"...
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ :
İtiraz yoluna başvuran mahkemenin 15.10.1987 günlü, 1987/24 sayılı kararında Anayasa'ya aykırılık savının gerekçesi özetle şöyledir:
Bugüne kadar uygulamada, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun 4.5.1978 günlü, 4/5 sayılı kararı ile Yargıtay Dairelerinin kararlan gereğince ölü kişiye karşı dava açılamayacağından eldeki davanın reddine karar verilmelidir. 3402 sayılı Yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrası ise, dava sırasında, davalının davadan önce öldüğünün anlaşılması durumunda davaya mirasçıları aleyhine devam edileceğini öngörmektedir. Bu yeni kuralla ölü kişiye karşı dava açılabileceği kabul edilmiş olmaktadır. Ölü kişilere karşı dava açılması olanaksız bulunduğundan maddenin Anayasa'ya aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)'nun 38. maddesine göre davaya ehliyetin Medeni Yasa ile belirleneceği, medeni hakları kullanma ehliyetinin yaşı ve temyiz kudretini içerdiği, gerçek kişilerin varlığının bu kurallar dışında tutulamayacağı, yine Medeni Yasa'nın 27. maddesi uyarınca kişiliğin, çocuğun doğduğu andan başlayıp ölümüyleson bulacağı, bu nedenle ölümle kişiliği son bulan bir kimsenin medeni hakları kullanmasından ve taraf olma ehliyetinden söz edilemeyeceği, bu yönün mahkemelerce kendiliğinden gözönünde tutulacağı açıklanmaktadır. HUMK'nun 83 - 90. maddelerindeki "ıslah"ancak, açılan davada taraflar ve dava konusu dışında kalan kimi işlemlerde uygulanmaktadır. Ölmüş bir kimse hakkında açılmış davada halefiyet yoluyla da olsa mirasçıların davalı olarak kabul edilmesi, davanın bu nedenle düzeltilmesi benimsenmemiştir. Bu durum, HUMK'nun 87. maddesinden de anlaşılmaktadır.
Ölen bir kimse hakkındaki dava dilekçesinde davalının kimliğinin gösterilmemiş, davalı yerinin boş bırakılmış olduğu kabul edilemez. Dava dilekçesinde bulunması gerekli hususlar HUMK'nun 179. maddesiyle 7201 sayılı Tebligat Yasası'nda gösterilmiştir. Gerek Medeni Yasa, gerekse Usûl Yasası kuralları, dava açıldığı zaman yaşayan taraflarla ilgili düzenlemeleri öngörmektedir. Ölmüş ya da bilinmeyen kimseler hakkında açılan davalar için hükümler getirilmemiştir.Ölen bir kimseye karşı açılan davaya bakılması, davacının isteğiyle mirasçıların, davalı olarak duruşmaya çağrılmaları ya da ıslah yoluyla davalı sayılmaları yasalarımız yönünden olanaksız bulunduğundan mirasçılara karşı ayrı bir dava açılması zorunludur. Hak arayandavacının, davalı olarak gösterdiği kimsenin yaşayıp yaşamadığını özenle araştırması gerekir.
HUMK'nun öngördüğü ilkeler, davanın yanlarıyla ilgili ehliyet, izleme yetkisi ve sıfat konuları incelendiğinde gerçek ve tüzel kişilerin varlığının amaçlandığı, gerçek kişinin yaşadığı sürece taraf ehliyetini taşıdığı, ölen kişiye karşı dava açılamayacağı, açılmış olsa da mirasçılarına karşı yürütülemeyeceği ortaya çıkmaktadır. Islah yoluyla bile mirasçılara karşı davanın sürdürülemeyeceği, husumet yönünden davanın reddedilmesi gerektiği görüşü Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 10.5.1968 günlü, 1846/2796 sayılı kararıyla benimsenmiştir. Taraf ehliyeti bulunmayan kişi hakkında dava açılıp, karar verilemeyeceği için, ölü kişiye karşı açılmış ve bu durum mahkemece bilinmeden karar verilmiş ise mahkemenin hükmü geçersizdir, "yok" sayılır. 3402 sayılı Yasanın ölü kişiye karşı dava açılabileceğine ilişkin kuralının gerekçesi yoktur. Yalnız Türkiye'de değil tüm dünya devletlerinde ölümle kişiliğinin sona erdiği kabul olunmuştur. Sadece 3402 sayılı Yasada bulunan hüküm öbür yasalara ve Anayasa'ya aykırı olduğu gibi mantık kurallarına ve yargı kararlarına da aykırıdır. Anayasa'nın 2., 10., 11. maddeleriyle hep gerçek ve tüzelkişilerden söz eden 35. ve 36. maddeleri gözetilirse, ölü kişilere karşı dava açılamayacağı sonucuna varılır. Kadastro davalarında tanınan olanak, öbür hukuk davalarında kabul edilmemiştir. Şimdiye kadar tapulama davalarında da ölü kişilere karşı dava açılamayacağından, getirilen yeni uygulama yurttaşlar arasında eşitsizlik yaratacaktır. Mirasçılara karşı davanın yürütülmesi davalıyı değiştirecektir. Oysa diğer usul kurallarına göre taraf değiştirilemez. Bu durumda husumetin yanlış tevcihi nedeniyle davanın reddi zorunludur. Mahkeme olarak ölenin mirasçılarını arayıp bulmak, onlara çağrı kâğıdı çıkarmak yukarıda belirtilen yasalara, yargı kararlarına göre olanaksızdır. 3402 sayılı Yasa çıkarılırken uygulamalarla ilgili yasaların dikkate alınmadığı açıktır. Ülkemizde yeterli bir kadastro ve tapulamayasası çıkarılamamıştır. Koşullar gözetilmeden ivedilikle yasalar yürürlüğe konulmakta, uygulamada gerçekleştirilmesi olanaksız bu yasalar değiştirilmekte, bu yüzden kadastro çalışmaları ağır yürümekte, mahkemelerdeki davalar da uzamaktadır. Yasalar hazırlanırken eşitlik ilkesi gözönünde bulundurulmalı, belirli kişilerin yararlanacağı ve toplum yararına aykırı düşecek yasalar çıkarılmamalıdır. Bu nedenlerle 3402 sayılı Yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrasının son tümcesinde yer alan "Dava sırasında, davalının davadan önce öldüğünün anlaşılması halinde davaya mirasçıları aleyhine devam edilir" hükmü Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 10., 11., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır."
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1987/30
Karar Sayısı : 1988/5
Karar Günü : 15.3.1988
R.G. Tarih-Sayı :28.07.1988-19882
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Tokat Kadastro Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU : 21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Ka-nunu'nun 29. maddesinin ikinci fıkrasının son tümcesindeki "Dava sırasında, davalının davadan önce öldüğünün anlaşılması halinde davaya mirasçıları aleyhine devam edilir" kuralının Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile 2., 10., 11., 35. ve 36. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali işlemidir.
I- OLAY :
Davalı adına tesbitini iptaliyle taşınmazın Hazine adına tescili istemiyle Tapulama Mahkemesinde açılan davada, davalıya çıkarılan çağrı kâğıdı ölümü nedeniyle tebliğ edilememiş, nüfus kaydının incelenmesinde davalının davadan önce öldüğü saptanmış, böylece ölü kişiye karşı dava açıldığı anlaşılmıştır. 3402 sayılı Yasanın 29. maddesiyle tapulama davalarında mirasçılara tebligat yapılarak davanın sürdürülmesi olanağı getirildiğinden, 766 sayılı Tapulama Yasası döneminde süresi içinde açılan dava, 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesiyle Kadastro Mahkemesi'ne devredilmiş ve Geçici 1. madde uyarınca yeni kurallar uygulandığından mirasçılara karşı davayı yürütmek gerekmiştir.Mahkeme, bu aşamada Anayasa'ya aykırılık kanısına vararak belirtilen kuralın iptali istemiyle başvurmuştur.
III- METİNLER :
A) İptali istenen 3402 sayılı Yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrasının son tümcesi, kararın "itiraz konusu" ve "itiraz eden mahkemenin gerekçesi" bölümlerinde gösterilmiştir.
B) İlgili olarak Medeni Yasa'nın 27. maddesi HUMK'nun "ıslah" kurumuna ilişkin 83.-90. ve dava dilekçelerinin düzenini belirleyen 179. maddelerine, ayrıca 7201 sayılı Tebligat Yasası'na değinilmiştir.
C) Dayanılan Anayasa kuralları, Anayasa'nın Başlangıç kısmı ile, "Cumhuriyetin nitelikleri" başlıklı 2., "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10., "Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü" başlıklı 11., "Mülkiyet hakkı" başlıklı 35. ve "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddeleridir.
IV- İLK İNCELEME :
Onanlı örneklerin gönderilmesi için dosyanın itiraz eden mahkemeye geri çevrilmesinden sonra eksikliğin giderilmesi üzerine Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 8. maddesi uyarınca Orhan ONAR, Mahmut C. CUHRUK, Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Yekta Güngör ÖZDEN, Muammer TURAN, Mehmet ÇINARLI, Selâhattin METİN, Servet TÜZÜN, Mustafa ŞAHİN ve Adnan KÜKNER'in katılmalarıyla 24.11.1987 de yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, itirazcı mahkemenin başvuru kararıyla ekleri, iptali istenen yasanın, ilgili yasanın kurallarıyla dayanılan Anayasa kuralları ve bunlara ilişkin gerekçeler, öbür yasama belgeleri okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
İtiraz eden mahkemenin iptalini istediği kural, Kadastro Mahkemelerinde yapılan yargılamalar sırasında, davalının davadan önce öldüğünün anlaşılması durumunda, davanın, ölenin (murisin) mirasçılarına karşı yürütülmesi olanağını vermektedir. Yargılama usulüne yenilik getiren bu düzenleme, dava koşullarından "taraf ehliyeti"ne ilişkin olup bir tür "ıslah" işlemine geçerlik tanımaktadır. Tapulama (kadastro) davalarında mirasçıların "davalı" sıfatıyla davaya katılmaları, davanın bu yeni davalılara karşı yürütülüp sonuçlandırılması sağlanmış olmaktadır. Daha önce, 28.6.1966 günlü, 766 sayılı Tapulama Kanunu'nun 58. maddesi, yasada açıklık bulunmayan konularda HUMK'-nun sözlü yargılama usulüne ilişkin kurallarına yollama yaptığından, ölüm davadan önce olmuşsa ölenin mirasçılarına karşı davanın yürütülmesine olanak vermiyordu. Bu hususa ilişkin HUMK'nun tarafların ehliyetini düzenleyen 38. maddesi"Davaya ehliyetin Medeni Kanun hükümlerine göre tayin olunacak esası benimsenmiştir." açıklığıyla "Taraf ehliyeti" ve "Dava ehliyeti" kurumlarını kapsayan "Ehliyet" kavramına yer vermektedir. Öğretide ve uygulamada birleşildiği üzere dava ehliyeti, gerçekve tüzel kişilerin medeni hakları kullanma yeterliğinin usul hukukunda somutlaşması, biçime dönüşmesidir. Taraf ehliyeti, davada bir yan olmak yeterliğini anlatır ve medeni haklardan yararlanma yeterliğinin usul hukukunda biçimlenişidir. İtiraz konusu kural, "Taraf ehliyeti"ne ilişkin bulunmaktadır. Temel ilkeleri içeren Medeni Yasa, medeni haklardan yararlanma yeterliği bulunan her gerçek ve tüzel kişinin davada taraf olabileceğini öngörmektedir. Salt doğumla başlayıp ölümle sona eren ehliyet olgusu (MedeniYasa Mad. 27), gözetildiğinde ölmüş bir kişinin taraf olma ehliyetinden ve ölene karşı dava açılması olanağından söz edilemez. HUMK.'nda, dava sırasında, davalının, davadan önce öldüğünün anlaşılması durumunda ne gibi işlem yapılacağını gösteren bir açıklık yoksa da 41. maddesinde, dava sırasında yanlardan birinin ölmesi durumunda yapılacak işlemlerin neler olduğu belirtilmiştir. Yalnızca ortaklığın giderilmesi davalarında, yaşayan davalılar arasında önceden ölen bir davalı gösterilmişse onun mirasçılarının saptanarak davanın onlara karşı yürütülmesi biçimindeki uygulama, şimdi itiraz konusu yapılan kuralla tapulama davaları için de geçerli olmuştur. Tapulama davaları, tapulama İşlemlerinden doğan, kadastro mahkemelerinde görülen, kendine özgü dava türlerinden olduğundan genel davalara ilişkin yargılama usulü dışında tutulmuşlardır. Devletçe yürütülen, ülkedeki tüm taşınmaz malları, kadastral ve topografik haritalara dayalı olarak hukuksal durumların; da ortaya koymak yoluyla, arazi üzerinde belirleyerek Medeni Yasa'nın öngördüğü tapu sicilini gerçekleştirmeyi amaçlayan tapulama işlemleri, devletçe yürütülmesi zorunlu bir kamu hizmetidir. Kamu yararının ağırlık taşıdığı bu işlemler, kadastronun öncelikle bitirilmesine yöneliktir. Bu konudaki çalışmalarda ortaya çıkan sorunların, uyuşmazlıkların çözümü için özel yargı yerleri kurulması, özel yargılama usulünü de gerektirmektedir. Bir tür "tasfiye" niteliğinde olan tapulama çalışmaları, genel hükümlerden ayrık olarak taşınmazların mülkiyetinin saptanmasından sicilin kurulmasına kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Taşınmazın bulunduğu yerde çalışan tapulama ekiplerince yürütülen tapulama işlemleri, yasada belirtilen biçimde tapu, vergi ve öbür kayıtlarla belgelerin teknisyenler eliyle uygulanıp yerel bilirkişilerden, muhtarın bilgilerinden, bilgisi olanlardan yararlanarak varılan sonucun, taşınmazın sınırlandırıldığı, hak sahiplerinin gösterildiği tutanağa geçirilmesidir. Bu tutanağın düzenlenerek askı (ilân) işlemlerinin yerine getirilmesinden sonraki 30 günlüksüre içinde Kadastro Mahkemelerinin görevi başlar. Gıyap kurallarının uygulanmadığı, yanlardan hiçbirinin gelmemesi durumunda bile dava dosyasının işlemden kaldırılmadığı, belli miktarı aşan taşınmazların saptanması dışında her tür kanıtla hüküm verilen bumahkemelerin görev alanlarının belli zamanla sınırlı olduğu, davada yan olmayan kişi lehine de karar verildiği, vekâlet konusunda da genel mahkemelerden ayrık uygulama yapıldığı, mirasçıları belli olmayan taşınmazın ölü olduğu belirtilmek suretiyle kayıtsahibi adına tescil yöntemini ve bu tür saptamalara karşı ölünün adı açıklanarak "...mirasçıları" demek suretiyle ad ve adresleri bilinmeyen mirasçılara karşı dava açılmasının kabul edildiği gözetilirse, özgün usul kurallarının uygulandığı daha açık biçimdebelirir. Genel uygulama karşısında özellik gösteren bu ayrık kuralların Ana yasa'ya aykırı olup olmadığı savına gelince :
1 - Anayasa'nın Başlangıç Kısmındaki İlkeler Yönünden İnceleme :
İtiraz eden mahkeme, itiraz konusu kuralın Başlangıçtaki ilkelere aykırı olduğunu ileri sürerken hangi ilkeye, hangi nedenle aykırı olduğunu belirtmemiştir. İtiraz konusu kural, bağsız-koşulsuz, her durumda ölülere karşı dava açılması olanağını getirmemiş, taraf ehliyeti kalmayanlara karşı açılmış davaların geçerli sayılarak yürütülüp sonuçlandırılacağı yolunda bir sistem kabul etmemiştir. Belli koşullarda ve maddî hatâ sonucu yapılan yanlışlığın düzeltilmesi yoluyla davayı sürdürme usulünü benimsemiş, bu düzeltme ile davadan önce ölen davalının mirasçılarına karşı, davanınyürütülüp sonuçlandırılmasını öngörmüştür. Böylece, davacının bilmeden yaptığı bir yanlışlık giderilmiş olmaktadır. Kadastro tutanaklarıyla komisyon kararlarındaki bilgilere dayanarak, bu belgelerdeki "sağ" kaydına bağlı olarak davasını açan davacının elinde olmayan yanlışlıktan sorumlu tutulması ve zarar görmesi önlenmiştir. Ölüm durumunun saptanmasıyla davanın durdurularak yeni davalılara karşı yürütülme olanağının yaratılmasının, dava ekonomisi yönünden yararlı olduğu da kuşkusuzdur. Böyle bir uygulamanın Başlangıç'taki ilkelere aykırı olması söz konusu olamaz.
2- Anayasa'nın 2. Maddesi Yönünden İnceleme :
İtiraz eden mahkeme, bu maddeye ilişkin olarak yine açık bir görüş bildirmemiş, Medeni Yasa ve HUMK'ndaki ilgili kurallarla çatıştığından Anayasa'daki hukuk devleti niteliğine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi'nin birçok kararında tanımlanan hukuk devleti niteliğiyle, yargılamaya hız kazandırmaya yönelik itiraz konusu kuralın çatıştığı savı yerinde görülmemiştir. Yasakoyucu, Anayasa'nın142. maddesinin kendisine tanıdığı yetki sınırları içinde düzenleme yaparak yararlı bir usulü seçmiştir. Bir kimsenin ölü olduğunu bildiği kişiye karşı dava açması düşünülemeyeceği gibi kaybedileceği önceden belli bir davayı da mahkemeye getiremez. Resmibelgelere dayanılarak yanlışlıkla açılmış bir davanın düzeltilmesi yolu, hukuk içinde adalet duygusunu güçlendiren usul yeniliğidir. Başka yasalara uymadığı için bir yasanın Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülemez. Yasa, yasa ile değil Anayasa ile karşılaştırılır. İtirazın, aykırılık nedeni ve gerekçesi bu madde için yeterli bulunmadığı gibi Anayasa'nın 2. maddesindeki nitelik ve ilkelerle çatışan, bunlara karşı, bunlara aykırı bir yön, anlam ve içerik de saptanamamıştır. Yasalara ve Yargıtay kararlarınaters düşme durumu, Anayasa'ya aykırılık nedeni de sayılamaz. İtiraz konusu kuralın Anayasa ilkelerine ve bu ilkelerin dayandığı, üstün, genel hukuk kurallarına uygun olup olmadığı araştırılarak aykırılık savı değerlendirilir. İlgili Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı da, çelişmeye değil yasalarda böyle bir yönteme yer verilmemeye dayalıdır. Yasa, Anayasa'ya aykırı düşmeyen bir yönteme yer verirse bunun aykırılık oluşturduğu düşünülemez. Kaldıki yeni düzenleme, Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasında yeralan "Davanın en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması" görevine etkili bir katkıdır. Bu nedenlerle aykırılık savı yerinde bulunmamıştır.
3- Anayasa'nın 10. Maddesi Yönünden İnceleme :
İtiraz eden mahkeme bu konuda da nedenini açıklamadan, Kadastro Mahkemelerinde kabul edilen usulün öbür mahkemelerde kabul edilmemesinin eşitlik ilkesine aykırı bulunduğunu ileri sürmüştür. Eşitlik, her yönüyle aynı hukuksal durumda olanlar arasında söz konusu olan bir ilkedir. Ayrı durumda olanlara ayrı uygulama, eşitlik ilkesine aykırı değildir. Bir yasa, içerdiği konunun niteliği bakımından kimi özel koşullar koyup ayırımlar, haklı nedenlerle ayrı kurallara bağlı düzenlemeler yapabilir. Konunun önemi ve özelliği gereği, özel mahkemeler kurup özel usul uygulanmasını yasa koyucuyu kabul edebilir. Kadastro Mahkemelerindeki yargılama usulünün hukuk mahkemelerindekinin tıpkısı olması gerekmez ve istenemez. İtiraz konusu kuralın öbür yasalarda yer almaması ve her mahkemede uygulanmaması eşitlik ilkesine ters düşmemekte ve bu nedenle Anayasa'nın 10. maddesine aykırılık oluşturmamaktadır.
4- Anayasa'nın 11. Maddesi Yönünden İnceleme :
İtiraz konusu kuralın, Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğüne aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Sözü edilen kuralın herhangi bir Anayasa maddesine aykırı olduğu saptanmadıkça, onu yürürlükte tutmanın 11. maddeye aykırılık oluşturduğu ileri sürülemez. Hukuk devleti niteliğiyle uyum içinde bulunan, öbür Anayasa maddelerine ters düşmeyen bir yasa kuralının Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülemez.
5- Anayasa'nın 35. Maddesi Yönünden İnceleme :
İtiraz konusu kuralın, mülkiyet hakkını güvenceye bağlayan Anayasa'nın 35. maddesiyle bir ilgisi görülmemiştir.
6- Anayasa'nın 36. Maddesi Yönünden İnceleme :
İtiraz konusu kuralın, Anayasa'nın 36. maddesinde yer alan "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir" hükmüne aykırı olduğunu doğrulayacak herhangi bir yönü yoktur. Düzenlemenin,tapulama davalarında, bir kimsenin davacı ya da davalı olmasını, bu sıfatlarla savlar ileri sürüp savunmalarda bulunmasını önlemesi düşünülemez. Konunun geçerli araç ve yollarla, mahkemelerin görev ve yetkileri içindeki davalara bakmamasıyla da bir ilgisigörülmemiştir.
Bu nedenlerle itiraz reddedilmelidir.
VI- SONUÇ :
21.6.1987 günlü, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 29. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan itiraz konusu "Dava sırasında, davalının davadan önce öldüğünün anlaşılması halinde davaya mirasçıları aleyhine devam edilir" kuralının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
15.3.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan
Mahmut C. CUHRUK
Başkanvekili
Yekta Güngör ÖZDEN
Üye
Necdet DARICIOĞLU
Yılmaz ALİEFENDİOĞLU
Muammer TURAN
Mehmet ÇINARLI
Selahattin METİN
Servet TÜZÜN
Mustafa ŞAHİN
Adnan KÜKNER
Vural Fuat SAVAŞ