ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1982/4
Karar Sayısı:1983/17
Karar Günü:20/12/1983
R.G. Tarih-Sayı:13.12.1984-18604
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Ordu - Ulubey Asliye Hukuk Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.
maddesinin ilk fıkrasındaki "ve ileride yapılması gerekli bulunan her
türlü giderlerin tutarı ile," ibaresinin, 1961 Anayasası'nın,
"Başlangıç"ta belirtilen temel ilkeleriyle 2., 10., 14., 36., 40.,
41., 42. ve 48. maddeleri hükümlerine aykırılığı nedeniyle iptali istemine
ilişkindir.
I - OLAY :
Bir iş kazası sonucu ölen 235.84.71 sigorta sicil sayılı işçinin
hak sahiplerine Sosyal Sigortalar Kurumunca bağlanan gelirin peşin sermaye
değerinin, olayda kusurlu görülen işverenden kusuru oranında tahsili için
işveren aleyhine Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesine dayanılarak açılan
rücu davası, davacı kurumun isteği doğrultusunda hükme bağlanmış ve hüküm
kesinleşmiştir.
2167 sayılı Kanun ile Kurum mevzuatında yapılmış olan
değişikliğe göre çıkarılan 7/13398 ve 7/13987 sayılı Kararnameler ile ölen
işçinin hak sahiplerine bağlanan gelirler artırılmış ve artırılan gelirlerin
peşin sermaye değerinin, iş kazasının oluşmasında kusurlu bulunan, işveren ve
yerel belediyeden tahsili isteğiyle Kurum tarafından açılan, ikinci rücu
davasında :
Davalı işveren; birinci rücu davasıyla kendisinden tahsiline
karar verilen meblağı davacı Kuruma ödediğini, Kurumun hak sahiplerine daha
sonra yapmış olduğu ödemenin rücu'an kendisinden istenmesinin haksız ve yersiz
olacağını ileri sürerek davanın reddine,
Diğer davalı belediye vekili de; Kurumun birinci isteğinin haklı
bulunduğunu, kusurları oranında tazminat ödemeye hazır olduklarını ve fakat
daha sonra Kurumca yapılan ikinci ödemenin kendilerinden istenmesinin
haksızlığına. değinerek davanın kısmen reddine,
karar verilmesini istemişlerdir.
Davaya bakan mahkeme, davanın dayanağını oluşturan 506 sayılı
Kanunun 26. maddesinin birinci fıkrasında "ve ileride yapılması gerekli
bulunan her türlü giderin tutarı ile" biçiminde yer alan ibarenin,
Anayasanın "Başlangıç"ta ve 2., 10., 14., 36., 40., 41., 42. ve 48.
maddelerindeki ilkelere aykırı bulmuş, Anayasanın değişik 151. maddesi
uyarınca, iptaline karar verilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
III - YASA METİNLERİ
A) İptali istenen yasa metni :
17/7/1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun itiraz
konusu hükmü de içeren 26. maddesi şöyledir :
"İş kazası veya meslek hastalığı, işverenin kastı veya
işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine
aykırı hareketi veyahut suç sayılan bir eylemi sonucunda olmuşsa, Kurumca
sigortalıya veya hak sahibi kimselerine, yapılan ve ileride yapılması gerekli
bulunan her türlü giderlerin tutarı ile, gelir bağlanırsa, bu gelirlerin 22.
maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı
işverenden alınır.
İş kazası veya meslek hastalığı üçüncü bir kişinin kasıt veya
kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber
zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara
Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir."
B) Anayasa. Maddeleri :
Burada, mahkemenin itirazına dayanak yaptığı 334 sayılı Anayasa
maddeleri yerine esasın incelenmesi kararından sonra yürürlüğe giren 7/11/1882
günlü, 270u sayılı Anayasada öngörülen ve itirazın dayandırıldığı önceki
Anayasa ilkelerine koşut bulunan hükümlerine yer verilmiştir.
"Madde 2 - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî
dayanışma ve adalet anlayışı içinde. insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir."
"Madde 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
"Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevî varlığını
koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
........"
"Madde 35 - Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz."
"Madde 48 " Herkes, dilediği alanda çalışma ve
sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.
Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve
sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını
sağlayacak tedbirleri alır."
"Madde 49 - Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.
Devlet, çalışanların hayat seviyelerini yükseltmek, çalışma
hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve
işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli
tedbirleri
Devlet, işçi - işveren ilişkilerinde çalışma barışının
sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirler alır."
"Madde 60 - Herkes; sosyal güvenlik hakkına sahiptir.
Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirler alır ve
teşkilatı kurar."
IV - İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca Ahmet H.
Boyacıoğlu, H. Semih Özmert, Adil Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Nahit
Saçlıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu, Osman Mikdat Kılıç, Orhan Onar,
Selahattin Metin, Muammer Turan, Mehmet Çınarlı, Mahmut C. Cuhruk, Necdet
Darıcıoğlu, Servet Tüzün ve Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyla 16/9/1982
gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından
işin esasının incelenmesine Mehmet Çınarlı'nın karşıoyu ve oyçokluğu ile,
sınırlama sorununun esas inceleme sırasında ele alınarak karara bağlanmasına
oybirliğiyle karar verilmiştir.
V - ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, başvuru kararı ve ekleri, Anayasaya
aykırılığı öne sürülen yasa hükmü ve Anayasa kuralları, bunlarla ilgili
gerekçeler ve öteki yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan metinler
okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
İtirazın konusunu oluşturan 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununun 26. maddesinin ilk fıkrasında yer alan "ve ileride yapılması
gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ilen ibaresi dahil olmak üzere
anılan fıkranın bir bölümünün 334 sayılı Anayasa ilkeleri karşısındaki durumu,
daha önce Zonguldak ve Eskişehir İş Mahkemelerinin iptal istemlerine ilişkin
başvuruları üzerine Anayasa Mahkemesince iki kez işin esasına girilmek
suretiyle incelenerek 23/5/1972 günlü, E: 1972/2, K: 1972/28 sayılı ve
18/3/1976 günlü, E: 1975/198, K: 1976/18 sayılı kararlarla reddolunmuş ve bu
kararların Resmî Gazete'de yayımlandığı 21/12/1972 ve 15/7/1976 tarihlerine
göre Mahkemenin eldeki davaya ilişkin başvurusu üzerinden henüz on yıl geçmemiş
olması ve bu inceleme evresi içerisinde 7/11/1982 günlü, 2709 sayılı
Anayasa'nın yürürlüğe girmiş bulunması, esasın incelenmesinden önce halli
gereken iki sorun ortaya çıkarmıştır.
Önsorunlardan ilkini; 334 sayılı Anayasa döneminde yapılmış ve
işin esasına girilerek reddolunmuş bulunan aynı konudaki eski iki başvuruya
ilişkin kararların Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihler ile eldeki başvuru
tarihi arasında 2709 sayılı Anayasa'nın 152. maddesinin son fıkrasında yazılı
dava şartı niteliğinde bulunan on yıllık sürenin geçmemiş bulunmasının, eldeki
itiraz davasının görülebilirliğini etkileyip etkilemeyeceği daha yalın bir
anlatımla mahkemece yapılan başvurunun anılan Anayasa hükmü karşısında geçerli
bir başvuru niteliğinde olup olmadığı; ikincisini de Anayasa'ya uygunluk
denetiminin hangi Anayasaya göre yapılması teşkil etmektedir.
1) 2709 sayılı TC. Anayasası'nın 152. maddesinin son
fıkrasının neden olduğu sorunun incelenmesi :
Bu sorun, daha önce Anayasa Mahkemesinin 15 Nisan 1984 günlü,
18373 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 26 Nisan 1983 günlü, E: 1983/1, K:
1983/5 sayılı kararında, ayrıntıları ve dayandığı yasal ve anayasal gerekçeleri
gösterilerek çözüme bağlanmış olduğundan, bunların burada yinelenmesine gerek
görülmemiştir. Aynı nedenlerle 2709 sayılı Anayasa'nın 152. maddesinin son
fıkrasında yer alan on yıllık sürenin, söz konusu bu Anayasa hükümlerine göre
itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine gelerek işin esasına girilmek suretiyle
verilmiş bulunan red kararlarının Resmî Gazete'de yayımlandıktan sonra
uygulanabileceği sonucuna varılmıştır.
2) Anayasa'ya uygunluk denetiminin hangi Anayasaya göre
yapılacağı sorunu :
Keza bu sorun da, daha önce, Anayasa Mahkemesinin 9 Nisan 1984
günlü, 18367 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 28 Nisan 1983 günlü, E: 1981/13,
K: 1983/8 sayılı kararında; gerekçeleri gösterilmek suretiyle Anayasa'ya
uygunluk denetiminde 1982 Anayasası'nın esas alınması gerektiği yolunda
çözümlenmiş bulunduğundan, burada ayrıca, yinelenmesine gerek görülmemiş ve bu
karara yollama yapılmakla yetinilmiştir.
Esasın incelenmesine gelince :
Yasada öngörülen hal ve durumlarda meydana gelen ve sigortalıyı
hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan iş kazaları ile,
sigortalının çalıştığı işin niteliğine' göre tekrarlanan bir sebeple veya işin
yürütüm şartlan yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, sakatlık veya
ruhi arıza halleri olarak tanımlanan meslek hastalıkları gibi zararlandırıcı
sigorta olaylarında yerine göre Sosyal Sigortalar Kurumunca Yapılan ve türleri
56 sayılı Kanunun 12. maddesinde belirlenmiş olan yardımlar karşılığı
harcamalardan işverenin sorumluluğu ve sorumluluk koşulları anılan Yasanın 2e.
maddesinde düzenlenmiştir.
İtiraz yoluna başvuran mahkeme söz konusu maddenin birinci
fıkrasında yer alan "ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin tutarı ile ibaresinin Anayasaya aykırı olduğundan iptali gerektiğini
öne sürmektedir.
Yukarıda da açıklandığı gibi, daha önce Anayasa Mahkemesine
yapılmış olan bir başvuruda 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.
maddesinin birinci fıkrasının, bir başka başvuruda da aynı fıkranın "hak
sahibi kimselerine yapılan" sözcüklerinden sonra gelen bölümünün iptaline
ilişkin istemler Anayasa Mahkemesi'nce verilen 23/7/1972 gün, 2/28 ve 18/3/1976
gün 198/18 sayılı kararlarla reddolunmuştur. Bu kararlarda 26. maddenin birinci
fıkrası hükmünün niteliği, anlamlı, işverenin sorumluluk koşulları ve bu
sorumluluğun sınırları etraflıca açıklandığı cihetle burada yinelenmesine gerek
görülmemiştir.
Birinci fıkrasının bir bölümünün iptali istenilen 506 sayılı
Kanunun 26. maddesinde Kurumun, işveren ve işverenle birlikte üçüncü kişilere
karşı kanuni rücu hakkı düzenlenmiştir. Sosyal Sigortalar Kanunu ile getirilmiş
bulunulan sigorta sistemine göre iş kazası ya da meslek hastalığı gibi mesleki
bir risk ile karşılaşan sigortalıya, Kurumca gereken her türlü yardım
yapılmakta, zararlandırıcı sigorta olayı işverenin kasıtlı bir davranışı, suç
sayılan bir eylemi ya da işçinin sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuat
hükümlerine aykırı hareketi neticesi vukua gelmiş ise, Kurumca yapılan ve
ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir
bağlanırsa bu gelirin aynı Kanunun 22. maddesinde sözü geçen tarifeye göre
hesap edilecek sermaye değeri sebebiyet verdiği ölçüde işverenden veya
işverenle birlikte üçüncü kişilerden istenebilecektir.
İş kazası veya meslek hastalığının zararlandırıcı sonuçları
bazen kesin bazen de değişken olabilir. Örneğin sigortalının ölümünde kaza
sonucu kesindir. Bazı hallerde ise is kazası veya meslek hastalığının
sonuçlarının kesinlikle tesbiti uzun bir süre sonra mümkün olabilir. Sonuç
belirgin olmasa da Kurumun sevkedeceği sağlık tesislerinden alınan raporlarda belirtilen
arzulara göre iş kazası veya meslek hastalığı neticesi meslekte kazanma gücünü
en az yüzde on oranında kaybetmiş sigortalı, yürürlükteki mevzuata göre,
sürekli işgörmezlik gelirine hak kazanır. Kurum bu işlemi geciktirmeden yapmak
durumundadır: Söz konusu güç kaybı oranının ileride değişebileceği öngörülmekte
ise daha sonra Kurum ya da sigortalının isteği üzerine yaptırılacak kontrol
muayeneleri sonucu kaza veya meslek hastalığı kesinlikle saptanmış olur.
Sigortalının malûliyet oranı zaman içinde artarak, sürekli kısmî
işgörmezlik, sürekli tam işgörmezlik haline dönüşebileceği gibi, artan
malûliyet nedeniyle sigortalı yaşamını sürdürebilmek için başka bir kimsenin
sürekli bakımına da muhtaç duruma düşmüş olabilir. Tüm bu hususlar sigorta
harcamalarını artıran etkenlerdir. Bunlar arasında meslekte kazanma gücü kaybı
oranını azaltmak maksadıyla yapılan işe alıştırma (rehabilitasyon) masrafları
da vardır. Kurum, yasa gereği bütün bu ek giderleri de karşılamak zorundadır.
İptali istenilen ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderler sözcükleri, iş kazası ya da meslek hastalığı ile, uygun neden - sonuç
bağı çerçevesinde, sigortalı için sağlık durumunun gerektirdiği sürece yapılan
sağlık yardımları ve yukarıda açıklanan türdeki hizmetlerin yol açtığı
giderleri amaçlamıştır.
Sosyal Sigortalar Kanununun 8. maddesindeki sorumluluk,
metindeki sebeplerle sınırlandırılmış, kusura dayalı bir haksız fiil
sorumluluğudur. Zararlandırıcı sigorta olayının sonuçları kesin biçimde ortaya
çıkmış ve taraflar arasındaki uyuşmazlık hükümle nihaî olarak çözümlenmiş ise
bu sonucun herhangi bir nedenle bozulmasına esasen hukuk düzeni müsaade edemez.
Sosyal Sigortalar Kurumu, Kuruluş Kanununa göre hizmet akdine
dayalı olarak çalışanların sosyal güvenliklerini sağlamak gibi önemli bir
Devlet görevini üstlenmiş bulunmaktadır. Bu görevin gereği gibi yerine
getirilebilmesi ve ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullar zaman zaman
sigorta tahsislerinin artırılmasını zorunlu kılmakla ve bunu sağlamak için de
sık sık kanunlar çıkarılmaktadır.
Sonradan yürürlüğe giren yasaların geçmiş ve kesin bir nitelik
kazanmış hukukî işlemlere etkili olmaması hukukun temel kurallarından biridir.
İş kazası ve meslek hastalığı gibi sigorta dalları nedeniyle Kuruma ve
dolayısıyla Devlete ait bir yükümle, işverenin sorumlu tutulması hukukça
benimsenemez. Kaldıki, her ne sebeple olursa olsun Devletçe izlenen sosyal ve
ekonomik politikaların sonucu olarak sigorta tahsislerinde vuku bulan
artışların Kurumun öz kaynaklarından, bunun mümkün olmaması halinde de Devletçe
karşılanması esastır.
Özetlemek gerekirse, iş kazası sonucu ölen bir işçinin hak
sahiplerine kesin olarak bağlanan gelirde ekonomik ve sosyal bazı nedenlere
dayanılarak sosyal hukuk devletinin gereklerinden olan sosyal adalet ve sosyal
güvenliği sağlamak maksadıyla yasa ile sonradan artırma yapılmasının 26.
maddenin birinci fıkrasında ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin biçiminde yer alan ibarenin kapsamı dışında kaldığı ve bu niteliğiyle
itiraz konusu hükmün Anayasa'ya aykırı bulunmadığı sonucuna varıldığından
itiraz reddedilmelidir.
VI - SONUÇ :
17/7/1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 26.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan "... ve ileride yapılması gerekli
bulunan her türlü giderlerin tutarı..." ibaresinin Anayasa'ya aykırı
olmadığına ve itirazın reddine 20/12/1983 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan
Ahmet H. BOYACIOĞLU
|
Başkanvekili
H. Semih ÖZMERT
|
Üye
Necdet DARICIOĞLU
|
Üye
Nahit SAÇLIOĞLU
|
Üye
Hüseyin KARAMÜSTANTİKOĞLU
|
Üye
Kenan TERZİOĞLU
|
Üye
Yılmaz ALİEFENDİOĞLU
|
Üye
Yekta Güngör ÖZDEN
|
Üye
Orhan ONAR
|
Üye
Muammer TURAN
|
Üye
Mehmet ÇINARLI
|
Üye
Selahattin METİN
|
Üye
Servet TÜZÜN
|
Üye
Mahmut C. CUHRUK
|
Üye
O. Mikdat KILIÇ
|
KARŞIOY YAZISI
Burada, itiraz yoluyla başvurulan hükmün Anayasa'ya uygunluk
denetiminin olay zamanında yürürlükte bulunan 1961 Anayasası ile daha sonra
yürürlüğe giren 1982 Anayasası'ndan hangisine göre yapılacağı konusunun
tartışılması gerekmektedir.
Yasalar belirleyici, düzenleyici ya da yasaklayıcı
nitelikleriyle ilgili oldukları konularda genel ve nesnel (objektif) hukuksal
durumlar oluştururlar. Bir yasanın ya da o hükmün, kapsamı içerisine giren olay
ya da olaylara uygulanması öznel (subjektif) durumlar doğurur. Kişiyle-kişi ya
da kişiyle-Devlet arasındaki ilişkilerin ve yürütme etkinliklerinin yasanın
belirlediği düzenleyici kurallara göre olmasında kamu yararı (nesnel yarar);
etkinliklerini yürürlükteki yasaya göre düzenleyen kişilerin de kendilerine bu
yasanın uygulanmasını istemekte kişisel yararları (öznel yarar) vardır. Bu
durum kişiler yönünden kazanılmış hak doğurur. Başka bir deyişle kişinin, olay
günündeki yasanın kendisine uygulanmasını istemekte kazanılmış hakkı vardır. Bu
durum, aynı zamanda yasalara duyulan güvencenin doğal sonucudur.
Yasaların zaman içerisinde uygulanmasında, son yasanın toplumun
gelişen ve değişen gereksinmelerini en iyi karşılayacak nitelikte olduğu ve bu
nedenle yürürlüğe girdikten sonraki tüm olaylara uygulanmasında kamu yararı
bulunduğu varsayılır ve etkisini hemen göstermesi istenir.
Ancak bu düşünce kişinin, kendisine olay zamanındaki yasanın
uygulanmasını ve bu yöndeki kazanılmış hakkına uyulmasını isteyebilmesini
engellememelidir. Yasaların, yürürlüğe girdikleri günden itibaren yeni olaylar
için uygulanmaları doğal olmakla beraber, yürürlüğe girmelerinden önce meydana
gelen olaylardan doğan uyuşmazlıkların çözümünde kural olarak yeni yasanın
değil olay zamanındaki yasanın uygulanması ve böylece kişinin, kazanılmış
hakkına saygı duyulması hukukun temel ilkelerinden biridir. Nitekim bu kural
cezayla ilgili yönüyle, 1961 Anayasası'nın 33., 1982 Anayasası'nın 38.
maddelerinde "Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman
kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
biçiminde yer almıştır. Kişinin kamu düzenini koruyucu yasaları ihlal etmesi
sonucunda "suç" şeklinde ortaya çıkan olaylarda (ceza yasalarında
olduğu gibi) sonraki lehteki yasanın uygulanması; olayın toplum düzenini eskisi
kadar rahatsız etmediğinin kamu iradesini temsil eden yasa hükmüyle anlaşılması
ve eski yasadaki daha ağır cezanın verilmesinde artık kamu yararı görülmemesi
nedeniyle olun, ceza hukukunda "lehteki hüküm uygulanır" biçiminde
formüle edilen başka bir ilkeye dayanır. Öteki yasalara göre üst normu
oluşturan ve bir ülkenin hukuksal yapısını sınırlayıcı ya da belirleyici temel
ilkeler getiren Anayasaların da, zaman içinde uygulanmalarında yasalardan pek
farklı düşünülemez.
Her ne kadar Anayasa hükümlerinin ayrık haller dışında doğrudan
uygulanacak kurallar olmamaları nedeniyle öznel durumlar doğurmaları çok halde
söz konusu olmaz ise de, kişinin kendisine uygulanacak olay zamanındaki yasa ya
da kuralın o tarihte yürürlükte bulunan Anayasa'ya uygun olmasını isteyebilme
hakkı vardır. 1961 Anayasası'nın 8. maddesi, 1982 Anayasası'nın 11. maddesi
"Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz" hükmünü getirmiştir. Sonradan
Anayasa değişse de kişinin hakkında uygulanacak yasanın olay tarihinde yürürlükte
olan Anayasa'ya uygun olmasını isteyebilmesi kendisi açısından kazanılmış bir
haktır.
Aksi halde olay tarihindeki Anayasa'ya aykırı, ancak yeni
Anayasa'ya uygun yasaya göre kişilerin mahkum edilmesi söz konusu olabilir.
Önceki olaylara uygulanan yasaların yeni Anayasa'ya göre incelenmesi gerektiği
görüşünün benimsenmesi durumunda, kazanılmış hakların zedelenmesi yanında, yeni
Anayasa'dan önce yürürlükten kalkmış olsa da, olay tarihinde yürürlükte olması
nedeniyle mahkemelerde "uygulanacak" kural durumunda bulunan
yasaların denetimlerinin da yeni Anayasa hükmüne göre yapılması gerekecektir.
Eski olaylar için yeni Anayasa'ya göre denetim görüşü esas alınırsa, Anayasa
Mahkemesince iptal edilen hükmün bir yıl sonra yürürlüğe gireceğinin
belirtilmesi ancak henüz bir yıl dolmadan yeni Anayasa'nın yürürlüğe girmesi
durumunda uygulama nasıl olacaktır' Karara bağlanmış, ancak henüz yürürlüğe
girmemiş mahkeme kararı yeni Anayasa'ya göre yeniden gözden geçirilebilecek
midir'
Öte yandan, yeni Anayasa'nın, anayasal denetimde kapsamın,
yöntemin ve yetkilerin belirlenmesi yönünden uygulanacak tek metin olduğundan
kuşku duyulamaz. Anayasa Mahkemesi anayasal denetimini yeni Anayasa'dan aldığı
yetki, yöntem ve kapsam içinde kullanacaktır.
Ancak, burada tartışma konusu olan husus, yeni Anayasa'ya göre
denetim yetkisini kullanacak olan Anayasa Mahkemesinin, eski Anayasa'nın
yürürlükte bulunduğu döneme ait olaylara uygulanan yasaları incelerken ve
bunların Anayasa'ya uygun ya da aykırı olduğu sonucuna varırken hangi Anayasa
hükmüne bakacağıdır.
Ayrıca, iptal davaları ile Anayasa'ya aykırılığın öteki
mahkemelerde ileri sürülmesi sonucunda itiraz yoluyla yapılan başvuruların ayrı
nitelikle Anayasal denetim yolları olduğunu belirtmek gerekir. İptal
davalarında amaç; Anayasa'ya aykırı yasa ya da hükmün uygulamaya geçilmeden
ortadan kaldırmak itiraz yoluyla başvurularda ise, Anayasa'ya aykırı bir
yasanın uygulamasını önlemektir. Ayırım böyle olunca iptal davalarında anayasal
denetimin yeni Anayasa'ya göre yapılması doğaldır. Çünkü zaten çok büyük bir
olasılıkla iptali istenen yasa, yeni Anayasa'dan sonra yürürlüğe girmiş
olacaktır. İptali istenen yasa, yeni Anayasa'dan daha önce yürürlüğe girmiş
olsa bile, dava, uygulama sonucunda itiraz yoluyla açılmadığına göre öznel bir
durumdan ve kazanılmış bir haktan söz edilemez.
İtiraz yoluyla anayasal denetimde ise, Anayasa'ya aykırılığı
ileri sürülen ya da aykırı görülen kural, olaya uygulanmış öznel bir durum
yaratılmış ve kazanılmış hak doğmuştur. Uygulanacak kural durumundaki 'bu hüküm
anayasal denetim sırasında yürürlükten kalkmış dahi olabilir.
1961 ve 1982 Anayasalarında itiraz yoluyla yapılan başvurularda
önceki olaylar için yeni Anayasa'ya bakılacağı yönünde bir hüküm
bulunmamaktadır.
Her ne kadar 1961 Anayasası'nın geçici 9. maddesinde "Anayasa
Mahkemesinin görevine başladığı tarihte yürürlükte olan herhangi bir kanun
hakkında, bu Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla iptal davası açılabilir. Bu halde
iptal davası açma hakkı, Anayasa Mahkemesinin görevine başladığının Resmî
Gazete'yle yayımlandığı tarihten itibaren altı ay sonra düşer" denilerek
1981 Anayasası'na aykırı düşen yasaların ayıklanabilmesi için özel bir olanak
tanınmışsa da, 1982 Anayasası'nda söz konusu geçici maddeye koşut bir kural
getirilmemiştir. Kaldıki, bu madde sadece iptal davalarıyla ilgili olup,
Anayasa Mahkemesinin kuruluşu nedeniyle getirilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa'ya aykırı olduğu ileri sürülen ve
1961 Anayasası'nın yürürlükte olduğu sırada meydana gelen olaya uygulanan
kuralın Anayasa'ya uygunluk denetiminin, 1961 Anayasası hükümlerine göre
yapılması gerektiği oyuyla verilen kararın bu yönüne karşıyım.
KARŞIOY YAZISI
Her olguya, olaya, oluşa, eylem, işlem vs. ye vuku buldukları
tarihteki mevzuat hükümlerinin uygulanması hukukun temel ilkelerindendir.
9/7/1961 gün ve 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 33
üncü, 7/11/1982 gün ve 2709 sayılı Anayasa'nın 38 inci maddelerindeki :
"Kimse işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir
fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için
konulmuş olan cezadan daha ağır ceza verilemez" şeklindeki hükümler de
aynı ilkeden kaynaklanmaktadır. Bu hükümlerdeki "kanun" sözcüğünün
kapsamına Anayasa da girmektedir. Yani işlendiği zaman yürürlükte bulunan
Anayasanın suç saymadığı bir fiilden dolayı evleviyetle kimseye ceza verilemez.
Örneğin : işlendiği zaman yürürlükte bulunan yasa, fiili suç saysa, o zaman
yürürlükte bulunan Anayasa suç saymasa, dolayısıyla yasa fiilin işlendiği
zamanki Anayasaya aykırı olsa yasanın iptal edilip anayasaya uygun hareket eden
kimsenin cezalandırılmaması gerekir. Fiilin işlendiği zamandan sonra yürürlüğe
giren ve yürürlüğe girdikten sonraki fiillere, olgulara, olaylara, oluşlara ve
işlemlere uygulanacak olan yeni Anayasa önceden işlenen fiilin eşidini suç
saysa ve yasa sonraki Anayasaya uygun olsa dahi işlendiği zaman yürürlükte
bulunan Anayasaya uygun fiilden dolayı kimsenin cezalandırılmaması, hukukun ana
ilkesi ve Anayasaların açık hükümleri gereğidir. 1961 Anayasasının 8 inci, 1982
Anayasasının 11 inci maddelerindeki : "Anayasa hükümleri, yasama, yürütme
ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan
temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz" şeklindeki
hükümlerde fiilin işlendiği ve olayın vuku bulduğu zamandaki Anayasaya, göre de
uygunluk denetimi yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu konu; hukuki durumlar ve hukuki tasarrufların sakat ve
muteber oluşları, geri alınması, kaldırılması ve değiştirilmesi konularıyla da
yakınen ilgili bulunduğundan o konulara da kısaca dokunmakta yarar vardır :
Hukuki tasarrufların doğurduğu kudret ve yetkilerle
mecburiyetler hukuki durumları oluşturur. Bu durumlar ya genel, gayrişahsi ve
objektif veya belirli, ferdi ve subjektif olurlar.
Objektif tasarruflardan doğan objektif hukuki durumlar; genel,
gayrişahsi ve süreklidir. Ancak, yeni bir objektif tasarruflar kaldırılır veya
değiştirilebilir.
Subjektif tasarruflardan doğan subjektif hukuki durumlar ise;
objektif durumların aksine, belirli, ferdi ve geçicidir. (İhtiva ettikleri
borçların ve mükellefiyetlerin ifası ile ortadan kalkarlar) ve en önemli
özellikleri, kural tasarruflarla değiştirilemezler. Müktesep hak teşkil
ederler. Objektif hukuk alemindeki değişiklikler esas itibariyle bunlara etki
etmez.
Sakat tasarruflar (Çıkarıldıkları zaman yürürlükte bulunan
Anayasaya aykırı yasalar sakat tasarruflardır). Doğuşlarında, yapıcı
unsurlardaki sakatlıklar dolayısıyla hukuk nizamına, hukuk alemine uymayan
tasarruflardır. Bunların ortadan kaldırılması, geri alınması ve hukuk nizamının
emrettiği müeyyidelerin tatbiki demektir. Sakat tasarruflar hukuk aleminde,
esasen vücut bulmadıkları için bir tesir de husule getirmemiş sayılabilir.
Nitekim İdari Mahkemeler ve Danıştayın iptal kararları, makable şamildir. Dava
konusu sakat idari tasarrufu (işlemi), o tasarrufun ittihaz edildiği andan
itibaren ortadan kaldırır. Ancak yasalar yönünden, istikrar düşüncesi daha
fazla ağırlık kazandığı için, Anayasalar, Anayasa Mahkemesince verilen iptal
ararlarının geriye yürümiyeceğini kabul, etmektedirler.
Tam ve muteber tasarruflar (Çıkarıldığı zamanki Anayasaya uygun
ve sonraki Anayasaya aykırı örneğin, 1961 Anayasası'na uygun, 1982 Anayasası'na
aykırı yasalar tam ve muteber tasarruflardandır); Bunlarda sonraki bir
tasarruflar kaldırılabilir veya değiştirilebilir. Fakat esas itibariyle geri
alınamaz. Örneğin; sonraki yasanın, önceki kendine aykırı yasaları açıkça
olmasa da zımnen kaldıracağı veya değiştireceği ilkesi ile Anayasanın üstünlüğü
ve bağlayıcılığı ilkesi yeni Anayasaya aykırı yasalarında ortadan
kaldırılmasını gerektirir. Fakat tam ve sahih hukuki tasarruflar sonraki
yasalar veya Anayasa ile kaldırıldığında veya değiştirildiğinde, onların o güne
kadar ki doğurmuş olduğu hükümler, hukuki durumlar ve bunlara dayanan tekmil
hukuki hadiseler, haklar ve yükümlülükler muteberdir. Çünkü tam ve muteber bir
hukuki tasarrufu (yasayı) sonraki bir tasarruf (Yasa veya Anayasa) , açıkça,
istisnai ve özel bir hükümle geri almadıkça, ancak kaldırabilir ve
değiştirebilir. Önceki tasarrufun mazideki değil, istikbaldeki hükümlerini
durdurabilir ve devam edegelmekte alan hukuki duruma son verebilir.
Başlıca bu nedenlerle, subjektif hukuki tasarrufun veya fiilin
vuku bulduğu ve subjektif durumun hasıl olduğu zamanda yürürlükte olan önceki
Anayasaya göre de uygunluk denetimi yapılmadan yalnız 1982 Anayasasına göre
inceleme yapılarak karar verilmesine karşıyım.