ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı : 1986/11
Karar Sayısı : 1986/26
Karar Günü : 4/11/1986
R.G. Tarih-Sayı :22.02.1987-19380
İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi Anamuhalefet
Partisi (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) Meclis Grubu adına Grup Başkanı Aydın
Güven Gürkan.
İPTAL DAVASININ KONUSU : 15/1/1986 günlü, 18989 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan 9/1/1986 günlü ve 3255 sayılı "Türk Ceza Kanununun
175., 176., 177. ve 178 inci Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun"un
1. ve 2. maddeleriyle değiştirilen Türk Ceza Kanununun 175. ve 176.
maddelerinin Anayasanın Başlangıç hükümleri ve 2., 10., 13., 14., 24. ve 174
üncü maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline, iptal halinde Yasanın diğer
hükümleri işlemez hale geleceğinden tümünün iptal edilmesine karar verilmesi
isteminden ibarettir.
II- METİNLER :
A- İptali İstenen Yasa Kuralları :
Türk Ceza Kanunu'nun 175, 176, 177 ve 178 inci Maddelerinin
Değiştirilmesine Dair 9/1/1986 günlü ve 3255 sayılı Kanun'un, dava konusu 1. ve
2. maddeleri ile dolaylı olarak iptali istenen öteki maddeleri şöyledir :
Madde 1- Türk Ceza Kanununun 175 inci maddesi aşağıda yazılı
olduğu şekilde değiştirilmiştir.
Madde 175- Her kim semavî dinlerden birine ait dinî işlerin yahut
ibadet ve ayinin yapılmasını men veya ihlâl ederse altı aydan bir yıla kadar
hapis ve beşbin liradan yirmibeşbin liraya kadar ağır para cezası ile
cezalandırılır.
Eğer bu fiilin işlenmesi sırasında cebir, şiddet, tehdit veya
hakaret vaki olmuş ise, fail bir yıldan iki yıla kadar hapis ve onbin liradan
ellibin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Her kim Allah'a veya semavî dinlerden veya bu dinlerin
peygamberlerinden veya mukaddes kitaplarından veya mezheplerinden birine
hakaret ederse; bir kimseyi dinî inançlarından veya mensup olduğu dinin
emirlerini yerine getirmesinden veya yasaklarından kaçınmasından dolayı kınar,
tezyif veya tahkir eder yahut alaya alırsa altı aydan bir yıla kadar hapis ve
beşbin liradan yirmibeşbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Üçüncü fıkrada yazılı suçlar basın, yayın yolu ile işlenirse, ceza
bir misli artırılarak hükmolunur.
Birinci fıkrada yazılı suçların basın ve yayın yolu ile teşvik ve
tahrik edilmesi halinde aynı ceza uygulanır.
Madde 2- Türk Ceza Kanununun 176 ncı maddesi aşağıda yazılı olduğu
şekilde değiştirilmiştir.
Madde 176- Her kim semavî dinlerden birini tahkir maksadı ile bu
dinlerce kutsal sayılan mabedleri, mezarları, buna benzer yerleri veya bu
yerlerdeki eşyayı yıkar, bozar veya diğer bir suretle zarar verirse bir yıldan
üç yıla kadar hapis ve yirmibin liradan yüzbin liraya kadar ağır para cezası
ile cezalandırılır.
Semavî din görevlilerinin görevleri esnasında veya görevlerini
yapmalarından dolayı kendilerine karşı bir cürüm işlendiği takdirde bu cürümün
kanunen belli olan cezası altıda bir oranında artırılarak hükmolunur.
Madde 3- Türk Ceza Kanununun 177 nci maddesi aşağıda yazılı olduğu
şekilde değiştirilmiştir.
Madde 177- Her kim ibadethanelerde, bunların müştemilatında veya
külliyelerinde mevcut tezyinat, demirbaş ve mütemmim cüzleri veya benzeri
eserleri yahut kabristanlardaki mahkûkatı bozar, mezarları tahrip ederse bir
yıldan üç yıla kadar hapis ve onbin liradan ellibin liraya kadar ağır para
cezası ile cezalandırılır.
Bunlardan birini her ne suretle olursa olsun kirletenler üç aydan
bir yıla kadar hapis ve beşbin liradan yirmibeşbin liraya kadar ağır para
cezası ile cezalandırılır.
Madde 4- Türk Ceza Kanununun 178 inci maddesi aşağıda yazılı
olduğu şekilde değiştirilmiştir.
Madde 178- Bir kimse, bir ölünün naaş ve kemikleri hakkında
hakaret yapar veya tahkir maksadıyla veya meşru olmayan diğer bir maksatla
birinin naaşım yahut kemiklerini alırsa, üç aydan bir yıla kadar hapis ve
beşbin liradan yirmibeşbin liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır.
Bunların dışında, her kim bir ölünün naaşım tamamen veya kısmen
alır veya ruhsat almaksızın bir naaşı mezardan çıkarır yahut kemiklerini
alırsa, iki aydan altı aya kadar hapis ve beşbin liradan yirmibeşbin liraya
kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Eğer bu cürüm kabristanda veya ölü gömülmeye veya muhafazasına
mahsus diğer yerlerde görevli olan yahut kendilerine naaş ve kemikler tevdi
olunan kimseler tarafından işlenirse, yukarıda yazılı cezalar bir misli
artırılarak hükmolunur. .
B- Dayanılan Anayasa Kuralları :
"Başlangıç
Ebedi Türk vatan ve milletinin bütünlüğüne ve kutsal Türk
Devletinin varlığına karşı, Cumhuriyet devrinde benzeri görülmemiş bölücü ve
yıkıcı kanlı bir iç savaşın gerçekleşme noktasına yaklaştığı sırada;
Türk Milletinin ayrılmaz parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin,
milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 Harekâtı sonucunda, Türk
Milletinin meşru temsilcileri olan Danışma Meclisince hazırlanıp, Milli
Güvenlik Konseyince son şekli verilerek Türk Milleti tarafından kabul ve tasvip
ve doğrudan doğruya O'nun eliyle vazolunan bu ANAYASA :
- Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman
Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılâp ve ilkeleri
doğrultusunda;
- Dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak; Türkiye Cumhuriyetinin ilelebet varlığı, refahı, maddî ve manevî
mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
- Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız
Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmağa yetkili kılınan
hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun
icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
- Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak
Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;
- Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk millî menfaatlerinin, Türk
varlığının Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve
manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve
medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği
kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılmayacağı;
- Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve
hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
- Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî
sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin
hak ve hürriyetine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik
duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde,
huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
- FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde
saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan
ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."
"Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
"Madde 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
"Madde 14- Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri,
devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve
Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel h(ak ve
hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini
veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak
veya dil, ırk, din ve mezhep ayırımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu
kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenini kurmak amacıyla
kullanılamazlar.
Bu yasaklara aykırı hareket eden veya başkalarım bu yolda teşvik
veya tahrik edenler hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.
Anayasanın hiçbir hükmü. Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri
yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde
yorumlanamaz."
"Madde 24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine
sahiptir.
14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî
âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve
öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin
talebine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukukî temel
düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz."
"Madde 174- Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş
uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik
niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının,
Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin,
Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz :
1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2. 25 Teşrinisani 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı
Hakanda Kanun;
3. 30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle
"ürbelerin Şeddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve
İlgasına Dair Kanun;
4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle
kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî
nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkanın Kabulü
Hakkında Kanun;
6. 1 Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin
Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
7. 26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa
gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun".
III- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 15. maddesi uyarınca Başkan-vekili
Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Kenan Terzioğlu, Yılmaz Aliefendioğlu, Yekta
Güngör Özden, Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Selâhattin Metin, Servet TÜZÜN,
Mustafa Şahin ve Adnan Kükner'in katılmalarıyla 27/3/1986 gününde yapılan ilk
inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV- ESASIN İNCLENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, iptali istenilen yasa
hükümleri, dayanılan Anayasa kuralları, bunlarla ilgili yasama belgeleri ve
konu ile alakalı öteki metinler, okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A- Türk Ceza Kanunu'nun 3255 sayılı Yasayla değişik 175.
maddesinin Anayasaya aykırılığı sorunu :
1- Anayasanın Başlangıcı, 2. ve 24. maddeleri yönünden :
Türk Ceza Kanunu'nun hürriyet aleyhine cürümler babının ikinci
faslında yer alan 175. maddesinin ilk fıkrası hükmüne göre, semavî dinlerden
birine ait dini işlerin yahut ibadet ve ayinin yapılmasının men veya ihlali
eylemleri, ikinci fıkrasında bu suçun cebir, şiddet, tehdit veya hakaretle vaki
olmuş vasıflı türü, maddeye 3255 sayılı yasayla eklenmiş bulunan üçüncü fıkra
hükmüyle de Allah'a veya semavî dinlerden veya bu dinlerin Peygamberlerinden
veya mukaddes kitaplarından veya mezheplerinden birine hakaret, bir kimseyi
dini inançlarından, dinin emirlerini yerine getirmesi veya yasaklarından
kaçınmasından dolayı kınamak, tezyif veya tahkir etmek yahut alaya almak
fiilleri suç sayılmış, bu fıkrada yazılı suçların basın ve yayın yoluyla
işlenmesi dördüncü fıkra hükmüne göre cezayı ağırlaştıran bir sebep olarak
kabul edilmiş ve son fıkrasıyla da semavî dinlerden birine ait dini işlerin
yahut ibadet veya âyin yapılmasının men ya da ihlalinin basın ve yayın yoluyla
teşviki ve tahriki eylemleri cezalandırılmaktadır.
Birinci fıkradaki suçun maddi unsurunu, dini işlerin yahut ibadet
ve âyinin icrasının men veya ihlali fiilleri oluşturmaktadır.
Dini işler, âyin veya ibadet dışında kalan ve bir din adamının da
hazır bulunması suretiyle yapılması gereken işler, âyin veya ibadet ise bir din
veya mezhebin koyduğu kurallar içerisinde cereyan eden kimi faaliyetler olarak
kabul edilmektedirler.
Maddede yer alan suçun manevî unsurunu, faalin semavî dinlerden
birine ait din işlerini yahut ibadet ve âyini men veya ihlal kastı ile hareket
etmesi teşkil eder. 3255 sayılı yasayla yapılmış olan değişiklikten önce, bu
suçun teşekkülü bakımından, suçu bilerek ve isteyerek işlemek iradesi olarak
tanımlanan genel kast yanında dini işleri, ibadet ve âyin icrasını men ya da
ihlalin dini tahkir gibi bir saikle (özel kast) işlenilmiş olması öngörülmüş bulunmakta
idi.
Önceki şekliyle maddede yer alan "devletçe tanınmış olan
dinler" kavramı yerine dava konusu yeni düzenlemede "semavî
dinler" kavramı getirilmiştir. Bu durumda maddenin getirdiği hukuki
himayeden sadece semavî dinler ve bu dinlerin mensupları
yararlanabileceklerdir.
2- Semavî din - semavî olmayan din kavramlarının kısa açıklaması :
a) Semavî din kavramı :
İslâm bilginlerince bazı ölçüler esas alınmak suretiyle dinler,
hak din - batıl din, semavî din - gayri semavî din gibi bir ayrıma da tabi tutulmuşlardır.
Semavî sözcüğü, semaya mensup, yani gök ile ilgili, Allah'tan olan, Allah'a
mensup, Tanrıyla ilgili, ilahi, Allah'ın işi, insan eseri olmayan, vahiyle
gelmiş bulunan anlamına gelmektedir. Bu belirlemelere göre ilahi bir kaynaktan
doğan, bir Allah'a iman esasına dayanan Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık
İslâmi anlayışa göre semavî din olarak kabul edilmektedir.
Dinler tarihi, semavî olmayan dinleri ise ilkel kabile dinleri,
milli dinler, evrensel dinler olmak üzere üç kategoride toplamıştır.
Din, "Allah'a inanma ve bağlanma", "insanların bir
veya bir kaç tanrıya inanç ve bağlanışlarıyla kurdukları düşünce ve davranma
düzeni", "Allah ile kul ve kullar arasındaki münasebetleri tanzim
eden nizam, iman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenabı Hak tarafından teklif
olunan hak ve hakikat kanunlarının toplamı", "inanç, töre, gelenek
insanın kaderini bağlı gördüğü üstün bir güç veya ilkeye inancı, bu inancın
sonucu olan ve bir yaşama kuralı yaratabilecek zihni ve ahlaki tutum" olarak
anlaşılmakta, kimi bilim adamlarınca da din "insanın kutsal saydığı
şeylerle ilişkisi", "ruhi varlıklara inanç", "mutlak itikat
duygusu...", "en yüksek içtimai değerlerin şuuru" olarak
açıklanmaktadır.
Genellikle bir dinde Tanrı kavramı başta olmak üzere inanç,
ibadet, ahlak, kutsal kitap, vahiy-ilham, peygamber-kurucu ve cemaat söz
konusudur. Bu unsurlar gözönünde tutulmak suretiyle din; "bir cemaatin
sahip olduğu kutsal kitap, peygamber veya kurucu ve tanrı kavramını da içinde
bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yapılan ibadet, yerine
getirilmeye çalışılan ahlaki kurallar bütünü" olarak tanımlanmaktadır.
b) Semavî olmayan din kavramı :
Semavî olmayan dinlerin bir kategorisini oluşturan ilkel kabile
dinleri, genellikle o kabilenin adıyla anılır. Bu dinlerde de yaratıcı bir
Tanrı, yüce bir varlık inancı vardır. Ancak bu varlığı tasavvur şekilleri
farklıdır. Bu yüce varlık hükmeder veya daha aşağı derecede bulunan ruh ve
tanrıları yönetir. O insanların ve her şeyin yaratıcısıdır, ona ancak büyük
felaketlerde başvurulur. Kabile üyesinin başka bir dini seçme şansı yoktur.
Güney Sudan'da yaşayan Dinka'ların Dinka dini, Japonya'nın kuzeyindeki adalarda
yaşayan Ainu'ların Ainu dini, Güney pasifik adalarında yaşayan
Polinezya'lılardan Maori diye adlandırılanların bir kesiminin inandığı Maori
dini ile Gana'nın başkenti yakınlarında yerleşik Ga'ların inandıkları Ga dini
ilkel kabile dinlerinin yaşayanlarındandır.
Milli dinler genelde bir topluluk veya bir millete ait olan
dinlerdir. Konfüçyus dini, Tao dini, Zerdüşt dini, Şinto dini ve Hindu dini
milli karakterli dinlerdir.
Evrensel dinler Budizm ve Jainizm dinleridir. Gayri semavî sayılan
bu dinlere inanan ya da itikat edenlerin sayısı semavî dinlere inananlardan az
değildir. Bu dinlerin bir çoğu önemli ölçüde yazılı kaynaklara da sahip
bulunmaktadırlar.
İptal davasına konu edilen maddelerin getirdiği hukuki himayeden
Tanrı ile olan münasebeti belirli bir biçimde düzenlenmiş sisteme sahip ve
cemaati olan din ve itikatlar yararlandığına göre gayri semavî dinler ile itikatların
tamamını sistemsiz inançlar olarak görmek doğru sayılamaz. Din özgürlüğüne
karşı işlenen cürümlerde korunmak istenilen hukuki yarar bizatihi din değil,
kişinin dini inanç ve din duyguları olduğuna göre 175. maddenin eski metninde
yer alan, kamu ve devlet düzenine aykırı olmayan, kanunların açıkça
yasaklamadığı dinler şeklinde anlaşılan "devletçe tanınan dinler"
ibaresi yerine "semavî dinler" kavramının getirilmiş bulunması 175.
maddenin uygulama alanını oldukça sınırlamış, kimi din ve itikatların bu yolla
tesis edilmiş bulunan hukuki himayenin dışında kalmaları sonucunu doğurmuştur.
3- Lâiklik kavramı :
Dava dilekçesinde bu maddeye ilişkin Anayasaya aykırılık iddiası
Anayasanın 2. maddesinde yer alan Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğiyle
başlangıcında yer alan yine lâiklikle alakalı bölümlere dayandırılmış bulunduğu
cihetle lâiklik ve bu ilkenin Anayasadaki yeri ve anlamı üzerinde kısaca durmak
gerekmektedir :
Batıda doğmuş ve gelişmiş olan lâiklik anlayışı, pozitif bir hukuk
kuralı olarak Anayasa hukukumuza 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunumuzun
Cumhuriyetin niteliklerini belirleyen 2. maddesinde 5/2/1937 günlü, 3115 sayılı
Kanun ile yapılmış olan değişiklikle girmiş bulunmaktadır.
Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarında,
başta Atatürk olmak üzere Türk devrimlerini gerçekleştiren aydınların din ile
devlet işlerini birbirinden ayırmak, dinin devlet hayatına müdahalesini
kesinlikle bertaraf etmek gibi çağdaş bir düşünce ve ihtiyacın eseri olan
lâiklik, toplumun her alanda kalkınması ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması
yolundaki her türlü çabayı engelleyecek nitelikteki bir dünya görüşünü etkisiz
hale getirecek çare olarak düşünülmüş ve benimsenmiştir.
Lâiklik kavramının değişik ülkelerde, çeşitli dönemlerde
birbirinden farklı anlamlarda kullanıldığı hatta aynı ülkede aynı dönemlerde
din ve devlet ilişkileri konusuna birbirinden farklı bakan kimselerin konuyu
kendi anlayışları ya da siyasal tercihlerine göre yorumladıkları görülmektedir.
Lâiklik üzerinde herkesin kolayca anlaştığı tek ve genel bir tanımlamanın
yapılamayışının daha başka sebepleri de vardır.
Lâiklik sadece felsefî ve ideolojik bir kavram değildir, hayata
geçirilen bir ilkedir. Böyle olunca da, uygulandığı ülkenin dini, siyasi ve
sosyal şartları, lâiklik anlayışını etkilemektedir. Kurtuluş Savaşı sonrası
teokratik yapısını terk ederek çeşitli reform hareketleriyle demokratik
cumhuriyet düzenini kabul etmiş ve büyük çoğunluğu Müslüman olan toplumumuzda
Anayasamıza göre lâiklik batı dünyasındaki anlamından kısmen farklı bir biçimde
ele alınmıştır.
Anayasanın 2. maddesinde yer alan ve Türkiye Cumhuriyetinin
niteliklerinden birini belirlemekte olan lâiklik ilkesi; Anayasa Mahkemesinin
konuyla ilgili olarak 1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde verdiği 21/10/1971
günlü 53/76 sayılı kararında, Türk toplumu açısından lâikliğin anlamının
saptanabilmesi için Anayasanın Başlangıç bölümü ile 2., 19., 153. ve 154.
maddelerinde yer alan esasların her halde gözönünde tutulması gereğine işaret
edildikten sonra, "Anayasanın 153. maddesinde, bu Anayasanın hiçbir
hükmünün Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye
Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, madde metninde
gösterilmiş devrim kanunlarının, bu Anayasanın halkoyuyla kabul edildiği
tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu şeklinde
anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağı belirlenerek böylece lâik devlet
düzeninin korunması hedef tutulmuş bulunmaktadır. 1961 Anayasasıyla güdülen ana
erek Başlangıç bölümünde (Türk ulusunun daima yücelmesi) ve 153. maddesinde ise
(Türk ulusunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi) biçiminde saptanmıştır. Bu
esasların Anayasada yer alması, az önce açıklanan, ana ereğe varılmasını
engelleyebilecek veya zorlaştırabilecek nitelikte hiçbir hak ve özgürlüğün
Anayasada tanınmamış olduğunu, Anayasada benimsenmiş lâiklik düzenine ilişkin
kuralların ancak bu ana ereği gerçekleştirme doğrultusunda yorumlanabileceğini,
bu ana ereği Anayasada öngörülen bir çok sınırlandırmaları zorunlu kılan bir
neden, daha açıkçası Anayasada benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir
düşünce olduğu" vurgulanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında kabul edilmiş olan lâiklik
ilkesinin esasları da aynı kararda;
a) Dinin, devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını
benimseme,
b) Dinin, bireyin manevi hayatına ilişkin olan dini inanç
bölümünde aralarında ayırım gözetilmeksizin sınırsız bir hürriyet tanımak
suretiyle dini anayasa güvence altına alma,
c) Dinin, bireyin manevî hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve
çıkarlarını korumak amacıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye
kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklama,
ç) Devlete, kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dini
hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanıma;
şeklinde özetlenmiştir.
Lâiklik ilkesi 1982 Anayasasının 1961 Anayasasından pek az
değişikliklerle devraldığı bir ilkedir. Şöyle ki; 1982 Anayasasında da devletin
lâiklik niteliği aynen korunmuş, din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin olarak 1961
Anayasasının 19. maddesindeki din öğreniminin ihtiyariliği dışında kalan
esaslara, 1982 Anayasasının 24. maddesinde yine yer verilmiş, 1961 Anayasasının
153. maddesindeki inkılâp kanunlarının korunmasına ilişkin hüküm, 174. madde
olarak yeni Anayasaya aynen aktarılmış ve Anayasanın Başlangıç bölümünde 1961
Anayasasından daha da ileri gidilerek "lâiklik ilkesinin gereği kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya karıştırılmayacağı" açıklanmış
olduğuna göre, Anayasa Mahkemesinin 1961 Anayasasının yürürlükte bulunduğu
dönemde verdiği kimi bölümleri yukarıya aynen alınmış olan kararda lâiklik
konusunda vardığı tüm sonuçların bu gün için de bütünüyle geçerliliğini
koruduğunda duraksamaya yer yoktur.
Anayasanın Başlangıç bölümü ile 2. maddesinde yer alan lâiklik
ilkesiyle 24. maddesindeki din ve vicdan özgürlüğüne aykırılık savına ilişkin
olarak iptal isteminin gerekçesinde; Dinleri ve inanç sahiplerini, "semavî
dinler ve onlara inananlar" ile "semavî olmayan dinler ve onlara
inananlar" olarak ikiye ayırmak, semavî dinleri, bunlara inananları bu
dinlerin mukaddes kitaplarını ve peygamberlerini çeşitli tecavüzlere karşı
korurken semavî olmayan din, inanç ve itikatları himaye dışı bırakarak kişileri
inançlarına göre farklı muameleye tabi tutmanın devletin lâiklik niteliğiyle
bağdaşmayacağı ileri sürülmüştür. 3255 sayılı Kanuna ait yasa teklifi
gerekçesinde ayrıntıya girilmeden, değişiklik teklifinin, maddeye uygulamada
işlerlik kazandırmak amacıyla yapıldığı yazılıdır.
Modern devlette din, kimi haklara sahip olmanın bir şartı
değildir. Günümüzde devlet, vicdan hürriyetine olabildiğince saygılı,
bünyesinde çeşitli din ve mezheplere inananlara ve bunlara ait teşekküllere yer
veren bir kurumdur. Lâik devlette herkes dinini seçmekte ve inançlarını açığa
vurabilmekte, tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları içerisinde
serbesttir. Hiçbir dine itikadı olmayanlar için de durum aynıdır. Lâik bir
toplumda herkes istediği dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus yasa
koyucunun her türlü etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan
hürriyetinden ancak lâik olan ülkelerde söz edilebilir. Dinlerden birini devlet
olarak tercih fikri ayrı dinlere mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı düşer. Lâik devlet din konusunda inancına bakmaksızın
yurttaşlara eşit davranan, yan tutmayan devlettir.
Lâik bir toplumda din ya da mezhep farklılığı kişiler arasında
hiçbir ayırıma neden olamaz. Devletin kendisine ait bulunan cezalandırma
hakkını kullanırken bireyler arasında inançlarına göre ayırım gözetmemesi
gerekir. Anayasanın 24. maddesinde ifadesini bulan ve Anayasa güvencesinde olan
din ve vicdan özgürlüğü sadece semavî dinlere inananlara özgü bir temel hak
niteliğinde değildir. Ülke toprakları üzerinde yaşayan herkes bu özgürlüğe
sahiptir. 3255 sayılı Yasanın 1. maddesiyle Türk Ceza Kanununun 175. maddesinde
yapılmış olan değişikliğin getirdiği hukuki himayeden pek cüzi bir azınlığın
mahrum kalmış olması, bu hususun düzenlenmesinde kamu yararı olmadığı düşüncesine
dayanılamayacağı gibi sorunun bir düzenleme eksikliği olarak nitelendirilmesi
de mümkün değildir. 3255 sayılı Yasayla getirilen yeni düzenlemenin semavî
dinler ve bunların mensuplarıyla semavî olmayan dinler ve bunların mensupları
arasında ayırım gözettiği açık ve seçiktir.
Yukarıdan beri açıklanmaya çalışılan bu ayrım, Anayasanın 2.
maddesinde ve Başlangıç bölümünde ifadesini bulan lâik devlet düzeni esaslarına
ve herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğunu ilan eden ve bu özgürlüğün
güvencesini getiren Anayasanın 24. maddesine aykırıdır. Bu görüşe Orhan ONAR,
Necdet DARICIOĞLU, Selâhattin METİN ve Servet TÜZÜN katılmamışlardır.
4- Anayasanın 10. Maddesi Yönünden :
Anayasanın 10. maddesinde ifadesini bulan kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırılık iddiasına ilişkin olarak dava dilekçesinde özetle; 3255
sayılı Yasayla, kişilerin inançları ayırım nedeni sayılmış, kişi "semavî
dine" inanıyor ise onun inancının korunmaya değer olduğu kabul edilmiş,
semavî olmayan dinlere mensup olanların inançları yasanın getirdiği himayenin
dışında tutulmuştur. Bu tür bir dinin mensuplarının ibadetlerinin engellenip,
inançlarının tezyif ve alay konusu yapılabileceği, çünkü böyle bir eylemin suç
olmadığı, bu nedenle de 175. maddedeki durumun Anayasanın 10. maddesinde öngörülen
eşitlik ilkesine aykırı düştüğü öne sürülmüştür. Söz konusu ayırımın nedenleri
yasa teklifinin gerekçesinde açıklanmamıştır.
Özgürlüklerle ilgili olarak Anayasada yer alan en önemli
kavramlardan birini de yasa önünde eşitlik ilkesi oluşturmaktadır. Bu kural
1982 Anayasasında 1961 Anayasasına nazaran daha ayrıntılı bir biçimde
düzenlenmiştir. Şöyle ki; eşitlik açısından ayırım yapılmayacak hususlar madde
metninde sayılanlarla sınırlı değildir. "Benzeri sebeplerle" de
ayırım yapılamayacağı esası getirilmek suretiyle ayırım yapılamayacak konular
genişletilmiş ve böylece kurala uygulama açısından da açıklık kazandırılmıştır.
Anayasanın 10. maddesinde yer alan eşitlik kavramıyla kanun önünde
eşitlik yani hukuki eşitlik kastedilmiştir. Bu ilkeyle bir tek kişiye veya kimi
topluluklara aynı durumda bulunan yurttaşlardan daha çok veya daha geniş hak ve
yetkiler tanımak yoluyla kanun karşısında eşitlik ilkesinin çiğnenmesi
yasaklanmaktadır.
Anayasanın kanun önünde eşitlik ilkesini getiren 10. maddesiyle
güdülen amacın, aynı durumda bulunan kimselerin yasalarca aynı işleme tabi
tutulmasını sağlamak ve yurttaşlara yasa karşısında dil, ırk, renk, cinsiyet,
siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplerle ayırımlı
davranılmasını önlemek olduğu Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında
vurgulanmıştır.
Kanun karşısında eşitlik demek bütün yurttaşların hepsinin her
yönden aynı hükümlere tabi tutulmaları demek değildir. Kimi yurttaşların başka
hükümlere bağlı tutulmaları haklı bir nedene dayanmakta ise eşitlik ilkesinin
ihlalinden söze dilemez.
Ülkemizde kimi din ve inançların cemaatleşme safhasına henüz
gelememiş olduğu gibi bir mülahaza ile dinler ve inançlar arasında ayırım
yapılmasını haklı bir nedene dayandırmak mümkün değildir. Yasa koyucunun benzer
durumlara benzer çözümler getirmesi asıldır. Yasaların genel olması ilkesi de
bunu zorunlu kılar. Türk Ceza Kanununun dava konusu 175. maddesiyle dinler
arasında yapılan ayırım haklı bir nedene dayanmamaktadır. Bu itibarla 3255
sayılı Yasanın öngördüğü yeni düzenleme Anayasanın 10. maddesinde ifadesini
bulan yasa önünde eşitlik ilkesine aykırı düşmektedir. Bu görüşe Orhan ONAR,
Necdet DARICIOĞLU, Selâhattin METİN ve Servet TÜZÜN katılmamışlardır.
5- Anayasanın 13, 14. ve 174. Maddeleri Yönünden :
Dava dilekçesinde Anayasanın anılan maddelerine dayandırılan iptal
isteminde özetle : Türk Ceza Kanununun 3255 sayılı Yasayla değiştirilmiş
bulunan 175. maddesinin üçüncü fıkrası "Her kim ... bir kimseyi. mensup
olduğu dinin emirlerini yerine getirmesinden . dolayı kınarsa"
cezalandırılır hükmünü getirmiştir. Fıkrada geçen "dinin emirleri"
ibaresi geniş ve maksadı aşan yorumlara elverişlidir. Bu ibare, dinin her türlü
emrini lâik hukuk sistemine ters düşse bile kayıtsız şartsız koruma altına almaktadır.
Böylece madde, semavî dinin gereklerinin hiçbir sınırlamaya tabi olmadan yerine
getirilmesi hakkını öngörmekte, dinin yerine getirilen emrinin Türk
Anayasasına, kamu düzenine uygun olup olmadığını aramamaktadır. Davranışın
dinin emri olması onun kınanamaz olması için yeterlidir. Böylece, dinin her
türlü emrine uyan davranışlar eleştirinin dahi dışında bırakılmıştır. Bütün
bunlar madde hükmünün, semavî dinlerin tüm emirlerinin yasalara aykırı olsa
dahi korunmalarını öngördüğünü, göstermektedir. Oysa Anayasanın kabul ettiği
din ve vicdan hürriyetinin böylesine sınırsız, her şeyin, hatta devlet
düzeninin dahi üzerinde bir din hürriyeti olmadığı, Anayasanın 13. ve 14.
maddeleriyle özgürlüklerin nasıl ve neler dikkate alınarak sınırlanabileceğinin
gösterildiği 24. maddesinin ikinci fıkrasında da bu özgürlük açısından bir
sınırın var olduğu belirtilmiştir. Anayasanın Başlangıç hükümleri 174.
maddesinde, Anayasanın temel amacının "Türk toplumunu çağdaş uygarlık
seviyesinin üstüne çıkarma" ve "Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini
koruma" olduğu açıklandığına göre, anayasal düzenin sağlanabilmesi buna
aykırı davranışların kınanabilmelerine ve eleştirebilmelerine bağlıdır.
Herhangi bir dinin Atatürk ilke ve inkılâplarına, Türk toplumunu
çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma çabasına ve en önemlisi lâik düzene
ters düşen hükümleri, emirleri mevcut olabilir. Bu emirlere uyulmuş olmasını
kınamayı dahi yasaklamak, dini emirlere Anayasa ilkeleri üzerinde yer vermek,
Anayasaya aykırı davranışların yapılabileceğini hükme bağlamaktır; denilerek
Türk Ceza Kanununun 175. maddesinin üçüncü fıkrası hükmünün Anayasanın anılan
maddelerine aykırı olduğu iddia olunmuştur.
Bu bölümde incelenen Anayasaya aykırılık iddiasının
dayanaklarından birini temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasıyla ilgili
13. madde teşkil etmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin soyut Anayasa kuralları olmaktan
çıkarılması, kullanılabilir ve uygulanabilir hale getirilmeleri, yani kişi
bakımından pratik bir değer taşıyabilmeleri için sınırlarının belirtilmesi, kullanma
yollarının gösterilmesi gerekir. Anayasa koyucu getirdiği 13. madde hükmüyle,
temel hak ve özgürlükler üzerinde yerine göre yapılması gereken sınırlamaların
ne tür tasarruflarla, ne gibi sebeplere dayanılarak ve hangi ölçüler içerisinde
yapılabileceğini belirlemiştir. Maddedeki bu belirlemeye göre temel hak ve
özgürlükler üzerindeki sınırlama ancak kanunla yapılabilecek, sınırlamayı haklı
gösterecek sebep olarak ancak maddede sayılı ve sınırlı olarak gösterilmiş
bulunan genel sınırlama nedenleriyle Anayasanın ilgili diğer maddelerinde
öngörülen özel sınırlama sebeplerine dayanılmış olacak ve sınırlamanın ölçüsü
ise demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bulunmayacaktır.
Bu bölümle ilgili iptal isteminin diğer dayanağı Anayasanın
"temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmaması" kenar başlıklı 14.
maddesidir.
Temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağı 1971 yılında
yapılan değişiklikle Anayasa hukukumuza girmiş 1982 Anayasasında da aynı esas
yine benimsenmiş bulunmaktadır. Maddenin birinci fıkrasıyla Anayasada yer alan
hak ve hürriyetlerin fıkrada yazılı amaçlarla kullanılamayacağı, ikinci
fıkrada; bu yasaklara aykırı davranışların müeyyidelerinin kanunla
düzenleneceği, öngörülmekte ve son fıkra ile de kişinin sahip olduğu hak ve hürriyetlerin,
bu hak ve hürriyetleri yok etmeye yönelik bir faaliyette bulunmaya hak verecek
biçimde yorumlanamayacağı kuralı getirilerek birinci fıkradaki yasak
güçlendirilmiş bulunmaktadır.
Davanın bir başka dayanağını oluşturan Anayasanın 174. maddesinde,
Anayasanın hiçbir hükmünün Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne
çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden,
madde metninde gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyuyla kabul
edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasaya aykırı olduğu
şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağı esası getirilmiştir.
"İnkılâp kanunlarının korunması" kenar başlıklı bu madde
bazı yazım değişikliği dışında 1961 Anayasasının 153. maddesinin aynıdır.
Maddenin getiriliş amacının lâik devlet düzenini korumak olduğu yönü tartışma
götürmez. Maddede devrim kanunları olarak adlandırılan yasaların bir kısmı
devletin lâiklik niteliğiyle ilgili bulunmaktadır. Bu yasaların belli tarihte
yürürlükte olan hükümlerinin Anayasaya aykırılığının ileri sürülememesi, defi
yoluyla Anayasaya aykırılığın öne sürülemeyeceği ve Anayasa Mahkemesince de
iptallerine karar verilemeyeceği anlamındadır.
Anayasaya aykırılık yönünden iptali istenilen hükümle, Anayasanın;
işlevleri yukarıda açıklanmış bulunan 13, 14. ve 174. maddeleri arasında
doğrudan bir ilişki kurulması olanağı yoktur. Bu yönlere ilişkin Anayasaya
aykırılık iddiaları açıklanan nedenlerle varit görülmemiştir.
B- Türk Ceza Kanununun 176. Maddesinin Anayasaya Aykırılığı Sorunu
:
1- Anayasanın Başlangıcı İle 2, 10. ve 24. Maddeleri Yönünden :
Türk Ceza Kanununun hürriyet aleyhine cürümler babının ikinci
faslında yer alan ve 3255 sayılı Yasanın 2. maddesiyle "her kim semavî
dinlerden birini tahkir maksadıyla bu dinlerce kutsal sayılan mabetleri,
mezarları, buna benzer yerleri veya bu yerlerdeki eşyayı yıkar, bozar veya
diğer bir suretle zarar verirse bir yıldan üç yıla kadar hapis, yirmibin
liradan yüzbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
Semavî din görevlilerinin görevleri esnasında veya görevlerini
yapmalarından dolayı kendilerine karşı bir cürüm işlendiği takdirde bu cürümün
kanunen belli olan cezası altıda bir oranında artırılarak hükmolunur"
Şeklinde değiştirilmiştir.
Yapılmış olan bu değişiklikle; maddenin ilk fıkrasında 175.
maddede olduğu gibi "devletçe tanınmış din" kavramı yerine
"semavî din" kavramı getirilmiş ilk fıkra hükmüyle bu dinlerden
birini tahkir maksadıyla yine bu dinlerce kutsal sayılan mabetleri, mezarları,
benzer yerleri veya bu yerlerdeki eşyayı yıkma, bozma veya aynı eşyaya diğer
bir suretle zarar verme eylemleri cezalandırılmış; ikinci fıkra hükmüyle de
semavî din görevlilerinin görevleri esnasında veya görevlerini yapmalarından
dolayı kendilerine karşı bir cürüm işlenmesi halinde cezanın belli bir oranda
artırılarak hükmolunması esası getirilmiştir.
İptal isteminin gerekçesinde; madde hükmüyle semavî dinlerce
kutsal sayılan kimi yerler ve bu yerlerdeki eşyalar ile semavî din görevlileri
çeşitli tecavüz fiillerine karşı korundukları halde, semavî olmayan dinlerce
kutsal sayılan yerler, bu yerlerdeki eşya ve bu dinlerin görevlilerinin sözü
edilen himayenin dışında tutulmuş olmalarının, Anayasanın Başlangıç bölümü ile
2, 10. ve 24. maddelerine aykırı olduğu öne sürülmüştür.
İptali istenilen maddeyi değiştirmiş bulunan 3255 sayılı Yasa
teklifinin gerekçesinde ayrıntılara girilmeden, değişikliğin maddelere
uygulamada işlerlik kazandırmak amacına yönelik olarak yapıldığı yazılıdır.
Türk Ceza Kanununun 176. maddesinin ilk fıkrası hükmüyle semavî
dinlerce kutsal sayılan mabetler, mezarlar ve buna benzer yerler ve bu
yerlerdeki eşyanın kimi zararlandırıcı eylemlere karşı korunduğu ve ikinci
fıkradaki himayeden de yine sadece semavî din görevlilerinin yararlandığı yönü
hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortadadır.
Türk Ceza Kanununun 3255 sayılı Yasayla değişik 175. ve 176.
maddelerinin, Anayasaya aykırılığını öne süren davacı siyasi parti, iptal
isteminin her iki hüküm arasında ayırım gözetmeksizin aynı gerekçeye ve
Anayasaya aykırılık savını da Anayasanın aynı kurallarına dayandırmıştır.
Gerçekten de, her iki maddedeki Anayasaya aykırılık tam anlamıyla özdeştir.
Biri için varit olan Anayasaya aykırılık nedenleri diğeri için de aynen söz
konusudur. Türk Ceza Kanununun 175. maddesinin Anayasanın Başlangıç
hükümleriyle 2, 10. ve 24. maddelerinde yer alan esaslara aykırı olduğuna
ilişkin olarak kırarın yukarıki bölümlerinde açıklanan hususlar 176. madde için
de aynen varit bulunmaktadır. Bu nedenle de tekrarına gerek görülmemiştir. Bu
noktadaki çoğunluk görüşüne Orhan ONAR, Necdet DARICIOĞLU, Sefahattin METİN ve
Servet TÜZÜN katılmamışlardır.
2- Anayasanın 13, 14. ve 174. Maddeleri Yönünden :
Türk Ceza Kanununun 175. maddesinin Anayasanın 13., 14. ve 174.
maddelerine aykırılığı iddiasına ilişkin olarak kararın yukarıki bölümlerinde
yapılmış olan açıklamalar 176. madde açısından da aynen varit bulunduğundan
yinelenmesine gerek görülmemiştir. Maddenin Anayasanın anılan hükümlerine
aykırı bir yanı yoktur. Bu nedenle iptal isteminin reddi gerekir.
Dava dilekçesinde, Türk Ceza Kanununun 3255 sayılı Kanunla
değiştirilen 175. ve 176. maddelerinin iptali halinde dava konusu yapılmayan
maddelerin de işlemez hale geleceğinden söz edilerek 3255 sayılı Kanunun
tümüyle iptal edilmesi de istenmektedir.
Türk Ceza Kanununun 3255 sayılı Kanunla değiştirilen 177. maddesi,
ibadethanelerde, bunların müştemilâtında veya külliyelerinde mevcut tezyinat,
demirbaş ve mütemmim cüzleri veya benzeri eserleri yahut kabristanlardaki
mahkûkatı bozanlar, mezarları tahrip edenler ve bunlardan birini her ne suretle
olursa olsun kirletenler; 178. maddesi ise, bir ölünün naaş ve kemikleri
hakkında hakaret yapan veya tahkir maksadıyla veya meşru olmayan diğer bir
maksatla birinin naaşım yahut kemiklerini alan ve bunların dışında, bir ölünün
naaşım tamamen veya kısmen alan veya ruhsat almaksızın bir naaşı mezardan
çıkaran yahut kemiklerini alanlar hakkında yaptırım içermekte, ayrıca,
cezaların artırılarak hükmolunacağı halleri belirtmektedir.
Türk Ceza Kanununun 177. ve 178. maddelerinin, 175. ve 176.
maddelerden ayrı ve bağımsız nitelikteki içerikleri, unsurları, ayrı suçlar
hakkında değişik yaptırımlar öngörmekte olmaları ve 3255 sayılı Kanunun 5.
maddesinin "yürürlüğe" 6. maddesinin de "yürütmeye" ilişkin
bulunması karşısında; 175. ve 176. maddelerinin iptali cihetine gidilmesi,
dolaylı olarak iptal edilmeleri istenilen öteki maddelerin uygulanmaması
sonucunu doğurmayacağından, 10/11/1983 günlü, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 29. maddesinin ikinci
fıkrasına dayanılarak uygulama yapılmasına bu davada olanak bulunmamaktadır.
Davacının, 3255 sayılı Kanunun tümüyle iptal edilmesine ilişkin
istemi bu nedenlerle kabule değer görülmemiştir.
V- SONUÇ :
Türk Ceza Kanununun 175, 176, 177 ve 178 inci Maddelerinin
Değiştirilmesine Dair 9/1/1986 günlü, 3255 sayılı Kanun'un 1 ve 2. maddeleriyle
değişik Türk Ceza Kanununun 175. ve 176. maddeleri, Anayasaya aykırı olduğundan
iptaline, Orhan ONAR, Necdet DARICIOĞLU, Selahattin METİN ve Servet TÜZÜN'ün
karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla; 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 53. maddesi gereğince iptal hükmünün,
kararın Resmî Gazete'de yayımlandığı günden başlayarak 6 ay sonra yürürlüğe
girmesine oybirliğiyle;
4/11/1986 gününde karar verildi.
Başkan
Orhan
ONAR
|
Başkanvekili
Mahmut
C. CUHRUK
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Yılmaz
ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Selâhattin
METİN
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
Adnan
KÜKNER
|
Üye
Vural
SAVAŞ
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
3255 sayılı Kanun'un 1. ve 2. maddeleriyle değişik Türk Ceza
Kanunu'nun 175. ve 176. maddeleri, çoğunlukça Anayasa'ya aykırı bulunarak iptal
edilmiştir. İptal kararı,Anayasa'nın Başlangıç'ına, 2, 10. ve 24. maddelerine aykırılık
esasına dayandırılmıştır.
Bu görüşe, aşağıda gösterilen nedenlerle katılmıyoruz :
Türk Ceza Kanununda 3255 sayılı Yasa ile değişiklik yapılmasından
önce, 175. maddenin birinci fıkrasında "Devletçe tanınmış olan
dinler" ibaresine yer verilmiştir. Yeni düzenlemede bu deyim yerine
"Semavî dinler" deyiminin kullanılması, belirginlik sağlamak amacına
matuftur. Gerçekten, "Kanunsuz suç olmaz" ilkesi gereği suç
unsurlarının olabildiğince açık ve seçik bir biçimde kanunlarda gösterilmesi
gerekir. Bugün, semavî dinler deyimiyle herkesin, Hıristiyanlık, Yahudilik ve
İslamiyet dinlerinin kastedildiğini anlaması zor değildir.
Lâikliğin bir vasfı da, bir tanıma göre "Ülkede mevcut ve
mâruf din ve mezheplere karşı devletin, tarafsız bir vaziyet alması, bunlardan
hiçbirini diğeri aleyhine olarak hususi surette imtiyazlandıramamasıdır".
Ülkemizde mevcut ve mâruf dinler, İslamiyet, Hıristiyanlık ve
Yahudilik olmak üzere üç semavî dindir.
3255 sayılı Yasa ile bunlardan hiçbirine bir imtiyaz
tanınmamaktadır.
Öte yandan, Anayasa'nın 24. maddesinde, herkesin, vicdan, dini
inanç ve kanaat hürriyetine sahip bulunduğu açıklandıktan sonra, kimsenin, dini
inanç ve kanaatlarından dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağı öngörülmüştür.
Lâikliğin gereği olarak dinin, fertlerin manevi hayatına ilişkin
olan dini inanç kesiminde dinler arasında herhangi bir ayırım gözetilmeksizin
Anayasa'nın emrine uygun, sınırsız bir himaye, 3255 sayılı Yasa ile değişik
175. maddenin üçüncü fıkrası hükmüyle sağlanmış bulunmaktadır. Gerçekten, anılan
fıkrada ".bir kimseyi dini inançlarından veya mensup olduğu dinin
emirlerini yerine getirmesinden veya yasaklarından kaçınmasından dolayı kınar,
tezyif veya tahkir eder yahut alaya alırsa." denilmek suretiyle
Anayasa'nın 24. maddesi buyruğu doğrultusunda bir düzenleme getirilmiştir.
Bu itibarla, dava konusu hükümlerde Anayasa'nın herhangi bir
hükmüne aykırılıktan söz etmek mümkün değildir.
Başkan
Orhan
ONAR
|
Üye
Selâhattin
METİN
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
KARŞIOY YAZISI
9/1/1986 günlü, 3255 sayılı "Türk Ceza Kanununun 175, 176,
177 ve 178 inci Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun"un dava konusu 1.
ve 2. maddeleri ile öngörülen değişiklik, Türk Ceza Kanununun
"Cürümler" başlığı altındaki İkinci Kitabında, "Hürriyet
Aleyhinde İşlenen Cürümler" ile ilgili İkinci Bab'ın "Din Hürriyeti
Aleyhinde Cürümler"! düzenleyen İkinci Fasıl'ında yer alan 175. ve 176.
maddelere ilişkin bulunmaktadır.
Anılan maddelerin doğrudan doğruya semavî dinlere yönelik ifade ve
içerikleri beşeri dinleri kapsamayan bir düzenlemeyi açıkça ortaya koymakla
beraber, sadece bu olgu, inceleme konusu 175. ve 176. maddelerin Anayasa'ya
aykırı bulunduğunu kabul için yeterli bir sebep değildir.
Yasa hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olduğu sonucuna varılabilmesi
için, Anayasa'nın açıkça belirlediği hususların tersine kurallar içermesi
gerekmektedir. Oysa Türk Ceza Kanununun 9/1/1986 günlü, 3255 sayılı Yasa ile
değişik 175. ve 176. maddeleri, düzenleme alanları içinde, vicdan ve ibadet
özgürlüğünü zedeleyen; Anayasa'nın "Din ve vicdan hürriyeti" ile
ilgili 24. maddesine ve iptal davasının öteki dayanaklarını oluşturan Başlangıç
hükümleri ile 2, 10, 13, 14, 174. maddelerine ters düşen hükümler içermediği
gibi, beşeri dinler aleyhinde uygulama yapılmasına neden olacak kurallara da
yer vermemektedir.
Semavî olmayan dinler yönünden aynı doğrultuda bir düzenlemeye bu
evrede gidilmemiş olması, dolayısıyla Türk Ceza Kanununun 175. ve 176.
maddelerinin yalnız semavî dinleri koruma altına almış bulunması karşısında,
ancak "eksik düzen!eme"den söz edilebilecektir.
İlgili maddelerin uygulama alanlarının genişletilmesini, böylece
daha kapsamlı bir uygulamanın gerçekleştirilmesini sağlamak için iptal
isteminde bulunulmayacağı gibi, iptal kararı da verilemeyeceğine göre,
belirtilen eksikliğin Anayasa'ya aykırılığı oluşturan haklı bir neden olarak
değerlendirilmesi kanımca olanaksızdır.
Oyçokluğu ile verilen iptal kararına bu nedenlerle
katılmamaktayım.