köye kadastro çalışmalarının girmediği yöremizde gözlenmektedir.
Keza 1617 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği tarihten kadastro çalışması olan yerlerde 1617 sayılı yasa uygulanmış tutanakların kesinleşmesi ile de 3402 sayılı yasa yürürlüğe girmeden hak düşürücü süre sona ermiştir. Buradan Medeni Kanunun 638. maddesi hükmü de dikkate alınarak belki 10 yıllık süre dolduğundan Tapu Sicillerinden ikinci olarak hak düşürücü süre dolmayan Kadastro çalışmalarının yapıldığı yerlerde komşu taşınmaz maliklerinden biri ya kendisi veya hazinenin açtığı dava sonucunda davanın 766 sayılı yasa ve 1617 sayılı yasa hükümlerine göre sonuçlanmış, diğer taşınmazın bir kısmı hazineye verilmekle zilyet sesini çıkarmamış veya dava açıp sonuçlanmadan 3402 sayılı yasa yürürlüğe girdiğinden hak düşürücü süre dolmadan davasını açmak, 3402 sayılı yasanın getirdiği ihyadan taşınmaz iktisabından veya 1981 yılına kadar vermiş olduğu arazi beyannamelerinden istifade ederek bir çalışma alanında 100 dönümtaşınmazını kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle kazanma imkanı verilmiştir. Öte yandan aynı tarihte tutanağı tanzim edilen vatandaşın davası önce bitmekle aynı sürede taşınmazların çapa bağlanıp Tapulama Tutanağı tespit edilmesine rağmen kesin hüküm olması nedeniyle yasadan istifade edememektedir, zira geçici 4. maddenin hükmüne göre kesin hükme bağlanmış taşınmazlara 3402 sayılı kanunun uygulanamayacağını açıkça belirtmiş, böylece aynı şekilde eskiden beri birlikte kullanılan komşu taşınmazın maliklerinden birisi 3402 sayılı Kanun karşısında hakkım arayamaz hale gelmiştir. Diğeri ise yani diğer komşu maliki geçen zamandaki kanun yürürlüğe girmesi ile avantajlarla gelerek yeni yasadan istifade etmiştir. Sonuç olarak kanunların itaat eden ve tâbi olan tüm fert vezümrelere eşit olarak uygulanması, fert ve zümrelerin de kanunlardan aynı şekilde eşit olarak sağladığı hak ve mükellefiyetlerden yararlanması Hukuk Devletinin yerine getirmesi gereken ve Anayasanın 5. maddesi ile de Devlete yükümlülük getiren temel öğelerdendir. Diğer yönden Türk Hukuk Sisteminde yerleşmiş ve süreklilik kazanmış kaidelerine göre sonradan çıkarılan kanunun lehine olan bölümleri önceki hadiselere uygulanması asıl olup özünde de 3402 sayılı yasanın bu hususu derdest davalarda ve hak düşürücüsüre içerisinde açılarak davalarda uygulanacağını geçici 4. maddenin 1. fıkrasının 2. bendi açıkça kabul ettiği halde 1. fıkra ile kesin hükme bağlanmış hadiselerde uygulanmaz bendi ile gerek kendi hükmünde ve gerekse hukuk prensiplerine aykırı hüküm olarak çelişkiye düştüğü, en azından 766 sayılı yasanın 33/son, 37. maddeleri kapsamı ile özellikle getirilen miktarlara göre 1617 sayılı yasanın bir tapulama bölgesindeki 50 dönümlük yasağından yani 50 dönümden fazla taşınmaz iktisabına belgesiz cevaz vermeyen 1617 sayılı yasanın hükümlerine göre taşınmazları hazine adına gerek idari kararlarla (Tapulama Tesbit Komisyonunun Kararı) gerekse mahkeme kararı ile verilip 10 yıllık süresi dolan taşınmazlara dahi özellikle 3402 sayılı yasanın 45. maddesi orman statüsü içerisine çıkarılan taşınmazlarda dahi 20 yıllık sürenin malik sıfatı ile devam etmesini önceki yasalarımıza göre kabulü mümkün olmayacak tarzda orman veya orman sayılan yerlerden taşınmaz ihya edip 31.12.1981 tarihine kadar vergi kaydı ile ve zilyetliğine göre taşınmazın mülkiyetinin orman dışarısına çıkarılıp özel şahıs adına tapuya tescili kabul edilip tüm Anayasalarımızın yasakladığı orman arazilerinin özel mülke konu olamayacak hükümlerine aykırı olarak bu kabil yerleri şahsa verdiği halde eskiden beri ziraat arazisi olduğu gerek tapulama tespiti görevlilerince ve gerekse mahkeme dosyası ile tespit edilen ancak tek köyde değil ilçenin tüm köylerinde 50 dönümlük senetsizden tespit gören taşınmazların olması nedeniyle 50 dönüm limiti kadar arazinin hadisemizde de taşınmazın zilyedine verilmesi, fazlasının tamamen 1617 sayılı yasa gereğince hazine adına tescil edilmesi karşısında hukukta eşitlik taşınmaz edinmesinde köydeki vatandaşın taşınmaz kazanmasında farklı zamanlarda, farklı miktarlar getirmek suretiyle fırsat eşitsizliği yaratıldığı ve kanun karşısında fert ve zümrelerin eşit olduğu ilkesine ters düşecek şekilde 3402 sayılı yasanın hükümleri ve özellikle de geçici 4. maddenin 1. fıkrası nedeniyle kesin hükme bağlanmış davalarda kanunun uygulanamaması nedeniyle eşitsizlik zuhur etmiştir.
Elbette ki yargı organları ve mahkemeler mevcut yasama organının çıkardığı kanunlara göre hadiseyi çözmekle görevlidir, ancak Anayasanın 152. maddesinin getirdiği esaslar dahilinde mahkememizdeki derdest davada davacı vekilinin iddiası mahkememizce de yerinde görülüp yukarıda açıklanan nedenlerle ciddi olduğu kanısına varılmakla ve derdest davada da davacıların taşınmazının gerek arazideki konumu, mevkii, nitelikleri, 1954 yılında tesis edilen vergi kaydı ile tespityapıldığı ve tespite kadar 20 yıllık kazandırıcı süre dolduğundan zilyet adına tescil yapılmasına rağmen vergi kaydının 1951 yılından sonrası tesis edilmesi nedeniyle mahkemece geçerli görülmemiş, belgesiz olarak taşınmazın tamamı kabul edilip 50 dönümü doldurması için kalan diğer taşınmazların miktarlarına göre eksik kalan 4130 m2'lik bölümü Mustafa Kaplan adına tescil edilip bakiye 38.870 m2'lik arazi zilyeti belgesiz 50 dönüm arazisini doldurduğundan hazine adına tescil edildiği tespit edilmiştir. Aynı zamanda davacıların davası kısa sürede sonuçlanıp zilyetin takip etmesi nedeniyle Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği ve buna göre taşınmazların tapuya tescil edildiği anlaşılmakla, 3402 sayılı yasanın geçici 4. maddesinin 1. fıkrası kesin hükme bağlanmış davalarda da yani kesin hükümle tescil edilmiş hazine adına tescil edilmiş yerlerde 10 yıllık hak düşürücü süre dolmamış ise 3402 sayılı yasanın hükümlerine göre açılmış ve açılacak davalarda uygulanmasının bu konudaki farkı gidereceği eşitsizliğinortadan kaldırılacağı ve ayrıca 766 sayılı yasanın hükümleri ile 3402 sayılı yasa hükümlerine birbirinin sürekliliğini sağladığı, ancak aradan 16 yıl gibi süre yürürlükte kalan 1617 sayılı yasanın getirdiği 50 dönümlük sınırında hakları muhdel olanların dahaklarını arayabilme imkanı vermişliği gibi davamızda da diğer taşınmazlar gibi belgesiz 50 dönüm taşınmazı zilyede verirken tapulu taşınmazı ile 38.870 m2'lik arazisi de sulama imkanı olmayan susuz arazi olarak köyde susuz tarımı yapan davacıların taşınmazlarının elinden alınmış olması da önleneceği görüş ve kanaatında olduğumuzdan bu davadan dolayı 3402 sayılı yasanın geçici 1. bendinin iptaline karar verilmesi Yüksek Mahkemeden arz ve talep olunması gerekmekle,
SONUÇ: Talepnameye eklenen nizalı taşınmaza ait tapulama tespit tutanağı, tapulama Komisyon kararı, Tapulama Mahkemesinin kesinleşen karara göre yapılan ifraz krokisi ve tescil kararı ile dava dilekçesi sureti, davacı vekilinin Anayasaya aykırılık iddiasına ilişkin beyanı, Hazine vekilinin karşıbeyanları, gerekçede izah edilen nedenlerle Anayasanın (2709 sayılı) 152. maddesi gereğince iddianın mahkememizce de ciddi ve yerinde görüldüğünden 3402 sayılı yasanın geçici 4. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinin "bu kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu kanun uygulanmaz" hükmünün iptaline karar verilmesi Yüksek Anayasa Mahkemesinden arz ve talep olunmakla, mahkememizdeki davanın duruşmasının 1.12.1988 gününe kadar Anayasa Mahkemesinin mahkememizce talep edilen iptal hususunda vereceği kararın beklenmesine karar verildi. 31.3.1988"."
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1988/36
Karar Sayısı: 1989/24
Karar Günü: 2.6.1989
R.G. Tarih-Sayı :28.09.1989-20296
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Karaisalı Asliye Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU: 21.6.198' günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun Geçici 4. Maddesi'nin birinci fıkrasının ilk tümce-sindeki "... bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu Kanun uygulanmaz." hükmünün Anayasa'nın 2., 10., 35., 36. ve 44. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemidir.
I- OLAY :
43.000 m2yüzölçümündeki, 138 parsel no.lu taşınmazın, tapulama sırasında vergi kaydına ve kazandırıcı zamanaşımına dayanılarak zilyedi adına tespitine itirazı Tapulama Komisyonu'nca reddedilen Hazine vekilinin, miktar fazlası bulunduğu savıyla Tapulama Mahkemesi'nde açtığı davada dava konusu taşınmazın 4130 m2'lik kısmın adına tespit yapılana bırakılarak 38.870 m2'lik kısmının Hazine adına tapuya tesciline ilişkin karar, davalının temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi'nce onanıp, düzeltme yoluna gidilmediği için de kesinleşince, davalının mirasçısı Hazineye karşı tapu iptaliyle kendi adına tescil isteyen davayı açmış, vekili 23.2.1988 günlü dilekçesinde, 3402 sayılı Yasa'nın 17. Maddesi'nin kendileri gibi taşınmazı ihya edenlere tescil için tanıdığı hakkın Geçici 4. Madde ile engellendiğini ileri sürerek bumaddenin Anayasa'ya aykırı olduğunu bildirmiş ve savının ciddi bulunarak iptali için Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesini dilemiş, yerel Mahkeme de bu kanıya vararak 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun Geçici 4. Maddesi'nin birinci fıkrasının yukarda belirtilenhükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştur.
III-YASA METİNLERİ:
A. iptali İstenen Yasa Kuralı:
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun iptali istenen hükmü de içeren Geçici 4. Maddesi şudur:
"Geçici Madde 4.- Tapulama ve kadastro mahkemelerince bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu Kanun uygulanmaz. Tapulama mahkemeleri ile kadastro mahkemesi sıfatıyla görev yapan asliye mahkemelerinde halen görülmekte olan davalar ile 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılacak davalara bu Kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun yürürlüğünden önce düzenlenmiş tapulama tutanakları ve kadastro beyannameleri ile verilmiş bulunan komisyon kararları geçerliliklerini korurlar. Bunlara süresi içinde itiraz durumunda bu Kanun hükümleri uygulanır.
2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu ile diğer kanunlar gereğince özel kadastrosu yapılan ve tutanakları kesinleşmiş bulunan taşınmazlar için 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde hak sahipleri dava açabilirler.
Tapulama ve kadastrosu yapılıp tespit dışı bırakılan yerlerde tapulu taşınmazların maliklerinin talep etmesi halinde, bu Kanunun hükümlerine göre bunların kadastrosu yapılır."
B. Dayanılan Anayasa Kuralları:
1- "Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
2- "Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
3- "Madde 35.- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
4- "Madde 36.- Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz."
5- "Madde 44.- Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişiktarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz.
Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez. Miras hükümleri dışında başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir."
IV-İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Mahmut C. CUHRUK, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer TURAN, Mehmet ÇINARLI, Servet TÜZÜN, Adnan KÜKNER, Oğuz AKDOĞANLI; ihsan PEKEL ve Selçuk TÜZÜN'ün katılmalarıyla 15.9.1988 günü yapılan ikinci ilk inceleme toplantısında, eksiklikleri nedeniyle geri çevrilen ve tamamlandıktan sonra gönderilmekle yeniden ele alınan dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiylekarar verilmiştir.
V-ESASIN İNCELENMESİ:
işin esasına ilişkin rapor, başvuru kararıyla ekleri, iptali istenilen yasa kuralı ve dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve öteki yasama belgeleri okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A.3402 sayılı Yasa'nın Geçici 4. Maddesi'nin gerekçesinde; "766 sayılı Tapulama ve 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunlarında bulunmayan bu madde ile, hak sahipleri lehinde olmak üzere, tapulama mahkemeleri ile kadastro mahkemesi sıfatıyla görev yapanasliye mahkemelerinde halen görülmekte olan davalarla on yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılacak davalarda; bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı" esaslarının getirildiği bildirilerek genelde "yasaların geriye doğru yürümezliği" ilkesine ayrık kural oluşturulmuşsa da fıkranın iptali istenilen ibareyi içeren ilk cümlesi kesin hükme uyma zorunluluğunu vurgulayan bir açıklık taşımaktadır. Gerçekten, ".... kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu Kanun uygulanmaz" kuralı, bu yasanın yürürlüğe girmesinden önceyürürlükte olan ilgili yasalara göre verilerek kesinleşmiş kararların konusu olan uyuşmazlıkların yeniden ele alınamayacağını öngörmektedir.
Türk hukukunda "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." hükmüyle kaynağı Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında bulunan kesin hüküm, mahkemelerce verilen, yasa yolları izlenerek ya da izlenmesi gerekli görülmeyerek sonuçlanan, uyulması, yerine getirilmesi zorunlu, itirazı ve konusunun yeniden ele alınması olanaksız kararları amaçlamaktadır. Anlaşmazlıkların sürüp gitmesini önleyerek kamu düzenine katkıda bulunma düşüncesine bağlanan "kesin hüküm" ilkesi, yürürlükteki kurallara göre çözümlenen bir konunun, o konunun ilgilileri arasında, Yasa'nın öngördüğü "iade-i muhakeme" gibi ayrık durum dışında, yeniden incelenmesine engeldir. Değişik yasalarda yer alan bu hukuksal kurum, yargı alanında kararlılık sağlamakamacına bağlanmaktadır. Biçimsel ve nesnel anlamda tanımları yapılan bu kurumun öğeleri, yargı kararlarına tanınan bir nitelik olması, bu niteliğin yasalarla tanınması ve yargı kararına uyulması zorunluluğudur. Özel hukukta, dava konusunun, dayanaklarınınve yanlarının aynı olması sorununun ikinci kez dava edilmesini engellemektedir.
B. 3402 Sayılı Yasa'nın Geçici 4. Maddesi'nin Birinci Fıkrasındaki itiraz Konusu Hükmün Anayasa'ya Aykırılığı Sorunu :
Fıkranın ilk cümlesi, 3402 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesinden önce tapulama ve kadastro mahkemelerince kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu Yasa'nın uygulanmayacağını öngörmektedir. Durumun böylece saptanmasından sonra itiraz yoluna başvuran Mahkemenin iptal gerekçesindeki Anayasa maddelerine göre incelemeyapılacaktır:
1- Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme:
İtiraz konusu kural, kesin hükmün bağlayıcılığını yineleyerek geçerliğini korumaya almıştır. Yasa uygulamaları sırasında, önceki uygulamalara ilişkin kesin kararların konusu olan durumların yeniden ele alınmasını önleyen kural, kimi yanlış uygulama olasılıkları gözetilerek konulmuştur. Anayasa'nın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında "hukuk devleti"ne yer vermiştir. Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında belirtildiği gibi hukukdevleti; her işlem ve eyleminin hukuka uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu bilen, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa ve hukukun üstün kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleriyle Anayasa bulunduğu bilincinden uzaklaşmayan devlettir. Devlet işlemlerinin hukuka uygun olması, kazanılmış haklara saygı duymayı gerektirir. Her kesin hüküm, bir kazanılmış hakka yol açabileceğine göre, kesin hükme saygı, kazanılmış hakka saygı demektir. Hukuk devleti, kazanılmış haklan korumakla duyarlı davranarak hukuka bağlılığını örnek davranışlarla kanıtlar. İtiraz konusu kural, kesin hüküm dokunulmazlığını öngördüğünden bu olguya dayanak olarak Anayasa'nın 2. maddesine aykırılığından söz edilemez. Hukuk devleti niteliğine aykırılık, ancak hukuka aykırı biçimde, kesin hükümlerin geçerli sayılmasını engelleyici bir kural için öne sürülebilirdi. Kazanılmış hakkı çiğnemeyen, koruyan itiraz konusu hüküm, bu nedenlerle Anayasa'nın 2. maddesine aykırı görülmemiştir.
2- Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden İnceleme:
Davacı vekilinin, aykırılık savının dayanaklarından başlıcası, Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesidir. İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, iptalini istediği kural olmasaydı gerekli incelemenin yapılarak önceki Yasanın kısıtlama getirmesinden kaynaklanan nedenlerle verilmeyen mülkiyet hakkının zilyedine kazandırılabileceğini, 766 sayılı Yasa'nın öngördüğü 50 dönümü, 3402 sayılı Yasa'nın 100 dönüme aktararak ayrıca "ihya" yoluyla taşınmaz edinilmesine olanak tanıdığım, oysa itiraz konusu hükmün lehteki hükümlerin uygulanmasını engellediğini bildirerek kesin hükme bağlanmış olanlarla olmayanlar arasında hukuksal eşitsizliğe neden olduğunu ileri sürmüştür.
Dava konusu olay yönünden soruna yaklaşıldığında, ilk bakışta, bir eşitsizlik olduğu izlenimini verecek bir düzenleme karşısında bulunulduğu sanılabilirse de, iptali istenilen kuralın, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 9.10.1987 gününden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu Yasa'nın uygulanmayacağını belirtmekle kesin hükme saygıyı vurguladığı açıkça anlaşılmaktadır.
3402 sayılı Yasa'nın 14. maddesinin birinci fıkrasında "Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir" denilmektedir. Bu Yasa'nın 48. maddesinin yürürlükten kaldırıldığı 28.6.1966 günlü, 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun aynı doğrultudaki 33. maddesinde ise, zilyetlikle kazanılabilecek taşınmazın miktarı en çok 100 dönüm iken, 19.7.1972 günlü, 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Öntedbirler Kanunu'nun yaptığı değişiklikle, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mal edinebilme miktarı, tek parçada 20, bir tapulama bölgesinde 50 dönümle sınırlanmıştır. Bu hükümler yürürlükteyken yapılan tespitler ya da açıklanacak davalar sonunda, Yasanın getirdiği sınırlamaları aşan taşınmazlara sahip olunamayacağı doğaldır. Uyuşmazlık bir kesin hükme konu olmuşsa artık 3402 sayılı Yasa'nın miktar açısından zilyed lehine getirdiği hükümlerden yararlanma olanağı hiç kalmayacak; örneğin, yapılantespite itiraz eden ya da tescil davası açarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mal edinmenin öbür koşullarını yerine getirdiğini kanıtlayan kimse Yasadaki miktar sınırlamasıyla karşılaşarak 766 sayılı Yasa'ya göre tek parçada 20, bir tapulama bölgesinde ençok 50 dönüm taşınmaza sahip olabilecek; mal edinme, itiraz konusu olaydaki gibi miktar fazlası Hazine adına tescil edilerek kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlık sonucunda olmuşsa 3402 sayılı Yasa'nın lehte hükümlerinden hiçbir biçimde yararlanamayacaktır.Oysa, taşınmazının bulunduğu bölgede tapulama çalışmalarına başlanmamış olan ya da bitişik parselde de olsa tescil davası açmamış bulunan, yani kesin hüküm kapsamında olmayan kimse 3402 sayılı Yasa'nın miktar açısından getirdiği lehte kurallardan yararlanacak ve öncekilerden daha fazla taşınmaza sahip olabilecektir. Aynı durum, "İmar ve ihya" da söz konusudur. Genelde "yoktan var etmek", anlamına gelen ve tarıma elverişli olmayan bir taşınmazın büyük emek ve giderle tarıma elverişli duruma getirilmesi biçiminde tanımlanabilecek olan "ihya" yoluyla taşınmaz mal edinilmesi, 766 sayılı Yasa'ya göre olanaksızdı. Sözü edilen Yasa'nın 37. maddesinde yazılı kurallar gereğince bu tür taşınmazlar Hazine adına tespit ve tescil edilmekle birlikte, 27.3.1950 den önce ihya edilmiş taşınmazlar üzerinde ihya edenlerin zilyetliklerinin korunması, 3402 sayılı Yasa'nın 17. maddesindeki "Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına aksi takdirde hazine adına tespit edilir.
İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz" kuralı gereği ihya yoluyla taşınmaz edinme olanağı tanınarak genişletilmiştir. Kendi çıkardıkları ya da karşılaştıkları uyuşmazlıklar kesin hükümle sonuçlandırılanlar ihya ettikleri taşınmazlara sahip olamazken, aynı durumda olupkesin hüküm engeliyle karşılaşmayanlar yasa değişikliğiyle ihya ettikleri taşınmazlara malik olabileceklerdir. Yasa değişikliğinin sonucu olan bu durumlarda her ne kadar eşitsizlik var gibi görünüyorsa da, 766 sayılı yasa'nın yürürlükte olduğu zaman tarafoldukları uyuşmazlık kesin hükümle sonuçlandırılmış olanlarla olmayanların durumları, hukuksal konumları değişiktir. İtiraz konusu ibarenin yer aldığı Geçici 4. Maddenin birinci fıkrası, bir tasfiye yasası olan 3402 sayılı Yasa'nın uygulanmasını geriye yürüten ayrık kuralları içermektedir. Böyle bir düzenleme sırasında, itiraz konusu hükmü koymakla yanlış anlamaların önlenmek istendiği anlaşılmaktadır. Yoksa, bu hüküm olmasa, da kesinleşmiş hükme konu olmuş uyuşmazlıkların bir kez de yeni yasaya göre çözümlenmesi söz konusu olamazdı.
Ayrı hukuksal durumda bulunanlar arasında eşitlik gerekleri gözetilemeyeceğinden bunların ayrı kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık sayılamaz. Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında değinildiği gibi yasa önünde eşitlik, herkesin, her yönden aynı kurallara bağlı tutulmasını zorunlu kılmaz. Bu doğrultuda anlam verilerek eşitlik ilkesini yorumlamak eşitsizliklere ve aykırılıklara neden olabilir. Yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce,felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrım gözetilerek eşitsizliğe yol açılması Anayasa katında geçerli görülemez. Anayasa'nın öngördüğü mutlak yasak, aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanarak ayrıcalıklı kişi ve toplulukların varlığımönlemeyi amaçlamaktadır. Kimi yurttaşların haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz. Durum ve konumlarındaki özellik ve ayrılıklar, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişikuygulamaları gerektirebilir. Özelliklere ve ayrılıklara dayandığı için haklı olan nedenler, ayrı düzenlemeyi aykırı değil, geçerli kılar; ayrıcalık sayılamaz. Ancak, aynı durumda olanlar için ayrı düzenleme aykırılık oluşturur. Anayasa'nın aradığı eşitlikeylemli değil, hukuksal eşitliktir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar ayrı kurallarla düzenlenirse Anayasa'daki eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz.
İptali istenilen kural, kesin hükme bağlanmış olan ve olmayan durumları, daha başka bir anlatımla hukuksal konumları birbirinden ayrı olan tarafları kapsamına almakla, "kesin hüküm" haklı nedenine dayandığından Anayasa'nın 10. maddesiyle güvenceye alınan eşitlik ilkesine aykırı bulunmamaktadır.
3- Anayasa'nın 35., 36. ve 44. Maddeleri Yönünden inceleme:
a) itiraz konusu kuralın, Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı"nı düzenleyen 35. maddesiyle bir ilgisi bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkını doğrudan ya da dolaylı olarak, olumsuz biçimde etkileme, ortadan kaldırma, sınırlama durumu olmadığı gibi, bu hakkın kullanımını düzenleme amacı da yoktur. Sorun, kesinleşmiş yargı kararlarının bir daha inceleme konusu yapılıp yapılmamasıdır. Bu nedenle Anayasa'nın 35. maddesine aykırılık savı yerinde değildir.
b) Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti'' başlıklı 36. maddesinde; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ya da davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip bulunduğu öngörülmüştür. Hiç, kuşku yok ki, bu "meşru vasıta ve yollar", hukuk devletinde saygıyla karşılanan, yurttaşların en doğal haklan içinde yer alan, hukuksal nitelikleri tartışması/, yasal yollar ve yöntemlerdir. Koşullarına uyulduğunda izlenmesi herkes için geçerli olan dava yolu, hak arma özgürlüğünün en belirgin biçimidir. Temel haklar ve ödevler kapsamındaki buözgürlük ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilir. Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrası, kesin hükmü güvenceye bağlamış, 142. maddesi de mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin yasayla düzenleneceğini belirterek bu alanda Yasakoyucuya yetki vermiştir. Yasakoyucu da kesin hükmü, 3402 sayılı Yasa uygulamaları yönünden güvenceye almıştır. Bu durumda Anayasa'nın 36. maddesine aykırılık saptanamamıştır.
c) Anayasa'nın "Toprak mülkiyeti" başlıklı 44. maddesi de itiraza dayanak olamaz. Konunun, toprağın verimli biçimde işletilmesini korumak ve geliştirmekle, önlemekle, toprak dağıtımıyla, toprak ve yeraltı servetleriyle, miras hükümleri dışında devri ya da işletilmesiyle ilgisi yoktur.
Açıklanan nedenler karşısında iptal istemi reddedilmelidir.
VI- SONUÇ:
21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun Geçici 4. Maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesindeki ".... bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara bu Kanun uygulanmaz." ibaresinin, Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
2.6.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkanvekili
Yekta Güngör ÖZDEN
Üye
Necdet DARICIOĞLU
Yılmaz ALİEFENDİOĞLU
Muammer TURAN
Mehmet ÇINARLI
Servet TÜZÜN
Mustafa ŞAHİN
İhsan PEKEL
Selçuk TÜZÜN
Ahmet N. SEZER
Erol CANSEL