ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1985/11
Karar Sayısı: 1986/29
Karar Günü : 11.12.1986
R.G. Tarih-Sayı :18.04.1987-19435
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisinin 90 üyesi.
İPTAL DAVASININ KONUSU : 9.5.1986 günlü, 18749 Sayılı Resmî Gazete'de
yayımlanan 35.1986 günlü, 3194 Sayılı "İmar Kanunu"nun 8., 21., 22.,
24., 25., 26., 27., 44., 46., 47., 48. maddeleri ile Geçici 5. ve 7.
maddelerinin Anayasanın kimi maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline karar
verilmesi istemidir.
II- YASA METİNLERİ :
A- İptali istenen yasa kuralları :
351985 günlü, 3194 sayılı Kanunun 8., 21., 22., 24., 25., 26.,
27., 44., 46., 47., 48. maddeleri ve Geçici 5. ve 7. maddeleri şöyledir :
"Madde 8- Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında
aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
a) Bölge planları; sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini,
yerleşmelerin gelişme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt
yapıların dağılımını belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli
gördüğü hallerde Devlet Planlama Teşkilâtı yapar veya yaptırır.
b) İmar planları; Nâzım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından
meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına
uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama
imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye Meclisince
onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye
başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde bir ay süre ile ilan edilir. Bir
aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca
belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün
içinde inceleyerek kesin kararabağlar.
Belediye ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar
valilik veya ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü
takdirde onaylanarak yürürlüğe girer. Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit
edilen ilan yerinde bir ay süre ile ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde
planlara itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve
planlan onbeş gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki
usullere tabidir.
Kesinleşen imar planlarının bir kopyası Bakanlığa gönderilir.
İmar planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin
görevidir. Belediye Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya
bir kısmını kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek
ücret karşılığında isteyenlere verir"
"Madde 21- Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26
ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden veya yeminli
serbest mimarlık ve mühendislik bürolarından yapı ruhsatiyesi alınması
mecburidir.
Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da
yeniden ruhsat alınmasına bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı
artmıyorsa ve nitelik değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi
olmaz.
Ancak; derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama,
döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı
onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin
hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde
belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata
tabi değildir.
Belediyeler veya valilikler mahallin veya çevrenin özelliklerine
göre yapılar arasında uyum sağlamak, güzel bir görünüm elde etmek amacıyla dış
cephe boya ve kaplamaları ile çatının malzemesini ve rengini tayin etmeye
yetkilidir. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan yapılar da bu
hükme tabidir"
"Madde 22- Yapı ruhsatiyesi almak için belediye, valilik veya
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına yapı sahipleri veya kanuni
vekillerince dilekçe ile müracaat edilir. Dilekçeye sadece; tapu (istisnai
hallerde tapu senedi yerine geçecek belge), mimarî proje, statik proje,
elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa, ebatlı
kroki eklenmesi gereklidir.
Belediyeler veya valiliklerce veya yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik bürolarınca ruhsat ve ekleri incelenerek eksik ve yanlış
bulunmuyorsa müracaat tarihinden itibaren en geç otuz gün içinde yapı
ruhsatiyesi verilir.
Eksik veya yanlış olduğu takdirde; müracaat tarihinden itibaren
onbeş gün içinde müracaatçıya ilgili bütün eksik ve yanlışları yazı ile
bildirilir. Eksik ve yanlışlar giderildikten sonra yapılacak müracaattan
itibaren en geç onbeş gün içinde yapı ruhsatiyesi verilir"
"Madde 24- Bu Kanunun dördüncü bölümünde öngörülen yapı
ruhsatiyesi ile ilgili görevler, gerektiğinde Bakanlıkça belirlenecek
belediyelerde ve illerde, belediye ve valiliklerin yanısıra yürütmek üzere
kurulacak yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına verilir.
Yeminli serbest mimarlık ve mühendislik büroları en az oniki
yıllık fiili meslek tecrübesi olan inşaat mühendisi ve mimarlar tarafından
kurulabilir.
Nüfus ve iş yoğunluğunun fazla olduğu il ve ilçelerde birden çok
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürosu kurulması Bakanlığın müsaadesine
bağlıdır.
Bir ilçede, iş azlığı sebebiyle yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik bürosu kurulamadığı veya kurulmuş büro kapandığı takdirde, çevre
ilçelerden bir yetkili büro, Bakanlıkça görevlendirilebilir.
Yeminli serbest, mimarlık ve mühendislik bürolarına inşaatın
durdurulması veya yıktırılması görevleri verilemez. Bu bürolar ve görevlileri
imar planı ve proje hazırlayamazlar. Fennî sorumluluk üstlenemezler, müşavirlik
ve müteahhitlik yapamazlar.
Bu Kanunda yetki ve görev verilen yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik büroları elemanları, bu görevlerini ifa ederken Devlet memuru
sayılırlar. İşledikleri suçlar dolayısıyla Devlet memuru gibi
cezalandırılırlar. Ayrıca bu suçları işleyen büro sahibinin ise büroları
kapatılır; bir daha büro açamazlar. Suçu işleyen büroda çalışan görevliler ise;
bunlar bu çeşit bürolarda bir daha görev alamazlar.
Yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarının görev
sürelerinin tespiti ve denetimi Bakanlığa aittir"
"Madde 25- Yeminli serbest mimarlık ve mühendislik büroları 4
sınıfa ayrılır.
Birinci, ikinci ve üçüncü sınıf yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik büroları, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin mütalaası
alınarak Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca, dördüncü sınıf yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik büroları Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca resen
sınıflandırılır.
Bu sınıflandırmada, her büronun yetki çevresi içindeki nüfus
yoğunluğu ile işin teknik niteliği esas tutulur.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı her iki yılda bir büroların
durumunu inceleyerek, yeniden yapacağı sınıflandırmayı Resmî Gazete ile ilan
eder.
Yeni sınıflandırma ilan oluncaya kadar, eski sınıflandırmaya göre
uygulama yapılır"
"Madde 26- Kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılacak veya
yaptırılacak yapılara, imar planlarında o maksada tahsis edilmiş olmak, plan ve
mevzuata aykırı olmamak üzere mimarî, statik, tesisat ve her türlü fennî
mesuliyeti bu kamu kurum ve kuruluşlarınca üstlenilmesi ve mülkiyetin belgelenmesi
kaydıyla avan projeye göre ruhsat verilir.
Devletin güvenlik ve emniyeti ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin
harekât ve savunması bakımından gizlilik arzeden yapılara; belediyeden alınan
imar durumuna, kat nizamı, cephe hattı, inşaat derinliği ve toplam inşaat
metrekaresine uyularak projelerinin kurumlarınca tasdik edildiği, statik ve
tesisat sorumluluğunun kurumlarına ait olduğunun ilgili belediyesine veya
valiliklere yazı ile bildirildiği takdirde, 22 nci maddede sayılan belgeler
aranmadan yapı ruhsatı verilir.
Her türlü sanayi kuruluşuna; varsa bölge planı ve imar planına
göre, planı olmayan yerlerde ise, valilikçe verilen ön izinden sonra avan
projesine göre belgeleri incelenerek belediye, valilikler veya yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik bürolarınca ruhsat verilir"
"Madde 27- İmar planına göre toplam inşaat alanı, bodrum kat
hariç 1000 metrekare, saçak yüksekliği 650 metre ve bir bodrum ile iki katı
aşmayan binalarda; belediye veya valilikler veya yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik bürolarından ruhsat alınması mecburiyeti yoktur. Yapı sahibi
inşaata başladığını ilgili daireye bir dilekçe ile bildirir. Bu dilekçede proje
ve eklerine uygun bina yapılacağını ve fennî mesuliyetin tekeffül edilmiş
olduğunu belirtmek ve harç ile vergileri yatırmış bulunduğunu gösterir
belgeleri aynı dilekçeye eklemek zorundadır. Ayrıca dilekçeye inşaatı yapılacak
binanın projesini ekler, belediye kendisine müracaat edildiğine dair bir belge
verir.
Ruhsata tabi olmama yapı sahibini ve fennî mesulünü imar planına
ve mevzuata aykırı yapı yapma mesuliyetinden ve mükellefiyetinden kurtarmaz.
Yapı, mevzuata ve plana aykırı yapıldığı takdirde belediye veya
valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir ve derhal mühürlenerek
durdurulur. Durdurma yapı tatil zaptının yapı yerine asılması ile yapı sahibine
tebliğ edilmiş sayılır. Bu tarihten itibaren yapı sahibi yapıyı onbeş gün
içinde mevzuata uygun hale getirmek zorundadır. Mevzuata uygun hale
getirilmediği veya mühürlenmiş inşaata devam edildiği takdirde belediye encümeni
veya belediye sınırları dışında il idare kurulu kararı ile yapının mevzuata
aykırı kısımları derhal yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.
Belediye ve mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde
sürekli oturanların köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda
yaptıracağı konut, hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve
iskân ruhsatı aranmaz. Ancak, yapının fen ve sağlık kurallarına uygun olması ve
muhtarlıktan izin alınması gerekir"
"Madde 44- I- a) Enerji, sulama, tabiî kaynaklar, ulaştırma
ve benzeri hizmetlerle ilgili tesisler ve müştemilatından hangileri için ruhsat
alınmayacağı,
b) İmar planlarında okul, cami, sağlık, spor, sosyal ve kültürel
tesisler ile kamu kuruluşlarının yapıları için ayrılacak yerler ve bu konu ile
ilgili diğer hususlar,
c)Arazi ve arsa düzenlemesinin uygulanma şekil ve şartları,
d)Ruhsata tabi olmayan yapılarda uyulacak esaslar,
e)Müteahhit sicillerinin şekil ve şartları,
f) İmar planı yapımı ve değişiklikleriyle ilgili kriterlerin
tespiti ve imarla ilgili diğer hususlar,
g) İmar planlarında parsel cepheleri tayin edilmeyen yerlerde
yapılacak ifrazların asgarî cephe genişlikleri ve büyüklükleri,
h) Yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarının teşkili, bu
bürolarda çalışacak personelin nitelikleri, hizmet karşılığı ücret tarifesi,
çalışma esasları ve diğer hususlar,
i) Yerleşme alanları ile ilgili genel esaslar,
j) Halihazır harita alımı ve imar planlarının yapımını
yükümlenecek müellif ve müellif kuruluşların ehliyet durumlarının yeniden
düzenlenmesine ait esaslar,
Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
II- 38 inci maddede sayılan sorumluların dışında kalan fen
adamlarının görev, yetki ve sorumlulukları Bakanlık ile Milli Eğitim Gençlik ve
Spor Bakanlığınca birlikte çıkarılacak yönetmelikte yetki sınırları dahilinde
tespit edilir.
III- Otopark ayrılması gereken bina ve tesisler ile diğer hususlar
Bakanlıkça çıkarılarak yönetmelikte tespit edilir.
Otopark yapılmasını gerektiren bina ve tesislerin neler olduğu,
otopark ihtiyacının miktar, ölçü ve diğer şartları ile bu ihtiyacın nasıl
tespit olunup giderileceği ise, bu yönetmelikte belirtilir"
"Madde 46- Bu Kanunla 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun 6 ncı
maddesine göre kurulan organlar kaldırılmıştır. Bu kuruluşların görev ve
sorumlulukları aşağıda belirtilen çerçeve dahilinde İstanbul Büyük Şehir ve
ilgili İlçe Belediye Başkanlıklarınca yürütülür.
Şöyle ki : 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun 2 nci maddesinde
belirlenen ve 2271983 onay tarihli plana göre Boğaziçi alanında gösterilen
"Boğaziçi Sahil Şeridi" ve "öngörünüm" bölgelerindeki
uygulamalar İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığınca, "geri
görünüm" ve "etkilenme" bölgelerindeki uygulamalar da ilgili
İlçe Belediye Başkanlıklarınca yapılır"
"Madde 47- 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun 3 üncü maddesinin
"f" ve "g" fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
f) Boğaziçi alanında mevcut planda nüfus ve yapı yoğunluğu
göz-önüne alınmak kaydı ile plan değişikliği yapılabilir.
g) Boğaziçi öngörünüm bölgesinde parsel büyüklüğü 5000 m2'den
az olmamak, ifraz işlemleri yapılmamak ve T.A.K.S. (Taban Alanı Kat Sayısı)
azami % 6 ve 2 katı (H = 650 m. irtifaı) geçmemek şartı ile "konut"
inşaatı yapılabilir. Blok adedi serbesttir.
Orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanlar da yukarıdaki esasa
tabidir. Yalnız bu alanların tabiî vasıflarının korunmalarına özen gösterilir.
Ancak, kat alanı ve irtifa ne olursa olsun İmar Kanununun ilgili
maddelerine göre yapı sahipleri ruhsat ve iskân alma mecburiyetinde olup, bu
işlemler yalnızca İstanbul Büyük Şehir Belediyesince avan ve tatbikat
projelerine göre yapılır"
"Madde 48- 2960 sayılı Boğaziçi Kanununun 10 uncu maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 10- "Geri görünüm" bölgesinde Taban Alan Kat
Sayısı (T.A.K.S.) azami % 15 ve 4 katı (H = 1250 m. irtifaı),
"Etkilenme" bölgesinde ise gene Taban Alanı Kat Sayısı (T.A.K.S.) %
15 ve 5 katı (H = 1550 m. irtifaı) geçmemek şartı ile konut yapılabilir. Daha
önce belediyeye bilâbedel terk edilmiş veya edilecek olan alanlar bu hesaba
dahil edilir. Hesabat brüt alan üzerinden yapılır. 11.1982 den sonra alınmış
"Yüksek Anıtlar Kurulunun" kararları ile 227.1983 onay tarihli planda
kazanılmış haklar saklıdır.
Ancak, kat alanı ve irtifa ne olursa olsun İmar Kanununun ilgili
maddelerine göre yapı sahipleri ruhsat ve iskân alma mecburiyetinde olup, bu
işlemler yalnızca ilgili İlçe Belediye Başkanlıklarınca avan ve tatbikat
projelerine göre verilir.
Gerekli görüldüğü takdirde "Boğaziçi Alanı" için yapılan
planların revize edilmesi "Geri görünüm" ve "etkilenme"
bölgelerinde 3030 sayılı Kanuna göre, "sahil şeridi" ve
"öngörünüm" bölgelerinde İstanbul Büyük Şehir Belediyesince
hazırlanarak Belediye Meclisinin kararı ve Belediye Başkanının onayından sonra
"Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu" onayı ile yürürlüğe girer.
İlgili kamu kurum ve kuruluşları ile meslek kuruluşları, Büyük
Şehir Belediye Başkanlığında bir ay süre ile ilan edilen "Sahil
Şeridi" ve "öngörünüm" bölgeleri ile ilgili planlara itiraz
edebilir. Ancak, itirazlar yürürlüğü durdurmaz. Belediye Başkanlığını planı
itirazları ile inceler ve görüşünü de ekleyerek Belediye Meclisine sunar.
Belediye Meclisi durumu bir ay içinde inceleyerek karara varır. Netice, Büyük
Şehir Belediye Başkanının ve Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulunun onayı
ile kesinleşir.
Plan değişiklikleri de aynı usule göre yapılır.
İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu : Başbakan veya görevlendireceği
Başbakan Yardımcısı veya bir devlet bakanı başkanlığında Milli Savunma,
Bayındırlık ve İskân, Kültür ve Turizm, Ulaştırma, Tarım Orman ve Köyişleri,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlarından oluşur. Kurulun sekreterya görevini
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yürütür.
Boğaziçi İmar Müdürlüğünün bütçesi, personeli ve gelirleri de
İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına aktarılır"
"Geçici Madde 5- Belediye hudutları ve mücavir sahalar içinde
veya dışında bulunan gedik ve zeminler (örfü belde - paftos) tamamen yıkılıp
yok olarak (müntafi ve münhedim) varlıklarını kaybedip kaybetmediklerine
bakılmaksızın bu Kanun hükümlerine göre tasfiye olunurlar.
Tasfiyeye tabi tutulan taşınmaz mallardaki zemin hakları bedele
çevrilmiştir.
Zemin hakkı bedeli, ait olduğu taşınmaz malın zemine ait son emlak
vergi değerinin 1/5'idir. Bu şekilde belirlenecek zemin hakkı bedeli, tapu
idaresince gedik sahibinin müracaatı halinde zemin hakkı sahibi adına emaneten
millî bir bankaya yatırılır. Müracaat edilmediği takdirde zemin sahibi lehine
kanunî ipotek tesis edilir.
Zemin hakkı bedelinin 1/4'ü peşin bakiyesi en geç üç yıl içinde
yıllık eşit taksitlerle ödenir ve bu bedele bankaca vadesiz mevduat faizi
uygulanır. Peşin miktar ve taksitler 40000 TL. dan az olamaz. Bu işlemlerden
sonra tapu sicilinde gerekli terkin ve tashihler resen yapılır.
Bankaya emaneten yatırılan veya ipotekle temin edilen zemin hakkı
bedeli üzerindeki iddialar genel hükümlere tabidir"
"Geçici Madde 7- İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında 2981
sayılı İmar Affı Kanununa göre başvurulan yapılar, aynı Kanunun 3 üncü
maddesinin İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile ilgili kısmı 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile 2981 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin
(f) fıkrasına göre ve bitmiş olmaları koşulu ile ve 5 misli bina inşaat harcı
alınarak af kapsamına dahil edilir. Aynı Kanunun ilgili ekli cetveline göre
harç ayrıca tahsil edilir. Afla ilgili Boğaziçi alanındaki tespit ve değerlendirme
işlemleri mutlaka ilgili belediyelerce yapılır ve en geç 6 ay içinde
tamamlanarak sonuçlandırılır.
Boğaziçi alanında mevcut çekme katlar aynı gaberi içinde kalmak
şartı ile tam kata iblağ edilir. Ancak teras kullanma hakkı daha önce tapuya
tescil edilmemiş olan çatı katı malikleri emlak vergisi için beyan edilen daire
bedelinin daire metrekaresine bölünerek bulunan bir metrekare değerinin
kazanılan alan ile çarpımı sonucu bulunan değeri hisse nispetlerine göre diğer
kat maliklerine öder. Kendileri bulunmadıkları takdirde bu bedel isimlerine
millî bir bankaya yatırılır"
B- Dayanılan Anayasa Kuralları :
"Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir"
"Madde 7- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez"
"Madde 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar"
"Madde 43- Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını
çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği
ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir"
"Madde 56- Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak,
işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal
kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için
kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir"
"Madde 88- Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve
milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir"
"Madde 125- İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolu açıktır.
Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî
Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır.
İdarî işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim
tarihinden başlar.
Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun
denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve
esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem
niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.
İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız
zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına
karar verilebilir.
Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş
halinde ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile
yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür"
"Madde 128- Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer
kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir.
Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları kanunla
özel olarak düzenlenir"
"Madde 129- Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve
kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.
Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı
tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.
Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin
kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.
Silahlı Kuvvetler mensupları ile hâkimler ve savcılar hakkındaki
hükümler saklıdır.
Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken
işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları kendilerine rücu edilmek
kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare
aleyhine açılabilir.
Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia
edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen
istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır"
"Madde 148- Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece
şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim
ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas
bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları
ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun
yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı
iptal davası açılamaz; defi yoluyla da ileri sürülemez.
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini,
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare
Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle
ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya
Cumhuriyet Başsavcı vekili yapar.
Yüce Divan kararları kesindir.
Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine
getirir."
III- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca, Başkan H.
Semih Özmert, üyeler; Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Kenan Terzioğlu, Yekta
Güngör Özden, Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin, Servet TÜZÜN,
Mahmut C. Cuhruk ve Mustafa Gönül'ün katılmalarıyla 281985 gününde yapılan ilk
inceleme toplantısında, Anayasa'nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında ve Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında 2949 sayılı Kanun'un 22.
maddesinde, kanunlar hakkında yayımlandıkları tarihten itibaren on gün
geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davasının açılamayacağının
öngörüldüğü; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 90 üyesi tarafından açılan şekle
dayalı iptal davasının ise, 3.5.1985 günlü 3194 Sayılı İmar Kanununun Resmî
Gazete'de yayımlandığı 951985 tarihinden itibaren on gün geçtikten sonra 871985
günü açılmış bulunduğundan, davanın şekle ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle
reddine, Necdet Darıcıoğlu ve Yekta Güngör Özden'in karşıoyları ve
oyçokluğuyla, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine,
incelemenin dava konusu Kanun'un 8., 21., 22., 24., 25., 26., 27., 44., 46., 47.,
48. ve Geçici 5. ve Geçici 7. maddeleri yönünden yapılmasına oybirliğiyle karar
verilmiştir.
IV- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, iptali istenen yasa
maddeleri ve bu konudaki yasama belgeleri, iptal isteminde dayanılan Anayasa
kuralları ve öteki metinler okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A- 3194 sayılı Kanun'un şekil yönünden Anayasa'ya aykırılığı
sorunu :
Anayasa'nın 148. maddesinin ikinci fıkrası; Anayasa Mahkemesinin,
kanunların, Anayasa'ya şekil bakımından uygunluğunu denetlemesi yönünden,
"Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın öngörülen
çoğunlukta yapılıp yapılmadığı; ... hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından
denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte
biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren 10 gün
geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; defi yoluyla
da ileri sürülemez." biçimindeki kurallarla bazı sınırlamalar
getirmektedir. 2949 sayılı "Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun"un 22. maddesinde de yeralan bu hükme göre,
kanunların şekil yönünden Anayasa'ya aykırılıkları iddiasıyla iptal davası açma
hakkı on günle sınırlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 90 üyesi tarafından
açılan şekle dayalı iptal davası ise, 351985 günlü, 3194 Sayılı İmar Kanununun
Resmî Gazete'de yayımlandığı 9.5.1985 tarihinden 10 gün geçtikten sonra
8.7.1985 günü açılmış bulunmaktadır. Bu duruma göre şekle dayalı iptal
davasının süresinde açıldığından söz edilemez. Bu itibarla davanın şekle
ilişkin kısmı ilk inceleme safhasında reddedilmiştir.
Necdet Darıcıoğlu ve Yekta Güngör Özden bu görüşe
katılmamışlardır.
B- 3194 sayılı İmar Kanunu'nun kimi maddelerinin Anayasa'ya
aykırılığı sorunu :
1) 8. madde yönünden : Bu maddenin birinci fıkrasının (a)
bendinde, bölge planları tanımına yer verilmekte ve gerekli görüldüğü hallerde
bu planları yapmakla Devlet Planlama Teşkilâtı görevlendirilmektedir. Aynı
fıkranın (b) bendinde "Nazım İmar Planı" ve "Uygulama İmar
Planı" olarak ikiye ayrılan imar planlarının yapımı konusunda belediye
sınırları içinde belediyeler; belediye ve mücavir alan dışında valilikler
yetkili kılınmaktadır. Yalnız burada belediye sınırları içindeki yerlerden
farklı olarak, planların ilgilisi tarafından da yaptırılabileceği kabul
edilmekte ancak, bu planların da valiliklerce onaylanacağı belirtilmektedir.
Belediye sınırları içinde, Belediye Meclisince ve belediye ve mücavir alan
dışında valiliklerce onaylanarak yürürlüğe giren planlara onay tarihinden
itibaren bir aylık ilân süresi içinde itiraz hakkı tanınmakta, Belediye
Meclislerinin ve valiliklerin, itirazları onbeş gün içinde kesin kararabağlayacakları
kabul edilmektedir.
Son fıkrada imar planlarının aleni olduğu belediye başkanlıkları
ve mülkî amirlerin, imar planının tamamını veya bir kısmını kopyalar veya
kitapçıklar haline getirip çoğaltarak, tespit edilecek ücret karşılığında
isteyenlere vereceği hüküm altına alınmaktadır. 3194 sayılı İmar Kanununun
yukarıda anılan 8. maddesi genel olarak değerlendirildiğinde göze çarpan en
önemli husus, eskisinden farklı olarak Bakanlığın, imar planlarını aynen veya
değiştirerek onamak ya da değiştirilmek üzere geri çevirme konusunda sahip
olduğu yetkilerinin kaldırılmış olmasıdır. Böylece imar kararlarının
alınmasında yerel yönetimlere ağırlık verildiği gözlenmekte ve maddeye ilişkin
gerekçe de bu anlayışı doğrulamaktadır.
Dava dilekçesinde, Anayasa'nın 56. maddesinin gerekçesinden bazı
bölümler alınarak bu madde ile devletin, yurt veya bölge genelinde düzenlemeler
ve planlamalar yapmasına ve bu konuda gerekli denetimle yükümlü kılınmasına
karşın, bölge planları yapılması hususunun Devlet Planlama Teşkilâtının
ihtiyarına bırakılmasının Anayasa'ya aykırılık oluşturduğu öne sürülmektedir.
Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması"
başlıklı 56. maddesinde, "Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkı"ndan söz edilmektedir. Bu madde bütünüyle incelendiğinde;
"Sağlıklı ve dengeli çevre" kavramına, doğal güzelliklerin korunduğu,
kentleşme ve sanayileşmenin getirdiği hava ve su kirlenmesinin önlendiği bir
çevre kadar, belli bir plan ve programa göre düzenlenmiş çevrenin de gireceği
kuşkusuzdur. Bu durumda Anayasa'ya aykırılık sorunu bakımından önemli olan ve
açıklığa kavuşturulması gereken husus, Yasanın 8. maddesinde "bölge
planları" konusunda Devlet Planlama Teşkilâtına tanınan yetkinin niteliği
olmaktadır.
3194 sayılı Yasanın "genel gerekçe"sinde konuyla ilgili
olarak şu görüşlere yer verilmektedir. "Bu kanun tasarısı ile ülkemizde
planlama ilk defa olarak bir sisteme bağlanmış ve planlamanın gelişmeyi önceden
yönlendirmesi ilkesi getirilmiştir. Bu amaçla beş yıllık kalkınma planları ve
buna bağlı yıllık icra programları çerçevesinde imarla ilgili ilke ve hususları
tespitte tüm fiziki plan kademeleri ile sosyo-ekonomik baza dayalı kararların
mekâna yansımasını sağlayacak boyut getirilmiştir". 8. maddenin
gerekçesinde ise, "İmar planlarının, 5 yıllık kalkınma planı ilkeleri
doğrultusunda gerçekleştirilmesi ve fiziki planların bütününde sosyo-ekonomik
esasa dayalı düzenlemenin getirilmesi ve bu suretle şehirlerin gelişmesinin
Bölge Planları ile yönlendirilmesinden söz edilmektedir. Buraya kadar yapılan
açıklamalardan ve Yasanın 8. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde,
"sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme potansiyelini,
sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını belirlemek"
biçiminde yapılan tanımlamadan, bölge planlarının daha çok ekonomik boyutlu
planlar olduğu anlaşılmaktadır. Dava dilekçesindeki Anayasa'ya aykırılık
iddiası anılan planların yapılması hususunda Devlet Planlama Teşkilâtına mutlak
değil ihtiyari bir yetki tanınmasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda Anayasamız
açık bir hüküm getirmemektedir. Ancak, Anayasa'nın 56. ve 57. maddelerinin birlikte
incelenmesinden Anayasa Koyucunun, yapılarla bütünleşen çevrenin belli bir
program ve plan dahilinde düzenlenmesini istediği, yerleşimde dengeye önem
verdiği anlaşılmaktadır. Sözü edilen 8. maddenin birinci fıkrası (a) bendinde
belirtildiği üzere, yazılı koşulların varlığı halinde Devlet Planlama Teşkilâtı
aracılığı ile girişimde bulunacaktır.
Dava dilekçesinde, 3194 sayılı Yasanın 8. maddesinin birinci
fıkrası (b) bendinde nazım imar planı ile uygulama imar planı yapma yetkisinin
belediye ve valiliklere verilmesiyle planların Devletin bilgisi ve denetimi
dışında kesinleşeceği, böylece Anayasa'nın 57. maddesi uyarınca Devletin
"Şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama
yapması" olanağının kalmayacağı, ayrıca bağımsız, kendine özgü, tedbirler
ve planlamaların birbirine bitiştirildiğinde bir bütün meydana getirmeyecekleri
belirtilerek bu durumun Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Anayasa'nın "konut hakkı" başlığını taşıyan 57.
maddesinde, "Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten
bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır,
ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler", denilmekte, Danışma Meclisi
Anayasa Komisyonunca hazırlanan gerekçede de; "Vatandaşlar için konutun
arz ettiği önem dikkate alınarak, Devletin konut yapımını destekleyici,
planlayıcı rolüne işaret edilmektedir. Konutların yapımında modern şehirleşme
ve çevre şartları gözetilmektedir. Madde, bu ifadesiyle kötü şehirleşmenin
önlenmesinin gereğine de işaret etmektedir. Bina planlaması, şehir
planlamasının bir parçasıdır. Şehirlerin ve yapıların tabiatın içinde bir yara
gibi yer almaması için genel bir çevre içinde düşünülmeleri de maddede Devlete
ödev olarak gösterilmiştir" biçiminde görüşlere yer verilmektedir.
Gerekçesiyle birlikte değerlendirildiğinde maddenin asıl amacının,
"Konut hakkı"nı düzenlemek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Anayasa
burada kişilerin konut hakkını kullanabilmelerini sağlamakla görevlendirdiği
Devletin, bu görevini şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir
planlama çerçevesinde yerine getirilmesini istemektedir. Bu konuda bir hususun
açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Anayasamız planlama kararlarının
alınmasında bir ayırıma gidilmeksizin sadece "Devlet"ten söz ettiğine
göre, bu konudaki yetkiyi merkezi yönetim mi, yoksa yerel yönetimler mi
kullanacaklardır' Anayasa'nın 123. maddesinde, "İdare, kuruluş ve
görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir" denildiğine göre Anayasa
Koyucu tarafından anılan yetkinin hem merkezi idare, hem de yerel idarelerce ya
da birlikte kullanılacağının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Anayasamıza göre, yerel yönetimler de Devlet kavramına dahil
olduğuna ve bu durumda da, gerek bunların ve gerek valiliklerin yaptıracakları
planlarda, şehirlerin özelliklerinin ve çevre şartlarının göz-ardı edileceği
düşünülemez. Öte yandan her yerleşim merkezinin kendi doğal ve kültürel
değerleri içinde bir bütün oluşturduğu bir gerçektir. Anayasa'nın 57.
maddesinde de "şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir
planlama"dan söz edilmektedir. Ayrıca 8. madde ile merkezi idarenin
planlama konusunda tüm yetkileri yerel yönetimlere devredilmiş değildir. Madde
içeriğinden anlaşılacağı üzere merkezi yönetim bu yetkiyi gerekli gördüğü
hallerde kullanacaktır. Kaldı ki, Yasanın 9. maddesi ile Bakanlığa bu konuda
geniş yetkiler tanınmıştır.
Dava dilekçesinde; 3194 sayılı Yasanın 8. maddesinde yer alan
planlara itiraz halinde, belediye meclislerinin ve valiliklerin bunları kesin
karara bağlayacaklarına ilişkin kuralın da, Anayasa'nın 125. maddesinin birinci
fıkrasına aykırı olduğu öne sürülmektedir.
Anayasa'nın "Yargı yolu" başlıklı 125. maddesinin
birinci fıkrasında; "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolu açıktır" denilmektedir. Yasanın, Anayasa'ya aykırı olduğu ileri
sürülen 8. maddesinde, belediye sınırları içinde kalan yerler için belediye
meclisleri, belediye ve mücavir alan dışında kalan yerler için valiliklerce
onaylanan planlara karşı bir aylık ilan süresi içinde itiraz olunabileceği ve
belediye meclisi ve valiliklerin itirazları kesin karara bağlayacakları hükmüne
yer verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında da belirtildiği gibi,
ancak kesin ve yürütülmesi zorunlu idarî kararlar dava konusu olabilir. Bu
nedenle yasalarda, idarî kararların ne zaman "kesin"lik kazanacağının
belirtilmesinden yargı yolunun kapatıldığı şeklinde bir anlam çıkarılamaz.
Yargı yolunun kapatılmış sayılabilmesi için Yasa Koyucunun bunu açıkça
belirtmesi gerekmektedir.
Planlama konusunda yerel yönetimin yetkilerini düzenleyen 3194
sayılı Yasanın 8. maddesinin, dava dilekçesinde genel olarak yer alan
Anayasa'nın 2., 7., 10., 43., 63., 88., 128., 129. ve 148. maddeleri ile bir
ilgisi bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle inceleme konusu bu madde düzenlemesinde Anayasa'ya
aykırı bir yön görülmemiştir.
2) 21., 22., 24. ve 25. maddeler yönünden :
Dava dilekçesinde 21., 22., 24. ve 25. maddelere yöneltilen
Anayasa'ya aykırılık iddiası, bu maddelerde yer alan yeminli serbest mimarlık
ve mühendislik bürolarının hukuki niteliği ile ilgilidir.
3194 sayılı Yasanın "yapı ruhsatiyesinin düzenlendiği 21.
maddesinin ilk fıkrasında aynen, "Bu Kanun kapsamına giren bütün yapılar
için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden veya
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarından yapı ruhsatiyesi alınması
mecburidir." denilmektedir.
Görüldüğü gibi, fıkranın getirdiği en önemli yenilik başvuru
halinde belediye ve valiliklerin yanı sıra yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik bürolarına da "yapı ruhsatiyesi" verme yetkisinin
tanınmış olmasıdır. Bu konuda belediye ve valiliklerle, yeminli bürolar
arasında bir ayırım yapılmamıştır.
Ruhsat alma şartlarını düzenleyen 22. maddeye ilişkin olarak
davacı tarafından bu maddede yer alan yeminli bürolar dışında bir aykırılık
nedeni ileri sürülmemektedir.
3194 sayılı Yasanın dava konusu 24. maddesi, yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik bürolarının kuruluşu, yetki alanları ve
sorumluluklarına ilişkin bulunmaktadır. Maddenin birinci fıkrasında, yapı
ruhsatiyesi ile ilgili görevlerin, gerektiğinde Bakanlıkça belirlenecek
belediyelerde ve illerde, belediye ve valiliklerin yanı sıra yürütmek üzere
kurulacak yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına verileceği hükme
bağlanmaktadır. Bu düzenleme biçiminden yeminli büroların kurulduğu yerlerde
yapı ruhsatiyesi ile ilgili görevlerin, valilik ve belediyelerin yanı sıra
yeminli bürolarca yürütüleceği anlaşılmaktadır. Maddenin ikinci fıkrasında
yeminli büroların en az oniki yıllık meslek tecrübesi olan inşaat mühendisi ve
mimarlar tarafından kurulabileceği, üçüncü fıkrasında, birden çok yeminli büro
kurulmasının Bakanlığın iznine bağlı olduğu belirtilmekte, dördüncü fıkrasında
ise; ilçelerle ilgili olarak iş azlığı sebebiyle yeminli büro kurulması veya
kurulmuş olanın kapatılması halinde çevre ilçelerden bir yetkili büronun
Bakanlıkça görevlendirileceği hükme bağlanmaktadır. Beşinci fıkrada; bazı
sakıncaların olabileceği düşüncesiyle yeminli bürolara inşaatın durdurulması
veya yıktırılması, imar planı ve proje hazırlaması, fennî sorumluluk
üstlenmesi, müşavirlik ve müteahhitlik yapılması yasaklanmaktadır. Bunu izleyen
fıkrada; yeminli büroların görevleri ile ilgili olarak, suç sayılacak
fiillerine işaret edilmekte ve büro elemanlarının görevlerini yaparken Devlet
memuru sayılacakları, işledikleri suçlar dolayısıyla Devlet memuru gibi
cezalandırılacakları, ayrıca bu suçları işleyen büro sahiplerinin bürolarının
kapatılacağı, bir daha büro açamayacakları, suç işleyen büroda çalışan
görevlilerin ise, bu tür bürolarda bir daha görev alamayacakları
açıklanmaktadır. Son fıkrada da; yeminli büroların görev sürelerinin tespiti ve
denetiminin Bakanlığa ait olduğu belirtilmektedir.
Yasanın dava konusu 25. maddesi "yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik bürolarının sınıflandırılması" esaslarını düzenlemektedir.
Madde metninin incelenmesinden anlaşılacağı gibi, yeminli bürolar dört sınıfa
ayrılmakta, bunlardan birinci, ikinci ve üçüncü sınıf olanları Türk Mühendis ve
Mimar Odaları Birliğinin görüşü alınarak, dördüncü sınıf olanların ise resen,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca sınıflandırılacağı esası kabul edilmektedir.
Maddenin ikinci ve daha sonraki fıkralarında, Bakanlığın sınıflandırmada, her
büronun yetki çevresi içindeki nüfus yoğunluğu ile işin teknik niteliğini esas
alacağı, her iki yılda bu büroların durumunu inceleyerek, yeniden yapacağı
sınıflandırmayı Resmî Gazete ile ilan edeceği belirtildikten sonra yeni
sınıflandırma ilan olununcaya kadar, eski sınıflandırmaya göre uygulama
yapılacağı belirtilmektedir.
Dava dilekçesinde 21., 22., 24. ve 25. maddelerde sözü edilen
yeminli büroların kuruluş ve işleyişlerinin Anayasa'ya aykırılığı iddiasına
ilişkin olarak özetle şu görüşlere yer verilmiştir. Anayasa'nın 128. maddesine
göre; Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri
eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri
ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Madde 129 da ise, memurlar ve diğer
kamu görevlileri ile ilgili görev, sorumluluk, disiplin kovuşturması konuları
düzenlenmiştir. Yapı izni verme bir kamu görevidir. Polis örgütünün, özellikle
tabanca izni, pasaport gibi kimi görevleri nasıl özel dedektif bürolarına
bırakılamazsa, kolluk görevi niteliğindeki yapı denetiminin özünü oluşturan
yapı ve kullanma izinlerini verme yetkisi de özel kişilere devredilemez. Bir
kişinin Devlet memuru sayılabilmesi için herhangi bir kamu kuruluşunda belli
bir kadroyu doldurması, ücretini ve benzeri hakları Devletten ya da belediyeden
alması zorunludur. Her türlü çıkar ilişkilerine açık bulunan imar konusundaki
rüşvet, görevi kötüye kullanma olayları herkesçe bilinirken böyle bir düzenleme
sübjektif niyetlerin gerçekleşmesi amacına yönelik bir durum ifade etmektedir.
Bu nedenlerle Yasanın 21., 22., 24. ve 25. maddeleri, Anayasa'nın 128. ve 129.
maddelerine aykırı bulunmaktadır.
Anayasa'nın "Kamu hizmeti görevlileri" ile ilgili olarak
"Genel ilkeler"i belirleyen 128. maddesinde, "Devletin, kamu
iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına
göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve
sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer
özlük işleri kanunla düzenlenir.
Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla
özel olarak düzenlenir" denildiğine göre, Anayasa'ya aykırılık sorunu
bakımından önemli olan ve açıklığa kavuşturulması gereken husus, 3194 sayılı
Kanunun ilgili maddelerinde yer alan yeminli büro elemanlarının, "diğer
kamu görevlileri" kavramı içinde mütalâa edilip edilmeyeceği olmaktadır.
Bu konudaki sorunun çözümlenebilmesi için öncelikle yapı ruhsatiyesi ve yapı
kullanma izni vermenin hukuki niteliğinin belirlenmesi gerekir.
Uygulamada ve öğretide de kabul edildiği gibi; ister "bağlı
yetki" ister "takdir yetkisi" şeklinde kullanılsın "ruhsat
verme" idarenin, kolluk faaliyetleri içinde yer almaktadır. Bu nedenle
ruhsat ve yapı kullanma izni vermenin, aslî ve sürekli bir kamu görevi olduğu
hususunda duraksamaya yer yoktur. Bu durum karşısında, bu hizmetin ancak
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerekir. Esasen
Anayasa'nın 128. maddesi ile benimsenen ilke de bu doğrultudadır. İnşaat
ruhsatı ve yapı kullanma izninin hukuki niteliği ve bunun sonucu olarak bu
hizmetin ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından
yürütülebileceğinin kabulü yeminli büro elemanlarının hukuki statüsünün
belirlenmesini gerektirmektedir. Memur olmadıkları konusunda duraksamaya yer
bulunmayan yeminli büro elemanları bakımından önemli olan ve açıklığa
kavuşturulması gereken husus, Anayasa'nın 128. maddesinde sözü edilen
"diğer kamu görevlilerinden sayılıp sayılmayacaklarıdır. Yasanın 24.
maddesine göre, gerektiğinde belediye ve valiliklerin yanı sıra yapı ruhsatı
ile ilgili görevleri yürütmek üzere kurulacak olan yeminli bürolar ve
görevlilerinin imar planı ve proje hazırlayamayacakları, fennî sorumluluk
üstlenemeyecekleri, müşavirlik ve müteahhitlik yapamayacakları
belirtilmektedir. Bu büro elemanlarının görevlerini yerine getirirken Devlet
memuru sayılacakları ve işledikleri suçlar dolayısıyla Devlet memuru gibi
cezalandırılacakları, görev sürelerinin tespiti ve denetiminin ise Bakanlığa
ait olduğu hüküm altına alınmaktadır. Bu düzenlemeden de anlaşılacağı gibi
bürolar esas itibariyle serbest meslek faaliyet icra etmekte, ancak görevlerini
kötüye kullanmaları olasılığına karşı bir önlem olarak bazı cezai yaptırımlarla
karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Yeminli bürolar, bu özellikleri nedeniyle
merkezi idarenin gözetim ve denetimi altında onun bir birimi durumunda olan
kuruluşlar değildir. Sözü edilen kanun maddesinde yer alan büro elamanlarının,
"bu görevlerini ifa ederken Devlet memuru sayılacakları" ve
"işledikleri suçlar dolayısıyla da Devlet memuru gibi
cezalandırılacakları" biçimindeki hükmü de, yalnız başına bu elemanlara
"memur" veya "Anayasa'nın 128. maddesinde nitelikleri belirtilen
kamu görevlisi" sıfatını ve bu bürolara da kamu kuruluşu niteliğini
kazandıramaz. Bu durumda, büro elemanları ile merkezi idare arasında statüter
bir ilişki de yoktur. Bir başka deyişle memurlar ve diğer kamu görevlileri için
Anayasa'nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen niteliklerinin,
atamalarının, aylık ve ödeneklerinin ve diğer özlük işlerinin kanunla
düzenleneceğine ilişkin kuralın yeminli büro elemanları yönünden uygulama
olanağı bulunmamaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalardan, yapı ruhsatı ve buna bağlı olarak
yapı kullanma izni vermenin, belediyelerin ve valiliklerin genel idare
esaslarına göre, yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği
aslî ve sürekli görevlerden olduğu, bu itibarla yeminli büro elemanlarının,
Anayasa'nın 128. maddesinde nitelikleri belirtilen "kamu görevlileri"
deyimi kapsamına girmediği anlaşılmaktadır.
Bu bölümde incelenen 3194 sayılı Yasanın 21., 22., 24. ve 25.
maddelerinin, dava dilekçesinde genel olarak yer alan Anayasa'nın 2., 7., 10.,
43., 63., 88. ve 148. maddeleri ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Bu nedenlerle dava konusu 3194 sayılı Yasanın yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik bürolarının kuruluşu, yetki alanları, sorumluluk ve
sınıflandırılmalarını düzenleyen 24. ve 25. maddelerinin ve bu maddelere bağlı
olarak 21. ve 22. maddelerde yer alan yeminli serbest mimarlık ve mühendislik
bürolarına ilişkin ibarelerin, Anayasa'nın 128. maddesindeki kurallarla
bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.
3) 26. madde yönünden :
Bu maddede, kamuya ait yapı ve tesisler ile sanayi tesislerine
ilişkin ruhsat verilme işleminde aranacak koşullar gösterilmiştir. Madde, kamu
kurum ve kuruluşlarınca yapılacak ve yaptırılacak yapılar; Devletin güvenlik ve
emniyeti ile Türk Silâhlı Kuvvetlerinin harekât ve savunması bakımından
gizlilik arz eden yapılar ve her türlü sanayi kuruluşuna altyapılar olmak üzere
üç tür yapıdan söz etmektedir. Maddenin birinci fıkrasında, kamu kurum ve
kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılara plân ve mevzuata aykırı
olmamak ve her türlü fennî sorumluluğu da üstlenmek koşuluyla avan projeye göre
ruhsat verileceği açıklanmıştır. İkinci fıkrada, Devletin güvenlik ve emniyeti
ile Türk Silâhlı Kuvvetlerinin harekât ve savunması bakımından gizlilik arz
eden yapılara birinci fıkradakine benzer koşullarla yine avan projelere göre
ilgili belediye ve valiliklerce ruhsat verileceği belirtilmektedir. Üçüncü
fıkrada ise, ilk iki fıkrada sözü edilen fennî sorumluluğun kime ait olacağı
belirtilmeksizin ve başka bir koşul da ileri sürülmeksizin bölge planı ve imar
planına göre planı olmayan yerlerde de valiliklerce verilecek ön izinden sonra
avan projesine göre ruhsat verileceği hükme bağlanmakta, ayrıca bu tür
kuruluşlara bir ve ikinci fıkralardan farklı olarak belediye ve valiliklerin
yanı sıra yeminli bürolarca da ruhsat verilebileceği kabul edilmektedir.
Dava dilekçesinde; 26. maddenin birinci fıkrası uyarınca, kamu
kurum ve kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılara, bazı koşullarla
avan projeye göre ruhsat verilmesinin ve son fıkrada bu yetkinin, belediye ve
valiliklerin yanı sıra yeminli bürolara da tanınmasının Anayasa'nın 10, 56,
128. ve 129. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmekte, ayrıntılı bir
gerekçeye yer verilmemektedir. Yasanın 24. ve 25. maddeleri incelenirken
yeminli bürolarla ilgili kuralların Anayasa'nın 128. maddesine aykırı olduğu
belirtilmişti.
Eşitlik konusuna gelince, Anayasa Mahkemesinin birçok kararında
benimsendiği üzere, Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, mutlak
anlamda bir eşitlik olmayıp, ortada haklı nedenlerin bulunması halinde, farklı
uygulamalara imkân veren bir ilkedir.
Dava konusu 26. maddenin birinci ve ikinci fıkralarında, genel
olarak ruhsat alma koşullarım düzenleyen 22. madde hükmünden farklı bir
düzenlemeye gidilmişse de, bu farklılık, birinci fıkrada kamu kurum ve
kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılara, ikinci fıkrada ise;
Devletin güvenlik ve emniyeti ile Türk Silâhlı Kuvvetlerinin harekât ve
savunması bakımından gizlilik arz eden yapılara aittir. Söz konusu iki fıkrada
yer alan bu yapıların nitelikleri ve kamu yararı dikkate alındığında bu
düzenlemenin Anayasa'nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırı
olmadığı ve bu nedenle dilekçede öne sürülen Anayasa'ya aykırılık iddiası
yerinde görülmemiştir.
26. maddenin son fıkrasında da, 22. maddedeki genel ilkeye istisna
teşkil eden bir hüküm getirilerek; "Her türlü sanayi" kuruluşuna;
varsa bölge planı ve imar planına göre, planı olmayan yerlerde ise, valilikçe
verilen ön izinden sonra avan projesine göre, belgeleri incelenerek belediye,
valilikler veya yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarınca ruhsat
verileceği belirtilmektedir. Burada maddenin ilk iki fıkrasından daha değişik
bir yaklaşımla herhangi bir sorumluluk da söz konusu olmaksızın plana uygun
olmak, planın bulunmaması halinde ise; valilikten ön izin alınması koşuluyla
yapıyı ana hatlarıyla belirleyen bir avan projenin varlığı yeterli görülerek,
ruhsat verileceği anlaşılmaktadır. Sanayi kuruluşlarına yukarıda açıklanan
birinci ve ikinci fıkralarda olduğu gibi, haklı bir neden bulunmadığı halde,
22. maddedeki genel esaslardan uzaklaşarak ayrıcalık tanınmış olması,
Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesine aykırı bulunmuştur.
Anayasa'nın 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;
"Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini
önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir" denildiğine göre, dava konusu
26. maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen sanayi kuruluşlarının, çevre
sağlığının bozulması ve çevre kirliliği bakımından verecekleri zararın
önlenmesi, bu kuruluşlara tanınan ayrıcalığın ortadan kaldırılmasıyla
sağlanacaktır. Böylece bu tesisler de diğer yapılar gibi Devlet denetimine tabi
olacaklar ve ruhsat işlemiyle istenen amaca ulaşılabilecektir. Öte yandan yine
56. maddenin üçüncü fıkrasında, Devletin, herkesin hayatını beden ve ruh
sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak amacıyla, sağlık kuruluşlarıyla ilgili
bazı düzenlemelerde bulunacağından söz edilmektedir. Bu hükümle, kişinin beden
ve ruh sağlığına sahip olmak ve onu geliştirmek hususunda sahip olduğu yaşam
hakkı vurgulanmasına karşın, dava konusu 26. maddenin üçüncü fıkrası her türlü
sanayi kuruluşuna, mimari, statik, elektrik ve tesisat projeleri gibi yapının
hem iç hem de dış çevre güvenliği bakımından önem taşıyan belgeler aranmaksızın
sadece avan projeye göre ruhsat verilmesine olanak sağlanması, bu konuda
Devletin Anayasa'nın sözü edilen maddelerinde öngörülen denetim görevini
yeterince yapamaması sonucunu doğurmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 3194 sayılı Kanunun 26. maddesinin birin-ve
ikinci fıkraları Anayasa'ya aykırı olmadığından iptal davasının bu iki fıkraya
yönelik kısımları red edilmeli ve sözü edilen maddenin üçüncü fıkrası ise
Anayasa'ya aykırı olduğundan iptal edilmelidir.
Necdet Darıcıoğlu, Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan, Mustafa
Şahin ve Adnan Kükner, sözkonusu maddenin birinci fıkrasının da Anayasa'ya
aykırı olduğunu öne sürerek bu fıkranın da iptali gerektiği görüşündedirler.
4) 27. madde yönünden :
Maddenin birinci fıkrasında, imar planına göre, toplam inşaat alanı,
bodrum kat hariç 1000 metrekare, saçak yüksekliği 650 metre ve bir bodrum ile
iki katı aşmayan binalar için ruhsat alma zorunluğunun ortadan kaldırıldığı
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte yapı sahibi yönünden, inşaata başlandığının
ilgili idareye bir dilekçe ile bildirilmesi, bu dilekçede proje ve eklerine
uygun bina yapılacağının ve fennî sorumluluğu üstlendiğinin belirtilmesi
yükümlükleri getirilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, ruhsata tabi olmamanın
yapı sahibini ve fennî mesulünü imar planına ve mevzuata aykırı yapı yapma
sorumluluğundan ve yükümlülüğünden kurtarmayacağı ifade edilmektedir. Üçüncü
fıkrada, mevzuata aykırı yapıldığı saptanan yapıların mevzuata uygun hale
getirilmesi için gerekli koşullar düzenlenmekte, bu sağlanmadığı takdirde yapının
mevzuata aykırı bölümlerinin belediye encümeni veya il idare kurulu kararı ile
yıktırılacağı belirtilmektedir. Son fıkrada ise, belediye ve mücavir alanlar
dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy yerleşik
alanlarında, civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık veya
tarımsal amaçlı yapılar için fen ve sağlık kurallarına uygun olmak ve
muhtarlıktan izin almak koşuluyla inşaat ve iskân ruhsatı aranmayacağı hükme
bağlanmaktadır.
Dava dilekçesinde; Yasanın 27. maddesi ile yapıların büyük
çoğunluğunun izin ve denetim dışında bırakıldığı, ruhsatsız yapılaşmanın
sağlıksız bir yaşam çevresi yaratacağı ileri sürülerek anılan maddenin
Anayasa'nın 56. ve 57. maddelerine aykırı olduğu savında bulunulmaktadır.
Dilekçede, her ne kadar Anayasa'nın 56. ve 57. maddelerine aykırılıktan söz
edilmekte ise de, konunun, eşitlik ilkesini ilgilendirmesi nedeniyle 10. madde
yönünden de incelenmesi gerekir.
Sözü edilen bu madde içeriğinden anlaşılacağı üzere, işbu madde,
26. maddede belirtilen istisna dışında bütün yapılar için yapı ruhsatı alınması
zorunluğunu getiren 21. madde hükmünün bir istisnası niteliğindedir. Yasanın
gerekçesinde, "yapı ruhsatiyesi konusunda yeni bir anlayışla belli
ölçüdeki binaların ruhsata tabi tutulmaması kolaylığı getirilmiş"
denilmekle yetinilmektedir. Ruhsatla, yapıların imar planına ve mevzuata
uygunluğu denetlenmektedir. 26. maddenin incelenmesinde belirtildiği gibi
ruhsatla sağlanmak istenen nihai amacın kamu yararı olduğunda duraksamaya yer
yoktur. O Kaide bu konuda getirilecek bir istisna kuralının kamu düzeni,
güvenliği ve esenliğini zedelememesi ve kamu yararının gerçekleşmesini
engellememesi gerekir. Dava konusu 27. maddenin birinci fıkrası kapsamına giren
binalarda, yapı sahibinin inşaata başladığını ilgili idareye bir dilekçe ile
bildirmesi yeterli görülmekle, idarenin kolluk yetkisinin sonucu olarak ortaya
çıkan ve yapı denetiminin ilk aşamasını oluşturan önceden denetim olanağı
ortadan kaldırılmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasında ele alman 1000 m2inşaat
alanı ve 650 yüksekliği olan bir bina, küçük ve önemsiz olarak
nitelendirilemeyeceğinden bu ayrıcalığın; kamu düzeni, kamu güvenliği gibi
gerekçelerle getirilmiş olan ruhsat alma zorunluğundan ayrılmayı gerektirecek
haklı bir nedene dayandığı ileri sürülemez. Ayrıca ruhsatın, toplumda düzeni ve
güvenliği sağlamaya yönelik araçlardan biri olması karşısında; sadece yapılacak
inşaatın büyüklüğünün ya da küçüklüğünün ruhsat alma zorunluğunu etkileyecek
bir faktör olarak düşünülmesi olanaksızdır. Nitekim 6785 sayılı eski İmar
Yasasında bu görüş doğrultusunda, bütün yapılar için ruhsat alma zorunluluğu
getirilmişti. Dava konusu 27. maddenin, "ruhsata tabi olmamanın yapı
sahibini ve fennî sorumlusunu imar planına ve mevzuata aykırı yapı yapma
sorumluluğundan ve yükümlülüğünden kurtarmayacağına" ilişkin ikinci fıkra
hükmü de bu konuda tam bir güvence oluşturmamakta ve denetim imkânı
sağlamamaktadır. Zira ilgili kişilerin sorumlulukları, yapının ruhsatsız
yapılmasından kaynaklanmamaktadır. Dava konusu 26. maddenin incelenmesi
sırasında belirtildiği gibi, Devletin, Anayasanın 56. ve 57. maddelerinde
öngörülen görevlerini yerine getirebilmesi ancak, belli bir plan ve program
çerçevesinde sürekli gözetim ve denetim ile gerçekleşebilir. Çünkü gerek
sağlıklı ve dengeli bir çevre yaratılması ve gerek konut ihtiyacının bir plan
çerçevesinde karşılanabilmesi; öncelikle yapılacak yapıların plana uygunluğunun
denetlenmesini gerektirir. Bu denetimin etkin araçlarından biri kuşkusuz
ruhsattır.
Bu nedenlerle, dava konusu 27. maddenin birinci, ikinci ve üçüncü
fıkraları Anayasa'nın 10, 56. ve 57. maddelerine aykırı görülmüştür.
Orhan Onar, Mahmut C. Cuhruk, Mehmet Çınarlı ve Selâhattin Metin
bu görüşe katılmamışlardır.
Dava konusu maddenin son fıkrasında belediye ve mücavir alanlar
dışında köy nüfusunda kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy yerleşim
alanlarında, civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık veya
tarımsal amaçlı yapılar için fen ve sağlık kurallarına uygun olmak ve
muhtarlıktan izin almak koşuluyla inşaat ve iskân ruhsatının aranmayacağı
öngörüldüğüne ve bu fıkrada; böyle bir düzenleme ile yapı yaptıracakların
belediye ve mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli
oturmaları ve yapılacak yapıların da, köy yerleşim alanları ve civarında ve mezralarda
yapılması gibi gerek yapı yaptıracaklara ve gerek yapıların yapılacağı yerlere
ve yapıların kullanılma amaçlarına ilişkin özellikler dikkate alınarak, bu
yapılar için ruhsat aranmaması ayrıcalığı tanındığına göre, sözü edilen son
fıkraya yönelik davacı iddiaları yerinde görülmemiştir.
Necdet Darıcıoğlu, Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan ve Adnan
Kükner bu görüşe katılmamışlardır.
5) 44. madde yönünden :
Dava dilekçesinde; bu madde ile ilgili olarak Anayasa'nın, yasama
yetkisinin Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu
yetkinin devredilemeyeceğine ilişkin kuralı karşısında, Yasanın 44. maddesi ile
ancak yasa ile düzenlenmesi mümkün olan hususların Bakanlıkça çıkarılacak
yönetmeliklere bırakılmasının Anayasa'ya aykırılık oluşturduğu ileri
sürülmektedir. Bu maddede yer alan l (h) bendi dışında kalan hükümleri ile dava
konusu Kanunun ilgili maddelerinin uygulanmasını sağlamak üzere yönetmelik
çıkarılacağı öngörülmüş bulunduğuna göre, bu hükümlerde Anayasa'ya aykırı bir
yön bulunmamaktadır. Maddenin l (h) bendi ise, "yeminli serbest mimarlık
ve mühendislik bürolarının teşkili, bu bürolarda çalışacak personelin
nitelikleri, hizmet karşılığı ücret tarifesi, çalışma esasları ve diğer
hususlar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenir" biçimindedir. 24.
ve 25. maddelere ilişkin incelemede, bu büroların kuruluşunun Anayasa'ya aykırı
olduğu kabul edildiğinden, aynı nedenlerle iptali gerekir.
Dava dilekçesinde, gerekçe gösterilmeden yer alan Anayasa'nın 2.,
10., 43., 56., 63., 88., 125., 129. ve 148. maddelerinin, 3194 sayılı Kanunun
44. maddesi ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
6) 46. madde yönünden :
Dava dilekçesinin bu madde ile ilgili gerekçesinde özetle :
Boğaziçi Yasası'nın kamu yararını önde tutan, üç yanı denizlerle çevrili ve büyük
tarihi mirasa sahip ülkemizde doğal güzelliği ve tarihi mirası korumaya çaba
gösteren bir yasa olduğu, yapılan yeni düzenleme ile kamu yararının kişi
yararına gözardı edildiği, İstanbul Boğazının doğal yapısının bozulacağı, bu
durumun ise; Anayasa'nın 43. ve 63. maddelerine aykırılık oluşturduğu öne
sürülmüştür. Sözkonusu maddenin içeriğinden anlaşılacağı gibi, 2960 sayılı
Boğaziçi Yasası'nın 6. maddesiyle, Boğaziçi alanında yerleşme ve yapılaşmanın
planlanması, koordinasyonu, imar uygulamalarının yapılması ve denetlenmesi
amacıyla kurulan Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu, Boğaziçi İmar İdare
Heyeti ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü kaldırılmış, bunların görev ve sorumlulukları
22.7.1983 onay tarihli plan esas alınarak "Boğaziçi Sahil Şeridi" ve
"Öngörünüm" bölgelerinde Büyük Şehir Belediye Başkanlığına,
"geri görünüm" ve "etkilenme" bölgelerinde ise, ilgili İlçe
Belediye Başkanlıklarına devredilmiştir. Dava konusu maddede amacın, Boğaziçi
sahil şeridi, Öngörünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgelerindeki uygulamalarla
görevlendirilen bazı kuruluşların kaldırılması ve bunların görev ve
sorumluluklarının ilgili belediye başkanlıklarına devredilmesi olduğuna ve bir
yerinden yönetim idaresi olan belediyelerin de, Boğaziçi alanında yapılacak
uygulamada, Anayasa'nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesinin gereği olarak,
gerek kıyılarla sahil şeritlerinin kamu yararına kullanımını sağlamaya ilişkin
Anayasa'nın 43. maddesi ve gerek tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
korunması ile ilgili Anayasa'nın 63. maddesi ve bu maddeye göre çıkarılan 2863
sayılı Yasayı gözönünde bulunduracakları kuşkusuzdur.
Bu nedenlerle söz konusu madde düzenlemesinde Anayasa'ya aykırı
bir yön görülmemiştir.
Öte yandan dava konusu 46. maddenin Anayasa'nın 2., 7., 10., 56.,
57., 88., 125., 128., 129. ve 148. maddelerinde yer alan hükümleri ile bir
ilgisi yoktur.
7) 47. madde yönünden :
2960 sayılı Yasanın 3. maddesinin (f) fıkrası; "Boğaziçi
alanında mevcut planda nüfus ve yapı yoğunluğunu artırıcı nitelikte plan
değişikliği yapılamaz" biçiminde iken, 3194 sayılı Yasanın dava konusu
edilen 47. maddesindeki düzenleme ile "Boğaziçi alanında mevcut planda
nüfus ve yapı yoğunluğu gözönüne alınmak kaydı ile plan değişikliği
yapılabilir" şeklinde değiştirilmiştir. Sözü edilen fıkranın ilk halinin
daha kesin bir anlam içerdiği kuşkusuzdur. Yapılan değişiklikle bu hükme
esneklik kazandırılarak, nüfus ve yapı yoğunluğu gözönüne alınmak koşuluyla
bunu artırıcı nitelikte de olabilecek plan değişikliğine olanak sağlanmaktadır.
Daha önceki bölümlerde belirtildiği gibi, dava dilekçesinde; Boğaziçi Yasası'na
ilişkin hükümler için ayrı ayrı gerekçe gösterilmemekte, sadece yapılan
değişikliğin kamu yararından çok kişi yararını gerçekleştirilmeye yönelik
olduğu ifade edilerek bunun Boğaziçi'nin doğal yapısını bozacağı ileri
sürülmektedir. Anayasa'nın 11. maddesi uyarınca; Anayasa hükümleri, yasama,
yürütme ve yargı organlarını bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Bu durumda;
Boğaziçi alanında yapılacak bir uygulamada, Anayasa'nın 43, 56. ve 63.
maddelerinde yer alan hükümler gözönünde bulundurulacaktır. Esasen Anayasa
yargısı bakımından Anayasa'ya açık bir aykırılık söz konusu olmadığı sürece bu
tür düzenlemelere müdahale olanağı bulunmamaktadır. Kaldı ki, yapılacak plan
değişikliklerinin idari yargı mercilerinin denetimine tabi olacağı ve bu
denetim sırasında da "kamu yararına" uygunluğunun araştırılacağı
kuşkusuzdur.
Bu nedenlerle, dava konusu 47. maddenin, 2960 sayılı Boğaziçi
Kanunu'nun 3. maddesinin (f) fıkrasını değiştiren hükmünün Anayasa'ya aykırı
olmadığı sonucuna varılmıştır.
2960 sayılı Kanunun 3. maddesinin değişiklikten önceki (g)
fıkrası; "Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinde ve öngörünüm bölgesinde konut
yapılamaz, tehvit ve ifraz işlemleri yapılmasına izin verilemez" biçiminde
iken, 3194 sayılı Yasanın 47. maddesi ile değiştirilen yeni düzenlemede ise;
kıyı ve sahil şeritlerinden söz edilmeksizin, öngörü-nüm bölgelerinde belli
koşullarla konut inşaatına izin verilmekte ve ayrıca tevhit işlemleri
yapılmasına da olanak sağlanmaktadır. Bu fıkranın dikkati çeken başka bir
özelliği de küçük parsel sahiplerini tevhide zorlayacak biçimde parsel
büyüklüğü 5000 m2'den az olan inşaatlara izin verilmemesidir. Ayrıca
bu büyüklükteki parsel içinde taban alanı kat sayısının azami % 6 ve kat
adedinin iki, yüksekliğin ise 650 metreyi geçemeyeceği kabul edilmektedir.
Anılan fıkranın ikinci paragrafında ise, orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil
alanların da aynı esaslara tabi olduğu ancak, bu doğal özelliklerinin
korunmalarına özen gösterileceği ifade edilmektedir. Son paragrafta ise (g)
fıkrası kapsamına giren yerlerde kat alanı ve yüksekliğe bakılmaksızın ruhsat
ve kullanma izni alma zorunluğu getirilmektedir.
Anayasa'nın 2. maddesinde; "Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu belirtilmektedir. Yasaların
kamu yararına dayanması gereği kuşkusuz hukuk devletinin önde gelen
unsurlarından birisini oluşturmaktadır. Anayasa Mahkemesinin 22.6.1972 günlü,
E: 1972/14, K: 1972/34 sayılı kararında, "Hukuk Devleti ilkesinin öğeleri
arasında yasaların kamu yararına dayanması ilkesinin de var olduğu"
açıklanmıştır. Bu karara göre, "Anayasa'nın 2. maddesinde tanımlandığı
üzere Devletimiz bir hukuk devletidir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında
yasaların kamu yararına dayanması ilkesi vardır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı
düşüncesi olmaksızın başka bir deyimle yalnızca belli kişilerin yararına olarak
herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Buna göre çıkarılması için kamu
yararı bulunmayan bir yasa kuralı Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olur ve dava
açıldığında iptali gerekir" Anayasa Mahkemesinin bu kararında yer alan
görüşler doğrultusunda sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için 2960 sayılı Yasa
ile onu değiştiren 3194 sayılı Yasa'nın konuya ilişkin hükümlerinin hangi amaca
yönelik bulunduklarının saptanması bakımından her iki Yasa'nın ilgili
hükümlerinin birlikte incelenmesi gerekir.
2960 sayılı Boğaziçi Yasası'nın değişiklikten önce 3. maddesinin
(g) fıkrasında; "Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinde ve öngörünüm
bölgelerinde konut yapılamaz, tevhit ve ifraz işlemleri yapılmasına izin
verilemez." denilmek suretiyle yasa koyucu burada, öngörünüm bölgesini
sahil şeridi ile aynı hukuki rejime tabi tutarak konut yapımını yasaklamıştır.
Aynı maddenin (h) fıkrasındaki; "Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm
bölgesinde turizm ve rekreasyon amacı ile ayrılan alanlara toplumun
yararlanmasına ayrılan yapılar yapılır ve bu husus tapu siciline işlenir.
Toplumun yararlanmasına ayrılan bu yapılar amaç dışı kullanılamaz" hükmü
ile öngörünüm bölgesinde de sahil şeridindeki rejimin uygulanacağı
vurgulanmıştır. Böylece yasa koyucu bu şekildeki düzenleme ile büyük bir
kesimin, Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden yararlanmasını sağlamak amacıyla
öngörünüm bölgesini sahil şeridinin hukuki rejimine tabi tutarak burada özel
yapılanmayı sınırlamış, ancak; turizm ve rekreasyon amacı ile ayrılan alanlarda
toplumun yararlanmasına ayrılan yapı yapılmasına izin vermiştir. Bu ayrıntılı
düzenlemenin kamu yararını gerçekleştirmeye yönelik olduğu açıktır.
3194 sayılı Yasa ile getirilen değişiklikte ise; 2960 sayılı
Yasadaki düzenlemede yer alan kıyı ve sahil şeritlerinden söz edilmemekte,
öngörünüm bölgesi; orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanlar da dahil olmak
üzere bazı sınırlandırmalarla özel yapılanmaya açılmaktadır. 2960 sayılı
Yasanın 5. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, Boğaziçi alanında orman
sayılmayan kamu kurum ve kuruluşlarına veya özel mülkiyete ait koru, koruya
katılacak alan, çayır, mesire yeri, bostan ve benzeri alanların yeşil alan
sayılacağı ve bitki varlıklarının geliştirilerek muhafaza edileceği, bu
alanlardaki bitki varlıklarının yok edilmesi veya tahrip edilmesinin yasak
olduğu belirtilmektedir. Yapılan değişiklikle öngörünüm bölgesi yönünden bu
yasaklama da etkisiz hale getirilmektedir. Bu koşullarda, 3194 sayılı Yasa ile
getirilen değişikliğin "kamu yararını" gerçekleştirmek amacına yönelik
olduğu kabul edilemez. Zira bu yeni düzenlemeden ancak parsel büyüklüğü 5000 m2'nin
üstünde, ya da altında olup ta komşu parselleri satın alma gücü bulunan mülk
sahipleri yararlanabileceklerdir. Eski düzenleme ile hak sahiplerinin sadece
konut yapmaları yasaklanmış olup, toplumun yararlanmasına açık bina ve tesisler
yapmaları engellenmediğine göre, anılan yerlerin bakımsız bir hale geleceği
yolundaki iddianın da gerçeği yansıttığı ileri sürülemez. Öte yandan T.A.K.S..
(Taban Alan Kat Sayısı)nın büyük tutulması ve blok adedinin serbest
bırakılması, bunun da ötesinde orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanların da
aynı koşullarla yapılanmaya açılması gibi hususlar gözönüne alındığında, yasa
koyucunun buraları koruma amacı ile bu şekilde bir düzenlemeye yöneldiği düşünülemez.
Yeni düzenlemenin, ne ölçüde kamu yararını gerçekleştirmeğe yönelik olduğu
meselesi Anayasa yargısının ilgi alanı dışında kalmakta ise de; Anayasa
Mahkemesinin yukarıda değinilen kararında belirtildiği gibi; sözü edilen hükmün
kamu yararına dayanmadığının saptanması halinde, ortaya haklı bir iptal nedeni
çıkmış olacaktır. Boğaziçi Yasası ile ilgili hükümler tasarıya komisyon
aşamasında eklenmiş olduğundan, bu konuda yasanın gerekçesinden yararlanmak
mümkün olmamaktadır. Bu durumda Yasanın bu hükmü ile doğurduğu sonuçların
değerlendirilmesi suretiyle konu sağlıklı bir biçimde çözüme bağlanabilecektir.
Yukarıda açıklandığı gibi; 3194 sayılı Yasanın 47. maddesi (g)
fıkrasının getirdiği değişiklikle; önceden ancak toplumun yararlanmasına açık
yapılar yapılmasına izin verilen Boğaziçi öngörünüm bölgesi, belli koşullarla
da olsa sonuç olarak, yeşil alanları da kapsar biçimde konut inşaatına açılmış
bulunmaktadır. Bu sonuç, yasa koyucunun amacının, Boğaziçi öngörünüm bölgesini
kamu yararını gözönünde tutarak korumak değil, buna yeşil alanları da dahil
etmek suretiyle özel yapılanmaya açmak olduğunu göstermektedir.
Ayrıca, Anayasa'nın 56. maddesinin birinci fıkrasında
"Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir"
denilmektedir. 2960 sayılı Yasanın 3. maddesinin değişiklikten önceki (g)
fıkrası ile kamu yararı gözetilerek, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevreden
yararlanmasını sağlamak amacıyla Boğaziçi öngörünüm bölgesinde konut inşaatını
yasakladığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle 3194 sayılı Kanunun 47. maddesinin, 2960
sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (g) fıkrasını değiştiren hükümlerinin,
Anayasa'nın 2. ve 56. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Dava konusu 47. maddenin Anayasa'nın 7., 10., 57., 58., 88., 125.,
128., 129. ve 148. maddeleri ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Orhan Onar ve Mustafa Şahin, söz konusu hükümlerin Anayasa'ya
aykırı bir yanı bulunmadığını, Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin ve Servet TÜZÜN
ise, bu fıkranın sadece ikinci paragrafı hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğunu
öne sürerek bu görüşe katılmamışlardır.
8) 48. madde yönünden :
2960 sayılı Boğaziçi Yasası'nın 10. maddesi; 3194 sayılı Yasanın
dava konusu 48. maddesi ile tümüyle değiştirilerek Boğaziçi geri görünüm ve
etkilenme bölgeleri için yeni bir düzenleme getirmiştir.
Bu maddenin birinci fıkrasında, Boğaziçi geri görünüm ve etkilenme
bölgelerinde hangi koşullarla konut inşa edilebileceği belirtilmekte ve bazı
kazanılmış haklar saklı tutulmaktadır. İkinci fıkrada, kat alanı ve yüksekliğe
bakılmaksızın ruhsat ve iskân alma mecburiyeti getirilmektedir. Üçüncü fıkrada,
"Boğaziçi Alanı" için yapılan planların revize edilmesi gerektiğinde;
geri görünüm ve etkilenme bölgelerinde 3030 sayılı Kanuna göre işlem yapılacağı
belirtilmektedir. 3030 sayılı "Büyük Şehir Belediyelerinin Yönetimi
Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında
Kanun"un 6. maddesinin (b) bendinde "Büyük Şehir nazım planlarını
yapmak, yaptırmak ve onaylayarak uygulamak, ilçe belediyelerinin, nazım plana uygun
olarak hazırlayacakları tatbikat imar planlarını onaylamak ve uygulanmasını
denetlemek" Büyük Şehir Belediyelerinin görevleri arasında sayılmaktadır.
Bu durumda "geri görünüm" ve "etkilenme" bölgelerinde
planların revize edilmesi konusunda yetkili merci Büyük Şehir Belediyesi
olmaktadır. "Sahil Şeridi" ve "öngörünüm" bölgelerinde ise;
İstanbul Büyük Şehir Belediyesince hazırlanan planlar belediye meclisi kararı
ve belediye başkanının onayından sonra "Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon
Kurulu" onayı ile yürürlüğe girmektedir. Dördüncü fıkrada; ilgili kamu
kurum ve kuruluşları ile meslek kuruluşlarına "sahil şeridi" ve
"öngörünüm" bölgeleri ile ilgili planlara itiraz hakkı tanınmakta,
ayrıca bu itirazın inceleme şekil ve süresine de yer verilmekte ve plan değişiklikleri
için de aynı usulün geçerli olduğu belirtilmektedir.
TBMM'ndeki görüşmeler sırasında verilen bir önerge üzerine bu
maddeye eklenen altıncı fıkrada 3194 sayılı Yasanın 46. maddesi ile kaldırılan
organlardan biri olan Boğaziçi İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu bazı
farklılıklarla yeniden kurulmaktadır.
Dava dilekçesinde bu maddenin Anayasa'nın 43. ve 63. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmektedir. Bu madde ile Boğaziçi "geri
görünüm" ve "etkilenme" bölgelerinde özel yapılanma için bazı
koşullar getirilirken, bu bölgelerle birlikte "sahil şeridi"ni de
içine alan Boğaziçi alanına ilişkin planlama çalışmalarında izlenecek esaslar
gösterildiğine göre, 47. maddenin (f) fıkrası incelenirken belirttiği gibi,
Boğaziçi alanında bu madde gereği yapılacak uygulamada, Anayasa'nın sözü edilen
43. ve 63. maddelerinde yer alan hükümlerin geçerli olacağı tabiidir.
Bu nedenlerle, dava konusu Kanunun 48. maddesine yönelik iddialar
yerinde görülmemiştir.
9) Geçici 5. madde yönünden :
Geçici 5. madde, "Belediye hudutları ve mücavir sahalar
içinde veya dışında bulunan gedik ve zeminler (örfü belde-paftos) tamamen
yıkılıp yok olarak (müntafi ve münhedim) varlıklarını kaybedip,
kaybetmediklerine bakılmaksızın bu Kanun hükümlerine göre tasfiye olunurlar.
Tasfiyeye tabi tutulan taşınmaz mallardaki zemine ait son emlak
vergi değerinin 1/5'idir. Bu şekilde belirlenecek zemin hakkı bedeli, tapu
idaresince gedik sahibinin müracaatı halinde zemin hakkı sahibi adına emaneten
millî bir bankaya yatırılır. Müracaat edilmediği takdirde zemin sahibi lehine
kanunî ipotek tesis edilir.
Zemin hakkı bedelinin 1/4'ü peşin, bakiyesi en geç üç yıl içinde
yıllık eşit Taksitlerle ödenir ve bu bedele bankaca vadesiz mevduat faizi
uygulanır. Peşin miktar ve Taksitler 40.000 TL. den az olamaz. Bu işlemlerden
sonra topu sicilinde gerekli terkin ve tashihler resen yapılır.
Bankaya emaneten yatırılan ve ipotekle temin edilen zemin hakkı
bedeli üzerindeki iddialar genel hükümlere tabidir." denilmektedir.
Kanunun bu hükmü, 6785 sayılı eski İmar Kanununa 11.7.1972 gün,
1605 sayılı Kanun ile eklenen "Ek Madde 9" dan çok az bir farkla
düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi, bu maddeyle Medeni Kanundan önce var olan ve kökü
çok eskilere dayanan bir aynî hakkın tasfiyesi ve onun hukuk sistemimize
uydurulması öngörülmektedir. İkinci fıkrada; tasfiyeye tabi tutulan taşınmaz
mallardaki "zemin hakları" bedele çevrilerek tasfiye edilmektedir.
Üçüncü fıkrada; zemin hakkı bedelinin ait olduğu taşınmaz malın zemine ait son
emlak vergi değerinin 1/5'i olduğu, bu bedelin gedik sahibinin tapu idaresine
müracaatı halinde zemin hakkı sahibi adına emaneten milli bir bankaya
yatırılacağı belirtilmektedir. Müracaat edilmediği takdirde; zemin hakkı
sahibini korumak amacıyla onun lehine kanunî ipotek tesis edileceği hükme
bağlanmaktadır. Dördüncü fıkrada; zemin hakkı bedelinin ödenme şekline ilişkin
bazı esaslar getirilmekte ve bu işlemlerden sonra, tapu sicilinde gerekli
terkin ve tashihlerin yapılacağı öngörülmektedir. Son fıkrada da bankaya
emaneten yatırılan veya ipotekle temin edilen zemin hakkı bedeli üzerindeki
iddialar yönünden özel bir usule gerek görülmeyerek, bunların genel hükümlere
tabi olacağı belirtilmektedir.
Dava dilekçesinde Geçici 5. madde uyarınca tasfiye edilecek
varlıkların tarih, kültür ve tabiat değerlerinin dikkate alınmasının maddede
öngörülmemiş olduğu, bu nedenle Anayasa'nın 63. maddesine aykırılık oluştuğu
öne sürülmektedir.
3194 sayılı İmar Yasası'nın 4. maddesinde 2863 sayılı "Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası" nm, bu Kanunun ilgili maddelerine uyulmak
kaydıyla uygulanacağı öngörülmektedir. Bu itibarla dava konusu madde ile
yapılacak tasfiyeler sırasında 2863 sayılı Yasanın kapsamına giren bir durum
söz konusu olması halinde, doğal olarak özel yasa niteliğindeki bu Yasa
uygulanacaktır' Maddenin, bu nedenle Ana-yasa'ya aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
10) Geçici 7. Madde Yönünden :
Geçici 7. maddenin birinci fıkrasında, "İstanbul ve Çanakkale
Boğazlarında 2981 sayılı İmar Affı Kanunu'na göre başvurulan yapılar, aynı
Kanunun 3 üncü maddesinin İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile ilgili kısmı 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile 2981 sayılı Kanunun 14
üncü maddesinin (f) fıkrasına göre ve bitmiş olmaları koşulu ile 5 misli bina
inşaat harcı alınarak af kapsamına dahil edilir. Aynı Kanunun ilgili ekli
cetveline göre harç ayrıca tahsil edilir. Afla ilgili Boğaziçi alanındaki
tespit ve değerlendirme işlemleri mutlaka ilgili belediyelerce yapılır ve en
geç 6 ay içinde tamamlanarak sonuçlandırılır." denilmektedir.
Görüldüğü gibi, bu maddenin birinci fıkrasında 2421984 günlü, 2981
sayılı İmar Affına ilişkin Yasanın 3. maddesi gereği özel kanunu çıkarılıncaya
kadar bu af kanunu dışında bırakılan yerlerden "İstanbul ve
Çanakkale" boğazlan yönünden bu yasaklama kaldırılarak, bu yerler de af kapsamı
içine alınmaktadır. Bu fıkrada ayrıca, af kapsamına girecek bölgeler yönünden
kıyı, sahil şeridi, öngörünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgeleri arasında hiç
bir ayırım yapılmamaktadır.
Dava dilekçesinde, ayrıntılı bir açıklama yapılmadan sadece millî
bir yasa olan Boğaziçi Yasası'nın yapılan bu değişikliklerle delindiği,
getirilen hükümlerin ise kişi yararı için kamu yararını gözardı ettiği, bu
durumun Anayasa'nın 43. ve 63. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Geçici 7. maddenin birinci fıkrasında, bu yerlerdeki yapılar için
mevzuata ve imar planına uygun olma koşulu aranmadığına göre, bu bölgede
mevzuata aykırı olarak yapılan yapıların da işbu fıkra kapsamına girdiği
anlaşılmaktadır. Yukarıda fıkranın anlam ve kapsamı açıklanırken belirtildiği
gibi; Boğazlar, kıyı ve sahil şeridi yönünden hiç bir ayırıma tabi
tutulmaksızın af kapsamına alınmaktadır. Anayasa'nın, "kıyılardan
yararlanma" Başlıklı 43. maddesindeki kıyıların, Devletin hüküm ve
tasarrufu altında olduğunu, deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin
kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararının
gözetileceğini belirleyen hükmü karşısında, sözü edilen bu yerlerde mevzuata
aykırı olarak yapılan ve kamuya açık olmayan özel yapılanmalar için aftan
yararlanma hakkının tanınmış olması, Anayasa'nın 43. maddesine aykırı
düşmektedir. Öte yandan dava konusu 47. maddenin (g) fıkrasının incelenmesi
sırasında, Boğaziçi'nde öngörünüm bölgesini özel yapılanmaya açan bu fıkranın
Anayasa'ya aykırı olduğu belirtilmişti. Nitekim, Anayasa Mahkemesince 3086
sayılı Kıyı Yasası'na ilişkin olarak verilen 25.2.1986 günlü, Esas: 1985/1, K:
1986/4 sayılı kararda, kamunun yararlanmasına öncelik tanınan kıyıda mevzuata
aykırı yapıların af kapsamına alınmasının Anayasa'ya aykırı olduğu sonucuna
varılmıştır. Bu görüşün sözü edilen geçici 7. maddenin birinci fıkrası yönünden
de geçerli olacağı kuşkusuzdur.
3194 sayılı Yasanın Geçici 7. maddesinin birinci fıkrası
içeriğinden, bu maddenin uygulanması sırasında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yasası'nın ilgili hükümlerinin gözönünde tutulacağı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle Anayasa'nın "Tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının korunması"na dair 63. maddesi ile herhangi bir ilişkisi
görülmemiştir.
Geçici 7. maddenin ikinci fıkrasında; Boğaziçi alanındaki çekme
katların aynı gaberi içinde olmak şartı ile tam kata iblağ edileceği
belirtildikten sonra, çatı katı maliklerinin diğer kat malikleri ile ilişkileri
düzenlenmektedir. Bu fıkra ile daha önce mevzuata uygun olarak yaptırılan
yapılarda mevcut çekme katlarının, aynı gaberi içinde kalma şartı ile tam kata
iblağ edilmesi öngörüldüğüne göre, fıkranın Anayasa'ya aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan, Selâhattin Metin, Servet
TÜZÜN ve Vural Savaş, "Maddenin ikinci fıkrasının"da Anayasa'ya
aykırı olduğu görüşündedirler.
Açıklanan nedenlerle, 3194 sayılı Kanunun 8, 46. ve Geçici 5.
maddeleriyle 26. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, 27. maddesinin
dördüncü fıkrası, 44. maddesinin l (h) fıkrası dışında kalan hükümleri, 47.
maddesinin 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (f) fıkrasını
değiştiren hükmü, Geçici 7. maddesinin ikinci fıkrası Anayasa'ya aykırı
olmadığından, iptal davasının bu maddeler ve hükümlere yönelik kısımları red
edilmeli; 24. ve 25. maddeleriyle 21. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
"...veya yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarından...",
22. maddenin birinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik...", ikinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest
mimarlık mühendislik bürolarınca..." ibarelerinin, 26. maddesinin üçüncü
fıkrası, 27. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları hükümleri, 44.
maddesinin 1 (h) bendi, 47. maddesinin 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3.
maddesinin (g) fıkrasını değiştiren hükümleri, Geçici 7. maddesinin birinci
fıkrası Anayasa'ya aykırı olduğundan iptal edilmelidir.
Dava konusu İmar Kanunu'nun 24. maddesinin iptal edilmesi
karşısında, aynı Kanunun iptal davası dışında kalan 28, 30. ve 32. maddelerinin
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına ilişkin hükümlerinin
uygulanma olanağı kalmayacağından, 10.11.1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 29. maddesinin
ikinci fıkrası gereğince, 28. maddenin birinci fıkrasında yer alan
"...veya yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına...", 30.
maddenin birinci fıkrasındaki "veya yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik...", ikinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik büroları...", ibarelerinin ve aynı fıkranın
"...ancak müracaat yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürosuna
yapılmış ise bu hüküm uygulanmaz. Yeminli büro, müracaatı bu süre içerisinde
müspet veya menfi mutlaka sonuçlandırmak zorundadır..." biçimindeki son
iki cümlesinin ve 32. maddesinin birinci fıkrasındaki "...veya yeminli
serbest mimarlık ve mühendislik bürosunca..." ibaresinin iptaline karar
verilmelidir.
V- SONUÇ :
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun;
1- 21. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "...veya
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarından...", 22. maddesinin
birinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest mimarlık ve
mühendislik...", ikinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik bürolarınca..." ibarelerinin, 24. ve 25. maddeleri
hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptallerine oybirliğiyle;
2- 26. maddesinin üçüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline, ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
reddine oybirliğiyle; keza aynı maddenin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin reddine Necdet DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer
TURAN, Mustafa ŞAHİN ve Adnan KÜKNER'in karşıoyları ve oyçokluğuyla;
3- 27. maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkraları hükümlerinin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Orhan ONAR, Mahmut C. CUHRUK, Mehmet
ÇINARLI ve Selâhattin METİN'in karşıoyları ve oyçokluğuyla, dördüncü fıkra
hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığına bu nedenle iptal isteminin reddine Necdet
DARICIOĞLU, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer TURAN ve Adnan KÜKNER'in karşıoyları
ve oyçokluğuyla,
4- 44. maddesinin l (h) bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve
iptaline, maddenin diğer hükümlerine ilişkin iptal isteminin reddine
oybirliğiyle;
5 - 47. maddesinin, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin
(f) fıkrasını değiştiren hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin reddine oybirliğiyle; (g) fıkrasını değiştiren hükümlerinin
Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Orhan ONAR ve Mustafa ŞAHİN'in söz
konusu hükümlerin Anayasa'ya aykırı bir yanı bulunmadığı, istemin reddi
gerektiği, Mehmet ÇINARLI, Selâhattin METİN ve Servet TÜZÜN'ün bu fıkranın
sadece ikinci paragrafı hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğu yolundaki karşıoyları
ve oyçokluğuyla;
6- 8., 46. ve 48. maddeleriyle geçici 5. maddesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine oybirliğiyle;
7- Geçici 7. maddesinin birinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olduğuna ve iptaline oybirliğiyle, ikinci fıkrasının Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin reddine Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer TURAN,
Selâhattin METİN, Servet TÜZÜN ve Vural SAVAŞ'ın karşıoyları ve oyçokluğuyla;
8- 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 24. maddesinin iptal edilmiş
olması, aynı kanunun iptal davası dışında kalan 28., 30. ve 32. maddelerinin
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına ilişkin hükümlerinin
uygulanmaması sonucunu doğurduğundan 10.11.1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 29. maddesinin
ikinci fıkrasında dayanılarak 28. maddenin birinci fıkrasında yer alan
"...veya yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarına...", 30.
maddenin birinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest mimarlık veya
mühendislik...", ikinci fıkrasındaki "...veya yeminli serbest
mimarlık ve mühendislik büroları..." ibarelerinin ve aynı fıkranın
"...Ancak müracaat yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürosuna
yapılmış ise bu hüküm uygulanmaz. Yeminli büro müracaatı bu süre içerisinde
müspet veya menfi mutlaka sonuçlandırmak zorundadır..." biçimindeki son
iki cümlesinin; ayrıca 32. maddesinin birinci fıkrasındaki "...veya
yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürosunca..." ibaresinin iptaline
oybirliğiyle,
11.12.1986 gününde karar verildi.
Başkan
Orhan
ONAR
|
Başkanvekili
Mahmut
C. CUHRUK
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Selâhattin
METİN
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
Adnan
KÜKNER
|
Üye
Vural
SAVAŞ
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
İptal istemine konu edilen ve çoğunluk tarafından Anayasa'ya
aykırı bulunarak iptaline karar verilen 3.5.1986 günlü, 3194 sayılı İmar
Kanunu'nun 27. maddesinin birinci fıkrasında, İmar planına göre toplam inşaat
alanı, bodrum hariç 1000 metrekare, saçak yüksekliği 650 metre ve bir bodrum
ile iki katı aşmayan binalarda belediye veya valiliklerden ruhsat alınma
mecburiyeti kaldırılmıştır. Amaç, nispeten basit binalarla bürokratik engelleri
azaltmaktır. Bununla beraber, belediyeler veya valiliklerin denetimine imkân
verecek hususlar maddede derpiş edilmiş ve yapıların mevzuata ve plana aykırı
yapılması durumunda yaptırımlar öngörülmüştür.
Bu tür yapıların diğer yapılarla aynı hukuki durumda olmamaları,
aralarında nitelik bakımından benzerlik bulunmaması dolayısıyla, eşitlik
ilkesinin ihlâlinden söz edilemeyeceği gibi, yapılanma koşulları ayrıntılı
olarak maddede belirtilen söz konusu yapıların ruhsat alma yükümlülüğünden
istisna edilmesi; denetim olanaklarını ortadan kaldırmaz. Zira, imar hukukunda
ruhsat, tek ve vazgeçilmez denetim aracı değildir. İmar planları yanında
başvurulara eklenmesi zorunlu projeler, belediyelerin veya valiliklerin elinde
yeterli bir denetim aracı olabilir, ayrıca inşaatın her aşamasında belediyeler
ve valilikler kontrol elemanları marifetiyle denetim imkânına sahiptirler. Bu
itibarla, dava konusu maddenin birinci fıkrasında ve buna bağlı olarak ikinci
ve üçüncü fıkralarında Anayasa'ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Aynı Kanunun 47. maddesinin 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3.
maddesinin (g) fıkrasını değiştiren hükmünün iptaline ilişkin karara da aşağıda
gösterilen nedenlerle katılmıyorum.
Anayasa kıyılar ve sahil şeritleri için 43. maddesiyle özel
hükümler sevk etmiştir. Boğaziçi öngörünüm bölgesi için Anayasa bu nitelikte
bir hüküm içermemektedir. Bir başka söyleyişle yasama organı bu bölge hususunda
bir takdir yetkisine sahip bulunmaktadır. Koşullara göre öngörünüm bölgesinde
yapılaşmanın düzenlenmesinde kamu yararının şu veya bu doğrultuda görülmesinin
takdiri yasama organına aittir. Bu itibarla bu hususun denetlenmesi Anayasa'ya
uygunluk denetiminin konusu dışında kalır.
KARŞIOY
YAZISI
351986 günlü ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun kimi maddelerinin
iptaline dair Mahkememizin 11.12.1986 günlü, Esas: 1985/11, Karar: 1986/29
sayılı kararında, Sayın Orhan Onar'a ait karşıoy yazısının 1. ve 2.
paragraflarında yer alan görüş ve düşüncelere katılıyorum.
Başkanvekili
Mahmut
C. CUHRUK
|
KARŞIOY
YAZISI
l- Anayasa Mahkemesini, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas
bakımlarından uygunluğunu denetlemekle görevli kılan Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nın 148. maddesi, ikinci fıkrasında, kanunların şekil bakımından
denetlenmesini; son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususu
ile sınırlamakta ve bu anlamdaki denetlemenin, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebileceğini
belirledikten sonra, kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten
sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamayacağını, defi yoluyla da
ileri sürülemeyeceğini hükme bağlamaktadır. 148. maddenin ikinci fıkrası
hükmünü tamamlayan 149. maddenin ikinci fıkrasında da, şekil bozukluğuna dayalı
iptal davalarının, Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanacağı
öngörülmüş bulunmaktadır.
Konu, dava açma hakkı, süre ve öngörülen yöntem açısından nev'i
şahsına münhasır özel bir şekil denetimini düzenlediğinde kuşku bulunmayan 148.
ve 149. maddelerin bu konuya ilişkin hükümleri yanında, Anayasanın, iptal
davasıyla ilgili genel kuralı ortaya koyan 150. maddesinde, açıkça; kanunların,
kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya
bunların belirli madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası
açılabileceği hükmüne de yer verilmiş, bu tür davaların Cumhurbaşkanı, iktidar
ve anamuhalefet partisi meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeler tarafından açılabileceği kabul
edilmiştir.
Bahis konusu maddenin öngördüğü, şekil ve esas bakımından
Anayasaya aykırılık iddialarını birlikte içeren iptal davalarıyla ilgili genel
şekil denetiminde, davanın konusu, dava açma hakkı, süre ve yöntem yönünden
148. ve 149. maddelerde yer alan sınırlamalar önemli ölçüde giderilerek; esası,
özellikle yasama tasarrufunun oluşumunu ve sağlığını etkileyen, Anayasanın 88.
maddesine ve ilgili öteki maddelerine aykırı tüm şekil bozukluklarının, başka
bir anlatımla, örneğin, bir kanunun teklif edildiği tarihten kabul edildiği
tarihe kadar geçen süre içinde uygulanan yöntemlerdeki önemli aksaklıkların
iptal davasının konusu içine alınması, ayrıca dava süresinin 60 güne
çıkarılması, iktidar ve anamuhalefet partisi meclis gruplarının da dava
açabilmeleri sağlanmış, şekil bozukluğuna dayalı iddiaların öncelikle incelenip
karara bağlanması zorunluluğu kaldırılmıştır.
60 günlük yasal süre içinde açılmış bulunan inceleme konusu iptal
davası, Anayasanın 148. ve 149. maddeleri çerçevesinde, yalnız şekil bakımından
denetlemeyi gerektiren bir nitelik taşımadığı, anılan Yasanın 150. maddesine
dayalı olarak hem sekile, hem esasa ilişkin Anayasaya aykırılık iddialarını birlikte
kapsadığı cihetle; şekil yönünden yapılacak denetimin, "son oylamanın,
öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı" ilkesiyle bağlı kalınmaksızın,
esasa etkili öteki şekil bozuklukları da gözönünde tutularak tamamlanması
gerekmektedir.
Hukuk devleti ilkesiyle Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
ilkelerinin yaptırımını oluşturan Anayasaya uygunluk denetiminin gerçek anlam
ve amacı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 150. maddesinin kemaliyle
işletilmesini zorunlu kılmaktadır. 10.11.1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 20, 21. ve 22.
maddeleri belirtilen alan ve ölçüler içinde denetim yapılmasını kanımızca
engellememektedir.
İlk inceleme sonunda oyçokluğuyla tesis olunan 2.8.1985 günlü
karara bu nedenlerle katılmamaktayım.
II- Aşağıda açıklanan hususlar, esas hakkındaki Kararın, 351985
günlü ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrası ile 27.
maddesinin dördüncü fıkrasına ilişkin bölümlerine katılmayışımın nedenlerini
içermektedir :
A- İmar Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrası ile ilgili
açıklamalar :
1- Anılan Kanun'un "Kamuya ait yapı ve tesisler ile sanayi
tesislerinde ruhsat" başlıklı 26. maddesinin birinci fıkrasında; kamu
kurum ve kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılara, imar planlarında
o maksada tahsis edilmiş olmak, plan ve mevzuata aykırı olmamak üzere mimarî,
statik, tesisat ve her türlü fenni mesuliyetin bu kamu kurum ve kuruluşlarınca
üstlenilmesi ve mülkiyetin belgelenmesi kaydıyla avan projeye göre ruhsat
verileceği öngörüldüğü halde, ruhsat verecek makam ve mercii belirlenmemiştir.
Buna mukabil, aynı maddede, Devletin güvenlik ve emniyeti, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin harekât ve savunması bakımından gizlilik arz eden yapılar ile her
türlü sanayi kuruluşuna ait yapılarda ruhsat makam ve mercii belirgin biçimde
gösterilmiştir.
Birinci fıkranın, genel olarak ruhsat alma koşullarını düzenleyen
22. madde hükmüyle de uyumlu bir içerik taşımadığı görülmektedir. Yapı ruhsatı
verilebilmesi için tapu (istisnai hallerde tapu senedi yerine geçecek belge),
mimarî proje, statik proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları,
röperli veya yoksa ebatlı krokinin başvuru dilekçesine eklenmesi 22 maddenin
açık ve buyurucu hükmü gereği iken, 26. maddenin birinci fıkrasında, kamu kurum
ve kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılar yönünden, bu fıkrada
öngörülen sınırlı kayıtlara uyulmak koşuluyla, avan projenin varlığı yeterli
sayılmıştır. Bu husus, yapılacak veya yaptırılacak yapının teknik bakımdan
yeterli güvenliğe sahip olup olmadığının saptanmasını ve tahsis edileceği amaca
uygun bulunup bulunmadığının incelenip, araştırılmasını adeta
imkânsızlaştırmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşlarıyla özel hukuk kişileri tarafından
yapılacak veya yaptırılacak aynı nitelikteki yapılar arasında ayırım
yapılamayacağına göre, kamu kurum ve kuruluşları için tanınan bu ayrıcalığın
haklı bir nedeni yoktur. 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 43. maddesinin
"a" fıkrasıyla yürürlükten kaldırılan 9.7.1956 günlü, 6785 sayılı
İmar Kanunu'nda da bu konuda herhangi bir ayırım yapılmadığı bilinmektedir.
Ruhsat vermekteki amacın, kamu yararı ve kamu güvenliği
düşüncesiyle etkili bir ön denetim sağlamak olduğu gözden uzak tutulmadığı
takdirde, kamu kurum ve kuruluşlarına gereksiz olarak ayrıcalık tanınırken
ruhsatla gerçekleştirilmek istenen amaçtan uzaklaşılmış olacağında kuşku
bulunmamaktadır. Bu sapmanın, kamu yararını ve kamu güvenliğini olumsuz
doğrultuda etkilemesi de kaçınılmaz bir olgu sayılmalıdır.
Sonuç olarak, birinci fıkra hükmüyle yürürlüğe konulan
düzenlemenin yol açtığı eşitsizlik haklı nedenlere dayanmadığından, inceleme
konusu fıkranın Anayasanın 10. maddesine aykırı olduğu düşünülmektedir.
2- Öte yandan, bahis konusu düzenleme Anayasanın 56. maddesiyle de
bağdaşmamaktadır.
Birinci fıkrasında, herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaşama hakkına sahip bulunduğunu belirleyen 56. madde, ikinci fıkrasında, bu
hakkın kullanılması yönünden Devlete bir takım ödevler yüklemektedir. Bu
ödevlerden biri ve önemine rağmen Devletin mali kaynaklarının ve parasal
olanaklarının yeterliliğine bağlı bulunmayanı, çevrenin kirlenmesine ve çevre
sağlığının bozulmasına yol açan tutum ve davranışlara engel olunmasıdır.
3194 sayılı İmar Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrası,
yukarıda da açıklandığı üzere, bu fıkrada belirtilen yapı ve tesislerin çevreye
vereceği zararların önlenmesi olanağını büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır.
Çevre kirlenmesini önlemek ve çevre sağlığını korumak görevi, ancak, daha önce
değinilen ayrıcalığın giderilmesi ve denetim dışında bırakılan yapıların da,
diğerleri gibi, denetime tabi tutulması suretiyle yerine getirilebilecektir.
Kamu kurum ve kuruluşlarına, mimarî proje, statik proje, elektrik
ve tesisat projeleri, resim ve hesapları gibi, yapıların iç ve çevre
güvenlikleri açısından büyük önem taşıyan belgeler aranmaksızın, sadece avan
projeye göre ruhsat verilmesi, her türlü fenni sorumluluğun ilgili kamu kurum
ve kuruluşlarınca üstlenilmesi kayıt ve koşuluna rağmen, inceleme konusu
düzenlemeyi Anayasanın 56. maddesine uygun duruma dönüştürmemektedir.
B- İmar Kanunu'nun 27. maddesinin dördüncü fıkrasına ilişkin
açıklamalar :
3194 sayılı İmar Kanunu'nun, "Ruhsata tâbi olmayan yapılar ve
uyacakları esaslar" başlığını taşıyan 27. maddesinin dördüncü ve son
fıkrası; belediye ve mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde
sürekli oturanların köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda
yaptıracağı konut, hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve
iskân ruhsatı aranmayacağını, ancak, yapının fen ve sağlık kurallarına uygun
olması ve muhtarlıktan izin alınması gerektiğini hükme bağlamaktadır.
Söz konusu hüküm de, yapı ruhsatiyesi alınmasını zorunlu kılan 21.
maddenin istisnaları arasında yer almaktadır.
Yapı ruhsatı alma zorunluluğunu kaldıran, dolayısıyla kimi
konutlar ve hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve iskân
ruhsatı aranmaması yolunda ayrıcalık getiren hükmün, belediye ve mücavir
alanlar dışında kalan yörelerde yaşayanlara kolaylık sağlamak ve onlara hizmet
etmek amacıyla yürürlüğe konduğu kabul edilse bile, yapı alanı, yüksekliği ve
öteki teknik öğeler yönünden herhangi bir ölçünün gözetilmemiş olması, güdülen
amacı aşan, bu amacın çok ötesinde bir düzenlemeye neden olmaktadır. Belediye
ve mücavir alan sınırları içinde ruhsatsız yapılamayacak olan bir yapının
köylerde ruhsatsız olarak yapılmasına böylece olanak sağlanması Anayasanın 10.
maddesinde yer alan kanun önünde eşitlik ilkesini önemli ölçüde zedelemektedir.
Ruhsatsız yapılaşmanın, çevrenin sağlık ve dengesini de olumsuz
biçimde etkileyeceği muhakkaktır. Başka bir deyişle, izin ve denetim
mekanizmasındaki yetersizliğin sağlıksız bir yapılaşmayı gündeme getireceğinden
şüphe edilmemelidir. Anılan düzenleme bu nedenlerle Anayasanın 56. maddesinin
birinci ve ikinci fıkralarına aykırı olduğu gibi; Devleti, çevre şartlarını
gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirler
almakla yükümlü kılan 57. maddesi hükmüne de aykırı bulunmaktadır. Yapı
ruhsatiyesi alınması yolundaki yasal zorunluluğa getirilen bu istisna, Devleti,
gerçekten en etkili denetim aracından yoksun bırakmaktadır.
KARŞIOY
YAZISI
1- 3194 sayılı İmar Yasası'nın 22. maddesi genel olarak ruhsat
alma koşullarını düzenlemektedir. Aynı Yasanın 26. maddesinin birinci fıkrası,
kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılar için, her
türlü fenni sorumluluğun bu kuruluşlara ait olmak üzere, 22. maddedeki koşullar
aranmaksızın avan projeye göre ruhsat verilmesi esasını getirmiştir.
Ruhsat verilmesiyle güdülen amaç, imar planlarına uyulması yanında
yapısallaşmada güvenliğin, sağlık kurallarına uygunluğun ve eski yapılarla yapılacak
olanlar arasında birlik ve uyumun, merkezi denetim yoluyla sağlanmasıdır.
Kentleşmenin, sağlıklı, güvenli ve uyum içinde gerçekleşmesinde kamu yararı
bulunmaktadır. İnşaat ruhsatı, yapılmak istenen yapı için verilmektedir.
Yapının resmi makama ya da şahsa ait olması arasında ayırım yapılmasında, başka
bir deyişle bir müteahhidin özel amaçlı yaptığı yapı ile kamu kurum ve
kuruluşları için yaptığı yapı arasında ayırımlı bir uygulamaya gidilmesinde
haklı neden bulunmamaktadır.
Daha açık bir anlatımla, kamu kurum ve kuruluşlarına ait yapılarda
mimari, statik, elektrik ve tesisat projeleri gibi yapının hem iç hem de çevre
güvenliği yönünden önem taşıyan belgeler aranmaksızın sadece avan projeye göre
ruhsat verilmesi, Anayasa'nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine uymadığı gibi,
sağlık hizmetleri ve çevrenin korunmasıyla ilgili düzenleme getiren 56.
maddesine de aykırı bulunmaktadır.
2- 3194 sayılı Yasanın 27. maddesinin dördüncü fıkrası Belediye ve
mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy
yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık
veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve iskân ruhsatı aranmayacağı kuralını
getirmektedir. Yapıların bir plan ve düzen içerisinde sağlam ve sağlık
koşullarına uygun yapılmasında kamu yararı bulunduğu kuşkusuzdur. Yapının köyde
ya da belediye ve mücavir alanlarda yapılması arasında kamu yararı, kamu düzeni
ve kamu güvenliği yönünden bir ayırım olmaması gerekir. Köylerle kasabalar
arasındaki farklı uygulamanın haklı bir nedeni bulunmamakta ve bu fıkra da
eşitlik ilkesine aykırı düşmektedir.
3- 3194 sayılı Yasanın geçici 7. maddesinin ikinci fıkrasında,
Boğaziçi alanındaki çıkma katların aynı gabari içinde kalmak şartı ile tam kata
iblağ edilebileceği kuralına yer verilmektedir. Getirilen bu hüküm, Boğaziçi
alanında nüfus ve yapı yoğunluğunu arttırması yanında, bu alandaki çekme katlar
lehine bir ayrıcalık yaratmaktadır. Dolayısıyla aynı sokakta aynı yükseklik
hakkına sahip binalardan, ruhsatla ya da kaçak olarak ilave çatı katı yapmış
olanlarla, çatı katı yapmamış olanlar arasında bir ayrıcalık doğmakta, bu
yasayla çatı katlarının tam kata tamamlanmasına da izin verilmesi nedeniyle,
çatı katlı binalar birer kat daha yükseltilebilmektedir. Böylece aynı yerde ve
aynı imar durumuna sahip binalarda farklı katta ve farklı yükseklikte yapılaşma
meydana gelmektedir. Bu durum Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı
düşmektedir.
Sonuç olarak 3194 sayılı Yasanın 26. maddesinin birinci fıkrası
ile 27. maddesinin dördüncü fıkrası ve geçici 7. maddesinin ikinci fıkrasının
Anayasa'ya aykırı olduğu ve iptali gerektiği oyu ile verilen karara karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
l- 351985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanununun 26 ncı maddesi birinci
fıkrasında : "Kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak
yapılara, imar planlarında o maksada tahsis edilmiş olmak, plan ve mevzuata
aykırı olmamak üzere mimari, statik, tesisat ve her türlü fennî mesuliyeti bu
kamu kurum ve kuruluşlarınca üstlenilmesi ve mülkiyetin belgelenmesi kaydıyla
avan projeye göre ruhsat verilir" denilmektedir.
Halbuki aynı Kanunun, "Ruhsat alma şartları" başlıklı 22
nci maddesinde : "Yapı ruhsatiyesi almak için . mimari proje, statik
proje, elektrik ve tesisat projeleri, resim ve hesapları, röperli veya yoksa,
ebatlı kroki eklenmesi gereklidir" hükmü bulunmaktadır. Yani, 22 nci
maddedeki ruhsat alma şartlarından, 26 ncı madde ile kamu kurum ve kuruluşları
istisna edilmektedir.
Yapı ruhsatiyesinin, yapı düzeni, kamu güvenliği, huzuru ve
sağlığı bakımından önemi, uzun boylu izahata gerek göstermeyecek kadar ortada
ve açıktır. Bunun içindir ki, Cumhuriyet döneminde 2290 sayılı Belediye Yapı ve
Yollar Kanunu ve 6785 sayılı İmar Kanunu ile, hiç bir ayırım gözetmeksizin,
bütün yapılar için ruhsat alınması şart koşulmuştur.
Şimdi, belediye ve valilikler, eskisine nazaran,teknik cihazlanma
ve eleman yönünden çok daha geniş imkânlara kavuşmuş olmasına rağmen "kamu
kurum ve kuruluşlarınca yapılacak veya yaptırılacak yapılar" için
ayrıcalık tanınması ve yalnız "avan projeye göre ruhsat verilmesi"
nin kabul edilmesi yurt gereklerine ve gerçeklerine uygun değildir. "Kamu
kurum ve kuruluşları" deyimi çok geniş ve belirsiz bir kavramdır. Bunlar
tarafından "yapılacak veya yaptırılacak yapılar" için, mimari,
statik, tesisat ve fennî mesuliyeti "üstlenilmesi" kamu sağlığı ve
emniyeti bakımından yeterli güvence sağlamaz.
Bu nedenlerle Kanunun 26 ncı maddesinin birinci fıkrası hükmünü
de, Anayasa'nın 10 uncu maddesine, özellikle 56 ncı maddesindeki "Herkes
sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir" şeklindeki
hükmüne aykırı görmekteyim.
II- Kanunun 27 nci maddesi dördüncü fıkrasında : "Belediye ve
mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy
yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık
veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve iskân ruhsatı aranmaz. Ancak,
yapının fen ve sağlık kurallarına uygun olması ve muhtarlıktan izin alınması
gerekir" hükmü yer almıştır.
Sözü geçen yapıların "fen ve sağlık kurallarına uygun
ol"up olmadığı nasıl anlaşılacaktır; uygun değilse ne yapılacaktır;
muhtarlık hangi ölçü, esas ve şartlarla izin verecek veya vermeyecektir;
elindeki hangi imkânlarla saptama yapacaktır'..
Zamanla köylerin belde, kasaba, şehir haline gelmesi ve buralarda
belediyeler kurulması mümkün olduğu gibi "mücavir alan" haline getirilmeleri
de mümkündür. Bu hallerde evvelce ruhsatsız, kullanma izni alınmadan yapılıp
kullanılan yapıların düzene ve plana uygun duruma getirilmesi büyük bir sorun
olarak ortaya çıkmaktadır.
Kanunun 27 nci maddesindeki bu hüküm de kanımca Anayasa'nın eşitlik
ilkesine, 56 ncı maddesine ve bu maddenin; "çevreyi geliştirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşın
ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlar" biçimindeki hükümlerine aykırıdır.
III- Kanunun geçici 7 nci maddesi ikinci fıkrasında :
"Boğaziçi alanında mevcut çekme katlar aynı gaberi içinde kalmak şartı ile
tam kata iblağ edilir. Ancak teras kullanma hakkı daha önce tapuya tescil
edilmemiş olan çatı katı malikleri emlak vergisi için beyan edilen daire
bedelinin daire metrekaresine bölünerek bulunan bir metrekare değerinin
kazanılan alan ile çarpımı sonucu bulunan değeri hisse nispetlerine göre diğer
kat maliklerine öder. Kendileri bulunmadıkları takdirde bu bedel isimlerine
millî bir bankaya yatırılır" hükmü vardır.
Bu hükümle çekme katlı bina sahipleri ile çekme katı olmayan bina
sahipleri arasında eşitsizlik yaratılmakla, kamu yararı hilâfına, Boğaziçi
alanında nüfus yoğunluğunun artırılmasına yol açılmaktadır.
Ayrıca, Anayasa'ya göre, kamulaştırma bedelinin hesaplanmasında
bile, mutlak surette esas alınamayan "emlak vergisi için beyan edilen
daire bedelinin" çatı katı maliklerinin kazandıkları alan için esas
alınması diğer bağımsız bölüm sahiplerinin mülkiyet hakkının kısıtlanması
sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla mezkûr hüküm Anayasa'nın 10, 35 ve 56 ncı
maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.
Sonuç : 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanununun yukarıda
belirtilen üç fıkrası bakımından çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Selâhattin Metin'in karşıoy yazısında belirtilen gerekçelerle,
İmar Kanunu'nun 27. maddesinin birinci, ikinci, üçüncü fıkraları ile aynı
Kanun'un 47. maddesiyle değiştirilen Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (g) fıkrasının
birinci paragrafının iptaline ilişkin çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Dava konusu edilen 351985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun, 27.
maddesinin birinci fıkrası, yeni bir uygulama ile bazı bürokratik işlemler
bakımından kolaylık getiren ve maddede yer alan koşullarla bir kısım inşaatlar
için belediye veya valiliklerden ruhsat alma zorunluluğunu kaldıran bir hüküm
içermektedir. Maddede belirtilen bu koşulların neler olduğuna bakıldığında
bunların :
1- Yapı yerinin imar planına dahil olması,
2- Toplam inşaat alanının bodrum hariç 1000 m2yi
geçmemesi,
3- Saçak yüksekliğinin 650 metreyi (1 bodrum ile 2 katı) aşmaması,
4- Yapı sahibinin inşaata başladığını bir dilekçe ile ilgili
daireye bildirmesi,
5- Proje ve eklerine uygun bina yapılacağının ve fenni
sorumluluğun tekeffül edilmiş olduğunun bu dilekçede belirtilmesi,
6- Harç ve vergilerin yatırılmış olduğunu gösterir belgelerin de
bu dilekçeye eklenmesi,
7- Ayrıca dilekçeye, inşaatı yapılacak binanın projesinin de
eklenmiş bulunması,
Şeklinde açıklandığı görülmekte ve bu koşullarla ruhsat alma
zorunluğu kaldırılmış bulunmaktadır.
Esasen, bir yapı için ruhsat almak gerektiğinde de verilecek
belgeler, yapılacak işlemler bunlardan ibarettir. Burada sağlanan kolaylık,
getirilen yenilik, sadece ilgili daireye bu belgelerin verilmesi üzerine ruhsat
için bir süre beklenilmemesi, yapıya bir an önce başlanılabilmesinden
ibarettir.
Hemen ilâve etmek gerekir ki, bu durumda dahi inşaatın, aynı
Kanunun 20. maddesinde açıkça belirtildiği üzere, ancak yapı sahibine ait arsa
veya parsel üzerinde yapılması gerekecektir. Aynı zamanda imar planı ile yine
aynı Kanunun 44/d maddesi uyarınca Bakanlıkça çıkarılacak ve ruhsata tabi
olmayan yapılarda uygulanacak esasları belirleyen yönetmelik hükümleri de
gözönünde tutulacaktır. Bu koşullarla ruhsata tabi olmamak, anılan maddenin
ikinci fıkrası gereğince yapı sahibini ve fenni sorumlusunu imar mevzuatına
aykırı yapı yapma sorumluluğundan ve yükümlülüğünden kurtaramayacaktır.
Yetkili fen elemanlarının kontrolüne devamlı açık tutulan yapı,
proje ve ekleri ile mevzuata ve plana aykırı yapıldığında, aynı maddenin üçüncü
fıkrası gereğince de hemen mühürlenip durdurulacağına ve mevzuata uygun hale
getirilmediği takdirde yıktırılıp, masrafı yapı sahibinden alınacağına göre, bu
koşullar altında ve belirtilen şekilde bir inşaat yapılmasında, Anayasa'ya bu
bakımdan aykırılık bulunduğu anlaşılamamaktadır.
Sözlükte izin kolaylık, genişlik anlamına gelen ruhsat,
(ruhsatname, ruhsatiye) imar mevzuatı açısından, yapılması kanunen izin almaya
bağlı tutulan bir yapının yapılabilmesi için yetkili idareden izin verilmiş
bulunduğunu gösteren belge anlamındadır. Kim tarafından, hangi ada ve parselde
ne tür bir inşaat yapılmasına izin verildiğini ve bu maksatla ödenmesi gereken
harç ve vergilerin de yatırılmış bulunduğunu gösteren bir belgedir. Bu 27.
madde kapsamına giren yapının sahibi de inşaatını hangi ada ve parselde yapacağını
bildirmek, harç ve vergilerin ödendiğini belgelemek ve dilekçesine inşaatı
yapılacak binanın projesini de eklemek zorunda bulunduğuna ve Belediyece
kendisine müracaat edildiğine dair bir belge de verileceğine göre, görülüyor
ki, ruhsat verilmekle güdülen amaç her ne ise burada da yerine getirilmiş
olmaktadır.
Verilecek ruhsatların kesinlikle imar planlarına uygun olması
zorunlu bulunduğuna göre burada, önemli olan ruhsat değil, plana ve plandan
çıkarılacak imar durumuna uygun inşaat yapılmasıdır. Çünkü mevcut ve meri imar
planına göre verilen "imar durumu"nda yapının inşaat alanı veya taban
alanı katsayısı, kat adedi, yüksekliği "gaberi"si, bitişik veya ayrık
nizam mı uygulanacağı, cephe hattı, yan ve arka komşu mesafeleri ve çatı meyili
gibi hususlar bir bir gösterilecektir. Bu nedenledir ki, aynı yapı plan ve
projesini uygulayan biri ruhsata bağlanmış, diğeri bu madde gereğince ruhsat
alınmadan yapılmış iki ayrı yapı arasında, imar uygulaması açısından bir fark
bulunması mümkün olamayacaktır. Bu durumda da, ruhsat alınmakla sağlanacağından
söz edilen kamu düzeninin, kamu güvenliğinin ihlâl edildiği ileri
sürülemeyeceği gibi, aynı durumda olan yapılara aynı hükümler uygulandığına
göre, farklı durumları itibariyle diğer yapılara bu hükümlerin uygulanmamasının
Anayasa'nın eşitlik ilkesine bir aykırılık oluşturduğu da iddia
edilemeyecektir.
Burada şu hususu da belirtmek gerekir ki, ruhsat alarak inşaata
başlayıp bitiren bir kimse, verilen ruhsata göre yapılan uygulamadaki hatanın
sonucuna -kendisinin bir etkisi bulunmadıkça- katlanmak zorunda değildir.
Çünkü, ruhsatı veren ilgili daire, yapı yerini gösteren, inşaatın seyrini gören
de o dairenin fen elemanlarıdır. Onların kusurlu hareketleri elbette yapı
sahibinin sorumluluğunu gerektirmeyecektir. Oysa, ruhsat alma zorunluluğu
bulunmayan yapının sahibi, plan ve mevzuata uyumsuzluktan doğan her türlü
mükellefiyete, verilecek cezalarakatlanmak zorunda kalacaktır. O nedenle
yapacağı inşaatın mevzuata uygunluğunu sağlamakta daha titiz davranacaktır.
Diğer taraftan, bu madde kapsamına giren yapıların fenni
sorumluluğunu yüklenen fen elemanlarının da, ruhsatlı yapılarda olduğu gibi,
yapının imar plan ve mevzuatına uygun yapılmasını sağlamak zorunda oldukları ve
bu zorunluluğu yerine getirmeyen fen elemanları hakkında değişik türde ağır
cezalaruygulanacağı İmar Yasası'nda açıkça belirtilmiştir.
Maddede sözü edilen projenin niteliğinde de, tereddüte gerek
yoktur. Burada "inşaatı yapılacak binanın projesi" nden ve
"proje ve eklerine uygun bina yapılacağı" ndan söz edildiğine göre,
bahsedilen projenin elbette mimarı proje olması gerekecektir.
Burada gözönünde tutulacak diğer bir nokta da, ruhsata bağlanan
yapıların bütünüyle ve her zaman mevzuata uygun yapılacağı, iptali istenilen
madde kapsamına giren yapıların ise, aykırı yapılabileceği gibi peşin yargıya
varmak da mümkün değildir. Bu sonuç doğru olsa idi, İmar Yasası'nın 32,
maddesinde yer alan, ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığının öğrenilmesi
üzerine inşaatın mühürlenerek derhal durdurulacağı, ruhsata uygun hale
getirilemeyen yapıların derhal yıktırılacağı hükmüne ve 42. maddede öngörülen
cezalara gerek kalmazdı. Keza 30. madde gereğince, iskân izni için yapının
ruhsat ve eklerine uygun olup olmadığı, kullanılmasında fen bakımından mahsur
görülüp görülmediğinin tespitine de gidilmezdi.
Yukarıdan beri yapılan açıklamalarla, imar planı ve mevzuatına
uygun projesi ile, ilgili dairesine bildirimde bulunan ve keza yukarıda bir bir
sayılan diğer koşulları da yerine getiren bir kimseye ruhsat almadan inşaata
başlama izni verilmesinde Anayasa'ya bir aykırılık bulunmadığı düşüncesi ile,
sözü edilen maddenin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarının iptaline karar
verilmiş olmasına,
2- 3194 sayılı İmar Kanunu'nun, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3.
maddesinin (g) fıkrasını değiştiren 47. maddesi, Boğaziçi "öngörünüm
bölgesi"nde bazı koşullarla "konut" yapılabilmesine olanak
tanımıştır.
Boğaziçi Kanunu'nda (Madde 2) öngörünüm bölgesi; "Boğaziçi
sahil şeridine bitişik olan ve 22.7.1983 tarihli 1/1000 ölçekli imar uygulama planında
gösterilen bölge" olarak tanımlanmaktadır. O halde bu bölge, kıyı ve
kıyıdan sonra gelen sahil şeridine bitişik olan bir alandır. İşte iptali
istenilen fıkra bu alanda, parsel büyüklüğü en az 5000 m2olan
arsalar üzerine, taban alanı katsayısı en çok % 6 ve iki katı (650 metre
yüksekliği) geçmemek koşulu ile sadece "konut" yapılabilmesine imkân
tanımış bulunmaktadır. Kuşkusuz, bu koşulların yanında imar planlarının ve bu
konudaki yönetmelik hükümlerinin de dikkate alınması, bunların öngördüğü kısıtlamalara
da uyulması gerekecektir. Eğer o parsel, örneğin turizm amaçlı yapı yapılmasına
veya kamu hizmet ve tesislerine ayrılmışsa pek tabii buralarda, yukarıdaki
koşulların varlığına rağmen geçici de olsa (Boğaziçi Kanunu Madde 3/o)
"konut" yapılamayacaktır.
Bilindiği üzere Anayasa, (Madde 43) kıyı ve sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceğini, kanunla düzenlenme koşulu
ile kişilerin bu yerlerden yararlanmalarının mümkün olduğunu belirtmiş, sahil
şeridinden sonra geldiği açıklanan "öngörünüm bölgesi" için herhangi
bir kısıtlamaya yer vermemiştir. Bununla beraber kuşkusuz, her temel hak gibi,
mülkiyet hakkının da, Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen nedenlerle,
Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak kısıtlanması mümkün ise de, planda
umumi hizmetlere ve kamu tesislerine ayrılmamış bulunan 5000 m2veya
daha büyük parselleri tamamen kullanıma kapatmakta ne gibi anayasal zorunluk
bulunduğu anlaşılamamaktadır. Burada, Boğaziçi Kanunu'nun 3/h maddesinin
tanıdığı imkânı genelleştirmeye, her isteyenin bu "öngörünüm
bölgesi"nde turizm ve rekreasyon amacı ile toplumun yararlanmasına ayrılan
yapı yapabilmesine olanak bulunmadığını da belirtmeliyiz. Çünkü, Yasada bu
imkândan yararlanmak, ancak o parsellerin planda bu amaca tahsis edilmiş olması
şartına bağlı tutulmaktadır.
İşte bu nedenledir ki, Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesiyle
"öngörünüm bölgesi" nde bulunan 5000 m2ve daha büyük
parseller için bütünüyle getirilen kısıtlamanın, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna
uygun bir sınırlamanın ötesinde kaldığı görülerek buralardan belirtilen
koşullarla kısıtlı olarak yararlanma imkânı tanınmıştır.
Şu hususu da belirtmek gerekir ki, tasarruf hakkının bu derece
kısıtlanmasında değil, imar uygulamasına geçilinceye kadar belli koşullarla
buralarda "konut" yapılabilmesinde görülen kamu yararı nedeniyle
getirilen bu hükmün, ileride bu parsellerin yeşil alan olarak veya sair umumi
hizmetler için kamulaştırılması veya başka maksatla kullanıma açılması
hallerinde, belli ölçülerde yapılmış bulunan bu "konutların varlığı bir
engel teşkil etmeyecek ve bir sorun yaratmayacağı gibi doğal görünümü de
etkilemeyecektir.
Dava konusu edilen bu fıkra hükmü, yapımına izin verdiği bu
"konut" nedeniyle ifraz işlemleri yapılamayacağını açıkça belirttiği
gibi, esasen 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 15. maddesi de, imar planlarına göre
umumi hizmetlere ayrılan gayrimenkullerin ifraz ve de tevhidine izin
verilemeyeceğini, imar parselasyon planları tamamlanmış olan yerlerde ise,
ancak bu planlara uygun ifraz ve tevhidin yapılabileceğini öngörmektedir. Bu
bakımdan, ne küçük parselleri tevhide zorlamak ne de her isteyen büyük parsel
malikinin küçük parseli alabileceğini mümkün görmek söz konusu değildir.
Diğer taraftan, en az 5000 m2veya daha büyük bir arsa
üzerine, bu arsanın en çok 1/16 sı kadar bir yerine ve keza en çok iki katlı ve
taban alanı katsayısı % 6 olan bir yapı yapılmasının ve bu yapının sadece
"konut" olmasının, Boğaziçi alanında yapı ve nüfus yoğunluğu
bakımından fazla bir artış getirmeyeceğini belirtmekte de yarar vardır.
Bu görüşlerle, sözü edilen fıkranın birinci paragrafı hükmünün
iptaline karar verilmiş olmasına,
3- 3194 sayılı Kanunun iptali istenen Geçici 7. maddesinin ikinci
fıkrası, Boğaziçi alanında mevcut çekme katların tam kata iblağına imkân
tanımakla, Anayasa'nın 2. ve 10. maddelerine aykırı bir hüküm getirmiş
bulunmaktadır.
"Boğaziçi alanı" nedir, bu alanın boyutları nerelere
varmakta ve uygulanacağı alan ne gibi yerleri kapsamaktadır' 2960 sayılı
Boğaziçi Kanunu'na bakıldığında, bunun 2. maddesinde Boğaziçi alanının,
"Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden, öngörünüm bölgesinden, geri görünüm
bölgesinden ve etkilenme bölgelerinden oluşan" ve 22.7.1983 tarihli nazım
planda sınırları belirlenen geniş coğrafi bir bölge olduğu görülmektedir.
İmar Kanunu'nun, dava konusu edilen 7. maddesinin ikinci fıkrası,
böylesine geniş alanda yapılmış yüzlerce çekme katların tam kata
çıkarılmalarına izin vermiş bulunmaktadır. Bu uygulama ile, boğaziçinin
özelliği gereği olarak, önceleri bir plana göre meydana getirilen yapılaşma düzeni
bozulmuş ve aynı bölge dahilinde bulunan diğer yapı sahipleri arasında bir
eşitsizlik yaratılmış olunmaktadır.
İmar planları, pek çok emek ve masrafı gerektiren, uygulanacağı
bölgede kamu ihtiyaçlarının en iyi şekilde karşılanmasını amaçlayan objektif düzenlemelerdir.
Kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde, bunu gerçekleştirmek amacıyla elbette
değiştirilebilir veya kanunlarla yeni bir düzenlemeye imkân verilebilir. Böyle
bir zorunluk bulunmadığı sürece, planların olduğu gibi korunmalarında kamu
yararının varlığı tartışılamaz.
Boğaziçi alanında bulunan ve meri imar planına göre yapılmış olan
çekme katların, tam kata çıkarılmalarına ne sebeple izin verildiğini anlamak da
mümkün değildir. Çünkü sözü edilen fıkra Yasa'ya Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ndeki görüşmeler sırasında eklenmiştir. Getirilen hükme bakıldığında,
bununla bazı kimselerin fazladan daire sahibi olmalarına imkân tanındığı, buna
karşılık mevcut planlara göre, bu bölgede yapı yapan daha çok kişinin muhtelif
yönlerden mağdur edilmelerine sebebiyet verildiği görülmektedir. Bir hukuk
devletinde, yasaların kamu yararına dayanması gereği gözönünde tutulmalı,
azınlığın yararı, çoğunluğun zararına tercih edilmemelidir.
Diğer taraftan, boğaziçinin özelliği, bu alanda nüfus ve yapı
yoğunluğunun arttırılmamasını gerektirmektedir. Oysa, çekme katların tam kata
çıkarılmalariyle, eklenen daire adetleri ile orantılı olarak hem nüfus, hem de
yapı yoğunluğu artırılmış olmakta ve özellikle, maddenin uygulanma biçimi de
kat malikleri arasında ihtilafların doğmasına ve huzursuzluğun artmasına yol
açmış bulunmaktadır.
Boğaziçi alanına, yukarıda da değinildiği üzere "kıyı"
ve "sahil şeridi" de dahil bulunduğuna ve buralardan yararlanmada
öncelikle kamu yararının gözetilmesi bir Anayasa buyruğu olduğuna göre, bu buyruğun
yerine getirilmesi amacıyla yapılacak düzenleme sırasında çoğu kez kamulaştırma
zorunluğu hasıl olacaktır. Nitekim, Boğaziçi Yasası'nın Geçici 10. maddesinde
"Boğaziçi sahil şeridinde kıyı kenar çizgisine bitişik parsellerin kıyı
tarafında, Boğaziçi İmar Müdürlüğünce lüzum görülen hallerde, bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş yıl içinde gezinti mahalli yapılmak
üzere yeteri kadar arazi kamulaştırılabilir" denilmektedir. İşte bu
durumda, örneğin dört tam bir çekme katların yerine, artık beş tam katların
kamulaştırılması gerekecek ve böylece devlet hazinesinden daha fazla
kamulaştırma bedeli ödenmiş olacaktır.
Özetlemek gerekirse, 3194 sayılı Yasa'nın Geçici 7. maddesi ikinci
fıkrası, yukarıda açıklandığı üzere bir çok yönlerden, Anayasa'nın anılan
maddelerine aykırı bulunmakta ve bu nedenle iptali gerekmektedir. Bu
düşüncelerle, sözü edilen maddenin iptali isteminin reddedilmiş olmasına,
Karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
1- 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (g) fıkrası;
"Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinde ve öngörünüm bölgesinde konut yapılamaz,
tevhit ve ifraz işlemleri yapılamaz" biçiminde iken, 3194 sayılı Yasa'nın
47. maddesindeki düzenleme ile "Boğaziçi öngörünüm bölgesinde parsel
büyüklüğü 5000 m2den az olmamak, ifraz işlemleri yapılmamak
T.A.K.S.. (Taban Alanı Kat Sayısı) azami % 6 ve 2 katı (H = 650 irtifaı)
geçmemek şartı ile "konut" inşaatı yapılabilir. Blok adedi
serbesttir. Orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanlar da yukarıdaki esasa tabidir.
Yalnız bu alanların tabiî vasıflarının korunmalarına özen gösterilir"
şeklinde değiştirilmiştir.
a) Dava konusu olan bu fıkranın birinci paragrafında, Boğaziçi
öngörünüm bölgesi ile ilgili olarak bazı koşulların mevcudiyeti halinde konut
inşa edilmesine olanak sağlandığına ve Anayasa'nın 43. maddesinde,
"Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu
kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir" denilmekle "kıyı"
ve "sahil şeritlerinde" kamuya açık olmayan özel yapılanmalar
yasaklandığına, sözü edilen bu hükümde ise, öngörünüm bölgesine ilişkin olarak
konut inşaatı yönünden öngörülen esaslar belirtildiğine göre, Anayasa'nın 43.
maddesinde yer alan "kıyı" ve "sahil şeritlerinin" iş bu
hükmün kapsamına girdiği kabul edilemez. Öte yandan Boğaziçi "öngörünüm
bölgesinde" bu hüküm gereği yapılacak uygulamada, dava dilekçesinde,
Anayasa'ya aykırılık iddiasına dayanak olarak gösterilen Anayasa'nın 43, 56. ve
63. maddelerindeki ilkeler de gözetilip değerlendirileceğine göre, sözü edilen
47. maddenin 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (g) fıkrasını
değiştiren hükmünün birinci paragrafı ile yapılan düzenleme Anayasa'ya aykırı
değildir.
b) 47. maddenin, 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (g)
fıkrasını değiştiren hükmünün ikinci paragrafına gelince, bu hüküm içeriğinden
anlaşıldığı üzere, orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanlarda da, fıkranın
birinci paragrafında yer alan koşullarla konut inşaatına olanak sağlanmaktadır.
Anayasa'nın "sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" başlıklı 56.
maddesinde, "sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı"ndan söz
edilmektedir. Bu madde bütünüyle incelendiğinde; "sağlıklı ve dengeli çevre"
kavramına doğal güzelliklerin korunduğu, kentleşmenin getirdiği hava ve su
kirlenmesinin önlendiği bir çevre kadar, yapıların tabiatın içinde bir yara
gibi yer almadığı ve orman, koru ve yeşil alanları da kapsayan bir çevrenin de
öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Öte yandan Anayasa'nın 63. maddesi birinci fıkrasında yer alan
"Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarını ve değerlerinin korunmasını
sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirler alır" biçimindeki
hüküm ile ormanların korunması ve geliştirilmesine ilişkin esasları belirleyen
Anayasa'nın 169. maddesindeki ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, önemli bir
kesimin yararlanmasına açık bulundurulması gereken, Boğaziçi
"öngörünüm" bölgesinde mevcut orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil
alanların korunması ve geliştirilmesi yerine, bu tabiat varlıklarının ve
güzelliklerinin (orman, koru ağaçlandırma ve yeşil alanların) adeta yok olması
sonucunu doğuracak özel yapılanmaya açılmasını, yukarıda sözü edilen ve bu
konuda Devlete bazı yükümlükler getiren Anayasa'nın sözü edilen iki
maddesindeki ilke ve kurallarla bağdaştırmak mümkün değildir.
2- 3194 sayılı Kanun'un Geçici 7. maddesinin ikinci fıkrasında;
Boğaziçi alanında mevcut çekme katların "kıyı" ve "sahil
şeritleri" yönünden hiç bir ayırım yapılmaksızın, aynı gaberi içinde olmak
şartı ile tam kata iblağ edileceği belirtildikten sonra, çatı katı maliklerin
diğer kat malikleri ile ilişkileri düzenlenmektedir.
Bu düzenlemenin, Boğaziçi alanında nüfus ve yapı yoğunluğunu
artıracağı hususunda duraksamaya yer yoktur. Ayrıca bu durum çekme katlı
yapılar lehine bir ayrıcalık yaratacaktır. Örneğin dört katlı iki yapıdan çekme
katı olana, beş kata tamamlama olanağı tanınırken, diğerine kat çıkma izni
verilmektedir. Böylece genelde "kat" sınırlaması, başka bir deyimle
hukuki nitelikleri bakımından aynı durumda olan yapılar arasında eşitsizliğe
yol açılmaktadır. Bu eşitsizliğin haklı bir nedene dayandığını ileri sürmek de
söz konusu değildir. Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında benimsendiği üzere,
ortada haklı nedenler bulunmadığı halde, farklı uygulamalara imkân veren böyle
bir düzenlemeye gidilmekle, kat sınırlaması yönünden aynı hukuki statü içinde
bulunmaları nedeniyle aynı hukuki rejime tabi olmaları gereken yapılar arasında
kat artırımına ilişkin olarak önemli ölçüde farklılık yaratılmış; çekme katlı
yapılar özel bir rejime bağlanarak, kat sınırlaması yönünden aynı durumda olan
diğer yapı maliklerinin mağduriyetlerine yol açan ve Anayasa'nın 10. maddesinde
yer alan "kanun önünde eşitlik" ilkelerine belirgin biçimde aykırı
düşen bir sistem oluşturulmuştur.
Bu durumda; 3194 sayılı Kanun'un 47. maddesinin, 2960 sayılı
Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (g) fıkrasını değiştiren hükmünün birinci
paragrafındaki düzenleme Anayasa'ya aykırı olmadığından, iptal davasının bu
hükme yönelik kısmının red edilmesi, 3maddesinin (g) fıkrasının ikinci
paragrafı hükmü ile Geçici 7. maddesinin ikinci fıkrası Anayasa'ya aykırı
olduğundan iptal edilmesi gerektiği, cihetle çoğunluğun, bu konulara ilişkin
görüşüne yukarıda açıklanan nedenlerle katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
3194 sayılı "İmar Kanunu" nün dava konusu 47. maddesinde
yer alan hüküm şöyledir :
"2960 sayılı Boğaziçi Kanunu'nun 3. maddesinin (f) ve (g)
fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
f) Boğaziçi alanında mevcut planda nüfus ve yapı yoğunluğu
gözönüne alınmak kaydı ile plan değişikliği yapılabilir.
g) Boğaziçi öngörünüm bölgesinde parsel büyüklüğü 5000 m2den
az olmamak, ifraz işlemleri yapılmak ve T.A.K.S. (Taban Alanı Kat Sayısı) azami
% 6 ve 2 katı (H=6.50 m. irtifaı) geçmemek şartı ile konut yapılabilir. Blok
adedi serbesttir.
Orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanlar da yukarıdaki esasa
tabidir. Yalnız bu alanların tabiî vasıflarının korunmalarına özen gösterilir.
Ancak, kat alanı ve irtifa ne olursa olsun İmar Kanunu'nun ilgili
maddelerine göre yapı sahipleri ruhsat ve iskân alma mecburiyetinde olup, bu
işlemler yalnızca İstanbul Büyük Şehir Belediyesince avan ve tatbikat
projelerine göre yapılır".
2960 sayılı Yasanın 3. maddesinin değişiklikten önceki (f) ve (g)
fıkrasında yer alan hükümler de şöyle idi.
"Boğaziçi alanında mevcut planda nüfus ve yapı yoğunluğunu
araştırıcı nitelikte plan değişiklikleri yapılamaz."
"Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinde ve öngörünüm bölgesinde
konut yapılamaz, tevhit ve ifraz işlemleri yapılmasına izin verilemez."
(f) Fıkrasının ilk halinin daha kesin bir anlam içerdiği
kuşkusuzdur. Yapılan değişiklikle hükme esneklik kazandırılarak, nüfus ve yapı
yoğunluğu gözönüne alınmak koşuluyla bunu artırıcı nitelikte de olabilecek plan
değişikliklerine olanak sağlanmaktadır.
(g) Fıkrasında ise; kıyı ve sahil şeritlerinden söz edilmeksizin,
öngörünüm bölgesinde belli koşullarla konut inşaatına izin verilmekte ve ayrıca
tevhit işlemleri yapılmasına da olanak tanınmaktadır.
(g) Fıkrasının dikkati çeken bir başka özelliği de küçük parsel
sahiplerini tevhide zorlayacak biçimde parsel büyüklüğü 5000 m2den
az olan inşaatlara izin vermemesidir. Ayrıca, bu büyüklükteki parsel içinde
taban alanı kat sayısının azami % 6 ve kat adedinin iki, yüksekliğin ise 6.50
metreyi geçemeyeceği kabul edilmektedir. Anılan fıkranın ikinci bendinde ise;
orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanların da aynı esaslara tabi olduğu ancak
bu doğal özelliklerinin korunmalarına özen gösterileceği ifade edilmektedir.
Dikkat edilecek olursa yeni hüküm eskisine nazaran daha esnek ve
Boğaziçi alanında nüfus ve yapı yoğunluğunu artırabilecek uygulamalara da yol
açabilecek niteliktedir. Eski metinde; "Boğaziçi alanında mevcut planda
nüfus ve yapı yoğunluğunu artırıcı nitelikte plan değişiklikleri
yapılamaz" denilmek suretiyle bu konuda kesin bir yasaklama getirilmiştir.
Yeni düzenlemede ise; "Boğaziçi alanında mevcut planda nüfus ve yapı
yoğunluğu gözönüne alınmak kaydı ile plan değişikliği yapılabilir" denilmektedir.
Görüldüğü gibi burada takdire yer veren bir ifade kullanılmaktadır. İdare
gerektiğinde, nüfus ve yapı yoğunluğunu gözönünde bulundurarak bunu artıracak,
azaltacak ya da olduğu gibi bırakacak şekilde bir düzenlemeye gidebilecektir.
Eğer idare, Boğaziçinin daha fazla nüfus ve yapı yoğunluğunu taşıyabileceği
inancında ise bu doğrultuda bir plan değişikliğine gidebilecektir. Bu nedenle
yeni düzenlemenin eskiye oranla Boğaziçi'ni daha az korunabilir bir alan haline
getirdiği açıktır. Ancak, Anayasa yargısı bakımından Anayasa'ya açık bir
aykırılık söz konusu olmadığı sürece bu tür düzenlemelere müdahale olanağı da
bulunmamaktadır.
47. maddenin (g) fıkrasında ise; yine eski düzenlemeden farklı bir
anlayışla öngörünüm bölgesinde parsel büyüklüğü 5000 m2den az
olmamak ifraz işlemleri yapılmamak ve T.A.K.S. (Taban Alanı Kat Sayısı) azami %
6 ve 2 katı (H= 6.50 m. irtifaı) geçmemek şartı ile konut inşaatı
yapılabileceği kabul edilmektedir. Ancak sadece öngörünüm bölgesine ilişkin
olan bu düzenlemenin kıyı ve sahil şeritleri hakkında bazı hükümler getiren
Anayasa'nın 43. maddesi ile bir ilgisi bulunmadığı açıktır.
Anayasa'nın 63. maddesi "Tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının korunmasına ilişkindir. Bu maddeye paralel olarak bazı
düzenlemeler içeren 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun
3/a-1 maddesinde "Kültür varlıkları", "tarih öncesi ve tarihi
devirlere ait bilim, kültür, din ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer
üstünde, yer altında veya su altındaki bütün taşınır ve taşınmaz varlıklardır"
biçiminde tanımlanmaktadır. Yine aynı Yasanın 3/a-2 maddesinde "Tabiat
varlıkları", "jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere
ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından
korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan
değerlerdir" denilmektedir. Ayrıca Yasanın 6. maddesinde korunması gerekli
taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının neler olduğu sayılmaktadır.
Anayasa'nın 63. maddesinin ve onun bir çeşit açıklaması
niteliğinde bulunan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun
incelenmesinden; Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden, öngörünüm, geri görünüm ve
etkilenme bölgesinden oluşan tüm Boğaziçi alanının tarih, kültür ve tabiat
varlığı olarak kabul edilemeyeceği şüphesizdir. Ancak bu alan içinde kalan ve
tarih, kültür ve tabiat varlığı olma niteliği gösteren yerler varsa,
buralarında Anayasa ve yasalarla tanınan özel korunmadan yararlanacakları
tabiîdir. Bu nedenle dava konusu 47. maddenin Anayasa'ya aykırılığı da
düşünülemez.
Anayasa'nın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmektedir.
Bu maddede tanımlandığı üzere "hukuk devleti" ilkesinin
öğeleri arasında yasaların, kamu yararına dayanması ilkesi de vardır. Hiç
kuşkusuz tüm kamusal faaliyetlerin muharriki olan "kamu yararı"
düşüncesinin yasalarda da egemen olması, yasa koyucunun bu ilkeyi göz-ardı
ederek şahsi, siyasi veya hissi sebeplerle yasama yetkisini kötüye kullanmaması
gerekir. Maddenin iptaline müncer olan çoğunluk görüşü, 2960 sayılı
"Boğaziçi Kanunu"nun, daha büyük bir kesimin Boğaziçi kıyı ve sahil şeridinden
yararlanmasını sağlamak amacıyla "öngörünüm bölgesi"ni sahil
şeridinin hukuki rejimine tabi tutarak buradaki özel yapılanmayı sınırlamış
olduğu halde, 3194 sayılı "İmar Kanunumun 47. maddesiyle bu sınırlamalar
önemli derecede gevşetilerek önceki düzenlemenin tam tersine Boğaziçi alanında
nüfus ve yapı yoğunluğunu artırıcı nitelikte plan değişikliklerine müsaade
edilmiş ve orman, koru, ağaçlandırma ve yeşil alanlar da dahil olmak üzere
"öngörünüm" bölgesinde özel yapılanmaya izin verilmiş olmakla yasa
koyucunun asıl amacının "Boğaziçi öngörünüm" bölgesini korumak değil,
özel yapılanmaya açmak olduğu inancına dayandırılmıştır.
Anayasa'ya uygunluk denetiminde "kamu yararı"nın ölçü
norm olarak alınmasında yanılma payının çok yüksek olabileceğini hesaba katmak
lazımdır. Hele, kanunun siyasi oluşum içinde muhalifleri yok etmek ya da
etkinliklerini zayıflatmak şahsi ve zümresel çıkar sağlamak gibi amaçlarla
hareket edildiğinin Yasama Meclisi'ndeki tartışmalardan ve olayların yön ve
akışından vasat kimselerin dahi kestirip anlayabilecekleri durumların dışında,
bilhassa neyin daha iyi olduğunun tartışmaya açık bulunduğu konularda yasamanın
hakkını teslim etmek gerekir. Çünkü, Anayasa prensip olarak hangi sebeplerle,
hangi konularda hangi kanunların yapılmasının gereğinin takdir yetkisini yasama
organının inisiyatifine bırakmıştır. Başka bir anlatımla, kanunların sebep ve
saik unsurunun esas karakteri takdiridir. Bu takdire, Ana-yasa'nın açık sözüne
ve özüne aykırı tutum ve davranışlar içine girildiği ve bu suretle Devletin
gayesine aykırı maksatlar güdüldüğü durumlarda müdahale edilebilir. Nitekim
mahkememizin yerleşmiş içtihatlarında da örneğin; "Anayasa hukukumuzda
yasama işlemleri konusunda gerek alan ve gerekse çeşidi olarak bir sınır
çizilmemiştir. Yasama organı, Anayasa dışına çıkmamak şartı ile her alanda her
çeşit düzenlemeyi yapabilir" denilmek suretiyle yukarıdaki ilkeleri
benimsemiş ve diğer bir kararında da "Bir kuralın Anayasa'ya aykırı olduğu
sonucuna varılabilmesi için, onun Anayasanın açıkça belirttiği bir hususun aksi
doğrultusunda bir kural koymuş olması gerekir. Yani, Anayasa herhangi bir
konuda buyurucu veya yasaklayıcı bir kural koymamışsa bunun düzenlenmesini
Kanun Koyucunun değerlendirmesine bırakmış demektir" biçimindeki
anlatımıyla "kamu yararı" kavramının kolayca başvurulacak bir ölçü
olamayacağını ima etmiştir.
Çoğunluğun "kamu yararı" unsurundaki yorum ve
değerlendirmesi Anayasa'dan değil, 2960 sayılı "Boğaziçi Kanunu"nun
düzenlemesiyle kamu yararına sanılan bir kısım hakların geri alınmasından,
nev'ama kazanılmış hak ilkesine uyutmamasından kaynaklanmaktadır.
Bazı istisnaları olsa bile, milletin egemenlik hakkını temsil eden
yasama organının çıkardığı bir yasanın içeriğini ve uygulama alanını belirleme
yetkisi inkar olunamaz. Kamu yararınaağırlık veren ve bu nedenle özel mülkiyeti
sınırlayan 2960 sayılı "Boğaziçi Kanunu" da alelade bir kanundur,
onun hükümlerini gevşeten 3194 sayılı "İmar Kanunu" da aynı nitelikte
bir kanundur. Her ikisi de Kanun Koyucu'nun serbest iradesiyle kanunlaşmıştır.
Sonraki kanunla kanun koyucunun iradesi değişmiştir. Hiç bir Kanun Koyucunun
iradesi diğerini bağlamayacağına göre alelade bir kanunu yerinde görüp, bunu
kısmen veya tamamen değiştiren ya da yürürlükten kaldıran aynı nitelikteki
diğer bir kanunu, Anayasaya değil, birinci kanunun ölçülerine uymadığı için
Anayasa'ya aykırı diye vasıflandırmak, yasamanın yetki alanına girerek siyasi
tasarruflarda bulunmak olur. Kaldı ki, bu hususa mahkememizin bazı kararlarında
da değinilmiş ve "Kanunların Anayasa'ya uygunluğunun yargı yoluyla
denetlenmesi sırasında, iptali istenilen kuralın öteki yasalara karşı olan
durumunun onlarla çelişir veya çelişmez nitelikte oluşunun değil, Anayasa
ilkelerine ve bu ilkelerin dayandığı genel hukuk kurallarına uygun olup
olmadığının araştırılması gerekir" diyerek söz konusu uygulamaya taraftar
olmadığını açıklamıştır.
Her Kanun Koyucu, belli bir zaman kesitinde ortaya çıkan ihtiyaç
ve ilişkileri görebilir ve bunların çaresini düşünebilir. Hayat ve ihtiyaçların
akışı ve değişmeleri karşısında yeni düzenlemelere gitmesî en tabiî hakkı ve
yerine getirmekle yükümlü olduğu görevidir. Bu itibarla, 3194 sayılı "İmar
Kanunu"nun 2960 sayılı "Boğaziçi Kanunu"nun 3 üncü maddesinin
(f) ve (g) fıkralarını değiştiren 47. maddesini Anayasa'ya aykırı bularak
iptalini kararlaştıran çoğunluk görüşüne karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Sayın Muammer Turan'ın karşıoy yazısının l ve II numaralı
kesimlerine aynen katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
3.5.1985 günlü, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun dava konusu Geçici 7.
maddesinin ikinci fıkrası "Boğaziçi alanında mevcut çekme katlar"m
"aynı gaberi içinde kalmak şartı ile tam kata iblağ" edilmesi
imkânını getirmiştir. Yalnız Boğaziçi alanı ile sınırlı bu düzenleme bir
taraftan Anayasa'nın "kanun önünde eşitlik" ilkesini getiren 10.
maddesine diğer taraftan da, kıyıların kullanımında "kamu yararı"nın
gözetileceğini belirleyen 43. ve çevre sağlığını korumak görevini devlete veren
56. maddesine aykırıdır.
Bu nedenle çoğunluk görüşüne karşıyım.