ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1979/2
Karar sayısı:1979/31
Karar günü:21.6.1979
Resmi Gazete
tarih/sayı:14.1.1980/16869
İPTAL DAVASINI AÇAN: Danıştay Birinci Başkanlığı.
İPTAL DAVASININ KONUSU: 4.10.1978 günlü, 2172 sayılı
"Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Kanun"un 16. maddesinin son
fıkrasında yer alan "Yürütmeyi durdurma kararı verilemez."
biçimindeki hükmün, Anayasa'nın 2., 7., 12., 31., 114. ve 132. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülerek, iptaline karar verilmesi istenmiştir.
II. METİNLER:
A. iptali istenen yasa hükmü:
14.10.1978 günlü, 16454 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan,
4.10.1978 günlü, 2172 sayılı "Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında
Kanun" un, iptali istenen hükmü içeren 16. maddesi şöyledir:
"VI- Yargı Yolu:
1. Davalar:
Madde 16.- 15 inci madde gereğince yapılacak tebligat tarihinden
itibaren 15 gün içinde işletme hakkı veya arama ruhsatnamesi sahipleri, geri
alma ve kamulaştırma işlemlerine ve takdir edilen tazminat miktarlarına;
buluculuk hakkı sahipleri, kendilerine ödenecek tazminat takdirini etkileyen
işlemlere ve tazminat miktarına karşı Danıştay'da dava açabilirler.
Husumet, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile madeni devralan
iktisadi devlet teşekkülüne yöneltilir. 4353 sayılı Kanun hükümleri saklıdır.
Bu kanuna göre açılan davalar, diğer davalara tercihan ve
ivedilikle görülür. Yürütmeyi durdurma kararı verilemez."
B. Dayanılan Anayasa kuralları:
"Madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve
Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî, demokratik, lâik ve
sosyal bir hukuk devletidir."
"Madde 7.- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce kullanılır."
"Madde 12.- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce,
felsefî inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
"Madde 31.- Herkes, meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde dâvacı veya dâvalı olarak, iddia
ve savunma hakkına sahiptir.
Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan
kaçınamaz."
"Madde 114.- (20.9.1971 günlü, 1488 sayılı Yasa ile
değişik) İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır.
Yargı yetkisi, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve
esaslara uygun olarak yerine getirilmesini sınırlıyacak tarzda kullanılamaz.
İdarî eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemez.
İdarenin işlemlerinden dolayı açılacak dâvalarda süre aşımı,
yazılı bildirim tarihinden başlar.
İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür."
"Madde 132.- Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar;
Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlarına göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge
gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dâva hakkında Yasama Meclislerinde yargı
yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangibir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme
kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir
suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."
III- İLK İNCELEME:
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca, Şevket
Müftügil, Ahmet H. Boyacıoğlu, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Ahmet Erdoğdu,
Osman Tokcan, Ahmet Salih Çebi, Muammer Yazar, Adil Esmer, Nahit Saçlıoğlu,
Necdet Darıcıoğlu, Bülent Olçay ve Yekta Güngör Özden'in katılmalarıyla
25.1.1979 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyanın eksiği
olmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ:
Davacının sözlü açıklamada bulunmasına ilişkin önerisinin
reddine, Ahmet Erdoğdu, Rüştü Aral ve Kenan Terzioğlu'nun karşıoylarıyla ve
oyçokluğuyla karar verildikten sonra, işin esasına ilişkin rapor, iptali
istenen yasa hükmü, Anayasanın ve başka yasaların ilgili hükümleri, bu
hükümlerin gerekçeleri ile öteki yasama belgeleri incelenerek, gereği görüşülüp
düşünüldü:
Davacı, 2172 sayılı Yasanın 16. maddesinin son fıkrasında yer
alan "Yürütmeyi durdurma kararı verilemez." biçimindeki hükmün
Anayasa'nın 2., 7., 12., 114. ve 132. maddelerine aykırı olduğunu ileri
sürmektedir.
521 sayılı Danıştay Yasasının 94. maddesinin birinci fıkrasında
belirtildiği gibi, Danıştay'da yönetsel dava açılması ve kanun yollarına
başvurulması, dava konusu yönetsel işlemlerin ya da yargı kararlarının
yürütülmesini durdurmaz. Bu nedenledir ki, aynı yasanın Ek 1. maddesinde
belirtildiği gibi, karşılanması güç durumların ortaya çıkması ya da dilekçede
ileri sürülenlerin dosyaya göre ciddi ve yönetsel ya da yargısal kararın
iptalini haklı gösterecek nitelikte olmaları durumunda yürütmeyi durdurma
kararı verme yetkisinin Danıştay'a tanınmasında zorunluk görülmüştür.
Böylesine haklı bir gereksinim sonucu olan ve iptal davasını
güvence altına almakta bulunan yürütmenin durdurulması müessesesinin yönetsel
yargıdaki önem ve etkisi yadsınılamaz. Özellikle, iptal davalarında davalı
yerindeki Devletin karşısında zayıf durumda kalan davacının haklarının etkin
biçimde güvence altına alınmasında, yürütmenin durdurulması kararlarının büyük
rolü bulunmaktadır.
Ancak, yürütmenin durdurulması müessesesinin yönetsel yargıdaki
bu önemli rolü, onun yargı yetkisinin ayrılmaz bir parçası sayılmasını
gerektirmez. Gerçekten, yürütmenin durdurulmasına ancak bir iptal davası
açıldıktan sonra ve mahkemece gerekli görülen durumlarda karar verilebileceğine
ve yürütmeyi durduran kararın kazanılmış hak doğurmayan, her zaman kaldırılıp
değiştirilebilen bir karar niteliğinde olduğunda kuşku bulunmadığına göre,
yürütmenin durdurulmasını isteme hakkının, kişinin yargı yoluna başvurma
konusundaki anayasal hakkı ile ancak dolaylı bir ilişkisi vardır. Başka bir
deyişle, yürütmenin durdurulmasını isteme hakkı, yargılama yönteminin öteki
müesseseleri gibi, gerekliliğini Yasa Koyucunun takdir edeceği, dava hakkına
göre ikincil nitelikte bir haktır.
Kuşkusuz, böyle bir nitelik taşıması, Yasa Koyucunun bu hakkı
tanıyıp tanımamakta tümden serbest olduğu anlamına da gelmez. Davacının hakkını
elde edebilmesi için yürütmenin durdurulması gereken durumlarda, kamu yararı
açısından da bir sakınca bulunmadıkça, yürütmeyi durdurma olanağını ortadan
kaldırmak Anayasa'ya aykırı düşer.
Konu, iptali istenen 2172 sayılı Yasa yönünden ele alındıkta,
şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır:
Bu yasa, yönetsel işlemler için olduğu gibi, yargı yolu
bakımından da çok ivedi bir yöntem benimsemiştir. Gerçekten, 16. maddede, dava
açma süresi 15 güne indirilmiş, 17. maddede, Danıştay'daki davalarda görev
yapacak bilirkişilerin seçimi çok kısa sürelere ve özel bir yönteme bağlanmış
ve yine 16. maddenin son fıkrasında da bu davaların öncelik ve ivedilikle
görüleceği hüküm altına alınmıştır.
Öte yandan, Anayasa'nın 130. maddesinden kaynaklanan bu yasa,
madenlerin aranma ve işletilmesi alanında kamu yararının kişi yararına göre
çok daha fazla ağırlığı bulunduğu temel düşüncesine dayanmaktadır.
Bu durum karşısında, Danıştay'da açacağı dava öncelik ve
ivedilikle görülecek olan kişinin, ayrıca yürütmenin durdurulması kararı
almasında uygulama açısından bir yarar bulunduğunu ileri sürmek güç olduğu
gibi, böyle bir yararın varlığı kabul edilse bile, yasanın ivedilikle ve
kesintisiz olarak uygulanmasındaki kamu yararının hak sahibi kişilerin
uğrayabileceği zarara göre çok daha fazla ağırlığı bulunduğundan, davacının
zararlarını önlemek için yürütmenin durdurulması anayasal açıdan savunulamaz.
Böylece, yasanın özel yapısından ve dayandığı "kamu
yararı" düşüncesinden kaynaklandığı anlatılan iptal konusu hükmün, bu
yasaya özgü ve yargılama yöntemine ilişkin bir kural olarak, Anayasanın
"yargı yetkisi", "hak arama özgürlüğü", "yargı
yolu" ve "mahkemelerin bağımsızlığı" konularını düzenleyen 7.,
31., 114. ve 132. maddelerine aykırı bir yönü bulunmadığı gibi, konunun
yukarıda belirtilen özelliği nedeniyle, Yasa koyucunun burada genel kuraldan
ayrılmasını, Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti ve 12. maddesinde
yer alan "eşitlik" ilkelerine aykırı görmeye de olanak yoktur.
Belirtilen bu durumun doğal sonucu olarak, kamu yararı düşüncesi ile
getirildiği anlaşılan iptal konusu hükmün, Anayasa'nın "çalışma ve
sözleşme özgürlüğü" konusundaki 40. maddesine aykırı bir yönü bulunduğu da
düşünülemez.
Muammer Yazar, ek gerekçe yazma hakkını sıklı tutmuş, Ahmet
erdoğdu, Rüştü Aral, Ahmet Salih Çebi, İhsan N. Tanyıldız, Bülent Olçay, Yılmaz
Aliefendioğlu ve Yekta Güngör Özden bu görüşe katılmamışlardır.
V- SONUÇ:
4.10.1978 günlü, 2172 sayılı "Devletçe İşletilecek Madenler
Hakkında Kanun" un 16. maddesinin son fıkrasında yeralan "Yürütmeyi
durdurma kararı verilemez." biçimindeki hükmün Anayasaya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin reddine, Ahmet Erdoğdu, Rüştü Aral, Ahmet Salih Çebi, İhsan
N. Tanyıldız, Bülent Olçay, Yılmaz Aliefendioğlu ve Yekta Güngör Özden'in
karşıoylarıyla ve oyçokluğuyla,
21.6.1979 gününde karar verildi.
|
|
|
Başkan
Şevket Müftügil
|
Üye
Lütfi Ömerbaş
|
Üye
Ahmet Erdoğdu
|
|
|
|
Üye
Osman Tokcan
|
Üye
Rüştü Aral
|
Üye
Ahmet Salih Çebi
|
|
|
|
Üye
Muammer Yazar
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Nahit Saçlıoğlu
|
|
|
|
Üye
Hüseyin Karamüstantikoğlu
|
Üye
Necdet Darıcıoğlu
|
Üye
İhsan N. Tanyıldız
|
|
|
|
Üye
Bülent Olçay
|
Üye
Yılmaz Aliefendioğlu
|
Üye
Yekta Güngör Özden
|
KARŞIOY YAZISI
Anayasa'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti
olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin E. 1963/124, K. 1963/243 sayılı
kararında açıklandığı gibi, hukuk devleti, "insan haklarına saygı gösteren
ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye
kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan bir
devlet..." demektir (AMKD Sayı 1.429). Devletin tüm işleviyle hukuka
uyması hukukla bağlı olmasını ve eksiksiz yargı denetimine uyruk bulunmasını
gerekli kılar. Nitekim Anayasa'nın 114. maddesinde "idarenin her türlü
eylem ve işlemine karşı yargı yolu açıktır." denmekle, yönetsel işlemlerin
yargı denetiminin dışında kalamıyacağı kesin bir biçimde belirlenmiştir.
Öte yandan, Anayasa'nın 7. maddesinde de, yargı yetkisinin Türk
Ulusu adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı hükme bağlanmıştır. Yargı
yetkisinin etkinliği, bu yetkinin "karar verme" biçimindeki aracının
özgürce ve eksiksiz kullanılmasına bağlıdır.
İptal davası, yönetsel yargı denetiminin başta gelen aracıdır.
Yönetsel yargı, hukuka aykırı işlemleri iptal ederek, yönetimi hukuksal
sınırlar içinde kalmaya zorlar ve hukuk devleti niteliğinin sürekliliğini
sağlar. Yönetsel yargının iptal kararı vermesi, işlemi verildiği tarihten
itibaren ortadan kaldırır ve işlem hiç yapılmamış, hukuk alemine doğmamış gibi
etki yapar.
Ancak, iptal hükmü geriye yürüyen bir etkiye sahip olsa bile,
yönetsel işlem, "iptal" kararı verilinceye değin, hukuka aykırı
niteliğiyle yürürlüğünü ve kişi güvenliği açısından olumsuz etkisini sürdürür.
Bu durumda, yönetsel yargıda kişi güvenliğini sağlamak, ilerde düzeltilemez
durumların ortaya çıkmasını önlemek, ayrıca yönetimin de büyüyen zararları
ödeme zorunluluğunda kalması olasılığını ortadan kaldırmak için, yargı yerine
"yürütmeyi durdurma" yetkisini tanımak zorunluğu ortaya çıkmıştır.
Böylece yürütmenin durdurulması, kararı, emredici, yapıcı ve koruyucu
niteliğiyle ilerde görülmesi veya düzeltilmesi olanaksız veya zor ve karışık
olan durumların ortaya çıkmasını önleyerek yönetimde yerleşik bir durum, uyum
ve süreklilik sağlar. Yürütme durdurulmakla, kişinin yararları yanında, kamu
düzeni ve yönetimin çıkarları da gözetilmiş olur.
Gerek işlev, gerekse hukuksal dayanaklar açısından yürütmenin
durdurulması kararlarıyla, genel yargıdaki "ihtiyati tedbir"
kararları arasında temelde farklılıklar vardır. Bu iki tür karar arasında
benzerlik kurulmaya çalışılması yanılgı olur. Yönetsel yargıda hakimin görevi,
uyuşmazlıkları kesin çözüme bağlama süreci içersinde, yönetsel işlemlerin
özelliğini ve yürürlüğünü dikkate alarak, tarafların hukukunu etkin biçimde
kollamaktadır. Bunun da yolu uyuşmazlığı kesin çözüme bağlayıncaya değin,
uyuşmazlık konusu işlemin yürürlüğünü durdurmak, bir anlamda askıya almaktır.
Bu açıdan, yürütmenin durdurulması kararları yargısal işlev ve
yargı yetkisinin bütünlüğü içinde yer alır ve yargısal yetkinin kullanma
araçlarından birini oluşturur. Nitekim, Anayasa'nın 140. maddesinde "...
kanunların başka idarî yargı mercilerine bırakmadığı konularda ilk derece ve
genel olarak üst derece idare mahkemesi..." olduğu belirtilen Danıştay,
521 sayılı Yasanın 94. ve Ek 1. maddeleriyle, aranan koşulların bulunması
durumunda, yürütmenin durdurulması kararı vermeye yetkili kılınmıştır.
Bu bakımdan, kimi yönetsel işlemlerin özelliğinden söz ederek,
bu işlemlerde hakimin yürütmenin durdurulması kararı verebilme yetkisinin
kaldırılması, yürütmenin durdurulması kararının yargı yetkisinin ayrılmaz bir
parçası ve yargısal denetimin vazgeçilmez bir aracı olması nedenleriyle, Anayasaya
aykırı düşer.
Kaldı ki, Anayasanın 132. maddesinde, "Hâkimler,
görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlarına
göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez..."
denmekle yargı yetkisinin kullanılma biçimi anayasal kurala bağlanmıştır.
Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı verebilme yetkisi yargı yetkisinin
ayrılmaz bir parçası olduğundan, bu yetkinin kullanılmasını önleyen bir yasa,
belirli bir olay için de olsa, "yargı yetkisinin kullanılmasını
sınırlayıcı" bir yasadır ve hâkimin vicdanî kanısına göre karar verme
olanağını kısıtlar. Anayasanın yargı yetkisine verdiği üstün yere uygun düşmez.
İşin özelliği, gecikmelere katlanmaya yer olmaması gibi gerekçeler bu
yetkisinin kısıtlanmasını haklı gösteremez. Karar verme durumundaki mahkemenin,
durumu değerlendireceği ve bütün olasılıkları gözönünde tutacağı kuşkusuzdur.
Anayasa'nın bağımsızlık tanıdığı mahkemelere güvenmek gerekir.
Sonuç alarak, açıklanan nedenlerle, yürütmenin durdurulması
yetkisinin belirli bir olayda sınırlı da olsa, yasayla kaldırılması, Yasama
organının Anayasa'ya aykırı biçimde yargı yetkisini kısıtlaması anlamına gelir.
Yukarda açıklanan nedenlerle, 4/10/1978 günlü, 2172 sayılı
Yasanın 16. maddesinin son fıkrasında yeralan, "yürütmeyi durdurma karârı
verilemez." yolundaki hükmün Anayasanın 2, 7, 114 ve 132. maddelerine
aykırı bulunduğundan iptali gerektiği oyu ile, çoğunluk görüşüne karşıyız.
|
|
|
Üye
Ahmet Erdoğdu
|
|
Üye
Ahmet Salih Çebi
|
|
|
|
Üye
Bülent Olçay
|
|
Üye
Yılmaz Aliefendioğlu
|
KARŞIOY YAZISI
Devletçe İşletilecek Madenler Hakkındaki 2172 sayılı Kanun'un
16. maddesinin son fıkrasının son cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğu
hakkındaki görüşleri şöyledir:
1 - Yürütmenin durdurulması müessesesi:
İdare hukukunda yürütmenin durdurulması müessesesinin özel
nitelikleri vardır. Bu niteliklerden kimisi ise şöyledir:
Yürütmenin durdurulması kararı taraflardan birinin işlemine
karşı alınmış bir tedbirdir. Dava konusu işlemin hukuki sonuçlarını askıya
alır. İşlemin yürütülme, icra kabiliyetini ortadan kaldırır.
İptal davasında da işlem iptal edilir. Ve bu nedenle de işlem
artık hukuki sonuç doğuramaz.
Gerek iptal kararı ve gerek yürütmenin durdurulması kararı
işlemi hukuki sonuç doğuramaz hale getirmektedirler.
Böylece yürütmenin durdurulması kararı geçici de olsa bir hüküm
etkisini haizdir. Kesin hükümle yürütmenin durdurulması kararı arasındaki fark
birinin sürekli olmasına karşı diğerinin geçici olmasından ibarettir.
Alt derece mahkemelerin kararlarıyle Danıştayın kendi aldığı
esas hakkındaki kararların, yürütmenin durdurulması kararıyla yürürlükten
alıkonulması da yürütmenin durdurulması kararının bir hüküm etkisinde olduğunu
kanıtlar.
2 - Yürütmenin durdurulması kararının Anayasaya aykırılık
nedenleri :
a) Hukuk Devleti açısından :
Anayasanın ikinci maddesinde sözü edilen hukuk devleti insan
haklarına saygı gösteren, bütün davranışlarda hukuk ve Anayasaya uyan, bütün
işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunan bir devlettir.
Yürütmenin durdurulması kararı ise, idarenin hukuka uygun
davranmasını sağlayan denetim araçlarından biridir. Danıştay Kanunu 1740 sayılı
kanunla eklenen ek 1. madde hükmüne göre "....... dilekçelerde ileri
sürülen hususların dosyanın durumuna göre ciddi ve idari veya yargı kararının
iptalini haklı gösterecek nitelikte olması halinde" verilebilir. Neyin
haklı ve neyin haksız olduğunu İse yargı organları arar, bulur ve söyler. Bu
konular yargı organlarının görev alanına girer.
Yürütmenin durdurulması kararı verilmekle idari işlemin doğruluk
karinesi geçici de olsa bir süre için ortadan kalkar. İşlem hukuka aykırı bir
işlem durumuna girer. Hukuka aykırı işlemlerin yürütülmesine devam hukuka
aykırı bir davranışın sürdürülmesi demek olur.
Bir kanunla yürütmenin durdurulması karariyle yapılan ilk
denetimin kaldırılması, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz. Zira Dava konusu
işlem hukuka uygun olmasa da yürütülmesi sağlanmış olur. Nitekim Anayasa'nın
114. maddesi ile ilgili gerekçeler "İdarî kararlara karşı kazai müracaat
yollarının kapatılmış bulunduğu bilinen bir vakıadır. Bu hükümlerin hukuk
devleti anlayışına aykırılığı aşikâr olmakla" denilmek suretiyle idari
işlemlerin denetim dışı bırakılamayacağı doğrulanmıştır.
b) Hak arama hürriyeti açısından :
Anayasanın 31. maddesi herkesin meşru bütün vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle iddia ve savunma hakkına sahip olduğunu öngörmüştür.
Dava tarihi ile hüküm tarihi arasında bir mesafe,
azımsanamıyacak bir zaman aralığı vardır. Bu zaman içinde işlem icra edilirse
telâfisi güç zararlar olabilir. Telafisi güç zararların önlenmesi yürütmenin
durdurulması karariyle olur. Danıştay Kanununa 1740 sayılı Kanunla eklenen ek
madde 1 de ....... yürütmeyi durdurma kararlarının telafisi güç durumlarda
ortaya çıkacağı" belirtilmiştir.
İptal davası açan bir kimse hakkını aynen, olduğu gibi
alabileceği gibi, hakkını elde edeceği tarihe kadar zamandaki zararlarını da
tam yargı davası yoluyla alabilir. Yürütmenin durdurulması kararının
tanınmaması halinde hakkın aynen alınması, olduğu gibi alınması olasılığı
kaldırılmış olur. Böylece iptal davasıyla sağlanmak istenen eski hukuki durumun
iadesi imkânı ortadan kalkmış ve sonuç olarak iptal davası yolu kaldırılmış
olur. Yürütmenin durdurulması kararı, yargı yetkisinin yani iptal davası yolunun
ortadan kalkmasını önlediği için meşru bir yoldur. Karşı düşünce iptal davası
yolunun ortadan kaldırılması sonucunu doğuracağı ve yargı yetkisini
daraltacağı, kısıtlayacağı için Anayasaya aykırıdır. Anayasanın 4. maddesine
göre hiçbir organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz ve
7. maddesine göre de, Anayasa hükümleri yasama organlarını da bağlar.
Yürütmenin durdurulması kararının ortadan kaldırılması iptal davası yoluyla
eski hukuki durumun aynen iade edilmesi olanağını da ortadan kaldırdığı için
Anayasaya aykırıdır.
Ayrıca iptal davası yoluyla sağlanan hukuki himayenin tam ve
etkin bir biçimde güvence altına alınmasının gerçekleşmesi yürütmeyi durdurma
kararıyla sağlanır. Yapı yıkılırsa ilgili binasına kavuşamaz. İptal davası
tarihiyle hüküm tarihi arasında iptal kararı verilmesi olasılığının ortadan
kalktığı hallerde bir hakkın zamanında alınması imkânsız hale gelir. Bir hakkın
zamanında alınması ancak yürütmenin durdurulması kararıyla sağlanır. Bir
öğrenci 2 yıl okul dışında kaldıktan sonra hakkını elde ederse emsalinden çok
geri kalmıştır. Yaş kaydı olan meslek ve görevlere girmek imkanından yoksun
kalır. Üniversite sınavları geçtikten yıllar sonra verilecek hüküm ilgilinin
zamanında bu imtihanlara girmesine ve okula devamına imkân vermemiş olur. Bir
hakkın aynen, olduğu gibi, tazminata dönüşmeden alınması ancak yürütmenin
durdurulması kararıyla olur.
Bu nedenledir ki, Yürütmenin durdurulması kararı hakkın elde
edilmesine yarayan meşru yollardan biridir. Yürütme yolunun maden işlerinde
ortadan kaldırılması Anayasaya aykırıdır.
c) Denetim aracı oluşu :
Anayasanın 114. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve
işlemlerine karşı yargı yolu açık tutulmuştur. 140. maddenin gerekçesinde,
"....... Esas itibariyle Anayasa Mahkemesiyle Danıştay bir sistem içinde
toplanmaktadır. Bu sistem ile siyasi iktidarın ve idarenin tasarrufları yargı
denetimi altında bulundurulmaktadır. Danıştay icrai ve idari karar üzerinde
yargı denetimini yapan ...... bir kuruldur. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi
ise daha geniş ölçüdeki yetkilerle mücehhez bir kurul olarak, çıkan kanunların
Anayasaya uygunluğunun kazai murakabesini yapmakla" görevli olduğu
açıklanmıştır. İdari işlemlerin denetimi hüküm tesisi yoluyla olabileceği gibi
yürütmenin durdurulması kararıyle de olur. Yargı denetiminin yalnız hüküm
tesisi yoluyle olacağı yasalarımızda yeralmamıştır. Özellikle ivedi durumlarda
yürütmenin durdurulması kararı haksızlıkları Önler Eğitim zamanı başlamadan,
yürütme kararı almakla öğrenci zamanında okumak hakkına kavuşmuş olur. Eğitim
başladıktan ve yeni bir eğitim dönemi açıldıktan sonra hüküm tesisi yoluyla
alınan hak öğrencinin kaybolan yıllarını geri getiremez.
Yukarıda da açıklandığı üzere yürütme kararı verilmesinin
kaldırılması iptal davası yolunun kaldırılması sonucunu sağlar. İptal davası
yolunun kaldırılması ise 114. maddenin "her türlü eylem ve işlemlere karşı
yargı yolu açıktır." hükmüne aykırı olur.
Bu nedenlerle Maden Kanununun yürütme kararı verilmesini
önleyen, kaldıran 16. maddesinin son fıkrasının son cümlesi Anayasaya
aykırıdır.
DEĞİŞİK GEREKÇE
Anayasanın 149. maddesi, iptal davası açma yetkisini belli
makam, merci, kurul ve kurumlara tanımış ve bu yetkinin kullanılması doksan
günlük bir süre ile sınırlandırılmıştır. Bir yasa hükmü Anayasa'ya aykırı olsa
ve bu aykırılıktan zarar gören ortaya çıkıp ona karşı bir yasal yol arasa bile
149. maddede gösterilenler dışında ise doğrudan doğruya iptal davası açamaz. Bu
gibilerin bu nitelikte bir dava açabilmeleri, Anayasanın 151. maddesinin
buyruğuna göre, Anayasaya aykırı görülen hüküm, Yasanın öngördüğü görevli
mahkemede usulüne uygun olarak açılmış bulunan bir davada uygulanmasının
gerekliliğine ve mahkemenin ya da Yargılayın Anayasaya aykırılık iddiasının
ciddi olduğu kanısına varmış bulunmasına bağlıdır. Bu koşullar meydana
gelmedikçe Anayasa'ya aykırılık denetimi yapılamaz. Bu da gösteriyor ki
yasaların Anayasaya uygunluk denetiminin yapılabilmesi, bir başka deyişle
Anayasaya aykırılık nedeniyle bir yasa hükmünün iptal edilebilmesi için
Anayasanın açtığı kapı, yorum ve benzetmelerle genişletmeyle elverişli
değildir.
Bu durumda "Yürütmeyi durdurma kararı verilemez."
biçimindeki yasa hükmünün Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla açılan iptal
davasında önce yürütmeyi durdurma hukuksal kurumunun (Hukuki müessesesinin)
Anayasadaki yerini saptamak gerekir. Anayasanın dava dilekçesinde dayanılan 2,
7, 12, 31, 114 ve 132. maddelerinde yürütmenin durdurulması hukuksal kurumuna
sözle ve açıkça değinen bir hüküm bulunmadığı gibi diğer madde metinlerinde de
buna ilişkin bir düzenleme ya da işaret yoktur. Aslında söz konusu kurumun
Anayasa metnin de açıkça yer almamasına kendi niteliğinin mutlak olmayışı,
kısıtlı (Kasır) oluşu da neden olabilir. Zira bahsi geçen hukuksal kurum ne
salt (Mutlak) bir haktır, ne de salt (Mutlak) bir yetkidir : Danıştay Yasasının
94. maddesi bu açıdan genel bir hükümdür, genel kural koymaktadır, Maddenin
birinci fıkrasında, dava açmanın veya yasa yoluna başvurmanın yürütmeyi
durduramayacağı esası konulmuş, ikinci fıkra ile de durdurma isteğinin
incelenebilmesi, "halin icabı" dışında, teminat verilmesi koşuluna
bağlanmıştır. Eğer bu bir mutlak hak olsa idi istek halinde Danıştayın durdurma
kararı vermesi zorunlu olurdu. Mutlak bir yetki de değildir. Çünkü : Danıştay,
davada durdurma kararı vermeyi gerekli görse bile taraflardan biri istemedikçe
böyle bir karar veremez. Şu halde hem hak ve hem yetki, kısıtlıdır, eski
deyimiyle kasırdır.
18/6/1973 günlü, 1740. sayılı Yasa ile eklenen birinci madde
"yürütmeyi durdurma kararları, telafisi güç durumlar ortaya çıkarması veya
dilekçede ileri sürülen hususların dosyanın durumuna göre ciddi ve idari veya
yargı kararlarının iptalini haklı gösterecek nitelikte olması halinde
verilebilir." Genel kuralını getirmiş ve kısıtlı olan bu yetki böylece de
sınırlandırılmıştır. Bu kısıtlama ve sınırlamalar durdurma hakkının ya da
yetkisinin saltlık kazanabilmesi için onun içersinde bulunması gereken tamlık
öğesinin oluşmasına engeldir. Bu durum ile ne davacı için salt bir hak ve ne de
Danıştay için salt bir yetkidir. Bu nedenle Anayasamız bu konunun açık metin
halinde düzenlenmesini yasalara bırakmıştır.
Ancak Anayasanın espirisi ve dayandığı ilkeler arasındaki ilişki
hukukun çeşitli dallarında ve yasalarda eskiden beri yer almış bulunan
yürütmenin durdurulması müessesesinin tek bir yönile anayasal bir kurum
olduğunu kabule olanak vericidir. Şöyle ki : Kuvvetlerin ayrılığı temel
ilkesine dayalı olan anayasamız 114. maddesiyle "idarenin her türlü eylem
ve işlemine karşı yargı yolunun açık" olduğunu saptadıktan sonra
"yargı yetkisi, yürütme görevini kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara
uygun olarak yerine getirilmesini sınırlayacak tarzda kullanılamaz. İdari eylem
ve işlem niteliğinde yargı kararı verilemez." hükmünü koymak suretiyle
yargı gücünün, yürütme gücüne verilen görevin yerine getirilmesine engel
olmasını önlemiş; 132. maddenin üçüncü fıkrasının "yasama ve yürütme
organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare
mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremez ve bunların yerine
getirilmesini geciktiremez "biçimindeki son tümcesi ile de yargının ve
yargı kararlarının etkinliğinin sağlanmasını istemiş ve bu suretle de güçler
arasında bir denge kurmuştur. Bu dengenin bozulması kamu düzenini temelinden
sarsacağı için bunun bozulmamasına önem vermiştir.
Bu konu "insan hakları evrensel beyannamesi" nin
konuları arasına da girmiştir. Türkiyenin de üyesi bulunduğu Birleşmiş
Milletler Genel Kurulunun 10/12/1948 tarihli ve 217 (111) sayılı kararı ile
kabul edilen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" nin 8. maddesi
"her şahsın kendisine Anayasaya veya Kanun ile tanınan haklara aykırı
muamelelere karşı fiili netice verecek şekilde milli mahkemelere müracaat hakkı
vardır." hükmünü taşımaktadır.
Bu bildirinin okullarda ve diğer öğretim kurumlarında
okutulması, radyo ve gazetelerde yayımlanması Bakanlar Kurulunun 6/4/1949
tarihli, 3/9119 sayılı kararıyle kabul edilmiş 27 Mayıs 1949 günlü, Resmî
Gazetede yayınlanmıştır. Sözü geçen maddedeki (Milli Mahkemelere) başvurma
hakkının "Fiili netice" verebilmesinin güvencesi ve Anayasamızın
kurduğu dengeyi sağlamanın en etkin aracı veya önlemi, gerekli hallerde,
yürütmeyi durdurabilmedir. Bu nedenle yürütmeyi durdurma kurumu yalnız bu
yönile bir anayasal kurum olarak tanınmalıdır.
Anayasal kurumlar yasalarla ayrıntılı bir biçimde düzenlenebilir
ve kamu yararı ya da kamu düzeninin zorunlu kıldığı durumlarda sınırlanabilir.
Fakat tümüyle ortadan kaldırılamaz. Örneğin kişiliğe bağlı dokunulmaz,
devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetler anayasal hakların başında
geldiği halde bunların da kamu yararı ve kamu düzeninin korunması amacıyla
sınırlanabileceğini Anayasanın 11. maddesi açıkça belirtmiştir.
Esasen yürütmeyi durdurma hukuksal kurumunun anayasal
sayılabilme olanağı, yargı kararlarının etkinliğini sağlamak ve mahkemelere
başvurma hakkının kullanılmasına eylemli sonuç kazandırmak suretiyle kamu
yararını ve kamu düzenini koruma düşün ve amacından kaynaklandığına göre bu
amaca hizmet etmediği veya ona halel verdiği durumlarda Anayasanın koruyuculuğu
(himayesi) altında bulunduğu da savunulamaz. Bu itibarla yürütmenin
durdurulması kararı verilmesini yasaklayan bir yasa hükmünün Anayasaya
aykırılığının ileri sürülebilmesi, bu hükmün, yürütmeyi durdurma kurumunu,
hukuk düzeni içinden tümüyle kaldırmasına ya da yukarıda değinilen dengeyi
bozma amacına yönelik bulunmasına bağlıdır. Bu özellikleri içermedikçe, hele
kamu yararını koruma amacını taşıdıkça Anayasaya aykırılığından söz edilemez.
İptali istenilen yasa hükmünü kapsayan 4/10/1978 günlü, 2172
sayılı Yasayla yapılan düzenleme Anayasanın 130. maddesi gereğince Devletin
hüküm ve tasarrufu altında olup işletme hakkı da Devlete ait bulunan madenlerin
daha önce özel teşebbüse verilen işletme haklarının geri alınmasına ilişkindir.
Bu Yasanın ve iptali istenen hükmün, kamu yararı nedeniyle düzenlendiği ve
temelde Devlete ait olan işletme hakkının geri alınmasıyla ilgili davalarda
durdurma kararı verilemiyeceği hükmünün kabulünde kamu yararı bulunduğu Yasanın
gerekçesinde kuşkuya yer vermeyecek biçimde ve kanıtlarıyla açık açık
anlatılmıştır.
Yönetsel yargıda verilebilen yürütmeyi durdurma kararlarile
genel yargıdaki "tedbir" kararları nitelik bakımından birbirinden çok
farklıdır. İster ceza konusunda olduğu gibi kamu hukukuna, ister özel hukuka
ilişkin bulunsun, genel yargı alanında verilen tedbir kararları genellikle
yargılama yapıp hüküm verme olanağını sağlamaya ve isabetsiz ya da yerine
getirilmesi hukuken olanaksız bir hüküm kurulmasını önlemeğe yönelik
bulunmaktadırlar.
Yönetsel hukuk alanındaki yürütmeyi durdurma kararlarının böyle
bir amacı veya işlevleri yoktur. Sadece yargılamaya konu edilen yönetsel karar
ve işlemlerin yerine getirilmesini durdurur. Varılacak hükme hiçbir etkisi
yoktur. Bu itibarla yürütmeyi durdurma kararları yönetsel yargının bütünü
içinde yer almazlar ve onun tamamlayıcı bir öğesi de değillerdir.
Yürütmeyi durdurma kararı yürütmeden doğacak zararı önlemesine
karşın bizzat kendisinin neden olduğu zararı önleyici bir özelliğe veya
yeteneğe sahip değildir: Danıştay Yasasının 94. maddesinin ikinci fıkrasında
"Ancak hâlin icabına göre iptal davalarında yetkili daire veya kurul
teminat aramayabilir." hükmü vardır. Bu hükme dayanarak Danıştayın güvence
(teminat) aramadan yürütmeyi durdurduğunu ve sonra da davayı reddettiğini
düşünelim. Bu gecikmeden doğan kamu zararının ödettirilmesindeki güçlük veya
olanaksızlık, yürütmenin durdurulmamasının yol açtığı birey zararının
ödenmesindeki güçlükten hiçte önemsiz değildir. Bu nedenlerle yürütmeyi
durdurma müessesesini yönetsel yargı hukukunun bütünlüğü içinde ve ondan
ayrılmaz bir öğe veya araç saymanın olanağı yoktur.
Yasa, açılan davaların "diğer davalara tercihen ve
ivedilikle" görüleceğini 16. maddesinde hükme bağlayarak yapılan yönetsel
işlemden doğabilecek zararın büyümesini önlemiş ve işin süratle bitirilmesi
önlemini almış olmasına, özellikle yürütmeyi durdurma hukuksal kurumunu tümü
ile kaldırmayıp sadece belli davalara hasren bu yolda bir karar
verilemiyeceğini belirterek sınırlama yapmış bulunmasına ve bu yasama işleminde
kamu yararı gözetildiğine göre yürütmenin durdurulması kararı verilemiyeceğine
ilişkin yasa hükmünün iptali isteminin reddi gerekir. Bu alandaki red kararına
katılmakta dayandığım gerekçeler bunlardır.
KARŞIOY YAZISI
İptali istenen 4.10.1979 gün ve 2172 sayılı yasanın 16.
maddesinin son fıkrasındaki "yürütmeyi durdurma kararı verilemez"
hükmü,
1 - Anayasa'nın 7. maddesindeki "yargı yetkisi, Türk
Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır" ilkesine aykırı olup
bağımsızlığı esas olan bir mahkemenin bu konudaki karar verme serbestisini
önleyeceği gibi takdirine de müdahale niteliğinde bulunduğundan,
2 - Yine Anayasa'nın 31. maddesindeki "Herkes, meşru bütün
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak, iddia ve savunma hakkına sahiptir" hükmü ile ilke olarak
vatandaşa sonucu etkileyebilecek şekilde davanın her safhasında bütün vasıta ve
yollardan faydalanma hakkı tanındığı halde bazı tür davalarda bu yollardan
birine başvurma hakkının elinden alınması gerek savunmasını ve gerekse hak
arama hürriyetini kısıtlayacağından,
Bu hükmün Anayasa'nın sözü edilen maddelerine aykırı olduğu
düşüncesi ile çoğunluk görüşüne karşıyım.
KARŞIOY YAZISI
Devletin kendi varlığına sahip çıkarcasına malına sahip çıkması,
Devlet varlığına yönelik her tür elatmanın önlenmesi doğaldır. Bunun Anayasa'ya
uygun yasalarla yerine getirilmesi zorunludur. 2172 Sayılı Yasa'nın kaynakta bu
amacı taşımasına karşın yöntemde aykırılıklar getirmesi sakıncasının en ağır
yönü yargı denetimini daraltıp geçersiz kılan 16. maddesindedir. Son fıkrasına
ilişkin olarak Üyelerden Sayın Rüştü Aral, Sayın İhsan N. Tanyıldız, Sayın
Yılmaz Aliefendioğlu, Sayın Ahmet Erdoğdu ve Sayın Ahmet Salih Çebi'nin
karşıoylarına katılıyorum. Özel hukuk alanındaki bir ilişki türünden doğan
anlaşmazlığı Danıştay'ın denetimine bağlı tutan 16. maddenin doğal yargı
ilkesini bozduğu kanısındayım. Yürütmenin durdurulması kurumuyla ilgili olarak
ayrıca şu karışoy gerekçemi belirtiyorum.
Yargı yetkisi bütünlük taşır. Bölünmezdir. Mahkemenin, ihtiyatî
tedbir kararı (Hukuk Yargılama Yöntem Yasası Mad. 101 vd.), ihtiyatî haciz
kararı (İcra İflâs Yasası Mad. 257 vd.), tutuklama kararı (Ceza Yargılama
Yöntem Yasası Mad. 104 vd.), salıverme kararı (Ceza Yargılama Yöntem Yasası
Mad. 117 vd.) vermesi yargılama yetkisi içinde yasal gereklere bağlı bir hak -
ödevdir. Bunlardan kimini yargılama yetkisi içinde bulmak, kimini yargılama
yetkisi dışında tutmak hiçbir yasanın elinde değildir. Yargı yetkisini Anayasa
bile ancak süre, yer, örgütlenme düzeni, mahkemelerin görev yetkileri,
yargıçların özlük hakları bakımından yasalara bırakmıştır. Sınırlamayı bile 11.
madde ile belirlemiştir. Bunları aşarak, hak arama özgürlüğünü, yasal yargı
yolunu daraltmak anlamında, yukarda belirtilen kararlardan birini verip öbürünü
veremiyeceği anlamında, mahkemelere güvensizlik duyuracak doğrultuda yetki
kısıntısına gitmek Anayasamıza çok aykırı düşmektedir. Dâva kurumu içinde
yürütmenin durdurulması kurumu vardır. İkisini birbirinden ayırmak dâvayı
parçalamak, dâva olmaktan çıkarmaktır. Yönetim yargılığının (mahkemesinin)
yürütmeyi durdurma yetkisi, dâvayı görüp karara bağlama ödevi ve yetkisi içinde
bir aşamadır. Gerekli görürse bu yetkisini kullanır. Hukukta yürütmenin
durdurulması kurumu bulundukça bunu kimi konular için var sayıp geçerli görmek,
kimi konular için yok sayıp geçersiz görmek yasal çelişkidir. Önceki başka konu
ve olaya bağlı Anayasa Mahkemesi kararları şimdiki olay için örnek alınamaz.
Yürütmenin durdurulması kararının varlığı ve yararı Madenlerin Devletçe
İşletilmesi Yasası'nın öngördüğü işletme çabası kadar önemlidir. Tüm konuları
kapsadığından ondan da önemlidir, Hukukta ayrıcalık ayrılık getirir, bu da
aykırılığı oluşturur. Anayasal sakatlık burada başlar. Yargı organı yanlış
karar verebilir. Kimileri değişik nedenlerle yargı organından ve kararlarından
yakınabilirler. Bunda haklı olanlar da bulunabilir. Kazanılan her dâva haklı,
yitirilen her dâva haksız değildir. Kişilerden oluşan kurulların her zaman en
doğruyu, en uygunu gösterdiği de savunulamaz. Yanlışlık ve yanılma da doğaldır.
Yargı kararı, kişilerin hukuksal görüşlerinin yasal açıklanışıdır. Kararlardan
yakınarak ya da kuşku duyarak hukuksal kurumlar yıpratılamaz, yargı kuruluşları
yıkılamaz. Siyasal neden ya da etkenler yargıda hiç yeri olmayan değişik
olgulardır. Bugüne ve yarına göre düzenlemeye girişmek, düzenleyenlerin siyasal
eğilimlerine göre, iktidar ya da muhalefet konumuna göre kurallaştırmak hukukça
geçerli olmayan durumlardır. Bir konuda olsun yürütmenin durdurulması kararı
hakkını elinden almak, yargı organının elini-kolunu bağlamak ve hukuka karşı
çıkmak niteliğindedir. Yasama organının yargıya elatması ve yargı denetimini
kısıtlaması niteliğinde de bulduğum ve haksız girişim, sakıncalı tutum, Devlet
erkleri arasında gereksiz çatışmayı hukuksal karışıklık ve kargaşayı doğuracak
bir gidiştir.
Yürütmenin durdurulması kararı, yargı tümlüğü ilkesinin bir ön
uygulamasıdır. İlkeden ödün verilemez. Bugün hoşgörüyle karşılanması yarın
başka konularda yinelenmesini getirebilir.
Bir Mahkemeye "Karar verebilirsin ama şunları verebilirsin,
bunları veremezsin" diyerek yetkisini sınırlamak, karara karışmak, kararı
karar olmaktan çıkarmak demektir. Kaldıki, yürütmenin durdurulması kararının
Devletimiz için de yararı büyüktür. Uygulamadan sonra dâva yerinde görülür
iptal kararı verilirse Devletin ödemek zorunda kalacağı zarar büyük olabilir.
Yürütmenin durdurulması kararı Devleti de koruyan, hukukun üstünlüğünü,
yasaların egemenliğini simgeleyen bir önlemdir. Öğretide ve uygulamada büyük
çoğunluğun benimseyip savunduğu, yargı kararlarının çoğunda da paylaşılan en
gerçekçi, en bilimsel, en yararlı görüşün yasakoyucu yönünden savsaklanması
Anayasal aykırılığın boyutunu katlanılmaz duruma getirmektedir. Yürütmenin
durdurulması kararı, son kararın dışında ama o dâvayla ilgili bir bölümdür. Son
kararı vermeye yetkili olan organdan ilk kararı aynı dâva için geri almak hukuk
içinde yeri güç bulunur bir tutumdur. Yürütmenin durdurulması kararının
yargılama yöntemiyle hiçbir ilgisi yoktur. Yönetime ve yürütme organına tanınan
geniş, sınırsız özgörü (takdir) karşısında kişilere ve özel kuruluşlara tanınan
dâva hakkının daha başlangıçta sınırlı tutulmasının Anayasamız karşısında
hoşgörüyle karşılanacak, hukukla bağdaştırılacak yanı yoktur. Yürütmenin
durdurulması kurumu, kişilere tanınan bir güvencedir. Bu yolla yargının
güvencesidir. Bunun içinde Devletin güvenirliği, güveni de vardır. Bunları
tanımayan 16. madde, Anayasamızın 2, 7, 31, 114 ve hattâ 132, maddelerine
aykırıdır. Yargılama hakkı kamu yararının özüdür. Yargı organının yansız,
bağımsız çalışması kamusal düzenin temelidir. Yürütmenin durdurulması kararının
yargının elinden, yargıyı parçalarcasına alınmasının madenlerin işletilmesi
konusundaki kamu yararından geride olduğunu savunmak güçtür. Yargı güvencesi,
yaşam güvencesidir. Kamu yararıyla yargı güvencesi sarsılamaz ve temelde
sınırlanamaz. Anayasamızın 1488 Sayılı Yasa ile değişik 114. maddesinin 2.
fıkrasındaki sınırlama, kararın türüne ilişkindir, yapısına ilişkindir, özüne
ve varlığına ilişkin değildir. Yürütmenin durdurulması kararını böyle düşünüp
yorumlamak yerinde de değildir. İvedilik ve Öncelikle yargılama gereği yanında
yürütmenin durdurulmasının sakıncası da kalmamaktadır. Aslına karar veren yargı
organı uygun bulmaz, gerekli görmezse yürütmeyi durdurmaz. Bu olanak her zaman
varken yargıyı bağlamak, yargılamayı sınırlamak Anayasayı daraltmak demektir.
Buna olur verilemez.