ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas sayısı:1975/167
Karar sayısı:1976/19
Karar günü:23/3/1976
Resmi Gazete tarih/sayı:12.8.1976/15675
İtiraz
yoluna başvuran: Elazığ Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi.
İtirazın
konusu: 9/7/1961 günlü, 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 22/9/1971
günlü, 13964 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı
Anayasa Değişikliği ile değişik 38. maddesinin Anayasa'ya aykırı olduğu
yolundaki davacı vekilin iddiasını ciddi gören mahkeme, söz konusu maddenin
ikinci ve üçüncü fıkralarının iptali için Anayasa'nın değişik 151. maddesi
uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
I.
Olay:
Davacının,
maliki olduğu Elazığ ili sınırlan içindeki taşınmaz mallarının PTT Genel
Müdürlüğünce kamulaştırılması üzerine Elazığ Birinci Asliye Hukuk Mahkemesinde
açtığı kamulaştırma karşılığının artırılmasına ilişkin davada vekili,
Anayasa'nın 38. maddesini değiştiren 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasanın
ilgili hükmünün Anayasaya aykırılığını öne sürmüş, davalı idarenin görüşünü
aldıktan sonra bu savı ciddi gören mahkeme, Anayasanın değişik 38. maddesinin
ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasa'nın 2., 12., 36. maddelerinde ve
Başlangıç kısmında yer alan ilkelere aykırı düşmesi nedeniyle iptali için
Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar vermiştir.
III.
METİNLER :
l-
334 sayılı T. C. Anayasa'sının, 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasa ile değişik
38. maddesi : (22/9/1971 günlü, 13964 sayılı Resmi Gazete).
"
Kamulaştırma
Madde
38- Devlet ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde,
karşılıklarını peşin ödemek şartıyle, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malları,
kanunla gösterilen esas ve usullere göre, tamamını veya bir kısmını
kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Ödenecek
karşılık, taşınmaz malın tamamının kamulaştırılması halinde o malın malikinin
kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak bildirileceği vergi değerini;
kısmen kamulaştırmalarda da, vergi değerinin kamulaştırılan kısma düşen
miktarını aşamaz.
Kamulaştırılan
taşınmaz mal karşılığının vergi değerinden az takdir edilmesi halinde malikin
itiraz ve dava hakkı saklıdır.
Çiftçinin
topraklandırılması, ormanların Devletleştirilmesi, yeni orman yetiştirilmesi ve
iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, amaçlarıyla orman yetiştirilmesi ve
iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, amaçlarıyla kamulaştırılan taşınmaz mal
ve kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprak bedellerinin
ödeme şekli kanunla gösterilir.
Kanunun
taksitle ödemeyi öngördüğü hallerde çiftçinin topraklandırılması, ormanların
Devleştirilmesi, yeni orman yetiştirilmesi ve iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi için konulacak süre yirmi yılı; kıyıların korunması ve
turizm amacıyla yapılacak kamulaştırmalarda ise bu süre on yılı aşamaz. Bu
takdirde, taksitler eşit olarak ödenir ve kanunla gösterilen faiz haddine
bağlanır.
Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten çiftçinin hakkaniyet ölçüleri
içinde geçinebilmesi için zaruri olan ve kanunla gösterilen kısmen ve küçük
çiftçinin kamulaştırılan toprağının bedeli her halde peşin ödenir."
2-
İtirazda dayanılan ve dolayısiyle incelenen Anayasa hükümleri:
"BAŞLANGIÇ
BÖLÜMÜ :
Başlangıç
: Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan;
Anayasa
ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı
direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Türk Milleti;
Bütün
fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde,
milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri
ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak milli birlik ruhu içinde
daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve;
"Yurtta
Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinin, Milli Mücadele ruhunun, millet
egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak;
İnsan
hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun
huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve tazminat altına almayı mümkün kılacak
demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için;
Türkiye
Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasa'yı kabul ve ilân ve
onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı
inancı ile, hürriyete, adalete ve fazilete âşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine
emanet eder.
Madde
l- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.
Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, milli, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Madde
9- Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez.
Madde
12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep
ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir.
Hiç
bir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Madde
36- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Madde
64- (1488 sayılı Kanunla değişik şekli) Kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak.
Devletin bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek para
basılmasına, genel ve özel af ilânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm
cezalarının yerine getirilmesine karar vermek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yetkilerindendir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi kanunla, belli konularda, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde
kararnameler çıkarmak yetkisi verebilir. Yetki veren kanunda, çıkarılacak
kararnamelerin amacı, kapsamı ve ilkeleriyle bu yetkiyi kullanma süresinin ve
yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin açıkça gösterilmesi ve kanun
hükmünde kararnamede de yetkinin hangi kanunla verilmiş olduğunun belirtilmesi
lâzımdır.
Bu
kararnameler, Resmi Gazete'de yayımlandıkları gün yürürlüğe girerler. Ancak,
kararnamede yürürlük tarihi olarak daha sonraki bir tarih de gösterilebilir.
Kararnameler Resmi Gazete'de yayımlandıkları için Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulur.
Yetki
kanunları ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan kararnameler, Anayasa'nın
ve yasama meclisleri içtüzüklerinin kanunların görüşülmesi için koyduğu
kurallara göre, ancak, Komisyonlarda ve genel kurullarda diğer kanun tasarı ve
tekliflerinden önce ve ivedilikle görüşülüp karara bağlanır.
Yayımlandıkları
gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmayan kararnameler, bu tarihte, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde reddedilen kararnameler bu kararın Resmi Gazete'de
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Değiştirilerek kabul edilen
kararnamelerin değiştirilmiş hükümleri, bu değişikliklerin Resmi Gazete'de
yayımlandığı gün yürürlüğe girer. Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel hak ve hürriyetler ile dördüncü bölümünde yer alan
siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez. Anayasa
Mahkemesi, bu kararnamelerin Anayasa'ya uygunluğunu da denetler.
Madde
85- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Meclisler, çalışmalarını, kendi yaptıkları
içtüzüklerin hükümlerine göre yürütürler.
İçtüzük
hükümleri, siyasi parti gruplarının, Meclislerin bütün faaliyetlerine
kuvvetleri oranında katılmalarını sağlıyacak yolda düzenlenir. Siyasi parti
gruplarken az on üyeden meydana gelir.
Meclisler,
kendi kolluk işlerini başkanları eliyle düzenler ve yürütürler.
Madde
91- Kanun teklif etmeye, Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri yetkilidirler.
Üyeler,
kendi tekliflerini her iki Meclisin ilgili komisyonlarında savunabilirler.
Madde
92- Kanun tasarı ve teklifleri önce Millet Meclisinde görüşülür.
Millet
Meclisinde kabul, değiştirilerek kabul veya reddedilen tasarı ve teklifler
Cumhuriyet Senatosuna gönderilir.
Millet
Meclisinde kabul edilen metin, Cumhuriyet Senatosunca değişiklik yapılmadan
kabul edilirse, bu metin kanunlaşır.
Cumhuriyet
Senatosu, kendisine gelen metni değiştirerek kabul ederse, Millet Meclisinin bu
değişikliği benimsemesi halinde metin kanunlaşır.
Millet
Meclisi, Cumhuriyet Senatosundan gelen metni benimsemezse her iki Meclisin
ilgili komisyonlarından seçilecek eşit sayıdaki üyelerden bir karma komisyon
kurulur. Bu komisyonun hazırladığı metin Millet Meclisine sunulur. Millet,
Meclisi, karma komisyonca veya Cumhuriyet Senatosunca veya daha önce kendisince
hazırlanmış olan metinlerden birini olduğu gibi kabul etmek zorundadır.
Cumhuriyet Senatosunda üye tamsayısının salt çoğunluğu ile kabul edilmiş olan
madde değişikliklerinde. Millet Meclisinin kendi ilk metnini benimsemesi için,
üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu gereklidir. Bu halde açık oya
başvurulur.
Millet
Meclisinin reddettiği bir tasarı veya teklif, Cumhuriyet Senatosunca da
reddedilirse, düşer.
Millet
Meclisinin reddettiği bir tasarı veya teklif, Cumhuriyet Senatosunca olduğu
gibi veya değiştirilerek kabul, edilirse, Millet Meclisi, Cumhuriyet
Senatosunun kabul ettiği metni yeniden görüşür. Cumhuriyet Senatosunun metni
Millet Meclisince benimsenirse, kanunlaşır; reddedilirse, tasarı veya teklif
düşer; Cumhuriyet Senatosundan gelen metin Millet Meclisince değiştirilerek
kabul edilirse 5 nci fıkra hükümleri uygulanır.
Cumhuriyet
Senatosunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metnin
Millet Meclisi tarafından kabulü için, üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyu
lâzımdır. Bu halde açık oya baş vurulur.
Cumhuriyet
Senatosunca üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile tümü reddedilen bir metnin
kanunlaşabilmesi, Millet Meclisi tarafından üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu
ile kabul edilmesine bağlıdır. Bu halde açık oya başvurulur.
lisi
Komisyonlarında ve genel kurulundaki görüşme süresini aşmıyan bir süre içinde
karara bağlar; bu süre üç ayı geçemez ve ivedilik hallerinde onbeş günden,
ivedi olmıyan hallerde bir aydan kısa olamaz. Bu süreler içinde karara
bağlanmayan metinler, Cumhuriyet Senatosunca, Millet Meclisinden gelen şekliyle
kabul edilmiş sayılır. Bu fıkrada belirtilen süreler Meclislerin tatili
devamınca işlemez.
Yasama
Meclislerinin ve mahalli idarelerin seçimleri ve siyası partilerle ilgili
tasarı ve tekliflerin kabul veya reddinde yukarıki fıkralarda hükümleri
uygulanır. Ancak, karma komisyon kurulmasını gerektiren hallerde karma
komisyonun raporu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Birleşik Toplantısında
görüşülür ve karara bağlanır; Türkiye Büyük Millet Meclisinin birleşik
toplantısında Millet Meclisinin ilk metninin kabulü için üye tamsayısının salt
çoğunluğunun oyu lâzımdır. 8 nci ve 9 ncu fıkralar hükümleri saklıdır.
MADDE
155- Anayasa'nın değiştirilmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının
enaz üçte biri tarafından yazıyla teklif edilebilir. Anayasa'nın değiştirilmesi
hakkındaki teklifler ivedilikle görüşülemez. Değiştirme teklifinin kabulü,
Meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun oyuyla
mümkündür.
Anayasa'nın
değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, l inci fıkradaki
kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere
tabidir."
IV.
İLK İNCELEME:
Anayasa
Mahkemesi'nin, içtüzüğün 15. maddesi uyarınca 25/9/1975 gününde yaptığı ve Kani
Vrana, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Ziya Önel, Abdullah Üner, Ahmet Koçak, Sekip
Çopuroğlu, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Hasan Gürsel, Ahmet Salih Çebi,
Şevket Müftügil, Adil Esmer, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun
katıldıkları ilk inceleme toplantısında aşağıdaki sorunlar üzerinde
durulmuştur.
l-
Anayasa Mahkemesi'nin itirazı incelemeye görevli ve yetkili olup olmadığı:
Anayasa'nın,
Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerini gösteren 147. maddesinin birinci
fıkrası, "Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
içtüzüklerinin Anayasa'ya uygunluğunu denetler" biçiminde iken, 20/9/1971
günlü, 1488 sayılı Yasa ile değiştirilerek "Anayasa Mahkemesi, kanunların
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin Anayasa'ya, Anayasa
değişikliklerinin de Anayasa'da gösterilen biçim koşullarına uygunluğunu
denetler." biçimini almıştır.
Değişiklikle
Anayasa Mahkemesi'nin denetim görevinin alanı bu konuda daraltılarak, Anayasaya
değişikliklerinin Anayasa'da gösterilen biçim koşullarına uygunluğunu denetleme
görevi,, eskiden olduğu gibi yetkisi içinde bırakılmış, bu değişikliklerin
esastan Anayasa'ya uygunluğunu denetleme ise görev ve yetkisi dışına çıkarılmıştır.
Başka bir anlatımla Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa değişikliklerini sadece, esas
yönünden denetlemesi önlenmiş, Anayasa'da gösterilen biçim koşullarına
uygunluğu yönünden denetlemesi yolu ise açık bırakılmıştır.
Yukarıdaki
açıklamalar karşısında, 334 sayılı T. C. Anayasalının 38. maddesini değiştiren
20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasanın ilgili hükmünün, Anayasa'da gösterilen
biçim koşullarına uygunluğu yönünden Anayasa Mahkemesince incelenebileceği ve
başvurmanın itiraz yolu ile yapılmış olmasının, ileride de açıklanacağı üzere.
Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkisini bu yönden etkileyemeceği kabul
edilmelidir.
2-
İtiraz yoluna başvuran Mahkemenin yetkili olup olmadığı :
Anayasa'nın
1488 sayılı Yasa ile değişik 151. ve 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Yasanın 27.
maddesi gereğince, bir davaya bakmakta olan mahkemenin taraflardan birinin
ileri sürdüğü Anayasa'ya aykırılık savının ciddi olduğu kanısına vararak
Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için elinde usulünce açılmış, görevine
giren, bakmakta olduğu bir davanın bulunması ve itiraz edilen hükmün davada
uygulanacak nitelikte bir hüküm olması gerekir.
Dosyadaki
belgelerin incelenmesinden mahkemenin elinde usulünce açılmış, görevine giren
ve bakmakta olduğu bir davanın bulunduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa'ya
aykırılığı ileri sürülen kuralların davada uygulanacak hüküm niteliğinde olup
olmadığı sorununa gelince: 9/7/1961 günlü, 334 sayılı T.C. Anayasasının
kamulaştırmaya ilişkin 38. maddesinde genel ilke kamulaştırmalarda taşınmaz
malın gerçek karşılığının ödenmesi idi. 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasa ile
getirilen yeni düzenlemede bu İlke değiştirilmiş ve kamulaştırmalarda, malikin
kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak bildireceği vergi değerini
aşmayan karşılık esası kabul edilmiştir. Ancak kamulaştırmaya ilişkin
işlemlerin bağlı olduğu kuralları içeren 31/8/1956 günlü, 6830 sayılı istimlâk
Kanununda, Anayasa'nın geçici 20. maddesindeki buyruğa karşın, yeni kabul
edilen ilke doğrultusunda değişiklik yapılmamış ve bu arada itiraz yoluyla
yapılan bir başvurma sonunda adı geçen Yasanın eski ilkeyi yansıtan 3. maddesi
Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. (10/4/1973 günlü, E. 1972/53, K. 1973/16
sayılı Anayasa Mahkemesi Karan: Resmi Gazete; gün: 29/8/1973, Sayı: 14640)
Böylelikle konuya ilişkin yasal düzenleme kalmamış ve kamulaştırma karşılığının
belirlenmesinden doğan anlaşmazlıkların çözümünde mahkemelerce Anayasa'nın
değişik 38. maddesinin doğrudan doğruya uygulanması zorunluluğu doğmuştur. O
halde Anayasa'nın 1488 sayılı Yasa ile değişik 38. maddesindeki itiraz konusu
kuralların mahkemenin davada uygulayacağı hüküm niteliğinde olduğu kabul
edilmelidir.
Öte
yandan, Anayasa değişikliklerinin Anayasa'ya aykırılıklar; konusunda,
ellerindeki davaları görmek ve çözümlemekle yükümlü mahkemelerin, itiraz yoluyla
Anayasa Mahkemesine başvurma yetkilerinin bulunup bulunmadığı sorunu üzerinde
de durulmuş; Anayasa'nın değişik 147. ve 151. maddelerinin getirdiği açıklık
karşısında, dava mahkemelerinin de itiraz yoluyla Anayasa değişikliklerini
Anayasa'da gösterilen biçim koşullarına uygunluk denetiminden geçirilmesini
sağlamak ereğiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurmaya yetkili oldukları sonucuna
varılmıştır.
3-
İtiraz yoluna başvuran mahkemenin verdiği Anayasa'ya aykırılık kararının
gerekçeyi içerip içermediği;
Mahkemenin,
Anayasa Mahkemesi'ne başvurma kararında iptali istenilen kuralların esas
yönünden Anayasa'ya aykırılıklarına ilişkin savlar öne sürülmüş ve bu savların
dayandırıldığı gerekçeler gösterilmiş ise de, Anayasa Mahkemesi 22/4/1962
günlü, 44 sayılı yasanın 28. maddesinin birinci fıkrası gereğince başvuran
Mahkemenin gösterdiği gerekçe ile bağlı bulunmadığından, söz, konusu kuralların
biçim yönünden Anayasa'ya aykırılıklarına ilişkin gerekçenin başvurma kararında
yer almaması bir eksiklik sayılmamıştır.
4- Anayasa
değişikliklerinin biçim yönünden Anayasa'ya aykırılıklarına ilişkin incelemenin
kapsamı ve Anayasa'nın 9. maddesindeki değişmezlik ve teklif edilmezlik
ilkelerinin hukuksal nitelikleri .etkileri ve sonuçlan :
Anayasa'da
konumuzla ilgili görülen başlıca biçim kuralları ve esasları 155., 85., 92. ve
9. maddelerde yer almış bulunmaktadır. Bunlardan 155 madde Anayasa
değişikliklerine, 85. madde içtüzüklere, 91. madde kanun teklif etmeye, 92.
madde kanunların görüşülmesine ve kabulüne ilişkin biçimsel ilke ve kuralları
içermektedir.
Devlet
şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkında Anayasa hükmünün değiştirilemeyeceğine ve
değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğine ilişkin 9. maddeye gelince:
Anayasa
Devlet yapısının temelidir .Devlet kuruluşlarının yapısı ve düzeni, bu
kuruluşların yetkileri, görevleri ve birbirleriyle olan İlişkileriyle
karşılıklı durumları Devlet ve kişilerin haklarıyla ödevleri, bu hukuksal
yapının bütününü oluştururlar. Anayasa düzeni diye adlandırabileceğimiz bu
yapının öyle kuruluşları, hak ve ödev kuralları vardır ki, bunların, hukukun
üstün kurallarına ve çağdaş uygarlığın oluşum ve gelişim süreci gereklerine
aykırı düşen kimi hükümlere bağlanması, sözü geçen düzenin bütünlüğünü
bozabilir. Anayasamızın 1. maddesinde yer alan "Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir" hükmü bu çeşit kuralların başında yer alır. Bu hükmün
değiştirilmesi, hiç kuşku yok ki, Anayasa yapısını (emelinden yıkar- Çünkü,
Cumhuriyet denen devlet şekli temel kuruluşları, hak ve ödev kurallarıyle bir
ilkeler topluluğudur. Buna göre, devlet biçimini değiştirerek ortadan kaldıran
ve onu hukuk alanında yer aldığı ve istendiği biçimde artık işlemez duruma
sokacak olan bir Anayasa değişikliği yapılmasına olanak düşünülemez. Nitekim,
Anayasanın 9. maddesinde yer alan "Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez"
hükmü bu olanaksızlığı çok açık olarak göstermektedir. Böyle bir değişikliğin
bir an için teklif edilebileceği ve sonunda yapılabileceği düşünülecek olursa,
Anayasa'nın yerleşmiş düzeninin; değişiklik ölçü ve doğrultusunda ahengi
ortadan kalkacağından ve sonucunda Devletin niteliği de değişikliğe
uğrayacağından artık Anayasa'da tanımlanan ve istenen biçimde işlemesi söz
konusu olamayacaktır.
Şu
halde denilebilir ki, çağdaş Anayasalar, kendilerini böyle istenmeyen ve uygun
olmayan değişikliklere karşı koruyan ve güvence altına alan hükümleri ve
kuruluşları birlikte getirme yolunu seçmişler ve sonunda sağlamayı
başarmışlardır. Bu nitelikte bir yolu seçmenin bir anlamı da, klâsik
demokrasiden daha ayırımlı bir sistem olarak Anayasa'yı yasama organının
kendisine ve daha açık bir deyimle çoğunluğun baskısına karşı koruyacak
hükümlere ve kurumlara da yer verilmiş bulunmasıdır Böyle bir sisteme gidiş,
yurdumuzda siyasal iktidarın bütün öğeleri ile birlikte Ulusa geçişi demek olan
Cumhuriyetin kurulmasından sonra onu, temelinden sarsacak tutum ve davranışlara
karşı ulusun direnişinin ve yine temeline oturtularak bu kez daha da kuvvetli
Anayasal ilke ve güvencelere ve hukuksal kurallara bağlama zorunluğunun
doğurduğu gereksinmelerin kaçınılmaz bir sonucu olmuştur.
Bu
açıklamalara göre 1961 Anayasası, 9. maddesiyle Önce bir değişmezlik ilkesi
koymuş ve sonra bir de teklif yasağı getirmiştir. O halde, 9. madde hükmü
içeriği bakımından biçime ilişkin bulunan iki yönlü bir kuraldan oluşmaktadır.
Gerçekten,
maddede yer alan değişmezlik ilkesinin sadece "Cumhuriyet" sözcüğünü
amaç aldığı, yani Anayasa'daki "Cumhuriyet" sözcüğünün değişmezliğini
öngörerek, Cumhuriyeti oluşturan ilke ve kuralların değiştirilebileceğini
düşünmek, bu ilke ile bağdaştırılmaz. Çünkü, 9. maddedeki değişmezlik ilkesinin
asil amacı, Anayasa'nın 1. maddesiyle 2. ve 2. maddenin gönderme yaptığı
Başlangıç bölümünde yer alan temel ilke ve kurallarla niteliği belirtilerek
"Cumhuriyet" sözcüğüyle adlandırılan, Devlet sistemidir Başka bir
deyimle, burada değişmezlik ilkesine bağlanmak yoluyla güvence altına alınan
"Cumhuriyet" sözcüğü değil, yukarıda gösterilen 2. madde ile
Başlangıç bölümünde nitelikleri belirtilmiş olan Cumhuriyet rejimidir. Şu
halde, yalnız "Cumhuriyet" sözcüğünü saklı tutup, Cumhuriyeti
oluşturan bütün bu nitelikleri, hangi doğrultuda olursa olsun, tümünü veya bir
bölümünü değiştirmek veya kaldırmak yoluyla, 1961 Anayasasının ilkeleriyle
bağdaşması olanağı bulunmayan bir başka rejimi meydana getirecek nitelikteki
Anayasa değişikliğinin teklif ve kabul edilmesinin, Anayasa'ya aykırı
düşeceğinin, tartışmayı gerektirmeyecek derecede açık olduğu ortadadır.
Yukarıdaki
açıklamalara göre, Cumhuriyet rejiminin Anayasamızda niteliğini belirleyen ilke
ve kurallarında değişmeyi öngören veya Anayasa'nın öteki maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı yollardan bu ilkeleri
değiştirmeyi amaç güden herhangi bir kanun teklif ve kabul edilemez.
Anayasanın
1488 sayılı Kanunla değişik 147. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
"Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüklerinin Anayasa'ya, Anayasa değişikliklerinin de Anayasa'da gösterilen
şekil şartlarına uygunluğunu denetler" hükmüne göre, Anayasa'da yapılacak
değişikliklerin, başta Anayasa'nın 9. ve 155. maddeleri olmak üzere konumuzla
ilgili 85., 91. ve 92. maddelerinde gösterilen yöntem ve koşullara uyulmak
yoluyla yapılması zorunludur.
Anayasa'nın
9. maddesindeki hükümle, yukarıda değinildiği üzere bir değişmezlik kuralı
konduğu ve ayrıca teklif yasağı getirildiği görülmektedir. Değişmezlik
kuralının niteliği ve sonuçları ayrıntılarıyla açıklandığından, burada sadece
teklif yasağının niteliğiyle etkisi üzerinde durmak yeterli olacaktır.
Anayasa'ya
böyle yasaklayıcı bir hüküm koymaktaki amacın, tarihsel bir oluşum ve gerçek
olarak doğan ve bu süreci izleyerek bugünkü biçimini alan Türkiye
Cumhuriyetini, çeşitli görüş, varsayım, yöntem ve ideolojilere dayanarak inceleyip
değişik sonuçlara varan Cumhuriyet tanımlarına veya öteki ilkelerdeki
Cumhuriyet tiplerine bakarak incelemek ve bir sonuca varmak doğru ve yerinde
bir inceleme yöntemi olamaz. Bu yolda yapılacak bir incelemede, başlangıç
noktası alınan değişik benimseme ve uygulama biçimlerine göre yine ayırımlı
yargılara varmaktan kaçınılamaz. O halde Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliğini
tarihsel bir oluşum ve gerçek olarak ele alıp ona bugünkü biçimini veren 1961
Anayasasında gösterilen ilkelerle konulan hukuksal kurallara göre belirlemek
gerekir.
Anayasa'nın
1. maddesinde Cumhuriyet olduğu belirtilen Türkiye Devleti, 2. maddesinde
açıklandığı üzere insan haklarına ve ayrıca Başlangıç Bölümünde belirtilen
temel ilkelere dayanan, milli demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
O
halde, yalnız "Cumhuriyet" sözcüğünün değil, Türkiye Devletinin
dayandığı bu ilkelere ve onun "insan haklarına ve Başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, milli demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk
devleti" olarak Anayasa'ca tanımı yapılan niteliklerini değiştirmeyi
öngören bir Anayasa değişikliğinin teklif edilmesi, sözü geçen yasak karşısında
olanaksızdır. Çünkü, bunlarda yapılacak bir değişiklik, yukarıda tanımlanan
nitelikte bir Cumhuriyet olan Türkiye Devletinin temel kuruluşunda ve
işleyişinde de bir değişiklik olması sonucunu doğurur. Anayasa'nın 91.
maddesine göre, kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeleri yetkili oldukları halde, Anayasa'nın değiştirilmesi, ancak
Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birince yazılı olarak
teklif edilebilir. Demek ki, Anayasa'nın 9. maddesinde Anayasa değişiklikleri
için öngörülen teklif yasağı doğrudan doğruya yasama meclisleri üyelerini
ilgilendirmektedir.
Kanun
ve o nitelikte bulunan Anayasa değişikliklerini teklif etmeyi düzenleyen
Anayasa hükümleri birer biçim kuralı olduklarına göre, bunu yasaklayan bir
kuralın da bir biçim kuralı olduğunda hiç kuşku yoktur. Çünkü bu yasak, belli
sayıdaki Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin esasında kendileri için bir
hak teşkil eden ve niteliği bakımından da bir yasama işlemi olan Anayasa
değişikliği teklif etmelerini önlemektedir. Başka bir deyimle değişiklik
teklifi, değişmezlik ilkesiyle çatışmıyorsa, Anayasa'da gösterilen şekil
şartlarına uygun olarak yöntemi içinde yürüyecek ve şayet çatışıyorsa, hiç
yapılamayacak, yapılmış ise yöntemi içinde yürütülemiyecek, yürütülmüş ise
kabul edilip kanunlaşamayacaktır.
Özetlemek
gerekirse: Anayasa, Anayasa'nın üstünlüğünü ve bağlayıcılığını sürdürmek ve
Anayasaca saptanan biçim koşulları ve yöntemi dışında değiştirilmesini önlemek
amacıyla hükümler düzenlemiştir. Anayasa'nın değişik 147. maddesiyle
"Anayasa değişikliklerinin Anayasada gösterilen biçim koşullarına
uygunluğunu denetleme" yetkisinin ve Anayasayı yargısal denetim yoluyla
koruma görevinin Anayasa Mahkemesine tanınmasında güdülen erek de budur.
Bu
nedenlerle dava konusu hükümlerin biçim bakımından anayasal denetimi
yapılırken, bir biçim koşulu olduğunda kuşkuya yer bırakmayan 9. maddenin
öngördüğü yasak kural açısından da inceleme yapılması zorunludur.
Böylece
yapılan ilk inceleme sonunda :
Dosyanın
eksiği bulunmadığından işin esasının biçim yönünden incelenmesine; İhsan Ecemiş
ve Abdullah Üner'in Mahkemenin yetkisizliği ve Anayasa Mahkemesinin
görevsizliği nedeniyle reddine karar verilmesi: Kani Vrana. Ahmet Akar, Hasan
Gürsel, Şevket Müftügil ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun itirazcı Mahkemenin biçim
yönünden iptal istemine ilişkin kanı ve gerekçelerini göstermemiş olmasının bir
eksiklik sayılması nedeniyle dosyanın geri çevrilmesi yolundaki karşıoylarıyle
ve oyçokluğuyla kanar verilmiştir.
V.
ESASIN İNCELENMESİ :
Davanın
esasına ilişkin rapor, Elâzığ Birinci Asliye Hukuk Mahkemesinin 9/7/1975 günlü,
1974/1267 sayılı yazısına bağlı olarak gelen 7/7/1975 günlü, Esas No :
1974/1367, Karar No : 1975/1267 sayılı karar ve ekleri iptali istenilen ve
dayanılan Anayasa kuralları, bunlara ilişkin gerekçelerle yasama meclisleri görüşme
tutanakları ve gerekli öteki metinler okunduktan sonra, gereği görüşülüp
düşünüldü :
A
İncelemede izlenecek sıra :
İlk
inceleme evresinde 9/7/1961 günlü, 334 sayılı Anayasa'nın, 20/9/1971 günlü,
1488 sayılı Yasayla değişik 38. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının biçim
yönünden Anayasa'ya aykırılık savının incelenmesine karar verilmiş
bulunduğundan, bu anayasal denetimde kanunların yapılmasındaki işlem sırası
izlenmelidir.
Kanunların
yapılmasına önce teklif ile başlanılacağına ve teklif yasağı da ilk olarak bu
evrede göz önünde bulundurulacağına göre, bu yasağın yer aldığı Anayasa'nın 9.
maddesinden başlanarak öteki biçim koşullarını gösteren maddelerin sırası, yani
155., 85., 91. ve 92. maddeler izlenmek yoluyla inceleme yapılması yerinde görülmüştür.
Çünkü bu işte teklife geçerlilik verecek olan, onun "teklif
edilebilir" nitelikte bulunmasıdır. Başka bir deyimle, bu nitelik önce
saptanmalıdırki, öteki biçim koşullarına göre incelemeyi sürdürmek olanağı
doğabilsin.
B.
Anayasa'nın 9. maddesindeki biçim koşuluna aykırılık sorunu
Bu
bölümde 9/7/1961 günlü, 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'nın 20.9.1971
günlü, 1488 sayılı Yasayla değişik 38. maddesinin iptali istenilen 2. ve 3.
fıkralarının Anayasa'nın Önce 9. maddesinde yer alan "Devlet şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve
değiştirilmesinin teklif edilemiyeceğine" İlişkin biçim kuralına aykırı
bulunup bulunmadığı incelecektir.
l-
334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın, 38. maddesine, 1488 sayılı
yasayla, eklenen ikinci fıkra :
1488
sayılı Yasayla değiştirilmeden önce Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrası
"Devlet ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde,
gerçek karşılıklarını peşin ödemek, şartıyle, özel mülkiyette bulunan taşınmaz
malların, kanunda gösterilen esas ve usullere göre, tamamını veya bir kısmım
kamulaştırmaya veya bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir"
biçiminde idi.
1488
sayılı Anayasa Değişikliği ile birinci fıkrada yer alan "gerçek
karşılık" kavramı "gerçek" sözcüğü çıkarılacak sadece
"karşılık" olarak bırakılmış, ayrıca "ödenecek karşılık,
taşınmaz malın tamamının kamulaştırılması halinde o malın malikinin kanunda
gösterilecek usul ve şekle uygun olarak bildireceği vergi değerini; kısmen
kamulaştırmalarda da, vergi değerinin kamulaştırılan kısma düşen miktarını
aşamaz." kuralı da ikinci fıkra olarak 38. maddeye eklenmiştir.
Yapılan
değişikliğin gerekçesinde "...eklenen ikinci fıkra ile "gerçek
değer" deyimi yerine "vergi değeri" esası kabul edilmiştir.
"Vergi değeri"nin, "malikin kanunla gösterilecek usul ve şekle
uygun olarak bildireceği" değer olduğu ve kamulaştırma bedelinin bu değeri
aşamıyacağı hükme bağlanmıştır. Böylece, malikin bildiriminin, yalnız vergi
hukuku bakımından değil, aynı zamanda kamulaştırma bedelinin tesbiti bakımından
da dikkate alınması ve esas kabul edilmesi uygun görülmüştür..."
denilmektedir.
Öte
yandan, kişilerin taşınmaz mallarının vergiye esas alınan değerlerini düşük
göstermelerinden dolayı emlâk vergisi tahsilatının tam olarak
gerçekleştirilememesi, böylelikle vergi kaybına sebep olunarak kamu
hizmetlerinin gereği gibi yerine getirilmesinin aksaması, bundan toplumun zarar
görmesi, ayrıca kamulaştırma karşılığının saptanmasında da kötüye kullanmaların
önüne geçilemediğini uygulamaların ortaya koyması nedeniyle bu durumların
giderilmesi ve dengenin sağlanması amacıyla Anayasa Koyucunun, kamulaştırma
karşılığı ile, malikçe bildirilen vergi değeri arasında bu biçimde bağlantı
kurduğu Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu komisyon ve genel kurul görüşmelerinden
anlaşılmaktadır.
Bu
davada değişiklik yoluyla getirilen Anayasa kuralının Anayasaya aykırı bulunup
bulunmadığı söz konusu olduğundan, yasal düzenlemelerden ötürü ortaya çıkan
durumların Anayasa kuralının iptalini sağlıyabileceğini kabul etmek olanaksızdır.
Öne
sürülen öteki savlara gelince:
Kamu
giderlerinin karşılanması için vergi ödeme yükümlülüğünün, üstün hukuk kuralı
olan ve Anayasa'nın 61. maddesinde de yer alan, "herkesin mali gücüne göre
olması" ilkesi yerine getirilemiyorsa vergi adaletinin dolayısiyle, bu
yönden sosyal adaletin gerçekleştirildiğinden ve sosyal hukuk devletinin tam
olarak varlığından söz etmek mümkün olamaz. Ayrıca kamulaştırma karşılığının
saptanmasında uygulanan kural ve yöntemler kişilerin haksız çıkar sağlaması,
devletin mali zararlara uğraması doğrultusunda ve toplumun aleyhinde işliyorsa,
böyle bir ortamda kamu yararı ve kamu düzeninin zedelenmediğini söylemek de
gerçeğe uymaz.
Öte
yandan, mülkiyet hakkı eski anlamında kişiye tanınan mutlak ve sınırsız bir hak
niteliğini kaybetmiş, bir bakıma sosyal niteliği ağır basan bir hak olduğu
yolunda gelişmiş ve kamu yararı amacıyla bu hakkın sınırlanabileceği ilkesi
kabul edilmiştir. Bu hakka Anayasa'nın "Temel haklar ve ödevler"
kısmının "sosyal ve iktisadi haklar ve ödevler" bölümünde yer
verilmesi ve 36. maddenin ikinci ye üçüncü fıkrasıyle 38. maddesine bu hakkın
sınırlanabileceğini gösteren hükümlerin konulması da bunu doğrulamaktadır.
Sosyal
nitelik taşıyan mülkiyet haklanın toplumla ve toplum yararı ile doğrudan
doğruya ve yakından ilgili olması nedeniyle, bu konuda fertle toplum yararının
karşılaştığı alanlarda, toplum yararının üstün tutulması gerekeceği
tartışılamıyacak kadar açıktır. Ayrıca Anayasa'nın 2. maddesinde sözü edilen
sosyal hukuk devleti, ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren, güvence altına
alan, adaletli bir hukuk düzeni oluşturmak ve bunu devam ettirmekle kendini
yükümlü sayarak kişi ile toplum arasında denge kuran devlettir. Toplum yararı
bir yana bırakılarak sadece kişi yararlarına esas alınması Anayasa'nın yapısına
ve adaletli hukuk düzeni kavramına da ters düşer.
İşte
dava konusu "ödenecek karşılık, taşınmaz malın tamamının kamulaştırılması
halinde o malın malikinin kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak
bildireceği vergi değerini; kısmen kamulaştırmalarda da, vergi değerinin
kamulaştırılan kısma düşen miktarını aşamaz." kuralı, ülke gerçek, koşul
ve olanaklarının gereği olarak, devlet ve toplum hayatı yönünden büyük değer
taşıyan ve çağdaş uygar ülkelerce kabul edilerek üzerinde titizlikle durulan
sosyal adalet, kamu yararı, kamu düzeni ve hukuk devleti müesseselerinin daha
iyi işlemesini temin etme ve verginin bir toplum sorunu olması nedeniyle vergi
adaleti gerçekleştirilerek sosyal yararı sağlama, ekonomik ve sosyal dengeyi
oluşturma gibi haklı ve doğru bir ereğe yönelik olması karşısında içerik
yönünden mülkiyet hakkının özüne dokunmadığı, Anayasa'nın özüne ve sözüne uygun
bir türde sınırlama getirdiği sonucuna varmak yerinde olur. Kaldı ki bu
sınırlama da mutlak bir nitelik taşımamakta malikin iradesine bağlı
bulunmaktadır
O
halde, Anayasa'nın 38. maddesine 1488 sayılı Yasayla eklenen ikinci fıkra,
Anayasa'nın Başlangıç kısmında ve 2. maddesinde yer alan ilkelerle bağdaşır bir
nitelik taşıdığından, 9. maddesindeki Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesinin teklif
edilemeyeceğine ilişkin biçim kuralına aykırı olduğu düşünülemez. Bu nedenle
söz konusu kurala yönelen iptal isteminin reddine karâr verilmelidir.
Şevket
Müftügil, Ahmet Koçak ve Ahmet H. Boyacıoğlu bu gerekçeye, İhsan Ecemiş, Ziya
Önel, Şekip Çopuroğlu ve Muhittin Gürün bu sonuca katılmamışlardır.
2-
334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 38. maddesine, 1488 sayılı Yasayla
eklenen üçüncü fıkra;
1488
sayılı Yasayla, "kamulaştırılan taşınmaz mal karşılığının vergi değerinden
az takdir edilmesi halinde malikin itiraz ve dava hakkı saklıdır" kuralı
Anayasa'nın 38. maddesine üçüncü fıkra olarak eklenmiştir.
Gerekçesinde
fıkrada yeralan sözcükler yinelenmiştir.
İdarenin
her türlü işlemleri için ilgili kişilere itiraz olanağının tanınması ve
yargısal denetim yolunun açık tutulması hukuk devleti kavramının en değerli
öğelerinden birini oluşturması nedeniyle, söz konusu kuralın Anayasa'nın
Başlangıç kısmında ve 2. maddesinde yer alan ilkelere ve dolayısiyle 9.
maddesindeki Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmünün
değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesinin teklif edilemiyeceğine ilişkin biçim
kuralına .aykırı bir yönü olamıyacağı açıktır.
O
halde fıkraya yönelen iptal isteminin reddine karar verilmelidir.
Şevket
Müftügil, Ahmet Koçak ve Ahmet H. Boyacıoğlu bu gerekçeye, İhsan Ecemiş, Ziya
Önel, Şekip Çopuroğlu ve Muhittin Gürün bu sonuca katılmamışlardır.
C.
334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 38. maddesine, 1488 sayılı Yasayla
eklenen ikinci ve üçüncü fıkraların, Anayasa'nın öteki biçim kurallarına aykırı
olup olmadığı sorunu :
Kararın
V/A bölümünde, biçim yönünden yapılacak nicelemede izlenecek sıra saptanmıştı.
Buna göre incelemenin Anayasa'nın 155., 85., 91 ve 92. maddeleri izlenmek
suretiyle yapılması gerekmektedir. Gerçekten "Anayasa'nın
değiştirilmesi" kenar başlığını taşıyan, Anayasa'nın 155. maddesinin
ikinci fıkrasının "Anayasa'nın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin
görüşülmesi ve kabulü, birinci fıkradaki kayıtlar dışında kanunların
görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tabidir." hükmüne göre aynı
maddenin birinci fıkrasında yer alan "Anayasa'nın değiştirilmesi, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri tarafından yazı ile
teklif edilebilir. Anayasa'nın değiştirilmesi hakkındaki teklifler ivedilikle
görüşülemez. Değiştirme teklifinin kabulü, Meclislerin ayrı ayrı üye
tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun oyu ile mümkündür-" biçimindeki
kurallar. Özel bir değiştirme yöntemini saptayan ayrıklı kurallardır. Bu
bakımdan, esasın incelenmesine kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki
genel hükümlere ayrık düşen kurallardan başlanması daha mantıki görülmüştür. Kaldı
ki incelemede bu yolun izlenmesi, kanunların yapılışında esasen teklif ile
başlamakta olan yönteme de uygun düşmektedir. Ayrıca Anayasa kanunların
görüşülmesi için öngörülen genel yöntem ilkesini, Anayasa değişiklikleri için
de benimsemiş olduğundan, 155. maddedeki biçim koşulları, Anayasa'nın 85.
maddesindeki sözü geçen içtüzük kurallarına göre de ayrıklıdır. Bu nedenle
Anayasaya değişikliklerinde, Anayasa'nın 155. maddesindeki Özel ve ayrıklı
yönteme ters düşen içtüzük hükümleri de uygulanamaz,
O
halde, biçim yönünden esasın incelenmesinde, Anayasa'nın 155., 85-, 91. ve 92.
maddelerindeki biçim koşullan sırasının izlenmesi de uy-gündür.
l-
Anayasa'nın 155. maddesindeki biçim koşullan yönünden :
a)
Anayasa'nın 155. maddesinin birinci fıkrasında özel bir değiştirme yöntemi
koyan başlıca üç ayrıklı kural bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre,
Anayasa değişikliği teklifleri yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi üye
tamsayısının en az üçte biri tarafından ve ancak yazı ile yapılabilir. İkinci
kural ise, bu tekliflerin ivedilikle görüşülmesini yasaklamaktadır. Üçüncü
kural da teklifin kanunlaşabilmesi için, Meclislerin ayrı ayrı üye
tamsayılarının üçte iki çoğunluğunun oyunu gerekli görmektedir.
İtiraz
yoluna başvuran Mahkemenin gerekçeli kararında yer almamakla birlikte,
görüşmeler sırasında, yukarıdaki ayrıklı kurallardan önce ivedilikle görüşme
yasağını koyan ikincisi üzerinde durulmuş ve öncelikle görüşmenin de bu yasağın
kapsamına girip girmediği tartışılmıştır. Gerçekten; Anayasa'nın 155.
maddesinin birinci fıkrasının ikinci tümcesinde Anayasa'nın değiştirilmesi
hakkındaki tekliflerin sadece ivedilikle görüşülmesi yasaklanmış ve bu
tekliflerin Öncelikle görüşülmesinden hiç söz edilmemiştir.
1488
sayılı Kanun 20/9/1971 gününde kabul edilmiş ve 22/9/1971 günlü, 13964 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanmış olduğundan, tüm kanunlaşması evrelerinde,
Anayasa'nın geçici 3. maddesi uyarınca 27 Ekim 1957 den önceki biçimi ile
yürürlükte olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahili Nizamnamesi ile 18/1/1964
günlü, 11610 sayılı Resmi Gazete'de yayayımlanan Cumhuriyet Senatosu
içtüzüğünün uygulanması gerekmiştir.
Yukarıda
sözü geçen Dahili Nizamnamenin beşinci babında "Müstaceliyet (ivedilik) ve
takdimen (öncelik) müzakere (görüşme)" başlığı altında, bu iki ayrıklı
görüşme yöntemi, birbirinden ayrımlı hukuksal kuruluş olarak düzenlenmiş
bulunmaktadır.
Bunlardan
ivedilikle görüşme, kanun tasarı veya tekliflerinin iki yerine yalnız bir kez
görüşülmesini öngörmesine karşılık, öncelikle görüşme, aynı gündemde yer alan
bir teklif veya tasarının öteki işlerden önce görüşülmesini sağlanmayı amaç
güden, bu nedenle, gerek hukuksal nitelik ve gerekse amaçları yönünden biri
ötekinden tüm başka olan ve ortaklaşa etkileri yalnız görüşmelerde çabukluk
sağlamaktan ibaret kalan iki ayrı görüşme yöntemidir. Nitekim Dahili
Nizamnamede her ikisi ayrı kurallarla ve bağımsız bir babda düzenlenmiş, 75.
maddesinde, bir kanun tasarısı veya teklifinin yalnız hemen veya öncelikle
görüşülmesi hakkında alınacak kararın, ivedilik karan sayılamayacağı ve bu nedenle
iki kez görüşme yapılması gerekeceği belirtilmiş bulunmaktadır. Bu bakımdan
Anayasa'nın 155. maddesinin birinci fıkrasında sadece ivedilikle görüşme
yasağının konulması ve öncelikle görüşme yönteminden ise hiç söz edilmemesi,
nedensiz değildir. Anayasa, Anayasa değişikliği tekliflerinin öncelikle
görüşülmesini de yasaklamak istese idi, içeriğinde yer alan öteki yasaklayıcı
kurallarda olduğu gibi bunu da 155. maddeye açıkça koyardı.
Burada,
155. madde düzenlenirken, Anayasa Koyucunun 27 Ekim 1957 gününden önceki
İçtüzük hükümlerinin niteliğini ve ivedilikle öncelik konularındaki kapsamını
gözden kaçırdığı da ileri sürülemez. Çünkü Anayasa'nın, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 27 Ekim 1957 gününden Önce yürürlükte olan İçtüzüğüne, yenileri
yapılıncaya kadar geçerlilik tanıyan geçici 3. maddesi 155. maddesinden önce
geldiği gibi, Anayasa Koyucunun, İçtüzük hükümlerini tüm ayrıntıları ile
bildiği gözönünde tutularak 155. maddeyi düzenlediğinin kabul edilmesi gerekir.
Anayasa'nın 155. maddesindeki (ivedilik) sözcüğü ile güdülen amacın, kanunların
görüşülmesinde çabuklaştırmayı öngören tüm hükümleri değil, yalnız İçtüzükte
sözü geçen (ivedilikle görüşme) yöntemi olduğu ortadadır.
Anayasa'nın
1488 sayılı Kanunla değişik 64. maddesinin dördüncü fıkrası hükmü ile, yetki
kanunları ile Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan
kararnamelerin. Anayasa'nın ve Yasama Meclisleri içtüzüklerinin, kanunların
görüşülmesi için koyduğu kurallara göre, ancak, komisyonlarda ve genel
kurullarda diğer kanun tasarı ve tekliflerinden önce ve ivedilikle görüşülüp
karara bağlanacağı öngörülerek, her ikisine ayrı ayrı yer verilmiş
bulunmaktadır.
O
halde, Anayasa'nın 155. maddesinde ivedilikle görüşme için konulan yasağın
yalnız çabukluğu sağlamaktan ibaret olan ortaklaşa etkilerinden söz edilerek,
ayrı ayrı nitelik ve amaçları bulunan öncelikle görüşme yöntemini de kapsadığı
düşünülemez.
Dahili
Nizamnamenin 74. maddesine göre, bir kanun tasarısı veya teklifinin gündemde
bulunan öteki maddelerden önce görüşülmesini, yalnız Hükümet veya bir komisyon,
ancak yazı ile gerekçesini de göstererek isteyebilir. Olay da böyle geçmiş
bulunmaktadır.
20/9/1971
günlü, 1488 sayılı Kanuna ilişkin teklifin Millet Meclisi birinci ve ikinci kez
görüşülmesi sırasında Anayasa komisyonu adına Başkanınca yazılı olarak verilen
uygun nitelikteki önergeler üzerine genel kurulca alınmış kararlara dayanılmak
yolu ile görüşmelerin öncelikle yapılmasında, yukarıda sözü geçen Dahili
Nizamname hükümlerine ve dolayısiyle Anayasa'nın 155. maddesindeki biçim
koşullarına aykırı bir yön saptanmamıştır.
Yukarıdaki
görüşler. 17 Mart 1971 günlü 14131 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 13.4-1971
günlü, E : 1970/41, K: 1971/37 sayılı Anayasa Mahkemesi kararında da
benimsenmiş bulunmaktadır.
Ahmet
Akar ve Muhittin Gürün bu görüşe katılmamışlardır.
b)
Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısı, 450 si milletvekilliği ve teklif ve
görüşmeler sırasında 183 ü Cumhuriyet Senatosu üyeliği olmak üzere 633 ve bunun
üçte biri de 211 olduğuna, 1488 sayılı Yasaya ilişkin teklifin 430 (dava konusu
kuralları içeren 38. maddeye ilişkin teklifin 398) milletvekili ve Cumhuriyet
Senatosu üyesince imza edilerek yöntemine uygun biçimde ve yazılı olarak
verilmesine ve öte yandan bu teklifin Millet Meclisinde 358 ve Cumhuriyet
Senatosunda 135 oyla. yani her iki Mecliste ayrı ayrı üçte iki çoğunlukla kabul
edilmesine göre ortada Anayasa'nın 155, maddesinin birinci fıkrası hükmüne bir
aykırılık yoktur.
2-
Anayasa'nın 85, 91. ve 92. maddeleri yönünden :
Anayasa
Mahkemesince, 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 28. maddesinin birinci fıkrası
hükmüne dayanılarak öteki biçim kuralları açısından yapılan inceleme sonunda;
85., 91. ve 92. maddelerle Yasama Meclisleri içtüzüklerine aykırı düşen ve
iptal kararı verilmesini gerektiren bir yön saptanmamıştır. Bu bakımdan, Yasama
Meclisleri tutanaklarında esasen tüm ayrıntıları ile yer alan görüşme
evrelerini özetle de olsa karara aktarmaya gerek kalmamıştır.
Bu
nedenlerle iptali istenilen hükümlerin yukarıda değinilen öteki biçim kuralları
bakımından da Anayasa'ya aykırı olmadığına karar verilmelidir.
VI.
SONUÇ :
l-
9/7/1961 günlü, 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 20/9/1971 günlü,
1488 sayılı Yasa ile değişik 38. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının,
Anayasa'nın 9. maddesinde yer alan (Devlet seklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemiyeceğine ve değiştirilmesi teklif
edilemiyeceğine) ilişkin biçim kuralına aykırı bulunmadığına ve itirazın
reddine Şevket Müftügil. Ahmet Koçak ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun değişik
gerekçeleriyle, İhsan Ecemiş. Ziya Önel, Sekip Çopuroğlu ve Muhittin Gürün'ün
karşıoylarıyle ve oyçokluğu ile;
2-
Anayasa'nın 38. maddesinin itiraz konusu ikinci ve üçüncü fıkraları açısından;
20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Kanuna ilişkin teklifin Millet Meclisinde tümünün
öncelikle görüşülmesinin Anayasa'nın 155. ve 85. maddelerindeki biçim kuralına
aykırı olmadığına Ahmet Akar ve Muhittin Gürün'ün karşıoylariyle ve
oyçokluğuyla,
3-
İtiraz konusu hükümlerin yasalaştırılmasında Anayasa'nın öteki biçim
kurallarına da aykırılık bulunmadığına ve itirazın bu nedenle reddine
oybirliğiyle;
23/3/1976
gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Kâni
Vrana
|
Başkanvekili
Şevket
Müftügil
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ahmet
Akar
|
|
|
|
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Ahmet
Koçak
|
|
|
|
|
Üye
Şekip
Çopuroğlu
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
|
|
|
Üye
Ahmet
Salih Çebi
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
KARŞIOY
YAZISI
İlk
inceleme evresinde verilen 25/9/1975 günlü karara ilişkin karşıoy yazısı:
Anayasa
Mahkemesi Anayasa'nın değişik 147. maddesine göre Anayasa değişikliklerinin
sadece Anayasa'da gösterilen biçim koşullarına uygunluğunu denetleyebileceği ve
bu nedenle sözü geçen değişiklikleri esastan inceleyemeyeceğini gözönünde
bulundurulduğunda, yalnız biçim yönünden yapılacak bir incelemede itirazcı
mahkemenin 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddesi uyarınca bu yoldaki
gerekçesini ve buna dayanan ciddi kanısını da belirtmesi gerektiği kolaylıkla
anlaşılır. Yasal ve hukuki durum böyle olmasına karşın, itiraz kâğıtlarında
biçime ilişkin bir gerekçe gösterilmediği gibi, bu konuya yönelmiş bir kanı da
ortaya konulmamış olduğundan, 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 27. maddesi
uyarınca sözü geçen noksanlar tamamlatılmak üzere dosyanın geri çevrilmesine
karar verilmesi gerektiği düşüncesi ile, ilk inceleme sonunda işin esasın
incelenmesine ilişkin olarak verilmiş bulunan karata karşıyız.
|
|
Başkan
Kâni
Vrana
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
KARŞIOY
VE DEĞİŞİK GEREKÇE YAZISI
I-
Anayasa'nın değişik 147. maddesi, Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa
değişikliklerini esastan incelemesi yolunu kapatmış, inceleme görevinin sadece
Anayasa'da gösterilen biçim koşulları açısından yapılacağını kurala
bağlamıştır. Anayasa Koyucu, Anayasa değişiklikleri açılan Anayasa Mahkemesinin
görevini daraltırken bir yandan da mahkemelerin Anayasa değişiklikleri hakkında
Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile başvurmalarını da sınırlandırmış ve
daraltmış olmaktadır. Anayasa'nın bu hükmüne göre, görülmekte olan bir davada
uygulanma durumunda olan bir Anayasa kuralının esas yönünden Anayasa'ya
aykırılığı itiraz yoluyla öne sürülemiyecek demektir.
22/4/1962
günlü, 44 sayılı Yasa'nın 27. maddesi, bir mahkemenin o dava sebebiyle
uygulanacak bir kanunun hükümlerini Anayasa'ya aykırı görmesi halinde bu
yoldaki gerekçeli kararını; taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık
iddiasının ciddi olduğu kanısına varması halinde de kendisini bu kanıya götüren
görüşünü açıklayan kararını diğer belgelerle birlikte Anayasa Mahkemesine
göndermekle yükümlü tutmuştur.
Olayda
davacı Anayasa'nın değişik 38. maddesinin hem esas yönünden hem de biçim
açısından Anayasa'ya aykırı olduğunu öne sürmüş, mahkeme ise sadece esasa
yönelen iddialara değinmiş ve fakat biçim yönünü ele alıp incelememiştir. Oysa
mahkemelerin Anayasa değişikliklerinin esas yönünden Anayasa'ya aykırı olduğu
yolunda bekletici bir sorun çıkarmaya yetkileri yoktur.
Bu
nedenledir ki, esas yönünden öne sürülen dayanaklar 44 sayılı Yasa'nın 27.
maddesine uymamakta hatta bu madde hükmüne aykırı düşmektedir. O halde
başvurmanın noksan olduğu, öne sürülen biçim aykırılığı konusundaki iddiayı
ciddi gösteren ve mahkemeyi bu kanıya götüren görüşün belirtilmemiş olmasının
önemli bir eksikliği oluşturduğu açıkça ortadadır.
Bundan
dolayı başvurmanın geri çevrilmesi gerekli iken bu durumu eksiklik saymıyan
çoğunluk görüşüne karşıyız.
II-
1961 Anayasa'sının kamulaştırmayı düzenleyen 38. maddesi şöyle idi :
"Devlet
ve kamu tüzel kişileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek
karşılıklarını peşin ödemek şartiyle, özel mülkiyette bulunan taşınmaz
malların, kanunda gösterilen esas ve usullere göre, tamamını veya bir kısmını
kamulaştırmaya veya bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya
yetkilidir..."
1971
yılında Anayasa'nın 38. maddesi değiştirilmiş ve geçici 20. madde yürürlüğe
konulmuştur.
1488
sayılı Yasa ile değiştirilen 38. madde "Devlet ve Kamu tüzel kişileri,
kamu yararının gerektirdiği hallerde, karşılıklarını peşin ödemek şartiyle,
özel mülkiyette bulunan taşınmaz malları, kanunla gösterilen esas ve usullere
göre, tamamını veya bir kısmını kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde irtifaklar
kurmaya yetkilidir.
Ödenecek
karşılık, taşınmaz malın tamamının kamulaştırılması halinde o malın malikinin
kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak bildireceği vergi değerini;
kısmen kamulaştırmalarda da, vergi değerinin kamulaştırılan kısma düşen
miktarını aşamaz.
Kamulaştırılan,
taşınmaz mal karşılığının vergi değerinden az takdir edilmesi halinde malikin
itiraz ve dava hakkı saklıdır..." hükmünü, geçici 20. maddesi de
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sında yapılan değişiklikler veya bu
Anayasa'ya eklenen hükümler gereğince kanunlarda yapılması zorunlu olan ve
geçici 13, 14, 15, 16, 17, 18 ve 19 ncu maddeleri kapsamı dışında kalan diğer
kanunlar ve kanun değişiklikleri, bu Anayasa değişikliklerinin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde tamamlanır" buyruğunu
getirmiştir.
l-
Anayasa'nın eski 38. maddesiyle değişik 38. maddesinin dayandığı temel
ilkelerde büyük bir farklılık olduğu ilk bakışta göze çarpmaktadır. Nitekim
Anayasa Mahkemesinin 10/4/1973 günlü, E. 1972/53, K. 1973/16 sayılı kararında -
Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 11, Sayfa 199 - (Halk oyuna sunulduğu
9/7/1961 gününde Türk Ulusunca kabul edilip 20/7/1961 günlü, 10859 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının kamulaştırmaya ilişkin
38. maddesinde genel ilke, kamulaştırmalarda taşınmazın gerçek karşılığının
ödenmesi idi. 22/9/1971 günlü, 13964 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanıp o
tarihte yürürlüğe giren 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasanın 1. ve 2.
maddeleriyle getirilen yeni düzenlemeler arasında bu ilke de değiştirilmiş;
kamulaştırmada "gerçek karşılık" tan, başka deyimle "değer
paha" dan vazgeçilerek malikin kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun
olarak bildireceği vergi değerini aşmayan karşılık esası benimsenmiştir)
denilmesi de bu görüşün doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Anayasa'nın
açık hükmüne ve geçici 20. maddesiyle verdiği yönergeye göre eski 38. maddede
yer alan "Kanunda gösterilen esas ve usullere göre" kuralı ile,
değişik 38. maddenin birinci fıkrasında yer alan "Kanunla gösterilen esas
ve usullere göre" kuralının içerik yönünden aynı anlama geldikleri öne
sürülemez. Demek ki, Anayasa Koyucu, kamulaştırmayı hedef alan kanunun, yeri
buyruğu doğrultusunda yeniden düzenlenmesini istemiş ve bu isteğinin bir yıl
içinde tamamlanmasını emretmiştir.
Öte
yandan değişik 38. maddenin birinci fıkrasında ilgili kanuna atıf yapılırken,
"Kanunla gösterilen esas ve usullere göre" deyiminin kullanılmış
olmasına karşın, aynı maddenin ikinci fıkrasında "Kanunda gösterilecek
usul ve şekle uygun olarak" deyiminin kullanılması tercih edilmiştir.
Anayasa'nın bir maddesinin iki fıkrasında kullanılan bu değişik terimlerin
içerik yönünden ayniyet taşıdıkları da iddia edilemez Sözlük yönünden
"usul" yöntem, yol, tarz anlamına gelmektedir. Bir işleme
başvurulurken uyulması gereken yöntem ve takibedilecek yol, o işin usulünü
oluşturur. Şekilden ise, o yöntemin uygulanmasında ve izlenecek yolda, hak veya
mükellefiyet sahiplerinin açıklayacakları iradelerinin biçimleri anlaşılmak
lâzım gelir.
2-
Anayasa'nın değişik 38. maddesinin birinci fıkrası taşınmaz karşılığının peşin
ödenmesi koşulu ile kamulaştırmayı öngörmüş; karşılığın ne olduğunu da ayni
maddenin ikinci fıkrasında açıklamıştır. Bu fıkra hükmüne göre, ödenecek
karşılık, o malın malikinin kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak,
bildireceği vergi değerini aşamayacaktır. Sözü edilen bu fıkra hükmü içinde iki
ilke yer almaktadır. Bunlardan birincisi, taşınmaz malların
vergilendirilmesinin, kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak yapılacak
bir bildirimle olacağı yolundaki ilkedir. Hemen belirtmek gerekir ki, bir
taşınmazın değerini en iyi bilen onun sahibidir varsayımı, aynı zamanda
demokratik bir nitelik de taşıdığından Anayasa'ya aykırı görülemez, İkinci ilke
ise, o taşınmazın kamulaştırılması halinde ödenecek karşılığın, malikin kanunda
gösterilecek usul ve şekle uygun olarak bildireceği vergi değerini aşamıyacağı
yolundaki kuraldır.
Bir
yasa ve özellikle Anayasa kuralının, yeter derecede açıklık taşımaması halinde
yoruma başvurulması gerektiği ve yorum yapılırken de Anayasa'nın bütün kurallarının
birlikte ele alınması ve değerlendirilmenin buna göre yapılarak bir sonuca
bağlanması, yorum kuralları gereğidir.
Öle
yandan Anayasa kurallarının hiyerarşik bir niteliği bulunmadığının başka
deyimle hepsinin eşdeğerde olduğunun kabul edilmesi, Anayasal sistemi aksatacak
ya da bozacak bir yorum biçiminin tecvizini öngörmez. Bundan dolayıdır ki,
bütüne göre ayrık durumda bulunan kuralların istisnayı açıkça belli edecek ve
kuşkuya yer bırakmıyacak biçimde düzenlenmesi gerekir.
Anayasanın
değişik 38. maddesini, çoğunluğun açıkladığı biçimde anlamaya olanak yoktur.
Gerçi geçmişteki katı mülkiyet anlayışı, yerin toplumsal bir görüşe
bırakmıştır. Nitekim mülkiyet hakkını düzenliyen Anayasa'nın 36. maddesinin
gerekçesinde "Birinci fıkra ile ikinci fıkranın birinci cümlesinin izahına
lüzum yoktur. İkinci fıkranın ikinci cümlesi hükmü ise; 19 uncu yüzyılın ikinci
yarısından ve bilhassa 20 nci yüzyılın başlarından bu yana bütün medeni
memleketlerde hâkim olan ve bu gün genel olarak kabul edilen bir temayülün mahsulüdür.
Artık mülkiyet hakkı, Roma hukukundaki anlamda, ferdin toplum menfaatini dahi
hesaba katmaksızın istediği gibi kullanabileceği bir hak, hudutsuz bir hürriyet
niteliğini taşımamaktadır. Batı medeniyetinin öncüleri olan ve kollektif
iktisat temayüllerinden çok uzak bulunan memleketlerde ve hatta eski
hukukumuzda dahi mülkiyet anlayışı, mülkiyetin aynı zamanda sosyal karaktere
sahip bir hak olduğu yolundadır. Medeni kanunumuzun mülkiyet anlayışı da bu
istikamettedir. Sözü geçen hükmün bazı anayasalarda olduğu gibi, Anayasa'mızda
da yer alması, kanun koyucuya yol gösterecek, içtihatlara istikamet verecek ve
genel olarak fertler üzerinde terbiyetkâr tesire sahip olacaktır"
yolundaki açıklamalar ayni doğrultudadır. Bir varsayım olarak kamulaştırma yoluyla
da olsa bir taşınmazı bedelsiz olarak ya da değerinin altındaki bir karşılıkla
kişinin mamelekinden çıkarılmasına, mülkiyet hakkının sosyal karakteri olan bir
hak olması elverişli değildir. Aslında kamulaştırmanın belirgin unsuru,
mülkiyetin el değiştirmesinde kamu yararının bulunması ve bu yararın o işlemi
gerekli hale sokmasıdır. Kamu yararı bir taşınmazın Devlet ve kamu tüzel
kişilerine geçmesini gerekli kılıyorsa, bunun sonucu o taşınmazın değeri
olmayan bir karşılıkla özel mülkiyetten çıkarılmasına Anayasa'nın hiç bir
maddesi veya hükmü cevaz vermemektedir. Adalet mülkün temelidir sözünü
hukukunda dahi kendisine rehber kılmış bir ülkede aksinin düşünülmesine ve
Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerinin buna cevaz verdiğinin öne sürülmesine
olanak yoktur.
a)
Bir defa kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak bir taşınmazın
değerinin bildirilmesi yani beyanname verilmesi, beyannamenin verildiği andaki
durumu tesbit eden bir nitelik taşır. Beyanda bulunanın iradesi dışında ve
sonradan oluşan durumlardan beyanda bulunanı sorumlu tutmaya olanak yoktur.
Nitekim 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanunu konuyu bu şekilde düşünmüş, beyanın
doğruluğu ve vergisi tadil eden sebeplerin bulunmaması hallerinde beş yıl süre
ile vergi değerinde bir değişiklik yapmamıştır. Taşınmazın vergisinin
değişikliğe uğramamış olması, o taşınmazın beyan edilen tarihe nazaran bir
kıymet kazanmadığı anlamına gelmez. Kaldıki Devletin vergide değişiklik
yapmaması ayrı bir konu, o taşınmazın kamulaştırma değerinin ödenmesi ise ayrı
bir konudur. Anayasa'nın değişik 38. maddesinin 2. fıkrasında, beyan üzerine
oluşan vergi değeri ile, kamulaştırmanın yapıldığı tarih arasında gayrimenkul
sahibi lehine oluşan ve artan değerlerin ödenmiyeceği yolunda bir açıklık şöyle
dursun bir delâlet dahi yoktur. Emlâk vergisi kanununun belki bir zorunlulukla
beyanın beş yılda bir defa yapılacağı yolundaki kuralı, ters bir anlayışa neden
olamaz. Sözü edilen ikinci fıkradaki "bildireceği vergi değerini
aşamaz" yollu, kural, ancak beyan tarihine göre bir anlam taşır.
b) Değişik
38. maddenin ikinci fıkrasında, "o malın malikinin kanunda gösterilecek
usul ve şekle uygun olarak bildireceği vergi değeri" yer aldığı halde,
üçüncü fıkrada "kamulaştırılan taşınmaz mal karşılığının vergi değerinden
az takdir edilmesi halinde malikin itiraz ve dava hakkı saklıdır" kuralı
getirilmektedir. Anayasa'nın bu maddesinde Anayasa Koyucunun değişik terimler
kullanmasının bir nedeni olmak lâzım gelir. Her halde Anayasa'nın tekrardan
kaçınmak için böyle bir düzenlemeye gittiği öne sürülemez. Şayet Anayasa koyucu
tekrardan kaçınmak için böyle bir düzenlemeye gitmiş olsaydı, Anayasa'nın 31.
maddesinde hak arama hürriyeti açıkça kurula bağlanmışken, 38. maddede ayrıca
itiraz ve dava haklarından da bahsetmemesi gerekirdi. Demekki, Anayasa'nın "o
malın malikinin... bildireceği vergi değeri" ile "vergi değerinden az
takdir edilmesi" deyimlerini ayni anlamda kullandığı ve bunların
içeriğinin bir olduğu öne sürülemez. Çünkü vergi, kamu hukukunu ilgilendiren
bir konudur ve mükellefler tarafından verilen beyannameleri incelemek ve
gerçeğe uygun olup olmadığım saptamak Devlete düşen bir ödevdir. Bu ödevin
yerine getirilmesi yoluyla vergilerde bir değişikliğin yani taşınmaz malların
değerlerinde farklılıkların ortaya çıkması ve kimi hallerde kazai kararların da
imzamamı, suretiyle yeni vergilerin oluşması olasılığı her zaman vardır. İşte
sözü edilen üçüncü fıkra beyan üzerinde durulmıyacağını ve yalnız malikin dava
hakkının bulunduğunu açıklamak istemiştir.
Bu
durum da göstermektedirki, ikinci fıkradaki kural, sadece beyanın yapıldığı
tarihi kapsar ve sonraki zamanları içermez.
c)
Kamulaştırma ve Devletleştirme kavramları bir paranın iki yüzü gibidir. Her
ikisinde de bir mal varlığı, malikinin iradesi dışında ve kamu yararının
gerektirdiği hallerde devletin mamelekine geçmektedir. Anayasa'nın 38
maddesinde kamulaştırma, 39. maddesinde de Devletleştirme düzenlenmektedir.
Eğer
38. madde çoğunluğun belirttiği tarzda anlaşılabiliyorsa, 39. maddeyi izaha
olanak kalmaz. Çünkü 39. madde Devletleştirmenin "gerçek karşılık"
suretiyle yapılacağını buyurmuştur. Bir Anayasa'nın peş peşe gelen hükümleri
arasında bu derecede terslik olacağı düşünülemez. Vergi ziyaının önlenmesi
amacıyla kamulaştırmanın beyan ilkesine bağlanması, sonradan taşınmazın
değerindeki artışların malike verilmemesi nedeni olamaz.
Anayasa
Mahkemesinin kimi kararlarında da açıklandığı üzere, hukuk devleti, insan
haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve
bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk
kurallarına ve Anayasa'ya uyan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı
olan devlet demektir. Nitelikçe birbirine benzeyen durumlarda farklı kurallar
düzenlenmesi hukuk devleti ilkesini ve bunun temelinde yatan adalet düzenini
bozar. Oysa değişik 38. maddenin yorumlanması suretiyle varılan sonuç onun
hukuk devleti ilkelerine ve 39. maddede saptanan kurala uygun olduğunu
göstermektedir.
Özetlemek
gerekirse; yukarıda açıklandığı üzere değişik 38. maddenin ikinci ve üçüncü
fıkraları yorum suretiyle Cumhuriyeti oluşturan temel ilkelere uygun
bulunduğundan, çoğunluğun gerekçesini benimsemiyor ve sonuca bu gerçeklerle
katılıyoruz.
|
|
Başkanvekili
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
Sayın
Şevket Müftügil ile, Ahmet H. Boyacıoğlu'nun yakardaki karşıoy yazılarının (II)
numaralı kısmında yeralan düşüncelerine aynen katılıyorum.
KARŞIOY
YAZISI
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasa'sının 38 nci maddesinin değiştirilmesi ile ilgili kuralı
dava ve inceleme konusu olan 20/9/1971 günlü, 1488 sayılı Yasaya ilişkin
teklifin Millet Meclisindeki görüşmelerinde öncelik (o sırada Millet Meclisinin
kendi İçtüzüğü yapılmamış olduğu için Anayasa'nın geçici 3 ncü maddesi uyarınca
toplantı ve çalışmalarda uygulanmakta olan l Kasım 1956 günlü Dahili
Nizamnamenin 74 üncü maddesindeki terimle "takdimen müzakere") kararı
verildiği, görüşmelerin üyeler için onar, grup sözcüleri için yirmişer dakika
olmak üzere sınırlandırıldığı, ayrıca verilen yeterlik önergelerinin kabulü ile
görüşmelerin büsbütün kısaltılmış ve çabuklaştırılmış bulunduğu; Cumhuriyet
Senatosunda yine görüşmelerin Millet Meclisindeki gibi kısa sürelerle sınırlandırılmış
olduğu başka bir deyimle yasaların görüşülmesindeki olağan yöntemin dışına
çıkıldığı anlaşılmaktadır.
Anayasa,
Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda (madde 155) üç özel kural koymuş ve
değiştirmeyi bunların dışında kanunların görüşülmesine ve kabulüne ilişkin
hükümlere bağlamıştır.
a)
Anayasa'nın değiştirilmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en
az üçte birince yazı ile teklif edilmesi,
b)
Tekliflerin ivedilikte görüşülmemesi,
c)
Değiştirme teklifinin ancak meclislerin ayrı ayrı üye tamsayılarının üçte iki
çoğunluğunun oyu ile kabul edilebilmesi,
Bu
özel kuralları oluşturur.
l
Kasım 1956 günlü Dahili Nizamnamede "ivedilik" deyimi bir İçtüzük
terimi olarak kullanılmış değildir ve Anayasa Koyucunun bu deyimi söz konusu
Dahili Nizamnamenin 70 nci, 71 nci, 72 nci, 73 ncü maddelerinde
"müstaceliyet kararı" terimi ile adlandırılan görüşme yöntemini
kastederek ve terimi türkçeleştirmeyi düşünerek kullandığı yolunda bir görüşü
destekleyecek doyurucu bir kanıta rastlamaya ve böyle bir görüşü hukuk mantığı
ile bağdaşabilir biçimde savunmaya olanak yoktur.
Anayasa'nın,
Anayasa'yı değiştirme tekliflerinin ivedilikle görüşülmesini yasaklayan
ilkesinin bu görüşmelerde içtüzükteki kanunların olağan görüşülmelerine ilişkin
yöntemlere uyulmasını sağlama, bu arada olağan süreleri az veya çok kısaltan,
konunun enine boyuna gereği gibi konuşulmasını önleyen yollardan
yararlanılmasını, başka deyimle görüşmeleri az veya çok ivedileştirme eğilimini
engelleme ereğini güttüğü ortadadır. Anayasa'nın değiştirilmesi gibi bir
Devletin ve Ulusun yaşamı ve yapısı bakımından hayati önemi bulunan bir konuda
yasama meclisleri üyelerinin işi bütün ayrıntıları ile ölçüp tartmalarında,
sükûnet içinde ve sağ duyunun ışığı altında düşünüp isabetli bir kanıya
varabilmelerinde olağan yöntem ve zaman öğelerinin büyük etkisi vardır. Onun
için Anayasa'nın 155 nci maddesinde yer alan ve Anayasa'yı değiştirme
tekliflerinin ivedilikle görüşülmesini yasaklayan kuralın kapsamını belirlerken
bu ereğin gözönünde tutulması gerekir ve şu durumda da varılacak sonuç 1488
sayılı Yasaya ilişkin teklifin gerek Millet Meclisi gerekse Cumhuriyet Senatosu
Genel Kurullarında görüşülmesi sırasında Anayasa'nın sözü geçen ilkesine aykırı
davranıldığının ve bu davranışın kanunun şekil yönünden iptalini zorunlu
kıldığının saptanmış bulunması olur.
23.3.1976
günlü 1975/167-1976/19 sayılı Anayasa Mahkemesi kararının sonuç bölümünün 2
sayılı fıkrasına yukarıda yazılı nedenlerle karşıyım.
KARŞIOY
YAZISI
Davacının;
Elâzığ Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırma bedelinin artırılması
davasının duruşması sırasında Anayasa'nın 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 38.
maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının hem biçim hem de esas yönlerinden
Anayasa'ya aykırı olduğunu öne sürmesi üzerine mahkemece, sözü edilen 38.
maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarının biçim yönünden değil yalnız esas
yönünden Anayasa'nın 2, 12 ve 36. maddelerine aykırı olduğu kanısına varılmış
ve ancak bu husustaki gerekçelerle Anayasa Mahkemesine başvurma karan
verilmiştir Mahkeme, biçim yönünden aykırılık iddiasını ciddi görmediğinden bu
konuda bir gerekçe yazmaya dahi lüzum görmemiştir.
Anayasa'nın
1488 sayılı Kanunla değişik 147. maddesine göre Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa
değişikliklerinin esas yönünden Anayasa'ya aykırılığını denetleme yetkisi
bulunmadığı gibi, mahkemelerin de bu yolda Anayasa Mahkemesine başvurma
yetkileri de yoktur.
Yukarıda
yazılı nedenlerle itirazın, mahkemenin yetkisizliği ve Anayasa Mahkemesi'nin
görevsizliği nedeniyle esasın incelenmesine geçilmeksizin reddine karar
verilmelidir.
KARŞIOY
YAZISI
9.7.1961
günlü ve 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 38. maddesi, 20/9/1971
günlü 1488 sayılı Yasa ile değiştirilmiştir.
I.
Yapılan değişikliğin niteliği :
Maddenin,
itiraza konu olan iki fıkrasına ilişkin değişiklik teklifinin gerekçesi
şöyledir :
(Madde
metninde yapılan değişiklikler şöyle özetlenebilir:
a)
Birinci fıkra hükmü aynen muhafaza edilmiş, eklenen ikinci fıkra ile
"gerçek değer" deyimi yerine "vergi değeri" esası kabul
edilmiştir. "Vergi değerinin, "malikin kanunla gösterilecek usul ve
şekle uygun olarak bildireceği" değer olduğu ve kamulaştırma bedelinin bu
değeri aşamayacağı hükme bağlanmıştır. Böylece, malikin bildiriminin, yalnız
vergi hukuku bakımından değil, aynı zamanda kamulaştırma bedelinin tesbiti
bakımından da dikkate alınması ve esas kabul edilmesi uygun görülmüştür.
Kamulaştırma ile ilgili bu hükmün, vergi reformlarına engel olmayacağı
tabiidir.
b)
Eklenen üçüncü fıkra ile kamulaştırılan taşınmaz mal karşılığının vergi
değerinden az takdir edilmesi halinde, malikin itiraz ve dava hakkı" saklı
tutulmuştur.)
Bu
gerekçeden, değişikliğin amacının, maddenin eski hükmünde yer alan ve
kamulaştırma bedelinin, kamulaştırılan taşınmazın gerçek karşılığı olduğuna
ilişkin bulunan ilkenin, "vergi değeri", olarak değiştirilmesinden
ibaret bulunduğu açıkça görülmektedir.
Öte
yandan gerekçe metninde, birinci fıkra hükmünün aynen muhafaza edildiği
söylenmekte ise de bunda yanlışlık vardır. Çünkü birinci fıkranın eski metninde
(gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartiyle) kamulaştırmaya izin verilmekte
iken, birinci fıkranın yeni metninde, karşılığın (gerçek) olması şartı
kaldırılarak sadece (karşılıklarını peşin ödeme) şartı bırakılmış ve karşılığın
niteliği de, maddenin ikinci fıkrasında, (vergi değerini aşmayan) miktarda bir
değer olarak belirlenmiştir.
Şu
halde yasa koyucunun bu değişiklik ile ulaşmak istediği amacın, kamulaştırma
günündeki gerçek değerin ödenmesi olmadığı, aksine, taşınmazın malikinin, vergi
kanunlarındaki usullere göre beyan ettiği vergi değeri ile kamulaştırmayı
gerçekleştirmek olduğu açık, seçik ortadadır.
Görüldüğü
gibi 38 maddede yapılan değişiklikle getirilmiş olan yeni ilke, kamulaştırma
günündeki gerçek değeri bir kenara iterek, ödenecek karşılığı, vergi
kanunlarındaki usullere göre verilen, verilme zamanı, nasıl bir ölçüye
dayandırılacağı ye niteliğinin ne olacağı yine o kanunlarda gösterilecek olan
vergi değeri ile sınırlamaktadır. Başka bir deyimle, yeni ilke, kamulaştırma
karşılığını, kesin bir biçimde göstermiyerek ödeme için sadece bir tavan
göstermektedir. Yani kamulaştırılan malın, kamulaştırma günündeki gerçek
değerinin tamamının ödenmesini kabul etmekte, şayet gerçek değer, taşınmazın
vergisi için kanunu gereğince maliki tarafından daha önce verilmiş olan
beyannamede beyan edilmiş bulunan vergi değerinden az ise bu değerin, çok ise
vergi değerinin ödenmesi ilkesini koymaktadır.
Konuyu
başka bir biçimde açıklamak gerekirse, 38. madde ile getirilen yeni hüküm, iki
değişik ölçü uygulamaktadır;
Taşınmazın
kamulaştırma günündeki gerçek değeri, vergi değerinden azsa gerçek değeri
ödemekte, çok ise sadece vergi değerini ödeyerek, gerçek değerin bunun üstünde
kalan bölümünü ödememekte, yani o bölümün karşılığını vermemektedir.
Değişikliğin
açıklanan niteliği ve amacı o derece belirgindir ki, yasa koyucunun amacında
"gerçek değer" ilkesinden ayrılma olmadığı ve vergi tavanını aşsa
bile gerçek değerin eksiksiz ödenmesinin bu değişiklik ile önlenmiş bulunmadığı
düşüncesi, bir an için bile olsa, akla gelemez.
Kaldı
ki, yasa koyucunun amacı, her halde "gerçek değer" ilkesinin saklı
tutulması olsaydı böyle bir değişikliğe gerek görülmezdi. Çünkü değişiklikten
önceki 38. madde, esasen "gerçek değer" ilkesi üzerine oturmakta idi.
Söz
konusu değişikliğin, kamulaştırmada gerçek değerin saklı tutulması ile birlikte
verginin de gerçek değere dayandırılmasının bu yoldan sağlanması gibi iki yönlü
bir amacı bir araya topladığı görüşü de geçerli değildir. Çünkü, niteliği,
amacı, birbirinden tümü ile değişik olan "kamulaştırma" ve
"vergilendirme" gibi iki Anayasa müessesesini bir tek temele
oturtmakta ileri sürüldüğü gibi bir zorunluluk yoktur. İki müessesenin
Anayasa'daki yerleri ayrıdır: Madde 38 ve Madde 61. Bu konularda gereksinme
duyulan düzenlemelerin kendi maddelerinde yapılmasına herhangi bir engel
olmadığı gibi akla gelebilecek bir güçlük de yoktur. Kaldı ki, verginin gerçek
değere dayandırılması için bir Anayasa değişikliğine de gerek yoktur. Vergi
kanunlarına konulacak hükümlerle bu amaca ulaşmak pek basit ve kolaydır. Esasen
yürürlükteki Emlâk Vergisi .Kanunu, vergiyi, beyan edilen gerçek değere
dayandırmıştır. Ancak beyanın beş senelik aralarla yapılması esasını koyduğu
için, bu süre içinde vergi - gerçek değer ilişkisi kaybolabilmektedir. Bunun da
yine Emlâk Vergisi Kanununda yapılacak değişikliklerle önlenmesi mümkündür.
Vergi
yükümlülerini gerçek beyana zorlamanın çareleri de yine vergi kanunlarında
yapılacak düzenlemelerle ve denetimi etkin bir hale sokacak uygulama
tedbirleriyle pek âlâ bulunabilir.
Taşınmazı
kamulaştırılacak olan kişilere ödenecek kamulaştırma bedeli için, beyana dayalı
vergi kıymetini tavan tutma yolunun vergiyi gerçek kıymete dayandırma yönünden,
gerek amaç, gerek araç olarak, ciddi ve kandırıcı olmadığını yukarıdaki
açıklamalar yeterince ortaya koymaktadır.
Şu
halde 38. madde de yapılan değişikliğin tek amacının; kişinin malının,
"vergi değeri" gibi, niteliği, ölçüsü tamamen kanuna bırakılmış olan
bir miktar ile sınırlandırılan bir bedel karşılığında elinden alınması ve
gerçek değerin bu sınırı aşması halinde de bu aşan kısmının ödememesi olduğunu
kabul etmekten başka bir düşünceye yer kalmamaktadır.
Maddenin
üçüncü fıkrası, yukarıki görüşleri daha da perçinlemektedir.
Bu
fıkrada: (Kamulaştırılan taşınmaz mal karşılığının vergi değerinden az takdir
edilmesi halinde malikin itiraz ve dava hakkı saklıdır.) hükmü yer almaktadır.
Buna
göre, taşınmazın malikinin, biçilen kamulaştırma bedeline karşı olan dava
hakkı, vergi değeri ile sınırlandırılmış bulunmaktadır. Çünkü bu fıkra hükmü
ile saklı tutulan dava hakkı metinde açıkça görüldüğü gibi, taşınmaz mal
karşılığının vergi değerinden az takdir olunması haline münhasırdır. Şu halde,
taşınmaz mal değerinin, vergi değerine denk veya daha fazla olarak takdir
edilmesi halinde, malikin taşınmazın gerçek değerinin taktir edilenden daha çok
olduğu yolunda bir davayı açma hakkı da söz konusu değildir.
Bu
açıklamadan, üçüncü fıkra hükmünün, dava hakkını, vergi değeri ile sınırlamış
olduğu gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Anayasa'nın 31. maddesiyle, sınırsız bir dava
hakkı, kişilere bir temel hak olarak tanınırken, 38. maddenin üçüncü fıkrasıyle
bu hak üzerine, Anayasa'nın 11. maddesinde yer alan nedenlerden hiçbiri de
yokken, ağır bir sınır çekilmektedir.
Anayasa
ile sınırlanmış bir hakkın bu sınırı aşarak kullanılması ve mahkemelerden bu
sınırın üstünde bir istemde bulunulması mümkün olmadığı gibi (istem) ile bağlı
olan mahkemelerce de bunun dışına çıkılması, hatta istem olsa bile Anayasa ile
çizilen söz konusu sınır dışına çıkılarak karar verilmesi mümkün değildir.
Çünkü Anayasa'nın 132. maddesine göre, hâkimlerin, hüküm verirken ilk önce
Anayasa'yı ve kanunları gözönünde bulundurmaları zorunludur. Bu bakımdan
Anayasa'nın çizdiği söz konusu sınırın, kişiyi olduğu gibi, hâkimleri de
bağladığı kuşkusuzdur.
Öte
yandan Anayasa, sözügeçen 38. maddesi ile, (beyan edilen vergi değerini)
kamulaştırma bedelinin tavanı olarak kabul etmek suretiyle taşınmaz maliklerini
vergi bakımından gerçek beyana zorlayıcı bir yaptırım da koyabilmiş değildir.
Çünkü, bütün taşınmazlar kamulaştırma konusu olamayacağından ve kamulaştırmanın
ne zaman ve nerede yapılacağı da bilinemiyeceğinden söz konusu hüküm, gerçek
beyandan kaçınan bir malikin bu konudaki tutumunu, taşınmazın yerine ve kamu
hizmetlerinin muhtemel gereksinmelerine göre ayarlamasına engel olacak
nitelikte değildir.
Taşınmazını
kamulaştırmadan uzak gören malikler, niyetlerinde esasen gerçek beyandan
kaçınmak varsa bunu yine rahatça yapabilir.
Buna
karşı taşınmazı bir kamulaştırma olasılığı karşısında bulunan malikler de
kamulaştırmanın zararlarına karşı kendilerini fazlasıyla korumak için gerçek
değerin çok üstünde beyanda bulunmağa heves edebilirler.
Görüldüğü
gibi Anayasa'nın 38. maddesine konulan bu yeni hüküm, vergi açısından gerçek
beyanı, sağlamaya yeterli bir çare olmadıktan başka uygulamada da eşitlik
ilkesini zedeleyici nitelikte bazı sakıncalı ve çelişkili durumların doğmasına
neden olacak kusurları da beraberinde taşımaktadır.
1-
Beyan tarihindeki gerçek değeri bildiren iyiniyetli malikler, kamulaştırma ile
karşılaşmaları halinde, kamulaştırma günündeki gerçek değer yerine çok önceden
bildirilen vergi değerini kamulaştırma bedeli olarak kabul edip onunla yetinme
zorunda bırakılırken, gelecek kamulaştırmayı sezinliyerek gerçeğin çok üstünde
beyanda bulunmuş olan maliklere, kamu idareleri haksız ödemeler yapma
zorunluğunda kalabilecektir.
Anayasa'nın
(eşitlik) ilkesine aykırılığı meydanda olan ve 38. maddede yapılan söz konusu
değişikliğin kaçınılmaz bir sonucu bulunan bu uygulama ile iyiniyet sahibi
kişiler, bir bakıma cezalandırılmış duruma düşürülmektedir.
2-
Vergi kanunlarındaki cezalan göze alarak hiç (beyan) da bulunmamış olan
taşınmaz malikleri, kamulaştırma halinde, ortada beyana dayalı bir (vergi
değeri) bulunmadığından, kamulaştırma günündeki gerçek değeri kamulaştırma
bedeli olarak alacak, buna karşı kanuna saygılı olarak süresinde (beyan) da
bulunan kişi, kamulaştırma günündeki gerçek değer yerine, en çok, beyan
tarihindeki vergi değerini isteyebilecektir.
Burada
da kanuna saygılı kişinin cezalandırılması, kanunu hiçe sayanın da
ödüllendirilmesi suretiyle yurttaşın kanun önünde eşitliği ilkesi
bozulmaktadır.
3-
1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun 33. maddesi, bazı hallerde mal sahiplerine
yeniden beyanda bulunma olasılığı tanımaktadır. Örneğin hisselere ayrılmış bir
binanın bütün hisselerinin birleştirilmesi (Madde : 33/7, veya bir bina veya
arazinin taksim veya ifraz edilmesi veya satılarak vergi mükellefinin değişmiş
olması, (Madde: 33/6) hallerinde yeniden beyanda bulunulması gerekmektedir.
(Madde : 23/C).
İçinde
bu niteliklerde parsellerin de bulunduğu bir kamulaştırma sahasında bir kısım
taşınmaz maliklerinin alacakları kamulaştırma bedelleri, bir kaç yıl önce ve o
zamanki rayice uygun olarak yapılmış bulunan beyana dayalı vergi değeri ile
tavanlandırılacağı halde, kamulaştırmaya daha yakın tarihlerde yeni beyanda
bulunmuş taşınmaz malikleri, daha yeni rayiçlere uygun bir tavan içinde
kamulaştırma bedellerini isteyebileceklerdir.
Görüldüğü
gibi burada da komşu taşınmaz malikleri arasında değişik kamulaştırma bedelleri
ödenmek suretiyle Anayasa'nın eşitlik ilkesi zedelenmektedir.
Yukarıda
belirtilmiye çalışılan adaletsiz ve eşitsiz durumların sorumluluğunun, Emlâk
Vergisi Kanunu hükümlerine yükletilmesi mümkün değildir. Çünkü vergi açısından
meydana gelecek farklılıkları gidermek için o kanunda öngörülmüş tedbirler
(Örneğin : Madde 31) ve vergi usul kanununda ceza yaptırımları vardır.
Açıklanan
adaletsizlikler ve eşitsizlikler, (vergi) ile hiçbir ilişkisi bulunmayan, amacı
prensipleri tamamen değişik olan (kamulaştırma) işlemlerinde ödenecek bedelin,
kanunda gösterilecek usul ve şekle uygun olarak malikin bildireceği vergi
değeri tavanı ile kısıtlanmış olmasından doğmakta, yani Anayasanın 38.
maddesine ikinci ve üçüncü fıkra olarak eklenmiş bulunan yeni hükümlerden bu
sonuçlar meydana gelmektedir.
II.
Anayasanın şekil şartlarına uygunluk açısından inceleme :
l-
Anayasanın 38. maddesinde, 1488 sayılı Kanunla yapılmış olan değişikliğin amacı
ve niteliği böylece ortaya konulduktan sonra konunun Anayasanın 9. maddesi açısından
incelenmesine ve değerlendirilmesine geçilebilir.
Anayasanın
9. maddesi : (Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü
değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.) kuralını koymaktadır.
Burada
geçen (Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu) deyiminin, sadece Anayasanın l-
maddesini ve o maddede yer alan (Cumhuriyet) sözcüğünü hedef tutmuş olduğu
düşünülemez. Çünkü (değişmezlik) ilkesinin, çeşitli sosyal ve siyasal görüşlere
göre değişik niteliği ve içeriği bulunan tek bir (Cumhuriyet) sözcüğüne
bağlanması halinde, Anayasa'nın 1. maddesine hiç dokunulmadan, (Başlangıç)
bölümünde ve 2. maddede yapılacak değişikliklerle rejimin kökünden
yozlaştırılması yolu açılmış olur. Dünya düzeyine yayılmış ülkelere göz
atılacak olursa, adları (Cumhuriyet) oldukları halde uyguladıkları rejim
bakımından Anayasa'mızdaki sisteme taban tabana zıt düşen pek çok devletler
bulundukları görülmektedir.
Halbuki
Anayasa'mızın kurduğu Devlet şekli, başlangıç bölümünde ve 2 maddesinde
nitelikleri belirlenmiş bulunan bir Cumhuriyettir ve 9. madde ile konulan
(değişmezlik) ilkesi, Cumhuriyet sözcüğü ile birlikte onun bu niteliklerini
koruma ve sonsuza dek değişmezliğini sağlama amacı taşımaktadır.
Esasen
bu konu, Anayasa Mahkemesinin, başka bir iptal davası üzerine verdiği 15/4/1975
günlü ve 1973/19-1975/87 sayılı kararında geniş biçimde tartışılarak gerekli
açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır (Resmi Gazete: 26/2/1976, Sayı : 15511, S.
7-8).
Bu
açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Anayasa değişikliklerine ilişkin kanun
teklifleri, herşeyden önce Anayasa'nın başlangıç bölümü ile 1. ve 2.
maddelerinde yer almış bulunan ilkelerde en küçük bir değişikliği öngöremezler.
Değişikliğin, sözügeçen ilkelerin tümünü veya herhangi birisini hedef almış
olması arasında fark yoktur. Kapsamı ne olursa olsun bu konulardaki bütün
değişiklikler bu yasağın içindedir. Şu duruma göre bu nitelikleri taşıyan bir
Anayasa değişikliği, hem teklif edilemez hem de yasama meclislerince kabul
olunamaz. Buna rağmen teklif yapılmış ve kabul de edilmiş ise Anayasa'nın 9.
maddesinde yer alan şekil şartlarına aykırı olur ve iptaline karar verilmesi
gerekir.
20/9/1971
günlü ve 1488 sayılı Kanunun 1. maddesiyle, 9/7/1961 günlü ve 334 sayılı
Anayasa'nın 38. maddesinde yapılmış olan değişikliğin, Anayasa'nın 9. maddesi
karşısındaki durumu nedir'
Yukarıki
açıklamalarda görüldüğü gibi 38. maddede yapılan değişiklik ile,
kamulaştırmalarda, ilke olarak, kamulaştırılan taşınmazın gerçek karşılığının
ödenmesi esası terk edilmekte, yerine malikin kanunda gösterilecek usul ve
şekle uygun biçimde bildireceği vergi değeri ile sınırlı bir değerin ödenmesi
esası konulmaktadır. Anayasa, malikin bildireceği vergi değerinin ne olacağını
göstermemekte, bunu kanunun saptamasına bırakmaktadır.
Getirilen
yeni ilkeye göre, vergi değerinin gerçek değeri göstermesi zorunluğu yoktur.
Bu, gerçek değer de olabilir, gerçek değerle ilişkisi bulunmayan başka herhangi
bir değer de olabilir. Bunun saptanması işi, yasa koyucunun, vergicilik esas ve
amaçları açısından düzenlediği vergi kanununa bırakılmıştır.
Bu
ilkenin sonucu olarak meydana gelen şimdiki durum şudur:
Yürürlükteki
Emlâk Vergisi Kânunu, vergide gerçek değerin beyanı esasını getirmiş ise de
beyan dönemlerini beşer senelik olarak kabul etmiş, bu arada taşınmazın
kıymetinde meydana gelecek değişiklikleri değerlendirebilmek hakkını malike
tanımamıştır. Vergi Usul Kanununun 371. maddesinde yer alan (Pişmanlık beyanı)
diye adlandırılan müsaadeyi bu konudan ayırmak gerekir. Çünkü bu yol, ilk beyan
günündeki bir yanlışlığı düzeltmek suretiyle kanunun ceza hükümlerinden
kurtulmayı sağlamak için kabul edilmiştir. Beyandan sonraki kıymet
değişiklikleri bu yol ile vergi değerine dönüştürülemez.
Öte
yandan 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanununun değişik 33. maddesi de buna çare
göstermemektedir. Bu maddenin 8. bendi % 25 ve daha altındaki değer artışlarını
nazara almamakta, % 25 in üstünde olması halinde de artışın, şehir veya kasaba
veya köyünün tümünde meydana gelmiş olması şartına bağlamakta ve bu durumda
dahi malikin kendiliğinden beyanda bulunması söz konusu olmayıp Maliye
Bakanının beyana davet etmesi gerekmektedir. (1319 sayılı Kanun Madde; 23/d),
Bu hükümlerden, tek başına ele alınan bir taşınmazın kıymetinde meydana gelen
artışın miktarı ne olursa olsun, (Örneğin % 100 veya daha yüksek), bu yollara
başvurulmasının mümkün bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Görüldüğü
gibi Anayasanın 38. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda maddeye konulmuş
bulunan yeni hüküm ile, kamulaştırma bedeli olarak kamulaştırma tarihindeki
gerçek değer yerine, çoğu zaman, ondan çok gerilerde kalmış olan (Vergi
değerini) ödeme zorunluğu konulmakta, ve bu sonuç, doğrudan doğruya Emlâk
Vergisi Kanunundan doğmuş olmayıp yeni ilkenin, kamulaştırma bedelinin tavanı
olarak vergi değerini kabul etmiş bulunmasından ileri gelmektedir. Esasen 38.
maddedeki değişikliğin amacı da, yukarıda belirtildiği üzere, bundan başka bir
şey değildir. :
Şu
halde Anayasa bu yeni hükmü ile, kamu hizmetleri için gereksinme duyulacak özel
mülkiyetteki taşınmazların, malikin rızası olmasa bile kamulaştırma yolu ile
elinden alınarak kamu malları arasına geçirilmesine ve karşılığında da gerçek
değeri olmayabilecek nitelikteki vergi değerinin ödenmesine olanak vermekte ve
hatta özellikle bunu öngörmektedir. Bu suretle kişinin özel mülkü kamu yaran
öne sürülerek kanun, gücü ile, yani rızası hilafına elinden alınmakta ve
karşılığında da gerçek değeri tam olarak verilmemekte, bir başka deyimle
taşınmazın bir bölümü parasız olarak alınmaktadır.
Örneğin
kamulaştırma günündeki gerçek değeri 350.000 lira olan bir taşınmazın üç yıl ve
o zamanki rayice uygun olarak yapılmış beyana dayalı vergi değerinin 300.000
lira olduğunu varsayalım. Kamulaştırılan bu taşınmazın malikine kamulaştırma
bedeli olarak en çok 300.000 lira ödenecek ve bu suretle taşınmazın 50.000
liralık parçası, karşılığı verilmeden, yani parasız olarak, elinden alınmış
olacaktır. Görüldüğü gibi bu işlemin, kanunla işlenen açık bir haksızlık olduğu
ve mülkiyet hakkının bir ölçüde tanınmaması sonucunu doğurduğu meydandadır.
Bu
sonuç Anayasanın temel ilkeleri açısından şöylece tartışılabilir:
a)
Özel mülkiyetteki bir taşınmazın, malikinin rızası olmasa da, kamulaştırma yolu
ile, yani zorla kamu malları arasına geçirilmesi, aslında mülkiyet hakkının
Özüne dokunan bir işlemdir. Kamu yaran neden gösterilse bile, Anayasanın 11.
maddesinin açık hükmü karşısında temel hakların özüne dokunmak mümkün değildir.
Ancak kamu yararına dayanan bu işlemde, taşınmazın gerçek karşılığının Ödenmesi
halinde, mülkiyet hakkı, paraya çevrilmek suretiyle korunmuş olacağından, (Öze
dokunma) durumu da (sınırlama) niteliğine dönüşmüş olur. Öze dokunmayan böyle
bir sınırlamaya ise, Anayasanın 11. maddesi kuralları ve 36. maddesi ilkeleri
gözönüne alındığında karşı çıkılamaz nitekim 1961 Anayasası, 38. maddesiyle,
ilkeyi bu ölçüler içerisinde düzenlemiştir.
Halbuki
1488 sayılı Kanunla 38. maddede yapılmış olan değişiklik, taşınmazın bir bölümünün
parasız ve zorla alınması sonucunu doğurması bakımından (sınırlama.) niteliğini
aşarak mülkiyet hakkının özüne dokunduğundan Anayasanın 11. ve 36.
maddelerindeki temel ilkelere ve binnetice Cumhuriyetimizin, Anayasanın 2.
maddesinde belirlenen hukuk devleti niteliğine aykırı ve onu bozucu bir durum
yaratmaktadır. Çünkü mülkiyet hakkını, bir Ölçüde de olsa tanımayan bir devlet
sisteminin, işlem kamu yararına dayansa bile, nitelikleri Anayasanın 2.
maddesinde belirtilen demokratik bir hukuk devleti sistemi olduğu savunulamaz.
b)
Anayasanın 61. maddesi, kamu hizmetlerinin, herkesten mali gücüne göre alınacak
vergilerle karşılanacağı ilkesini koymaktadır. Hiçbir yurttaştan, kamu
hizmetleri zorunlu da kılsa, başkalarından değişik ölçüde hizmete katılması
istenemez. Bunu Anayasanın hem 61. maddesi, hem de 12. maddesinin eşitlik
ilkesi yasaklamaktadır. Esasen devletimizin (hukuk devleti) niteliğini
oluşturan Anayasa ilkelerinin bir bölüğünü de bunlar teşkil etmektedir.
Anayasanın
38. maddesinde 1488 sayılı Kanunla yapılmış olan değişiklik ile, kamulaştırma
yolu ile taşınmazları alınmış olanların tümü veya bir bölüğü, mallarının gerçek
karşılıkları ödenmemek suretiyle, kamulaştırma görmeyen yurttaşlardan daha
yüksek ölçüde kamu hizmetlerinin yerine getirilmesine katılmaya zorlanmakta ve
bu suretle Anayasanın 12 ve 61. maddeleri ilkeleri bir tarafa itilerek
Cumhuriyetimizin (hukuk devleti) niteliği zedelenmektedir.
Kaldı
ki, yukarıda örnekleriyle de gösterildiği gibi, söz konusu hükümler,
kamulaştırma görmüş kişiler arasında bile pek açık eşitsiz durumların doğmasına
sebep olmaktadır.
c)
Öte yandan, böyle haksız bir işlemin, doğal sonucu olarak, Anayasamızın
başlangıç bölümündeki (bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak)
gören niteliğinin de zedelenebileceği, kaderde, kıvançta, tasada, bir ölçüde,
değişik duruma düşürülen kişilerden oluşan bir ortamın doğmasına
yolaçılabileceği de düşünülmelidir.
Bu
bakımdan sözü geçen yeni hükümlerin, Anayasanın 2. maddesinde yer alan
(Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanma) niteliğini zayıflatıcı
etkisinin üzerinde de önemle durulmalıdır.
Her
ne kadar Anayasa'nın 2. maddesi, Cumhuriyetimizin niteliklerini sayarken Sosyal
bir Hukuk Devleti olduğunu da belirlemiş ve bazı maddelerinde Devlete, sosyal
devlet niteliğini oluşturacak bir çok görevler de yüklemiş bulunmakta ve bu
görevlerin eksiksiz yerine getirilmesi için Devletin yeterli gelir
kaynaklarıyla desteklenmesi ve mali olanaklarla donatılması gerekmekte ise de
bu yükümlülüklerin bütün yurttaşlara Anayasa ilkelerine uygun biçimde
yayılmasının ve dağıtılmasının zorunlu olduğunu söylemeye bile gerek yoktur.
Anayasa devlete bu görevleri yüklerken, kaynaklarını ve çarelerini de
göstermiş, yoksa Cumhuriyetin Anayasanın 2 maddesinde belirlenen niteliklerden
bir bölüğünü ve özellikle (hukuk devleti) niteliğini yitirme ve onu zedeleme
pahasına iş yapılmasına müsaade vermemiştir.
Yukardaki
açıklamalardan, 20/9/1971 günlü ve 1488 sayılı Kanunla Anayasa'nın 38.
maddesine eklenmiş bulunan ikinci ve üçüncü fıkraların hükümleri, Anayasanın 2.
maddesindeki Cumhuriyetin niteliklerinden bir bölüğünü değiştirici etki
taşıdığından Anayasanın 9. maddesindeki (teklif edilemezlik) ve
(değiştirilemezlik) ilkelerine aykırı bulunmakta ve hu suretle sözkonusu
Anayasa değişikliğinin, Anayasanın 9. maddesindeki şekil şartlarına aykırı
olarak yapılmış olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
2-
Meclislerdeki görüşmelerin (Öncelik) usulü ile yapılmış olması açısından
inceleme :
Yukarıki
kararda açıklandığı gibi, söz konusu 1488 sayılı Anayasa değişikliği, (öncelik)
usulü uygulanmak suretiyle görüşülüp kabul edilmiştir.
Halbuki
Anayasanın 155. maddesinde: (Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler
ivedilikle görüşülemez) kuralı yer almaktadır.
Anayasa
Koyucu, Devletin yapısını oluşturan temel Yasanın acele usuller uygulanmak
suretiyle değiştirilebilmesini sakıncalı görmüş ve değişiklik tekliflerinin
meclislerde normal usuller içerisinde, yani sükûnetle ve üyelere, enine boyuna
inceleme ve düşünme olanağı sağlamak suretiyle görüşülerek karara bağlanmasını,
Anayasanın niteliğinin zorunlu bir sonucu saymıştır.
Bu
bakımdan 155. madde de geçen (ivedilik) sözcüğünü, içtüzüklerde sadece bu ad
altında düzenlenmiş bulunan görüşme usulüne münhasır sayarak, acele görüşmeyi
sağlıyan öteki usullerin, bu arada (öncelik) usulünün bu yasak dışında
kaldığını düşünmek mümkün değildir.
Konuya
ilişkin ayrıntılı düşüncelerim, Anayasa Mahkemesinin 13/4/1971 günlü ve
1970/41-1971/37 sayılı kararına ilişkin karşıoy yazımda belirtilmiş olduğundan,
burada yinelenmesine gerek görülmemiştir. (Resmi gazete: 17/3/1972, Sayı:
14131, S :7-8)
Açıklanan
nedenlerle Anayasanın 155. maddesindeki şekil şartlarına aykırı biçimde
yasalaşan 1488 sayılı Kanunla Anayasada yapılan değişiklik sonucunda söz konusu
38. maddeye eklenmiş bulunan ikinci ve üçüncü fıkraların hükümleri bu bakımdan
da Anayasaya aykırıdır.
SONUÇ
:
1488
sayılı Kanunla Anayasa'nın 38. maddesine eklenmiş bulunan ikinci ve üçüncü
fıkra hükümleri, Anayasa'nın şekil şartlarına aykırı biçimde yasalaşmış
olduklarından iptallerine karar verilmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki
karşıoy yazısının I. maddesi ile, II. maddesinin 1. bölümüne katılıyoruz.
|
|
|
Üye
İhsan
Ecemiş
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Şekip
Çopuroğlu
|