ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1980/19
Karar sayısı:1980/48
Karar günü:3/7/1980
Resmi Gazete
tarih/sayı:3.11.1980/17149
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî
Mahkemesi.
İTİRAZIN KONUSU : 1/3/1926 günlü, 765 sayılı Türk Ceza
Yasası'nın, 10/6/1949 günlü, 5435 sayılı Yasa ile değişik 163. maddesinin
dördüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I-OLAY:
Bir hanın duvarına "İŞÇİNİN HAKKINI ŞERİAT VERİR
-AKGENÇ" sözcüklerini yazarken gece bekçilerince yakalanan sanık hakkında
açılan kamu davasında, Türk Ceza Yasası'nın uygulanacak 163. maddesinin
dördüncü fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ilişkin askeri savcı tarafından
ileri sürülen sav, Mahkemece ciddî görülerek sözü edilen fıkranın iptali için
Anayasa Mahkemesine başvurulmasına 15/11/1979 gününde karar verilmiştir.
III- METİNLER:
A) 1/3/1926 günlü, 765 sayılı Türk Ceza Yasası'nın itiraz konusu
fıkrayı içeren değişik 163. maddesi:
"MADDE 163- Lâikliğe aykırı olarak, Devletin içtimaî veya
iktisadî veya siyasî veya hukukî temel nizamlarını, kısmen de olsa dinî esas ve
inançlara uydurmak amaciyle cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare
eden kimse iki yıldan yedi yıla kadar ağır hapis cezasiyle cezalandırılır.
Böyle cemiyetlere girenler veya girmek için başkalarına yol
gösterenler altı aydan aşağı olmamak üzere hapis cezasıyle cezalandırılırlar.
Dağılmaları emredilmiş olan yukarıda yazılı cemiyetleri, sahte
nam altında veya muvazaa şeklinde olsa dahi yeniden tesis, teşkil, tanzim veya
sevk ve idare edenler hakkında verilecek cezalar üçte birden eksik olmamak
üzere artırılır.
LAİKLİĞE AYKIRI OLARAK, DEVLETİN İÇTİMAÎ VEYA İKTİSADÎ VEYA
SİYASÎ VEYA HUHUKÎ TEMEL NİZAMLARINI, KISMEN DE OLSA DİNÎ ESAS VE İNANÇLARA
UYDURMAK AMACİYLE VEYA SİYASİ MENFAAT VEYA ŞAHSİ NÜFUZ TEMİN VE TESİS EYLEMEK
MAKSADİYLE DİNÎ VEYA DİNÎ HİSSİYATI VEYA DİNCE MUKADDES TANILAN ŞEYLERİ ALET
EDEREK HER NE SURETLE OLURSA OLSUN PROPAGANDA YAPAN VEYA TELKİNDE BULUNAN KİMSE
BİR YILDAN BEŞ YILA KADAR AĞIR HAPİS CEZASİYLE CEZALANDIRILIR.
Yukarı ki fıkrada yazılı fiil yayın vasıtalariyle işlendiği
takdirde verilecek ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.
Yayım yeri veya yayım vasıtası veya yayım konusu bakımından az
zarar umulan hallerde faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
B) Dayanılan Anayasa kuralları:
1-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Başlanğıç'ının ilgili ikinci,
üçüncü ve dördüncü bölümleri:
"Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak,
bölünmez bir bütün halinde millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve
milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk
Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve;
"Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinin, Millî Mücadele
ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna
sahip olarak;
İnsan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adaleti,
ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı
mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle
kurmak için;"
2- Anayasa'nın 2., 11., 12;, 19., 20., 33., 153. ve 154.
maddeleri "II Cumhuriyetin nitelikleri:
MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve Başlangıçta
belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
devletidir."
"II Temel hak ve hürriyetlerin özü, sınırlanması ve kötüye
kullanılmaması.
MADDE 11- (20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasa ile değişik) Temel
hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin,
millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel
sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel
sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla
sınırlanabilir.
Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak
ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayırımına dayanarak,
nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kasdı ile
kullanılamaz.
Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda
gösterilir."
"III Eşitlik.
MADDE 12- Herkes, dil ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefi
inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz
tanınamaz."
"VI Düşünce ve inanç hak ve hürriyetleri,
a) Vicdan ve din hürriyeti.
MADDE 19- (20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasa ile değişik)
Herkes, Vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
Kamu düzenine veya genel ahlâka veya bu amaçlarla çıkarılan
kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dinî âyin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse, dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı
kınanamaz.
Din eğitim ve öğrenimi, ancak kişilerin kendi isteğine ve
küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır.
Kimse, Devletin sosyal, iktisadî, siyasî veya hukuki temel
düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya şahsi
çıkar veya nüfuz sağlama amaciyle, her ne suretle olursa olsun, dinî veya din
duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz. Bu yasak dışına çıkan veya başkasını bu yolda kışkırtan gerçek ve
tüzel kişiler hakkında, kanunun gösterdiği hükümler uygulanır ve siyasî
partiler Anayasa Mahkemesince temelli kapatılır."
"b) Düşünce hürriyeti.
MADDE 20- Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir;
düşünce ve kanaatlarını söz, yazı, resim ile veya başka yollarla tek başına
veya toplu olarak açıklayabilir ve yayabilir.
Kimse, düşünce ve kanaatlarını açıklamaya zorlanamaz."
"d) Cezaların kanunî ve şahsî olması; zorlama yasağı.
MADDE 33- Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç
saymadığı bir fiilinden dolayı cezalandırılamaz.
Cezalar ve ceza tedbirleri ancak kanunla konulur.
Kimseye, suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan
daha ağır bir ceza verilemez.
Kimse, kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırma
sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.
Ceza sorumluluğu şahsîdir.
Genel müsadere cezası konulamaz."
"I Devrim kanunlarının korunması.
MADDE 153- Bu Anayasa'nın hiçbir hükmü, Türk toplumunun çağdaş
uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini
koruma amacını güden aşağıda gösterilen Devrim kanunlarının, bu Anayasa'nın
halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin Anayasa'ya
aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:
1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası
hakkında Kanun;
3. 30 Teşrinisâni 1341 tarihi i ve 677 sayılı Tekke ve
Zaviyelerle Türbelerin Şeddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men
ve İlgasına dair Kanun;
4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle
kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru tarafından yapılacağına dair
medenî nikâh esası ile aynı Kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelminel Erkamın
Kabûlü hakkında Kanun;
6. l Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin
Kabul ve Tatbiki hakkında Kanun;
7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa
gibi lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına dair Kanun ;
8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bâzı Kisvelerin
Giyilemiyeceğine dair Kanun"
"II. Diyanet işleri Başkanlığı.
MADDE 154- Genel idare içinde yer alan Diyanet işleri Başkanlığı
özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir."
IV- İLK İNCELEME :
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 15. maddesi uyarınca, Şevket
Müftügil, Ahmet H. Boyacıoğlu, Osman Tokcan, Rüştü Aral, Ahmet Salih Çebi,
Muammer Yazar, Âdil Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Hüseyin Karamüstantikoğlu,
Kenan Terzioğlu, Necdet Darıcıoğlu, İhsan N. Tânyıldız, Bülent Olcay, Yılmaz
Aliefendioğlu ve Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyla 13/3/1980 günü yapılan
ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının
incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ :
İşin esasına ilişkin rapor, başvurma kararı, itiraz konusu yasa
hükmü, ilgili Anayasa kuralları, bunlara ilişkin gerekçeler ve öteki yasama
belgeleri incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü :
İtiraz yoluda başvuran Mahkeme, Türk Ceza Yasası'nın 163.
maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "Lâikliğe aykırı olarak, Devletin
içtimaî veya iktisadî veya siyasî veya hukukî temel nizamlarını kısmen de olsa
dini esas ve inançlara uydurmak amaciyle .........propaganda yapmayı veya
telkinde bulunmayı" cezalandıran hükmün, salt lâikliğe aykırı sayılan
düşüncelerin açıklanması ve savunulmasını yasaklayıp telkin ve propaganda
yapılmasını yaptırıma bağlayarak düşüncenin özüne dokunmakla, Anayasa'nın 11.,
19. ve 20. maddelerine, İçerdiği kavramların açık ve duru olmamasıyla değişik
uygulamalara yol açtığından, Anayasa'nın 33. maddesine aykırı düştüğünü, ayrıca
Yasa Koyucunun dinsizlik propagandasını yasaklamamasını, eşitsizlik
yarattığından, Anayasa'nın 12. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Bu
savlar, Anayasa maddeleri sırasına göre ele alınıp irdelenecektir.
Ancak, öncelikle, İtiraz konusu fıkranın yapısını kısaca gözden
geçirmekte yarar vardır:
Türk Ceza Yasası'nın 163/4. maddesinin yukarda belirtilen hükmü,
lâiklik ilkesine bağlı olarak, iki eylemi yasaklamıştır. Bunlar,
"propaganda" ve "telkin" dir. Fıkranın birinci bölümüne
göre, propaganda ya da telkin, lâikliğe aykırı olarak, Devletin sosyal,
ekonomik, siyasal ya da hukuksal temel düzenlerinden birisinin, bir bölümünü
bile olsun, dinsel ilke ve inançlara uydurmak amacını gütmeyecektir; bunlara
aykırı propaganda ve telkinin her türlü ve biçimi yasaklanmıştır. Fıkranın
ikinci bölümü de, siyasal çıkar ve kişisel etkenlik sağlamak için, yine
lâikliğe aykırı olarak dini, dinsel duyguları, dince kutsal tanınan şeyleri
araç kılarak yapılacak propaganda ve telkini yasaklamaktadır. Görülüyor ki
fıkra, tümüyle "lâikliği" korumayı amaçlamakta ve lâikliğe aykırı
davranışların ceza hukukundaki yaptırımını oluşturmaktadır.
Nitekim, Anayasa'nın vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 19.
maddesinin beşinci fıkrasında gösterilen durumlar, ayrı sözcüklerle de olsa,
Türk Ceza Yasası'nın 163/4. maddesinde yer almaktadır. Türk Ceza Yasası'nın
163/4. maddesinde tanımlanan suçun maddi ve manevî öğeleri Anayasa'nın 19/5.
maddesindekilerin koşutu olup, Anayasa'nın 19. maddesinde geçen "istismar,
kötüye kullanma, yasak dışına çıkma ve kışkırtma" sözcükleri Türk Ceza
Yasasının 163/ 4. maddesindeki "propaganda ve telkini" kapsamaktadır.
Anılan Anayasa hükmünde, yasaklanan eylemlerin yaptırımının yasada
gösterileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu bakımdan, itiraz konusu hükmün,
dayanağı durumundaki Anayasa'nın 19. maddesine aykırılığı savının kabulüne
olanak yoktur.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Anayasa'nın 2. maddesi
"lâiklik" ilkesinin kurallaştığı bir temel özelliğini taşımakta ve bu
maddede Cumhuriyetin nitelikleri sayılırken, değişmezliği 9. maddenin
güvencesine bağlanan düzen ana çizgileriyle ortaya konulmaktadır. Lâiklik
ilkesini benimseyen Cumhuriyet, hukukun lâikliğini sağlamış, böylece Devlet
bağımsız ve yansız bir hukuk kurumu olarak çağdaş ve uygar yapısını bulmuştur.
Böylece lâikliğin Anayasa'nın 2. maddesiyle, temel kural durumunda siyasal ve
hukuksal yaşamda geçerli bulunması, lâikliği koruyan Türk Ceza Yasası'nın 163.
maddesini Anayasa'mızın 2. maddesinin doğal ve zorunlu bir sonucu durumuna
getirmektedir.
Anayasa'nın 12. maddesi, yasa önünde eşitlikte "... din ve
mezhep ayrımı" gözetilmeyeceğini buyurmaktadır. Bundan amaç, yasa
karşısında, kişinin dini ve mezhebi ne olursa olsun, yasa kuralının ayırımsız
uygulanmasıdır. Devlet, din konusundaki inancına bakmaksızın, yurttaşa eşit
davranacak, yan tutmayacaktır. Lâik devletin hukuksal yükümlülüğü de budur. Bu
nedenle, lâiklik ilkesini koruyan Türk Ceza Yasası'nın 163/4. maddesinin, Anayasa'nın
anılan ilkeye saygınlık sağlayan 12. maddesine aykırı yönü yoktur.
İtiraz konusu fıkranın Anayasa'nın 20. maddesine aykırı olduğu
savına gelince: Anayasa'nın 20. maddesi, genel olarak düşünce özgürlüğünü
korumakta, güvenceye bağlamaktadır. Düşüncenin açıklanması da bu kapsam
içindedir. Ancak Anayasa'nın 19. maddesinin "her ne suretle olursa
olsun", diyerek getirdiği sınırlama ve yasaklamayı içeren özel hükmü
karşısında, bu maddenin kapsamına giren durumlarda 20. maddedeki genel hüküm
gözetilemez. Başka bir anlatımla, anayasal düzenimiz bakımından önemine
yukarıda değinilen lâikliği koruyup sürdürmek için düşünce özgürlüğünün
sınırlanması, bizzat Anayasa'nın uygun bulduğu bir düzenlemedir. Anayasa
Koyucunun zorunlu gördüğü bu düzenlemenin de düşünce özgürlüğüne aykırı bir
yanı bulunduğu ileri sürülemez. Bu nedenle, itiraz konusu hükmün, Anayasa'nın
20. maddesine aykırı olduğu ve düşünce özgürlüğünün özünü zedeleyerek
Anayasa'nın 11. maddesine de aykırı düştüğü yolundaki savlar yerinde
bulunmamıştır.
Son olarak, Türk Ceza Yasası'nın 163/4. maddesindeki
"lâikliğe aykırı olma", "Devletin içtimaî ve iktisadî veya
siyasî veya hukukî temel nizamları" kavramlarının, açık ve duru olmayıp
görüş ayrılıklarına yol açtığı, bu durumun da Anayasa'nın 33. maddesinde yer
alan "cezaların yasallığı" kuralına aykırılığı savı da, anılan
kavramların uygulama ve öğretide yeterli açıklıkla belirlenmiş bulunması
bakımından, yerinde görülmemiştir.
Bütün bu nedenlerle, yerinde görülmeyen itirazın reddine karar
verilmelidir.
Yekta Güngör Özden, ek gerekçe yazma hakkını saklı tutarak, bu
sonuca katılmıştır.
SONUÇ:
1/3/1926 günlü, 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 10/6/1949 günlü,
5435 sayılı Yasa ile değişik 163. maddesinin itiraza konu edilen dördüncü
fıkrası hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine,
3/7/1980 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan
Şevket Müftügil
|
Başkanvekili
Ahmet H. Boyacıoğlu
|
Üye
Rüştü Aral
|
|
|
|
Üye
Osman Tokcan
|
Üye
Muammer Yazar
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
|
|
|
Üye
Nahit Saçlıoğlu
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
Üye
Kenan Terzioğlu
|
|
|
|
Üye
Orhan Onar
|
Üye
Necdet Darıcıoğlu
|
Üye
İhsan N. Tanyıldız
|
|
|
|
Üye
Bülent Olçay
|
Üye
Yılmaz Ali Efendioğlu
|
Üye
Yekta Güngör Özden
|
EK GEREKÇE YAZISI
Anayasa Mahkemesi, Anayasa'mızın temel organlarından ve önemli
görevleri bulunan, özelliği olan en üst yargı kuruluşudur. Bir kuralı iptal
ederken bile, kural koyma niteliğinde çalışma yaptığı gözetilirse,
kararları'nın Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim
makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığı (Anayasa md. 152/son)
anımsanırsa, vardığı sonuçların etkenliği kendiliğinden ortaya çıkar. Bilim
kuruluşlarının "hukuk öğretimi" yanında yargı kuruluşlarının
"hukuk üretimi" ağırlık taşır, ülkemizde de bu ağırlık büyük ölçüde
Anayasa Mahkemesi'nin omuzlarındadır. Çalışmalarıyla hukuk üretirken, bilimsel
gelişmeye katkıda bulunacak, araştırmalara ışık tutacak, yasama organına ve
yürütmeye yol gösterecek, gereksinimleri karşılayacaktır. Bilimsel eleştirilere
açık biçimde genişlik, derinlik, tümüyle doyuruculuk öngörmeli, boşlukları
dolduracak düzeyde "hukuksal görüş" ten kaçınmamalıdır. İtiraz
davası, doğrudan lâiklik ilkesine yönelik olmamakla, Sıkıyönetim Mahkemesi de
"lâikliğin, özellikle ulus egemenliği ve tam bağımsızlık ilkesinin
ayrılmaz bir parçası olduğuna kesin inancı bulunduğunu" açıklamakla
birlikte, dolaylı yoldan lâiklik ilkesi üzerinde durulduğundan, konunun ülkemiz
için "çok önemli" olduğu bilinerek tarihsel gelişimle, Anayasal ve
yasal yönler (lâiklikle ilgili Anayasa ve yasalar) karara alınmalı idi.
Uygulama çelişkileri, sapmalar ve tüm ayrılıklar gözetilerek lâiklik
incelenmeli; hukuksal yapısı, ulusal yaşamdaki yeri, toplumsal kurumlara
yansıması, yararı, olumsuz girişimlerin yönü ve kaçınılmaz kötü sonuçları
belirtmeliydi. Ulusal yarar yönünden güçlendirici görevimiz böylece daha çok
amacına ulaşırdı. Lâikliğin ülkemize özgü anlam ve kapsamı, hukuksal tanımlarla
açıklanmalı, hiç değilse bu konudaki 21/10/1971 gün ve Esas 1970/53, Karar
1971/76 sayılı Anayasa Mahkemesi kararıyla, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun
20/9/1965 gün ve Esas 234, Karar 113 sayılı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin
15/12/1955 gün ve Esas 395, Karar 425 sayılı kararlarına yollama yapılarak
kavramın içeriği daha iyi vurgulanmalı idi. Tanımlamalarda sınırlama sakıncası
görülürse, değeri ve önemi üzerinde durulabilirdi.
Ayrıca, ATATÜRK'e değin lâik olmayan Devlet bu uygar niteliğini
Atatürk'le kazandığından lâiklik, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden
birisidir. Anayasa'mızda Başlangıç'ında Atatürk devrimlerine bağlılığın
bilincini kıvanç ve onur nedeni saydığından, Atatürk devrimlerine ve ilkelerine
"Anayasal kaynak, hukuksal dayanak" olarak başvurulması doğaldır.
Atatürk ilkeleri, devrimlerle gerçekleştirilip ulusal yaşamda kökleşmiştir.
İlkeler, Kurtuluş Savaşı öncesinden ölümüne değin Atatürk'ün üstün
yeteneklerinin ürünü olarak Türk Ulusu'nun benimsediği buyruklarla, yine
Atatürk'ün yaşamımıza aktardığı bilimde, uygulamada yeni olan temellerdir.
Bunları, olduğu gibi bırakmak, bunlara birşey katmamak, bunları yenilemek,
dondurup etkisiz ve geçersiz kılmak olur. Lâiklik, Atatürk ilkelerinin en önde
gelenidir. Hoşgörülü olmaktan insan olmaya, insancıl olmaya dek geniş bir
anlamı içeren bu ilkenin, ulusal yaşamımızı dokuyan bir öğe olduğu kuşkusuzdur.
Bir yaşam ilkesi olmaktan ötede bir devrim aracıdır. Atatürk "Türk
Kurtuluş Savaşı, Türklerin din toplumu durumundan ulus yaşamına geçişidir"
(20/3/1923) derken lâikliğin ulusun tümlüğü yolunda milliyetçilik ilkesini tamamladığını,
bağımsızlığın bu yolla gerçek ve güçlü olduğunu, "ümmetçilik -
şeriat" yerine "ulus-us (akıl) ."nun seçildiğini, böylece
bilimden kalkınarak uygarlık ve çağdaşlaşmanın lâiklikle benimsendiğini
anlatmıştır. Tıpkı, Kurtuluş Savaşı'nı devrimlerle tamamlanmasına çalışması
gibi, Ulusal And (Millî Misak) dan beri izlenen ulusal kurtuluş ve çağdaş
kuruluş süreci, Lozan Barış Antlaşması'nda kurulacağı öngörülen yeni hukuk
düzeninin yeni yasalarla gerçekleşmesiyle hızlanmış, din seçimi, evlenmenin uygarlaştırılması,
tek kadınla evlilik, başka dinde olanlarla evlenme, boşanma düzeni, miras
kuralları vd. ile hukuk devrimimiz, lâikliği tümden yaşama geçirmiştir. Kişilik
için, özgür düşünce yönüyle, temel nitelik sayılan lâiklik, yeterli yeni
kuşaklar için önkoşuldur. Atatürk'ün "vicdanı özgür, fikri özgür"
bireyler istemi, lâikliğin öğretim ve eğitimdeki yerini göstermektedir.
Koşullandırılmış bireyler, inanç, vicdan ve düşünce yönünden özgür olmayan
kişiler, uygar toplumu oluşturamaz. Bu nedenlerle, 44 sayılı Yasa uyarınca
içtiğimiz and, Anayasa'mızı koruma konusundaki yükümlülüğümüzü açıklamakla,
Cumhuriyetimizin niteliklerini ören her ilkeyi büyük bir duyarlık ve özenle
savunacağımızı yinelemektedir. Ulusal yarar açısından zorunlu bir kurum olan
lâikliğin ülkemiz için özel bir önemi vardır.
Lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin seçkin niteliği olarak
benimsenen hukuksal, tarihsel bir olgudur. Dine özgürlüğünü veren bir devlet
niteliği olan lâiklik, bireylerin özgürlüklerine saygıyı sağlayan anlayıştır.
Din, lâiklik yoluyla gerçek din olur. Kişiliğin en belirgin kanıtı
özgürlüğüdür. Bunun başında da vicdan (özgüdü) özgürlüğü gelir. İç dünyanın
bilinçle dokunmuş, kişiyi kendine karşı bile yargılayan yüce bir duygu olan
özgüdü en duru kaynaktır. İnançların barınağı sayılan özgüdü özgürlüğü Devletçe
güvence altına alınır ki, inançlara göre ayırım yapılmamış olsun, Devlet, din
duygusu karşısında yansızdır. Dine, inanmak gibi inanmamak da bir özgürlüktür.
Lâik devlet bu iki tür inancı da tanır. Lâik düzende inanç özgürlüğü daha
gerçek, daha sağlıklıdır. Din yandaşlığını yasaklayarak inanç eşitliğini
sağlamak özde eşitlik kuralıdır, bu yolla bireylerin yasa önünde eşitliği
gerçekleştiğinden eşitlik ilkesi de güç kazanır. Devletin ulusallığı, ulusal
bağımsızlık, ulusal egemenlik, siyasal gücün birliği ve dengesi lâiklikle
sağlanır. Atatürk de "Din, mezhep bağı yerine Türk ulusçuluğu bağı Türk
devriminin amacıdır" (5/11/1925) demekle lâikliğin, ulusallığın aracı
olduğunu belirtmiştir. Lâik nitelik, lâik yurttaşlarla oluşur ve gerçekleşir.
Cumhuriyetin sahibi olan Türk yurttaşı, dinsel ilkelerle sınırlanmış hak ve
özgürlüklerle Devleti kuramaz, Lâiklik, kişiliğe, usa inanç duymadır. Ulus
yapısını kuran anlayıştır. Bu yolla dogmatik değerler düzeni atılıp usa ve
bilime dayalı uygar toplum düzenine, ulus amacına ulaşılmıştır. Özgür
düşüncenin, yurt sevgisinin utkusu (zaferi) olarak hukuka güç veren lâiklik,
dine öncelik verenlerin tanımak istemedikleri "ulus bilinci" nin
kaynağıdır. Bir anlamda İslâmın beynelmilelciliğinden Türk Milliyetçiliğine,
Atatürk Milliyetçiliğine geçişi sağlıyarak ulus kavramına gerçeklik
kazandırmıştır. Ahlâkı yüceltmek, devrimin odağı etkinliğiyle usa saygı ve
güveni artırmış, toplumsal ilerlemeyi dinsel denetim dışında tutarak
hızlandırmış, gelişmelere ışık tutmuştur. Cumhuriyet düzeninin başlıca
ilkelerinden olarak Devlet yapısına biçim ve anlam kazandırmış, hukuk
kavramlarının özüne girmiştir. Batılı düşünmenin bir yöntemi olarak benimsenen,
ulusal yaşamı dinin katı kurallarının etkisinden kurtarıp bağımsız özgür
düşünceyi, özgür inancı, bu yolla din sömürüsünü önleyen , dine saygıyı
sağlayan lâiklik, Kurtuluş Savaşı'nın hukuksal ve siyasal kurumlarla
tamamlanmasıdır. Usa, bilime, uygar öğretime, tekniğe, çağdaş kurallara açık
"Ulusal" niteliğe yaraşır düzeni sağlama yolu, din ile devlet - dünya
işlerini ayırmakta bulunmuştur. Siyasal kurumların lâik düzen içinde işlerliği,
Devletin uygar, toplumsal, bilime ve yargıya değer veren yapısını
yansıtmaktadır, Lâiklik, siyasal yapının temelidir. Anayasa'nın kuşkusuz,
tartışmasız, açık-seçik, kesin koruduğu bu ilke, Devlete, Cumhuriyetin niteliği
olarak adını vermiştir. Daha açık bir anlatım, yalın bir deyişle, Devletimizin
"karekteri"dir. Bu özelliği gereği, ceza kurallarıyla korunmuştur.
Lâiklik, Anayasal bir nitelik olmakla hukuk kurumu sayılmaktan ilerde ulusal
bilinçle kökleşmiş ulusal bir değerdir. "Millî Mücadele ruhu"nun
Cumhuriyete yansıyan uygar yanı, Türk devriminin en etkin, en belirgin
aşamasıdır. Kaynağını Türk Ulusunun özlem ve gereksinimlerinden, özellik ve
değerlerinden alan bir hukuk atılımıdır. Demokrasinin gerçeklik ölçüsü,
teokrasi ve monarşiye engel, haklara, bilime ve özgürlüklere kaynak, egemenlik,
uygarlık ve ahlâkın hukuksal göstergesidir.
1961 Anayasa'sının 2., 11., 19., 20. ve 153. maddeleriyle ilgili
gerekçelerin açıkladığı görüş, Devletimizin lâik niteliğinin övünç veren
yanlarını duyurur. Ulusal devletin, hukuk devletinin gerçekleşmesidir. Uygar
kuruluşa geçiş olarak Anayasa'nın Atatürkçü niteliğinin belirginleşmesidir.
Lâiklik, 1961 Anayasası'nın öngördüğü, amaçladığı Devlet temellerinden birisi,
Cumhuriyetin vazgeçilmez, ödün verilmez ilkesidir. Anayasa Komisyonu, lâikliği
demokratik Cumhuriyetin doğal bir yanı saymıştır. Komisyon, lâikliği
"dinin devlet işlerine karışmaması ve hukukun aklî olmayan kaynaklarının
etkisi altında bulunmaması" biçiminde anlamıştır. Devletin temel ilkesi ve
demokratik Cumhuriyetin doğal niteliği olduğundan, buna aykırı girişimleri ve
özellikle din sömürüsünü önlemek için Anayasa güvencesine bağlanmıştır.
Gerçekte, lâiklik, ileri bir insanlık ve toplum görüşü, dine saygı anlayışı ve
özgürlük konumudur. Devletin siyasal bir kurum olarak inançlara ve din
ilkelerine göre kurulmaması anlamındadır. Lâiklik, din ve devlet işlerinin
ayrılmasındaki ölçünün adıdır. Sınırını, olayın özelliği çizer. Din devletine,
dinsel hukuka giden yolun engelidir. Böylece devlet düzeninin de bir adı
olmaktadır. Toplumun uygar ve bağımsız yaşamak özleminin, çağın
gereksinimlerinin karşılığıdır. Tarihin gerçekçiliği egemen olmuş, lâiklik
yasallaşmıştır. Devlet, din işlerini yetkisi dışına çıkararak bireyleri özgür
bırakır. Yasamada din kurallarını ve buyruklarını gözetmez, yargıda din
gereklerinin dışında kalır.
Anayasa'mızın "Başlangıç" ında tarih boyunca
yaşadığımız belirtilen bağımsızlığımız, teokrasiden uzak yapıdan gücünü
almıştır. Hak ve özgürlüklerin dizininde, ön sıralarda din ve vicdan özgürlüğü
gelir. Kişiliği, bağımsız kişiler yoluyla onurla ve saygın bir ulusu oluşturan
özgürlük, inanç özgürlüğünü dışarda bırakamaz. Tüm bireylerin yazgıda, kıvançta
ve tasada ortak, bölünmez bir bütün durumunda, ulusal bilinç ve ülküler
çevresinde toplanması, ulusumuzu Dünya ulusları ailesinin eşit hakları taşıyan
şerefli bir üyesi olarak ulusal birlik ruhu içinde sürekli yücelmesi, dinsel nedenli
ayrılıkların atılmasıyla olmuştur ve olacaktır. Ulusal birlik, din ve mezhep
ayrılıklarını, dinsel yönetimi, dinin yönetime etkisini, ulusal kültürün dinle
oluşma biçimlerini aykırı bulur. Bu tür dayanaklar üzerinde ulusal birlik
kurulamaz. Ulusal egemenlik de, dinsel yönetimi dışarda tutar. Din kurallarının
etken ve geçerli olduğu bir düzende ulusal egemenlikten söz edilemez. Bunun
yanında Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam bilinci, bu devrimlerden ödün
vermek, bir bölümünün bile hangi nedenle olursa olsun zayıflatmakla bağdaşamaz.
Tersine, bilinçsizlik olur. Bir bütün olan Atatürk devrimleri, Türk Ulusu'nun
bağımsız, egemen, özgür, mutlu ve barış içinde yaşamasını, çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşmasını, Cumhuriyetimizin tüm nitelikleriyle sonsuza dek sürmesini
sağlıyacak araçlar olarak ulusal varlığımızın değerleri içine girmiş ,öğeler,
ilkelerdir. Bu husus, Anayasamızın 153. maddesiyle de açık, seçik
doğrulanmıştır.
İnsan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, demokratik
hukuk devletini tüm hukuksal ve sosyal temelleriyle kurmayı amaçlayan
Anayasamızın, bunların gerçekleşmesini engelleyecek nedenlere geçerlik
tanıması, bunları sağlayacak özgürlükleri savsaklaması, korumada ilgisiz
kalması, güvenceye bağlamaması beklenemez. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde
yinelenen (mad. 18) din ve vicdan özgürlüğü, bireylerin bu konudaki özgürlüğü,
birbirlerinin özgürlüklerine karşı saygı sınırıdır. Başıboş bırakılması,
özgürlüğün saldırıya uğrama olasılığını getireceğinden Devletçe gözetim ve
denetim altında tutulması, özüne dokunulmadan yasayla sınırlanması doğal
karşılanmaktadır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi mad. 29 ve 30.)
Uluslararası hukuk kurallarına bağlı lâikliğin modern Türkiye Cumhuriyeti'nin
temel taşlarından birisi olduğu kuşkusuzdur. Büyük Atatürk'ün kuracağını
öngördüğü Cumhuriyetin niteliklerinin başında düşünüldüğü konuşmalarıyla ve
tutumuyla bellidir. Gerçekte ve hukuksal nitelik yönünden lâik bir kurum olan
Devletin, gerçek, somut bir varlık olan Ulus'un fizikötesi bir duygu olan din
karşısında yerinin gerçekçi yapıcı ve özellikle bağımsız olması kaçınılmaz bir
zorunluktur. Tarihten alınan ders en büyük öğretidir. Bilimde ve basında büyük
bir çoğunluk dinin vicdanlarda yaşayıp yaptırımını "inan" dan
almasından yanadır. Toplumun belleği olan tarih, yenilenme dönemiyle başlayan
ulusallık akımının tarihsel bir gerçek olduğunu anlatır. Bu gerçek içinde dinin
Devlet içindeki yeri lâiklikle belirlenip sınırlanır.
Anayasa'nın 1. maddesi "Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir" derken, Cumhuriyet kavramına ters düşen teokratik çıkışı ve
akışlı bir yöntemi itmiştir. 2. madde açıklıkla "Türkiye Cumhuriyeti insan
haklarına ve Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, Millî, demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devletidir" buyruğuyla tüm ilgili kurallara
kaynak olmuştur. Ulusallık, demokratiklik başlıbaşına uygar ve çağdaş yapıyı,
yeni görünümü açıklamakla birlikte, özellikle lâikliğin vurgulanması ve
"sosyal hukuk devleti" tanımıyla pekiştirilmesi lâik yapının en
belirgin niteliklerinden birisi bulunduğunu aydınlık biçiminde ortaya
koymaktadır. Anayasa'mızın 11., 12., 19., 22., 26., 57. ve 77. maddelerinde
belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak yasağı, din ve mezhep ayırımı
gözetilmeyeceği, Devlet düzenlerini din ilkelerine uydurmak yasağı lâikliğe aykırı
yayın, lâik Cumhuriyetin korunması dışındaki bir nedenle engelleme, lâik
Cumhuriyet ilkelerine uymak zorunluluğu, lâik Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalma
andı, lâiklik ilkesinin Cumhuriyetimizin en değerli dayanaklarından birisi
olduğunun kanıtıdır. Demokrasiye düşman olan şeriat yerine lâiklik,
demokrasinin en verimli ortamıdır. Şeriat, devleti totaliter yapan bir kara
bağdır.
Türkiye Cumhuriyetinin hukuksallığı, lâikliği benimsemesiyle
tamamlanıp geçerlik kazanmıştır. Ulusal bilinci yeğleyen Atatürk, öğretime
dinin el atmasını önleyerek devrimin sonuç değil, araç olduğunu da kanıtladı.
Ümmetçiliğe karşı ulusçulukla batı uygarlığını seçerek yöntemde usa, bilime
öncelik veren devrimci bir önderdi. Lâikliğe inanç ve düşünce özgürlüğü olarak
ulusal yaşama kattı, böylece değişik inançlardan oluşan toplum kesimlerinin
bütünleşerek ulusal birliğin kurulup güçlenmesini de sağladı. Lâikliğin
ulusallık içindeki yeri, bu kavrama katkısı bu yönden çok önemlidir. Devletin
inanç topluluklarına, değişik inançlara ayrıcalık tanımaması sonucu eşitlik
ilkesi de güçlenmiştir. Türk Ceza Yasası'nın 163/4. maddesiyle olağan bir
düşünceyi değil, yıkıcı bir düşüncenin eylemsel yönünü yasaklıyor. Bu yolla
Devletin modern ve hukuksal olma koşulu gerçekleşmektedir. Demokrasi, lâikliğin
güvencesidir. Lâiklik, ulusal bilincin egemenliği, devlet temelinin bilimsel
harcı, cumhuriyetin uygar ve özgün niteliği, Atatürkçü dünya görüşünün hukuksal
adı, özetidir. Müslümanlığa da ters düşmemektedir. Kur'anda ve sünnette lâik
düşünceye olur veren kurallar vardır. Zora dayanan teokratik düzen müslümanlığa
aykırıdır. Hukuk yaptırımı ile din buyruğu birbirinden ayrı olduğundan Devlet
kurumu ile din kurumu birbiriyle bağdaşamaz. Bu, devletin denetim ve gözetim
görevini engellemez. Özellikleri gereği hıristiyan dini ile islâm dininin
yaygın olduğu ülkelerdeki lâiklik uygulaması ve anlayışı da, temelde aynı
olmakla, ayrıdır. Lâiklik büyük savaşların sonucudur, tarihsel bedeli ağırdır.
Teokratik düzenin getirdiği nice tehlikeyi gidererek hukuksal birliği, sağlar.
Din özgürlüğünün toplumsal değeri nedeniyle Devletin korumasına
alındığı açıktır. Bu, din özgürlüğüne karşı çıkış anlamında değildir. Ceza
Yasamız, din suçları yönünden lâik düzeni benimsemiş olanlar içindedir.
Hukukumuzda lâiklik, din özgürlüğünün kanadı ve kalkanıdır. Lâik düzene karşı
olan eylem, Devletin temel düzenine karşı olup siyasal nitelik taşıdığından,
din özgürlüğüne karşı, din özgürlükleri kötüye kullanarak işlenen suçlardır.
Türk Ceza Yasası'nın 163/4. maddesi bu suçları karşılamaktadır.
Açıklıkla saptanmıştır ki Yasa koyucu "irtica"ı
önlemiş, bunu gerçekleştirmek isterken de din ve vicdan özgürlüğünü korumayı
amaçlamıştır. Daha başka bir anlatımla, Devletin temel düzenlerini, bugün
Anayasamızla kurulup işlerliğini sürdüren, geçerli ve saygın olan düzenleri
koruyup güçlendirmek amacına karşı çıkacak ya da bu düzenlere yönelecek dinsel
kaynaklı girişimleri, saldırı ve eylemleri yasaklamıştır. Buradaki ilke
Devletin tekliği, tümlüğü, egemenliği ve Anayasal erklerin temsil, görev ve
yetkileri içindeki düzenleri güçlü ve ölümsüz kılmaktır. Lâikliğe aykırı
davranışların ceza hukukundaki yaptırımını oluşturan fıkranın, Devletin temel
düzenlerini sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal alanlarda ayrı ayrı, özenle,
dinsel, sömürü çabalarına karşı koruduğu kuşkusuzdur. Yalnızca dinsel kökenli
değil, anlayış, yaşam düzeni yönünden çağdaş olmayan, tutucu, geriye, çekici, ileriye
gidişi önleyici bağnağca engellemeleri de kapsadığı, yer verilen kurumlar
gözetildiğinde, anlaşılmaktadır. Dinsel kılıflı girişimlerin Türkiye'yi nasıl
kararttığı, Türk Ulusu'na neler yitirttiği herkesin bilgisi içindedir. Bu
nedenle lâikliğin kökleşmesi, yıkılmaz temeller üzerinde Türk Devriminin en
önemli bir bölümü olarak ulusal yaşamı yoğurması gerekir. Toplumsal dokanun
özsuyu niteliğindeki bu ilkenin dine gerçek özgürlüğünü sağladığı kuşkusuzdur.
Böyle önemli bir kurumun korunması da hukuk devletinde yasanın doğal görevidir.
Tüm kuruluşlar, yurttaşlar ve basın özellikle bu sorumluluğu her zaman özenle
duymalıdırlar.
Lâikliği "dinsizlik" ya da "dine karşı oluş"
anlayıp göstermenin iyi niyetle, us,la, vicdanla, bilimle ve gerçekle hiçbir
ilgisi yoktur. Ulusal Devletin hukuksal yapısında lâiklik bir niteik, genel
anlamda bir yansızlık ve uygarlık ilkesi ve bilimsel tutumdur. Atatürk,
kuracağı cumhuriyetin en belirgin niteliği olarak lâikliği düşünmüş, teokratik,
yarı teokratik ve monarşik düzenin çağlar boyu çektirdiği acıları dindirmek,
bağnazlık ve karanlığı, kovmak, gerici engellemeleri kırıp önlemek istemiştir.
Bu nedenle Türk Devrimine temel yapmış, adını sonra açıklama yolunu uygunlukla
izlemiş, "ümmet" döneminden "ulus" dönemine geçişin aracı kılmıştır.
Korunup kollanmasının gereği, ulusal birliği sürdürme ve güçlendirme
zorunluluğuna bağlanmaktadır. Din baskısını kaldıran, dini kendine özgü kişisel
yuvasında, kutsal ocağında tutan lâiklik dine saygıyı açıklar. Dini, dünya
işlerinin aracı yapmak, boş inan (batıl) dır. Ulusal bir Türkiye Cumhuriyetinin
ancak ümmetçiliğin atılmasıyla yaşayacağını benimsemiştir. Lâiklikle, ulus
tümlüğü ve ulusal birlik yolunda Atatürk milliyetçiliği kazanılmıştır. Şeriat,
lâiklikle yıkılmıştır. Bilimle bağdaşmayan, uyuşmayan şeriat atılınca, çağdaş
düşünce düzeyine ulaşan bir tümlük ve birlikle gerçek bağımsızlık sağlanmıştır.
Bilinmektedir ki bilimsiz, uygarlık ve bağımsızlık olamaz. Özellikle,
günümüzde, Devletimizin güvenlik gereklerinden, bağımsızlık koşullarından
birisi olarak önem kazanan lâiklik, bir Atatürk emanetidir. Atatürk'ün
lâikliğin anlamını en iyi açıklayan lâikliğin dine karşı duruş, dine baskı
olmadığını bildiren şu sözleri, hukuksal alanda belirgin olarak karara
alınmalıydı:
"Büyük davamız, en uygar, en mutlu ulus olarak varlığımızı
sürdürmektir. Bu, yalnız kurumlarda değil, düşüncelerinde de köklü bir devrim
yapmış olan Büyük Türk Ulusu'nun devrimsel (dinamik) ülküsü (ideali) dir. Bu
ülküyü en kısa zamanda başarmak için düşün (fikir) ve eylemi birlikte yürütmek
zorundayız."
"İnanıp bağlanmakla mutlu olduğumuz İslâm dinini,
yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere bir siyasal araç durumundan kurtarmak
ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan vicdan ve
inançlarımızı, karışık ve değişik renkte bulunan ve her çeşit çıkarlarla
tutkuların alanı olan siyasetten ve onun tüm öğelerinden bir an önce kesinlikle
kurtarmak, ulusun, dünya ve öbür dünya (âhiret) mutluluğunun istediği bir
zorunluluktur. Ancak, böylece islâm dininin yüceliği gerçekleşir"
(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkilâp Tarihi Enstitüsü, 1961, Cilt I,
Sayfa 330, 401 vd.). Böylece, Anayasa Mahkemesi, ulusumuza doğrulan aktararak
kimi yanlış anlama ve anlatmaları da çürütmeliydi. Günün gereksinimlerini karşılamakla
yükümlü Devletin lâik olma zorunluluğu, gerçek dinseverin dini siyasete,
siyaseti dine karıştırmaktan kaçınacağı daha iyi anlaşılırdı.
Atatürk, yalnız zaferle ve Lozan Barış Andlaşması'yla
bağımsızlığımızın korunacağı kanısında değildi. Saltanat, hilafet kurumları,
Şeyhülislâmlıkla, medrese ve tekkelerle Türkiyemizin er - geç yine karanlığa
düşeceğini biliyordu. Geri kalışımızı, yalnız sömürgeci dış güçlerin etkilerine
değil, çürümüş kurumların içimizden yıkmasına bağlıyordu. Devrimlerle, gerçek
bağımsızlık tamamlanabileceğinden unutulmaz girişimlerini, mistik ve metafizik
ilkeler dışında, lâik bir egemenliği gerçekleştirmeye yöneltmişti. Ulusal
egemenlik benimsenerek din devleti tarihinin karanlığına gömülüyordu.
İslâm dininin büyüklüğü ulusun yüksek yararına, akla ve mantığa
uygunluğu konusunda etkili ve güzel anlatımları bulunan Atatürk, aynı
konuşmasında ulusumuzu yanlış yola sürükleyen kötülerin çoğu zaman din
perdesine bürünüp halkımızı hep "şeriat" sözleriyle aldattıklarını,
kötülük ve hainliklerin bu tür davranışlardan geldiğini, dini karıştırdıklarını
söylemiş (16/3/1923 Adana esnafıyla konuşması), her konuda lâikliği Devlet
yaşamına sokmuş, vazgeçilmez öğe kılarak dine saygıyı sağlamıştır. Atatürk'ün
nice söylev ve demecinde bu duygusunu içtenlikle açıkladığı, ancak Devlet ve
ulus yararını gözeterek ilkeden ödün vermeyen davranışlarını sürdürdüğü
saptanır. Türkiye Cumhuriyeti kurucularının görüş ve düşünceleri Anayasa
gerekçesi düzeyinde değer taşıyan kaynaklardır. Geleneklerimize aykırı düşmeyen
lâiklik için Atatürk "Alevilik - Sünnilik anlaşmazlığını da
kaldıracaktır." demiştir. İsmet İnönü, "Türk devrimi insanlık
ülküsünü izler. İnsan toplumu, evrenin en değerli, en güçlü varlığıdır. Türk
Ulusu olarak var olmak ve büyük insanlık ailesinde yüksek bir toplum olarak
yaşamak Türk Devriminin amacıdır. Türk Devrimi, büyük insanlık ailesinin
mutluluğa hizmeti ereği saymıştır" sözleriyle özgür birey, özgür toplum
yaratmanın yöntemi olan lâikliği açıklıyordu. Anlaşılmaktadır ki lâiklik,
Atatürkçülüğün temeli ve Atatürk Cumhuriyetini en iyi simgeleyen, anlamlandıran
ilkedir. Anayasamız'da Atatürkçü anlayışı benimsemiş, lâiklik ilkesini
vazgeçilmez nitelik saymıştır.
Bu ilkeden ödün vermek, bu ilkenin tümlüğünü bozup hukukta,
öğretimde, toplumsal yaşamdaki yerini yadsımak sakıncalar, zararlar
getirmiştir. Siyasal nedenlerle, daha çok oy için, daha çok milletvekili ya da
senatör için, iktidar için lâikliği çiğnemek Devletin temelini yıkmakla birdir.
Tarihimiz ibret verici örneklerle doludur. Lâikliği din düşmanlığı sanıp bu
anlayışla uygulamaya kalkışmakla, lâikliği kötü amaçla din düşmanlığı gösterip
kötülemek arasında ayrılık yoktur. Devletin tutumu, yönetim işleri ve ulusal
ilişkiler din kökenli çabalarla ele alınırsa, hukuk deveti çiğnenirse, din
duygularının saygınlığını, temizlik ve kutsallığını hiçe sayarak siyasal
alandan, eğitim - öğretim, kültür, san'at, spor ve giderek ekonomik ve turistik
alanlara uzanan değişik görünümlü sömürü çabaları dış ilişkileri de kapsamına
alacak aykırılıklara dönüşebilir. Dinayet İşleri Bakanlığı'nın Anayasa'nın 154,
maddesindeki özel yeri, genç Cumhuriyetimizin denetim ve yol gösterici görevine
ilişkin bir yönetim birimi niteliğindedir. Din kurumu gibi değerlendirilmesi,
tarihe gömülmüş acı anılan anımsatacak girişimlere kaynak, öncü ve etken olması
düşünülemeyeceği gibi kimi Devlet organlarının, basın-yayın kurumlarının
iktidara yaranma davranışıyla siyasal özentileri doyuracak nitelikte dinsel
girişimde bulunmaları da aykırılığı oluşturur. İstanbul'un fethinde Fatih Sultan
II. Mehmet'in azınlıklara hoşgörüsüyle, Atatürk'ün Ayasofya'yı müze durumuna
getirip evrensel bir uygarlık simgesi yapması yöneticilerin unutulmaz örnek
davranışlarının tarihsel kanıtlarıdır.
Bir "zihniyet" sorunu, bir "insan olma"
koşulu da sayılan lâikliğe aykırı tutum, ayırımcı, sakıncalı bağlantılar,
düzenlemelere götürebilir. Bu da Devletimizin uygar yapısını gölgeler, dış
ilişkilerde güvenliğimize aykırı sonuçlar getirebilir. Ulus tümlüğü içinde
inanç ayırımı usa aykırı bir bölme, parçalama yöntemidir. Bu yolla ulusal
dayanışma sözde kalır, ulusal birlik yıkılır, ulus tümlüğü, ülke bütünlüğü
göçecek aşamaya gelir. Lâiklik konusunda verilen ödün yıkıcıdır. Siyasetin
çağdaş ve demokratik, uygar bir hizmet yarışı olması gerekirken, toplumsal
düzeyimizden, kendimize özgür koşullardan yararlanılarak din sömürüsünün en
ucuz araç olarak kullanılması, mezhep, tarikat ayırımı, yönetimde bu bakışla
yandaş yerleştirme çabaları dine saygı ile bağdaşamaz, gerçek dinseverlikle
uyuşamaz.
Lâiklik, Atatürkçülüğün özüdür. Demokrasinin özsuyudur. Ama,
1948 lerden beri siyasal nedenlerle verilmeye başlanan ödünler giderek artmış,
öğretim-eğitim alanından seçim düzenlemelerine dek genişlemiştir. Aşırı-yıkıcı
akımlar böylece açılan boşluklardan da girebilmişlerdir. Duyarlıklı izlenmeyen
yayınlar, yasalara aykırı davranışlar lâikliği yıpratmıştır, iyi anlatılmayan,
iyi anlaşılmayan lâiklik, tarihi bilmemekten ileri gelen yanılgılarla gereğiyle
benimsenememiştir. Böylece dine ilgi de çekilememiştir. örnek davranışla,
saygı, sevgi ve beğeni uyandıran tutumla, anlayış ve hoşgörüyle dine ilgi
çekilir. Katılıkla, anlayışsızlıkla olmaz. Din, anlaşıldıkça etkili olur.
Ezanın Türkçe olmasının bile (dönüşlerle) sağlanamadığı ortamda lâikliğin
tümlüğü tartışılabilir. Devlet, nasıl Anayasa ile kendini bağlamışsa, Devleti
temsil edenler ve devlet organlarının da eylem ve işlemlerinde, tutum ve
davranışlarında bir dine yakınlıktan, onu korumaktan ya da olumlu - olumsuz
dinsel çabalarda bulunmaktan kaçınmalıdırlar. Lâiklik niteliği, demokratikliğin
ön koşulu olduğundan, Devletin gerçekten lâik sayılması yalnız Anayasa ve
yasalarda yazılı bulunmasıyla değil içtenlikle uyulup uygulanmasıyla olanak
kazanır.
Anayasamızın cumhuriyetin niteliklerine ilişkin ilkesine hiçbir
kişi, kuruluş savsaklayamaz. Lâiklik bir bütündür. Bir alanda lâik olup öbür
alanda yarı lâik olmak ya da hiç olmamak çelişkilidir, özellikle öğretim -
eğitimde lâikliğe saygı, ulusumuzun geleceği yönünden üzerinde özenle durulacak
bir tutumdur. Dinsel alanda siyasal çapalarla gösterişli sapmalar yıkıcı
ödünler olacağı gibi, bu alandaki memurların görev sınırları dışına taşmaları,
törenlerde, temel atmalarda dine bağlılığı göstermek amaciyle bulundurulmaları,
siyasal nitelikli toplantılarda kutsal kitabın çıkarılması, yeşil bayrak taşınması,
dinsel sözlerin kullanılması, giyim devrimine aykırı kılıklarla kimi okullarda
ve kimi fakültelerde derslere girilip Devlet kuruluşlarında görev yapılması,
aykırılığı çığ gibi büyütecek kötü örnekleri oluşturur. Seçimlik din
derslerinin de ötesinde zorunlu din derslerini giderek arapça öğretim
girişimleri izleyebilir. Değişik dinsel kursların yaygınlığı ve tarikatçılık
siyasal partilerde ikiliklere dayanabilir, sonraları ümmetçilik vatan kavramına
aykırı düştüğünden ulusal marşımıza ve bayrağımıza karşı çıkışlara
kalkışılabilir. Kimi bölgesel, kimi kentsel, yerel günler turistik gösteri
olmaktan çıkıp dinsel kökenli Türk - İslâm sentezi gibi aldatıcı kılıklarla
toplumu geriletip bölebilir. Kötü gidişin sonu yoktur. Denetim gereğiyle
yapılmazsa yıkım önlenemez. Anayasamızın 153. maddesi göstermelik değildir. Bu
maddede sayılan yasalara en küçük aykırılık Anayasa'ya aykırı davranışı
oluşturur.
Lâik düzeni koruyucu kurallar, din özgürlüğüne karşı değil, bu
özgürlükleri korumak yoluyla lâikliği gerçekleştirmek amacını taşırlar. Din
özgürlüğü, lâiklik uyarınca, lâiklik gereğince korunmuş olmaktadır. Ceza ile,
kötüye kullanma, özgürlüğü çiğneme önlenmek istenmiş, özgürlük sağlıklı
kılınmış, ayakta tutulmuş ve korunmuştur. Lâikliği koruyucu kurallar, özgürlüğü
koruyucu, güçlendirici kurallardır. Yasaklanan, temel düzenlere yönelik
gericilik ve tutuculukla, dinsel sömürüdür. Hukuk bunları önlemelidir. Hukuk
üretirken aykırı olanla uygun olan gösterilmelidir. Bu, "yerinde"
olanı tartışıp siyasal özgörüye karışmak, siyasetle uğraşmak, ilgilenmek
değildir. Yargıç bunların hepsinin dışındadır. Atatürk ilkelerinin sözde
kalmayıp öze geçişi, yüceltip yükseltmesi, her alanda korunup
güçlendirilmesiyle sağlanır ve Türkiye Cumhuriyeti böylece barış ve mutlulukla
"payidar" olur. Hukuk, bu temele en önde hizmet eder.
Bu nedenlerle Kurulumuzun kararının daha ayrıntılı olması
görüşüyle ek gerekçemi yazdım.