ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1989/l
Karar Sayısı: 1989/12
Karar Günü : 7.3.1989
R.G. Tarih-Sayı :05.07.1989-20216
İPTAL DAVASINI AÇAN: Cumhurbaşkanı Kenan EVREN
İPTAL DAVASININ KONUSU : Resmî Gazete'nin 27 Aralık 1988 günlü,
20032. sayısında yayımlanan 10.12.1988 günlü, 3511 sayılı "2547 Sayılı
Yükseköğretim Kanununun 44 üncü Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Ek
ve Dört Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun"un 2. maddesiyle 2547 sayılı
Yasa'ya eklenen "Ek Madde 16"nın, Anayasa'nın Başlangıç Kısmı ile,
2., 10., 24., 174. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemidir.
II- YASA METİNLERİ:
A. İptali İstenen Yasa Kuralı:
3511 Sayılı Yasa'nın 2. Maddesiyle 2547 Sayılı Yasa'ya eklenen,
dava konusu kural şudur:
"Ek Madde 16.- Yükseköğretim kurumlarında, dershane,
laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde
bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla
kapatılması serbesttir."
B. Dayanılan. Anayasa Kuralları:
1- "Başlangıç
Ebedî Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk
Devletinin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve
yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin,
milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekâtı sonucunda, Türk
Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Millî
Güvenlik Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tasvip
ve doğrudan doğruya O'nun eliyle vazolunan bu ANAYASA:
- Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman
Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve Onur inkılâp ve ilkeleri
doğrultusunda;
- Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak; Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddî ve manevî
mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
- Milletler iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız
şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmağa yetkili
kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
- Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
- Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve
manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve
medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği
kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılmayacağı;
- Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu
yönde geliştirmek hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
- Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî
sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin
hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik
duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihandasulh" arzu ve inancı içinde,
huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde
saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan
ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
2- "Cumhuriyetin Nitelikleri
Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temelilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal
bir hukuk Devletidir."
3. "Kanun Önünde Eşitlik
Madde 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
4. "Din ve Vicdan Hürriyeti
Madde 24.- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine
sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî
âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinn
"talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz."
5. "İnkılâp Kanunlarının Korunması
Madde 174.- Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş
uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik
niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının,
Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin,
Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:
1- 3 Mart 1340tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2- 25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı
Hakkında Kanun;
3- 30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle
Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve ilgasına
Dair Kanun;
4-17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle
kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî
nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5- 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkanım Kabulü
Hakkında Kanun;
6- l Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin
Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
7- 26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa
gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
8- 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun."
III- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi gereğince Mahmut C.
CUHRUK, Yekta Güngör ÖZDEN, Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Mehmet
ÇINARLI, Mustafa GÖNÜL, Mustafa ŞAHİN, İhsan PEKEL, Selçuk TUZUN, Ahmet N.
SEZER ve Erol CANSEL'in katılmalarıyla 6.1.1989 günü yapılan ilk inceleme toplantısında,
dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar
verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ :
Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi ve ekleri, iptali
istenilen yasa maddesi ile dayanılan Anayasa kuralları, bunların gerekçeleri ve
öteki yasama belgeleri okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
İptali istenilen yasa kuralı iki tümceden oluşmaktadır. Birinci
tümcede, yükseköğretim kurumlarının dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve
koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunluluğu getirilmiş,
böylece yükseköğretim kurumlarının doğrudan eğitim ve Öğretim yapılan
alanlarıyla bu alanlara ulaşmak için kullanılan koridorları bilimin ciddiyet ve
onuruna uygun düzeyde ve çağdaş görünümde tutulmak istenmiştir. Öğretim üyesi;
öğrenci ve görevli ayrımı yapılmadan giysi ve görünüm çağdaşlığı ile amaçlanan
durum, yükseköğretim kurumlarının topluma örnek olması gereken düzeninin
yansıtılmasıdır. İkinci tümce, birinci tümceyle öngörülen çağdaş giyim ve görünümde
bulunmak zorunluluğuna dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya
türbanla kapatılması serbestliğini ekleyerek ayrık bir kural getirmiştir. Yapı
ve içerik yönünde birbiriyle bağdaşmayan "zorunluluk"la,
"serbestlik" yanyana getirildiği gibi, genelde köy, kasaba ve
kentlerde dinsel inanç gereğinden çok, koşullara ve geleneklere görekadınların
kullandığı değişik biçim tür ve addaki başörtülerinin artık yükseköğretim
kurumlarında "dinî inanç sebebiyle" boyun ve saçları kapatmak için
kullanılması olanağı sağlanmış ve kapatmanın "örtü" ya da
"türban"la yapılacağı belirtilmiştir.
Anayasayauygunluk denetiminin konusu, yükseköğretim kurumlarında,
dinsel inanç sebebiyle, boyun ve saçların örtü ya da türbanla kapatılması
serbestisini getiren yasa maddesidir. Yalnızca boyun ve saçın birlikte
kapatılması biçimiyle değil, açıkça "Dinî inanç sebebiyle" denilerek
kapatmanın dinsel amaçla yapılacağı belirgin olarak gösterilmiştir. Uygulama
alanı yükseköğretim kurumlarıdır ve kural bu alan içindeki ilgilileri kapsamaktadır.
Bu yasayla Türkiye'deki kadınların giyinmeleri ve örtün-meleriyle ilgili genelbir
düzenleme yapılmamıştır. Devlet birimlerindeki giysilerle özelliği gereği kimi
meslek giysileri dışında kadınlar, evde, sokakta, özel iş yerlerinde, tarlada, bağda-bahçede,
yazlıkta inançları gelenek ve görenekleri gereği istediklerini
giyinebilmektedirler. Düzenleme, devlet kuruluşları olan yükseköğretim
kurumlarında, giysinin bir parçası da sayılabilecek başörtüsü kullanımıyla
ilgilidir. Sorun, bir yasal düzenlemenin din kurallarına, dinsel inançlara ve
gereklere göre yapılıp yapılamayacağı noktasında yoğunlaşmaktadır. Madde
içeriğinin, dinsel inanç gereği yapılan düzenlemenin konusunun başörtüsü ya da
başka bir şey olması önemli değildir. Önemli olan bir düzenlemenin dine göre
yapılıp yapılamayacağıdır.
Ayrıca, iptali istenen -Yasa maddesinin belirtilen özü ve içeriği
gözönünde tutularak Anayasa'nın, Türkiye Cumhuriyeti'nin dayandığı temel
esaslar arasında kabul ettiği "Atatürk ilke ve inkılâplarıyla medeniyetçiliği"
yönünden de incelenmesi de gereklidir.
Hiç kuşku yok ki, yeni düzenleme kamu kuruluşlarının bir
bölümünde, dinsel kökenli bir kurula geçerlilik tanımakta, giyimle din arasında
doğrudan ilişki kurmaktadır. Bu nedenlerle inceleme iptal isteminin dayanağını
oluşturan Anayasa kurallarına göre yapılacaktır.
A. Anayasa'nın Başlangıç Bölümü Yönünden İnceleme:
Anayasa'nın 176. maddesine göre, Anayasa'nın dayandığı temel görüş
ve ilkeleri belirten Başlangıç kısmı Anayasa metni kapsamındadır. Başlangıç Anayasa'nın
dayandığı temel görüş ve ilkeleri içermekle Anayasa maddelerinin amacını ve
yönünü belirleyen bir kaynaktır. Anayasa'nın Başlan-gıç'ında, Atatürk'ün
belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; hiçbir
düşünce ve görüşün Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâplarıyla
medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesi gereği kutsal
din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı;
her Türk vatandaşının medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat
sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirmek hak ve yetkisine
doğuştan sahip olduğu fikir, inanç ve kararıyla anlaşılması, sözüne ve ruhuna bu
yönlerde de saygı gösterilmesi, mutlak bir sadakatle yorumlanıp uygulanması
gerektiğini bildirmesi bu niteliğinin kanıtıdır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında saltanat kaldırılmış, hanedan
üyelerinin yurt dışına çıkarılması gerçekleştirilmiş, Cumhuriyetin ilânını
izleyen yıllarda da hilâfet kurumu ile "Şer'iye ve Evkaf Vekâleti"
kaldırılarak devlet, yapısına ve işlevlerine egemen olan teokratik
özelliklerden arındırılıp, böylece uygar ve çağdaş devrimler süreci
başlatılarak modern Türkiye'nin temeli atılmıştır. Aynı zamanda Atatürk Devrimi
olarak da adlandırılan Türk Devrimi'nin bu en büyük aşamasını öbür devrimler
izlemiştir. Aşağıda, Anayasa'nın 174. maddesi kapsamında değinilecek devrim
yasaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan öğelerdendir. Bunlar, lâik
devletin sağlıklı ve güçlü yapısını kurmakla kalmamışlar, böylece Dünya uluslar
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak ulusun uygarlık yönünden
geleceğini de güvenceye almış, günümüzdeki uygar toplum yaşamını
sağlamışlardır. Atatürk ilke ve devrimlerinin böylesine önemli ve vazgeçilmez
yeri, ulusal varlığımızın birer parçası olmaları, tarihsel gelişimle
özetlenebilir. Ulusa ve ülkeye her yönden kazandırdıkları değerlerle, geleceğe
etkileri, onlara saygı ve bağlılığı gerektirmektedir.
Atatürk ilkelerinin en önemlisi lâikliktir. Gerçekleştirilen
devrimlerle eylemli olarak uygulamaya konulan lâiklik ilkesi, 1921 Teşkilâtı
Esasiye Kanunu'nda bulunmayan devlet dininin, İslâm olduğuna ilişkin açıklığın
29.10.1923 günlü, 364 sayılı Yasa ile 2. madde olarak getirilmesi ve bu kuralın
1924 Teşkilâtı Esasiye Kanunu'nun 2. maddesi olarak alınmasıyla etkinliğini
yitirmiş değildir. Günün koşullan gereği yapılan bu düzenlemeye karşın, lâiklik
ilkesinin yaşama geçirilmesi çalışmaları sürdürülerek 3.3.1924 günlü, 431
sayılı "Hilafetin İlgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti
Memaliki HaricineÇıkarılmasına Dair Kanun" çıkarılmış, Anayasa'nın 174.
maddesinde sayılanlar dışında, dinsel sömürüyü önleyen 26.4.1920 günlü, 2
sayılı "Hıyaneti Vataniye Kanunu" 1923 ve 1925 yıllarında 334 ve 556
sayılı Yasalarla değiştirilmiş, 4.3.1925 günlü, 578 sayılı "Takrir-i Sükûn
Kanunu"yla dinin siyasete araç kılınması yasaklanmış, 17.2.1926 günlü, 743
sayılı "Türk Kanunu Medenisi"yle kişi varlığının korunması, medenî
nikâh kadın-erkek eşitliği, mirasta eşit pay gibi düzenlemelerle de kişi ve
aile yaşamında lâikliğin gerekleri yerine getirilmiştir. Anayasa'da devlet
dininin İslâm olduğuna ilişkin kural 9.4.1928 günlü, 1228 sayılı Yasa ile
kaldırılmış, ayrıca Anayasa'nın 26. maddesindeki "Ahkâm-ı Şeriyenin
Tenfizi" hükmü çıkarılmış, 16. ve 38. maddelerindeki andlarda yer alan
"vallahi" sözcüğü, "Namusum üzerine söz veririm"e
dönüştürülerek, kadınlara seçme ve seçilme hakkı sağlayan yasalardan sonra
5.2.1937 günlü, 3115 sayılı Yasa'yla yapılan Anayasa değişikliğiyle de
Anayasa'nın 2. maddesinde, öbür ilkeler yanındalâiklik ilkesine de yer
verilmiştir. Anlaşılmaktadır ki bu ilke Anayasa kuralı olmadan önce,
Anayasa'daki devlet dini açıklığına karşın, dinsel alanda bir zorlamaya asla
gidilmeyip lâiklik uygulamaları sürdürüldüğü gibi, lâiklik ilkesinin açıkça
kabulüne karşın da yurttaşların dinsel inançlarına asla karışılmamış,
ibadetleri sınırlanmamıştır. Devlet dininin İslâm olduğuna ilişkin kural
kaldırılarak, devletin tüm dinler karşısında yansız tutumu ve lâik yapısı
vurgulanmıştır. Lâiklikle vicdan özgürlüğü birbirinden ayrı kurumlar olduğu
halde, lâiklik vicdan özgürlüğünün elverişli ortamını ve güvencesini
oluşturarak ulusal yaşamda özgün yerini almıştır.
Kadın-erkek tüm yurttaşları kapsayan devrim yasalarından ayrı
olarak 2 Eylül 1925 günlü, 2414 sayılı "Bilumum Devlet Memurlarının
Kıyafetleri Hakkında Kararname" den sonra, 3.2.1935 günlü, 2/1958 sayılı
Bakanlar Kurulu kararıyla "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunun
Tatbiki Suretini Gösterir Nizamname", 7.12.1981 günlü, 17537 sayılı
Bakanlar Kurulu kararıyla "Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara
Bağlı Okullardaki Görevliler ile Öğrencilerin Kılık ve Kıyafetlerine Dair
Yönetmelik", 21.1.1982 günlü, 8/4219 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla da
"Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık veKıyafetlerine
Dair Yönetmelik" yürürlüğe konulmuştur.
12.5.1982 günlü, 2670 sayılı Yasa ile 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'na eklenen "Kıyafet Mecburiyeti" başlıklı "Ek Madde
19"la, devlet memurlarının yasa, tüzük ve yönetmeliklerin öngördüğü
biçimde giyinmeleri zorunluluğu getirilmiştir.
Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nin 7.
maddesine, 8.1.1987 günlü değişiklikle eklenen (h) fıkrasıyla, çağdaş kıyafet
ve görünüm amaçlanarak daha önce 10.5.1984 günlü, 15.527 sayılı Yükseköğretim
Kurulu kararıyla kız öğrencilerin türban kullanması yolundaki uygulama
kaldırılmışsa da 3.12.1988 günlü, 88.10.29 sayılı kararla şimdi incelenmekte
olan kuralın aynısı bu kez bağımsız bir fıkra olarak Disiplin Yönetmeliğine
konulmuştur.
Tüm bu düzenlemeler,konunun önemini ve lâiklik ilkesi yönünden
özelliğini ortaya koymaktadır. Temelde sosyal, kültürel ve estetik nedenlere
dayalı bir toplumsal olgu niteliğini taşıyan giyim, çevre koşulları, kişisel
görüşler, kültür ve gelenekle biçimlenir. Değişip gelişmeside bu nedenlere
bağlıdır. Bunların dışında dinsel inanç ya da dinsel kurallarla doğrudan ilişki
ve bağlantı kurularak yapılan düzenleme, hem devrim yasalarını, hem de lâiklik
ilkesini ilgilendirir. Devrim Yasalarının 174. madde kapsamında ele alınacağı
yukarda belirtildiğinden bu bölümde yalnızca lâiklik ilkesi yönünden
değerlendirme yapılmakta, özellikle dinsel gereklere göre yasal düzenlemeler
yapılıp yapılamayacağı konusunda yargıya varılmaktadır.
Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin
aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışını, uluslaşmanın,
bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli kıları bir uygar
yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş
ve gelişmiştir. Dar anlamda, devlet işleriyle din işlerinin birbirinden
ayrılması olarak tanımlansa, değişik tanım ve yorumlan yapılsa da, gerçekte,
toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması olduğu görüşü,
öğretide de paylaşılmaktadır. Lâiklik; egemenliğe, demokrasiyle özgürlüğe ve
bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım; siyasal, sosyal ve kültürel
yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Onurunu üstün tutarak bireye kişilik ve özgür
düşünce olanaklarım veren, bu yolla siyaset-vicdan ayrımını gerekli kılarak
vicdan ve dinsel inanç özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve
değerlendirmeler in geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda siyasal örgütlenme
ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Lâik düzende din, siyasallaşmadan
kurtarılır, yönetim, aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak
kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece, siyasal yaşamın dayanağı bilim ve
hukuk olur. Düşünce ve inanç alanlarının ayrılması dinin kutsallığına en uygun
durumdur. Dünya işlerinin hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla
yürütülmesi ilkesi, batı demokrasilerinin dayandığı temellerden birisidir.
Lâik anlayış, devletin, göreviyle ilgili düzenlemelerinin salt
günlük yaşamla ilgili olmasını gerektirdiği gibi içeriklerinin de mutlaka
dinsel doğrultuda olmasını gerektirmemektedir. Dine uygunluğunun aranması,
zorunluluğu yoktur. Düzenlemenin kaynağı din değildir. Din ve dünya işlerinin
ayrılmasıyla vicdan, din ve ibadet özgürlükleri daha belirginleşmekte ve özgür
biçimde korunmuş olmaktadır.
Türkiye'de lâiklik ilkesininuygulanması, rejimleri değişik kimi
batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her
ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu
koşullarla özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların lâiklik anlayışına
da yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır.
Klâsik anlamda, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması tanımına karşın,
İslâm ve Hıristiyan dinlerinin özelliklerindeki ayrılıklar gereği, ülkemizde ve
batıülkelerinde oluşan durumlar ve ortaya çıkan sonuçlar da ayrı olmuştur. Dini
ve din anlayışı tümüyle farklı bir ülkede lâiklik uygulamasının, batıyla geniş
ilişkiler içinde bulunulsa da batı ülkelerindeki gibi olması, lâikliğin aynı
anlam ve düzeyde benimsenmesi ' beklenemez. Bu durum, koşullar ve kurallar
arasındaki ayrılığın olağan karşılanması gereken sonucudur. Kaldıki, aynı dini
benimseyen batı ülkelerinde bile devletlerin lâiklik anlayışı ayrılıklar
göstermiştir. Lâiklik kavramı, değişik ülkelerde ayrıayrı yorumlandığı gibi,
kimi dönemlerde, kimi kesimlerce de kendi anlayışları ve siyasal tercihleri
gereği değişik biçimde yorumlanabilmiştir. Yalnızca felsefî ve ideolojik bir
kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini
kazanan lâiklik, uygulandığı ülkenin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından
etkilenmekte, kendisi de onları etkilemektedir. Türkiye için lâiklik anlayışı,
tarihsel gelişimi nedeniyle özellik taşımakta, Anayasa ile benimsenen
yapısıyla, batıdan ayrı biçimde ele alınsa da, özenle korunması zorunlu bir
ilke olarak yaşatılmaktadır. Anayasa Mahkemesi'nin 21.10.1971 günlü, 53/76
sayılı; 3.7.1980 günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 4.11.1986
günlü, 11 / 26 sayılı kararlarında lâikliğin hukuksal, sosyal, siyasal
tanımları yanında, ulusal ve hukuksal değeri geniş biçimde belirtilmiş, özenle
korunması gereken anayasal ilke niteliği vurgulanmış, Türk Ulusu'nun yücelmesi
bakımından lâikliğin Anayasa'da öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir
neden,Anayasa'da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu
yinelenerek ortaya konulmuştur.
1961 Anayasası'nın 153. maddesi, 1982 Anayasası'na 174. madde
olarak, olduğu gibi alınmış, ayrıca 1982 Anayasası'nın Başlangıcıyla kimi
maddelerinde gereklerine açıkça yer verilerek lâiklik anlayışı benimsenmiştir.
Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi'nin lâiklik konusunda 1961 Anayasası dönemindeki
tüm yargıları günümüzde de geçerlidir. Bu kararlara göre:
a) Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,
b) Dinin, bireyin manevî yaşamına ilişkin olan dini inanç
bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak
dinlerin anayasal güvence altına alınması,
c) Dinin, bireyin manevî yaşamını aşarak toplumsal yaşamı
etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini,
güvenliğini ve yararını korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye
kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması,
ç) Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak
ve özgürlükler konusunda devlete denetim, yetkisi tanınması, lâiklik ilkesinin
gereği olarak anlaşılmaktadır.
Modern devlet, değişik din ve mezheplere inananlara, bunlara
ilişkin kuruluşlara yapısı içinde yer vermekte, bireyler arasında inançlarına
göre ayrım gözetmemektedir. Herkes dinini seçmekte, inançlarını açıklamakta,
tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir. Lâik bir
toplumda bireyin istediği dine ve inanca sahip olması, yasakoyucunun her türlü
etki ve el atmasının dışındadır. Devletin dinlerden birini tercih fikri, ayrı
dinlere bağlı yurttaşların yasa önünde eşitliğine de aykırı düşer. Lâik
ülkelerde gerçek vicdan özgürlüğünden söz edilebilmesi de, lâikliğin vicdan
özgürlüğü yönünden de yararını açıklamaktadır.
Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devrimi'nin kaynağı olan lâiklik
ilkesi toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını
amaçlar. Böylece Devlet, bilimsel gereklere uygun biçimde, kurumlaşmış, hukukla
düzenlenmiş, karşılıklı saygı, hoşgörü ve anlayışa katkıda bulunan lâiklik,
ulusal birliği sağlamıştır. Düşünce ve inanç özgürlüğü, kişileri ve toplum
kesimlerini birbirine güvenle bağlayan uluslaşmayı sağlayan, ulusal dayanışmayı
da güçlendiren özgür düşünce, özgür inanç, çağdaş uygarlığa yöneliş ulusal
yaşamda önemli bir aşamadır. Lâikliğin, insana, dine saygısı, dini kendi
yerinde tutan anlayışı, akla, bilime, sanata, çağdaş yönetim biçimine ve tüm
uygar gereklere kapıyı açmıştır. Atatürk'ün din hakkındaki sözleri anımsanacak
olursa, lâiklik uygulamasının dine karşı olmadığı, dini kötülemediği, din
düşmanlığı anlamına gelmediği ve dini asla yadsımadığı açıktır. Cumhuriyet ve
demokrasi, şeriat düzeninin karşıtıdır. Genelde bir tür düşün ve anlayış
biçimi, dünya görüşü sayılan bu ilke, "ümmet"ten, "ulus"a
geçmenin itici gücü olmuştur.
Bu yolla dogmatik değerlerin yerine akılcı ve insancıl değerler
geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanında dokunulmaz yerini almıştır. Değişik
din ve mezheplere inananlar, bu ayrımlara karşın birlikte yaşama gereğini
benimseyerek devletin kendilerine karşı eşit yaklaşımından güven duymuşlardır.
Böylece bölünmeler durmuş, iç barış sağlanmış, yurttaşlar, ulus bilinciyle,
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk Ulusu'nun bireyleri olmuşlardır. Hukuk
devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü lâiklikten almış, milliyetçilik ilkesi
lâiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır. Bu ilkenin
Anayasa'dan çıkarılması da olanaksızdır. Lâiklik, dinsellikle bilimselliği
birbirinden ayırmış, özellikle dinin, bilimin yerine geçmesini önleyerekuygarlık
yürüyüşünü hızlandırmıştır. Gerçekte lâiklik din-devlet işleri ayrılığı
biçiminde daraltılamaz. Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük
ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye'nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama
yöntemidir, insanlık idealidir. Lâik düzende özgün bir sosyal kurum olan din,
devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç,
dinsel kurallar ve gerekler değil, akıl ve bilimdir. Din, kendi alanında,
vicdanlardaki yerinde, Tanrı-insan arasındaki inanış olgusudur. Kişinin
iç-inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve
çağdaş değerlerle, hukukun yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve
dayanağı olması düşünülemez.
Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran,- dinsel
sömürüyü önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren lâiklik, öğretim ve
eğitime de ışık tutmuştur. Lâik öğretim ve eğitim bilimsel çalışmaların en
olumlu ortamıdır. Dine karşı yansızlık nasıl dine karşıtlık olarak alınamazsa,
lâik öğretim-eğitim de inanç özgürlüğü engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin
zorunluluk koşulları, inanç özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de
anayasal güvenceye bağlanmıştır. Ancak, din ve ahlâk eğitim ve öğretimi
devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din
ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir
sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin yol açtığı zararlar lâiklikle
önlenmiş çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyle açılmış bağımsız bir hukuk
kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan
lâiklik, Türkiye'nin yaşam felsefesidir. Lâik devlette, kutsal din duyguları
politikaya, dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz.
Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden
yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır. Bireyin özgür
iradesine bağlı din duygularının zorlamadan korunması da bu biçiminde sağlanmış
olmaktadır. Eğitsel ve kültürel yaşantıyı yönlendirmek amacıyla lâikliğe aykırı
eğitimveöğretim de gerçekleştirilemez.
Anayasa'nın 130. maddesinde öngörülen "çağdaş eğitim-öğretim
esaslarına dayanan" düzen, laiklik ilkesinin gözardı edildiği bir ortam
olamaz. Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ulusun ve ülkenin bütünlüğü ve
bölünmezliği aleyhine davranılamayacağını da içeren bu maddenin, ulusallık,
bağımsızlık ve ulusal birlik için katkılarının lâikliği dışarda bırakması
düşünülemez. Aklın ve gözlemin yönlendirdiği bilimsel çalışmaya katılacak
kimselerin bilimsel gerekler dışında bir etkiyle karşılaşmaksızın
yetiştirilmeleri gerekir. Eğitim, yalnız bilimsel istemler doğrultusunda
yapılması, doğmalardan ye bilime ters düsen etkilerden uzak tutulmasıyla
sağlanır.
incelenen kural, kamu kuruluşlarından sayılan yükseköğretim
kurumlarındaki bayanların giyimlerini düzenlerken, dinsel gereklere uygunluğu
nasıl olursa olsun, başörtüsü kullanımına dinsel inanç nedeniyle geçerlik
tanımakla, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırmak
suretiyle lâiklik ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Dinsel kurallardan
arındırılmış, akla ve bilime dayanan, dinsel inancı kişilerin vicdanlarına
bırakan lâik devlette, hukuk düzeninin dinsel gereklerle sağlanıp sürdürülmesibenimsenemez.
Lâik devlet ancak, yurttaşların din ve vicdan özgürlüğünü sağlayıcı ve koruyucu
önlemleri alır, bu konulardaki hak ve özgürlükleri güvenceye bağlar. Dinsel
eğitim bile lâik devlet anlayışına uygun biçimde yapılır. Tüm devlet
kuruluşlarındave işlemlerinde olduğu gibi öğretim ve eğitimin her düzeyinde
lâiklik ilkesine özenle uyulur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu bu gereğin belgesidir.
Lâiklik ilkesine uygun çalışmalar yapmakla yükümlü üniversitelerde bu
çalışmalara katılacakların, hangi statüde olurlarsa olsunlar, dinsel gereklere
göre biçimlendirilmemelidir.
îki tümcesi birbiriyle çelişen dava konusu maddenin lâik hukuk
düzenine aykırılığı belirgindir. Lâik hukuk düzeni, lâik eğitim-öğretim ve lâik
yönetim birbirinden ayrı düşünülemez. Lâik eğitimde dinsel inançlara göre
hiçbir ayrım gözetilemez. Anayasa'nın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve
ödevi" başlıklı 42. maddesinin üçüncü fıkrasında "Eğitim ve öğretim
Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim
esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara
aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz." denildikten sonra, dördüncü
fıkrasında "Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan
kaldıramaz." denilerek Başlangıçtaki ilkelere bağlılık pekiştirilmiştir.
Yükseköğretim kurumlan, bu yükümlülükler dışında tutulmamışlardır.
Dersliklerde, laboratuarlarda, klinik, poliklinik ve koridorlarda bilimsel
yöntemlerle yetiştirilerek gerçeği bulmak için birlikte çalışmalar yapanların
kardeşlikleri, arkadaşlıkları, dayanışmaları, yarınları için bile gerekli iken,
onları dinsel gereklerle ayırmak, kimin hangi inançtan olduğunu gösteren bir
işaretle belli etmek, onların yakınlaşmalarını, birlikte çalışıp karşılıklı
yardımlaşmalarını ve işbirliğini önler; ayrılıklara, dinsel inanç ve görüşler
nedeniyle çatışmalara yol açar.
Türkiye için yalnız sözlük anlamıyla değil, tarihsel evrimi
bakımından da değeri olan lâiklik, Anayasa'nın "Diyanet İşleri
Başkanlığı" başlıklı 136. maddesinde de vurgulanmıştır. Anılan
başkanlığın, lâiklik ilkesi doğrultusunda, tüm siyasal görüş ve düşünüşlerin,
dışında kalarak, ulusça dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek görevlerini
yerine getireceğini öngören maddenin bu içeriği bir anlamda yükseköğretim
kurumlarındaki ortamın özelliklerini de belirlemektedir. Eğitim ve öğretimde,
dinsel inanca devlet gücünün özel bir katkı vermesi düşünülemez. Lâiklik bir
bütündür. Özellikle eğitim-öğretim alanında lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun
geleceği açısından da üzerinde önemle durulacak bir konudur. Siyasal alanda
dinsel çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan düzenlemeler, eylem ve
işlemler ne kadar geçersizse, öğretim ve eğitim alanında da din buyrukla-rıyla
ilişki kurulamaz. Demokrasinin güvencesini ve Cumhuriyetin özgün niteliğini
oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlık ve özenle korunması Anayasa gereğidir.
Dersliklerde ve ilgili yerlerde dinsel inançları simgeleyen belirtilerden uzak
kalınması zorunluluğu nedeniyle yükseköğrenim kurumlarında dinsel gereğe
bağlanan başörtüleri lâik bilim ortamıyla bağdaş tınlamaz.
Lâikliğin, Türk Devrimi'nin, Cumhuriyetin özüveulusal
yaşamın temeli olduğu bir gerçektir. "Dinsel inanç gereği" sözcükleri
kullanılmasa da Cumhuriyetin niteliklerine yönelik, bu amaç ve anlamdaki dinsel
kaynaklı düzenlemelerle girişimler Anayasa karşısında geçerli olamaz.
Özgürlükler Anayasa ile sınırlıdır. Anayasa'daki lâiklik ilkesine ve lâik
eğitim kuralına karşı eylemlerin demokratik bir hak olduğu savunulamaz.
Anayasal ayrıcalığa sahip lâiklik ilkesi; demokrasiye aykırı olmadığı gibi tüm
hak ve özgürlüklerin de bu ilke temel alınarak değerlendirilmesi zorunludur.
Bu nedenlerle, incelenen Yasa kuralı, Anayasa'nın Başlangıç
Bölümü'-ne aykırıdır.
B. Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme:
Cumhuriyetin niteliklerini açıklayan Anayasa'nın 2. maddesinde,
Başlangıç'taki temel ilkelere yollama yapılmakla kalınmamış, Türkiye
Cumhuriyeti'nin Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk devleti olduğu da belirtilmiştir.
Bu Bağlamda:
l- Atatürk milliyetçiliği, gelişme ve ilerleme yolunda,
uluslararası işlem ve ilişkilerde çağdaş uluslara uygun ve onlarla uyum içinde
yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yeteneklerini ve bağımsız kimliğini
koruması olarak tanımlanan Türk milliyetçiliğinin Türk olmak mutluluğunu duyan
herkesi kapsayan biçiminin adıdır. Atatürk'ün 5.11.1925 günlü söylevinde
belirttiği gibi din ve mezhep bağının yerini Türk ulusçuluğu bağı almıştır. Bu
tanıma göre, ulusu oluşturan öğeler arasında dil birliği, ulusal duyguyla yan
yanainsanlık duygusu, siyasal varlıkta birlik, yurt birliği, köken birliği,
tarihsel ve ahlaksal yakınlıklar sayılır. Geçmiş ortaklığı, gelecek ve amaç
birliği de öğeler arasına alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye
halkına Türk ulusu diyerek başkaayrımlara yer vermeyen Atatürk
milliyetçiliğinde dinsel öğe esas alınmamıştır. Lâiklik, devlet ve toplumun
karşılıklı lâik tutumunu da içerir. Bu da birleştiricilikle sonuçlanır.
Birleştiricilik dinsel bağda değil, Atatürk milliyetçiliğinde, ulus bağında,ulusal
değerlerdedir, incelenen Yasa maddesi ise dinsel inanç gereğine yer vererek
Atatürk milliyetçiliği ilkesiyle çelişmektedir.
2- Dava konusu madde "Dini inanç sebebiyle. .."
ibaresini taşıdığından demokratiklik ilkesine ters düşmektedir. Ulusal
egemenlik kavramı, demokratik yapının temelidir. Demokratik düzen ise, dinsel
gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel
gereklere yönetimle ağırlık veren bir düzenleme demokratik olamaz. Demokratik
devlet, ancak lâik devlettir. Dinsel gerekli düzenlemeler dinsel çabalan,
zorlamaları, bunlar da dinsel ayrılıkları getirir. Sonuçta demokrasinin
özgürlükçü, çoğulcu, hoşgörücü niteliği kalmaz.
3- Lâiklik ilkesi yönünden Başlangıç bölümünde yapılan inceleme,
Anayasa'nın 2. maddesi için de geçerlidir. Gerçekten lâiklik, kurtuluş, kuruluş
ve yeniden doğuş evrelerini kapsayan, insan haklarına dayalı olarak geleceğe
uzanan bağımsızlık, özgürlük, uygarlık ve barış yürüyüşünü, ulusal gücü
özetleyen Türk Devrimi'nin kaynağı ve temelidir. Lâiklik,bireysel, toplumsal
düzeyde ve devlet işlerinde metafizik dışında özgür düşünce gereklerine
bağlanır. Kişisel ve toplumsal yaşamın siyasal yönden düzenlenmesinde aklın ve
bilimin gereklerini zorunlu kılar. Herhangi bir dinin teolojik baskısına
uyulmasını önler. Bu nedenlerle, incelenen kural, lâiklik ilkesiyle
uyuşmamaktadır.
4- Sosyal hukuk devletinin Anayasa Mahkemesi'nin önceki
kararlarında da belirtilen özellikleri, toplum yararının gözetilmesi,
güçsüzlerin korunması ve hukuka uygun yasalarla, yargı denetimine açık işlem ve
eylemler olarak özetlenebilir.
Devletin temsil ettiği ve egemenlik gereği olarak kullandığı
siyasal gücün düzenleyicisi hukuktur. Gerçekte hukuksal bir kurum olan devletin
tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu başlıca geçerlik koşuludur. Devlet
yönetiminde tüm düzenlemeler ancak hukuk kurallarına göre yapılır. Din
kurallarına göre yapılan düzenlemeler hukuksal nitelik taşımaz. Din
kurallarının kaynağı Tanrı'dır. "İlâhi istenç, (irade)" tanrı
buyrukları, din kurallarının başlıca dayanağıdır. Hukukun kaynağı ise, hukuku
yaratan istenç olarak kendi ulusunun istencidir. Din, ulustan kaynaklanan bir
değer olmadığından temelini ulusal istencin oluşturduğu bir düzende hukuk
kaynağı sayılması olanaksızdır. Egemenliğin ulusta oluşuna dayananhukuk düzeniyle
tanrısal buyruklara dayalı ilâhi istenç arasında ilişki kurulamaz. Hukuk
düzeni, dinsel düzeni dışarda bırakan, varlığını hukuktan alıp hukukla sürdüren
devlettir. Egemenlik insana dayalıdır. Özünde insan değeri bulunan egemenliğin
hukuksal biçimlenmeyle devlet gücüne dönüşmesi, hukuk devletinin uygar yapısını
açıklamaktadır. Bu yapıyı etkileyecek olumsuzluklar, hukuk devleti ilkesini
tartışma konusu yapar. Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz. Yasalar ilkelerini
dinden değil, yaşamdan vehukuktan almazlarsa hukuk devleti niteliği zedelenir.
Dine dayanan yasalar, vicdan özgürlüğünü benimsemediğinden, her din için ayrı
yasa gereğini ortaya çıkarır; ulusal bir devlette bu tür bir düzenleme olamaz.
Böyle düzenlemeler din kurallarını benimsemeyenler için baskı aracı
sayılabileceği gibi ayrı dinler için de ayrılık aracı olur. Gelişmek ve
ilerlemek için durağan din kurallarına değil insanlığa ayak uydurmak, akla ve
bilime öncülük tanımak gerekir. Siyasal düzenlemelerin kaynağı hukuk, dayanağı
Anayasa'dır. Başka kaynak ve dayanak aranamaz. Hukuksal düzenlemeler dünya
işidir, din işi değildir. Bu nedenle incelenen madde, içeriği bakımından hukuk
devleti ilkesine bağdaşmamaktadır. Yasalar dinsel temele oturtulamaz.
Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusta olması ilkesi, dinde
olmadığının kanıtıdır. Cumhuriyet, ulusal egemenliğin hukuksal biçimi
olduğundan dinsel olguların etkisi dışındadır. Teokratik devlet düzeni lâik
olamaz ama dinlere hoşgörülü bakabilir.
Demokrasi, insan haklan, hukuk konularında da Anayasa düzeyi ve
sınırları geçerlidir. Dilek ve öneri türünde ya da özlem niteliğinde
görüşlerle, Anayasa'nın öngördüğü sınırlamaları, lâikliğin korunması için
getirilen kuralları hiçe saymak olanaksızdır. Dava konusu somut olayı
soyutlaştırarak sınırsız birdemokrasi anlayışıyla açıklanan görüşler Anayasa
ile çatışır. Herkesin her istediğini yapması en eski ve en yeni demokrasilerde
bile söz konusu değildir. Özgürlükleri yıkmak için özgürlüklerden
yararlanılması da düşünülemez. Özelde korunması gerekli görülenlâiklikle bağdaşmayan
özgürlük savunulamaz ve korunulamaz.
Bu nedenlerle, dava konusu madde, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
bulunmuştur.
C. Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden İnceleme:
Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik kavramıyla yasalar önünde
eşitlik, yani hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Bu kuralla kimi kişilere ya da
topluluklara aynı durumda bulunan yurttaşlardan daha çok, daha geniş, hak ve
yetkiler tanıyarak yasa karşısında eşitlik ilkesinin çiğnenmesi yasaklanmıştır.
Güdülen amaç, aynı durumdakikimselerin yasalarla aynı işleme bağlı tutulmasını
sağlamak ve yasalar karşısında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle yurttaşlar arasında ayrım
gözetilmesini önlemektir. Ayrı durumda olanlar için ayrıuygulama ise eşitlik
ilkesine aykırılık oluşturmaz.
Anayasa'nın Başlangıç Bölümü'yle ilgili incelemede değinildiği
gibi Anayasa yönünden din, kimi haklara sahip olmanın koşulu değildir. Değişik
dinlere inananlarla hiçbir dine inanmayanlar için, din ve vicdan özgürlüğü
sınırları içinde inancını açıklamak serbesttir. Din konusunda inançlarına,
bakmaksızın tüm yurttaşlara eşit davranan lâik devlette, diri. ve mezhep
farklılığı kişiler arasında hiçbir ayrıma neden olamaz. Dava konusu kural ise,
giyim konusundaİslâmî olduğu ileri sürülen başörtüsüne ayrıcalık tanımakla
eşitlik ilkesine biçimsel yönden ters düşmektedir. Özde başka dinlerin
gerektirdiği örtülere olanak tanımak ela lâikliğe aykırılığı ortadan
kaldıramaz.
Dinsel nedenle başörtüsü ve türbanla boyun ve saçların örtülmesine
serbestlik tanınması, bu tür yönlendirme, bir anlamda zorlamadır. Kişileri şu
ya da bu yönde giyinip başını örtmeye zorlamak, ayrı ve hattâ aynı dinlerden
olanlar bakımından ayrılık yaratacaktır.
Bu nedenle, dava konusu madde Anayasa'nın 10. maddesine de
aykırıdır.
D. Anayasa'nın 24. Maddesi Yönünden İnceleme:
Denetlenen Yasa maddesi, dinsel inançları simgeleyen başörtüsü ya
da türbanla yükseköğrenim kurumlarına gelip öğrenimlerini ve bilimsel
çalışmalarını bu durumda sürdürmelerine olur vermekle yükseköğrenim ilgilileri,
özellikle gençler arasında sosyal görüş, inanç, din ve mezhep ayrılığını
kışkırtarak bölünmelerine yol açabilecek, sonuçta devlet ve ulus bütünlüğünü,
kamu düzenini ve güvenini bozabilecek niteliktedir. Böylece, dinin, bireyin manevî
yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara neden olmasına
izin verilmiş, din özgürlüğünün anayasal sınırları kaldırılmış olmaktadır.
Vicdan özgürlüğü, dinsel yaşamın gereklerini de kapsayan manevî
değerlerle çevrilidir. Lâiklik, herkesin vicdan, dinî inanç ve kanaat
özgürlüğüne saygılı olmasını da gerektirir. İnançların ayrı olmasının
doğallığı, demokrasilerde düşünce ve inanç özgürlüğüyle doğrulanır; bu iki tür
özgürlük birbirini tamamlar, güçlendirir ve birbirinin güvencesidir. Dinsel
inancı ne olursa olsun insanların birlikteliklerini sürdürmeleri uygarlık
gereğidir. Vicdan özgürlüğünü kimi simgelerle kullanılamaz, yararlanılamaz
duruma düşürmek Anayasal ilkelere aykırılık oluşturur. Din seçimine, ibadete
kimse karışamazken, dinsel simgelerle yaratılacak ayrılıklarla toplumun bu
haklardan yoksun kalması tehlikesi doğabilir. Her hakkın kaynağı insan olduğuna
göre, eski çağlarda doğaya, yönetenlere, kendi yaptıklarına tapan, bunlardan
korkan insanlar, düşünerek kabul ettiği, özgürce seçtiği dinlere inanarak belli
bir aşamaya gelmişken bu düzeyi yıkacak eylemleri vicdan ve dinsel inanç
özgürlüğüyle bağdaştırmak olanaksızdır. Yükseköğretim kurumlarında giysilerin
başörtü ve türbanın dinsel inanca dayandırılması çağın gereklerine aykırıdır.
Çağa, güne, ortama, koşula, duruma uygun olarak herkes istediği biçimde
giyinir. Dinî, çağdışı, güne ters düşen bir kurum olarak tanıtan, başörtüsü
kullanımında belli biçim ve zorunluluk, vicdan ve dinsel inanç özgürlükleriyle
uyuşmamaktadır. Sosyal ve dinsel değerlere, geleneklere saygı ayrı, başörtüsü
için çıkan yasayı dinsel inançlara dayandırmak ayrıdır. Toplumun ahlâk
kuralları ve gelenekleriyle yön verdiği içtenlikli uygulamaları, yükseköğretim
kurumlarında dinsel gereklere bağlamakdinsel özgürlüğü saptırmaktır. Belli
biçimde giyinmek özgürlüğü, dinsel inancı aynı, ayrı olanlar ve olmayanlar
arasında farklılık yaratmaktadır. Vicdan özgürlüğü, istendiğine inanma
hakkıdır. Lâiklikle vicdan özgürlüğü karıştırılarak dinsel giyinme özgürlüğü
savunulamaz. Giyim konusu Türk Devrimi ve Atatürk İlkeleriyle sınırlı olduğu
gibi vicdan özgürlüğü konusu da değildir. Zorlamayı uygun bulmayan din
alanında, hukuk kuralları gibi nesnel yaptırımlar niteliğinde kural getirilmesi
dinsel inanç özgürlüğüneters düşmektedir.
İncelenen yasa kuralı ise, yükseköğrenim kurumlarında bayanların
giyimlerine ilişkin getirdiği yeni düzenlemeyle dinsel inanca dayalı
başörtüsüne olanak tanımıştır. Böylece, islamî esaslara uygun olup olmadığı bir
yana, dinsel inanç gereği boyun ve saçların örtülmesine olanak vermekle, devlet
kamu hukuku alanında bu hukukun gereklerine göre yapılabilecek giyimi düzenleme
yetkisini, dinsel olura bağlamış olmaktadır. Yükseköğrenim kurumlarında dinsel
giyim esaslarını içeren düzenleme, dinsel kurallardan arındırılmış devlet
düzenine, giyim nedeniyle dinsel bir elatmada bulunmadır. Bu biçimde de olsa
dinin siyasal alana çekilmesi ve siyasal araç durumuna getirilmesi sakıncası
yaratılmıştır. Dine dayalı kurallar hukuk kuralı yerine geçirilmekletemelde siyasal
ve hukuksal bir kurum olan devletin din özgürlüğü yönünden yansızlığı
bozulmaktadır.
İncelenen Yasa maddesi, Anayasa'nın 24. maddesine bu nedenlerle
aykırıdır.
E. Anayasa'nın 174. Maddesi Yönünden İnceleme:
"inkılâp kanunlarının korunması" başlığını taşıyan
Anayasa'nın 174. maddesi, kimi sözcük değişiklikleriyle 1961 Anayasası'nın 153.
maddesinin yinelenmesi biçimindedir. Maddede, sıralanan sekiz Yasa'nın
Anayasa'ya aykırı- olduğu biçimde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağı
öngörülürkenbu Yasaların Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne
çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden
devrim yasaları olduğu belirtilmiştir.
Kararın, yasa metinleri bölümünde dayanılan Anayasa kuralları
arasına olduğu gibi alınan 174. maddenin içeriğinde sıralanan yasaların adları,
Türkiye Cumhuriyeti için önemlerini açıklamaktadır. Çağdaş uygarlık düzeyini
aşmak ve Türkiye Cumhuriyeti'nin lâik niteliğini korumak amacını taşıdıkları
Anayasa'da kabul edilip "inkılâp kanunları" olarak anılmaları Türk
Devrimi ve Atatürk ilkelerinin gerçekleşme aracı olduklarını göstermektedir.
Anlaşılmaktadır ki lâik düşünce, tüm anayasal ilkelere egemendir. Lâikliğe
aykırı biçimde yorumlanıp değerlendirilmeleri söz konusu olamaz. Anayasa'da
öngörülen, düzenlenen ve güvenceye bağlanan hak ve özgürlüklerin lâik
niteliğini güçlendiren devrim yasalarının aykırılığı savında bulunulamaz. 174.
maddenin bağımsız olarak, ayrıca Başlangıç bölümü, 2. ve 24. maddelerle
birlikte değerlendirilmesi Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik anlayışını açık
biçimde ortaya koyar. Ülkemize özgü ve tarihsel nedenleri bulunan, klâsik ve
bilimsel tanımlarından ayrılıkları bulunan anlayış ve uygulama modeli, kararın
Başlangıç kesiminde açıklanmıştır. Bu açıklamalar ve aykırılıkgerekçeleri,
genelde, 174. madde yönünden yapılan inceleme için de geçerlidir.
Giysi durumu, salt bir biçimsel görünüm konusu değildir. Lâiklik,
düşünsel yapının değiştirilmesidir. Çağdaş, sağlıklı toplum oluşturmanın
koşuludur. Kişi, iç ve dış dünyasıyla, duygu ve düşünceleriyle, beden ve ruh
yapısıyla bir bütündür. Giysi, kişiliği yansıtan bir araçtır. Dinsel olsun
olmasın, çağdaşlığa aykırı, devrim yasalarının öngördüğü düzenlemeyle çelişen
giysiler uygun karşılanamaz. Dinsel nitelikteki giysiler ayrıcalâiklik ilkesine
ters düştüğünden daha yoğun bir aykırılık oluşturur.
174. maddede belirtilen Devrim Yasaları birbiriyle sıkı ilişki
içindedir. Hepsi lâiklik konusunda ayrı bir alanı düzenleyerek ülkenin çağdaş
yapısını kurmuşlardır. Her biri başlı başına büyük önem taşıyan ve birer devrim
anıtı olan bu Yasalar, Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza dek yaşatacak değerdedir.
25.11.1925 günlü, 671 sayılı Şapka îktisâsı Hakkında Kanun'un 1. maddesindeki
"memurin ve müstahdemin" sözcükleriyle "Türk milleti ....."
ve"Türkiye halkı" tamlamaları kadın-erkek ayrımı gözetilmediğini,
uygar düzeninin herkesi kapsadığını anlatmaktadır. Şapka, bir giyim öğesi
olmakla birlikte genelde tüm giyimin simgesidir. Nitekim, 25.11.1925 günlü
Adalet Komisyonu raporunda, Türk ulusunun,uygar ulusların ortak giysilerinin
belirgin niteliği olan şapkayı taşımaya nasıl can attığının belirtilerini
saptamaktan söz edilmiştir. Bu yasa, giyimle din arasında kurulmak istenen bağı
kopararak günlük yaşamla uyum içinde kullanılacak, çağdaş giysi düzenine geçilmesini
sağlamış, bu alanda devrim yapmıştır. Dinsel gerekler yerine toplumsal gerekler
alınarak konu doğal konumuna sokulmuştur. Daha sonra çıkanlar, bu kararın ilk
bölümünde açıklanan Bakanlar Kurulu kararlarıyla kamu kesimindeki giyinme
durumudüzenlenmiştir. Kadın erkek eşitliğini benimseyen Türk Devrimi'nin, kadın
giysilerinin çağdaşlığını savsakladığı kabul edilemez. Kamu yaşamında ve özel
yaşamda kadın-erkek giyimleri, dinsel gerekler gözetilerek yasayla
düzenlenemeyeceği gibi özellikle kamukesiminde giyinmeyi düzenleyen kurallar
ancak hukuksal gereklere göre düzenlenir. Devletin kendi kurumlarında düzenleme
yapması en doğal hakkıdır. Lâiklik ilkesine aykırı durumların önlenmesi, uygun
durumların sağlanması devletin yükümlülüğüdür. Derslereçağdaş görünüme aykırı
giysi ve örtülerle girmenin özgürlük ve özerklikle ilgisi olmadığı gibi
devletin düzen sağlayacak kurallar getirmesi de özgürlük ve özerkliğe aykırı
değildir. Kaldı ki giyim özgürlüğü ve özerklik, lâiklik üstün tutularak,
lâikliklebirlikte gözetilir. Lâikliği ortadan kaldıran ya da zedeleyen bir
özgürlük ya da özerklik geçerlik kazanamaz. Bu bağlamda, devlet dinine ilişkin
kuralı Anayasa'dan çıkaran 10.4.1928 günlü, 1222 sayılı Yasa'nın
gerekçesin-deki. "..... Din ile devletin işlerinin birbirinden ayrılması
dinlerin devleti idare edenlerle edecekler elinde bir âlet olmaktan kurtuluş
teminatıdır" sözlerinin tarihsel gerçekleri dile getirdiği kuşkusuzdur.
3.12.1934 -günlü, 2596 sayılı "Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun"un gerekçesinde "Din ile Devletin
ayrılığını ve dini akidelerin Devlet hayatı haricinde sırf vicdani bir
mahiyette kalıp memleketin Devlet hayatında dinin hiçbir tesiri olmamasını yani
lâiklik esasını inkılâbın ve rejimin ana umdesi tanımış olan Cumhuriyet
Hükümeti ...." denildikten sonra, Yasanın amacı belirtilirken
"Teşkilâtı Esasiye Kanunumuzla müeyyet ve ekalliyetler için de ayrıca
hususi hükümleriyle tanınmış olan ve esasen Türk inkılâbının ana umdelerinden
bulunan vicdan serbestisi hakkını tahdit yollu birmüdahale mevzubahis olmayıp
bu hüküm ile takip edilen gaye bilâkis vicdan hürriyetini takviyeye matuftur,
çünkü ehemmiyetsiz kıyafet müsavatsızlıkları dolayısıyle memleket amme nizamını
muhil olabilecek ihtimallerde halkın huzur ve sükûnunu korumaktan veTürkiye'de
yan yana yaşayan insanların birbirlerine karşı medenî ve insanî saygılarla
yaşayabilmelerini ve her türlü soğukluk ve geçimsizlik bahanelerinin bertaraf
edilmesini teminden ibarettir. Binaenaleyh bu kanunun hedefi, Cumhuriyetin
sınırları içindeyaşayan insanların hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa
olsunlar serbesti vicdan hususunda tam bir müsavata mazhariyetlerini
ekseriyetten olsun,, ekalliyetten olsun, yabancı bulunsun, yerli olsun
Türkiye'de vicdanî hürriyetin lüzumsuz bir kasru tahdidi asla düşünülmeksizin
Türkiye'de herkesin dinî hürriyetin tazimi hususunda müsavat üzerine nizamı
âmmenin icaplarına tâbi tutulmasını temin etmektedir." görüşlerine yer
verilmiş, daha sonra sözü edilen eşitliği ve lâiklik ilkesini zedelemeden
düzenleme yapıldığı belirtilerek amacın, ulusal birliği incitici, ulusal
duyguyu kışkırtıp kızdıracak durumlara engel olmak olduğu açıklanmıştır. Bu
Yasa yürürlükteyken, dinsel inanç gereği örtüyü getiren dava konusu madde, açık
biçimde, lâiklik ilkesini güçlendirip koruyan kurallarla çatışmaktadır. Her tür
baskıyı reddeden demokrasiyle, yükseköğrenim kurumlarında ayrılıklar yaratarak
zamanla toplumun öbür kesimlerine sıçrayıp kutuplaşmalara neden olacak, başka
eğitim, öğretim yerleri ve kamu kurumlan için kötü örnek sayılacak dinsel baskılı
uygulamaları bağdaştırmak olanaksızdır. Devlet lâik olunca, ulus çoğunluğunun
belli bir dine bağlı olması da düzenlemelerin dinsel gereğe dayanmasını haklı
kılamaz. İçtenlik, sadelik isteyen, temizlik, sevgi ve saygı kaynağı olması
gereken dinin gösteri niteliğinde bir- belirtiye gereksinimi olduğu da
düşünülemez. Dinler, doğaları gereği lâik değillerdir. Ancak lâikliğe karşı
olmaları da zorunlu değildir. Başka dinlere, dinsel inancı olmayanlara
hoşgörüsü olanaklıdır ve İslâm dininde, özellikle Türklerin İslâmiyeti
kabulünden sonra, bu soylu yaklaşımın tarihsel örnekleri çoktur. Her tür
aşırılık, bağnazlık ve zorlamaya uzak kalmayı, kolaylık ve ölçülülüğü öngören
İslâm dini, zamanı gelişmeleri, koşulları gözetmeyen, akla dayanmayan yorumve
değerlendirmelerden kaçınmayı gerektirir. Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne
çıkma, Türk Devrimin amaçladığı ulusal aşamadır. Anayasa'nın 174. maddesi
kapsamındaki 29,11 1934 günlü, 2590 sayılı Yasa'nın gerekçesinde, Türk
Devrimi'nin en belirgin niteliğinin demokratlık olduğu, Türk Devrimi ve
Cumhuriyeti'nin yasalar önünde herkesi eşit kıldığı anlatılmaktadır. Özellikle
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, aklın ve bilimin öncülük ettiği tek tür eğitini
düzeni içinde duygu ve görüş birliğini, dayanışmayı amaçlayaraklâik eğitim ve
öğretime dayanak olmuştur. Önyargılardan arınmış, araştırıcı, akla ve bilime
bağlı, bağnazlığa karşı, ulusal değerlere saygılı, özgür düşünceli, özgür
vicdanlı, çağdaş görüşlü insan, yetiştirme ereği Anayasa'nın 42. ve 130.
maddeleriyle de doğrulanmaktadır.
Çağdaş bir görünüm taşımayan başörtüsü ve onunla birlikte
kullanılan belli biçimdeki giysi, bir ayrıcalıktan ötede bir ayrım atacı
niteliğindedir. Şimdiye kadar başörtüsü kullanmadan yükseköğretim kurumlarını
bitirmiş bayanlarla şimdi yükseköğretim kurumlarında bulunan bayanları dine
karşı ya da dinsiz göstermek için kullanılma olasılığı da kaçınılmazdır.
Çağdışı bir görünüm veren bu durumun giderek yaygınlaşması Cumhuriyet, devrim
ve lâklik ilkesi yönünden sakıncalara da açıktır. Demokrasiden yararlanarak
lâikliğe karşı çıkışlar din özgürlüğünün kötüye kullanılmasıdır. Dinin
birleştiriciliğine, hoşgörüsüne, inandırarak benimsetme özenine aykırı yanlış
yorum ve değerlendirmelere dayalı bölücülükler, dinden soğutmaya neden olacak
tutumlardin saygısıyla da bağdaşmaz. Türk Devrimi temeline oturan ve bu yapıda
lâiklik ilkesine özel bir önem ve üstünlük tanıyan Anayasa, özgürlüklere karşın
lâiklik ilkesini özenle korumayı amaçlamış ve bu ilkenin özgürlüklere
kıydırılmasına olanak tanımamıştır.174. maddede korunan lâiklik ilkesiyle bu
madde kapsamındaki devrim yasalarının amaç, erek ve içeriklerinin öngördüğü
nitelikleri gözardı ederek dinsel inanç gereğine dayalı bir düzenleme getiren
dava konusu kural, Anayasa'nın 174. maddesine de aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle incelenen madde İPTAL edilmelidir. Mehmet
ÇINARLI bu görüşe katılmamıştır.
V- SONUÇ:
10.12.1988 günlü, 3511 sayılı "2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun 44 üncü Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Ek ve Dört Geçici
Madde Eklenmesine Dair Kanun"un 2. maddesiyle 4.11.1981 günlü, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'na eklenen "Ek Madde 16"nın Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve İPTALİNE, Mehmet ÇINARLI'nın karşıoyu ve oyçokluğuyla,
7.3.1989 gününde karar verildi.
Başkan
Mahmut
C. CUHRUK
|
Başkanvekili
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Üye
Necdet
DARICIOGLU
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Servet
TUZUN
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
İhsan
PEKEL
|
Üye
Selçuk
TUZUN
|
Üye
Ahmet
N. SEZER
|
Üye
Erol
CANSEL
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
4 Kasım 1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na 10
Aralık 1988 tarihli ve 3511 sayılı Kanunla eklenen Ek 16. maddede aynen şöyle
denilmektedir: "Yükseköğretim Kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik,
poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet vegörünümde bulunmak zorunludur. Dinî
inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması
serbesttir."
Bu ek maddenin Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2., 10., 24. ve
174. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenmiştir.
İptal isteminin gerekçeleri, ek maddenin birinci cümlesiyle
getirilen "çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak" mecburiyeti ile
değil; ikinci cümlesinde geçen "Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların
örtü veya türbanla kapatılması"nın serbest bırakılmasıyla ilgilidir.
BirKanun hükmünün Anayasa'nın Başlangıç kısmına aykırı olup
olmadığına karar vermek için, o Başlangıçsın bir ibaresine veya bir iki
cümlesine takılıp kalınmadan tümüyle dikkate alınması ve Anayasa'nın Başlangıç
dışındaki esas hükümlerinin de özellikle gözönünde tutulması gerekir.
Anayasa'nın Başlangıç'ını tümüyle incelediğimiz zaman, orada
konumuzla ilgili olarak:
"- Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız
şartız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmağa yetkili
kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
- Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve
manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği
ve lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet işleri ve
politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı;hususlarının yer aldığını görürüz.
Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtüyle kapatılmasını
serbest bırakmanın Anayasa'nın Başlangıcında yer alan "hürriyetçi
demokrasi"nin icaplarından biri olduğu şüphe götürmez. Ninelerimiz,
annelerimiz asırlardan beri başörtüsü kullandıklarına göre, bu örtüyü serbest
bırakmak, yine Başlangıçta yer alan "Türklüğün tarihî ve manevî
değerleri"ne de uygun düşer.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin "insan
haklarına saygılı" olacağı yazılıdır. Devletin temel amaç ve görevlerinden
bahseden 5. maddesinde, "kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak" da temelamaç ve
görevler arasında sayılmıştır.
Yine Anayasa'nın 12. maddesinde "Herkes, kişiliğine bağlı,
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir"
denilmektedir.
Bütün bu hükümlerde kişinin hak ve hürriyetleri esas alınmıştır.
Bu hürriyetleri kişinin istediği şekilde kullanması kaide, bu hürriyetlerin
bazı zaruretlerle sınırlandırılması istisnadır. Bu sınırlandırmaların ne
sebeple ve nasıl yapılabileceğini de Anayasa'nın 13. maddesi göstermiştir. Bu
maddede: "Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu
düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın
korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel
sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak sınırlanabilir"
denilmektedir.
Bu maddede sayılan sınırlama sebeplerinin hiçbirisi dinî inanç
dolayısıyla boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılmasını yasaklamaya
dayanak olamayacağı gibi, Anayasa'nın öteki maddelerinde de Kanun Koyucuyu
böyle bir yasak getirmeye mecbur edecek bir hüküm yoktur. Aslında, yukarıda
alınan Anayasa hükmünün "sınırlanabilir" kelimesiyle bitmesinden,
Kanun Koyucuya bu konuda takdir hakkı tanındığı; yani, temel hakve
hürriyetlerde kullanmanın esas olduğu, fakat maddede zikredilen sebeplerin
bulunması halinde Kanun Koyucu'nun "Anayasa'nın özüne ve sözüne uygun
olarak" bu kullanmaya bir sınırlama getirebileceği anlaşılmaktadır.
Anayasa'nın konumuzla yakından ilgili olan 24. maddesinde ise:
"Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibâdet, dinî
âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz" denilmektedir.
Dinî inanç ve kanaat hürriyeti" kişinin mensup olduğu dinin
emrettiğine inandığı bir başörtüsü veya türban kullanarak saçlarını ve boynunu
kapatmasına da izin verilmesini gerektirir. Anayasa'ya aykırı olan bu
"kapatma". hakkını tanımak değil; başörtüsü veya türban kullanan
öğrencileri hor görmek, tedirgin etmek, derse veya sınava sokmamaktır. Çünkü,
Anayasa "Kimse ..... dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz"
demektedir.
Anayasa'nın 24 üncü maddesinde din ve vicdan hürriyetinin,
tanınamayacağı haller için kendisine atıfta bulunulan 14 üncü maddesi,
"Temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması"ndan bahsetmektedir.
Hangi hallerde kötüye kullanmanın var sayılabileceği madde metninde
sıralanmıştır. Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetler "Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin
varlığım tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir
kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal
sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımı
yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir
devlet düzenini kurmak amacıyla" kullanılırsa kötüye kullanmanın varlığını
kabul etmek gerekecektir. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların kapatılmasını
14. maddede sayılan kötü amaçlardan biriyle ilgili görmek imkânsızdır. Böyle
olunca, Kanun Koyucu'nun bu konuda yasaklamaya gitmeyip serbestlik tanımasının
Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmek de imkânsız olur.
Yeniden Anayasa'nın Başlangıç kısmına dönüp Atatürk ilke ve
inkılâpları ile lâiklik ilkesine de bir göz atalım: Atatürk ilke ve
inkılâplarını anlamak için tutulacak en doğru yol, Atatürk'ün söylediklerini ve
yaptıklarım incelemektir.
Atatürk kadının örtünmesi hususunda ne söylemiş ve ne yapmış'
Kitapları karıştırdığımız zaman, 1923 yılında söylediği şu sözlerle
karşılaşıyoruz: "icabı din olan tesettür, kısaca ifade etmek lâzım
gelirse, denebilir ki, kadınların külfetini mucip ve muhalifi adap olmayacak
şekli basitte olmalıdır. Şekli tesettür kadını hayatından, mevcudiyetinden
tecrit edecek bir şekilde olmamalıdır" (Atatürkçülük -Birinci Kitap-
Genelkurmay Başkanlığı, 1982, Sayfa: 126).
"Tesettürü şer'i kadınlar için mucibi müşkülat olmayacak,
kadınların hayatı içtimaiyede, hayatı iktisadiyede, hayatı maişette ve hayatı
ilimde erkeklerle teşriki faaliyet etmesine mâni bulunmayacak bir şekli
basittedir. Bu şekli basit heyeti içtimayemizin ahlâk ve adabına mugayir
değildir" (Aynı kitap, aynı sayfa).
Bu sözleri incelediğimiz zaman, örtünmeyi Atatürk'ün dinin gereği
olarak kabul ettiği; ancak, bunun kadını hayatından, varlığından
soyutlamayacak; içtimaî, iktisadî ve ilmî yaşayışta ve geçim temini konusunda
erkeklerle işbirliği yapmaktan alıkoymayacak basit bir şekilde olmasını
istediği anlaşılmaktadır.
Atatürk'ün yaptıklarına baktığımız zaman, O'nun kadın giyimiyle
ilgili hiçbir düzenlemeye, hiçbir yasaklamaya gitmediğini görürüz. Kendi eşinin
dahi başörtüsünü çıkarttırmamıştır.
Hal böyle iken, başörtüsü veya türban kullanmayı serbest
bırakmanın Atatürk'ün ilke ve inkılâpları ile medeniyetçiliğine ters düştüğünün
ileri sürülmesi yanlış olur.
Lâikliğe gelince: Anayasa'nın Başlangıç kısmında "... lâiklik
ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya
kesinlikle" karıştırılmayacağından bahsedilmekte; 24. maddesinin son
fıkrasında da: "Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî ve hukukî temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz" denilmektedir.
Din ve vicdanhürriyetinin gereği olarak boyun ve saçların örtü
veya türbanla kapatılmasının dinin Devlet işlerine karıştırılmasıyla bir ilgisi
yoktur. Giyim-kuşam bir Devlet işi değil, bir fert işidir. Zorunluluk
bulunmadıkça Devletin buna karışmaya hakkı yoktur. Başörtüsü veya türban kullanmayı
serbest bırakan kanun hükmüyle Devletin temel düzeninin din kurallarına
dayandırıldığı da ileri sürülemez. Başın örtülmesi veya açılması Devletin temel
düzeniyle değil, kişinin zevki ve inancıyla ilgilidir. Dava konusu kanunlabu
konuda kişiye serbestlik tanınmış olması Anayasa'nın lâiklik ilkesini ihlâl
etmez.
Dava dilekçesinde, boynu ve saçları örtü veya türbanla kapatma
hakkının yalnız bir dine mensup bayan öğrencilere, onun da çok azınlıkta
bulunan bir kesimine tanındığı, bunun da Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik
ilkesine aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararlarında belirtildiği gibi,
eşitlik ilkesi herkesin her yönden aynı kurallara tabi tutulması anlamında
değildir. Bir takım vatandaşların başka kurallara bağlanması haklı bir sebebe
dayandırılıyorsa, bu durum eşitlik ilkesini ihlâl etmez.
Dinî inançları sebebiyle boyunlarını ve başlarını örtmek zorunda
kalan yalnız müslüman bayan öğrenciler olduğundan, onların bu durumunun dikkate
alınmasında eşitlik ilkesine aykırılık yoktur. Erkek öğrenciler için böyle bir
problem söz konusu olmadığı gibi; başka dinlere mensup bayan öğrencilerin de
inançları gereği herhangi bir özel kıyafete bürün-dükleri görülmemiştir.
Kıyafetleri sebebiyle kendilerinegüçlük çıkarılan, derslere, sınavlara
sokulmayan yalnızca saçlarını ve boyunlarını örten müslüman öğrencilerdir.
Kanun Koyucu'nun yalnız bu öğrencilerin haklarıyla ilgili bir tedbir almasında
eşitlik ilkesini bozmayacak haklı bir sebep vardır.
Kaldı ki, Kanunla getirilen serbestlik, dava dilekçesinde ileri
sürüldüğü gibi, müslüman öğrencilerin azınlıkta olan bir kesimi için değil,
hepsi için tanınmıştır. Hattâ, dinî inancı sebebiyle değil, zevk için türban
kullananlara da mani olunmak söz konusu değildir. Başörtüsü veya türban kullanan
öğrencilerin dinî inanç yönünden incelenip bir ayırıma tâbi tutulması
düşünülemez. Saçlarını ve boynunu isteyen açar, isteyen kapatır.
Öte yandan, dava konusu madde metninde, Yükseköğretim Kurumlarında
çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak mecburiyetinden, dinî inanç sebebiyle
boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbestliğinden bahsedilmekte;
bu konuda öğretim üyesi ve öğrenci ayırımı yapılmamaktadır. O halde, sözü geçen
madde hükmü kıyafet serbestliğini öğrencileretanıyıp öğretim üyelerine
yasaklıyor, bu yüzden Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırıdır denilemez.
Kaldı ki, madde, öğretim üyesi, öğrenci ayrımı bile yapsaydı; bu
iki zümre ayrı ayrı statülere tâbi bulunduklarından, haklarında ayrı ayrı hüküm
getirilmesi Anayasa'nın eşitlik ilkesine yine de aykırı düşmezdi.
Gelelim Anayasa'nın 174 üncü maddesine: Bu maddede hangi inkılâp
kanunlarının, Anayasa'nın kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan
hükümlerinin, Anayasa'ya aykırı olduğu şekilde anlaşılamayacağı ve
yorumlanamayacağı gösterilmiştir.
Bu maddede sayılan kanunlar arasında, kadın giyimiyle uzaktan,
yakından ilgili olan yoktur. Bu kadar ilgisiz metinlerin kıyas yoluyla kadın
giyimine de uygulanarak, türban veya başörtüsü yasağına dayanak gösterilmesi
hukuken mümkün olamaz. Atatürk isteseydi kadın giyimiyle ilgili de bir kanun
çıkarır, belki bu da Anayasa'nın kabul ettiği hürriyet rejimi karşısında
korunacak kanunlar arasına alınarak 174. madde metnine dahil edilirdi. Ama
böyle bir şey yapılmamıştır. Olmayan bir şey bir iptal hükmüne de gerekçe
olamaz.
Danıştay 8 inci Dairesi'nin dava dilekçesine alınan 13.12.1984
tarihli kararında "..... kendi toplumsal çevrelerinin baskısına veya
gelenek ve göreneklerine boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören bazı kızlarımızın
ve kadınlarımızın sırf lâik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir
devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını örttükleri
bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak
kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin Temel ilkelerine karşı bir dünya
görüşünün simgesi haline gelmektedir" deniliyor.
Bu karat da, başörtüsü konusunda, "gelenek ve
görenek"ten, "masum bir alışkanlık"taıı söz edilmiş, dinin
emirlerine, din ve vicdan hürriyetine hiç değinilmemiştir. Acaba, türban veya
başörtüsü kullanmakta ısrar eden bütün bayan öğrenciler lâik cumhuriyet
ilkelerine karşı çıkmak amacı mı güdüyorlar' Ben böyle bir şeye ihtimal
vermiyor, bayan öğrencilerin büyük bir kısmının siyasî amaçla değil, dinin
emirlerine uymak düşüncesiyle boyunlarını ve saçlarını örttüklerine inanıyorum.
Anayasa Mahkemesi'ndeki dava dosyasında, Diyanet işleri
Başkanlığı, Din işleri Yüksek Kurulu'nun 30.12.1980 tarihli ve 77 sayılı kararı
var. Bu kararda, "Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, vücutlarının
el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz
olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları, bazı çevrelerde sanıldığı
gibi belli bir zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir âdet veya işaret değil,
İslâm Dini'nin bir hükmüdür" denilmekte ve Kurul'u bu kanatta götüren
deliller gösterilmektedir.
Her ne kadar, Din isleri Yüksek Kurulu'nun Millî Eğitim
Bakanlığı'nın isteği üzerine bildirdiği bu görüş, İmam-Hatip liselerinde okuyan
kız öğrencilerin kıyafetleri ile ilgili ise de, varılan sonuç bütün
"müslüman hanımları" şümulü içine alacak bir genellik taşımaktadır.
O halde, Diyanet işleri Başkanlığı KuruluşveGörevleri
Hakkındaki 22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Kanun'un Din işleri Yüksek Kurulu
ile ilgili 5. maddesinin (c) bendiyle kendisine "Din ile ilgili soruların
cevaplarım hazırlamak" görevi verilen bu Kurul'un verdiği mütalaayı
benimseyen bayan öğrencilerin, dinî inançları sebebiyle değil, siyasî amaçla
başlarını örttüklerini ileri sürmek yanlış olur.
Bugibi inanç sahiplerinin arasına siyasî amaç, taşıyanların,
yabancı telkinlere uyanların, lâik Cumhuriyet rejimini devirmek isteyenlerin
katılmadıklarını, katılmayacaklarını ileri sürecek değilim. Ama, böyle bir
durum, inanç sahiplerinin inançlarına göre giyinmelerini engellemenin gerekçesi
yapılmamalı, kurular yanında yaşlar da yakılmamalıdır.
Üstelik, böyle bir engelleme, rejimin korunması açısından da doğru
sayılamaz. Dinî inançlara konan engel ve yasaklar, samimî inanç sahiplerinden
bir kısmını -ister istemez- kötü niyetlilerin saflarına kaydıracak; kötü
niyetlilerin eline önemli bir koz verecektir.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, "Dinî inanç sebebiyle boyun
ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir" şeklindeki Kanun
hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığını düşündüğümden, bu hükmün yer aldığı Ek.
16. maddenin iptali yolundaki çoğunluk kararına katılmıyorum.