ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı: 1985/23
Karar Sayısı: 1986/2
Karar Günü : 20/1/1986
R.G. Tarih-Sayı :16.04.1986-19080
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Kütahya İş Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU: 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun
427. maddesinin 26/2/1985 günlü, 3156 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle değişik
ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkralarının Anayasa'nın 2., 10., 36. ve 154.
maddelerine aykırılığı nedeniyle iptaline karar verilmesi istemidir.
I - OLAY :
işçilik haklarına ilişkin olarak Kütahya İş Mahkemesinde açılan
yetmişdörtbin liranın tahsili davasının görülmesi sırasında, dava konusu
alacağın miktarı bakımından verilecek kararın Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun 3156 sayılı Kanunla değişik 427. maddesinin ikinci, üçüncü ve
dördüncü fıkraları gereğince kesin olacağı ve bu davada taraflara Yargıtay'a
başvurma hakkının tanınmadığı, kanun yolunu kapayan bu hükümlerin Anayasanın
hukuk devleti, eşitlik, sosyal adalet ilkelerine ve hak arama hürriyetine,
ayrıca Anayasa'nın 154. maddesine aykırı bulunduğu görüşü ile Kütahya İş
Mahkemesi, söz konusu hükümlerin iptali için doğrudan Anayasa Mahkemesine
başvurmaya karar vermiştir.
III- METİNLER :
1- İptali istenilen yasa kuralları :
1086 sayıli Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin
26/2/1985 günlü, 3156 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle değiştirilen ikinci,
üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir :
"Miktar veya değeri yüzbin lirayı geçmeyen taşınır mal ve
alacak davalarına ilişkin nihai kararlar kesindir.
Alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde, yüzbin liralık
kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir.
Alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde, asıl
isteminin kabul edilmeyen bölümü yüzbin lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı
yoktur; şu kadar ki karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde,
düzenleyeceği cevap dilekçesinde temyize ilişkin itirazlarını ileri sürmesi
mümkündür."
2 - Dayanılan Anayasa Kuralları :
"Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, inşan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
"Madde 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
"Madde 36.- Herkes; meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz."
"Madde 154- Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun
başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme
merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi
olarak bakar.
Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve
Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.
Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri ve daire
başkanları kendi üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca üye tamsayısının
salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilirler; süresi bitenler yeniden
seçilebilirler.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili,
Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği beşer
aday arasından Cumhurbaşkanı, tarafından dört yıl için seçilirler. Süresi
bitenler yeniden seçilebilirler.
Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, Başkan ve başkanvekilleri, daire
başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin
nitelikleri ve seçim usulleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı
esaslarına göre kanunla düzenlenir."
IV- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca H. Semih
Özmert, Orhan Onar, Necdet Darıcıoğlu, Kenan Terzioğlu, Yılmaz Aliefendioğlu,
Mehmet Çınarlı, Selahattin Metin, Servet Tüzün, Mahmut C. Cuhruk, Mustafa Gönül
ve Mustafa Şahin'in katılmalarıyla 17/9/1985 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, başvurma kararı ve ekleri, iptali
istenilen kanun hükümleri, Anayasa'ya aykırılık iddiasına dayanak yapılan
Anayasa maddeleri; bunlarla ilgili gerekçeler ve öteki metinler okunduktan
sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
A- İtiraz konusu kuralların anlam ve kapsamı :
Anayasa'ya aykırılık iddialarının incelenmesine geçmeden önce,
itiraza konu edilen kuralların daha önce uğradığı değişiklikler ve yürürlükteki
esasların incelenmesinde yarar görülmüştür.
3156 sayılı Kanunla getirilen itiraz konusu kurallar, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununun "Kanun yolları" bölümünde yer almıştır. Adliye
mahkemelerince verilen hükümlerin hangilerinin temyiz edilemeyeceği bu
kurallarla belirlenmiştir. Buna göre, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427. maddesinin
ikinci fıkrasında yer alan itiraz konusu birinci kural uyarınca, miktar veya
değeri yüzbin lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin olarak
adliye mahkemelerinden verilen nihai kararlar kesin niteliktedir. Bu kararlar
hakkında temyiz yoluna başvurulamayacaktır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427. maddesinin üçüncü
fıkrasındaki itiraz konusu ikinci kural, yukardaki kuralı tamamlayıcı nitelikte
olup, alacağın bir kısmının dava edilmiş olması halinde yüzbin liralık kesinlik
sınırının alacağın tamamına göre belirleneceğini hükme bağlamaktadır.
Anılan Kanunun 427. maddesinin dördüncü fıkrasını oluşturan itiraz
konusu üçüncü kural ise, isteminin bir bölümü kabul edilmeyen tarafın temyiz
hakkına ilişkin düzenlemeyi içermektedir. Buna göre, alacağın tamamının dava
edilmiş olması halinde, hükümde asıl isteminin kabul edilmeyen bölümü yüzbin
lirayı geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur.
Ancak karşı tarafça temyiz yoluna başvurulması halinde, bu taraf
yönünden de temyiz yoluna başvurma hakkı doğmaktadır.
Bu kurallar uyarınca, kimi hukuk davaları kesin olarak ilk derece
mahkemelerinde sonuçlandırılmakta ve bunlara ilişkin kararlar yönünden temyiz
yolu kapatılmaktadır.
İtiraz konusu kurallar; ilk defa 3156 sayılı Kanun ile hukuk
sisteminde yer almış, değildir.
18/6/1927 günlü, 1086 sayılı Kanun ile kabul edilen 427. maddede
kesinlik sınırı 2500 kuruş olarak kabul edilmişti.
27/12/1949 günlü, 5464 sayılı Kanun bu sınırı 50 liraya çıkarmış,
bundan sonra 30/4/1973 günlü, 1711 sayılı Kanunla bu sınır 2000 liraya;
12/6/1979 günlü, 2248 sayılı Kanunla 3000 liraya; 16/7/1981 günlü, 2494 sayılı
Kanunla da 10.000 liraya çıkarılmıştır.
Görülüyor ki, paranın satın alma gücünü gözönünde tutan Yasa
Koyucu bu konuda düzenlemeler yapma ihtiyacını duymuştur.
İtiraz konusu kural ise bu sınırı yüzbin lira olarak kabul
etmiştir.
B- İtiraz konusu yasa kurallarının Anayasa'ya aykırılığı sorunu :
İtiraz yoluna başvuran Mahkeme, itiraza konu yaptığı kuralların
Anayasa'nın sosyal hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine, hak arama hürriyetine
ve adliye mahkemelerince verilecek hükümlerin başka bir inceleme mercii yoksa
Yargıtay'ca inceleneceği hususundaki Anayasa buyruğuna aykırı olduğunu öne
sürmüştür.
Kuşkusuz, Yasa Koyucu, yapacağı düzenlemelerde kendisine tanınmış
olan takdir yetkisini, ancak anayasal sınırlar içinde kullanabilir. Anayasa'nın
2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesi, konulacak kurallarda adalet ve
hakkaniyet ölçülerinin gözönünde tutulmasını gerektirir.
Ancak, kamu yararı gerektirdiğinde bazı hükümler için kanun
yollarına başvurmanın önlenmesi mümkündür.
Anayasa'nın 142. maddesi uyarınca, Mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişleri ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Kanun yolları
da, yargılama usulleri arasında yer alır.
Yargı yerlerince yapılacak incelemeler sonunda verilecek
kararlardan hangisinin kesin olduğunun belli edilmesi dahi, anılan madde hükmü
ile Anayasa'daki temel ilkelere ve güvence kurallarına aykırı olmamak üzere
Yasa Koyucunun takdirine bırakılmıştır.
Adliye mahkemelerinin kimi karar ve hükümleri için Yargıtay
yolunun kapatılmasını öngören bir yasa kuralının hukuk devleti kavramıyla
bağdaşmayacak sonuçlara yol açma olanak ve olasılığını doğuran bir nitelik
arzetmedikçe bu kavramla çelişkiye düştüğünden söz edilemez.
İtiraz konusu kuralla; davaların süratlendirilmesi ve Yargıtayın
yükünün bir ölçüde azaltılması amaçlanmıştır; getirilen sınırlama kanıtı
yararına yönelik bulunmaktadır. Türk parasının bugünkü satınalma gücü
karşısında, yüzbin liralık kesinlik sınırının adalet duygusunu rencide edecek,
dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedeleyecek ölçüye ulaştığını söylemek
mümkün değildir.
Öteyandan, itiraz konusu kuralla yargı yolu da kapatılmamıştır.
İtirazda bulunan Mahkemenin bir iddiası da, adliye mahkemelerince
verilecek kimi kararların kesin olduğu kabul edilerek dar gelirli yurttaşlar
yönünden Yargıtay güvencesinin ortadan kaldırıldığı, bu durumun Anayasa'nın
sosyal devlet ve eşitlik ilkesine ters düştüğüdür.
İtiraz konusu kuralda, varlıklı kimselerle, iktisaden güçsüz
olanlar arasında herhangi bir ayırım yapılmış değildir. Bir başka anlatımla
bütün yurttaşlar aynı hükme tâbi tutulmuştur.
Bu itibarla, eşitliğin bozulduğu yolundaki iddiada haklılık payı
bulunmadığı gibi, kesin karardan varlıklı kimselerin daha az etkilenecek olması
da Anayasanın sosyal devlet ilkesine ve eşitlik kuralına aykırılık
oluşturacağının nedeni olarak kabul edilemez.
Anayasa'nın 36. ve 154. maddelerine aykırılığa ilişkin iddialara
gelince :
Anayasa'nın 36. maddesine göre, herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma hakkına sahiptir.
"Meşru vasıta ve yollar" ibaresi, hukuk düzenine uygun
vasıta ve yollar anlamındadır.
Anayasa'nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşu, görev ve
yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir denilerek bu
alanların Anayasa'ya uygun olarak düzenlenmesi yasama organına bırakılmıştır.
Öteki temel hak ve hürriyetler gibi, hak arama hürriyeti de kamu yararı dikkate
alınarak sınırlanabilir.
Yasa koyucu, itiraz konusu kuralla, miktar veya değeri yüzbin
lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihaî kararların kesin
olmasını davaları süratlendirmek ve Yargıtayın yükünü hafifletmek düşüncesiyle
kabul etmiş; bu kararların bir kere de Yargıtay'ca incelenmesinde kamu yararı
görmemiştir.
Kaldıki, Anayasa'da bütün mahkeme kararlarının bir ayırım
gözetilmeksizin üst mahkemeden geçmesini zorunlu kılan bir hüküm de mevcut
bulunmamaktadır. Esasen yargı denetiminde sonsuzluk hiçbir zaman söz konusu
olamaz; bir yerde kesilmesi gerekir. Nitekim kimi kanunlarda kanun yolları
gereklere göre düzenlenmiş ve kimi kararların kesin olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan, adliye mahkemelerince verilen bütün kararların
Yargıtay'ca incelenmesini istemek, bir anlamda ilk derece hâkimlerine
güvensizliğin ifadesi kabul edilebilir. Bu güvensizliğin ise, hiçbir haklı
nedeni ulamaz.
Yargıtayın kuruluşunu ve işleyişini düzenleyen ve görevlerini
belirleyen Anayasa'nın 154. maddesi, bütün kararların Yargıtay'ca incelenmesini
zorunlu kılan bir hüküm içermemektedir.
Bu nedenlerle, Anayasa'nın 36. ve 154. maddelerine aykırılığa
ilişkin itirazlar da yerinde görülmemiştir.
Yukarıdan beri yapılan açıklamalara göre, 1086 sayılı Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin 26/2/1985 günlü, 3156 sayılı Kanun'un
19. maddesiyle değiştirilen ikinci fıkrasıyla anılan fıkra hükmünü tamamlayan
üçüncü ve dördüncü fıkralar hükümlerinde Anayasa'ya aykırı bir yön
bulunmadığından itirazın reddine karar verilmelidir.
Necdet Darıcıoğlu ve Yekta Güngör Özden bu görüşlere
katılmamışlardır.
VI- SONUÇ :
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin
26/2/1985 günlü, 3156 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle değişik 2., 3. ve 4.
fıkralarının Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine;
Necdet Darıcıoğlu ve Yekta Güngör Özden'in karşıoyu ve oyçokluğu
ile,
20/1/1986 gününde karar verildi.
Başkan
H.
Semih ÖZMERT
|
Başkanvekili
Orhan
ONAR
|
Üye
Necdet
DARICIOĞLU
|
Üye
Yekta
Güngör ÖZDEN
|
Üye
Muammer
TURAN
|
Üye
Mehmet
ÇINARLI
|
Üye
Selahattin
METİN
|
Üye
Servet
TÜZÜN
|
Üye
Mahmut
C. CUHRUK
|
Üye
Mustafa
ŞAHİN
|
Üye
Adnan
KÜKNER
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin
26/2/1985 günlü, 3156 sayılı Kanunla değiştirilen itiraz konusu ikinci, üçüncü
ve dördüncü fıkraları, ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlara karşı
temyiz yoluna başvurulabileceği kuralına miktar veya değer yönünden getirilen
istisnanın alanını genişletmekte; 16/7/1981 günlü, 2494 sayılı Kanunla 10.000
lira olarak belirlenen kesinlik sınırını 100.000 liraya yükselterek miktar veya
değeri 100.000 lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihaî
kararlara temyiz yolunu kapamaktadır.
Yargıtay'ın olağanüstü iş yükü altında bulunduğu ve bu yükün
giderek arttığı bilinen bir keyfiyet olmakla birlikte, bunun, Yüce Mahkemenin
kuruluş amaçları zedelenmeden, köklü ve kalıcı önlemlerle, özellikle yanlış
kararların bertaraf edilmesi ve adaletin gerçekleşmesi engellenmeden
giderilmesi gerektiğinde kuşku yoktur.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinde zaman zaman
yapılan değişikliklerle gerçekleştirilen düzenlemeler, belirtilen sorunun
çözümü bakımından sağlıklı bir yöntem değildir. Davalara sadece sür'at
kazandırmak, sebepsiz uzamaları önlemek, böylece Yargıtay'ın iş yükünü azaltmak
amacına yönelik bulunan bu düzenlemelerin, sistemin özüne etkili, olumlu
gelişmelere yol açacak, reform niteliğinde değişiklikler olmadığı, aksine,
tarafların ve toplumun beklentisi olan hukuk güvencesini belirgin biçimde
zedelediği görülmüş, gözlenmiştir.
İçtihat mahkemesi olma niteliği yanında, olağan bir kanun yolu
mercii gibi, adeta İstinaf Mahkemesi olarak işlevini sürdüren Yargıtay'da iş
yükünün olağanüstü boyutlara ulaşması bu nedenle doğal sayılmalıdır.
Öte yandan, bugün yürürlükte olan sistemin istinaf yolunu
benimsememiş olması ve ikinci bir vakıa mahkemesini kabul etmemiş bulunması
karşısında, hâkimlerin de her insan gibi yanılabilecekleri, bu nedenle usul ve
kanuna aykırı kararlar verebilecekleri, hatta belli olaylarda yasaları ve
ilgili öteki hukuk kurallarını değişik biçimlerde yorumlayıp değişik sonuçlara
ulaşabilecekleri gözden uzak tutulmayarak, alt mahkemelerin her türlü
kararlarına karşı temyiz yolunun açık tutulması taraflar ve toplum açısından
vazgeçilmez bir güvence sayılmalıdır.
Salt para değerindeki düşmeler nedeniyle ve yalnız bu olgu gerekçe
gösterilerek; toplumun gerçekten büyük kesimini ilgilendiren davalarda hak
arama yoluna yeni engeller konulması, bu alanın her bakımdan hukuka uygun ve
bilimsel bir esasa dayanmaksızın alabildiğine genişletilmesi hak arama
özgürlüğü yönünden olumsuz bir gelişmedir.
Malî ve ekonomik açıdan önemi yadsınamayacak olan, miktar veya
değeri itibariyle asgari ücretin brüt ikibuçuk, net üç katına ulaşan, bu bakımdan,
toplumun, geliri ve satınalma gücü son derece düşük büyük bir kesimi için
hayati değer taşıyan talep ve uyuşmazlıklarla ilgili davalara ve bu tür
davaların maddî imkânları yetersiz ve malen güçsüz taraflarına gereğince önem
verilmeyerek, öteki davalar yönünden açık tutulan temyiz yolunun bunlara
kapatılması elbette haklı görülemez. Konunun genel plandaki sakıncalarından
başka; özellikle iş davalarında gözlenen somut gelişmeler ve bu davalarla
ilgili içtihatların sürekli değişmekte olması karşısında, temyiz yolunun itiraz
konusu maddede belirlenen sınırlar içinde kapalı tutulmasından dolayı kanımızca
en fazla işçi kesimi etkilenecek ve tabiatıyla en çok bu kesim zarar
görecektir. Bu olgunun toplumsal yaşama yansımasını ve kamu düzeni üzerindeki
olumsuz etkilerini de gözden uzak tutmamak gerekir.
Kişi ve Devlet yararlarının davaları kesin olarak
sonuçlandırılmasını ve uyuşmazlıkların kesin biçimde çözüme bağlanmasını
gerçekten zorunlu kıldığı özel ve istisnaî durumlarda temyiz yoluna
başvurulmasını engelleyen hükümlerin Anayasal ilke ve kurallarla uyum içinde
bulunması, bu doğrultudaki düzenlemelerin Anayasal sınırların aşılmaması
koşuluyla gerçekleştirilmesi zorunludur. Bu zorunluluk, konunun Anayasanın 2.
ve 36. maddeleri açısından incelenip değerlendirilmesini gerektirmektedir.
I- Anayasanın 2. maddesi yönünden inceleme :
1- "Hukuk Devleti"nin temel unsuru, bütün Devlet
faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin
benimsediği ve çeşitli vesilelerle yinelediği tanıma göre, Hukuk Devleti; insan
haklarına saygı gösteren, bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bu
düzeni sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, bütün faaliyetlerinde hukuka ve
Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunan Devlet
demektir.
İdare edilenlere hukuksal güvence sağlayan böyle bir düzenin
kurulması, kuşkusuz, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm faaliyetlerin
hukuk kuralları içinde kalması; temel hak ve özgürlüklerin, değiştirilmesi ve
ihlâl edilmesi kolay olmayan metinler içinde Anayasa ilkesi haline sokulması
ile gerçekleştirilebilir. Belirlenen ilkeler, konulacak kurallarda kamu
yararının, adalet ve hakkaniyet ölçülerinin de ön planda tutulmasını zorunlu
kılmaktadır.
Temyiz yolu'nun, Hukuk Devletinin önemli unsurları arasında yer
alan "dava hakkı2 ve "hak arama hürriyeti" ile doğrudan ilişkisi
tartışmasız kabul edilmesi gereken bilimsel bir gerçektir. Yargılama hukukunun
temelini oluşturan bu kurumun, hak arama özgürlüğünden soyutlanması, ondan tamamen
ayrı ve bağımsız bir kavram olarak nitelendirilmesi olanaksızdır.
İlgililerin haksızlığa uğradıklarını sanmaları ve
mağduriyetlerinin giderilmesi ihtiyacını duymaları toplumsal gerçeklere ve
insan tabiatına uygun bir davranış biçimi olduğuna göre, bunların, haksızlığa
rıza göstermelerine ve kanun yoluna başvuramamalarına neden olan düzenlemelerin
usul hukukunun kamusal vasfına da uygun düşmeyeceği muhakkaktır.
İnceleme konusu kuralların, toplumun önemsenmesi gereken büyükçe
bir kesimini, miktar veya değeri 100.000 lirayı geçmeyen taşınır mal ve alacak
davalarına ilişkin nihaî kararlarla ilgili olarak temyiz yoluna başvurmaktan
alakoymuş, böylece gerçeğin saptanmasını ve adaletin gerçekleştirilmesini
engellemiş bulunması karşısında hak arama özgürlüğünün sınırlandığı açıkça
görülmektedir.
Kaldıki, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, adalet ilkeleri ile
bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmakla yükümlü olan Devletin;
hak arama özgürlüğünü etkileyen bütün kısıtlamaları top yekun bertaraf etmesi
ve bu yoldan yargı denetimini yaygınlaştırarak adaletin gerçekleştirilmesine
daha büyük ölçüde yardımcı düzenlemelere yönelmesi de, Anayasanın, Hukuk
Devleti ilkesini pekiştiren 5. maddesi ile belirlenmiş temel amaç ve
görevlerinin gereğidir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin, kamu yararına
dayanmayan ve hukuksal ve bilimsel gerçeklerle de uyum halinde bulunmayan
itiraz konusu ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları, açıklanan nedenlerle,
Anayasanın 2. maddesinde yer alan ve Cumhuriyetin temel niteliklerinden birini
oluşturan Hukuk Devleti ilkesine aykırı sayılmalıdır.
2 - Anayasanın 2. maddesinin öngördüğü "Sosyal Devlet
ilkesinin, Hukuk Devletini belirleyen ilkelere paralel olarak; insan hak ve
özgürlüklerine saygı gösteren, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve
bunları teminat altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, emek ve
sermaye ilişkilerini dengeli biçimde düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve
kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve
çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, ekonomik ve mali
önlemler alarak adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeyi amaç
edinen içeriği, güçsüzlerin güçlüler karşısında korunmasını ve toplumsal
dengenin sağlanmasını ön plana çıkarmaktadır. Anayasanın anılan maddesi ve
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamayı; kişinin temel hak
ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan engelleri kaldırmayı Devletin temel amaç ve görevleri arasında
sayan 5. maddesi uyarınca üstlenilen görevlerin, toplumun büyük kesimini
ilgilendiren, üstelik kamı düzeni ile doğrudan doğruya ilişkili bulunan pek çok
davada kişilerin hak arama özgürlüklerinin kısıtlanmasına ve yargısal
güvenceden yoksun bırakılmalarına neden olan düzenlemelerle bağdaşacağı
söylenemez. Toplumu oluşturan dar ve sabit gelirli kitleler açısından ifade
ettiği hayati önemi inkâr edemeyeceğimiz, gerçekten fahiş sayılacak miktar veya
değerdeki taşınır mal ve alacak davalarını hukuksal güvenceden yoksun bırakmak,
doğal olarak, güçsüzlerin güçlüler karşısında malî ve ekonomik bakşmdan yenik
ve ezik düşmelerine ve toplumsal denge ve barışın da bundan olumsuz biçimde
etkilenmesine yol açabilecektir.
Hııkuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin Anayasaya
uygunluk denetimine tabi tutulan bahis konusu kuralları, bu itibarla,
Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan Sosyal Devlet ilkesine de aykırı
bulunmaktadır.
II - Anayasanın 36. maddesi yönünden inceleme :
Mahkemelerden verilen nihaî kararların kesin olup olmadığı, yöntem
yönünden, kuşkusuz Yasa Koyucu tarafından takdir edilecektir. Ancak, söz konusu
takdir yetkisinin, Anayasada belirlenen kurallara uygun biçimde, özellikle
"Hukuk Devleti" ve Sosyal Devlet ilkeleri ile çelişkiye düşülmeden ve
hak arama özgürlüğünün özüne dokunulmaksızın kullanılması zorunludur.
Durum, belirtilen ilke ve esasların ışığı altşnda
değerlendirildiğinde, itiraz konusu kurallarla, toplumun büyük kesiminin,
kendileri yönünden son derece önemli konularda ve miktar veya değer itibariyle
küçümsenmeyecek düzeydeki taşınır mal ve alacak davalarında, haklarını arama;
mağduriyetlerini başka bir yargı mercii önünde kanıtlama olanağından yoksun
bırakıldıkları anlaşılmaktadır. Böylelikle, belli davalar yönünden, hak arama
özgürlüğünün özüne dokunduğunda kuşku bulunmayan bir kısıtlama getirilmiş
olmaktadır.
Belirli bir kamu yararı düşüncesine, bilimsel ve hukuksal
gerekçelere dayanılmaksızın getirilen bu kısıtlamalar sonucunda, Anayasanın 36.
maddesiyle kabul edilen ilkeye de aykırılık oluşmuştur.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 427. maddesinin
26/2/1985 günlü, 3156 sayılı Kanun'un 19. maddesiyle değiştirilen ikinci,
üçüncü ve dördüncü fıkralarının Anayasaya aykırı olmadığı ve itirazın reddi
doğrultusunda oyçokluğu ile verilen karara yukarıda açıklanan nedenlerle
katılmamaktayım.
KARŞIOY
GEREKÇEM
"Miktar ve değeri yüzbin lirayı geçmeyen taşınır mal ve
alacak davalarına ilişkin nihaî karar kesindir diyerek adliye mahkemelerinden verilen
bu tür kararlara karşı yasa yoluna başvurmayı engelleyen Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu'nun değişik 427/2. maddesi hakkındaki kararda kullandığım
karşıoyumun gerekçesini belirtiyorum :
Anayasa'nın 2. maddesinde "... sosyal bir hukuk devleti
..." olarak da nitelenen Türkiye Cumhuriyeti, her işlem ve eyleminde
hukuka uygunluğun gözetileceği, Devletin tüm organlarında hukukun mutlak
egemenliğinin sağlanacağı, yasaların üstünde yasakoyucunun bozamayacağı Anayasa
ve temel hukuk ilkelerinin herkesi bağlayacağı, insan haklarına saygılı, hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren adaletli bir hukuk düzenini sürdürmenin
zorunlu sayıldığı hukuksal-siyasal bir yapıdır. Devlet, bireylerin ve toplumun
erinç ve güvencini (huzur ve refahını) gerçekleştirerek güvenceye alacak, emek
ve anamal (sermaye) ilişkilerini dengeli biçimde düzenleyecek, özel girişimin
ulusal ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve
kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak önlemleri getirecektir. Bu nitelikler,
Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" başlıklı 5. maddesinde
yinelenmekte, özellikle "... Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin
ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
surette sınırlayan ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve
manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır"
değinilerek kişiler arasındaki ayrıcalıkların giderilmesi öngörülmektedir.
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesi,
herkesin geçerli araç ve yollardan faydalanarak yargı organları önünde davacı
ya da davalı olarak sav ve savunma hakkı bulunduğunu açıklamaktadır.
Yasanın iptali istenen kuralı, ilgili Anayasa kuralları katında
değerlendirildiğinde, hak arama özgürlüğüne, davaları yüzbin lirayı geçmeyen
yurttaşlar için, sınır getirildiği anlaşılmaktadır. 25 TL. dan, 5 kez
değişiklik yapılarak, yüzbin liraya çıkarılan kesinlik sınırı, bu oranın
altındaki kararları denetimsiz bırakmakta, hukuk güvencesi genel olmaktan çıkıp
bir çizelge (tarife) ye bağlanmaktadır. Kırsal yörelerdeki davaların yanları
ile gündeliklerin ve aylıkların düzeyi gözetilirse ancak yüzbin liradan fazla
davalar için açık olan yasa yolunun bir ayrıcalık oluşturduğu yadsınamaz.
Yabancı ülkelerdeki sınırlamalar, ara mahkemelerin kararlarının temyizi
aşamasında uygulanmaktadır. İlk derece mahkemesinin kararlarının denetimi
mutlaktır. "Temyiz", bir yasa yoludur. Davaların yanları bu yola
başvurmakta serbest olmazlarsa, akçalı bir engel getirilirse hak arama
özgürlüğü sınırlanmış ve koşula bağlanmış olur. Yasa yolu, dava hakkı-hak arama
özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır. Devlet, hukuk devleti, sosyal hukuk
devleti hak arama özgürlüğü, dava ve savunma hakları, bunların işlevleri, amaç
ve erekleri düşünüldüğünde sonucun önemi açıklıkla belirmektedir. Yasa yolunun
önemine ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin 18/2/1971 günlü, Esas: 1970/31, Karar:
1971/21 ve 15/6/1971 günlü, Esas: 1971/17, Karar : 1971/58 sayılı kararlarıyla
bu yolun izlenmesi gereklerine ilişkin 29/4/1969 günlü, Esas : 1968/61, Karar :
1969/23 ve 10/2/1970 günlü; Esas : 1969/60, Karar : 1970/8 sayılı kararlarına
değinmekte yarar vardır. Kararlardaki aykırılıkları gidermeye yönelik yasa
yolları, yanılma, yanlışlık olasılıklarını da içerir. Sav ve savunma
özgürlüğüne, hak ve adaletin doyurucu biçimde gerçekleşmesi için kararın bir
üst yargı organında incelettirilmesinin yararına ilişkin Anayasa Mahkemesi'nin
29/4/1969 günlü, Esas : 1968/65, Karar : 1969/23 ve 29/1/1980 günlü, Esas :
1979/38, Karar : 1980/11 sayılı kararları konuyu daha çok aydınlatacaktır.
Üzerinde durulması gereken yön, hukuk devleti gereklerinden sapılıp
sapılmayacağıdır. Yoksa, Anayasa'nın öngördüğü sınırlamalara karşı çıkılamaz.
Anayasal dayanaktan yoksun, yaşamın gerçeklerine ve hukukun gereklerine aykırı
yasal düzenlemeler inandırıcı olamaz. Yasa için bir başka yasa da örnek
alınamaz. Yasakoyucu, Anayasal çerçeveye uygun yasal sınırlamalar yapabilir.
Örneğin 195, 274, 275, 634, 4081 ve 2004 no.lu yasalarda kimi mahkeme
kararlarının kesin olacağı öngörülmüştür. Yöntem (usül) yasasında, kesinlik
sınırının getirilmesini zorunlu kılan bir neden de yoktur. Anayasa Mahkemesi
yerindelik denetimi yapamaz ama yasama organının gelişigüzel yetki kullanmasını
da uygun karşılayamaz. Anayasa'nın öngördüğü, olayın ve işin niteliğine bağlı
kararlar dışındakiler için parasal sınır sakıncalıdır. Sınırlama, bu durumuyla,
hak arama özgürlüğünün özüne dokunmaktadır. "Düzeyin yüksek tutulmadığı,
yarınlarda yükseltilirse el konulabileceği, paranın günümüzdeki değeri"
gibi görüşler, konuyu özden saptırmak olur. Yasa kuralı, genel ve sürekli bir
düzenlemeyi seçmelidir. Kaldı ki bir yurttaş için "astronomik"
olmayan oran bir başka yurttaş için "astronomik" olabilir. Oysa,
tutulması ve izlenmesi gereken yol "her yurttaş için uygun" olanı
getirmektir. "Ne olursa olsun ödenir" düşüncesiyle, tek yanlı ve
kendiliğinden yapılan yükseltmelerin hukuk devleti ilkesiyle uyuşmadığı
açıktır.
Bu düzenleme ile adaletten beklenen "hız"
gerçekleşmeyeceği gibi, Yargıtay'ın yükü de hafiflememiştir. Bir "İçtihat
mahkemesi" niteliğini giderek yitiren Yargıtay'ın öz işlerine dönebilmesi
için yapılması gerekenlere değinilmeyip bu tür düzenlemelere kalkışılması Yargıtay'ı
dışlamaya uzanabilecektir. Temyiz başvurusu yargıçlara güvensizlik değil,
kararı tümleyici, doyurucu ve saygın olmasını sağlayıcı bir yasa yoludur.
İtiraz ya da temyiz sonucu yerinde görülen karar güçlenir. Denetim kapısını
kapalı tutmak ise kuşkuların, yanlış düşüncelerin giderilmesine değil
güçlenmesine neden olur. Hak duygusu zayıflar, inan ve güven sarsılır. Giderek
yargıçlarla yurttaşlar karşı karşıya getirilmiş, gereksiz birçok davaya yol
açılmış olur. Yargının hızlı çalışması için binalardan araç gereçlerine, görevlilerin
meslekiçi eğitimlerinden özlük işlerine, yargı bağımsızlığı ve yargı
güvencesinden ilgili kurallara değin geniş bir alanda köklü değişiklik ister.
Devlet, yükümlülüklerinin bilincinde olarak yargılık (mahkeme), yargıç,
personel sağlayacak, gerekirse ara mahkemeler kuracak, "adalet-hâk"
duygusunun saygınlığını, yargı kararlarının etkinliğini artıracak, haksızların
dava edilmekten kaçınacakları ortamı oluşturacak ve her karar için denetim
yolunu açık tutacaktır. Kimi davaların akçalı oranı azdır ama anlamı büyüktür.
Parasal ayırım, yargılamanın değerini de azaltabilir. Giderek sınır artarsa bir
gün Yargıtay yolu gereksiz bulunabilir. Hak arama özgürlüğünün bir parçası olan
yasa yolu, temyiz yolu, göreceli ölçülerle kapatılamaz. Böyle olursa hukuk devletinin
öğeleri arasında yer alan yargı denetimi ortadan kaldırılmış olur. Kaldı ki
"yargı denetimi" ilk aşamada yönetim yargısı için vardır. Genel
yargıda yasa yolları açık tutulmadan yargı denetiminden söz edilemez. Hak arama
yolu dava hakkını etkiler. İnceleme konusu düzenleme olumsuz etki yapacak
niteliktedir. Yasa yollarının yargılama yöntemleri içinde yeraldığı
kuşkusuzdur. Parasal düzey, olumsuz niteliğin kendisidir. Düzeyle bağlı
değerlendirme özü savsaklamak olur. Özde, her dava kararı denetime açık
olmalıdır. Önceki kuralın uygunluk denetimine getirilmemiş olması inceleme
konusu kural için dayanak oluşturamaz. Yargı denetiminin amacına aykırı
sınırlamada kamusal yarar-kamu yararı gibi oldukça soyut kavramlara
bağlanılamaz. Düzenlemeyi haklı gösterecek yeterli, doyurucu ve bilimsel bir
gerek yoktur.
Temyiz başvurusu-yolu, yasa yollarının bir türüdür. Hukuksal
başvuru yolları herkese alabildiğine açık olacak ki hukuk devleti niteliği
geçerli ve gerçek olabilsin. Aranmayan, savunulmayan hak, hak değildir.
Yargıtay'ın yükünü hafifletmek için ona başvurunun önlenmesi, mahkemelerin
yükünü azaltmak için kimi davaların açılmamasını kurallaştırmakla birdir.
Kararlar üzerinde Yargıtay denetimini amaçlayan temyiz yolu, yurttaşlara
tanınan hukuksal bir olanaktır. Yanlışlık sanısına açıklık getirip doyuruculuk
sağlıyarak adaleti güçlendirir. Unutulmamalıdır ki hukuksallık, çağdaşlığın
doğal gereğidir. Hukuk devleti niteliği ve hukukun üstünlüğü ilkesi süslü
özdeyişler değil, kutsal özlemlerdir.
Yargıtay denetimi karar birliğini sağlar. İnan ve güveni artırır.
Hukuksal güvenlik tüm güvenliklerin kaynağıdır. Yaşamda en sağlıklı güvence de
hukuk güvencesidir. Tek olanak temyiz yolunun kapatılması yasa yolunun uygun
bulunmaması anlamındadır. Kendi kendine hak alma yollarını yeniden açması da
kaçınılmazdır. Hak arama ve denetim yolları her karar için açık olmazsa dava
ayrıcalığı yaratılmış olur. İncelenen madde bu durumuyla belirtmeğe çalıştığım
aykırılıkları taşımakta, özellikle Anayasa'nın 2., 5., 36. ve 154. maddelerine
ters düşmektedir. Hukuk devleti, sosyal devlet ilkeleriyle, hukukun egemenliği
ve hak arama özgürlüğüyle çelişen bir kuralı yaşamda tutmak büyük bir hukuksal
yanlışlığı oluşturacaktır. Ekonomik durum, hukuksal durumu, dava hakkını
etkilememelidir.
Bu görüşlerle çoğunluk kararına katılamıyorum.