ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1985/8
Karar Sayısı : 1986/27
Karar Günü : 26.11.1986
R.G. Tarih-Sayı :14.08.1987-19544
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93 üyesi.
İPTAL DAVASININ KONUSU : 25 Haziran 1985 günlü, 18792 salı Resmî
Gazete'de yayımlanan 471934 Tarihli ve 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi
Hakkında 16.6.1985 günlü ve 3233 sayılı Kanun'un tüm hükümlerinin Anayasanın
Başlangıcı ile 2., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 12., 13., 17., 19., 20., 21.,
23., 26., 27., 35., 37., 38., 88., 94., 96., 148. ve 150. maddelerine
aykırılığı nedeniyle iptali istemine ilişkindir.
II- METİNLER :
A - İptali İstenen Yasa Kuralları :
16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanun.
MADDE 1.- 2559 sayılı Kanunun 5 inci maddesine aşağıdaki (F) bendi
eklenmiştir.
F) Genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı olarak utanç verici ve
toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışlarda bulunanların.
MADDE 2.- 2559 sayılı Kanunun değişik 8 inci maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Madde 8.- Polisçe katî delil elde edilmesi halinde ve mahallin en
büyük mülkî amirinin emriyle;
A) Kumar oynanan, umumî ve umuma açık yerler ile her çeşit özel ve
resmî kurum ve kuruluşlara ait lokaller,
B) Mevzuata aykırı bir şekilde uyuşturucu madde imal edilen,
satılan, kullanılan, bulundurulan yerler,
C) Mevcut hükümlere aykırı davranışları görülen genelevler,
birleşme yerleri ve fuhuş yapılan evler ve yerler,
D) Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa
düzenine, genel güvenliğe ve genel ahlâka zararı dokunacak oyun oynatılan,
temsil verilen, film veya video bant gösterilen yerler.
E) Derneklere, sendikalara, loca ve kulüplere, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile benzeri kurum ve kuruluşlara ait ve yalnız
üyelerinin yararlanması için açılan lokallerden, birden fazla denetim sonunda
ve yazılı ihtara rağmen, iç yönetmeliğine aykırı faaliyet göstererek umuma açık
yer durumuna geldiği tespit edilenler,
F) Yürürlükte bulunan hükümlere aykırı olarak işletilen veya
konulan yasaklara uymayan, açılması izne bağlı yerler ile bu Kanunun 12 nci
maddesi hükümlerine uymadığı tespit edilen yerler,
Polis tarafından kapatılır ve/veya faaliyetleri men edilir.
Kapatma veya faaliyetten men'i gerektiren sebepler adli
kovuşturmayı gerektiriyorsa soruşturma evrakı derhal adliyeye verilir.
Kapatmayı veya faaliyetten men'i icap ettiren sebepler mahkemeye
intikal ettirilecek hallerden ise altı ay, değilse üç aydan fazla kapatma veya
faaliyetten men'e karar verilemez.
Adli ve idari kovuşturmanın her safhasında mülkî amirin kapatma
veya faaliyetten men kararına karşı ancak idari yargı merciine başvurulabilir.
Soruşturma evrakı adliyeye tevdi edilen şahıslar hakkında
takipsizlik veya beraat kararı verilmesi veya kesin şekilde sahip değişikliği
hallerinde, mahallî mülkî amir tarafından kapatılan yerin süresinden önce
açılmasına karar verilebilir.
MADDE 3.- 2559 sayılı Kanunun 11 inci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde 11.- Polis;
A) Genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı olarak; utanç verici ve
toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışta bulunanlar ile bu
nitelikte söz, şarkı, müzik veya benzeri gösteri yapanları,
B) Çocuklar, kız ve kadınlar ile genç erkeklere sözle veya
herhangi bir şekilde sarkıntılık edenleri, kötü alışkanlıklara ve her türlü
ahlâksızlığa yönelten ve teşvik edenleri,
C) Genel ahlâk ve edebe aykırı mahiyetteki film, plâk, video ve
ses bantlarını yapan ve satanları,
Herhangi bir müracaat veya şikayet olmasa bile engeller,
davranışlarının devamını durdurarak yasaklar, sanıklar hakkında tanzim olunacak
evrakı derhal, şikayete bağlı suçlar hakkındaki evrakı da şikayet ve müracaat
vuku bulduğu takdirde adliyeye tevdi eder.
Video ve ses bantlarını ticarî maksatla dolduran gerçek veya
tüzelkişiler bu bantların birer adedini, piyasaya çıkarılmadan önce mahallin en
büyük mülkî amirine vermek zorundadırlar.
MADDE 4.- 2559 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde 13.- Polis;
A) Haklarında yetkili mercilerce verilen yakalama ve tutuklama
kararı bulunanları veya kanunda istenilen bir mükellefiyeti yerine getirmedikleri
için yakalanması gerekenleri,
B) Uyuşturucu maddeleri alan, satan, bulunduran ve kullananları,
halkın rahatını bozacak veya rezalet çıkaracak derecede sarhoş olanları veya
sarhoşluk halinde başkalarına saldıranları,
C) Halkın huzur ve sükununu bozanlardan, yapılan uyarılara rağmen
bu hareketlerine devam edenlerle, başkalarına saldırıya yeltenenleri ve kavga
edenleri,
D) Bir kurumda tedavi, eğitim ve ıslahı için kanunlarla ve bu
kanunun uygulanmasını gösteren tüzükle belirtilen esaslara uygun olarak alınan
tedbirlerin yerine getirilmesi amacıyla toplum için tehlike teşkil eden akıl
hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, serseri veya hastalık
bulaştırabilecek kişileri,
E) Haklarında gözetim altında ıslahına veya yetkili merci önüne
çıkarılmasına karar verilen küçükleri,
F) Usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren ya da
hakkında sınır dışı etme veya geri verme kararı alınan kişileri,
G) Suçüstü halinde veya gecikmesinde mahzur bulunan diğer hallerde
suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz ve
delil bulunan sanıkları,
Yakalar ve gerekli kanunî işlemi yapar.
Yakalanması belirli bir usule bağlanmış kişilerle ilgili Kanun
hükümleri saklıdır.
Yakalama, kişinin denetim ve gözetim altına alınmasıdır. Yakalanan
kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin
sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.
Yakalananlardan uyuşturucu madde kullanmış olanlarla sarhoş
olanların durumları, tüzükte belirtilen esas ve usûllere uygun olarak hekim
raporu, hekimin bulunmadığı hallerde yardımcı sağlık hizmetleri personelinden
birinin müşahade raporu ile tesbit edilir.
Yakalanan kişiye yakalama sebebi yazılı, mümkün olmayan hallerde
ise sözlü olarak bildirilir.
Soruşturma konusunun açığa çıkması bakımından kesin bir mahzur
doğmuyorsa kişinin yakalandığı yakınlarına derhal duyurulur.
Yakalanan kişilerden; sanık durumunda olanlar adlî mercilere sevk
edilir.
Haklarında ıslah veya tedavi tedbiri alınması gerekenler, ilgili
kuruma gönderilir.
Yakalama sebebi ortadan kalkanlar derhal serbest bırakılır.
MADDE 5.- 2559 sayılı Kanunun 15 inci maddesine aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
Devletin bütünlüğü, Anayasal düzeni ve genel güvenliği ile
kaçakçılık ve uyuşturucu maddelere ilişkin suçların önemi ve gizliliği
bakımından ifadelerine başvurulması gereken, başka suçlardan hükümlü veya
tutuklu bulunanlar, münferit hadiselerde yirmidört saat, toplu hadiselerde en
çok onbeş gün süre ile üst amire bilgi vermek şartıyla suç soruşturmasını
yürütmekle görevli polis amirinin teklifi üzerine yetkili savcının talebi ve
hâkimin kararı ile ceza veya tutukevinden alınabilirler. Bu süre tutukluluk veya
hükümlülükte geçmiş sayılır. Hükümlü veya tutuklular . ceza veya tutukevinden
alındıklarında, sıhhî durumlarının doktor raporuyla tesbitini talep
edebilirler.
MADDE 6.- 2559 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin 1 inci fıkrasının
son paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye iki fıkra eklenmiştir.
Karakola götürülüp haklarında tanzim olunacak evrakla beraber
adliyeye verilirler.
Kimliğini bir belge ile veya polisçe tanınmış kişilerin tanıklığı
ile ispat edemeyenler ve gösterdikleri belgelerin doğruluğundan şüphe edilen
kişiler, aranan kişilerden olup olmadıkları anlaşılıncaya veya gerçek kimliği
ortaya çıkıncaya kadar yirmidört saati geçmemek üzere polisçe gözaltına
alınabilirler. Bu kişilere kimliğini ispatlamaları hususunda gerekli kolaylık
gösterilir.
Kimliği tespit edilemeyen veya nüfusa kayıtlı olmadığı anlaşılan
ve nüfus idarelerine gönderilmesi gerekenlerin parmak izi veya fotoğrafları
alındıktan sonra kimliklerinin tespiti veya nüfusa kayıtlarının temini için
tüzükte gösterilen esas ve usullere göre işlem yapılır.
MADDE 7. - 2559 sayılı Kanuna aşağıdaki maddeler eklenmiştir.
EK MADDE 1.- Umumî veya umuma açık yerler ile umuma açık yer
niteliğindeki ulaşım araçlarında, gerçek kişi veya topluluklar mahallin en
büyük mülkî amirine en az 48 saat önceden müracaat suretiyle oyun ve temsil
verebilir veya çeşitli şekillerde gösteri düzenleyebilir.
Bunlardan, genel ahlâka, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne veya Anayasa düzenine aykırı olduğu tespit edilenler, mahallin en
büyük mülkî amiri emriyle polis tarafından men edilir ve ilgililer derhal adlî
mercilere sevk edilir.
Dilekçe ile yapılacak müracaatta oyun, temsil veya gösteriye
katılan yönetici ve diğer kişilerin kimlik, ikametgâh ve tabiiyetleri
belirtilir.
EK MADDE 2.- Polis, sanık olarak yakaladığı kişileri; lüzumsuz
veya muhik olmayan bir gecikmeye meydan vermeyecek surette, yakalama yerine en
yakın mahkemeye gönderilmeleri için gerekli süreler hariç en geç yirmidört saat
içinde, üç veya daha fazla kişinin bir suçun icrasına iştiraki suretiyle toplu
olarak işlenen suçlarda ise, sanık sayısının çokluğuna, sanıkların veya
delillerin durumuna veya suçun niteliğine göre en geç onbeş gün içinde,
soruşturmalarını tamamlayarak adli mercilere göndermek zorundadır. Ancak,
polis, Cumhuriyet savcısının, savcının bulunmaması halinde sulh hâkiminin
yazılı emri bulunmadıkça sanığı yirmidört saatten fazla tutamaz.
Gözaltına alınanların yeme, içme ihtiyaçlarına ve nakillerine ait
masraflar Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesine konulacak ödenekle karşılanır.
EK MADDE 3.- Polis, aşağıdaki hallerde gerekli görülen kişilerden;
A) Devletin bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa düzeni ile kaçakçılık
ve uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yaptığı suç soruşturmaları sırasında
ifadesine başvurulacak olanlara,
B) Vatandaşlık durumu ile bu Kanunun 17 nci maddesinde belirtilen
kimlik tesbiti yapılıncaya kadar,
Tespit edilmiş olan ikametgâh veya iş adreslerinden
ayrılmamalarını yazılı olarak isteyebilir.
Bunların, bulunabilecekleri yeni adreslerini bildirmeleri şartıyla
o yerden ayrılmalarına, mahallin en büyük mülkî amirinin yazılı emriyle izin
verilir.
EK MADDE 4.- Polis, görevli bulunduğu mülkî sınırlar içinde,
hizmet branşı, yeri ve zamanına bakılmaksızın, bir suçla karşılaştığında suça
el koymak, önlemek, sanık ve suç delillerini tesbit, muhafaza ve yetkili
zabıtaya teslim etmekle görevli ve yetkilidir.
Bu madde hükmü gereğince bir suça müdahale eden polise karşı
işlenen suçlar görevli memura karşı işlenmiş suç; müdahalede bulunan polisin
işlediği suçlar ise görevli memurun işlediği suç sayılır.
EK MADDE 5.- Genel güvenlik, kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle
ilgili önemli olayları takip etmek, gerekiyorsa müdahale ederek soruşturmasını
yapmak üzere;
A) İçişleri Bakanlığınca doğrudan veya ilgili valinin talebi
üzerine merkez personelinden ekipler (timler) görevlendirilebilir.
B) Yukarıdaki bent hükmüne uygun olarak bir ilde soruşturması
yapılan olayın aydınlatılması, delillerin toplanması, sanıkların yakalanması,
başka illerde de araştırma ve soruşturma yapılmasını gerektiriyorsa iller
arasında ilgili valiliklerce ekipler görevlendirilebilir.
Bu ekiplerin polis yetkilerini kullanması, polis bölgesi sınırları
ile kayıtlı değildir. Bu ekipler görev yaptıkları mahallin en büyük mülkî
amirine bilgi vermek zorundadırlar. Görevin ifası sırasında mahallin en büyük
mülkî amirine karşı da sorumludurlar.
Genel ve özel kolluk makam ve memurları bu personele gereken her
türlü yardımı yapmaya mecburdur.
EK MADDE 6.- Polis; yakalanması gerekli kişi veya dağıtılması
gereken topluluğun direnmesi, saldırıya yeltenmesi veya saldırıda bulunması
hallerinde, bu fiilleri etkisiz hale getirmek için zor kullanabilir.
Zor kullanma, direnme ve saldırının mahiyetine ve derecesine göre
etkisiz hale getirilecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedeni kuvvet,
maddi güç ve kanuni şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanma
yetkilerini ifade eder.
Toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın
derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri
tarafından tayin ve tespit edilir.
EK MADDE 7.- Polis; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel güvenliğe dair önleyici ve koruyucu
tedbirleri almak, emniyet ve asayişi sağlamak üzere; ülke seviyesinde
istihbarat faaliyetlerinde bulunur, bu amaçla bilgi toplar, değerlendirir,
yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştırır. Devletin diğer istihbarat
kuruluşlarıyla işbirliği yapar.
EK MADDE 8. - Polisin yapacağı inceleme üzerine;
A) Otel, gazino ve benzeri yerler veya çeşitli dinlenme, eğlence
ve oyun yeri şeklinde sabit veya seyyar olarak kullanılan kara, deniz, hava ve
her çeşit taşıma araçlarında bu faaliyetlerin icrası,
B) Her ne ad altında olursa olsun, oynayanın kumar ve kazanç kasdı
olmamak şartıyla bilgi ve maharet artırıcı veya zekâ geliştirici nitelikteki
elektronik oyun alet ve makinaları, video oyunları, televizyon oyunları ve
benzeri oyun yerlerinin açılması ve faaliyette bulunmaları,
Mahallin en büyük mülkî amirinin iznine bağlıdır.
Bu şekilde açılmasına ve faaliyette bulunmasına izin verilen
yerler umuma açık yer sayılır. Bu madde hükmüne ve konulan yasaklara uymayan bu
gibi yerler hakkında 8 inci madde hükümleri uygulanır.
Bu suçların tekerrürü halinde mahallin en büyük mülkî amiri
tarafından verilmiş bulunan ruhsat iptal edilebilir.
EK MADDE 9.- Bu Kanun ve diğer kanun hükümlerine göre gerekli
hallerde,
A) Önleyici, caydırıcı, düzenleyici ve koruyucu kolluk
hizmetlerine dair görevlerin ifası sırasında silah kullanmak zorunda kalan
polis hakkında, cezaî sorumluluğun tespiti bakımından Memurin Muhakematı
Hakkında Kanuna göre işlem yapılır.
B) Adliyeye ilişkin vazife ve işlerle ilgili bir hizmeti yerine
getirirken silah kullanmak zorunda kalan polis hakkında, hazırlık soruşturması
bizzat Cumhuriyet savcıları veya yardımcıları tarafından yapılır.
Sanık polis, hakkında dava açıldığı takdirde duruşmadan vareste
tutulabilir. Olayın mahiyetine ve kusurun derecesine göre, İçişleri
Bakanlığınca durumu uygun görülen polisin vekalet verdiği avukatın ücreti,
Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. Avukat tutma
ve ücret ödeme usul ve esasları yönetmelikte gösterilir.
Polisin, kanunlarla verilen görevlerini yaptığı sırada veya bu
görevlerini yapmasından dolayı şehit olması halinde, dul eşine, eşi hayatta
değilse veya evlenmemişse çocuklarına, bunlar bulunmadığı takdirde bakmakla
mükellef olduğu ana ve babasına, konut sahibi yapmak amacıyla, Toplu Konut
Fonundan miktarı, ödemesiz devresi ve ödeme süresi Toplu Konut ve Kamu
Ortaklığı Yüksek Kurulunca tayin edilecek esaslara göre ve faizsiz olarak kredi
verilir. Bu fıkra hükmü, 1 Ocak 1971 tarihinden itibaren şehit olan polislerin
aileleri hakkında da tatbik olunur.
1481 sayılı Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkında
Kanuna göre, sanık ve hükümlülerden ilan edilmek suretiyle arananların
bulundukları yerleri bildiren ve yakalanmalarına yardımcı olanlara para ödülü
verilebilir. Verilecek ödülün miktarı ile bu fıkranın uygulanmasına dair diğer
hususlar İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte gösterilir. Para
ödülüne ait giderler Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesine konulacak ödenekten
karşılanır. Ödül verilen kişilerin kimlikleri, rızaları olmadıkça hiçbir
şekilde açıklanamaz.
MADDE 8.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 9.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
B- Dayanılan Anayasa Kuralları :
"Başlangıç
Ebedi Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk
Devletinin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve
yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin,
milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 Harekâtı sonucunda, Türk
Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Milli
Güvenlik Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tasvip
ve doğrudan doğruya O'nun eliyle vazolunan bu ANAYASA :
- Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman
Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılâp ve ilkeleri
doğrultusunda;
- Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak; Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddî ve manevî
mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
- Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız
Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmağa yetkili kılınan
hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
- Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
- Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve
manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve
medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği
kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılmayacağı;
- Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu
yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
- Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî
sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin
hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik
duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde,
huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
- FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde
saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan
ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
"MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir"
"MADDE 5.- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve
demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli
şartları hazırlamaya çalışmaktır."
"MADDE 6.- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye
veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamaz."
"MADDE 7.- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez."
"MADDE 8. - Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve
yerine getirilir."
"MADDE 9.- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır."
"MADDE 10.- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
"MADDE 11.- Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır.
Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz."
"MADDE 12.- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer
kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder."
"MADDE 13.- Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve
genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde
öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla
sınırlanabilir.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç
dışında kullanılamaz.
Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve
hürriyetlerin tümü için geçerlidir."
"MADDE 17.- Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin
vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tabi
tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle
bağdaşmayan H/r cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
Mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hali ile
meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir
tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın
bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği
emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği
zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü
dışındadır."
"MADDE 19.- Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
Şekil ve şartları kanunda gösterilen :
Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik
tedbirlerinin yerine getirilmesi; bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen
bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması; bir
küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için
verilen bir kararın yerine getirilmesi; toplum için tehlike teşkil eden bir
akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık
yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda
belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi, usulüne
aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme
yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması;
halleri dışında kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz.
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak
kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla
veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilir. Hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü
halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun
şartlarını kanun gösterir.
Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama
sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün
olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hâkim huzuruna
çıkarılıncaya kadar bildirilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en yakın mahkemeye
gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve toplu olarak
işlenen suçlarda en çok onbeş gün içinde hâkim önüne çıkarılır. Kimse, bu
süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz. Bu süreler olağanüstü hal, sıkıyönetim ve savaş hallerinde
uzatılabilir.
Yakalanan veya tutuklanan kişinin durumu, soruşturmanın kapsam ve
konusunun açığa çıkmasının sakıncalarının gerektirdiği kesin zorunluluk
dışında, yakınlarına derhal bildirilir.
Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma
veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest
bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün
yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa
sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı
halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı
merciine başvurma hakkına sahiptir.
Bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişilerin uğradıkları
zarar, kanuna göre, Devletçe ödenir."
"MADDE 20.- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz. Adlî soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği
istisnalar saklıdır.
Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim
kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili
kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası
aranamaz ve bunlara el konulamaz."
"MADDE 21.- Kimsenin konutuna dokunulamaz. Kanunun açıkça
gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça,
kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el
konulamaz."
"MADDE 23.- Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik
gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu
mallarını korumak;
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç
işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ülkenin ekonomik durumu,
vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle
sınırlanabilir.
Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun
bırakılamaz."
"MADDE 26.- Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim
veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına
sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir
almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon,
sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına
engel değildir.
Bu hürriyetlerin kullanılması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan
herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya basılı kâğıtlar,
plaklar, ses ve görüntü bantları ile diğer anlatım araç ve gereçleri usulüne
göre verilmiş hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
kanunla yetkili kılman merciin emriyle toplattırılır. Toplatma kararını veren
merci bu kararını, yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir. Hâkim bu
uygulamayı üç gün içindekararabağlar.
Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin
düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi
açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılamaz."
"MADE 27.- Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve
öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.
Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri
hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.
Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının
kanunla düzenlenmesine engel değildir."
"MADDE 35.- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
"MADDE 37.- Hiç kimse, kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka
bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne
çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler
kurulamaz."
"MADDE 38.- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun
suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.
Suç ve zamanaşımı ile ceza mahkumiyetinin sonuçları konusunda da
yukarıdaki fıkra uygulanır.
Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla
konulur.
Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.
Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir
beyanda bulunmaya ve bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza sorumluluğu şahsidir. Genel müsadere cezası verilemez.
İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir
müeyyide uygulayamaz. Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla
istisnalar getirilebilir.
Vatandaş, suç sebebiyle yabancı bir ülkeye geri verilemez."
"MADDE 88.- Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve
milletvekilleri yetkilidir.
Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir."
"MADDE 94.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı,
Meclis üyeleri arasından seçilen Meclis Başkanı, Başkanvekilleri, Kâtip üyeler
ve İdare Amirlerinden oluşur.
Başkanlık Divanı, Meclisteki siyasî parti gruplarının üye sayısı
oranında Divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur. Siyasî parti grupları
Başkanlık için aday gösteremezler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı için, bir yasama
döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki, ikinci devre
için seçilenlerin görev süresi üç yıldır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, Meclis üyeleri
içinden, Meclisin toplandığı günden itibaren on gün içinde, Başkanlık Divanına
bildirilir, Başkan seçimi gizli oyla yapılır. İlk iki oylamada üye tamsayısının
üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü
oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için
dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan üye, Başkan
seçilmiş olur. Başkan seçimi, aday gösterme süresinin bitiminden itibaren, on
gün içinde tamamlanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekillerinin, Kâtip Üyelerinin
ve İdare Amirlerinin adedi, seçim nisabı, oylama sayısı ve usulleri, Meclis
İçtüzüğünde belirlenir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi
bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki
faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına
katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar."
"MADDE 96.- Anayasada, başkaca bir hüküm yoksa, Türkiye Büyük
Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır ve toplantıya
katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir
şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz.
Bakanlar Kurulu üyeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
katılamadıkları oturumlarında, kendileri yerine oy kullanmak üzere bir bakana
yetki verebilirler. Ancak bir bakan kendi oyu ile birlikte en çok iki oy
kullanabilir"
"MADDE 148.- Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece
şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim
ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas
bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
Kanunların şekil bakımından denetlenmesi son oylamanın, öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları
ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun
yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı
iptal davası açılamaz; defi yoluyla da ileri sürülemez.
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi
Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili
suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya
Cumhuriyet Başsavcıvekili yapar.
Yüce Divan kararları kesindir.
Anayasa Mahkemesi Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine
getirir."
"MADDE 150.- Kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya bunların belirli madde ve
hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa
Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, iktidar
ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir. İktidarda birden
fazla siyasî partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma hakkını
en fazla üyeye sahip olan parti kullanır."
III- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca, Başkan H.
Semih ÖZMERT, Üyeler Orhan ONAR, Necdet DARICIOĞLU, Kenan TERZİOĞLU, Yekta
Güngör ÖZDEN, Muammer TURAN, Mehmet ÇINARLI, Sefahattin METİN, Servet TÜZÜN,
Mahmut C. CUHRUK ve Mustafa GÖNÜL'ün katılmalarıyla 18.1.985 gününde yapılan
ilk inceleme toplantısında :
Öncelikle şekil yönünden yapılacak incelemenin kapsamı ve konusu
üzerinde durulmuştur.
Anayasanın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesinin, kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi içtüzüğünün Anayasaya
şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleyeceğini, kanunların şekil
bakımından denetlenmesinin, son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı hususu ile sınırlı olduğunu öngörürken, 150. maddesinde, bir
sınırlama getirilmeksizin kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye
Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün şekil ve esas bakımlarından Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılabileceği
belirtilmiştir.
Bu anlatım biçimi, 148. ve 150. maddelerin birbirleriyle çeliştiği
izlenimini vermeye elverişlidir.
Nitekim, Anayasanın 148. maddesi, yalnız şekil yönünden yapılacak
Anayasaya uygunluk denetimini son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı hususuyla sınırlı tuttuğu halde; Anayasanın 150. maddesi uyarınca
şekil ve esas bakımlarından açılacak iptal davalarında ise, Anayasa
Mahkemesinin esasa etkili olabilecek başka şekil aksaklıklarını da dikkate
almak zorunda olduğu, ileri sürülmüştür.
Bu görüşün kabulü, Anayasa'nın 148. ve 149. maddelerinin getirdiği
sınırlamaları tümüyle ortadan kaldıracak bir uygulamaya yol açacak
niteliktedir. Gerçekten, bu yorum tarzı benimsenirse; iptali İstenen yasada
herhangi bir biçim aksaklığı saptandığında, bu isteme yapay olarak söz konusu
yasanın esasının da Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesi eklenip, yasanın
yayımından itibaren 10 gün içinde dava açılması, işin öncelikle görüşülmesi,
yalnızca son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığının denetlenmesi
gibi koşullar bertaraf edilebileceği gibi, Anayasa'nın 148. maddesi hükmüne
karşın, Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin beşte bir üyesi
yanında, iktidar ve anamuhalefet parti gruplarının da şekle dayalı iptal davası
açmalarına, olanak sağlanabilecektir.
Oysa, 148. maddenin gerekçesinde, "Genel Kurulun oylama yapıp
kanunu kabul etmesi, şekil bozukluğunu, o kanunu kabul etmemek için yeterli
neden saymadığı yolunda bir irade tecellisidir. En büyük organ Genel Kuruldur.
Onun iradesi hilafına bir sonuç çıkarmak hukukun ana esaslarına aykırı düşer.
Bu nedenle son oylamadan önceki şekil bozuklukları iptal sebebi
sayılmamıştır" denilmektedir.
Maddenin Danışma Meclisinde görüşülmesi sırasında da aynı husus
ısrarla vurgulanmıştır (Danışma Meclisi Tutanak Dergisi, 1982, Birleşim: 108,
Cilt: 10, S. 188, 189, 190).
2949 sayılı Yasanın 21 ve 22. maddeleri Anayasa'nın 148 ve 150.
maddeleri hükümlerini uzlaştırmıştır. Bu maddelerde, Anayasa Mahkemesi'nin
şekil bakımından denetiminin, kanunlarda son oylamanın öngörülen çoğunlukla
yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olduğu, Anayasa değişiklikleri ve
kanunların şekil yönünden Anayasaya aykırılıkları iddiasıyla yayımlarından
itibaren on gün içinde, kanun hükmünde kararnamelerle Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün şekil ve esas, kanunların ise sadece esas yönlerinden
Anayasaya aykırılığı iddiasıyla yayımlarından itibaren 60 gün içinde dava
açılması gerektiği belirtilmiştir.
Anayasanın 148., 149. ve 150., 2949 sayılı Yasanın 21. ve 22.
maddelerinin ve yasama belgelerinin birlikte değerlendirilmesinden; şekil
yönünden Anayasaya aykırılık iddiasıyla iptal davası açma hakkının, yasanın
Resmî Gazete'de yayımından başlayarak on gün sonra düşeceği, iptal davası şekil
ve esas bakımlarından Anayasaya aykırılık iddialarını içerse de şekle ilişkin
denetimin yasanın son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı
hususunun saptanmasıyla sınırlı olduğu, şekle yönelik iddiaların öncelikle
incelenip karara bağlanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
İptali dava edilen Yasa 25 Haziran 1985 günlü, 18792 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanmış, biçim ve esas yönünden Anayasaya aykırılığı iddiasıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93 üyesi tarafından, süresi içinde, 4 Temmuz
1985 günü, Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmıştır.
Dava dilekçesinde, dava konusu Yasanın son oylamasının öngörülen
çoğunlukla yapılmadığına ilişkin açık bir iddia yer almamakta, varlığı ileri
sürülen diğer biçim bozukluklarının son oylamanın rakamsal oluşumunu
etkileyeceği belirtilmektedir. Son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı hususu ancak yapılacak incelemeyle açıklığa kavuşabilecektir.
Yapılan ilk inceleme sonunda :
Dosyada eksiklik bulunmadığından işin şekil ve esas yönlerinden
incelenmesine oybirliğiyle,
Şekle ilişkin incelemenin Kanun'un son oylamasının öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususlarıyla sınırlı olmasına ve bu konudaki
iddiaların öncelikle karara bağlanmasına, Necdet DARICIOĞLU'nun "Şekil
denetiminin Anayasanın 88, 148/2. ve 150. maddeleri çerçevesinde ve 148/2.
maddesi dışındaki şekil kuralları da gözönünde tutulmak suretiyle yapılması
gerektiği", Yekta Güngör ÖZDEN'in "Anayasanın 150. maddesi gereğince
özle birlikte biçim dava edilmiş olduğundan yalnız biçim yönünden iptali
öngören 148. maddeye bağlı 149. maddedeki önceliğin gözetilmesine gerek
olmadığı" yolundaki karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla karar verilmiştir.
IV - ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, iptali istenilen yasa
kuralları, Anayasaya aykırılık iddiasına dayanak yapılan Anayasa maddeleri,
bunlarla ilgili gerekçeler ve öteki metinler incelendikten sonra gereği
görüşülüp düşünüldü :
A - Biçim Yönünden İnceleme :
Anayasanın 75. maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi 400
milletvekilinden kurulur.
Anayasanın 96. maddesi, Anayasada başka bir kural yoksa, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanıp toplantıya
katılanların salt çoğunluğuyla karar verileceğini; ancak karar yeter sayısının
üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamayacağını öngörmektedir.
İçtüzüğün 122. maddesinde ise, "oya konulan bütün hususlar,
Anayasada, kanunlarda veya İçtüzükte ayrıca hüküm yoksa, toplantıya katılan
milletvekillerinin salt çoğunluğuyla kararlaştırılır. Salt çoğunluk belli bir
sayının yarısından az olmayan çoğunluktur." denilmektedir.
4.7.1934 Tarihli ve 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi
Hakkında Kanun tasarısı, 7.5.1985 günlü Başbakanlık yazısıyla Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı'na sevk edilmiş ve 11.6.1985 gündemine alınarak
görüşülmesine başlanmıştır. Tasarının tümü üzerinde yapılan konuşmalardan sonra
verilen önergelerle; maddelere geçilmesi, 1. ve 2. maddelerin oylanmasının
"açık oylama ile" yapılması istenmiştir. Bu önergeler kabul edilmiş
ve tasarının diğer maddeleri için işaretle oylama yoluna başvurulmuştur.
Son oylama aşamasına gelince : Anayasada son oylamanın nasıl
yapılacağı hakkında bir kural öngörülmemiş, konunun düzenlenmesi içtüzüğe
bırakılmıştır. İçtüzük bu konuda başlıca iki kural içermektedir.
1) Kanunun tümü veya maddelerinin oylanması, onbeş üye tarafından
açık oy istenmemişse işaretle olur (Madde 82);
2) Tasarı veya teklifin tümünün kesin olarak oylanmasından önce,
milletvekilleri, ne yolda oy kullanacaklarını kürsüden belirtmek isterlerse,
başkan lehte ve aleyhte birer kişiye söz verir. Bu konuşma kısa, açık ve
gerekçeli yapılır (Madde 87).
Yukarıdaki kural uyarınca lehte ve aleyhte birer kişiye söz
verildikten sonra kanun tasarısı üzerindeki görüşmeler tamamlanmış ve verilen
bir önergenin kabulü ile son oylamanın ad okunarak açık oylama yoluyla
yapılması yöntemi benimsenmiştir. Son oylamanın sonuçları şöyledir :
Üye sayısı: 400
Oy verenler: 289
Kabul edenler: 179
Red edenler: 99
Çekimserler: 11
Oylamaya katılmayanlar: 106
Açık üyelikler: 5
Türkiye Büyük Millet Meclisi, son oylamada, üye tamsayısının üçte
birinden fazlasıyla toplanıp oylamaya katılan 289 milletvekilinin salt
çoğunluğundan fazla olan 179 oyla karar verdiğine ve kabul oyu sayısının üye
tamsayısının dörtte birinden bir fazlasını aştığına göre, oylamanın öngörülen
çoğunlukla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, biçime ilişkin iptal
isteminin reddi gerekir.
B - Esas Yönünden İnceleme :
Dava dilekçesinde, 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun yürürlük
ve yürütme ile alakalı son iki maddesi dışında kalan tüm hükümlerinin hukukun
kimi temel kurallarıyla Anayasanın 2., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 12., 13.,
17., 19., 20., 21., 23., 26., 27., 35., 37., 38., 88., 94., 96., 148. ve 150.
maddelerine aykırı olduğu genel bir ifadeyle belirtilmek suretiyle iptal
isteminde bulunulmuş, Yasanın hangi hükmünün hangi anayasal ilke ya da kurala
aykırı düştüğü hususunda ayrıntıya girilmemiştir.
Aykırılık savına dayanak yapılan Anayasa maddelerinin dilekçede
topluca gösterilmiş olması, iptali istenilen her hükmün içeriğine göre;
Anayasanın hangi normu ile ilgili bulunduğunun araştırılmasını zorunlu kılmış
ve Yasanın iptali istenilen her maddesi hakkında yapılan Anayasaya uygunluk
denetiminde anayasal ölçü normlar, doğrudan ilişki dikkate alınmak suretiyle
saptanmış, dava dilekçesinde yer almış olmasına karşın iptal istemiyle ilişkisi
kurulamamış olan Anayasa hükümleri nazara alınmamıştır.
1- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 5. maddesine
16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 1. maddesiyle eklenmiş olan (F) bendinin
Anayasanın 2., 5., 13. ve 19. maddelerine aykırılığı sorunu :
Polisi, yerine göre bazı kimselerin parmak izlerini ve
fotoğraflarını almak yetkisi ile donatmış olan 2559 sayılı Polis Vazife ve
Selahiyet Kanununun 5. maddesinde yazılı haller arasına, 16.6.1985 günlü, 3233
sayılı Yasanın 1. maddesiyle bir yenisi daha eklenmiş bulunmaktadır.
İptali istenilen bu bent hükmüne göre; "Genel ahlâk ve edep
kurallarına aykırı olarak utanç verici ve toplum düzeni bakımından tasvip
edilmeyen tavır ve davranışta bulunanların"da polisçe parmak izleri ve
fotoğrafları alınabilecektir. Maddenin uygulanabilmesi, kişinin genel ahlâk ve
edep kurallarına aykırı tavır ve davranışlarının, utanç verici ve toplum düzeni
bakımından tasvip edilemez nitelikte olması koşullarının birlikte gerçekleşmiş
bulunmasına bağlı tutulmuştur.
2559 sayılı Yasanın 5. maddesine (F) bendi olarak eklenmiş bulunan
bu kuralla ne gibi bir toplumsal faydanın amaçlandığı ve kimleri kapsadığı yönü
açık değildir. Bent hükmünün getiriliş nedeni yasa tasarısına ilişkin gerekçede:
2559 sayılı Kanunun (D) bendinde "kendisini başkalarının zevkine terk
edenler" ibaresinin açık olmayıp tefsire muhtaç yanları bulunduğu, günümüz
dünyasında aktüel bir konu haline gelen kadın, erkek eşcinsel kişiler ile
bunlara aracılık edenlerin faaliyetlerinin takibini ve gereken önleyici zabıta
tedbirlerinin alınmasını sağlamak, şeklinde açıklanmıştır.
Eğer madde sadece gerekçede belirtildiği gibi tavır ve
davranışları toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyecek nitelikte bulunan
eşcinselleri kapsamış olsa idi, toplum sağlığı gözetilerek bent hükmünün haklı
bir gerekçeye dayandığı söylenebilirdi.
2559 sayılı Yasanın 5. maddesi ile polisin, bazı kimselerin parmak
izlerini ve fotoğraflarını almaya yetkili kılındığı haller, bütün unsurlarıyla
sübjektif hiçbir takdire yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmiştir. Başka
bir anlatımla Yasada parmak izi ve fotoğrafı alınacak kimsenin böyle bir işleme
hangi halde tabi tutulacağı açıklanmış, hiçbir yön polisin sübjektif takdirine
bırakılmamıştır. Öte yandan; sözü edilen maddenin ilk dört bendinde bireyin
parmak izinin alınması ve fotoğrafının çekilmesi genellikle adlî ve idarî
işlemlerin fer'i sayılabilecek bir işlem niteliği taşıdığı halde; iptali
istenilen (F) bendi hükmüne göre bireyin eyleminin suç teşkil etmemiş olması
halinde, parmak izi ve fotoğrafının alınması sebepsiz bir işlem görünümü arz
edecektir. İnceleme konusu bent hükmüne göre, polisin ya da siyasî iktidarların
ahlâk anlayışlarına bağlı olarak, suç teşkil etmeyen ve hoşgörü ile
karşılanabilecek kimi eylemlerin failleri de genel ahlâk ve edep kurallarına
aykırı olarak utanç verici ve toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır
ve davranışlar içerisinde bulundukları gerekçesiyle, genel kadınlar,
eşcinseller, fuhuşla melûf olanlarla aynı kategoride mütalaa edilerek parmak
izleri ve fotoğrafları alınabilecektir. Uygulamanın böyle bir yönde
gelişmesine, maddede yer alan, zamana, yere ve kişiye göre değişebilen
"genel ahlâk ve edep", "utanç verici" gibi sübjektif
takdire elverişli ölçütler engel olamayacağı gibi bu konuda, takdirin polise
bırakılması da kişi güvenliğini zedeleyebilir.
Genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı davranışların bir bölümü
suç olarak ceza yasalarına girmiştir. Buna karşılık, büyük bir kesimi de bu
nitelikte değildir. Bunlar yaptırımını kamu vicdanında bulurlar. Ayıplama,
kınama, yalnız bırakma, tasvip etmediğini herhangi bir biçimde belli etme gibi
yollarla bu kurallara uyulması sağlanır. Yasa Koyucunun uygulanmasını istediği
genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı davranışları ceza yaptırımına
bağlayabileceği kuşkusuzdur. Ancak; bunu yaparken, kişinin temel hak ve
özgürlükleri alanına gereksiz müdahalelerde bulunmaması, hangi tür eylemleri
yasakladığını açıkça belirtmesi gerekir.
İptali istenen kuralda ise bu gereklere uyulmadığı gözlenmektedir.
Yasaklanan eylemin ne olduğu açıkça belirtilmemiştir. Bu belirsizliğe bağlı
olarak kimi durumlarda parmak izi ve fotoğraf almaktaki amaç da -kişiyi taciz
etmek ayrık tutulursa- anlaşılamamaktadır. Uygulama tamamen polise
bırakılmıştır. Polis gördüğü bir olayı kendi ölçülerine göre değerlendirecek,
bunun genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı olarak utanç verici ve toplum
düzeni bakımından tasvip edilmeyen bir davranış olduğuna karar verecek ve
böylece suç olmayan bir eylemi nedeniyle kişiyi karakola çağırıp ya da zor
kullanarak karakola götürüp parmak izi ve fotoğrafını alabilecektir.
İnceleme konusu kuralın Anayasanın 2., 5., 13. ve 19. maddeleri
açısından değerlendirilmesine gelince :
Dava dilekçesinde bent hükmünün içeriği belli olmayan genel ve
soyut kavramlar üzerine inşa edildiği, polisin dilediği zaman, dilediği yerde
yakalama, engelleme, fişleme gibi yetkilerle donatıldığı ileri sürülmüştür.
Kişi hürriyeti ve güvenliği kenar başlığı altında sevk edilmiş
bulunan Anayasanın 19. maddesinin ilk fıkrasında, herkesin kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahip olduğu ilkesi getirilmiştir. Fıkrada iki ayrı kavram yer
almaktadır. Bunlardan biri "kişi hürriyeti" diğeri de "kişi
güvenliği "dir.
Kişi özgürlüğü kavramı öğretide açık bir biçimde belirlenmemiştir.
Zaman zaman, kişi güvenliği, kişi dokunulmazlığı gibi kavramlarla eş anlamda ya
da temel hak ve özgürlüklerin tümünü kapsayan genel bir kavram olarak
kullanılmaktadır.
19. maddedeki kişi özgürlüğü temel hak ve özgürlüklerin bütününü
kapsayan genel bir kavram değildir. Temel hak ve özgürlükler kavramı genel
ifadesini 12. maddede bulmuştur. Kişi özgürlüğü de bu genel kavram içinde yer
alan özgürlüklerdendir.
Anayasanın 19. maddesinde ifadesini bulan kişi özgürlüğü kavramı,
kişiye dilediği gibi karar verip hareket edebilme olanağı sağlayan
kurumlaşmamış özgürlükler alanını kapsamaktadır. Anayasa Mahkemesi bir
kararında "bir kimsenin başkasına zarar vermeden; istediği hareketi
yapabilmesi, istediği gibi dolaşabilmesi, yemesi, içmesi, eğlenmesi de şüphesiz
kişi hürriyeti kavramı içerisindedir" demiştir.
Kişinin günlük davranışlarını, suç sayılmayan eylemlerini, yargı
güvencesi dışında polisin öznel ölçütlere dayalı değerlendirmesine bağlı olarak
sınırlayan inceleme konusu kuralın, belirtilen tanımı içindeki kişi
özgürlüğüne, kısıtlamalar getirmesi kaçınılmaz olduğu gibi, bu kural kapsamına
giren eylemleri dolayısıyla ilgilinin parmak izi ve fotoğrafının alınmasını,
Anayasanın 19. maddesinde yer almayan bir hal nedeniyle kişinin yakalanmasını
zorunlu kılacağı, bunun da kişi güvenliği kavramıyla bağdaşmayacağı ortadadır.
Bütün hak ve özgürlükler için geçerli, "genel nitelikte"
olan sınırlama nedenleri Anayasanın 13. maddesinde yer almaktadır. Bu
nedenlerden herhangi birisi tek başına yahut birkaçı bir arada belli bir hak ve
özgürlüğün sınırlandırılmasına haklı gerekçe teşkil eder.
İptali istenen kuralda, genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı
olarak utanç verici ve toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen davranışlardan
söz edildiğine göre, bu husustaki sınırlandırmanın Anayasanın söz konusu
maddesinde yer alan genel ahlâk kavramı içerisinde değerlendirilmesi gerektiği
kuşkusuzdur. Şu var ki, temel hak ve özgürlüklere yönelik her türlü
sınırlandırmanın 13. maddede belirtilen amaçlarla yapıldığı yolunda gerekçe bulmak
mümkündür. Bu bakımdan, kısıtlamanın Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak
yapılıp yapılmadığının ve demokratik toplum düzeni gereklerine uygun olup
olmadığının araştırılması gerekir.
"Kişi özgürlüğü" ve "kişi güvenliği" konusunda
kural getiren Anayasanın 19. maddesi, birinci kavramı anmakla yetinirken, kişi
özgürlüğünün özel bir türü olan ikinci kavram hakkında ayrıntılara girmiştir.
Anayasa Koyucunun, genel anlamdaki kişi özgürlüğü konusunda ayrıntılara
inmemesini bu özgürlüğün niteliğinde aramak gerekir. Belirtilen içeriğiyle kişi
özgürlüğü, öylesine doğal ve geniş bir alanı kapsamaktadır ki, Anayasada
konunun ayrıntılarıyla kurala bağlanmasına gerek görülmemiş, bu özgürlüklere
kolay kolay tecavüz edilemeyeceği düşünülmüştür.
Anayasamızda özgürlüklerin hangi anlayış içerisinde düzenlendiği
konunun diğer yönünü oluşturmaktadır.
Anayasanın 12. maddesinde, "Herkes kişiliğine bağlı,
dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir"
denilmek suretiyle bu konudaki temel ilkeye işaret olunmuştur.
13, 14. ve 15. maddelerde ise özgürlüklere ya da bunların
kullanılmasına ilişkin genel sınırlamalar kurala bağlanmaktadır. Bu kuralların
incelenmesi, herkes için özgürlüğün asıl olduğunu bunların sınırlandırılmasının
ise gerçekleşmesi güç koşullara bağlandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Özgürlükler herkese hatta kişinin kendisine karşı bile korunmuş, Yasa Koyucudan
gelebilecek tecavüzlere karşı Anayasa Mahkemesi güvencesine bağlanmıştır.
Anayasamız özgürlüklere saygılı olunmasını istemekle yetinmemiş, bunların
kullanılmasını sağlayacak önlemler alınmasını Devletin temel amaç ve görevleri
arasında saymak suretiyle, özgürlükçü bir görüşü benimsemiştir. Gerçekten de,
Anayasamızın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına saygılı bir
Devlet olduğu belirtildikten sonra 5. maddesinde ".kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya"
çalışmasını devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır.
Kişiyi, çeşitli davranışlarının polisçe genel ahlâk ve edebe
uygunluk yargısından geçirilebileceği endişesi ve tedirginliği içinde yaşama
zorunda bırakan inceleme konusu kural temel hak ve özgürlüklere böylesine bir
yaklaşım içerisinde yer veren Anayasanın, esprisiyle bağdaştırılamaz.
Özgürlüklerin sınırlandırılmasında uyulması gereken bir başka ilke
de sınırlandırmaların demokratik toplum düzeni gereklerine aykırı olamayacağıdır.
Klasik demokrasiler temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde
sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Kişinin sahip olduğu dokunulmaz,
vazgeçilmez, devredilmez, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulup tümüyle
kullanılamaz hale getiren kısıtlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle
uyum içinde sayılamaz. Özgürlükçü olmak yanında, hukuk devleti olmak ve kişiyi
ön planda tutmak da aynı rejimin öğelerindendir. Şu halde getirilen
sınırlamaların, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin temel
niteliklerine de uygun olması gerekir. Bu anlayış içinde özgürlüklerin yalnızca
ne ölçüde kısıtlandığı değil, kısıtlamanın koşulları, nedeni, yöntemi,
kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları, hep demokratik toplum düzeni kavramı
içerisinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak; istisnaî olarak ve
demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde
sınırlandırılabilirler. Demokratik hukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa
olsun, özgürlük kısıtlamalarının bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle
yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını ortadan kaldıracak düzeye
vardırmamasıdır.
Kişi özgürlüğünü, zamana, yere, kişiye göre değişen ölçütlerle
polisin öznel değerlendirmesine bağlı olarak kısıtlayan, genel ahlâk ve edep
kuralları gibi yaptırımını daha. çok toplum vicdanında bulması ve kamu
düzeninin ciddi olarak tehlikeye girmesi, söz konusu olmadıkça polisin müdahale
etmemesi gereken bir alana, "kamu düzeni bakımından tasvip edilmeme"
gibi içeriği açıkça anlaşılmayan bir kavrama dayanılarak, polisin müdahalesini
sağlayan inceleme konusu kuralın, Anayasanın 2., 5., 13. ve 19. maddelerine
aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu görüşlere Necdet Darıcıoğlu, Servet Tüzün ve Vural Savaş
katılmamışlardır.
2- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 16.6.1985
günlü, 3233 sayılı Kanunun 2. maddesi ile değişik 8. maddesinin Anayasaya
aykırılığı sorunu :
a) Birinci fıkranın (A) bendi yönünden :
Polisçe kesin kanıt elde edilmesi durumunda o yerin en büyük
mülkiye amirinin emriyle kapatılan, faaliyetten yasaklanan ya da her iki
önlemin birlikte uygulanabileceği kumar oynanan umumi ve umuma açık yerler
arasında, 3233 sayılı Yasanın iptali istenen 2. maddesiyle her çeşit özel ve
resmî kurum ve kuruluşlara ait lokaller de alınmış bulunmaktadır. Genel
güvenlik ve kamu düzeni düşüncelerine dayalı olarak getirildiği madde
gerekçesinde açıklanan bu eklentiye paralel bir hükme de 2908 sayılı Dernekler
Kanununun 48. maddesinde yer verilmiştir. Anılan hükme göre kumar oynanan
dernek lokalleri hakkında 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyeti Hakkındaki
Kanunun bu maddesine göre işlem yapılması gerekmektedir.
Kumar her zaman ve her yerde ahlâk kurallarına göre ayıplanan ve
kınanan bir hareket olarak görülmüştür. Toplumsal açıdan yarattığı sonuçların
önemi nedeniyledir ki hemen her toplumda belli koşullarda oynanmış olması suç
sayılarak çeşitli ceza yaptırımlarına bağlanmış bulunmaktadır.
Gençliğin ahlâkını ve geleceğini tehdit eden kumarın önlenebilmesi
için sadece ceza yaptırımı ile yetinilmemiş bir toplumsal savunma tedbiri
olarak kumar oynanan yerlerin derhal belirli bir süre kapatılması gibi koruyucu
tedbirlere de gereksinim duyulmuştur. Kumar oynanan yerin kapatılması tedbiri
öteden beri hemen her ülkede oldukça etkili bir çare olarak düşünülmüş idari
yasal tedbirlerin başında yer almıştır.
İptali istenilen bent hükmünde öngörülen bu tedbirin kamu düzeni
ve genel güvenlik düşüncelerine dayalı olarak getirildiği anlaşılmıştır. Bent
hükmünün Anayasaya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Bu görüşe Muammer Turan katılmamıştır.
b) Birinci fıkranın (B) bendi yönünden :
Bu bentte yapılan değişiklikle, uyuşturucu madde kullanılan yerler
yanında, imal edilen, satılan, bulundurulan yerler de madde kapsamına alınmış,
böylece Türk Ceza Yasasında uyuşturucu maddelere ilişkin suç sayılan eylemlere
uygun bir düzenleme getirilmiştir. Ayrıca Dernekler Yasasının 48. maddesinin
üçüncü bendinde dernek ve eklentilerinde uyuşturucu madde kullanılması halinde
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 8. maddesinin uygulanacağı
öngörülmüştür.
Kumar iptilası gibi uyuşturucu alışkanlığı da ülkenin geleceği
olan gençliği tehdit eden ve bu nedenle de toplumu temelinden sarsan ve karşı
mücadelede etkin her türlü tedbirin alınmasında zaruret bulunan son derece
hassas ve önemli bir konudur.
Bentte yer alan, mevzuata aykırı bir şekilde uyuşturucu madde imal
edilen, satılan, kullanılan ya da bulundurulan yerler; Türk Ceza Yasasına göre
çok ağır cezalarla cezalandırılan kimi vahim suçların işlendiği yerler
olmaktadırlar. Kumar nedeniyle alınmakta olan kapatma gibi geçici idari
tedbirin uyuşturucu alışkanlığı ile mücadelede hiç ihmal edilmemesi gerekir.
Sonuçları toplumsal açıdan son derece vahim sayılacak bir alanda suçlulukla
mücadelede etkin bir tedbir olarak böyle bir yolun seçilmiş olmasında Anayasaya
aykırılık söz konusu olamaz.
Bu görüşlere Muammer Turan katılmamıştır.
c) Birinci fıkranın (C) bendi yönünden :
Mevcut hükümlere aykırı davranışları görülen genelevler, birleşme
yerleri ve fuhuş yapılan evler ve yerlerin de en büyük mülkî amirin emriyle
kapatılabileceği bu bent hükmünde öngörülmüştür. Bu konu ile ilgili kurallar,
2441930 günlü, 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanunu ve Genel Kadınlar ve
Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla
Mücadele Tüzüğünde yer almaktadır. Genel sağlığı korumak amacı ile konulan bu
hükümlere uyulmaması durumunda idari bir yaptırım olarak anılan yerlerin
kapatılmasına olanak sağlayan (C) bendinin Anayasaya aykırı bir yönü yoktur.
Muammer Turan bu görüşe katılmamıştır.
d) Birinci fıkranın (D) bendi yönünden :
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa
düzenine, genel güvenliğe ve genel ahlâka zararı dokunacak oyun oynatılan,
temsil verilen, film veya video bant gösterilen yerler de 2559 sayılı Yasanın
iptali istenilen Yasa i!e değişik 8. maddesi kapsamına girmektedir. Maddede yer
alan kapatma ya da faaliyetten men tedbirinin uygulanabilmesi adlî kovuşturmayı
gerektiren bir sebebin varlığına bağlıdır. Yani oyun, temsil, film ya da video
bantla yapılan gösteride yukarıdaki kavramlara karşı bir suçun işlenmiş olması
lazımdır. Mülkî amirliklerce bu konuda alınacak kararların, özellikle düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğüne bir kısıtlama getireceği düşünülebilirse de
kapatma veya faaliyetten men gibi bir uygulamanın gerek Anayasanın konuyu
düzenleyen 26. maddesindeki özel, gerek 13. maddesindeki genel kısıtlama
nedenleri çerçevesi içinde kalacağı kuşkusuzdur. Getirilen sınırlamanın
demokratik toplum düzeni gereklerine aykırı yönü de yoktur.
Varılan bu sonuçlara Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan ve Adnan
Kükner katılmamışlardır.
e) Birinci fıkranın (E) bendi yönünden :
Bu bentte, derneklere, sendikalara, loca ve kulüplere, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile benzeri kurum ve kuruluşlara ait ve yalnız
üyelerinin yararlanması için açılan lokallerden, birden fazla denetim sonunda
ve yazılı ihtara rağmen, iç yönetmeliğine aykırı faaliyet göstererek umuma açık
yer durumuna geldiği tespit edilenlerin geçici olarak kapatılacağı ya da faaliyetten
men edileceği öngörülmüştür.
Bent hükmünün uygulanabilmesi için, bu kuruluşlara ait lokallerin,
birden fazla denetim sonunda ve yazılı ihtara karşın iç yönetmeliklerine aykırı
faaliyet göstererek umuma açık yer durumuna geldiğinin saptanması gerekir.
Açıkça belirtilmemekle birlikte, yapılan denetimlerden iç yönetmeliğe aykırı
olarak üye olmayanların da bu yerlerden yararlandığının saptanması, o lokalin
umuma açık yer durumuna gelmesine neden olacaktır.
Yasada birden fazla denetim denilmek suretiyle her olayın kendi
özellikleri içerisinde değerlendirilmesi konusunda mülki amire yetki
tanınmıştır.
En büyük mülki amirin emriyle kapatılan ya da faaliyetten
alıkonulan dernek olmayıp derneğin lokalidir. Diğer kuruluşlar için de durum
aynıdır. Bu nedenle meselenin, derneklerin kanunun öngördüğü hallerde hâkim
kararıyla kapatılabileceğine ilişkin Anayasanın 33. maddesiyle bir ilgisi
yoktur. Dernekler Yasasının 90. maddesi uyarınca izinle kurulan ve üyelerinin
hizmetine sunulan lokallerin bu amaçtan uzaklaşarak herkesin yararlanmasına
açık bir yer haline getirilmesi yani tamamen ticari bir gaye gütmesini idari
bir yaptırıma bağlayan inceleme konusu bent hükmünün Anayasa ile bağdaşmayan
bir yönü yoktur.
Bu görüşe Muammer Turan katılmamıştır,
f) Birinci fıkranın (F) bendi yönünden :
Bent hükmüne göre, "yürürlükte bulunan hükümlere aykırı
olarak işletilen veya konulan yasaklara uymayan, açılması izne bağlı yerler ile
bu Kanunun 12. maddesi hükümlerine uymadığı tespit edilen yerler" en büyük
mülki amirin kararı ile polis tarafından kapatılabilecek veya faaliyetten men
edilebilecektir.
2559 sayılı Yasanın 7. maddesinde ve ek 8. maddesinde ayrıca Polis
Vazife ve Selahiyet Tüzüğünün 8. maddesinde otel, gazino ve benzeri yerler ile
çeşitli dinlenme ve oyun yerlerinin açılması polis tarafından yapılacak
soruşturma üzerine o yerin en büyük mülki amirinin vereceği izne bağlı
tutulmuştur. Aynı Yasanın 12. maddesinde de gazino, bar, kafeşantan ve bunlara
benzer içki kullanılan yerlerle banyo, hamam ve plajlarda kız ve kadınların
çalışabilmeleri o yerin en büyük mülki amirinin yine iznine bağlı
bulunmaktadır.
Kamu sağlığını, güvenliğini ve düzenini koruma kaygısıyla Yasa
Koyucu kimi özellikleri bulunan işyerlerinin açılmasını izne tabi tutmuştur.
Özellikle gençlerin korunması amacıyla bu yerlerin işletilmesinde uygulanacak
esaslar önceden belirlenmiştir.
Kamu düzenini sağlamakla görevli polisin, bu yerleri sürekli
denetim altında tutarak yürürlükteki kurallara ve konulan yasaklara uyulmasını
temin etmesi gerekmektedir. Genel sağlık, kamu güvenliği ve kamu düzeni
düşüncesiyle getirilmiş olan bu esaslara aykırı davranışın yaptırımı niteliğini
taşıyan kapatma ve faaliyetten men tedbirinin Anayasa ile çelişen bir yönü
bulunmamaktadır. Bu görüşe Muammer Turan katılmamıştır.
G) Maddenin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları yönünden
:
Maddenin ikinci fıkrasında, kapatma veya faaliyetten men'i
icabettiren sebepler adlî kovuşturmayı gerektirdiği, başka bir ifade ile suç
teşkil ettiği takdirde, evrakın derhal yasal kovuşturmayı yapacak olan adalet
makamlarına verilmesi derpiş edilmiş;
Üçüncü fıkrada, kapatma veya faaliyetten men tedbirinin yasaya
aykırı davranışın niteliğine göre azamî süreleri saptanmış;
Dördüncü fıkrada, mülkî amirin bu konudaki kararına karşı
başvurulacak kanun yolu gösterilmiş;
Son fıkrada ise, kapatılan ya da faaliyetten men edilmiş olan
yerlerin kararda yazılı sürenin bitiminden önce açılabilmesi koşulları
belirlenmiş bulunmaktadır.
Yukarıdaki esasları içeren fıkra hükümlerinin Anayasa kurallarıyla
çelişen bir yanı bulunmamaktadır.
Bu görüşe Muammer Turan katılmamıştır.
3- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 16.6.1985
günlü, 3233 sayılı Kanunun 3. maddesiyle değişik 11. maddesinin Anayasaya
aykırılığı sorunu :
3233 sayılı Kanunla değiştirilmiş bulunan maddede :
A) Genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı olarak utanç verici ve
toplum düzeni bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışta bulunanlar ile bu
nitelikte söz, şarkı, müzik ve benzeri gösteri yapanları,
B) Çocuklar, kız ve kadınlar ile genç erkeklere sözle veya
herhangi bir şekilde sarkıntılık edenleri, kötü alışkanlıklara ve her türlü
ahlâksızlığa yönelten ve teşvik edenleri,
C) Genel ahlâk ve edebe aykırı mahiyetteki film, plak, video ve
ses bantlarını yapan ve satanları,
Polisin herhangi bir müracaat ve şikâyet olmasa bile
engelleyeceği, davranışlarının devamını durdurarak yasaklayacağı, sanıklar
hakkında düzenleyeceği evrakı derhal, şikâyete bağlı suçlar hakkındaki evrakı
da şikâyet ve müracaat vukubulduğu takdirde adliyeye tevdi edeceği,
Video ve ses bantlarını ticari maksatla dolduran gerçek veya
tüzelkişilerin bu bantların birer adedini, piyasaya çıkarılmadan önce mahallin
en büyük mülki amirine vermek zorunda oldukları, hükmü getirilmiştir.
Bu hükümle ilgili olarak dava dilekçesinde maddenin soyut
kavramlardan oluştuğunu, içeriği ve unsurları belli olmayan bu kavramlar
nedeniyle 1. ve 2. maddelerdeki sakıncaları ihtiva ettiği, iktisadi değeri olan
video ve ses bandından birer adedinin mülkî amirliğe verilmesinin fiili ve
peşin bir müsadere anlamı taşıdığı ileri sürülmüştür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, inceleme konusu kuralın birinci
fıkrasında yer alan üç bentte de öngörülen eylemler ancak suç teşkil etmek
koşuluyla polisin müdahalesini gerektirecek niteliktedirler. Maddede yapılan
değişikliğin tasarı gerekçesinde; takibi şikâyete bağlı suçları işleyenlere
polisin müdahalesini sağlamak, söz atma ve sarkıntılık suçlarına çocuklar ve
kızlar da dahil edilerek yasada mevcut bir eksikliği gidermek olduğu
belirtilmiştir. Maddenin ilk fıkrasında yer alan üç bent için öngörülen ortak
kurallara göre polis madde kapsamına giren ve genelde Türk Ceza Kanunu'nun
419., 420., 421., 422., 403., 404., 426., 427., 428., 435. ve 436. maddelerinde
yazılı suçlar ile takibi şikâyete bağlı kimi suçları işleyenleri engelleyecek
ve haklarında düzenleyeceği evrakı derhal, şikâyete bağlı suçlarda da şikâyet
ya da müracaat vuku bulduğunda kanunî takip yapacak makama yollayacaktır.
Genel asayişi, konut dokunulmazlığını, halkın ırz, can ve malını
korumak, ammenin istirahatını, kamu düzenini ve kamu güvenliğini sağlamak,
yasalara hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin
işlenmesinden önce, önünü almak, Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 1. ve 2.
maddelerine göre esasen polisin aslî görevidir. Anayasanın 5. maddesine göre
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamakla yükümlü olan
devletin polis vasıtasıyla kamu düzenini bozan eylemleri engellemesinin
Anayasayla çelişen bir yönü yoktur.
Ticari maksatlarla doldurulan video ve ses bantlarının birer
adedinin en büyük mülkî amirliğe verilmesi hususuna gelince :
Maddenin son fıkrası hükmüyle video ve ses bantları aracılığıyla
yapılan zararlı yayımların önlenmesinin amaçlandığı yönü açıktır. Konulan bu yükümlülüğün,
mülkiyet hakkının Anayasaya aykırı bir biçimde sınırlandırılması olarak
nitelendirilmesine olanak yoktur.
Getirilen düzenlemenin "fiili ve peşin" bir zor alım
niteliğinde olduğu savı ile Anayasanın zoralımla ilgili yegane kuralı olan
"genel müsadere cezası verilemez" şeklindeki 38. maddesinin yedinci
fıkrası arasında bir bağ kurulamamıştır. İncelenen kuralın getirdiği
düzenlemeyi ceza yasasının öngördüğü anlamda bir zoralım olarak nitelendirmek
de mümkün bulunmamaktadır. Bu itibarla kuralın Anayasaya aykırı bir yönü
görülmemiştir.
4- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 16.6.1985
günlü, 3233 sayılı Kanunun 4. maddesiyle değişik 13. maddesinin Anayasanın 19.
maddesine aykırılığı sorunu :
a) Birinci fıkranın (A) bendi yönünden :
Yakalama, kişi özgürlüğünün yargıç kararına dayalı olması
zorunluluğu aranmaksızın geçici olarak ve genellikle tutuklama amacıyla polis
tarafından kısıtlanmasıdır. 1982 Anayasasında yakalama kavramına klasik
anlayıştan daha kapsamlı bir içerik kazandırılmış, suç olmayan durumlar için de
toplumsal savunma amacıyla yakalanma olanağı sağlanmıştır.
Maddenin (A) bendi hakkında yetkili mercilerce verilen yakalama ve
tutuklama kararı bulunanlarla, kanunda istenilen bir yükümlülüğü yerine
getirmedikleri için yakalanması gerekenlerle ilgili hükümleri içermektedir.
Hangi hallerde yakalama veya tutuklama kararı verileceği Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda ayrıntılı olarak belirlenmiştir. Bu bentte yer
alan diğer bir yakalama nedeni de yasayla istenilen bir yükümlülüğün yerine
getirilmemiş olması halidir. Bu kavram, maddeye Anayasanın 19. maddesinden
aktarılmıştır. Ancak, madde metninde ve gerekçede ne tür yükümlülüklerin
yakalamaya neden olacağı konusunda yeterli açıklık bulunmamaktadır. Aynı
belirsizlik Anayasanın 19. maddesi ve gerekçesi açısından da söz konusudur.
Hangi tür yükümlülüklerin yakalamaya neden olacağı bu kurumun
niteliğinden çıkarılmalıdır. Yakalama bir yaptırım değil, belli bir yaptırımın
ya da sağlık veya güvenlik önleminin uygulanmasına olanak sağlayan bir kurum,
kişinin el altında bulundurulması zorunlu durumlar için kaçınılmaz bir
önlemdir. Şu halde ancak tanıklık görevi, askerlik görevi gibi mutlak olarak
kişinin fiziki varlığını gerektiren yasal yükümlülükler söz konusu ise ilgilinin
yakalanması yoluna gidilebilir. Yakalamayı gerektiren durumların tek tek
sayıldığı bir Anayasa "yükümlülük kavramının geniş biçimde yorumlanmasına
olanak tanımaz.
Bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün
gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması biçimindeki anayasal
kuralın iptali dava edilen yasaya yansımasından ibaret bulunan bent hükmünün,
kişi hürriyeti ve güvenliği ile ilgili Anayasanın 19. maddesiyle çelişen bir
yönü bulunmamaktadır.
b) Birinci fıkranın (B) bendi yönünden :
Bu bent, uyuşturucu maddeleri alan, satan, bulunduran ve
kullananlarla halkın rahatını bozacak ya da rezalet çıkaracak derecede sarhoş
olanlar veya sarhoş halde başkalarına saldıranların yakalanabileceklerini
öngörmektedir.
Uyuşturucu maddeleri alıp satma, bulundurma ve kullanma Türk Ceza
Kanunu'nun 403. ve izleyen maddelerine göre hürriyeti bağlayıcı ağır cezaları
gerektiren önemli suçlardandır. Türk Ceza Kanunu'nun 571. ve 572. maddelerinde
yazılı adi ve vasıflı sarhoşluk fiilleri ise, halkı önemli ölçüde rahatsız eden
ve bu nedenle de genel güvenliği sarsan ve çoğu kez meşhuden işlenen
suçlardandır. Suçun faili hakkında tutuklama gibi bir tedbirin alınmasına gerek
olup olmadığını takdir ve gerek varsa bunu kararlaştıracak olan hâkim önüne
çıkarılması için failin muvakkaten yakalanması zorunludur. Suçları nedeniyle
haklarında gerekli kanunî işlemin yapılabilmesi de yine suçlunun soruşturma
süresince el altında bulundurulmasını gerekli kılar.
Aynı maddenin dördüncü fıkrasında "yakalananlardan uyuşturucu
madde kullanmış olanlarla sarhoş olanların durumları, tüzükte belirtilen esas
ve usullere uygun olarak hekim raporu, hekimin bulunmadığı hallerde yardımcı
sağlık hizmetleri personelinden birinin müşahade raporu ile tespit edilir"
denilmektedir. Bu durum, suç faillerini polisin el altında tutulmasını
gerektiren başka bir nedeni oluşturmaktadır. Şu hale göre inceleme konusu
kuralın Anayasanın 19. maddesiyle bağdaşmayan bir yönü bulunmamaktadır.
c) Birinci fıkranın (C) bendi yönünden :
Bent hükmünde, halkın huzur ve sükununu bozanlardan, yapılan
uyarılara rağmen bu hareketlerine devam edenlerle, başkalarına saldırıya
yeltenenlerin ve kavga edenlerin yakalanacakları öngörülmüştür.
Bu hüküm anayasal dayanağını, suçüstü halinde ya da gecikmesinde
sakınca bulunan hallerde hâkim kararıolmadan yakalamaya olanak sağlayan
Anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında bulmaktadır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 127. maddesinin son fıkrasında
suçüstü halinin ne olduğu tanımlanmıştır. Anayasanın 19. maddesindeki suçüstü
haliyle amaçlanan, 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu kapsamına
girsin veya girmesin failin suçüstü yakalanmasıdır. Bu yakalama, yakalanan
hakkında gerekli kanunî işlemin yapılabilmesi amacına yönelik olup, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda belirtilen süreler içerisinde hâkim önüne
çıkarılıncaya kadar devam edebilir.
Bent hükmünün açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırı bir yönü
bulunmamaktadır. Bu görüşe Muammer Turan katılmamıştır.
d) Birinci fıkranın (D) bendi yönünden :
Bu bentte de, polisin, bir kurumda tedavi, eğitim ve ıslahı için
kanunlarla ve bu Kanunun uygulanmasını gösteren tüzükle belirtilen esaslara
uygun olarak alınan tedbirlerin yerine getirilmesi amacıyla toplum için tehlike
teşkil eden akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, serseri veya
hastalık bulaştırabilecek kişileri yakalayacağı öngörülmüştür.
Hüküm, anayasal dayanağını yine Anayasanın 19. maddesinin ikinci
fıkrasında bulmaktadır. Bu fıkra herhangi bir suçun işlenmesine bağlı
olmaksızın kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılabileceği durumlara ilişkin
esasları belirlemektedir. Fıkrada belirtilen nedenlere dayalı olarak kişinin
özgürlüğünden yoksun kılınması, bu konuda yetkili mercilerce verilmiş bir
kararın varlığına bağlıdır. Anayasanın 19. maddesinin ikinci fıkrasının
uygulanmasının, bu konuda alınmış bir kararın varlığına bağlı olduğu, maddenin
Danışma Meclisi'nde görüşülmesi sırasında ısrarla üzerinde durulan noktalardan
biridir. Nitekim inceleme konusu kuralda da, "bir kurumda tedavi, eğitim
ve ıslahı için kanunlarla ve bu Kanunun uygulanmasını gösteren tüzükle
belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirlerin" yerine
getirilmesinden söz edilerek bu yön vurgulanmış bulunmaktadır.
Anayasanın 19. maddesinin ikinci fıkrasının açıklığı karşısında
bent hükmünün Anayasaya aykırı bir yanı görülmemiştir.
e) Birinci fıkranın (E) bendi yönünden :
Bent hükmü, haklarında gözetim altında ıslahına veya yetkili merci
önüne çıkarılmasına karar verilen küçükleri polisin yakalayacağını
öngörmektedir.
Küçükler hakkında uygulanacak ceza ve her türlü önlemler Türk Ceza
Kanunu'nda, Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanun'da ve Çocuk Mahkemelerinin
Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun'da gösterilmiştir. Suç
işlemiş çocuklar dışında, suç işlemeye eğilim gösteren küçüklerin çeşitli
tedbirlerle korunması ve eğitimleri çoğu kez küçüğün özgürlüğünün
kısıtlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bent hükmü böyle bir ihtiyacı karşılamak
için getirilmiş ve dayanağını da Anayasanın 19. maddesinin ikinci fıkrasında
bulmuştur. Bu nedenle Anayasaya aykırılık savı varit görülmemiştir.
f) Birinci fıkranın (F) bendi yönünden :
Bu bentte, usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren
ya da hakkında sınır dışı etme veya geri verme kararı alınan kişilerin polis
tarafından yakalanıp haklarında gerekli kanunî işlemin yapılacağı kuralı
getirilmiştir.
(F) bendinin dayandığı Anayasanın 19. maddesi bu kişilerin
yakalanmaları ve tutuklanmalarını öngörmektedir. Bu bentte sayılan kişilere
uygulanacak başlıca hükümler Türk Ceza Yasası, Pasaport Yasası ve suçluların
geri verilmesi hakkındaki sözleşmelerde gösterilmiştir.
Kamu düzeninin ve kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan
polisin, yöntemine aykırı biçimde ülkeye girmeleri nedeniyle durumları toplum
düzeni bakımından şüpheli görülenlerle, hakkında yetkili mercilerce sınır dışı
etme ya da geri verme kararı alınanları, yakalamasına imkân veren inceleme
konusu kuralın Anayasaya aykırı bir yanı bulunmamaktadır.
g) Birinci fıkranın (G) bendi yönünden :
İptali istenilen bu bentte, suçüstü halinde veya gecikmesinde
sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine
dair haklarında kuvvetli iz ve delil bulunanları, polisin yakalayacağı
belirtilmektedir. Bu kural anayasal dayanağını "...hâkim kararı olmadan
yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir" biçimindeki Anayasanın 19.
maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci tümcesinde yer alan kuralda bulmaktadır.
Anayasanın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında anılan inceleme konusu
bent hükmünün Anayasayla uyum içinde olduğunun kabulü gerekir.
Bu görüşe Yılmaz Aliefendioğlu katılmamıştır.
h) Maddenin ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci,
sekizinci ve dokuzuncu fıkraları yönünden :
Maddenin ikinci fıkrasında yakalanmaları belirli bir usule
bağlanmış olan kişilerle ilgili kanun hükümlerinin saklılığına işaret edilmiş;
üçüncü fıkrada yakalamanın niteliği belirtilmiş ve yakalanan kişilerin kaçması
ya da saldırıda bulunmasının önlenmesi için ilgilinin sağlığına zarar
vermeyecek her türlü tedbirin alınabileceği belirtilmiştir. Dördüncü fıkra,
uyuşturucu madde kullanmış olanlarla, sarhoş olanların bu durumlarının tesbiti
yöntemine ilişkin bir hükmü içermektedir. Beşinci fıkraya göre, yakalanan
kişiye yakalama sebebinin, altıncı fıkraya göre ise, soruşturma açısından kesin
bir mahzurun söz konusu olmadığı hallerde yakalamanın, kişinin yakınlarına
duyurulması gerekmektedir. Yedinci ve sekizinci fıkralar yakalanan kişilerden
sanık durumunda olanların adlî mercilere, ıslah ve tedavi altına alınması
gerekenlerin ise ilgili kurumlara gönderilmesine ilişkindir. Son fıkra,
yakalama sebebi ortadan kalkanların derhal serbest bırakılması gerektiğini
açıklamaktadır.
İçerikleri yukarıda açıklanmış bulunan ve çoğunluğun usuli
hükümler ve bazı tanımlar teşkil eden bu esasların, Anayasa hükümlerine aykırı
düşen bir yönü bulunmamaktadır.
5- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 15. maddesine
16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Yasanın 5. maddesiyle eklenen ikinci fıkranın Anayasa'ya
aykırılığı sorunu :
Polisin yaptığı tahkikat sırasında ifadelerine başvurulması
gereken kimseleri çağırıp kendilerinden lüzumlu olan şeyleri sorabileceğine
ilişkin 2559 sayılı Yasanın 15. maddesine, 3233 sayılı Yasayla eklenen
fıkrayla, kimi suçların soruşturmalarında, işin önemi ve gizliliği bakımından
ifadelerine başvurulması gereken başka suçlardan hükümlü veya tutuklu
bulunanların, soruşturmayı yürüten polis amirinin teklifi, yetkili savcının
talebi ve hâkimin kararıyla madde metninde gösterilen sürelerle ceza ve
tutukevinden alınabilecekleri hükmü getirilmiştir.
Maddenin uygulanabilmesi için; soruşturması yapılan suçun devletin
bütünlüğüne, anayasal düzenine, genel güvenliğine, kaçakçılığa ya da uyuşturucu
maddelere ilişkin olması; suçun önem ve gizliliğinin bu yola başvurulmasını
gerektirmesi, ceza ve tutukevinden alınacak kimselerin başka suçdan hükümlü ya
da tutuklu olmaları ve soruşturmayı yürütmekle görevli polis amirinin üst amire
bilgi vermek koşuluyla öneride ve yetkili savcının da hâkimden istemde
bulunması gerekmektedir.
İptal istemine ilişkin olarak dava dilekçesinde; "hüküm soyut
kavramlar içermektedir. Polis yargılamada kamu tanığı olarak dinleniyorsa da
aslında fiili ve hukuki yeri iddia makamı ile paraleldir. Polis kovuşturma
esnasında saptadığı deliller ile sanığı itham etmek mevkiindedir, sanığın
karşısındadır. Öte yandan sanığın tekrar polisin eline geçme ihtimalinin
varlığı; sanığı, polis karşısında savunma açısından zayıf duruma düşürecektir.
Bu nedenle savunma hakkı zaafa uğrayacak ve adalet tecelli etmeyecektir.
Böylece yargılamanın etkinliği de kaybolacaktır. Bu sebepler ve genel gerekçede
arz edilen nedenlerle bu madde hükmü de anılan Anayasa hükümlerine aykırıdır,
iptali gerekir" denilmiştir.
İptali istenilen kuralla getirilen düzenlemenin, ceza yargılama
sistemimiz içindeki yeri üzerinde kısaca durmak yararlı olacaktır.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 153. ve 154. maddelerine göre
Cumhuriyet Savcısı herhangi bir biçimde bir suçun işlendiği izlenimini verecek
bir hali öğrenirse kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere,
hemen işin gerçeğini aramaya başlar. Gerek doğrudan, gerek kolluk aracılığıyla
her türlü soruşturmayı yapabilir. Hazırlık soruşturması yapmak görevi doğrudan
Cumhuriyet Savcısına aittir. Aynı Kanunun 156. maddesine göre kolluğun görevi,
suçları aramak, işin aydınlanması için gereken önlemleri almak ve düzenlediği
evrakı hemen Cumhuriyet Savcılığına göndermekten ibarettir.
Hazırlık soruşturmasının Cumhuriyet Savcıları tarafından yapılması
asıl olduğuna göre, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü olarak cezaevinde
bulunan ve soruşturma konusu olayda sanık, tanık ya da suçtan zarar gören
sıfatıyla ilişkisi bulunan kimseleri her zaman dinleyebilmek, bunların
huzuruyla, lüzumlu araştırma ve tetkikleri kendi gözetiminde her zaman yapmak
olanağı varken, bu kişilerin ceza veya tutukevlerinden alınarak, soruşturmanın
yapıldığı yerde bilgi ve görgüsüne başvurulmak, deliller gösterilerek tatbikat
yapılmak ve gerektiğinde yüzleştirilme yoluna gidilmek üzere polise teslim
edilmelerini haklı kılacak bir gerekçeye dayanmak mümkün değildir.
Hükümlü bulunduğu hürriyeti bağlayıcı bir cezanın infazını temin
için cezaevine alınan ya da işlediği bir suçtan dolayı tutuklanması nedeniyle
tutukevine konulan kimsenin tanık ya da suçtan zarar gören kimse sıfatıyla
polis tarafından gözetim altına alınmasına herşeyden önce içinde bulunduğu
statü engeldir. Böyle bir durum polise tanınan gözetim altında tutma yetkisinin
amacıyla da bağdaşmaz. Durum kişi hürriyeti ve güvenliğini kurala bağlayan
Anayasanın 19. maddesine aykırıdır.
Kaldı ki; polis bir suçun tanığı veya suçtan zarar göreni; bu
nitelikleri nedeniyle gözaltına alamıyorsa, başka bir suçtan tutuklu ya da
hükümlü olarak ceza veya tutukevinde bulunan, tanık ya da suçtan zarar gören
durumunda bulunan kimseleri cezaevinden polis gözetimine alınmaması gerekir.
Aksi hal Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırılık oluşturur, bu nedenlerle
sözkonusu hükmün iptali gerekir.
Bu görüşlere Orhan Onar, Mahmut C. Cuhruk, Necdet Darıcıoğlu,
Mehmet Çınarlı ve Vural Savaş katılmamışlardır.
6- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 6. maddesi ile 2559 sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 17. maddesinde yapılan ek ve
değişikliklerin Anayasaya aykırılığı sorunu :
3233 sayılı Yasa ile maddenin birinci fıkrasının son paragrafında
yapılan değişiklik, "24 saat içinde" sözcüklerinin, metinden
çıkarılmasından ibaret bulunmaktadır. Bu suretle yasalara uygun olarak polisçe
verilen emirlere ve alınan önlemlere uymayanlarla, polise mukavemet edenler ya
da görevinden alıkoymak amacıyla zor kullananların karakola götürülüp
haklarında tanzim olunacak evrakla beraber derhal adliyeye verilmeleri temin
edilmiştir.
Maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarına göre polis, suç işlenmesini
önlemek ya da işlenmiş suçların faillerini ele geçirmek için kişilere kimliğini
sorabilir. Bu istem karşısında herkes, resmi bir belgeyi göstererek kimliğini
belirtmek zorundadır. İnceleme konusu kuralla 17. maddeye eklenen dördüncü
fıkra, kimliğini geçerli bir belge ile ya da polisçe tanınan kişilerin
tanıklığı ile kanıtlayamayanların, aranan kişilerden olup olmadıkları
anlaşılıncaya ya da gerçek kimlikleri ortaya çıkıncaya kadar yirmidört saati
geçmemek üzere gözaltına alınabileceklerini ve bu kişilere kimliklerinin
belirlenmesi konusunda gerekli kolaylığın gösterileceğini öngörmektedir.
Maddenin son fıkrasında, kimliği saptanamayan ya da nüfusa kayıtlı
olmadığı anlaşılanlar hakkında parmak izi ve fotoğrafları alındıktan sonra
tüzükte gösterilen esas ve usullere göre işlem yapılacağı belirtilmektedir.
Dava dilekçesinde, iptal istemine gerekçe olarak soyut kavramlarla
polise dilediği şahısları uydurma bahanelerle gözaltına alma yetkisi tanındığı
için madde hükmünün Anayasaya aykırı olduğu öne sürülmüştür.
Suç işlenmesini önlemek ya da işlenmiş suçların faillerini ele
geçirmek için polisin kimlik sorduğu kimsenin bir suç nedeniyle arandığı ya da
gösterdiği kimliğin taklit edilmiş, değiştirilmiş bulunduğu veya başkasına ait
olduğu anlaşılırsa, ilgilinin yakalanmasını Anayasanın 19. maddesi çerçevesi
içinde değerlendirme olanağı vardır.
Kişinin kimlik taşıma alışkanlığı bulunmaması, unutmuş ya da
kaybetmiş olması nedeniyle üzerinde kimliğinin olmaması durumuna gelince :
Sıkıyönetim emirlerine aykırı davranılması durumu ayrık tutulursa,
yasalarımızda kimlik taşımamanın suç olduğuna ilişkin bir kural
bulunmamaktadır. Buna rağmen kişiye kimlik sorulması ve kişi özgürlüğünü
kısıtlamaya varan sonraki uygulamaların Anayasal dayanağı araştırılmalıdır.
2559 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca polisin kimlik sormasının
nedeni, ilgilinin kimlik taşıyıp taşımadığını saptamak değil, davranışlarının
kuşku uyandırması nedeniyle aranan kişilerden olup olmadığını tespittir.
Kişinin kimliğini kanıtlayamaması, bu konudaki kuşkuyu pekiştiren bir öğe
niteliğindedir. Öte yandan, maddede "polisçe gözaltına alınabilir"
denildiğine göre polise her olayı kendi içerisinde değerlendirme yetkisi
tanınmıştır. Kimliğin bulunmaması, kişinin daha önce işlenmiş bir suçun faili
olduğu kuşkusunu uyandırıyorsa, hemen yakalanıp gözaltına alınmaması sakınca
yaratacak nitelikte ise polisin bu yola başvurması gerekir.
Nüfusa kayıtlı olmaması ya da kimliğini açıklamaması veya
açıklayacak durumda bulunmaması gibi nedenlerle kişinin kimliğinin
saptanamaması durumunda da aynı maddenin uygulanması söz konusudur.
Maddenin son fıkrasına göre, bu gibilerin parmak izi ve
fotoğraflarının alınmasından sonra kimliklerinin saptanması ya da nüfusa
kayıtları için tüzükte gösterilen esas ve usullere göre işlem yapılması
gerekmektedir. 5.5.1972 günlü, 1587 sayılı Nüfus Kanununun 4. maddesi nüfusa
kayıt yükümlülüğü getirmiştir. Henüz nüfusa kayıtlarını yaptırmamış olan
yetişkinlerin bu yükümlülüğü yerine getirmeleri fiziki varlıklarını gerektirir.
Nüfusa kayıt zorunluluğu, kamu düzeni bakımından, mutlak olarak yerine
getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Bu tür yakalamalarda amaç, kişinin
nüfusa kayıt olmasını sağlamak olduğuna göre polisin görevi ilgiliyi gözaltında
tutmak değil bu işlemlere bir an önce başlanmasını sağlamak olmalıdır.
Anayasanın 19. maddesi kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak
yakalamaya olanak tanımaktadır.
Maddenin, kişi özgürlüğünü gereksiz yere sınırlayarak keyfi
uygulamalara yol açabileceği endişesine de yer olmamalıdır. Demokrasilerde
devlet organlarının görevlerini yerine getirirken, kişinin huzur ve mutluluğunu
sağlamak ilkesinden esinlendikleri varsayılır. Kaldı ki, kişi özgürlüğünün
sebepsiz kısıtlanması sonucunu doğuran görevi kötüye kullanma hallerine karşı
yasalar ağır ceza yaptırımları da öngörmektedir. 2559 sayılı Yasanın 17.
maddesinde öngörülen sınırlamalar Anayasanın kişi hürriyeti ve güvenliği ile
ilgili 19. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilecek niteliktedir. Anayasayla
bağdaşmayan bir yönü yoktur.
7- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 7. maddesiyle 2559 sayılı
Kanuna eklenmiş olan ek madde 1'in Anayasaya aykırılığı sorunu :
Maddenin birinci fıkrasında umumî veya umuma açık yerler ile umuma
açık yer niteliğindeki ulaşım araçlarında, gerçek kişi ya da toplulukların
mahallin en büyük mülki amirine en az 48 saat önceden müracaat suretiyle oyun
ve temsil verebilecekleri, çeşitli şekilde gösteri düzenleyebilecekleri hükme
bağlanmıştır. Oyun ve temsil verebilmek için öngörülen önceden başvuru bir
bildirim niteliğindedir. Bu yolla polise verilecek oyun ve temsilleri ve
yapılacak gösterileri izleyebilme ve temsil ve gösteriye katılanlar ile diğer
kişilerin kimliğini öğrenme olanağı sağlanmıştır. Yapılacak başvuruya
senaryonun eklenmesi gerekmediğine göre bir ön denetim söz konusu değildir.
Maddenin ikinci fıkrası, oyun ve temsiller ile düzenlenen
gösterilerden genel ahlâka, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne
ve Anayasa düzenine aykırı olduğu saptananların yasaklanacağını ve
sorumlularının derhal adliyeye sevk edileceğini öngörmektedir. Madde,
ilgililerin derhal adliyeye şevkini öngördüğüne göre Cumhuriyet savcısının veya
mahkemenin kararı mülkî amirce verilen yasaklama kararı için de belirleyici
olacaktır. Başka bir deyişle, yapılan suç duyurusu takipsizlik kararı ya da
beraat kararıyla sonuçlanmışsa yasaklama dayanağını yitirecek, mülkî amir bu
karara uymak zorunda kalacaktır.
İptali istenilen bu maddenin Anayasaya aykırılığı konusunda dava
dilekçesinde şu görüşlere yer verilmiştir :
"Ek Madde 1 hükmü; soyut kavramlar ihtiva ederek, polise oyun,
temsil veya çeşitli şekillerde yapılacak gösteri düzenlemelerini men etme
yetkisi tanımaktadır. -Mülkî amirin emri- ibaresi, sonucu etkileyici ya da
hükmün niteliğini değiştirici bir unsur niteliğinde değildir. Bu maddede de
genel gerekçe bölümünde arz ettiğimiz Anayasa maddelerine aykırılık
içindedir."
Anayasanın 26. maddesi, "düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetini kurala bağlamaktadır. İnceleme konusu maddenin ilk ve son
fıkralarıyla getirilen bildirim sistemi, Anayasanın sözü edilen maddesinin son
fıkrasında yer alan "Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler" kavramı içerisinde değerlendirilmelidir.
Maddenin ikinci fıkrası, oyun ve temsil yoluyla devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa düzenine, genel ahlâka karşı suç
işlenmesi durumunda yapılacak işlemi göstermektedir. Eylemin suç olması koşulu
arandığına göre, inceleme konusu kuralla ceza kanunları arasında kurulacak bağ
bu kavramlara açıklık kazandıracaktır.
İnceleme konusu kuralın düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne
kısıtlama getirdiği söz götürmez. Ancak; Anayasaya göre bu özgürlük sınırsız
değildir. İlk sınırlama düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün düzenlendiği
26. maddeyle getirilmiştir. 26. maddenin ikinci fıkrasına göre, düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması amaçlarıyla sınırlandırılabilmektedir. Ek madde 1, oynanan bir
oyun ya da temsille maddede sayılan nitelikte suç işlenmesi durumunda
uygulanmak amacıyla konulmuş, böylece suç işlenmesine devam olunması engellenip
suçluların cezalandırılması amacı güdülmüştür.
Öte yandan, Ek Madde 1'de yer alan kavramlar, Anayasanın 13.
maddesinin öngördüğü genel sınırlandırma nedenleri kapsamına da girebilecek
niteliktedir.
Maddenin kimi suçları hedef alması, getirilen sınırlamanın
Anayasada öngörülen özel ve genel sınırlama nedenlerine dayalı olması, yargı
denetiminin varlığı, haksız olarak verilen zararın devletçe tazmininin
istenilebilmesi karşısında, sözü edilen kısıtlamanın demokratik toplum
düzeniyle çelişen bir yönü bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Anayasanın 64. maddesinde, "Devlet, sanat faaliyetlerini ve
sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi,
desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için, gereken tedbirleri alır"
denilmektedir.
Devletin sanatı ve sanatçıyı koruması, sanat yoluyla işlenen
suçların cezalandırılmasına engel değildir. Anayasanın 14. maddesinin birinci
fıkrasına göre; Anayasada yer alan hak ve özgürlüklerin hiç biri devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve
Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve özgürlükleri yok etmek,
devletin bir kişi ya da zümre tarafından yönetilmesini ya da sosyal bir sınıfın
diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve
mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere
dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla kullanılamaz. Maddenin uygulamada
aksaklıklar yaratabileceği, bu görevin polis ve mülkî amir yerine Cumhuriyet
Savcıları ve mahkemelere bırakılmasının daha yerinde olacağı yolundaki
düşüncelerin Anayasaya uygunluk konusuyla doğrudan bir ilişkisi yoktur.
Açıklanan nedenlerle inceleme konusu kuralın Anayasaya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Bu görüşe Yılmaz Aliefendioğlu katılmamıştır.
8- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 7. maddesiyle 2559 sayılı
Kanuna eklenmiş olan Ek Madde 2'nin Anayasaya aykırılığı sorunu :
İptali istenilen bu maddenin ilk fıkrasında, "Polis, sanık
olarak yakaladığı kişileri; lüzumsuz veya muhik olmayan bir gecikmeye meydan
vermeyecek surette, yakalama yerine en yakın mahkemeye gönderilmeleri için
gerekli süreler hariç en geç yirmidört saat içinde, üç veya daha fazla kişinin
bir suçun icrasına iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda ise, sanık
sayısının çokluğuna, sanıkların veya delillerin durumuna veya suçun niteliğine
göre en geç onbeş gün içinde, soruşturmalarını tamamlayarak adlî mercilere
göndermek zorundadır. Ancak, polis, Cumhuriyet savcısının, savcının bulunmaması
halinde, sulh hâkiminin yazılı emri bulunmadıkça sanığı yirmidört saatten fazla
tutamaz" hükmü getirilmiş; maddenin ikinci fıkrasında ise, gözaltına alman
kimsenin yeme, içme ihtiyaçlarına ve nakline ait masrafların bütçedeki sarf yeri
gösterilmiştir.
Dava dilekçesinde maddenin Anayasaya aykırılığı konusunda,
"Ek Madde 2 hükmünce; -muhik olmayan bir gecikme-, -sanıkların veya
delillerin durumuna ...göre- gibi soyut kavramlar konarak polise keyfi davranış
olanağı sağlanmaktadır. Yasada belirtilen süreler azami sürelerdir. Gecikmeye
meydan verilmesi, sanıkların veya delillerin durumu konuları açıklığa
kavuşturulmalıdır. Bu maddenin genel gerekçesinde belirttiğimiz Anayasa
hükümlerine aykırılığı nedeniyle iptalini talep ediyoruz" denilmiştir.
Yakalama, öğretide "tutuklamanın mümkün kılınması ve dolayısı
ile ceza muhakemesinin selametle ve emniyetle yapılabilmesi gayesi ile ve henüz
bir tutuklama kararı ve dolayısı ile müzekkeresi verilmeden önce, sanığın kişi
hürriyetinin kaldırılması" şeklinde tanımlanmaktadır. Kişi hürriyetinin
hâkim kararı olmadan sınırlandırılması demek olan yakalama, ancak zorunlu
hallerde haklı görülebilir. Geçici nitelikte sayılması da bunun içindir.
Yakalanan kimse lüzumsuz ve muhik olmayan bir gecikmeye meydan vermeyecek
surette hâkim huzuruna çıkarılacaktır.
Yakalanan kişinin belli süre içinde hâkim önüne çıkarılması
zorunluluğu, kişi özgürlüğünün güvencesi olarak uzun süre önce kurumlaşan,
temel bir hak ve özgürlük niteliğindedir. Maddenin ilk fıkrasının çok açık olan
sözüne göre yirmidört saatlik süre polis için azami süredir. İlke, polisçe
sanık olarak yakalanan (gözaltına alınan) kimsenin işlediği suçun hemen
soruşturmasına girişmek ve ikmalini müteakip de sanığı soruşturma evrakıyla
birlikte derhal adlî mercilere göndermektir. Bu konuda lüzumsuz ya da muhik
olmayan bir gecikmeye meydan vermek polisin sorumluluğunu gerektirir.
Üç veya daha ziyade kişinin bir suçun icrasına iştiraki suretiyle
toplu olarak işlenmiş suçlarda da durum aynıdır. Polis yirmidört saati aşan
gözaltında tutma için Cumhuriyet savcısı ya da sulh hâkiminin yazılı iznini
almak zorundadır.
Madde, anayasal dayanağını Anayasanın 19. maddesinin beşinci
fıkrasında yer alan "Yakalanan veya tutuklanan kişi, tutulma yerine en
yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç en geç kırksekiz saat ve
toplu olarak işlenen suçlarda en çok onbeş gün içinde hâkim önüne çıkarılır.
Kimse, bu süreler geçtikten sonra hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun
bırakılamaz." biçimindeki hükümde bulmaktadır. Anılan fıkrada öngörülen
kırksekiz saatlik süre polis açısından yirmidört saate indirilmiş, bu suretle
kişinin güvenliği ve özgürlüğü yönünden daha olumlu sayılabilecek bir esas
benimsemiştir.
İnceleme konusu kuralın bu yapısı içinde Anayasayla bağdaşmayan
bir yanı yoktur. İptal istemi bu itibarla yerinde görülmemiştir.
9 - 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 7. maddesiyle 2559 sayılı
Kanuna eklenmiş olan Ek Madde 3'ün Anayasaya aykırılığı sorunu :
İptali istenilen bu madde hükmüyle polise kimi hallerde kişilerden,
tesbit edilmiş olan ikametgâh veya iş adreslerinden ayrılmamalarını yazılı
olarak isteyebilmek yetkisi tanınmıştır.
Maddenin (A) bendinde sayılan suçlarla ilgili olarak polis, sanık,
suçtan zarar gören, müşteki ya da tanık sıfatıyla ifadesine başvurdukları
kimselerin yeniden ifadelerine başvurulabileceği gibi bir düşünce ve gerekçeyle
ikametgâh veya işyerlerindeki adreslerinden ayrılmamalarını isteyebilecektir.
(B) bendi uyarınca da polis, vatandaşlık durumlarıyla kimlikleri
saptanamayanlardan veya nüfusa kayıtlı olmayanlardan da, hüviyet tesbiti
yapılıncaya kadar adreslerinden ayrılmamalarını talep edebilecektir.
Yurttaşların kimliklerinin belirlenmesi konusu, 2559 sayılı
Yasanın 17. maddesiyle ve Nüfus Kanunuyla düzenlenmiştir.
Yabancıların kimliklerinin saptanması konusunda ise, Polis Vazife
ve Selahiyet Yasasında, Pasaport Yasasında, yabancıların Türkiye'de İkamet ve
Seyahatları Hakkındaki Yasada hüküm bulunmaktadır.
İnceleme konusu hükümde, ikametgâh veya işyerinden ayrılma
yasağının ne kadar süre ile geçerli olduğu konusunda bir açıklık
bulunmamaktadır. Gerekçede "...gözaltında tutma süresi içinde yeniden
ifadelerine başvurmak zarureti doğmaktadır" denilmekle beraber, bu açıklık
madde metnine yansıtılmamıştır. Bu durumda, konulan yasağın polisçe yürütülen
soruşturmanın sonuçlanmasına kadar devam edeceğinin kabulü gerekir. (B) bendi
kapsamına giren olaylarda ise yasak, yasalar uyarınca kimlik tesbiti yapılıncaya
kadar sürecektir.
Maddede ikametgâh ve işyeri adresi denildiğine göre, suç başka bir
yerde işlenmiş olsa dahi, ilgilinin bu adreslerden ayrılmaması gerekmektedir.
Son fıkra bu durumda olanların yeni adreslerini bildirmeleri koşuluyla o yerden
ayrılmalarına en büyük mülkî amirin yazılı emriyle izin verileceğini
öngörmektedir. Fıkrada izin verilebilir denilmediğine göre, koşullar
gerçekleşmiş ise iznin her halde verilmesi zorunludur.
İnceleme konusu kurala ilişkin olarak dava dilekçesinde, Ek Madde
3 hükmünün bir yargı kararı olmaksızın polisin şahsı dilediği süre adeta
zorunlu ikamete mecbur tutacağı, bu yetkinin koşullarının somut olarak
saptanmamış bulunduğu ve bir ceza niteliği taşıdığı öne sürülmüştür.
Olayın aydınlanması ve ortaya çıkan yeni durumların
değerlendirilmesi amacıyla ilgililerin yeniden ifadelerine başvurulması
Anayasanın 19. maddesiyle düzenlenenyakalamakurumu içerisinde
düşünülemez. Bu yetki polisin, yaptığı soruşturma sırasında ifadelerine
başvurulması gerekenleri çağıracağını öngören 2559 sayılı Yasanın 15.
maddesinden kaynaklanmaktadır. Bu açıdan madde, Anayasanın 19. maddesiyle
ilişkili değildir.
Ek Madde 3'ün Anayasanın 23. maddesinin öngördüğü yerleşme ve
seyahat özgürlüğü, 48. maddesinde yer alan çalışma özgürlüğü kavramlarıyla bağdaşıp
bağdaşmadığı hususuna gelince :
Polisin Devletin bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa düzeni ile
kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yaptığı soruşturma sırasında
ifadelerine başvurulacak olanlarla, vatandaşlık durumu ile bu Yasanın 17.
maddesinde belirtilen kimlik saptaması yapılıncaya kadar gerekli görülen
kişilerden, ikametgâh ya da iş adreslerinden ayrılmamalarını yazılı olarak
isteyebilmesinin, seyahat, yerleşme ve çalışma özgürlüğüne belli ölçülerde
sınırlar getirdiği söylenebilir. Ancak, Anayasanın 48. maddesi, çalışma
özgürlüğüne ilişkin olarak özel bir sınırlama sebebi öngörmemiştir. Buna
karşılık, 23. madde yerleşme özgürlüğünün inceleme konusu kuralla ilgili olarak
suç işlenmesini önlemek, seyahat özgürlüğünün de suç soruşturma ve kovuşturması
nedeniyle sınırlandırılabileceğini kurala bağlamıştır.
Anayasanın konut dokunulmazlığı konusunda kural koyan 21. ve
haberleşme özgürlüğünü düzenleyen 22. maddelerinde, genel ilke olarak hâkim
kararı olmadan bu özgürlüklerin sınırlandırılamayacağı belirtilmişken, 23.
maddede, yerleşme ve seyahat özgürlüğünü sınırlayacak makam açısından herhangi
bir kayıt getirilmemiştir. Şu halde olayın elverdiği ölçüde idarî makamlar da
bu konularda kısıtlamalar yapmaya yetkilidirler.
İtiraz konusu kuralın (A) bendinde sayılan "Devletin
bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa düzeni ile kaçakçılık ve uyuşturucu
maddelerle" ilgili suçların, 13. maddede yer alan "Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî
güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve
genel sağlığın korunması" kavramları içinde değerlendirilebilecekleri
kuşkusuzdur.
Anayasanın 23. maddesi, yerleşme özgürlüğü konusunda da kural
koymuş, bu özgürlüğe, "suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik
gelişmeyi sağlamak; sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu
mallarını korumak" amaçlarıyla yasal sınırlandırmalar getirilebileceğini
belirlemiştir. (A) bendi ile getirilen sınırlama yerleşme özgürlüğü için öngörülen
özel kısıtlama nedenlerinden herhangi birisiyle ilgili değildir. Buna karşılık
13. maddede öngörülen genel kısıtlama nedenleri yerleşme özgürlüğü açısından da
geçerlidir.
Maddenin, "vatandaşlık durumu ile bu Kanunun 17. maddesinde
belirtilen kimlik tesbiti yapılıncaya kadar" biçimindeki (B) bendinin,
eylem suç oluşturmadığından, Anayasanın 23. maddesinde yer alan "suç
soruşturma ve kovuşturması" kavramı içerisinde değerlendirilmesine olanak
yoktur. Buna karşılık, seyahat ve yerleşme özgürlükleri için ortak kısıtlama
nedeni olarak öngörülen "suç işlenmesini önlemek" kavramıyla ilişkili
olduğu söylenebilir.
(B) bendinin getirdiği düzenlemeyi Anayasanın 13. maddesinde yer
alan "kamu düzeni" ve "kamu yararı"kavramları içerisinde
değerlendirme olanağı da vardır. Bu değerlendirme, inceleme konusu kuralla
çalışma özgürlüğüne getirilen sınırlandırma açısından da söz konusudur.
Getirilen kısıtlamaların demokratik toplum düzeni gereklerine
uygun olup olmadığı sorununa gelince :
İnceleme konusu kural, yerleşme, seyahat ve çalışma özgürlükleri
için dolaylı ve sınırlı bir kısıtlama öngörmüştür. Bu özgürlükler tümüyle
ortadan kaldırılmamış, yeni adresi bildirmek koşuluyla yer değiştirmeye olanak
sağlanmıştır. Yasanın öngördüğü biçimde başvuru yapıldığında, izin vermek zorunluluğu
bulunduğundan konulan yasak mutlak değildir. Süre açısından da sınırlandırma
getirilmiş, yasağın soruşturma süresince ya da kimlik saptanması yapılıncaya
kadar geçerli olacağı benimsenmiştir. İkametgâh veya işyerinden ayrılmak sık
sık karşılaşılan bir olay olmadığına göre, bu konudaki kısıtlama çoğu kez
ilgili tarafından dahi hissedilemeyecektir. Konulan yasak yürütülmekte olan
soruşturmanın ya da kimlik tespiti işleminin bir an önce ve güvenle yapılmasını
sağlamak gibi makul bir amaca yöneliktir. Bu durumda, getirilen
sınırlandırmanın Anayasaya aykırı olduğu söylenemez.
Bu görüşe Yılmaz Aliefendioğlu, Muammer Turan, Mustafa Şahin ve
Adnan Kükner katılmamışlardır.
10- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Yasanın 7. maddesi ile 2559
sayılı Yasaya eklenmiş olan Ek 4. maddenin Anayasaya aykırılığı sorunu :
Görevli bulunduğu yerin mülkî sınırları içerisinde olmak kaydıyla
Ek Madde 4, polise karşılaştığı suça, görev branşına, yerine ve zamanına
bakılmaksızın el koyma yetkisi vermektedir.
Maddenin ikinci fıkrasında da bu suretle bir suça müdahale eden
polise karşı işlenen suçlar görevli memura karşı işlenmiş suç; müdahalede
bulunan polisin işlediği suçlar ise görevli memurun işlediği suç sayılmaktadır.
Dava dilekçesinde inceleme konusu kuralın Anayasaya aykırılığına
ilişkin olarak "Ek Madde 4'de polise herhangi bir hiyerarşi ve denetime
tabi olmadan sınırsız olarak verilmiş yetkileri kullanma olanağı
sağlanmaktadır. Genel gerekçede yer alan Anayasa hükümlerine aykırılığı
nedeniyle iptali gerekir." denilmektedir.
4.6.1937 günlü, 3201 sayılı Emniyet Teşkilât Kanunu'nun 8.
maddesine göre polis, idarî, siyasî ve adlî kısımlara ayrılmaktadır. Bu Yasaya
1181982 günlü, 2696 sayılı Yasa ile eklenen Ek 9. madde uyarınca "çevik
kuvvet birimleri" kurulması öngörülmüştür.
Ek Madde 4 uyarınca polisin işlem yapması için, suçun polisin
görevli bulunduğu mülkî sınırlar içerisinde işlenmiş olması yeterlidir. Zaman
konusunda ise hiçbir sınırlama getirilmemiştir.
Polisin görevi, karşılaştığı suça el koymak, önlemek, sanık ve suç
delillerini tespit, muhafaza ve yetkili zabıtaya teslim etmekle sınırlıdır.
Maddede, "suçla karşılaştığında" denildiğine göre
suçüstü hali söz konusudur. Bu madde uyarınca bir suça el koyan polisin, gerçek
anlamıyla bir soruşturma yapması gerekmeyip, işi yetkili polise devredinceye
kadar, gecikmesinde sakınca bulunan önlemleri alması yeterlidir.
Toplumun huzurunu sağlamakla görevli devletin, suçluların
yakalanıp cezalandırılmalarını sağlayacak önlemler almasında bu amaçla güvenlik
görevlilerine kimi ek görevler vermesinde Anayasaya aykırı bir yön
bulunmamaktadır. Kamu düzenini sağlamak amacıyla polise böyle bir yetki ve
sorumluluk vermenin onun dinlenme hakkını zedeleyeceği ve ek görevin de angarya
niteliği taşıyacağı söylenemez.
11- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Yasanın 7. maddesiyle 2559 sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa eklenen Ek Madde 5'in Anayasaya aykırılığı
sorunu :
İptali istenen bu maddede, "genel güvenlik, kaçakçılık ve
uyuşturucu maddelerle ilgili önemli olayları takip etmek, gerekiyorsa müdahale ederek
soruşturmasını yapmak üzere;
A) İçişleri Bakanlığınca doğrudan veya ilgili valinin talebi
üzerine merkez personelinden ekipler (timler) görevlendirilebilir.
B) Yukarıdaki bent hükmüne uygun olarak bir ilde soruşturması
yapılan olayın aydınlatılması, delillerin toplanması, sanıkların yakalanması,
başka illerde de araştırma ve soruşturma yapılmasını gerektiriyorsa, iller
arasında ilgili valiliklerce ekipler görevlendirilebilir.
Bu ekiplerin polis yetkilerini kullanması, polis bölgesi sınırları
ile kayıtlı değildir. Bu ekipler görev yaptıkları mahallin mülkî amirine bilgi
vermek zorundadırlar. Görevin ifası sırasında mahallin en büyük mülkî amirine
karşı da sorumludurlar.
Genel ve özel kolluk makam ve memurları bu personele gereken her
türlü yardımı yapmaya mecburdur" denilmektedir.
İçişleri Bakanlığınca doğrudan veya ilgili valinin talebi üzerine
merkez personelinden timlerin görevlendirilebilmesi için genel güvenlik,
kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili önemli olayların vukua gelmesi
gerekmektedir.
Görevlendirilecek timler, bu tür olayları takip etmeye,
gerektiğinde müdahale ederek soruşturmasını yapmaya yetkilidir.
Maddenin (A) bendi uyarınca bir ilde soruşturması yapılan olayın
aydınlatılması, delillerin toplanılması, sanıkların yakalanması, başka illerde
de soruşturma yapılmasını gerektiriyorsa iller arasında ilgili valiliklerce
ekipler görevlendirilebilecektir. Ekiplerin polis yetkilerini kullanması polis
bölgeleri ile sınırlı değildir. Ekiplerin görevini ifası sırasında mahallin en
büyük mülkî amirine karşı sorumlu sayılmaları hazırlık soruşturmalarında
Cumhuriyet savcılarının yasadan doğan yetkilerini sınırlayıcı bir kural olarak
yorumlanamaz. Söz konusu hükmün de Anayasaya aykırı düşen bir yönü yoktur.
12- 16.6.1985 günlü, 3233 Sayılı Yasanın 7. maddesiyle 2559 sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa eklenen Ek 6. Maddenin Anayasaya aykırılığı
sorunu :
Ek Madde hükmü polisin kimi olaylar karşısında zor kullanmasıyla
ilgili bulunmaktadır. Bu maddede "polis yakalanması gerekli kişi veya
dağıtılması gereken topluluğun direnmesi, saldırıya yeltenmesi veya saldırıda
bulunması hallerinde, bu fiilleri etkisiz hale getirebilmek için zor
kullanabilir.
Zor kullanmak, direnme ve saldırının mahiyetine ve derecesine göre
etkisiz hale getirilecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedeni kuvvet,
maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanma
yetkilerini ifade eder.
Toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda zor kullanmanın
derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri
tarafından tayin ve tesbit edilir" denilmektedir.
Maddenin ilk fıkrası uyarınca polisin zor kullanabilmesi için,
yakalanması gerekli kişi ya da dağıtılması gereken topluluğun direnmesi,
saldırıya yeltenmesi ya da saldırıda bulunması lazımdır.
Zor kullanma bedeni kuvvet, maddî güç ve yasal koşullar
gerçekleştiğinde, her çeşit silahı kullanma yetkisini ifade etmektedir.
Polisin silah kullanabilmesi için gerçekleşmesi gereken yasal
koşullara ilişkin düzenleme; 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda,
1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nda, 1481 sayılı Asayişe Müessir Bazı Fiillerin
Önlenmesi Hakkındaki iki Kanunda ve diğer kimi yasalarda gösterilmiştir. Bu
yasalarda belirlenen koşullar gerçekleşmedikçe sadece inceleme konusu kurala
dayanarak polisin silah kullanması söz konusu olamaz.
İkinci fıkrada yer alan "her çeşit silah" ibaresiyle,
polisin teçhiz edildiği geleneksel silahlar arasında olayın nitelik ve şiddeti
gözönünde tutularak seçilecek silahın amaçlandığı anlaşılmalıdır. Nitekim,
Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanunu'nun 11. maddesinde ".hizmet
özelliğine uygun ve görevin gereği olarak kanunlarda öngörülen silah
kullanma" yetkisinden söz edilmektedir.
Maddeye göre zor kullanmanın amacı, direnen, saldırıya yeltenen ya
da saldıran kişi veya topluluğu etkisiz hale getirmektir. Zor kullanmada
uygulanacak yöntemi, direnme ve saldırının nitelik ve derecesi belirleyecektir.
Son fıkra, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor
kullanmanın derecesiyle kullanılacak araç ve gereçlerin, müdahale eden kuvvetin
amirince tayin ve tesbit edileceğini öngörmektedir.
Maddenin Anayasaya aykırılığı konusunda dava dilekçesinde; ek
madde 6 hükmü de polis amirine, saldırının mahiyetine ve derecesine göre
etkisiz hale getirilecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedeni kuvvet,
maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanma gibi
içeriği objektif ve somut olarak belirlenmemiş ibarelere dayanarak zor
kullanmak ve adam öldürmeye kadar varacak uygulama yetkisini tanımaktadır.
Böyle bir yetkinin işkenceye, eziyete engel teşkil edecek bir sınırı
çizilmemiştir. Bu madde ile hiç bir hak ve özgürlüğün güvencesi kalmamıştır
denilerek, hükmün Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptali istenilmiştir.
Anayasanın 17. maddesinde silah kullanma konusu kurala bağlanmış
ancak, zor kullanma yollarına ilişkin olarak herhangi bir düzenleme
getirilmemiştir. Kişilere karşı silah kullanılmasına olanak sağlayan
Anayasanın, koşulları gerçekleştiğinde kolluk güçlerinin bedeni kuvvet ve maddi
güç kullanmasına öncelikle izin vereceği kuşkusuzdur. Anayasanın 17. maddesinde
bu tür zor kullanılmasına ilişkin bir kural yer almadığına göre, silah
kullanmayı kurala bağlayan sonuncu fıkranın, bu gibi haller için de geçerli
olması gerekir. 17. maddenin son fıkrasında ".meşru müdafaa hali, yakalama
ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün
kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma ve isyanın bastırılması" gibi
durumlardan söz edilmektedir. İnceleme konusu kuralla da "yakalanması gerekli
kişi veya dağıtılması gereken topluluğun direnmesi, saldırıya yeltenmesi veya
saldırıda bulunması" denildiğine göre, maddeyi, yakalama ve tutuklama
kararının yerine getirilmesi, meşru müdafaa ve ayaklanma ve isyanın
bastırılması kavramları içerisinde değerlendirilmesi mümkündür.
Aynı madde Anayasaya koşut olarak silah kullanmanın genel
ilkelerini de belirlemiştir.
Ek madde 6'daki, zor kullanmadan amaç bedeni kuvvet, maddi güç ve
yasal koşulları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanma yetkisidir.
Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 24. maddesi, toplantı
ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olması durumunda zor kullanılarak
dağıtılacağını öngörmektedir. İncelenen kuralın zor kullanma kavramına verdiği
içerikle, polisin yalnızca bu iki maddeye dayanarak bir toplantıyı dağıtmak
için silah kullanabileceği, böylece inceleme konusu kuralın silah kullanma
konusuna yeni bir boyut kazandıracağı düşünülebilir. Ancak, maddede açıkça
"kanuni şartları gerçekleştiğinde" silah kullanılabileceğinden söz
edildiğine göre, dağıtılması gereken topluluk dirense de silah kullanmanın özel
koşulları gerçekleşmedikçe polis bu yola başvuramaz.
Maddede, dağıtılması gereken topluluğun direnmesi, saldırıya
yeltenmesi ya da saldırması durumunda polisin zor kullanmaya yetkisi olduğu
belirtilmektedir. Bu yetkinin yersiz kullanılmasının, toplantı ve gösteri
yürüyüşü düzenleme hakkını etkileyeceği kuşkusuzdur. Ne var ki, madde,
dağıtılması gereken topluluklar konusunda müstakil olarak uygulanabilecek bir
kural niteliğinde değildir. Başka bir deyişle, polisin yalnızca bu maddeye
dayanarak bir toplantının dağıtılması gerektiğini ya da dağılmakta direndiğini
saptayacağı sanılmamalıdır. Bu konular, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'nun 23. ve 24. maddeleriyle özel olarak düzenlenmiştir.
İnceleme konusu kural bu düzenlemeyi teyit edici ve bir ölçüde de tamamlayıcı
niteliktedir.
Anayasanın 34. maddesi, silahsız ve saldırısız olmak koşuluyla
toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemenin herkesin hakkı olduğu kuralını
koymuştur. Aynı maddenin dördüncü fıkrası, kamu düzenini ciddi olarak bozması,
olaylar çıkması, millî güvenlik gereklerini ihlal etmesi muhtemel toplantı ve
gösteri yürüyüşlerinin yasaklanabileceğini ya da ertelenebileceğini amirdir.
Dağıtılması gereken topluluğun direnmesi, saldırıya yeltenmesi ya da saldırıda
bulunması durumlarında zor kullanılabileceğini öngören inceleme konusu kural,
Anayasanın 34. maddesinde belirtilen bu kısıtlama kapsamı içerisinde
değerlendirilmelidir.
Öte yandan, bu tür eylemler esasen suç niteliğinde olduğundan,
kamu düzenini sağlamakla yükümlü polisin, olayı başka türlü engelleme olanağı
kalmadığında, son çare olarak zora başvurmasının Anayasa ile bağdaşmadığı da
söylenemez.
Açıklanan nedenlerle inceleme konusu kuralın Anayasanın 17. ve 34.
maddeleriyle çelişen bir yönü bulunmamaktadır.
13- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Yasanın 7. maddesiyle 2559 sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa eklenen Ek 7. Maddenin Anayasaya aykırılığı
sorunu :
Madde, kimi konularda önleyici ve koruyucu tedbirler almak üzere
polisi, ülke düzeyinde istihbarat yapmak, bunu değerlendirmek, yetkili
mercilere ve kullanma alanına ulaştırmak, devletin diğer istihbarat
kuruluşlarıyla işbirliği yapmak yetkisiyle donatmış bulunmaktadır. Bu yetki
polise yeni tanınmış bir yetki niteliğinde değildir. Polis, maddede yer alan
görevi, 461937 günlü, 3201 sayılı Emniyet Teşkilâtı Kanunu'nun 9. maddesinin
(B) bendi uyarınca zaten yerine getirmekte idi.
Dava dilekçesinde bu iptal istemine gerekçe olarak "Ek Madde
7'deki düzenleme, diğer hukuksal sakıncalar yanında, özel hayatın gizliliği ve
korunması ilkesini de ortadan kaldırıcı niteliktedir" denilerek maddenin
iptali istenilmiştir.
Hükümet tasarısında polisin, "her konuda istihbarat
faaliyetlerinde" bulunacağı öngörülmüşken bu maddeye dayanılarak, kişinin
özel hayatına ilişkin bilgiler toplanacağı böyle bir uygulamanın Anayasanın
özel hayatın gizliliği ve korunmasına ilişkin hükümlerine aykırı düşeceği
yolundaki uyarılar üzerine "her konuda" sözcükleri madde metninden
çıkarılmıştır.
İnceleme konusu hüküm, kişinin özel hayatı konusunda da bilgi
toplanacağı ve toplanan bilgilerin güvenlik soruşturması amacı ile
kullanılacağı biçimde bir yoruma elverişli görülmediğinden, belirtilen konulara
ilişkin Anayasaya aykırılık savları üzerinde durulmamıştır.
Anayasanın 5. maddesi, Türk Milletinin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumayı
Devletin temel amaç ve görevleri arasında saymıştır. Devletin güvenliği
açısından son derece gerekli olan istihbarat görevinin kimi alanlarda polise de
verilmesinin Anayasaya aykırı bir yanı yoktur.
14- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 7. maddesiyle 2559 sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa eklenen Ek 8. Maddenin Anayasaya aykırılığı
sorunu :
Ek Madde 8 hükmüne göre; "otel, gazino ve benzeri yerler veya
çeşitli dinlenme, eğlence ve oyun yeri şeklinde sabit veya seyyar olarak
kullanılan kara, deniz, hava ve her çeşit taşıma araçlarında bu faaliyetlerin
icrası" ve "her ne ad altında olursa olsun, oynayanın kumar ve kazanç
kastı olmamak şartıyla bilgi ve maharet artırıcı ve zekâ geliştirici
nitelikteki elektronik oyun alet ve makinaları, video oyunları, televizyon
oyunları ve benzeri oyun yerlerinin açılması ve faaliyette bulunmaları"
polisin yapacağı inceleme üzerine mahallin en büyük mülkî amirinin iznine bağlı
kılınmıştır. Bu suretle açılmasına ve faaliyette bulunmasına izin verilen
yerler umuma açık yer sayılmaktadır. Bu madde hükümlerine ve konulan yasaklara
uymayan bu gibi yerler, aynı Yasanın 8. maddesi uyarınca mahallin en büyük
mülkî amirinin emri ile süreli olarak kapatılmakta, tekerrür halinde verilen
ruhsat iptal edilebilmektedir.
Hükmün iptaline ilişkin olarak dava dilekçesinde genel gerekçeye
yollama yapılmak suretiyle iptal isteminde bulunulmuştur.
2559 sayılı Yasanın 7. maddesinin birinci fıkrası "otel,
gazino, kahve, içki yerleri, bar, tiyatro, sinema, hamam ve plaj gibi umuma
mahsus istirahat ve eğlence yerlerinin açılması önce polisin tahkiki üzerine o
yerin en büyük mülkî amirinin vereceği izine bağlıdır" hükmünü
getirmiştir. Görülüyor ki, 7. maddenin birinci fıkrası inceleme konusu madde
ile aynı konuyu düzenlemektedir.
Ek Madde 8'den farklı olarak kahve, içki yerleri, bar, tiyatro,
sinema, hamam ve plaja da bünyesinde yer veren 7. maddenin bu gibi yerler için
özel düzenleme getirdiği düşünülebilir. Böyle bir yorumun benimsenmesi
durumunda, konulan yasaklara bir defadan fazla uymayan otel ya da gazinonun Ek
Madde 8 uyarınca ruhsatı iptal edilirken, 7. madde kapsamında kaldığı
gerekçesiyle bar ya da içki yerlerinin ruhsatının iptal edilmemesi gibi eşit ve
adil olmayan bir uygulama kaçınılmaz olur. Ancak, maddede belirtilmemesine
karşın, sonradan yürürlüğe giren Ek Madde 8'in, 7. maddenin birinci fıkrasını
yürürlükten kaldırdığı anlaşılmaktadır. Ek Madde 8'de, otel, gazino ve benzeri
yerler denildiğine göre, 7. maddede sayılıp da inceleme konusu kuralda
sayılmayan yerlerin, "benzeri yerler" kavramı içerisinde düşünülmesi
gerekir. Ancak böyle bir yorum, belirtilen yerler arasında eşitlik ilkesi ile
bağdaşmayan uygulamalara gidilmesine engel olur.
Devletin, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden,
suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan korumak için, gereken
önlemleri alması Anayasanın 58. maddesi hükmü gereğidir. Keza Anayasanın 56.
maddesinde, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içerisinde sürdürmesini
sağlamak Devlete bir görev olarak verilmiştir. Keza Anayasanın 48. maddesinde
ise, özel teşebbüs kurmanın serbest olduğu, devletin özel teşebbüslerin, millî
ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlarına uygun olarak güvenlik ve kararlılık
içinde çalışmasını sağlayacak önlemleri almasına işaret edilmiştir.
Bu üç Anayasa kuralı birlikte değerlendirildiğinde; kamu düzeni,
genel ahlâk ve genel sağlık mülahazalarıyla faaliyetlerinin devamlı gözetim ve
denetim altında tutulması gereken söz konusu yerlerin kuruluşlarının izine
bağlanması ve konulan kurallara uymamaları halinde kapatılma gibi etkili bir
yaptırımın uygulanmasından doğal bir şey düşünülemez. Söz konusu hükmün
açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
15- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Yasanın 7. maddesiyle 2559 sayılı
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununa eklenen Ek 9. Maddenin Anayasaya aykırılığı
sorunu :
Maddenin; birinci fıkrasının (A) bendinde polisin önleyici,
caydırıcı, düzenleyici ve koruyucu kolluk hizmetlerine dair görevlerin ifası
sırasında silah kullanmış olması halinde hakkında yapılacak soruşturmanın
Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanuna, (B) bendinde ise adlî vazifesini ifası
sırasında silah kullanan polis hakkında soruşturmanın genel hükümlerine tabi
olduğuna ilişkin esaslar getirilmiş, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarda ise,
sanık polisi savunmak üzere tutulan avukatın vekâlet ücreti ve bunun ödeme usul
ve esasları, polisin şehit olması durumunda yakınlarına yapılacak yardımlar,
1481 sayılı Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkındaki Kanuna göre,
sanık ve hükümlülerden arananların bulundukları yerleri bildirenlere ve
yakalanmalarına yardımcı olanlara verilecek ödüllere ilişkin kurallara yer
verilmiştir.
İnceleme konusu kuralın, Anayasaya aykırılığına ilişkin olarak,
dava dilekçesinde "Ek Madde 9'da polisin görevi esnasında suç işlediğinde
haklarında yapılacak kovuşturmanın bizzat Cumhuriyet Savcıları ve yardımcıları
tarafından yapılması öngörülmektedir. Bu eşitlik ilkesine aykırıdır"
denilerek hükmün iptali istenilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasının (A) bendi, önleyici, caydırıcı,
düzenleyici ve koruyucu kolluk hizmetlerine dair görevlerin yerine getirilmesi
sırasında silah kullanan polis hakkında Memurin Muhakematı Hakkında Kanun
uyarınca işlem yapılacağını, (B) bendi, adliyeye ilişkin bir görev ve işlemin
yerine getirilmesi sırasında silah kullanan polis hakkında, hazırlık
soruşturmasını bizzat Cumhuriyet savcıları ya da yardımcılarınca yapılacağını
öngörmektedir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nın 154. ve Asayişe Müessir Bazı
Fiillerin Önlenmesi Hakkında Yasa'nın 3. maddesiyle konulan kurallara özdeş
nitelikteki (B) fıkrası, gerçekte yeni bir düzenleme getirmemektedir. Önemli
işlerde soruşturmaların bizzat Cumhuriyet savcılarınca yürütülmesi bir genel
kural haline gelmiştir. Silah kullanan polis hakkında soruşturmanın emniyet
mensuplarınca yürütülmesinin, tarafsızlık konusunda yaratabileceği endişeler de
gözetilerek, getirilen çözümün Anayasa ile çelişen bir yönü olmadığı sonucuna
varılmıştır.
Polisin adlî olmayan görevleri nedeniyle silah kullanması
durumunda ise, maddenin birinci fıkrasının (A) bendine göre soruşturmanın
Memurin Muhakematı Hakkında Kanun gereğince yürütülmesi gerekmektedir.
Suç sayılan eylem, memuriyet görevinin yerine getirilmesi
sırasında işlendiğine göre inceleme konusu bent, Memurin Muhakematı Hakkında
Kanunla benimsenen genel ilkenin tekrarından öte bir yenilik getirmemiştir.
Anayasa Mahkemesinin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere anılan
Yasa ile getirilen düzenlemenin Anayasaya aykırı bir yanı bulunmamaktadır.
İkinci fıkranın birinci tümcesi, silah kullanması nedeniyle
hakkında dava açılan polisin duruşmadan vareste tutulabileceğini öngörmektedir.
Aynı fıkra, olayın niteliğine ve kusurun derecesine göre durumun İçişleri
Bakanlığınca uygun görülmesi koşuluyla polisin vekalet verdiği avukata ait
ücretin, devletçe ödeneceğini de hükme bağlamaktadır. Silah kullanılmasına izin
veren kurallar incelendiğinde, toplumun huzur ve güvenliği açısından bu
yetkinin kullanılmasının önem ve zorunluluğu anlaşılır. Kendisinden böylesine
ağır bir görev beklenen ve bu görevi nedeniyle hayatını tehlikeye koyan polise,
yaptığı işin özelliğinden kaynaklanan, kimi güvenceler sağlanmasının Anayasayla
çelişeceğinden söz edilemez.
Maddenin görev sırasında ya da görevini yapmasından dolayı şehit
edilen polislerin yakınlarına uygun koşullarla konut kredisi verilmesini kurala
bağlayan üçüncü fıkrası kaynağını Anayasanın "Devlet, harp ve vazife
şehitlerinin dul ve yetimleriyle, malûl ve gazileri korur ve toplumda
kendilerine yaraşır bir hayat seviyesi sağlar" diyen 61. maddesinin ilk
fıkrasından almaktadır.
Maddenin son fıkrası ise, 1481 sayılı Yasa uyarınca ilan yolu ile
aranan sanık ve hükümlülerin yakalanmalarına yardımcı olacaklara ödül
verilmesine ilişkin bulunmaktadır. Toplumun huzur ve güvenliğini korumak
amacıyla konulmuş bulunan bu kural da Anayasaya aykırı bulunmamaktadır.
SONUÇ :
4.7.1934 Tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Kanunu'nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler
Eklenmesi Hakkında 16.6.1985 günlü ve 3233 sayılı Kanun'un;
I- Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılan son oylamasında,
Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının üçte birinden fazlasıyla
toplanıp, oylamaya katılan 289 Milletvekilinin salt çoğunluğundan fazla olan
179 oyla kabul edildiği ve kabul oyu sayısının üye tamsayısının dörtte birinden
bir fazlasını aştığı, bu suretle oylamanın Anayasa'nın 96. maddesinde öngörülen
çoğunlukla yapıldığı anlaşıldığından Anayasa'nın 148. ve 10.11.1983 günlü, 2949
sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un
21. maddesi gereğince şekle ilişkin iptal isteminin reddine oybirliğiyle;
II- Aynı Kanun'un;
A- 1. maddesiyle 2559 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen (F)
bendinin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Necdet DARICIOĞLU, Servet TÜZÜN
ve Vural SAVAŞ'ın karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla,
B- 2559 sayılı Kanun'un 8. maddesini değiştiren 2. maddesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine, Muammer TURAN'ın maddenin
tümünün, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU ve Adnan KÜKNER'in maddenin (D) bendinin iptali
gerektiği yolundaki karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla,
C- 2559 sayılı Kanun'un 11. maddesini değiştiren 3. maddesinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına, iptal isteminin reddine oybirliğiyle,
D- 2559 sayılı Kanun'un 13. maddesini değiştiren 4. maddesinin
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine Muammer TURAN'ın
maddenin (C) bendinin, Yılmaz ALİEFENDİOĞLU'nun ise maddenin (G) bendinin
iptali gerektiği yolundaki karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla,
E- 5. maddesiyle 2559 sayılı Kanun'un 15. maddesine eklenen
fıkranın Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Orhan ONAR, Mahmut C. CUHRUK,
Necdet DARICIOĞLU, Mehmet ÇINARLI ve Vural SAVAŞ'ın karşıoylarıyla ve
oyçokluğuyla,
F- 2559 sayılı Kanun'un 17. maddesinin birinci fıkrasının son
paragrafını değiştiren ve maddeye iki fıkra ekleyen 6. maddesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine oybirliğiyle,
G- 7. maddesiyle 2559 sayılı Kanuna eklenmiş bulunan;
1) Ek Madde-1'in Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
reddine Yılmaz ALİEFENDİOĞLU'nun karşıoyu ve oyçokluğuyla,
2) Ek Madde 2, Ek Madde 4, Ek Madde 5, Ek Madde 6, Ek Madde 7, Ek
Madde 8 ve Ek Madde 9 hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin reddine oybirliğiyle,
3) Ek Madde 3'ün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
reddine Yılmaz ALİEFENDİOĞLU, Muammer TURAN, Mustafa ŞAHİN ve Adnan KÜKNER'in
karşıoyları ve oyçokluğuyla,
26.11.1986 gününde karar verildi.
Başkan
Orhan
ONAR
|
Başkanvekili
Mahmut
C. CUHRUK
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Selâhattin
METİN
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
Adnan
KÜKNER
|
Üye
Vural
SAVAŞ
|
|
|
|
|
KARSIOY
YAZISI
16.6.1985 günlü 3233 sayılı Kanunla Polis Vazife ve Selahiyet
Kanununun 15. maddesine eklenmiş bulunan fıkrayı, Necdet Darıcıoğlu'-nun
karşıoy yazısında bu konuya ilişkin olarak açıklanan gerekçelerle Anayasa'ya
aykırı bulmuyor ve fıkranın iptaline ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
16.6.1985 günlü 3233 sayılı Kanunla Polis Vazife ve Selahiyet
Kanununun 15. maddesine eklenmiş bulunan fıkrayı, Necdet Darıcıoğlu'nun karşıoy
yazısında bu konuya ilişkin olarak açıklanan gerekçelerle Anayasa'ya aykırı
bulmuyor ve fıkranın iptaline ilişkin çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Başkanvekili
Mahmut
C. CUHRUK
|
KARŞIOY
YAZISI
I- Anayasa Mahkemesini, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas
bakımlarından uygunluğunu denetlemekle görevli kılan Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nın 148. maddesi, ikinci fıkrasında, kanunların şekil bakımından
denetlenmesini: son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususu
ile sınırlamakta ve bu anlamdaki denetlemenin, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebileceğini belirledikten
sonra, kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil
bozukluğuna dayalı iptal davası açılamayacağını, defi yoluyla da ileri
sürülemeyeceğini hükme bağlamaktadır. 148. maddenin ikinci fıkrası hükmünü
tamamlayan 149. maddenin ikinci fıkrasında da, şekil bozukluğuna dayalı iptal
davalarının, Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanacağı
öngörülmüş bulunmaktadır.
Konu, dava açma hakkı, süre ve öngörülen yöntem açısından nev'i
şahsına münhasır özel bir şekil denetimini düzenlediğinde kuşku bulunmayan 148.
ve 149. maddelerin bu konuya ilişkin hükümleri yanında, Anayasanın, iptal
davasıyla ilgili genel kuralı ortaya koyan 150. maddesinde, açıkça; kanunların,
kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün veya
bunların belirli madde ve hükümlerinin şekil ve esas bakımından Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası
açılabileceği hükmüne de yer verilmiş, bu tür davaların Cumhurbaşkanı, iktidar
ve anamuhalefet partisi meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeler tarafından açılabileceği kabul
edilmiştir.
Bahis konusu maddenin öngördüğü, şekil ve esas bakımından
Anayasaya aykırılık iddialarını birlikte içeren iptal davalarıyla ilgili genel
şekil denetiminde, davanın konusu, dava açma hakkı, süre ve yöntem yönünden
148. ve 149. maddelerde yer alan sınırlamalar önemli ölçüde giderilerek; esası,
özellikle yasama tasarrufunun oluşumunu ve sağlığını etkileyen, Anayasanın 88.
maddesine ve ilgili öteki maddelerine aykırı tüm şekil bozukluklarının, başka
bir anlatımla, örneğin, bir kanunun teklif edildiği tarihten kabul edildiği
tarihe kadar geçen süre içinde uygulanan yöntemlerdeki önemli aksaklıkların
iptal davasının konusu içine alınması, ayrıca dava süresinin 60 güne
çıkarılması, iktidar ve anamuhalefet partisi meclis gruplarının da dava
açabilmeleri sağlanmış, şekil bozukluğuna dayalı iddiaların öncelikle incelenip
karara bağlanması zorunluluğu kaldırılmıştır.
60 günlük yasal süre içinde açılmış bulunan inceleme konusu iptal
davası, Anayasanın 148. ve 149. maddeleri çerçevesinde, yalnız şekil bakımından
denetlemeyi gerektiren bir nitelik taşımadığı, anılan Yasanın 150. maddesine
dayalı olarak hem sekile, hem esasa ilişkin Anayasaya aykırılık iddialarını
birlikte kapsadığı cihetle; şekil yönünden yapılacak denetimin, "son
oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı" ilkesiyle bağlı
kalınmaksızın, esasa etkili öteki şekil bozuklukları da gözönünde tutularak
tamamlanması gerekmektedir.
Hukuk devleti ilkesiyle Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü
ilkelerinin yaptırımını oluşturan Anayasaya uygunluk denetiminin gerçek anlam
ve amacı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 150. maddesinin kemaliyle
işletilmesini zorunlu kılmaktadır. 10.11.1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 20, 21. ve 22.
maddeleri, belirtilen alan ve ölçüler içinde denetim yapılmasını kanımızca
engellememektedir.
İlk inceleme sonunda oyçokluğuyla tesis olunan 1.8.1985 günlü
Karara bu nedenlerle katılmamaktayım.
II- Aşağıda açıklanan hususlar, esas hakkındaki Kararın, 166. 1985
günlü, 3233 sayılı Kanunun 1. ve 5. maddeleriyle 2559 sayılı Polis Vazife ve
Selahiyet Kanununun 5. maddesine eklenen (F) bendine ve 15. maddesine eklenen
fıkraya ilişkin bölümlerine katılmayışımın nedenlerini içermektedir:
A) Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 5. maddesine eklenen (F)
bendi ile ilgili açıklamalar :
Hızlı nüfus artışına, sanayileşme ve kalkınma hareketlerine,
kentleşmeye, sosyal, politik ve ideolojik diğer etkenlere bağlı olarak ülkenin
sosyo-ekonomik ve politik yapısında sür'atle gerçekleşen ve genel kolluk
kuruluşlarının hizmetlerini alabildiğine zorlaştıran gelişmelerin oluşturduğu
çok boyutlu sorunlara köklü ve kalıcı pratik çözümler üretmek ve kolluk
hizmetlerinin yerine getirilmesi bakımından uygulamada karşılaşılan zorlukları
gidermek amacıyla Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda değişiklik yapılması
toplumsal gereksinmelerin ürünü olarak nitelendirilebilir.
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 5. maddesine eklenen (F) bendi
de kanımızca belirtilen ihtiyacın zorunlu kıldığı bir düzenlemedir. Polisi,
genel ahlâk ve edep kurallarına aykırı olarak utanç verici ve toplum düzeni
bakımından tasvip edilmeyen tavır ve davranışlarda bulunanların da parmak
izlerini ve fotoğraflarını almaya yetkili kılan inceleme konusu hükümle ilgili
tasarı metninin gerekçesinde de değinildiği gibi, bu düzenleme; bugün bütün
dünyada aktüel bir konu haline gelen kadın, erkek eşcinsel kişiler ile bunlara
aracılık edenlerin toplum içinde ahlâkî ve manevî duyguları zedeleyen durumları
nedeniyle, bunların faaliyetlerini takip ederek, etkili önleyici zabıta
tedbirlerinin alınabilmesi amacıyla gerekli görülmüştür. Gerekçede, ayrıca, (D)
bendinde "kendilerini başkalarının zevkine terk edenler"den söz
edilmekte olmasına rağmen, anılan bendin bu yönden yeteri kadar açık olmadığına
ve tefsire muhtaç bulunduğuna işaret olunarak düzenlemenin hangi ihtiyaçtan
doğduğu duraksamaya yer vermeyecek biçimde vurgulanmıştır.
Bahis konusu hükmün anlam ve amacı, ifade ve içeriğinden de açıkça
anlaşılmaktadır. Farklı yorumların neden olacağı ters uygulamaların ise
Anayasaya uygunluk denetimi yönünden önem taşımaması gerekir.
Temel hak ve hürriyetlerin; kamu düzeninin, genel asayişin, kamu
yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacıyla Anayasanın sözüne
ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceğini öngören Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası'nın 13. maddesi karşısında, bu hükmün, ifadesi, içeriği, anlam ve
amacı itibariyle Anayasal ilke ve kurallarla uyum içinde bulunmadığı
söylenemez.
B) Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 15. maddesine eklenen fıkra
ile ilgili açıklamalar :
4.7.1934 günlü, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun
15. maddesine "Polis; yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat
lâzım gelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumu olan şeyleri sorar"
biçimindeki ilk fıkrayı takiben eklenen ikinci fıkra; "Devletin bütünlüğü,
anayasal düzeni ve genel güvenliği ile kaçakçılık ve uyuşturucu maddelere"
ilişkin suçlarla sınırlı olmak üzere, bu suçların "önemi ve
gizliliği" gözönünde tutularak, ifadelerine başvurulması gereken
"başka suçlardan hükümlü veya tutuklu bulunanların, münferit hadiselerde
24 saat, toplu hadiselerde en çok 15 gün süre ile "üst amire bilgi vermek
şartıyla suç soruşturmasını yürütmekle görevli polis amirinin teklifi
üzerine", "yetkili savcının talebi ve hâkimin kararı ile" ceza
ve tutukevlerinden alılabilmelerine olanak tanımaktadır.
İnceleme konusu fıkrada nitelikleri belirlenen suçların ağırlığı
ile "önemi ve gizliliği" bakımından duyulan ihtiyaçtan kaynaklanan bu
düzenleme, soruşturması yapılan suçlar dışındaki suçlardan dolayı hükümlü ya da
tutuklu bulunan kimselerin ifadelerine başvurulmasıyla ilgili hükümler
içermektedir. İlgililerin, bulundukları ceza ve tutukevinden alınabilmelerini
"üst amire" bilgi vermek koşuluna, suç soruşturmasını yürütmekle
görevli "polis amirinin" teklifine ve "yetkili savcının"
talebi ile "hâkimin" kararına bağlı kılan; ifadelerine başvurulmak
üzere geçici olarak kaldıkları yerlerde geçen süreyi tutukluluk ve hükümlülükte
geçmiş sayan; hükümlü veya tutuklulara, bulundukları ceza veya tutukevinden
alındıklarında, sıhhî durumlarının doktor raporuyla saptanmasını isteme hakkını
tanıyan fıkranın Anayasal ilke ve kurallara ters düşen, bunlarla bağdaşmayan ve
bunları zedeleyen bir yanı ve yönü yoktur.
Kanun tasarısının, belirtilen fıkra ile ilgili gerekçesinde de
ifade edildiği gibi, "...Bu uygulama, her zaman ihtiyaç duyulduğundan hem
de kişiye suçla ilgili konuları anlatarak, delilleri göstererek, tatbikat
yaptırarak, gerektiğinde birçok kişi ile yüzleştirilerek
yapılacağından..." söz konusu düzenleme doğrudan doğruya maddî gerçeğin
saptanmasını ve adaletin sür'atle gerçekleştirilmesini sağlamak amacına,
dolayısıyle kamu yararına dayalı bulunmaktadır. Hükmün anlam ve amacına uygun
düşmeyen uygulamalar bu itibarla fıkra metninin değil, ancak uygulamanın
Anayasaya aykırılığını ortaya koyacaktır.
Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 15. maddesine eklenen
fıkranın, hukuk devletinin önde gelen öğelerinden birini oluşturan kamu
yararına dayanmakta olması, düzenlemeye diğer olumlu nitelikleri yanında, amaç
yönünden de Anayasaya uygun bir nitelik kazandırmaktadır.
KARŞIOY
YAZISI VE EK GEREKÇE
Bir ülkedeki bireylerin siyasal örgütlenmesi sonucunda oluşan
Devlet'in, en önemli amacı o ülkedeki insanların huzur ve mutluluğunu, refah ve
güvenliğini sağlamaktır. Başka bir deyişle Devlet, toplum ve birey içindir.
Anayasamız, Başlangıç'ında "...her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel
hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî
kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve
manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip
olduğu..."ndan söz ederek bu hususu açıklamış; 2. maddesinde Cumhuriyeti,
insan haklarına saygılı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti
nitelikleriyle belirlemiş; 5. maddesinde de "Devletin temel amaç ve
görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun
refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini,
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır" kuralını
getirerek, Devletin temel amaç ve görevinin, Türk Milletinin bağımsızlığını ve
bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyet ve demokrasiyi korumak yanında,
kişilerin ve toplumun huzur ve mutluluğunu sağlayıp, kişinin temel hak ve
özgürlüklerini sınırlayan engelleri kaldırmak olduğunu açıkça hükme
bağlamıştır. Anayasa, böylece, devlet yetkileri ile kişilerin refah, huzur ve
mutluluğuyla doğrudan ilgili olan temel hak ve özgürlükler arasında hassas bir
denge kurulmasını öngörmüştür. Devletin, aslında ulusun bağımsızlığını, ülkenin
bütünlüğünü Cumhuriyet ve demokrasiyi koruma işlevlerini yerine getirirken de, kişilerin
ve toplumun huzur ve mutluluğunu sağlamak amacını güttüğü kuşkusuzdur. Devletin
yaptırım gücünü temsil eden kolluk kuvvetlerinin de bu anlayış içinde
yetkilendirilmesi gerekir.
Anayasa Mahkemesinin temel işlevi ve varoluş nedeni ise, Anayasaya
uygunluğu sağlamak, başka bir deyişle Anayasal düzeni korumaktır. Anayasa
Mahkemesi, nesnel ölçütler kullanarak yasaların Anayasaya uygunluğunu yargı
yolu ile sağlarken, yasamayı Anayasal sınırlar içinde tutmayı; Anayasanın
öngördüğü temel hak ve özgürlükleri kollarken, çoğunluğun azınlığa tahakküm
etmesini önlemeyi; böylece Cumhuriyetin demokratik, lâik ve sosyal hukuk
devleti niteliklerinin koruyucusu ve güvencesi olmayı amaçlar. Anayasa
Mahkemesi, Anayasayla kendisine verilen görevi yerine getirirken sadece alt
kuralın, üst kurala biçimsel yönden uygun olmasını değil; bununla birlikte ve
daha önemlisi adalet, yasa önünde eşitlik ve insana, salt insan olması
nedeniyle saygı gibi temel anayasal ilkeleri gerçekleştirme amacını güden hukuk
devleti kavramını sürekli gözönünde tutar.
Anayasamız, genelde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin öngördüğü
temel hak ve özgürlükleri benimserken, çağdaş bir norm sistemini temel ilke
olarak kabullenmiş; sınırlamaların, ancak yasayla Anayasanın sözüne ve ruhuna
uygun olarak yapılabileceğini belirlemiştir (M. 13). Anayasanın 13. maddesinin
ikinci fıkrasıyla, "Temel hak ve özgürlüklerle ilgili genel ve özel
sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve
öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz" kuralı getirilirken,
"Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Özgürlüklerini Korumaya Dair
Sözleşme"nin çeşitli maddelerinde sınırlamanın sınırı olarak kullanılan
"demokratik bir toplum" ölçütünden esinlenilmiştir.
Yasa kurallarına ruh verecek, anlam kazandıracak ve uygulamayı yönlendirecek
olanlar öncelikle mahkemelerdir. Özellikle Anayasa Mahkemesi, Anayasa
ilkelerini yorumlarken, insan hak ve özgürlüklerinin eriştiği çağdaş anlayışı
ve insan haklarına saygıyı sürekli gözönünde tutmak, Anayasanın öngördüğü
devlet yetkileri ile temel hak ve özgürlükler arasındaki dengenin korunmasına
özen göstermek durumundadır. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de, Anayasadaki
kavramlara, yaşamın değişen koşullarına uygun içerik kazandırmaktır.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın özüne ve sözüne bağlı kalarak
yaptığı yorumlarda, kuşkusuz geçmişin acı deneyimlerini, o ülkenin içinde
bulunduğu koşulları da gözönünde bulundurması gerekir. Ancak, geçmişteki üzücü
olayların sadece temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasından
kaynaklandığı görüşünden hareket edilmesi yanıltıcı olabileceği gibi,
Anayasanın öngördüğü hassas dengenin bozulmasına da neden olabilir. Kişilere,
insan haklarına saygılı hukuk devleti anlayışının gerekli kıldığı temel hak ve
özgürlükleri tanımanın, bireylerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu
sağlama yanında çağdaşlaşmanın da gereği olduğu gözden uzak tutulamaz.
Yukarıdaki genel açıklamanın ışığında maddelerle ilgili
karşıoyumuz aşağıya çıkarılmıştır.
3233 sayılı Yasanın 2. maddesiyle değişik 2559 sayılı Yasanın 8.
maddesinin (D) bendine göre; polisçe kati delil elde edilmesi halinde mahallin
en büyük mülkî amirinin emriyle "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, Anayasa düzenine, genel güvenliğe ve genel ahlâka zararı dokunacak
oyun oynatılan, temsil verilen film veya video bant gösterilen yerler"
polis tarafından kapatılır ve/veya faaliyetleri men edilir. Kapatma veya
faaliyetten men'i gerektiren sebepler adlî soruşturmayı gerektiriyorsa
soruşturma evrakı derhal adliyeye verilir. Kapatmayı veya faaliyetten men'i
icap ettiren sebepler mahkemeye intikal ettirilecek hallerden ise altı ay,
değilse üç aydan fazla kapatma veya faaliyetten men'e karar verilemez.
Bu bendin uygulanabilmesi için, eylemin aynı zamanda suç
niteliğinde olması zorunlu değildir. Eylemin, suç olmaması durumunda dahi, oyun
oynatılan, temsil verilen film veya video bant gösterilen yerlerin, bentte
sayılan genel kavramlara "zararı dokunacak" nitelikte görülmesi
halinde kapatılmaları ve/veya faaliyetten men edilmeleri mümkün olabilecektir.
Tiyatro, radyo, televizyon, sinema gibi düşünceyi açıklama ve
yayma yollarından biridir. Söz konusu bent, bu tür etkinliklerin gerçekleştiği
tiyatro ve sinema gibi yerlerin kapatılmasını öngörmek suretiyle düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünü sınırlamaktadır. Her ne kadar Anayasanın
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesinde radyo,
televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine
bağlanmasına olanak tanınmışsa da, tiyatronun yayım olmaması ve fıkrada
sayılmaması nedeniyle izin sistemine bağlı olması düşünülemez. Kaldı ki, burada
söz konusu olan "kapatma ve/veya faaliyetten men"dir, izin değildir.
Dava konusu Yasanın bu bendiyle getirilen sınırlama 26. maddenin ikinci ve son
fıkralarına da uygun düşmemektedir. Çünkü Anayasanın 26. maddesinin ikinci
fıkrasına göre, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırlanabilmesi için,
eylemin suç niteliğinde olması gerekir. Suçun niteliğini belirlemek ise adlî
makamlara ait bir yetkidir. Kaldı ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi suç
niteliğinde görülmeyen eylemler için dahi kapatma kararı verilebilecektir.
Her ne kadar, Anayasanın 26. maddesinin son fıkrasında,
"haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici
hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma
hürriyetinin sınırlanması sayılmaz" denilmekte ise de, maddede yer alan
düzenleyici hükümler aynı fıkradaki "bunların yayımını engellememek"
kaydı karşısında, kapatma veya faaliyetten meni kapsayacak biçimde anlaşılamaz.
Çünkü kapatma ve faaliyetten men "yayımı engelleme" sonucunu doğurur.
Öte yandan temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasıyla ilgili
Anayasanın 13. maddesi, temel hak ve özgürlüklerin hangi nedenlerle
kısıtlanabileceği konusunda genel kavramlar vermekle yetinmiştir. Bu genel
kavramların, uygulama alanına geçirilmesi, çıkarılacak yasalara bu kavramlara
uygun somut düzenlemeler getirilmesine bağlıdır, "millî güvenlik",
"genel ahlâk", "kamu yararı" gibi genel kavramların,
açıklık getirilmeden aynen Anayasadan aktarılması yoluyla temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılması, uygulamaya çok geniş takdir alanı bırakır,
keyfi uygulamalara yol açabilir. Bu anlayış, Anayasanın öngördüğü temel hak ve
özgürlüklerin esas, sınırlamaların istisna olması ilkesiyle bağdaşmaz ve
sınırlandırmaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak yasa ile yapılması
gerektiği ilkesine uygun düşmez (M. 13/1). Nitekim Anayasa Mahkemesinin
25.4.1974 günlü, K. 1974/12 sayılı kararında bu husus, ".millî
güvenlik" ve "kamu düzeni" uygulayıcıların kişisel görüş ve
anlayışlarına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de
keyfiliğe dek varabilir ve aşamalı uygulamalara yol açacak genel
kavramlardır." (AMKD. Sayı 12, Say : 152) biçiminde ifade edilmiştir.
Kaldı ki, temel hak ve özgürlüklerle ilgili genel ve özel
sınırlamalar "...demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı
olamaz..." (Anayasa M. 13/2). Tiyatro, sinema gibi sanat etkinlikleri
demokratik bir toplumda düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün vazgeçilmez
araçlarıdır. Sanat, sanatçının özgür olduğu, sanatsal etkinliklerin tehdit
altında bulunmadığı bir ortamda gelişebilir. Genel kavramlara dayanılarak,
görevlilerin görüşlerine ya da takdirlerine göre getirilen sınırlamalar güdümlü
sanat anlayışını getirir. Sanatta çağdaşlaşmaya, özgürlüklerin aşırı
sınırlandığı bir ortamda ulaşılamaz. Sanat ve sanatçının yaratıcı yeteneği,
ancak özgür ortamda gelişir. Başka bir deyişle "sınırsızlık"
sanatçıya yeni ufuklar açar.
Sonuç olarak, mahallin en büyük mülki amirinin, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğü, Anayasa düzeni, genel güvenlik, genel ahlak gibi
soyut kavramlarla polisçe verilecek rapora göre oyun oynatılan, temsil verilen,
film veya video bant gösterilen yerleri, eylemin suç olmaması halinde üç, suç
olması durumunda altı aylık sürelerle kapatabilmesi; Anayasanın 13.
maddesindeki, sınırlamaların Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak yasayla
yapılabileceği kuralına ve aynı maddenin genel ve özel sınırlamaların
demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı ilkesine ve
Anayasanın 26. maddesindeki "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir." biçimindeki kurala aykırı düşmektedir.
Anayasanın 9. maddesi, yargı yetkisinin, Türk Milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılacağını hükme bağlamıştır. Suçu belirlemek ve
ceza vermek etkinliğinin yargı yetkisi içinde olması gerekir. Yasada sayılan
yerlerin üç ya da altı aya kadar kapatılması veya faaliyetten men edilebilmesi
ceza niteliğinde bir uygulamadır. Polisçe kati delil elde edilmesi halinde,
merkezi yönetimde hiyerarşiye dayalı üst - as ilişkisi içinde yer alan mülkî
amirlerin, kapatma ya da faaliyetten men emri vermeleri, eylemin vasfının
belirlenmesi ile cezanın verilmesinin aynı makamca yapılması sonucunu doğurur.
Ayrıca, eylem suç oluşturmasa dahi sözkonusu yerlerin kapatılabilmesi veya
faaliyetten men edilebilmesi, yasanın suç saymadığı bir fiilden dolayı ceza
verilemez (Mad. 38) ilkesine aykırı düşer.
Açıklanan nedenlerle dava konusu bent hükmünün Anayasanın 9. ve
38. maddelerine de aykırı düştüğü görüşündeyim.
3233 sayılı Yasa'nın EK 1. MADDE'sinin ilk fıkrası; umumi ve umuma
açık yerlerle bu nitelikteki ulaşım araçlarında oyun ve temsil verilebilmesini
ve çeşitli gösteriler düzenlenebilmesini, o yerin en büyük mülki amirine en az
48 saat önceden başvuru yapılması koşuluna bağlanmıştır.
Bu fıkradan, bu tür gösterilerden emniyetin zamanında bilgi sahibi
olması ve oyunu ya da temsili izleme olanağı bulması amacının güdüldüğü akla
gelebilirse de, fıkrada "mülki amire müracaat" sözcüklerinin
kullanılması, bu tür oyun ya da temsiller verilebilmesinin "izin
sistemine" bağlandığı görüşünü kuvvetlendirmektedir.
Radyo, televizyon, sinema gibi yayım niteliğinde bulunmayan oyun
ve temsillerin verilebilmesinin en büyük mülki amirin iznine bağlanması,
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü düzenleyen Anayasanın 26. maddesine
aykırı düşer.
Maddenin "...Bunlardan, genel ahlâka, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne veya Anayasa düzenine aykırı olduğu tespit
edilenler, mahallin en büyük mülki amiri emriyle polis tarafından men edilir ve
ilgililer derhal adli mercilere sevk edilir." biçimindeki ikinci fıkrası
da, yukarıda 8. maddenin (D) bendiyle ilgili olarak açıkladığımız düşüncelerle
Anayasaya aykırı düşer. Bu maddede, (D) bendinden farklı olarak "eylemin
suç olarak tespiti" ve "ilgililerin derhal adli mercilere sevk
edilmelerinden" söz edilmesi, (D) bendiyle aralarında fazla bir ayrılık
yaratmaz.Çünkü genel ahlâk, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü,
Anayasa düzeni kavramları çok genel ve soyut niteliktedir. Her şeyin bu
kavramların içine sokulması mümkündür. Bu kavramlara karşı işlenen suçlarda
yargı organları bile, bilirkişilere başvurma zorunluğu duyarken, polisin bir
oyun ya da tiyatro yapıtında suç öğelerinin bulunduğunu saptayabilmesi ve
Anayasanın 64. maddesi uyarınca Devletin, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı
korumakla yükümlü kılındığı ülkemizde, sanat faaliyetlerinin en büyük mülkî
amirin emriyle men edilmesi ve sanatkârların adli mercilere sevk edilmeleri
Anayasanın özüne ve sözüne de aykırı düşer.
3233 sayılı Yasanın 4. maddesiyle değişik 2559 sayılı Yasanın 13.
maddesinin (G) bendinde; "Suçüstü halinde veya gecikmesinde mahzur bulunan
diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında
kuvvetli iz ve delil bulunan sanıkları" polisin yakalayacağı ve gerekli
kanunî işlemi yapacağı belirtilmektedir.
Yakalama, kişi özgürlüğünün yargıç kararına dayalı olmaksızın
geçici olarak, genellikle tutuklama amacıyla kaldırılmasıdır. Yakalama eza
yargılaması işlemi ve bir koruma önlemidir. Yakalamanın, kişi özgürlüğünü sınırlayan
en ağır koruma önlemlerinden biri olması nedeniyle koşulları Anayasada
gösterilmiştir.
Suçüstü hali, Ceza Yargılama Usulü Yasasının 127. maddesinde
tanımlanmıştır.
Bu bende göre hâkim kararı olmadan yakalamayı gerektiren bir aşka
neden, gecikmede sakınca bulunması durumudur.
Anayasanın kişi özgürlüğünü ve güvenliğini düzenleyen 19.
maddesinin ikinci fıkrasında, hâkim kararı olmaksızın özgürlüğün kısıtlan-lası,
başka bir deyişle sanığın geçici olarak yakalanması hali öngörülmüştür. Bu
fıkraya göre hâkim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun koşullarını yasa
gösterir. Aynı maddenin gerekçesinde "...Ceza Muhakemeleri Kanunumuzun 127
nci maddesinde olduğu gibi" denilmekle bu konuda düzenleme getirecek yasa
için, Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 127. maddesi örnek olarak gösterilmiş
ve her-îlde 127. maddedeki esaslara uygun bir düzenlemeye gidilmesi
öngörülmüştür.
İnceleme konusu kural, Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 127.
maddesinden ayrılmaktadır. 127. madde, ".Cumhuriyet savcısı veya derhal
amirlerine müracaat imkânı olmayan hallerde zabıta memurları, tutuklama
müzekkeresi kesilmesini müstelzim ve aynı zamanda tehirinde mazarrat umulan
hususlarda sanığı muvakkaten yakalayabilirler" kuralını içermektedir.
Ceza Yargılamaları Usulü Yasasında öngörülen "Cumhuriyet
savcısı veya derhal amirlerine başvurma olanağının bulunmaması" ve eylemin
"tutuklama müzekkeresi kesilmesini gerektirmesi" koşullarına dava
konusu (G) bendinde yer verilmemiştir. Buna karşılık "Suç işlendiğine veya
suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz ve delil bulunan
sanıkları" ibaresi eklenmiştir. Bu ibare, Ceza Yargılaması Usulü Yasasının
104. maddesinde tutuklama için aranan koşullar arasında sayılmaktadır. Ancak,
(G) bendinde tutuklama koşullarının öteki unsurları sayılmamıştır. Böylece,
işlediği suçun niteliği itibariyle tutuklanması gerekmeyen kişilerin de yakalanması
olanağı doğmaktadır. Halbuki 127. maddeye göre polisin yakalamaya yetkili
olabilmesi için aranan en önemli koşul, sanığın tutuklanmasını gerektiren,
başka bir deyişle 104. maddede sayılan koşulların tümünün olayda bulunması
gerekir. Hâkimler, tutuklama kararı verirken 104. maddede sayılan koşulların
bulunup bulunmadığını aramak durumundayken, bu bentle mahkemeye dahi verilmeyen
bir yetki polise verilmiş olmaktadır.
Öte yandan 127. maddede; "Meşhut cürüm sırasında rastlanan
veya meşhut cürümden dolayı takip olunan şahsın firarı umulur veya hemen
hüviyetini tayin mümkün olmazsa tutuklama müzekkeresi almaksızın dahi o şahsı
herkes muvakkaten yakalayabilir" denilmektedir. Görülüyor ki, Ceza
Muhakemeleri Usulü Yasasında açıkça "cürüm"den söz edilmektedir. Bu
maddeye göre kabahat nedeniyle bir kimse yakalanamaz. Halbuki, (G) bendi
"cürüm", "kabahat" ayırımı yapmaksızın, suçüstü halinde,
polis, suç işlendiğine dair hakkında kuvvetli delil bulunması ve gecikmesinde
sakınca olması koşuluyla para cezası ya da hafif hapis cezasını gerektiren bir
suç nedeniyle de sanığı yakalayabilecektir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle 3233 sayılı Yasayla değişik 2559
sayılı Yasanın 13. maddesinin (G) bendinin de Anayasanın 19. maddesine aykırı
bulunduğu görüşündeyim.
3233 sayılı Yasanın 7. maddesiyle getirilen EK MADDE 3 :
"Polis; aşağıdaki hallerde gerekli görülen kişilerden :
A) Devletin bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa düzeni ile
kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yaptığı suç soruşturmaları
sırasında ifadesine başvurulacak olanlara,
B) Vatandaşlık durumu ile bu Kanunun 17 nci maddesinde belirtilen
kimlik tesbiti yapılıncaya kadar,
Tespit edilmiş olan ikametgâh veya iş adreslerinden
ayrılmamalarını yazılı olarak isteyebilir.
Bunların, bulunabilecekleri yeni adreslerini bildirmeleri şartıyla
o yerden ayrılmalarına mahallin en büyük mülkî amirinin yazılı emriyle izin
verilir" biçimindedir.
Bu maddenin (A) bendinde sayılan suçlar nedeniyle ifadesine
başvurulacak olanların mutlaka "sanık" olmaları gerekmemektedir. Bu bende
göre polis, mağdur ya da tanıklardan da adreslerinden ayrılmamalarını
isteyebilecektir.
Maddede süre yönünden bir sınırlama getirilmemiştir. Soruşturmanın
uzun sürmesi halinde, adresten ayrılmama yasağı belki de aylarca
sürebilecektir. Her ne kadar, maddenin son fıkrasına göre, bu kişilerin
bulunabilecekleri yeni adreslerini bildirmeleri koşuluyla o yerden
ayrılmalarına, en büyük mülkî amirin emriyle izin verilebilecektir. Ancak izin,
takdire bağlı bir yetkinin kullanılmasıdır. Bu niteliği itibariyle izin vermeye
yetkili olan mülkî amirin, izin vermemesi de olasıdır,
Anayasanın 23. maddesine göre "Herkes, yerleşme ve seyahat
hürriyetine sahiptir.
.............................................
Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç
işlenmesini önlemek;
Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.
Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ülkenin ekonomik durumu,
vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle
sınırlanabilir."
Anayasanın 48. maddesinin birinci fıkrasına göre "Herkes,
dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir."
Dava konusu EK MADDE 3'e göre, polisin, Devletin bütünlüğü, genel
güvenliği ve Anayasa düzeni ile kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili
olarak yaptığı suç soruşturmaları sırasında ifadesine başvurulacak olanlarla;
vatandaşlık durumu ile bu Yasanın 17. maddesinde belirtilen kimlik saptaması
yapılıncaya kadar gerekli görülen kişilerden, ikamet ya da iş adreslerinden
ayrılmamalarını yazılı olarak isteyebilmesinin, bu durumdaki kişilerin seyahat,
yerleşme ve çalışma özgürlüğünü kısıtladığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Bu
kısıtlamanın Anayasaya uygun olabilmesi için Anayasaca öngörülen özel ve genel
kısıtlamalar gereğince yapılmış olması gerekir.
Anayasanın 48. maddesinde, çalışma özgürlüğüne ilişkin özel bir
sınırlama öngörülmemiştir.
Anayasanın 23. maddesinde ise konumuzla ilgili olarak yerleşme
özgürlüğü ancak, suç işlenmesini önlemek; seyahat özgürlüğü ise, suç
soruşturması ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek için yasayla
sınırlanabilmektedir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 153. maddesine göre, kamu
davasına gerek olup olmadığına karar vermek ve işin hakikatini araştırmak,
başka bir deyişle soruşturma yetkisi; 154. maddeye göre de kamu davası açmak
görevi, başka bir deyişle kovuşturma yetkisi savcılara aittir. Aynı Yasanın
156. maddesine göre polisin görevi ise, suçları aramakla ve olayın aydınlanması
için gerekli acele önlemleri almakla ve düzenledikleri belgeleri hemen
savcılığa göndermekle ya da savcılığın istediği tahkikatı yapmakla sınırlıdır.
Soruşturma ve kovuşturma temelde savcılık tarafından yapıldığına göre, polisin,
kişilerin seyahat ve yerleşme özgürlüğünü sınırlayabilmesi Anayasaya uygun
düşmez. Kaldı ki, Anayasanın 23. maddesinde özel olarak belirtilmediğine göre,
hâkim kararıyla da olsa, mağdurun, tanıkların ya da bilirkişinin "suç
soruşturması ve kovuşturması nedeniyle seyahat özgürlüğü
sınırlandırılamaz". Aksi yöndeki görüş "ceza sorumluluğunun
kişiselliği" ilkesiyle bağdaşmaz. Çünkü ifadesine başvurulacak kişilerin
seyahat, yerleşme ve çalışma özgürlüklerinin sınırlanması, sanık olmayan, suçla
ilişkileri bulunmayan kişiler açısından ceza niteliğine dönüşebilmektedir.
Bu madde, özgürlüklerin soruşturmanın esas sorumlusu savcının
istemi üzerine hâkim kararıyla değil, polisçe sınırlandırılabilmesine olanak
vermektedir. Böylece soruşturmanın asıl sahibine tanınmayan bir yetki polise
verilmektedir.
Dava konusu maddenin (A) bendinde sayılan kaçakçılık ve uyuşturucu
maddelerle ilgili olanlar ayrık tutulursa, Devletin bütünlüğü, genel güvenliği
ve Anayasa düzeniyle ilgili suçlar; Anayasanın 13. maddesinde yer alan ".
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, . millî güvenliğin, kamu
düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın
korunması" kavramları içinde düşünülebilir. Ancak, özgürlüklerin bu tür
genel kavramlarla sınırlandırılmasında Anayasanın sözüne ve ruhuna uyulması
zorunludur. Anayasa için esas olan, temel hak ve özgürlüklerin korunmasıdır.
Ayrıca, Anayasanın 13. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen,
temel hak ve özgürlüklerle ilgili, genel ve özel sınırlamaların,
"demokratik toplum düzeninin gereklerine" aykırı olamayacağı kuralı,
1961 Anayasasının öngördüğü "özgürlüklerin özüne dokunulamaz" ilkesini
içerdiği gibi, Cumhuriyetin, insan haklarına saygılı, demokratik, lâik ve
sosyal bir hukuk devleti olma biçimindeki temel niteliklerinin korunmasını da
gerekli kılar. Çünkü, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan ya da Anayasanın
öngördüğü temel hak ve özgürlükleri fiilen yararlanılmaz duruma getiren bir
uygulama "demokratik toplum düzeninin gereklerine" aykırı düşer.
Açıklanan nedenlerle 3233 sayılı Yasanın 7. maddesiyle getirilen
Ek 3. Maddenin Anayasanın 23., 48. ve 13. maddelerine aykırı olduğu görüşündeyim.
Sonuç olarak, dava konusu 3233 sayılı Yasanın 2. maddesiyle
değişik 2559 sayılı Yasanın 8. maddesinin (D) bendinin, 4. maddesiyle değişik
13. maddesinin (G) bendinin, EK MADDE 1 ile EK MADDE 3'ün Anayasaya aykırı
olduğu ve iptalleri gerektiği oyu ile verilen karara bu yönlerden karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
I- Dava konusu, 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 2 nci maddesi
ile değişik 2559 sayılı Kanunun 8 inci maddesi şöyledir :
"Madde 8.- Polisçe kati delil elde edilmesi halinde ve
mahallin en büyük mülkî amirinin emriyle;
A) Kumar oynanan umumi ve umuma açık yerler ile her çeşit özel ve
resmi kurum ve kuruluşlara ait lokaller,
B) Mevzuata aykırı bir şekilde uyuşturucu madde imal edilen,
satılan, kullanılan, bulundurulan yerler.
C) Mevcut hükümlere aykırı davranışları görülen genelevler,
birleşme yerleri ve fuhuş yapılan evler ve yerler,
D) Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa
düzenine, genel güvenliğine ve genel ahlâka zararı dokunacak oyun oynatılan,
temsil verilen, film ve video bant gösterilen yerler,
E) Derneklere, sendikalara, loca ve kulüplere, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile benzeri kurum ve kuruluşlara ait ve yalnız
üyelerinin yararlanması için açılan lokallerden birden fazla denetim sonunda ve
yazılı ihtara rağmen, iç yönetmeliğine aykırı faaliyet göstererek umuma açık
yer durumuna geldiği tespit edilenler,
F) Yürürlükte bulunan hükümlere aykırı olarak işletilen veya
konulan yasaklara uymayan, açılması izne bağlı yerler ile bu Kanunun 12 nci
maddesi hükümlerine uymadığı tespit edilen yerler,
Polis tarafından kapatılır ve/veya faaliyetleri men edilir.
Kapatma veya faaliyetten men'i gerektiren sebepler adlî
kovuşturmayı gerektiriyorsa soruşturma evrakı derhal adliyeye verilir.
Kapatmayı veya faaliyetten men'i icap ettiren sebepler mahkemeye
intikal ettirilecek hallerden ise altı ay, değilse üç aydan fazla kapatma veya
faaliyetten men'e karar verilemez.
Adlî ve idari kovuşturmanın her safhasında mülki amirin kapatma veya
faaliyetten men kararına karşı ancak idari yargı merciine başvurulabilir.
Soruşturma evrakı adliyeye tevdi edilen şahıslar hakkında
takipsizlik veya beraat kararı verilmesi veya kesin şekilde sahip değişikliği
hallerinde mahallin mülki amiri tarafından kapatılan yerin süresinden önce
açılmasına karar verilebilir."
Bu maddede belirtilen "yerler"in mahalli en büyük mülki
amirinin emriyle; polis tarafından üç-altı ay süre ile kapatılması veya
faaliyetlerinin men edilmesi bir çok temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması
sonucunu doğuran nispetsiz ve adaletsiz müeyyidedir.
Örneğin : 1) Büyük bir gazinonun bir köşesinde kâğıt oyunu
oynayanlar, oyunlarını gizlice kumara çevirmişlerse gazinonun mal sahibi,
müsteciri, çalışanlarının hiç bir dahli olmadığı halde gazino kapatılıp, bunlar
da mağdur edilecektir.
2) Uyuşturucu maddeyi bir müstahdem bulundursa, müşterilerden biri
kullansa; ticarethanenin sahibi, işleticisi ve çalışanlardan diğerlerinin hiç
bir ilgi ve iştiraki olmasa dahi ticarethane kapatılabilecektir.
3) Gezici bir tiyatro grubunun veya talebe topluluğunun taşrada
bir kahvehanede oynadığı oyunu veya verdiği temsili polis "genel ahlâka
zararı dokunacak" nitelikte gördüğünde, bu oyun ve temsilde hiçbir suç
unsuru bulunmasa dahi bunların oynandığı kahvehane, idare tarafından
kapatılabilecektir.
4) "Derneklere, sendikalara, loca ve kulüplere, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ile benzeri kurum ve kuruluşlara ait" ve
üye olmayanların da girmesinden başka mevzuata aykırı bir hal ve hareket
görülmeyen lokallerin de umuma açık yer sayılmasıyla yetinilmesi gerekirken
bunların da kapatılması veya faaliyetten men edilmesi öngörülmektedir.
Özet olarak, dava konusu kanunun 2 nci maddesini, Anayasanın
"Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik
toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında
kullanılamazlar" diyen 13 üncü maddesine, "Herkes kişi hürriyeti ve
güvenliğine sahiptir" diyen 19 uncu maddesine, "Herkes, düşünce ve
kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek hasma veya toplu olarak
açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi
olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar"
diyen 26. maddesine, 35 inci maddesinde belirtilen mülkiyet hakkına, 48 ve 49
uncu maddelerinde belirtilen çalışma ve sözleşme hak ve hürriyetlerine,
özellikle "ceza sorumluluğu şahsidir", "İdare, kişi
hürriyetlerinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz"
diyen 38 inci maddesine aykırı görmekteyim.
II- Mezkûr 3233 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (c) bendinde
bulunan "Polis, başkalarına saldırıya yeltenenleri ve kavga edenleri
yakalar" şeklindeki hükmü de, Anayasanın 19 uncu maddesindeki
"Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir. kimse hürriyetinden
yoksun bırakılamaz" kurallarına aykırıdır. Çünkü, yakalama ve tutuklama
yapılabilecek halleri ve şartları Anayasa teker teker saymıştır. Saldırıya
yeltenenleri ve kavga edenleri önlemek, engellemek polisin doğal görevi içinde
ise de, her saldırıya yeltenen ve kavga eden suç işlemiş olmaz. Hatta takibi
şikayete bağlı suçlar içinde yakalama imkânını Anayasa doğrudan polise
vermemiş; bilâkis yasaklamıştır. Anayasanın yakalamaya imkân tanıyan haller ve
şartlar içinde Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu, Meşhut Suçların Muhakeme Usulü
Kanunu, bu Kanunun 4 üncü maddesinin diğer bent ve fıkraları yeterince hükümler
içermektedir. Onun için Anayasaya aykırı olan bu hükmün de iptali gerekirdi.
III- 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle kabul
edilen Ek 3 üncü madde şöyledir :
"Ek Madde 3.- Polis, aşağıdaki hallerde gerekli görülen
kişilerden;
A) Devletin bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa düzeni ile
kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yaptığı suç soruşturmaları
sırasında ifadesine başvurulacak olanlara,
B) Vatandaşlık durumu ile bu Kanunun 17 nci maddesinde belirtilen
kimlik tespiti yapılıncaya kadar,
Tespit edilmiş olan ikametgâh veya iş adreslerinden
ayrılmamalarını yazılı olarak isteyebilir.
Bunların bulunabilecekleri yeni adreslerini bildirmeleri şartıyla
o yerden ayrılmalarına, mahallin en büyük mülkî amirinin yazılı emriyle izin
verilir."
"Suç soruşturmaları sırasında ifadesine başvurulacak
olanlar"dan tanık, mağdur ve bilirkişilerin adreslerinden ayrılmamasını
polisin isteyebilmesi, kişi hürriyeti ve güvenliğine de, yerleşme ve seyahat
hürriyetine de, çalışma ve sözleşme hürriyetine de aykırıdır : Anayasaya göre,
"suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kimseler ... en geç kırksekiz
saat ve toplu olarak işlenen suçlarda en çok onbeş gün içinde hâkim önüne
çıkarılır"ken tanık, bilirkişi veya mağdurun adreslerinden ayrılmamasını
sınırsız ve belirtisiz bir süre ile polisin isteyebilmesinin Anayasaya
aykırılığı uzun boylu açıklamaya gerek göstermeyecek kadar ortadadır.
"Tespit edilmiş olan ikametgâh veya iş adresi" deyimi
ile ne anlatılmak istenmekte, ne amaçlanmakta, neyin sağlanması
düşünülmektedir. Geçici olarak bulunduğu yerde bir olayın tanığı veya mağduru
olan kişi olayın vukubulduğu geçici adresinden mi ayrılmayacaktır' Sürekli
bulunduğu adresinden ayrılmaması istenecekse, bu ağır hak ve hürriyet
sınırlamasına karşı tanık ve sanıkların yüzleştirilmesi, olay yerinde keşif vs.
bakımından, gerekçe ve TBMM. görüşmelerinde belirlendiği gibi sürat temin etmek
mümkün müdür' Artırılabilecek bu sorular cevapsız kalmaya mahkûmdur.
Maddenin son fıkrasıyla "Mahallin en büyük mülkî amirinin
yazılı emriyle izin veril"mesi de çoğunluk kararında belirtildiği gibi
kanımca zorunlu olmayıp idareye geniş takdir yetkisi tanımaktadır.
Kısaca, bu Ek 3 üncü maddeyi de Anayasanın, metinlerini yukarıda
belirttiğim 13, 23, 38 ve 48 inci maddeleri hükümlerine aykırı görüyorum.
Başlıca bu nedenlerle kararın ilgili kısımlarına karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
3233 sayılı Kanun'un 5. maddesiyle, Polis Vazife ve Selahiyet
Kanunu'nun 15. maddesine eklenen fıkrayı, Necdet Darıcıoğlu'nun karşı-oy
yazısında belirtilen gerekçelerle, Anayasa'ya aykırı görmediğimden, bu fıkranın
iptaline ilişkin çoğunluk kararına katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
25 Haziran 1985 günlü, 18792 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan
4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddelerin Eklenmesi Hakkında
16.6.1985 günlü ve 3233 sayılı Kanunun tüm hükümlerinin, Anayasanın kimi
hükümlerine aykırılığı ileri sürülerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin 93 üyesi
tarafından açılan iptal davası hakkında Anayasa Mahkemesince verilen 26111986
günlü, Esas : 1985/8, Karar: 1986/27 sayılı kararında yer alan ve iş bu
Kanun'un 1. maddesiyle 2559 sayılı Kanun'un 5. maddesine eklenen (F) bendinin
Anayasaya aykırı olmadığına ilişkin olarak Üye Sayın Necdet DARICIOĞLU'nun
karşıoy yazısının II-A paragrafında belirtilen görüş ve gerekçeye katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
4.7.1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet
Kanunu'nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler
Eklenmesi Hakkındaki, 16.6.1985 günlü ve 3233 sayılı Kanunun Ek 3. maddesi
aynen şöyledir :
"Ek Madde 3.- Polis; aşağıdaki hallerde gerekli görülen
kişilerden;
A) Devletin bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa düzeni ile
kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yaptığı suç soruşturmaları
sırasında ifadesine başvurulacak olanlara,
B) Vatandaşlık durumu ile bu kanunun 17 nci maddesinde belirtilen
kimlik tesbiti yapılıncaya kadar,
Tesbit edilmiş olan ikametgâh veya iş adreslerinden
ayrılmamalarını yazılı olarak isteyebilir.
Bunların, bulunabilecekleri yeni adreslerini bildirmeleri şartıyla
o yerden ayrılmalarına, mahallin en büyük mülkî amirinin yazılı emriyle izin
verilir" denilmektedir.
Maddenin (A) bendi, Devletin bütünlüğü, genel güvenliği ve Anayasa
düzeni ile kaçakçılık ve uyuşturucu maddelerle ilgili olarak yaptığı suç
soruşturmaları sırasında polisin ifadelerine başvurulacak olanların saptanan
ikametgâh ve iş adreslerinden ayrılmamalarını yazılı olarak isteyebileceğini
öngörmektedir.
Bu bentte sayılan suçlar nedeniyle ifadesine başvurulacak
olanların mutlaka sanık olmaları gerekmez. Polis, mağdur ya da tanıklardan da
Ek Madde 3 uyarınca adreslerinden ayrılmamalarını isteyebilir. Nitekim
gerekçede de "özellikle toplu suçlarda faillerin tesbiti ve olayların
aydınlatılması için sanık, şahit veya mağdur durumdaki kişilerin gözaltında
tutma süresi içinde yeniden ifadelerine başvurma zarureti doğmaktadır"
denilmek suretiyle bu husus açıkça belirtilmiştir.
Maddenin (B) bendinde, "vatandaşlık durumu ile bu Kanunun 17
nci maddesinde belirtilen kimlik tesbiti yapılıncaya kadar" denilmektedir.
Vatandaşların kimliklerinin belirlenmemesi durumunda yapılacak
işlem, 2559 sayılı Kanunun 17. maddesiyle Nüfus Kanunu'nda gösterilmiştir.
Yabancıların kimliklerinin saptanamaması durumunda ise, Polis
Vazife ve Selahiyet Kanununda, Pasaport Kanununda, yabancıların Türkiye'de
İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki Kanunlarda hükümler mevcuttur.
Ek Madde 3, yasağın süresi konusunda bir kural koymadığı gibi, bu
gereğin ortadan kalkması halinde, polisçe bunun ilgiliye bildirileceği yolunda
bir hüküm de getirmemiştir. Böylece değil sanık, mağdur ve tanık durumunda
bulunan ve yasalara saygılı olan vatandaşlar dahi, süresiz bir yasağın
tedirginliği içinde yaşayacak demektir.
(A) ve (B) bentlerinde belirtilen durumlarda, polis ilgililerin
ikametgah ya da işyeri adresinden ayrılmamalarını isteyebilecektir. Şayet
ikametgâh ya da iş adresi suçun işlendiği yerden başka bir yerse, örneğin; bir
kimse geçici olarak bulunduğu bir kentte maddede sayılan suçlardan birisinin
tanığı olmuşsa, hakkında böyle bir yasak koymanın hiç bir yararı olmayacaktır.
Zira, gerekçede belirtildiğine göre maddenin amacı, yüzleştirme ve teşhistir.
Eğer, "ikametgâh veya iş adresi"nden maksat,
soruşturmanın yapıldığı ya da kimliği saptanamayan kişinin yakalandığı yer ise,
madde daha da ağır bir kısıtlama getiriyor demektir. Çünkü, bir rastlantı eseri
herhangi bir olaya tanık olan ya da her nasılsa nüfus kaydı yapılmayan bir
kimse, kendi yaşadığı ve işini kurduğu bir kent dışında günlerce beklemek
zorunda kalacaktır.
Anayasa'nın 38. maddesinin sekizinci fıkrasında "idare, kişi
hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz"
denilmektedir. Burada, idare seyahat özgürlüğünün kısıtlanması sonucunu doğuran
bir yasak koyduğuna göre, sözü edilen kuralın Anayasa'nın 38. maddesine
aykırılığından başka, seyahat, yerleşme ve çalışma özgürlüklerini de bir ölçüde
kısıtlamaktadır.
Anayasa'nın 12. maddesine göre, herkesin sahip olduğu kişiliğine
bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez nitelikteki temel hak ve
özgürlüklerinden herhangi birisinin Anayasa'da gösterilen sebeplerle de olsa
kayıtlanabilmesi için ortada ciddi ve kaçınılmaz durumların varlığı gerekir.
Herhangi bir nedenle kimliği veya vatandaşlık durumu henüz saptanamamış olan
kişinin bu hali, onun temel hak ve hürriyetlerinden olan yerleşme, seyahat ve
çalışma hürriyetlerini kısıtlamak için yeterli bir sebep değildir.
Demokratik toplum düzeninin gerekleri dikkate alındığında, sözü
edilen özgürlüklerin, geçici bir süreyle kısıtlandığı, bunun bir müeyyidesi
bulunmadığı, herzamaniçin en büyük mülkî amirden yasağın kaldırılması
yolunda izin alınabileceği düşünülürse, getirilen kısıtlamaların yerleşme,
seyahat ve çalışma özgürlüklerini kullanılmaz duruma getirmediği iddiası da
bize göre varit sayılamaz.
Açıklanan nedenlerle, soyut kavramlarla polise dilediği şahısları
ikametgâhında tutma, çalışma ve seyahat özgürlüklerini kısıtlama imkânını veren
sözü edilen maddenin iptali gerekeceği inancıyla çoğunluk görüşüne katılmadım.
KARŞIOY
YAZISI
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkındaki 3233 sayılı
Kanunun 2. maddesinin (D) bendi ve Ek 3. maddesi ile ilgili olarak, Sayın üye
Yılmaz Aliefendioğlu'nun karşıoy yazısında açıkladığı gerekçelerle çoğunluk
görüşüne katılmıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Esas hakkındaki kararın, 16.6.1985 günlü, 3233 sayılı Kanunun 1.
ve 5. maddeleriyle 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 5.
maddesine eklenen (F) bendine ve 15. maddesine eklenen fıkra ile ilgili
bölümlerine katılmayış nedenlerim, Sayın Necdet Darıcıoğlu'nun Karşıoy
Yazısı'nın II. bölümünde açıkladığı nedenlerdir. Bunun için ayrıca Karşıoy
Yazısı yazmaya gerek görmeden bu gerekçeye katılıyorum.