ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1978/71
Karar Sayısı:1979/5
Karar Günü:16/1/1979
Resmi Gazete tarih/sayı:14.4.1979/16609
İTİRAZ
YOLUNA BAŞVURAN : İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesi
İTİRAZIN
KONUSU : 15/5/1974 günlü, 1803 sayılı (Cumhuriyetin 50 nci Yılı Nedeniyle Bazı
Suç ve Cezaların Affı Hakkında Kanun) un 7. maddesinin (A) bendinin, Anayasa'nın
12. maddesine aykırı olduğu öne sürülerek iptali istenmektedir.
I.
OLAY :
Sanık,
Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/1969 günlü, 1967/181 Esas ve 1969/112 Karar
sayılı hükmü ile müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur. Bolvadin
Cezaevinde cezasını çekmekte iken 1803 sayılı Af Yasası yürürlüğe girmiş, bunun
üzerine Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesi'nin 6/6/1974 günlü, 1975/257 sayılı
müteferrik kararı ile, 1803 sayılı Af Yasasının l/D maddesi uygulanarak
hükümlünün cezası 24 yıl ağır hapise çevrilmiştir. Daha sonra İzmir Yarı Açık
Cezaevine yollanan hükümlü o yer Cumhuriyet Savcılığına gönderdiği 18/10/1978
günlü dilekçesinde 1803 sayılı Af Yasasının 7/A maddesinin Anayasaya aykırı
olduğunu Öne sürerek iptali için gerekli işlemin yapılması dileğinde bulunmuştur.
Dilekçe
ve cezanın yerine getirilme dosyası Cumhuriyet Savcılığınca İzmir 4. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderilmiş, Mahkeme bu istemi yerinde ve ciddi bularak söz konusu
yasa hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına 28/11/1978 gününde
karar vermiştir.
III
- METİNLER:
1 -
İptali istenen Yasa Kuralı:
15/5/1974
günlü, 1803 sayılı Af Yasasının iptali istenen 7/A maddesi Beşinci Tertip
Düstur, Cilt 13, Birinci Kitap, sayfa 978 - 979 daki metne göre şöyledir :
"Madde
7 - A) Bu Kanundan yararlanıp, Ölüm cezaları 30 yıl ağır hapse ve müebbet ağır
hapis cezaları 24 yıl ağır hapse çevrilenlerin şartlı salıverilmelerinde,
dışarda geçirecekleri 1/3 süre, çevrilen bu cezaları üzerinden; muvakkat
hürriyeti bağlayıcı cezalara mahkûm edilmiş olup da, bu kanundan
yararlananların şartla salıverilmelerinde ise, dışarda geçirecekleri 1/3 süre,
af ile yapılacak indirimden Önceki esas ceza miktarı üzerinden yapılır. Şartla
salıverilmede; 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun değişik 19.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen iyi hallilik ile, ikinci fıkrasında öngörülen
şartlar, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten Önceki süre için aranmaz."
2 -
Dayanılan Anayasa Kuralı:
"Madde
12.- Herkes dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun Önünde eşittir.
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
3 -
İlgili yasa kuralları:
A.
4/4/1929 günlü, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun konuyla ilgili
402. maddesinin 1. fıkrası şöyledir :
"Madde
402 - Bir mahkûmiyet hükmünün tefsirinde veya tayin olunan cezanın hesabında
tereddüt edilir yahut cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmiyeceği
iddia olunursa bu babta mahkemeden bir karar istenir."
B.
647 sayılı Yasa'nın 1712 sayılı Yasa ile değişik 19. maddesinin konu ile ilgili
fıkraları şöyledir:
"Madde
19 - Muvakkat hürriyeti bağlayıcı cezalarda hükümlülük süresinin 2/3 ünü ve
müebbet ağır hapiste 24 yılını çekmiş olup da tüzüğe göre iyi halli hükümlü
niteliğinde bulunanlar talepleri olmasa dahi şartla salıverilirler.
Yukarıdaki
nisbetlerin tayininde hükümlünün tutuklu kaldığı günler de hesaba katılır.
Şartla
salıverilmeyi gerektirir mahiyette cezaevi idaresi tarafından verilen gerekçeli
mütalâa, hükmü veren mahkemeye, hükümlü başka bir yerde bulunuyorsa, hükümlünün
bulunduğu yerdeki hükmü veren mahkeme derecesinde bulunan mahkemeye tevdi
edilir. Mahkeme bu mütalâayı uygun görürse şartla salıverilme kararı derhal
yerine getirilir."
IV -
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında,
başvuran Mahkemenin, elinde bir dava bulunup bulunmadığı ve bu davaya bakmaya
yetkili olup olmadığı sorunları üzerinde durulmuştur :
l -
Başvuran Mahkemenin elinde bir dava bulunup bulunmadığı sorunu :
Yukarıda
olay bölümünde belirtildiği gibi hükümlü 1803 sayılı Af Yasasının 7. maddesinin
müebbet ağır hapisle ilgili (A) bendindeki hükmün yasada bulunmaması halinde
647 sayılı Yasanın 19. maddesinin uygulanması gerekeceğini, bu durumda şartla
salıverilme süresinin hesaplanmasında 12 yıllık bir indirimden yararlanma
olanağı doğacağını, bu tür uygulamaların da yapılmış bulunduğunu ve Af Yasası
Hükmünün Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürerek sözü geçen 1803 sayılı Yasanın
7. maddesinin (A) bendinde yeralan hükmün iptalini istemiştir. İzmir Cumhuriyet
Savcılığı bu isteği yerinde bulmamış ve reddine karar verilmesi düşüncesi ile
hükümlünün dilekçesini ve cezanın yerine getirilme dosyasını Ağır Ceza
Mahkemesine göndermiştir. Mahkeme, Anayasaya aykırılık savını ciddi bulmuş, Af
Yasasının söz konusu hükmünün Anayasanın 12 ve 151. maddeleri gereğince iptali
için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
Anayasanın
151. maddesine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, o davada uygulanacak bir
kanunun hükümlerini kendiliğinden Anayasaya aykırı görür veya taraflardan
birinin ileri sürdüğü Anayasaya aykırılık savının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri
bırakır.
1803
sayılı Af Yasasının 7. maddesinin (A) bendi, Af Yasasından yararlanan
hükümlülerin şartla salıverilmelerinde uygulanacak kimi kuralları
düzenlemektedir. Konuya Af Yasasından yararlanan hükümlülerin cezaevinde
geçirecekleri süre yönünden bakılırsa, bunun bir infaz sorunu olduğu ve
hükümlülük süresinin ne kadarının cezaevinde, ne kadarının şartla salıvermeden
yararlanarak geçirileceğinin mahkemece karara bağlanması gerektiği ortadadır.
Hükümlü, öne sürdüğü savlar hakkında bir karar verilmesini İzmir 4. Ağır Ceza
Mahkemesinden istemiş, Cumhuriyet Savcısı ise Öne sürülen sava katılmadığını
adı geçen mahkemeye düşünce olarak bildirmiştir. Böylece hükümlünün istemi,
ayrıca Cumhuriyet Savcısı ile arasında bir anlaşmazlık durumuna da dönüşmüştür.
Ceza
Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesinde yer alan "Tayin olunan cezanızı
hesabında tereddüt edilir yahut cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım
gelmiyeceği iddia olunursa bu babta mahkemeden bir karar istenir"
biçimindeki kural da mahkemenin elinde bulunan ve kararla çözüme bağlanması
gereken işin Anayasa hukuku açısından bir dava olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
Muhittin
Gürün, Ahmet Erdoğdu, Osman Tokcan, Muammer Yazar, Adil Esmer, Hüseyin
Karamüstantikoğlu ve Necdet Darıcıoğlu bu görüşe katılmamışlardır.
2 -
İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin bu davaya bakmaya ve böylece Anayasaya
aykırılık savını Anayasa Mahkemesine götürmeye yetkili olup olmadığına gelince;
Yukarıda
açıklandığı gibi iptali istenen yasa hükmünün Anayasaya aykırılığının ileri
sürülebileceği bir davanın varolduğu kabul edildiğine göre, bu davaya hangi mahkemede
bakılabileceği konusu üzerinde durulmalıdır. Hürriyeti bağlayıcı bir ceza
hükmünün yerine getirilmesi sırasında Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının, 399.
ve 400. maddelerinde gösterildiği gibi, yerine getirilmenin geri bırakılmasını
zorunlu kılan veya geri bırakmaya olanak veren nedenler bulunabilir. Bu konuda
karar almak yetkisi cezayı yerine getirecek görevlilere aittir. Ancak, yerine
getirilmesi gereken hüküm bazen açık olmayabilir. Kararda kullanılan sözlerden,
hükmü veren mahkemenin amacı dışında bir anlam çıkabilir; veya gerçek anlam
sezilemez, ya da bu anlamın ne olduğunda duraksama olabilir. Bu gibi
duraksamalar, verilen cezanın hesabında da ortaya çıkabilir. Bu durumlarda,
Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesine göre mahkemeden bir karar
alınması gerekir. Önce, bu kararın hangi mahkemece verileceğinin saptanması
gerekmektedir.
Ceza
Yargılamaları Usulü Yasasının 405. maddesi, aynı yasanın 402., 403. ve 404.
maddelerinin uygulanmasında duruşma yapılmaksızın karar verileceğini hükme bağlamak
suretiyle, bu maddelerin kapsadığı hallerde yapılacak işlemlerin usul yönünden
birlik ve benzerliğine işaret etmiştir. Anılan yasanın 405. maddesinin ikinci
fıkrasında "403. madde mucibince cezaların içtima kaidesi veçhile bir ceza
tayini lâzım geldiğinde bu babda hüküm vermek selâhiyeti en ağır neviden cezayı
hükmetmiş olan ve eğer cezalar aynı neviden ise en fazla cezayı hükmetmiş
bulunan ve fakat bu halde birden fazla mahkemeler selâhiyetli ise son hükmü
vermiş olan mahkemeye aittir. Hükümlerden biri doğrudan doğruya temyiz
mahkemesinden verilmiş ise içtima kaidesinin tatbiki selâhiyeti temyiz
mahkemesine aittir." denilmektedir,
Ayrı
ayrı mahkemelerden verilen cezaların birleştirilmesi kuralını cezanın yerine
getirilmesi sırasında uygulayacak mahkemenin en ağır cezayı veren mahkeme
olduğunu belirtmekle yasa koyucu, sözü geçen 402., 403. ve 404. maddelere
dayanılarak alınacak kararların hükmü veren mahkemece verilmesi gereğini doğal
saymış ve iradesinin bu doğrultuda olduğunu açıklamıştır. Bir hükmün en uygun
yorumunu, hükmedilen cezanın doğru hesabını ve bunun yerine getirilecek
miktarına ilişkin savların gereği gibi değerlendirilmesini o hükmü veren
mahkeme yapabilir.
Usul
hukukunda kıyas geçerlidir. Ceza Yargılamaları Usulü Yasasında açıklık bulunmayan
hallerde Hukuk Yargılamaları Usulü Yasasından yararlanılabileceği usul
hukukunun ana ilkelerindendir. Hukuk Yargılamaları Usulü Yasasının 456.
maddesine göre, özel hukuka ilişkin hükümlerin açıklanması hükmü veren
mahkemeden istenir. Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesinde de
benzer nitelikte hükümlerin düzenlendiği açıktır. Görülüyor ki usul hukuku,
yeter derecede anlaşılayamayan bir hükmün açıklığa kavuşturulması için o hükmü
veren mahkemeden başka bir mahkemeye başvurma olanağını tanımamıştır. Danıştay
Yasasının 101. maddesi de bu ilkeyi benimsemiştir. Yurdumuzdaki uygulama, hep
bu yolda gelişmiş ve yerleşmiştir.
Bu
konuda Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki 25/10/1963
günlü, 353 sayılı Yasanın 253. maddesinde açık hükümler vardır. Bu maddenin
birinci fıkrası, "Bir hükmün özünün tayininde veya tayin edilen cezanın
hesabında kararsızlık olursa veya cezanın kısmen veya tamamen yerine
getirilmesinin gerekmiyeceği iddia olunursa bu konuda cezayı veren askerî
mahkemeden bir karar istenir." biçimindedir. Bu açıklık karşısında, Ceza
Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesine göre verilecek kararın, şartla
salıverme kararında olduğu gibi, hükümlünün bulunduğu yer mahkemesinden değil,
hükmü veren mahkemeden istenebileceğinde kuşku ve duraksamaya yer yoktur.
Burada
Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesine dayanılarak alınacak kararla
şartla salıverme kararının niteliklerinden ve bu kararlan verecek mercilerin
başka başka olmasının nedenleri ile yasal dayanaklarından da söz etmek yerinde
olur: 402. madde uyarınca verilen karar, hükmün kendisinin ne olduğunu, ne
miktar cezanın yerine getirileceğini belirten karar olduğu için, yukarıda
değinildiği gibi, bunun hüküm mahkemesince verilmesi gerekir. Şartla salıverme
kararı ise, geçici hürriyeti bağlayıcı bir cezanın yasada öngörülen süresinin
cezaevinde geçirilip tamamlandığı anda yasa ve tüzükle saptanan koşulların
meydana gelmiş olup olmadığını belirten ve bu koşullar gerçekleşmişse
hükümlünün salıverilmesini öngören karardır. Bu bakımdan şartla salıverme
kararının esas hükmü veren mahkemece değil hükümlünün bulunduğu yer
mahkemesince verilmesinde yarar ve zorunluk vardır. Bu nedenle şartla salıverme
kararının, hükümlünün bulunduğu yerdeki mahkemece verilmesini buyuran 13/7/1965
günlü, 647 sayılı Yasanın değişik 19. maddesi hükmünün Ceza Yargılamaları Usulü
Yasasının 402. maddesinde gösterilen durumlarda uygulama olanağı yoktur.
Yeri
gelmişken şu yönün açıklanmasında da yarar görülmüştür. Hükümlü şartla
salıverilmesini mahkemeden istemiş değildir. 1803 sayılı Af Yasasının 7.
maddesinin (A) bendine göre, hükümlünün şartla salıverilmesi için cezaevinde
eylemli olarak bulunması gereken süre 16 yıldır. Bu bendin yasada yer almaması
durumunda ise, bu süre 12 yıl olacaktır. Hükümlü 26/8/1967 gününde
tutuklandığına göre şartla salıverilmesini isteyebilmek için cezaevinde
bulunması gereken süreyi her iki halde de doldurmamıştır. Bu nedenle hükümlü
şartla salıverilmesini esasen isteyemez. Nitekim mahkemeye başvurma sadece
cezanın eylemli olarak çekilmesi gereken sürenin azaltılması gerektiği savı ile
yapılmıştır. Bu durumda davaya bakacak mahkeme, Ceza Yargılamaları Usulü
Yasasının 402. maddesi gereğince Af Yasasını uygulayarak hükümlünün müebbet
ağır hapis cezasının 24 yıl ağır hapse çeviren Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesidir.
Davaya bakacak mahkemenin esas hükmü veren Afyon Ağır Ceza Mahkemesi olacağı
ileri sürülse bile İzmir Mahkemesinin davaya bakamayacağında kuşku yoktur. Bu
nedenle İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin Anayasa mahkemesine başvurma yetkisi
bulunmadığından itirazın reddine karar verilmelidir.
Şevket
Müftügil, Ahmet H. Boyacıoğlu, Lütfi Ömerbaş, Ahmet Salih Çebi, Nahit Saçlıoğlu
ve Bülent Olcay bu görüşe katılmamışlardır.
SONUÇ:
1 -
Başvuran İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin elinde bir davanın bulunduğuna,
Muhittin Gürün, Ahmet Erdoğdu, Osman Tokcan, Muammer Yazar, Adil Esmer, Hüseyin
Karamüstantikoğlu ve Necdet Darıcıoğlu'nun karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla;
2 -
İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin elindeki işi görmeye yetkili olmadığına ve bu
nedenle başvurmanın reddine; Şevket Müftügil, Ahmet H. Boyacıoğlu, Lütfi
Ömerbaş, Ahmet Salih Cebi, Nahit Saçlıoğlu ve Bülent Olçay'ın karşıoylarıyla ve
oyçokluğuyla,
16/1/1979
gününde karar verildi.
|
|
|
Başkan
Şevket
Müftügil
|
Başkanvekili
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
|
|
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Ahmet
Erdoğdu
|
Üye
Osman
Tokcan
|
|
|
|
Üye
Ali
Rüştü Aral
|
Üye
Ahmet
Salih Çebi
|
Üye
Muammer
Yazar
|
|
|
|
Üye
Adil
Esmer
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Nahit
Saçlıoğlu
|
|
|
|
Üye
Hüseyin
Karamüstantikoğlu
|
Üye
Necdet
Darıcıoğlu
|
Üye
Bülent
Olçay
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa
Mahkemesinde itiraz yoluyla görülen işlerde, Anayasa'nın 151. maddesi ile
belirli dava koşullarından biri de, itiraz yoluna başvuran mahkemenin
"davaya bakmakta olması" dır.
"Görev"
in kamu düzeni ile ilgili olması ve davanın her aşamasında mahkemece
kendiliğinden göz önünde tutulmasının gerekliliği karşısında, itiraz yoluna
başvuran mahkemenin o davada görevli olup olmadığının Anayasa Mahkemesince de
araştırılması ve mahkemenin görevli olmadığı sonucuna varılırsa, "davaya
bakmakta olma" koşulundaki sakatlık nedeniyle itirazın reddine karar
verilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.
Ancak,
itiraz yoluna başvuran mahkemenin, elindeki davayı görmeye "yetkili"
olup olmadığı sorunu, Anayasa Mahkemesince ele alınışı ve itiraz davasına
etkisi yönlerinden ayrı bir özellik göstermektedir.
Gerçekten,
bir davayı, aynı görev düzeyinde olan ayrı yerlerdeki mahkemelerden hangisinin
görebileceğini belirleyen yetki kuralları, kamu düzeni ile ilgili "kesin
yetki" yi belirleyenler dışında, ancak yargılamanın başında ileri sürülebilen
ve mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulmaları gerekmeyen kurallar
olduklarından, itirazcı mahkemenin yetkili olup olmadığının Anayasa
Mahkemesince kendiliğinden ele alınması olanağı da çok sınırlıdır. Anayasa'nın
151. maddesinin düzenleme biçimi ve itiraz yolu ile yapılması öngörülen
Anayasaya uygunluk denetiminin ereği de, bu konuda dar ve katı bir uygulamadan
kaçınmayı zorunlu kılmaktadır.
Ceza
Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesinin birici fıkrasında sözü geçen
"mahkeme" nin hangi yerdeki mahkeme olduğu sorunu da, kuşkusuz, yetki
kuralları içinde onların uyruk bulunduğu ilkelere göre çözümlenmelidir.
İnceleme
konusu olan işte, hükümlünün başvurusu üzerine, cezanın yerine getirildiği
yerdeki Cumhuriyet Savcısı, aynı yer ağır ceza mahkemesinden, Ceza
Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesi uyarınca bir karar verilmesini
istemiştir. Bu mahkemenin yetkisi bulunmadığı yolunda bir itirazda öne
sürülmemiş olduğuna göre, Anayasa Mahkemesinin yetkisizlik nedeniyle itirazı
reddedebilmesi, kamu düzenine dayanan "kesin" bir yetkinin varlığı
koşuluna bağlıdır.
Oysa
ki anılan yasa, bu yetkinin kesinliği bir yana, söz konusu işte hangi
mahkemenin yetkili olduğunu bile göstermiş değildir.
Bu
durum karşısında, hükümlünün hükmü veren mahkemeden uzak bir cezaevinde
bulunması durumunda ivedi karar alınabilmesi düşüncelle, Yasa Koyucunun,
yetkili mahkemeyi bilerek göstermemiş bulunması olasılığı üstünde de
durulmaksızın, Hukuk Yargılamaları Usulü Yasasının "Hükümlerin
tavzihi" konusundaki 456. maddesi ile danıştay yasasının "Tavzih
" kenar başlıklı 101. maddesinin ve Askeri Mahkemeler kuruluşu ve
Yargılama usulü hakkındaki yasasının "Hükümlerin Açıklanması" kenar
başlıklı 253. maddesinin o yasaların özelliklerine göre düzenlenmiş hükümlerini
kıyas yoluyla uygulayarak, Ceza Yargılamaları Usulü Yasasının 402. maddesini
uygulamaya yetkili olan mahkemeyi ve bu mahkemenin yetkisinin kesin olduğunu
saptamak, kanımızca, Anayasa Mahkemesinin daya koşullarını araştırma görevini
aşan ve onu bir üst mahkeme durumuna getirmekle birlikte Anayasa'ya uygunluk
denetimini de gereksiz yere kısıtlayan bir nitelik göstermektedr.
Belirtilen
nedenlerle mahkemenin başvurusu reddedilmiyerek, işin özünün incelenmesine
geçilmesi gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne karşıyız.
|
|
|
Başkan
Şevket
Müftügil
|
Başkanvekili
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
|
|
Üye
Nahit
Saçlıoğlu
|
Üye
Bülent
Olçay
|
|
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Kararın,
Anayasa Mahkemesine başvuran İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin bakmakta olduğu
davanın böyle bir başvuruya olanak verecek dava niteliğinde bulunduğunun
kabulüne dair olan l inci bölümüne şu nedenle katılmıyoruz :
Hükümlü
(......) Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/1969 günlü kararile ölünceye kadar
ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş, sonradan yürürlüğe konulan 1803 sayılı Af
Yasasının l/D maddesi gereğince müebbet ağır hapis 24 yıl ağır hapse çevrilmiş,
bu ceza İzmir ceza evinde yerine getirilirken, 1803 sayılı yasanın 7/A
maddesinin Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürerek iptaline karar verilmesini
istemiştir. Bu isteği kapsayan dilekçe C. Savcılığının olumsuz mütaleasiyle
İzmir 4. ağır ceza mahkemesine intikal ettirilince mahkeme Anayasaya aykırılık
iddiasının ciddiliği kanısına vararak sözü geçen 1803 sayılı Yasanın 7/A
maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Yüksek Mahkeme,
başvuran mahkemenin elindeki davanın Anayasa mahkemesine başvurmağa yeterli bir
dava olduğunu kabul etmiştir. Kanımızca, İzmir 4. ağır ceza mahkemesinin
elindeki iş bir dava olmakla beraber 1803 sayılı af yasasının 7/A maddesinin
iptali için Anayasa mahkemesine başvurmağa olanak veren dava niteliğinde
değildir. Çünkü bakılmakta olan bir davada bir kanun hükmünün iptali isteğile
Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için iptali istenen yasa hükmünün o davada
uygulanma zorunluluğunun bulunması gerekir. Her dava türünün özelliği vardır.
Örneğin, Boşanma davasının varlığından söz edebilmek için iki taraf arasında
evlenme akdi bulunmalıdır. Bir davaya tazminat diyebilmek için ortada bir zarar
ve bu zarardan sorumluluğu gerekli kılan bir eylemin işlenmiş olması gerektir.
İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin, af yasasının sözü gecen hükmünün iptali için
Anayasa Mahkemesine baş vurabilmesi, yukarıda arzedilen örneklerde olduğu gibi
elindeki davada bu hükmü uygulamak zorunda bulunması koşuluna bağlıdır. Halbuki
kendisine bu hükmün uygulanmasını gerekli kılan bir dava açılmış değildir.
Hükümlü dilekçesinde aynen "Anayasamızın (kanun Önünde eşitlik) kuralına
aykırılığı ciddi biçimde belirgin 1803 sayılı af yasasının 7. maddesinin A
fıkrasının Anayasaya aykırılığı nedenile iptali için ilgili prosedürün yüksek
Anayasa Mahkemesi nezdinde yürütülmesine delâletlerinizi arzederim." demektedir.
Bu doğrudan doğruya açılan bir iptal davasıdır. Dilekçeyi İzmir 4. Ağır Ceza
Mahkemesine vermiş olması davanın mahiyetini değiştirmez. Doğrudan doğruya
iptal davası açma yetkisi Anayasanın 149 ve 44 sayılı Yasanın 21. maddelerinde
gösterilen makam, kurul ve Kurumlara aittir. Hükümlünün vermiş olduğu dilekçe
ile açtığı davada uygulanması istenen veya uygulanacak olan hüküm 1803 sayılı
Yasanın 7/A maddesi değil, Anayasanın eşitlikle ilgili kurallarıdır. Burada
hükümlü yasaların ve bu arada sözü geçen 7/A maddesinin uygulanması ile
saptanan cezanın hesabında bir duraksama olduğundan bahsetmiyen veya bir
cezanın kısmen ya da tamamen "infazı lâzım gelmiyeceğini iddia"
etmiyor, bunun tersine, olarak ceza evinde kalması gereken süre, yürürlükte
bulunan yasalara göre saptanırsa bunun 16 yıl olarak belirlenmesinin zorunlu
olduğunu, bunda kuşku ve duraksama bulunmadığını açıkça ifade ettikten sonra
eylemli infaz süresinin azalması için kanun hükmünün iptalini istiyor. Anayasa
Mahkemesine başvuran mahkemenin elindeki davanın konusu hükme bir açıklama
getirilmesi değil doğrudan doğruya yasa hükmünün iptalidir. Anayasa
Mahkemesinde doğrudan doğruya iptal davası açabilmek için yerel mahkemenin
aracı bulunması davanın bu niteliğine etkili olmaz ve yerel mahkemede Anayasaya
aykırılık iddiasını Anayasa Mahkemesine getirmeğe elverişli bir dava yaratmaz.
İptal davası dilekçesinin yerel mahkemeye verilmesinin yeterli sayılması
Anayasanın 149 ve 151. maddelerine aykırı olur.
Bu
itibarla İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin elinde, Anayasa Mahkemesine başvurma
olanağı sağlıyan bir dava yoktur. Yüksek Mahkemece verilen kararın ilgili
birinci bölümüne bu nedenlerle katılmıyoruz.
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Muammer
Yazar
|
|
|
KARŞIOY
YAZISI
Anayasa'nın
değişik 151. maddesinde; bir davaya bakmakta olan mahkemenin, uygulanacak bir
yasanın hükümlerini Anayasa'ya aykırı görmesi veya taraflardan birinin ileri
sürdüğü aykırılık savının ciddi olduğu kanısına varması halinde, iptal
istemiyle, Anayasa Mahkemesine başvuracağı ve bu konuda verilecek karara kadar
davayı geri bırakacağı kuralı yeralmıştır.
22/4/1962
günlü, 44 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un aynı konuyu düzenleyen 27. maddesi de bu kuralı yinelemektedir.
Anayasa'ya
aykırılık sorununun Anayasa Mahkemesine iletilmesi yolunu mahkemelere açık
tutan bu kural, itiraz yoluna başvuran mahkemenin elinde yöntemince açılan ve
bakılmakta olan bir davanın bulunmasını zorunlu kılmaktadır.
Anayasa'ya
aykırılığı öne sürülen yasa hükümlerinin bu davada uygulanma durumunda olması
ve mahkemenin aykırılık savını ciddi bulması ya da kendiliğinden o hükümleri
Anayasa'ya aykırı görmesi ise, itiraz yoluyla Anayasa'ya uygunluk denetiminin
öteki koşullarını oluşturmaktadır.
Genel
anlamda dava; yasalarda gösterilen yöntemlere uyularak yargı yerlerine
getirilen işlerden ve orada çözülmesi gereken uyuşmazlıklardan oluşmaktadır.
Mahkeme önüne getirilen iş hükme bağlanmış ve uyuşmazlık çözülmüş ise,
Anayasa'ya uygunluk denetimi yönünden, bakılmakta olan bir davanın varlığından
artık söz edilemeyecektir. Bu bakımdan, sonuçlanmış bulunan asıl ceza davasını
da, hükmü veren mahkemenin bakmakta olduğu bir dava olarak nitelendirmeye
olanak yoktur.
Ancak,
cezanın yerine getirilmesi sırasında, hükümlü ile Cumhuriyet Savcısı arasında,
örneğin Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesinde belirtilen türden bir
uyuşmazlık doğarsa, bu uyuşmazlığın çözülmesi için, aynı yasanın 405. maddesine
dayanılarak karar verilmesi konusunun mahkemeye getirilmesi ya da çözülmesi
gereken bir uyuşmazlıkla ilişkili olsun olmasın, bir mahkûmiyet hükmünün yorumunda
veya belirlenen cezanın hesabında duraksamaya düşüldüğünden söz edilerek, yahut
cezanın bir bölümünün ya da tümünün yerine getirilmesi gerekmeyeceği savı ileri
sürülerek doğrudan doğruya hükümlü veya Cumhuriyet Savcısı tarafından bu
konuda mahkemeden bir karar istenmesi halinde, o mahkemenin elinde bakılmakta
olan bir davanın varlığı kabul edilmelidir.
Bu
bakımdan, Anayasa'nın değişik 151. maddesindeki "dava" deyimini, usûl
hukukundaki dar anlamıyla değil, geniş olarak, mahkemelerin yasalara göre
çözmekle ödevli oldukları uyuşmazlıklar ve karara bağlamakla yükümlü
bulundukları işler anlamında yorumlamak; iptal davası yoluyla denetime bağlı
tutma süresi geçmiş bulunan yasalardan Anayasaya aykırı olanları ayıklamayı ve
bu nitelikteki yasaların davanın taraflarına uygulanmasını önlemeyi amaçlayan
itiraz yoluyla Anayasa'ya uygunluk denetiminin belirlenen işlevine de uygun
düşmektedir.
Yapılan
açıklamaların ışığı altında, itiraz yoluna başvuran İzmir 4. Ağır Ceza
Mahkemesinin elinde bulunan işin, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402.
maddesinde yazılı Öğeleri içeren bir dava niteliğinde olup olmadığı sorununa
gelince:
Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi; "Bir mahkûmiyet hükmünün
tefsirinde veya tayin olunan cezanın hesabında tereddüt edilir yahut cezanın
kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmeyeceği iddia olunursa" bu konuda
mahkemeden bir karar isteneceğini, aynı yasanın 405. maddesi de; cezanın yerine
getirilmesi sırasında 402., 403. ve 404. maddelere göre mahkemeden alınması
gereken kararların duruşma yapılmaksızın verileceğini öngörmektedir.
Kesin
olarak verilmiş veya kesinleşmiş bulunan bir mahkûmiyet hükmünün, açıklanması
doğrultusunda yapılan bu tür başvurmaların Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
402. maddesine uygun olarak açılmış ikincil nitelikteki davaları oluşturacağı
kuşkusuz ise de; İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin elinde bulunan iş, hükümlü ya
da Cumhuriyet Savcısı tarafından ortaya çıkarılmış, hükmün yerine getirilmesine
ilişkin bir uyuşmazlığı kapsamadığı gibi, bu işin, mahkûmiyet hükmünün yorumu
veya cezanın hesabı yönünden hükümlü ya da Cumhuriyet Savcısınca da belirlenen
gerçek anlamda bir duraksamanın giderilmesi istemiyle de ilgisi olmadığı
açıktır.
Gerçekten,
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402. maddesi kapsamına giren davalarda, ya
mahkûmiyet hükmünün yorumunda ya da belirlenen cezanın hesabında bir duraksama
yahut cezanın bir bölümünün ya da tümünün yerine getirilmesi gerekmeyeceği
yolunda bir sav söz konusudur.
Oysa
hem hükümlünün 18/10/1978 günlü dilekçesi, hem de Cumhuriyet Savcısının konu
ile ilgili yazısı bu anlamda bir içerik taşımamakta ve Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 402. maddesinin öngördüğü doğrultuda bir karar verilmesi istemini
kapsamamaktadır.
Afyon
Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/1969 günlü, Esas: 1967/181, Karar: 1969/112 sayılı
hükmü ile müebbet ağır hapis cezasına mahkûm edilen ve kesinleşen cezasını
Bolvadin Cezaevinde çekmekte iken, 1803 sayılı af yasasının yürürlüğe girmesi
üzerine, Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesinin 6/6/1974 günlü, 1974/257 sayılı
müteferrik kararı ile bu cezası 24 yıl ağır hapse çevrilen ve daha sonra izmir
Yarı Açık Cezaevine yollanan hükümlünün, o yer Cumhuriyet Savcılığına
gönderdiği 18/10/ 1978 günlü dilekçede, açıkça ve doğrudan doğruya; 1803 sayılı
af yasasının 7. maddesinin (A) bendinde yeralan ve bu yasadan yararlanıp,
müebbet ağır hapis cezaları 24 yıl ağır hapse çevrilenlerin şartlı
salıverilmelerinde, dışarda geçirecekleri 1/3 sürenin, çevrilen bu cezaları
üzerinden hesabedileceğine ilişkin kuralın yol açtığı haksızlıktan
sözedilmekte, aynı bentte yeralan ve muvakkat hürriyeti bağlayıcı cezalara
mahkûm edilmiş olup da, bu yasadan yararlananların şartla salıverilmelerinde
ise, dışarıda geçirecekleri 1/3 sürenin af ile yapılan indirimden önceki esas
ceza miktarı üzerinden hesaplanmasını Öngören kural karşısında müebbet ağır
hapis hükümlüleri ile ilgili kuralın yasa önünde eşitlik ilkesini zedelediğine,
bu nedenle Anayasa'ya aykırı olduğuna değinildikten sonra, müebbet ağır hapis
hükümlülerinin dört yıl daha fazla cezaevinde kalmaları sonucunu doğuran
kuralın iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması istenmektedir.
Söz
konusu dilekçede, Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/1969 günlü E: 1967/181 ve K:
1969/112 sayılı mahkûmiyet hükmü ile Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesinden verilen
6/6/1974 günlü, 1974/257 sayılı müteferrik kararın yorumunda ve bu kararlarla
belirlenen cezanın hesabında duraksamaya düşüldüğünden sözedilmediğine yahut
cezanın bir bölümünün ya da tümünün yerine getirilmesi gerekmeyeceği savına yer
verilmediğine göre, bu dilekçe, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 402.
maddesiyle mahkemeden istenmesi öngörülen kararın ve bu amaçla açılması gereken
davanın yasal dayanağını oluşturmamaktadır.
Hükümlünün,
anlam ve kapsamı belirgin bulunan ve içeriği bakımından "doğrudan doğruya
iptal davası" niteliği taşıyan dileğini esastan benimsemediği anlaşılan
Cumhuriyet Savcısının, 1803 sayılı af Yasasının 7/A. maddesinin Anayasa'ya
aykırı olmadığı düşüncesiyle, 18/10/1978 günlü dilekçeyi İzmir 4. Ağır Ceza
Mahkemesi Başkanlığına göndermesi de, kuşkusuz, hükmün yerine getirilmesine
ilişkin bir uyuşmazlığın, başka bir deyişle, yöntemince açılmış, Anayasa'ya
uygunluk denetimi açısından geçerli bir davanın varlık nedeni sayılamayacaktır.
Yukarıda
yapılan açıklamalar karşısında, mahkemenin elinde Anayasa'nın değişik 151. ve
44 sayılı Yasanın 27. maddelerinde öngörülen anlamda bir dava bulunmadığından,
itirazın, başvuran mahkemenin yetkisizliği yönünden reddedilmesi gerekmektedir.
İzmir
4. Ağır Ceza Mahkemesinin elindeki işin 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 402. maddesinde yazılı öğeleri içeren bir dava niteliğinde
bulunduğunu kabul eden çoğunluk görüşüne bu nedenlerle katılmamaktayız.
|
|
Üye
Ahmet
Erdoğdu
|
Üye
Necdet
Darıcıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Bolvadin
Ağır Ceza Mahkemesi, 6/6/1974 günlü, 1975/257 sayılı müteferrik kararı ile
hükümlünün çekmekte olduğu ömür boyu ağır hapis cezasını 1803 sayılı Af
Yasasının l/D maddesi uyarınca 24 yıla çevirmiştir. CMUY'nin 402. maddesi
uyarınca verilen bu karara karşı 405. madde gereğince acele itiraz yoluna
başvurulmamış, karar kesinleşmiş, yalnız usulün 343. maddesinde Öngörülen
yazılı emir yolu kalmıştır.
Sonradan,
İzmir Yarı Açık Cezaevine gönderilen hükümlü tarafından o yer Cumhuriyet
Savcılığına verilen 18/10/1978 günlü dilekçede, 15/5/1974 günlü, 1803 sayılı Af
Yasasının 7. maddesinin (A) bendinin Ömür boyu ağır hapis cezası için Özel bir
hüküm getirdiği, şartla salıverilmeden yararlanılacak 1/3 süreyi 24 yıl
üzerinden hesapladığı, diğer cezalar için şartla salıverilmede 1/3 indirimin
cezanın afla indirilmesinden önceki miktarı üzerinden hesaplandığı, bu durumda
ortaya bir eşitsizlik çıktığı, kendisinin bu yüzden 4 yıl daha cezaevinde
kalacağı ileri sürülerek "kanun önünde eşitlik" kuralına aykırı bu
durum nedeniyle Anayasa Mahkemesine başvurulması istenilmiştir.
İzmir
Cumhuriyet Savcılığı 24/10/1978 günlü düşüncesinde, kanun koyucunun 1803 sayılı
Yasanın 7/A maddesinde kabul ettiği indirimin bir atıfetten ibaret olduğunu,
kanun önünde eşitlik ilkesine aykırılık bulunmadığını, Anayasa'ya aykırılık
iddiasının ciddî görülmediğini bildirmiştir.
İzmir
4. Ağır Ceza Mahkemesi, 20/10/1978 günlü, 1978/43 sayılı müteferrik kararında,
hükümlünün isteğini yerinde görerek, farklı uygulamanın eşitsizlik yarattığı
sonucuna varmış, Anayasa'nın 12. ve 151. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesine
başvurmuştur.
Burada
üzerinde durulması gereken sorun, Anayasa'nın değişik 151. maddesi uyarınca
Mahkemece bakılmakta olan bir dava bulunup bulunmadığıdır.
Ceza
davaları uyuşmazlıklarında Ceza Yargılamaları Usulü, hukuktaki dava ve
uyuşmazlıklarda da Hukuk Yargılamaları Usulü Yasaları uygulanmaktadır. Bir dava
ve işin elde bulunup bulunmadığını bu iki yasadaki kurallara göre saptamak
gerekir. Sonuca bağlanan dava ve işlerde Anayasa'ya aykırılık savı ileri
sürülemez. Anayasa'nın değişik 151. maddesi ile 22/4/1962 günlü, 44 sayılı
Yasada aksine bir kural öngörülmemiştir. Bir mahkeme ve merciin karar ve
tasarrufunu kendiliğinden denetleyip düzeltmesi olanağı bulunmamaktadır. Kanun
yollarının tanınmasının ereği budur. Hükümlünün cezasını çekmekte iken
kesinleşen bir karar ve işlemden sonra, yeni bir başvuru ile konuyu ele almak
olanak dışıdır. Af Yasasının uygulanması suretiyle verilen karara karşı acele
itiraz ve yazılı emir yolu dahil kanun yollarının işletilmesi gerekir.
Hükümlünün sonradan isteğini yinelemesinin Anayasa ve genel hukuk kuralları
açısından bir değeri yoktur.
Anayasa
Mahkemesinin, 4/3/1969 günlü, 13139 sayılı Resmî Gazete'-de yayımlanan
26/9/1968 günlü, 1967/21 -1968/36 sayılı kararında belirtildiği gibi, yalnız
çekişmeli (iki taraflı) kazada değil nizasız (tek taraflı) kazada da Anayasa
Mahkemesine başvurulabilir. İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin elinde, Anayasa'nın
151. maddesinde öngörülen "bakmakta olduğu dava" kuralına uygun bir
dava bulunmamaktadır. Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesinin ömür boyu ağır hapis
cezasını 1803 sayılı Yasanın 7/A maddesi uyarınca 24 yıl ağır hapse çeviren
müteferrik kararı kesinleşmiştir.
Bu
durumda, elde bulunan bir dava veya uyuşmazlıktan söz edilemez. Hükümlünün
yeniden bulunduğu yer mahkemesine başvurarak 1803 sayılı Yasanın 7/A
maddesindeki farklı uygulamanın Anayasa'ya aykırı olduğunu ileri sürmesi
olanağı kalmamıştır.
Özetlemek
gerekirse, İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin bakmakta olduğu bir dava ve iş
bulunmadığından başvurunun ilk önce bu yönden reddi gerektiği görüşündeyiz.
|
|
|
Üye
Osman
Tokcan
|
Üye
Adil
Esmer
|
Üye
Hüseyin
Karamüstantikoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
Ceza
Yargılamaları Yasasının 402. maddesine dayanılarak verilecek kararların asıl
hükmü veren mahkemece verileceğinde kuşku yoktur. Ne var ki şartla salıverme
kararı, çoğunlukça da benimsendiği üzere bu nitelikte bir karar değildir.
Nitekim 647 sayılı Yasanın 1712 sayılı Yasa ile değişik 19. maddesinin 4.
fıkrasında "Şartla salıvermeyi gerektirir mahiyette cezaevi idaresi
tarafından gerekçeli mütâlâa, hükmü veren mahkemeye, hükümlü başka bir yerde
bulunuyorsa, hükümlünün bulunduğu yerdeki hükmü veren mahkeme derecesinde
bulunan mahkemeye tevdi edilir. Mahkeme bu mütalâayı uygun görürse şartla
salıverme kararı derhal yerine getirilir." hükmü yeralmaktadır. Buna göre,
şartla salıverme kararını verme yetkisi hükümlünün cezasını çekmekte olduğu yer
mahkemesi olan İzmir Ağır Ceza Mahkemesine aittir.
1803
sayıca Yasanın yürürlüğe girdiği sırada, hükümlünün cezasını Bolvadin
Cezaevinde çekmekte olması nedeniyle, bu yasanın 1. maddesinin Bolvadin Ağır
Ceza Mahkemesince uygulanmış olması, şartla salıverme hakkındaki kararın da
Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesince verilmesini gerektirmez. Bolvadin Ağır Ceza
Mahkemesi Af Yasasının 1. maddesini uygulayarak hükümlünün müebbet ağır hapis
cezasının 24 yıla indirilmesine karar vermiştir. Hükümlünün isteği ise bu
kararın uygulanmasında ve tefsirindeki tereddütü gidermeye yönelik olmayıp Af
Yasasının 7. maddesindeki şartla salıvermeye ilişkin kurala yöneliktir. Bu
kuralı uygulayacak mahkeme ise hükümlünün başvurma sırasında cezasını çekmekte
olduğu yer mahkemesidir.
Hükümlü
başvurma sırasında İzmir Yarıaçık Cezaevinde cezasını çekmekte olduğuna göre
kararı verecek mahkeme İzmir Ağır Ceza Mahkemesidir. Zira şartla salıvermeye
dair verilecek karar, asıl hükmü veren Afyon Ağır Ceza Mahkemesinin 5/7/1969
günlü, 1967/181 Esas ve 1969/112 sayılı kararının ne de Af Yasasını uygulayan
Bolvadin Ağır Ceza Mahkemesince verilmiş olan 6/6/1974 günlü, 1975/257 sayılı
müteferrik kararının tefsirinde veya tayin olunan cezaların tayininde tereddütü
gidermeye yahut cezanın kısmen veya tamamen infazı lâzım gelmeyeceği
hususundaki bir iddiaya ilişkin bulunmamakta, şartla salıverme sırasında
uygulanacak olan Af Yasasının 7. maddesinin uygulanmasına yönelik
bulunmaktadır. Bu nedenle karar verme yetkisi Af Yasasının 1. maddesini
uygulayarak, hükümlünün cezasını 24 yıl ağır hapse çeviren Bolvadin Ağır Ceza
Mahkemesi değil şartla salıvermeye karar verecek olan İzmir Ağır Ceza
Mahkemesidir. Bu itibarla İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin Anayasa Mahkemesine
başvurma yetkisi vardır.
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, İzmir 4. Ağır Ceza Mahkemesinin "Anayasa Mahkemesine
başvurma yetkisi olmadığından itirazın reddine" ilişkin çoğunluk kararının
2 numaralı bendine karşıyım.