ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas Sayısı:1975/198
Karar Sayısı:1976/18
Karar Günü:18/3/1976
Resmi Gazete tarih/sayı:15.7.1976/15647
İtiraz
yoluna başvuran : Eskişehir İş Mahkemesi,
İtirazın
konusu : 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan "....... ve ileride yapılması gerekli bulunan her
türlü giderlerin tutarı ile, gelir bağlamışa bu gelirlerin 22. maddede sözü
geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden
alınır." yolundaki hükmü kendiliğinden Anayasa'nın 8., 10., 11. ve 12.
maddelerine aykırı bulan mahkeme. Anayasanın 1488 sayılı Yasa ile değişik 151.
maddesine dayanarak bu konuda bir karar verilmek üzere Anayasa Mahkemesine
başvurmuştur.
I-
OLAY:
Eskişehir
Belediyesi, 7/6/1969 gününde Bahçelievler Mahallesi Ataç Sokak civarında
bulunan bir fosseptik çukurunun temizlenmesi için üç işçisini görevlendirmiş ve
bu işçilerden biri çukurdaki zehirli gazlarla zehirlenerek ölmüştür.
Sosyal
Sigortalar Kurumu, ölümle sonuçlanan bu iş kazası nedeniyle ölen işçinin
mirasçılarına gelir bağlamış ve bunun sermaye değeri ile aynı iş kazasında
yaralanan diğer bir işçi için yaptığı masrafın toplamı olan 29.048,48 liranın
işverenden tahsili için 7/9/1970 günlü dilekçe ile dava açmıştır. İş Mahkemesi
bu dava sonucunda istenen paranın işverenden tahsiline 8/12/1970 gününde ve
1970/370-565 sayı ile karar vermiş ve bu karar 16/1/1971 gününde
kesinleşmiştir.
Sosyal
Sigortalar Kurumu, 25/8/1971 günlü, 1474 ve 7/3/1973 günlü, 1698 sayılı Yasa
hükümlerinin uygulanması sonucu 7/6/1969 günündeki iş kazasında ölen sigortalı
işçinin hak sahiplerine bağlanan gelirin peşin değerinde 18.655,57 liralık bir
artış husule geldiğim belirterek ölen sigortalının hak sahiplerine ödenen
geliri artıran kanunların uygulanması suretiyle doğan bu zararın yüzde yetmişi
olan 13.058,85 liranın gelir bağlama tarihinden itibaren faiz yargılama gideri
ve avukatlık ücretiyle birlikte işverenden tahsilini 9/7/1975 günlü dilekçe ile
açtığı davada istemiştir. Esasın 1975/214 sırasına kaydı yapılan bu davada
Mahkeme,
506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan
....... ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile,
gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap
edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır." Yolundaki hükmü
kendiliğinden Anayasa'ya aykırı bulmuş ve iptali için Anayasa Mahkemesine
başvurulmasına, duruşma gününün sonradan saptanmasına karar vermiştir.
III.
YASA METİNLERİ :
l-
Mahkemenin itiraza dayanak yaptığı Anayasa kuralları:
"Madde
8- Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz.
Anayasa
hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarım ve kişileri
bağlayan temel hukuk kurallarıdır."
"Madde
10- Fıkra 2-
Devlet,
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk
devleti ilkeleriyle bağdaşamıyacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve
sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi
için gerekli şartları hazırlar."
"Değişik
madde 11- Fıkra 2-
Kanun,
temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz."
"Madde
12- Fıkra- 2-
Hiçbir
kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz."
2-
İtiraz konusu Kanun metni :
İtiraza
konu edilen kısmı da ihtiva eden 17/7/1964 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrası hükmü Beşinci Tertip Düstur, Cilt 3,
ikinci Kitap, sayfa 2837 deki metne göre şöyledir:
"Madde
26- Fıkra 1-
İş
kazası veya meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma
ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç
sayılır bir eylemi sonucunda olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya hak sahibi
kimselerine yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin
tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre
hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır."
3-
Konu ile ilgili Yasa hükümleri :
a)
25/8/1971 günlü, 1474 sayılı Yasa hükmü, Beşinci Tertip Düstur, Cilt 10,- Sayfa
3101 deki metne göre şöyledir:
"Madde
l- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 1186 sayılı Kanunla değişik 78 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde
78- Bu kanun gereğince alınacak prim ve verilecek ödeneklerin hesabına esas
tutulan günlük kazançların alt sınırı 18 lira, üst sınırı 165 liradır. Günlük
kazançları yukarıda belirtilen asgari hadden daha az olanlarla, ücretsiz
çalışan sigortalıların kazançları alt sınır üzerinden, günlük kazançları 165
liranın üstünde olanların kazançları da 165 lira olarak hesaplanır.
Sigortalının
kazancı alt sınırın altında ise, bu kazanç ile alt sınır arasındaki farka ait
sigorta primlerinin tümünü işveren öder.
Aynı
zamanda l den fazla işyerinin işinde çalışan sigortalıların ücretlerinden
kesilen primler yukarıda yazılı üst sınır üzerinden hesaplanacak miktarı aşarsa
fark, sigortalının müracaatı üzerine hissesi oranında kendisine ödenir.
Bu
kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce bağlanmış ve bağlanmasına hak kazanmış
olan maluliyet ve ihtiyarlık aylıkları ile ölen sigortalıların hak sahibi
kimselerine bağlanan aylıklar ve işkazası veya meslek hastalığı dolayısiyle
bağlanan aylıklara esas tutulan günlük kazançların alt sınırı, bu Kanunun yayım
tarihini takibeden dönem başından itibaren 18 liraya çıkarılarak ödeme bu
esaslara göre yapılır.
Madde
2- Bu kanun hükümleri yayımı tarihini takibeden Kurumun ödeme dönemi başından
itibaren yürürlüğe girer.
Madde
3- Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür."
b)
7/3/1973 günlü, 1698 sayılı Yasa Hükmü, Beşinci Tertip Düstur, cilt 12. ikinci
kitap, sayfa 1887 deki metne göre şöyledir :
"Madde
l- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 73 üncü maddesinin (D) bendi aşağıda
yazılı olduğu şekilde değiştirilmiştir:
D)
Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi, sigortalının kazancının % 13
üdür. Bunun % 6 sı sigortalı hissesi, % 7 si de işveren hissesidir.
Ancak,
maden işyerlerinin yeraltı işlerinde çalışanlar için malûllük, yaşlılık ve ölüm
sigortalan primi, sigortalının kazancının % 16 sıdır. Bunun % 7 si sigortalı
hissesi, % 9 u da işveren hissesidir.
Madde
2- 506 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
Geçici
madde l- Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte iş kazasiyle meslek hastalıkları
sigortasından gelir almakta olanlarla gelir bağlanmasına hak kazanmış olup
henüz işlemi tamamlanmamış bulunanların gelirleri, 1/4/1973 tarihinden başlamak
üzere, işkazasının vukubulduğu veya meslek hastalığının anlaşıldığı yıllara
göre, aşağıda yazılı katsayılarla çarpılmak suretiyle arttırılır;
1968
veya daha eski yıllar 1,40
1967
1,30
1970
1,20
1971
1,10
Ancak
yukarıdaki fıkra hükmünün 18 liradan daha az günlük kazançlara göre bağlanmış
olup 25/8/1971 tarih, 1474 sayılı Kanunla bu sınıra yükselmiş olan gelirlere uygulanmasında,
bu yükseltmeler nazara alınmaz.
Artırılan
gelir tutarı, 78 nci maddede öngörülen günlük kazancın alt sınırına göre
hesaplanacak gelir tutarından az ve üst sınıra göre hesaplanacak gelir
tutarından fazla olamaz.
Yukarıdaki
fıkralar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra bağlanacak gelirler için
de uygulanır.
Geçici
madde 2- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, malûllük, yaşlılık veya ölüm
aylığı almakta olanlarla bu aylıklara hak kazanmış olup henüz işlemi
tamamlanmamış bulunanların aylıkları, 1/4/1973 tarihinden başlamak üzere,
aylığın hesabına esas olan ortalama yıllık kazancın tayininde nazara alınan son
takvim yıllarına göre, aşağıda yazılı katsayılarla çarpılmak suretiyle
artırılır :
1968
veya daha eski yıllar 1,40
1969
1,30
1970
1,20
1971
1,10
Ancak
malûllük veya yaşlılık aylıklarıyla ölen sigortalıların hak sahibi kimselerine
bağlanan aylıklara esas olan aylığın yıllık tutarı 6480 liradan az olup
25/8/1971 tarih ve 1474 sayılı Kanunla bu hadde yükselmiş olan aylıkların
artırılmasında, yukarıda yazılı katsayılar, aylığın bu hadde yükselmesinden
önceki tutarlarına uygulanır.
Yukarıdaki
fıkralar, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten sonra bağlanacak aylıklar için de
uygulanır.
506
sayılı Kanunun 1186 sayılı Kanunla değiştirilen 96 ncı maddesi hükmü saklıdır.
Geçici
madde 3- 991 sayılı Kanunla Sosyal Sigortalar Kanununa devredilen Askeri
Fabrikalar Tekaüt ve Muavenet Sandığı ile Devlet Demiryolları ve Limanları
İşletmesi Genel Müdürlüğü işçileri Emekli Sandığı mevzuatına göre bağlanmış iş
kazası, emekli, adi malûllük, vazife malûllüğü, dul ve yetim aylığı almakta
olanlarla bu aylıklara hak kazanmış olup henüz işlemleri tamamlanmamış
bulunanların bu aylıkları, 1/4/1973 tarihinden başlamak üzere geçici l veya
geçici 2 nci maddelerde belirtilen katsayılarla çarpılmak suretiyle ve bu
maddelerde belirtilen esaslara göre artırılır.
Geçici
madde 4- Geçici l nci ve 2 nci maddeler gereğince yapılacak aylık ve gelir
artırmaları, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en çok 9 ay içinde
tamamlanır.
Sosyal
Sigortalar Kurumunun bu işler için görevlendirilecek personeline, yukarıda
yazılı süre içinde, ayda 80 saati geçmemek üzere fazla çalışma yaptırılabilir,
ödenecek fazla çalışma ücreti. Bütçe Kanunundaki sınırlan aşmamak üzere,
Kurumun Müdürler Kurulunca tesbit edilir.
Madde
3- Bu Kanun yayımı tarihini takibeden aybaşından itibaren yürürlüğe girer.
Madde
4- Bu Kanunu Bakanlar Kurulu yürütür."
IV.
İLK İNCELEME :
Anayasa
Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 9/12/1975 gününde Kani Vrana, Şevket
Müftügil, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel, Abdullah Üner,
Ahmet Koçak, Sekip Çopuroğlu, Muhittin Gürün, Lûtfi Ömerbaş, Hasan Gürsel,
Ahmet Salih Çebi, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun
katılmalarıyla yapılan ilk İnceleme toplantısında, dosyanın eksiği
bulunmadığından işin esasının incelenmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
V.
ESASIN İNCELENMESİ :
İşin
esasına ilişkin rapor ve ek rapor, iptali istenilen kanun kuralı, Anayasa'ya
aykırılık iddiasına dayanak gösterilen Anayasa ilkeleri; bunlarla ilgili
gerekçeler ve başka yasama belgeleri, konu ile ilişkisi bulunan Öteki metinler
okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü ;
İtiraz
yoluna başvuran Mahkeme, yukarıda da açıklandığı gibi 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrasının bütününün değil, bir
bölüğünün yani "ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin
tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre
hesap edilecek sermaye değerleri toplamı İşverenden alınır." yolundaki hükmünün
Anayasa'ya aykırı olduğunu ve iptali gerektiğini öne sürmektedir. O halde
iptali istenilen hükmün yer aldığı fıkranın bütününün içeriği ortaya
konulmalıdır ki, Anayasa'ya uygunluk denetimi açısından bu kuralın bir bölüğünü
oluşturan hükmün niteliği, anlamı ve kapsamı doğru bir biçimde saptanabilsin.
A)
Başka bir işte 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci
fıkrası hükmünün bütünü ile Anayasa'ya aykırılığı öne sürülmüş ve Anayasa
Mahkemesi 23/5/1972 günlü, 1972/2-28 sayılı Kararla sözü edilen fıkranın
Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar vermiştir. (Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı 10, sayfa 406-414). Bu Kararda açıklananların
yinelenmesine gerek görülmemekle birlikte konunun belirginleşmesi amaciyle kimi
yönlerin belirtilmesinde yarar vardır.
Anayasa'nın
42. maddesiyle, Devlete, çalınanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının
kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, ekonomik ve parasal tedbirlerle
çalışanları korumak ve çalışmayı desteklemek; işsizliği önleyici tedbirleri
almak görevi yükletilmiştir. Diğer yandan Anayasa'nın 48. maddesi "Herkes,
sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için Sosyal Sigortalar ve
Sosyal Yardım Teşkilâtı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir."
buyruğunu getirmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumunun, hem Anayasa'nın 48.
maddesinin bütün yurttaşlar yararına Devlete yüklediği toplumsal güvenlik
hakkını sağlama ödevini yurttaşlardan bir bölüğü bakımından yerine getirmek,
hem de Anayasa'nın 42. maddesinin ikinci fıkrasındaki kural ile Devlete,
çalışanlar yararına yüklenen ödevlerin bir bölümünü gerçekleştirmek üzere
kurulmuş bir örgüt olduğunda kuşku yoktur.
Şu
yönü de açıklamak gerekir ki, hukuk devletinde korunması gereken en büyük
değerin insanın cam ve sağlığı olduğu açıktır ve bu konuda görüş birliği
vardır. Nitekim Anayasa'nın 10., 14. ve 49. maddelerindeki kurallara desteklik
eden temel ilke dahi bu düşünceye dayanmaktadır. Hukuk kurallarının konulusunda
ve yorumlanmasında, insan canı ve sağlığının en yüksek ve en önemli değer
olduğu yolundaki bu temci ilkenin sürekli olarak gözönünde tutulması
zorunludur, öte yandan Anayasa'nın 2. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti,
sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüleri
karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve böylece toplumsal
dengeyi sağlamakla yükümlü Devlet demektir. Çağdaş uygar görüşe ve Anayasa'nın
temel yapı ve felsefesine göre gerçek hukuk devleti, ancak toplumsal devlet
anlayışı içinde ise bir anlam ve değer kazanır ve hukuk devletinin amaç
edindiği kişiliğin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin
sağlanması yolu ile gerçekleştirilebilir.
B)
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrası işverenin
sorumluluğunu düzenlemekte ve bu sorumluluğu bazı koşullara bağlamaktadır. Bu
fıkra hükmü gereğince, Sosyal Sigortalar Kurumunun zarar sorumlusu işverenden,
hak sahiplerine bağladığı, gelirin sermaye değerini isteyebilmesi için, zararın
işverenin kastı yüzünden yada işçi sağlığı ve işgüvenliği kurallarına uymamış
veya bir suç işlemiş olması sonucunda doğması koşul olarak aranmaktadır,
işveren, maddenin öngördüğü bu tür davranışlardan kaçınmak suretiyle sigortaca
bağlanacak gelirin sermaye değerini ödemekten kendisini kurtarabilir. Çünkü
sözü edilen hükümlü kendisine iradesi dışında ortaya çıkan bir zararın
sorumluluğu yükletilmekte değildir.
Sorumluluğun
sözü edilen fıkradaki koşulları böylece belirttikten sonra bu sorumluluğun
kapsamı ve sınırlarının belli edilmesi gerekmektedir.
1-
Sözü edilen fıkra hükmü, sorumluluğun kapsamını şu biçimde çizmiştir.
"Kurumca sigortalıya veya haksahibi kimselerine yapılan ve ileride
yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile gelir bağlanırsa bu
gelirin 22 nci maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri
toplamı işverenden alınır." Bu kural incelendiğinde iki husus göze
çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, iş kazası neticesinde kesin, değişmeyen,
fiili ve hukuki bir sonucun ortaya çıkması halidir. Fıkra hükmünün öngördüğü
koşullar içinde oluşan bir iş kazasında sigortalı bir işçinin hayatını
kaybetmiş olması bu hale örnek olarak gösterilebilir. Burada değişmeyen bir
durum oluşmuş, işverenin sorumluluğu ve bunun sınırları kesin bir biçimde
ortaya çıkmıştır. Bu durumda yargı organının görevi, ölen işçinin hak sahiplerine
Kurumca bağlanan gelirin, varsa kusur oranlarını ve Kanunun 22. maddesinde
belli edilen sermaye değerini saptayarak işverenden tahsiline karar vermekten
ibaret kalmaktadır. Bu işlem sonucunda işverenin olayla ilgisi kesilmekte ve
sorumlu tutulduğu yüküm böylece yerine getirilmiş olmaktadır. Kanuna uymayan
eyleminin sonucu hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun neticesi olarak da
bağlanan gelirin sermaye değerini Kuruma ödeyen ve böylece ilgi ve ilişkisi
kesilen işverenin, sosyal hukuk devletinin gereğince olmak üzere çıkarılacak
yasa hükümleriyle, Kurumca bağlanmış eski gelirlerdeki artışlardan ve bu
artışların peşin sermaye değerlerinden sorumlu tutulmasını hukukla bağdaştırma
olanağı yoktur. Kaldı ki, işvereni bu durumda da sorumlu tutmak, Devlete
yükletilmiş kimi ödevlerin işverenlere devredilmesi gibi bir sonuç ortaya koyar
ki, Anayasa'nın böyle bir neticeyi öngördüğü de öne sürülemez.
İkinci
halde ise, böyle kesin bir durum söz konusu değildir. Gerçi bir iş kazası olmuş
ve örneğin kazaya uğrayan işçiye sürekli iş göremezlik geliri bağlanmıştır.
Kanunun 25. maddesinde belirtildiği üzere sigortalı işçi her zaman iş
göremezlik derecesinde bir artma olduğunu ya da başka birinin sürekli bakımına
muhtaç duruma girdiğini öne sürerek bağlanan gelirde değişiklik yapılmasını
isteyebilecek ve Kurum da sigortalıyı her zaman kontrol muayenesine tâbi
tutabilecektir. Bu gibi hallerde bir iş kazası sonucu sigortalı işçiye bağlanan
gelir bir kesinlik taşımamakta, artırılması, eksiltilmesi veya kesilmesi gereken
bir nitelik göstermektedir.
Bu
nedenlerle 26. maddenin birinci fıkrasındaki "ve ileride yapılması gerekli
bulunan" deyiminden, neden - sonuç ilişkisi süregelen ve işverenle kesin
hesaplaşması yapılmamış olan haller anlaşılmak gerekir. Sözü edilen bu kuralın,
neden - sonuç bağı kesin olarak kalkmış ve tasfiyesi yapılmış durumları
amaçlamadığı ise açıkça ortadadır.
C)
Yeri gelmişken şu yön de açıklanmalıdır ki, Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'ya
uygunluk denetimi görevini yaparken bir Kanun hükmünün yüksek mahkemelerce
uygulanmasında benimsenen görüşlerle bağlı olduğunu gösteren bir hüküm,
Anayasa'da ve Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki
44 sayılı Kanunda yer almış değildir. Yüksek mahkeme içtihatlarının değişmez
olmadığı; zaman zaman içtihad değişikliklerinin ortaya çıktığı; yüksek mahkeme
daireleri ile genel kurul kararlarının aynı kuruluş içindeki daireleri dahi
bağlayıcı bulunmadığı, gözönünde tutulunca, bunların Anayasa Mahkemesi'ni
bağlayacağını savunabilmek için haklı bir hukuki neden de gösterilemez. Bu yön,
Anayasa Mahkemesi'nin 18/11/1969 günlü, 1969/30-65 sayılı Kararında
"Anayasa Mahkemesi, gerek iptal davası gerekse itiraz yolu ile Anayasa'ya
aykırılığı öne sürülen bir kanun hükmünün anlamını, kendi hukuk görüş ve anlayışı
açısından incelemeli ve o hükmün bu anlam içinde Anayasa'ya uygunluğu
denetlenmelidir" (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı 8, sayfa 146)
yolunda açıklanmıştır.
Kaldı
ki, Anayasa Mahkemesi, 23/5/1972 günlü, 1972/2-28 sayılı Kararında
"gelirin sermaye değeri, mahkemenin düşündüğünün tersine, Sosyal
Sigortalar Kurumunun zenginleşmesi sonucunu her zaman doğurmaz. Çünkü, bir çok
olaylarda kendisine gelir bağlanan kişinin söz konusu gelirin değerinin
hesaplanması sırasında kabul edilenlerden daha uzun yaşaması ya da bağlanan
gelirde yasa ile yapılan değişiklikler dolayısiyle büyük artmalar olması gibi
durumla, Sosyal Sigortalar Kurumunun aldığı primleri ve sermaye değeri
biçimindeki tazminatı çok aşan ödemeler yapmak zorunda bırakabilir"
denilmek suretiyle, bağlanan gelirlerde kanunlarla sonradan yapılan
artırmalardan işverenin sorumlu tutulamayacağını belirtmiştir.
Özetlemek
gerekirse, iş kazası sonucunda ölen bir işçinin hak sahiplerine kesin olarak
bağlanan gelirde, ekonomik ve sosyal bazı nedenlere dayanılarak sosyal hukuk
devletinin gereklerinden olan sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak
maksadı ile yasa ile sonradan artırma yapılmasının, 26. maddenin birinci
fıkrasında "ve ileride yapılması gerekli bulunan" biçiminde yer alan
kuralın kapsamı dışında kaldığı ve bu niteliğiyle itiraz konusu hükmün
Anayasa'ya uygun bulunduğu sonucuna varıldığından itiraz reddedilmelidir.
Kani
Vrana, Halit Zarbun, Hasan Gürsel ve Nihat O. Akçakalıoğlu bu sonuca başka
gerekçelerle katılmışlar; Ziya Önel dava konusu hükmün tümünün; Muhittin Gürün
ise sadece sözü geçen hüküm içinde yer alan "ileride yapılması gerekli
bulunan" bölümünün iptaline karar verilmesi gerektiği görüşünde
bulunmuşlardır.
SONUÇ:
1/3/1965 günlü, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası'nın 26. maddesinin birinci
fıkrasında yer alan ....... ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü
giderlerin tutan ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen
tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır."
yolundaki hükmün Anayasa'ya aykırı olmadığına, itirazın reddine Kani Vrana,
Halit Zarbun, Hasan Gürsel ve Nihat O. Akçakayalıoğlu'nun değişik
gerekçeleriyle; Ziya Önel'in dava konusu hükmün tümünün; Muhittin Gürün'ün ise
sadece sözü geçen hüküm içinde yer alan "....... ileride yapılması gerekli
bulunan" deyiminin iptaline karar verilmesi yolundaki karşıoylariyle ve
oyçokluğu ile, 18/3/1976 gününde karar verildi.
|
|
|
|
Başkan
Kâni
Vrana
|
Başkanvekili
Şevket
Müftügil
|
Üye
Ahmet
Akar
|
Üye
Halit
Zarbun
|
|
|
|
|
Üye
Ziya
Önel
|
Üye
Abdullah
Üner
|
Üye
Ahmet
Koçak
|
Üye
Fahrettin
Uluç
|
|
|
|
|
Üye
Muhittin
Gürün
|
Üye
Lütfi
Ömerbaş
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
Üye
Ahmet
Salih Çebi
|
|
|
|
Üye
Adil
Esmer
|
Üye
Nihat
O. Akçakayalıoğlu
|
Üye
Ahmet
H. Boyacıoğlu
|
DEĞİŞİK
GEREKÇE YAZISI
506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrasındaki kuralın
Anayasa'ya aykırılığını ileri süren Eskişehir İş Mahkemesinin bu itirazının
reddine ilişkin Anayasa Mahkemesinin 18/3/1976 günlü, E. 1975/198, K. 1976/18
sayılı kararı gerekçesinde katılmama nedenlerimiz ile değişik gerekçemiz
aşağıdadır:
506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrası hükmü
şöyledir :
"İşkazası
veya meslek hastalığı, işverenin kasdı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş
güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılır
bir eylemi sonucunda olmuşsa, kurumca sigortalıya veya hak sahibi kimselerine
yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan hertürlü giderlerin tutarı ile,
gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap
edilecek sermaye değerleri toplamı işverenden alınır."
Kanun
kuralı gayet açık olarak, fıkrada yazılı koşullar gerçekleştiğinde iş yerinde
hayatını yitiren işçinin haksahibi kimselerine veya kendisi devamlı çalışamaz
duruma girmişse kendisine Sosyal Sigortalar Kurumunun yaptığı hertürlü
giderleri ve ileride yapacağı ödemeleri ve ölüm ve maluliyet aylıkları
tutarlarını kurumun işverenden alacağını hükme bağlamış bulunmaktadır.
İşverenin
kasdi hareketi veya suç sayılan sair bir eylemi veya işçinin sağlığını koruma
ve iş güvenliğini sağlama hususundaki mevzuat hükümlerini çiğnemiş olması ile
işçinin ölümüne veya devamlı çalışamaz, artık hayatını kazanamaz hale düşmesine
doğrudan doğruya neden olmuş bulunduğu cihetle, gerek işçinin ve gerek
geçindirmekle mükellef bulunduğu çoluk çocuğunun, Ödenecek ölüm veya maluliyet
yardımları ile onları geçindirecek olan Sosyal Sigortalar Kurumunun 506 sayılı
Kanun gereğince onlara yaptığı ve yapacağı bütün bu ödemeleri buna sebebiyet
veren kişiden alması, Borçlar Hukukunun "gerek kasden, gerek ihmal ve
teseyyüp, yahut tedbirsizlik ile haksız surette diğer kimseye bir zarar ika
eden şahıs o zararın tazminine mecburdur." biçimindeki ana kuralına uygun
düşmektedir.
Zararın,
meydana geldiği tarihteki değerinden fazla olarak ileriye yönelik ve devamlı
artabilecek bir ödemenin haksızlığı ve adaletsizliği ileri sürebilirse de; 506
sayılı Kanunun 26. maddesinde bahis konusu olan "zarar" ölen veya
sürekli çalışamaz duruma düşen işçinin kendisini ve ailesi fertlerini
geçindirmekte olduğu işgücüdür. Bu gücünün olay tarihindeki değeri kadar,
yasama ve geçinme koşullarının gittikçe değiştiği ve ağırlaştığı ileri
tarihlerde o koşullara göre sağlayacağı olanakların da dikkate alınması
gereklidir. Örnek olarak, olay tarihinde işçi 150 lira gündelikle geçinmekte
ise, artan geçinme koşulları karşısında 2 yıl sonra bu gündelikle geçinemiyecek
ve toplu sözleşme ile gündeliği artırılacaktır. Olay ile işçi çalışamaz hale
gelince Sosyal Sigortalar Kurumu yapmakta olduğu belli ölüm veya maluliyet
yardımını kanuni bir zorunlulukla artırma durumunda kalırsa aradaki farkıda
ölüm veya maluliyete neden olan işverenden alması gerekecektir. Ve 26. maddenin
birinci fıkrası hükmü bu ereği sağlamak için konmuştur.
Anayasa
Mahkemesinin yukarıda gün ve sayısı yazılı red kararında 26. maddenin birinci
fıkrası kuralının yalnız iş görmezlik derecesinin artması koşuluna bağlanarak
red gerekçesinin bu doğrultuda yazılması, madde kuralının açıklığına rağmen bu
kuralı gereksiz bir yorumla Sosyal Sigortalar Kurumunun ve dolayısiyle
çalışanların zararına yeni bir durum yaratılmıştır. Halbuki Zonguldak 3. İş
Mahkemesinin, 26. maddenin birinci fıkrası ile ilgili itirazı üzerine Anayasa
Mahkemesince aynı konuda oybirliğiyle verilmiş 23/5/1972 günlü, E. 1972/2. K.
1972/28 sayılı red kararı gerekçesinde ise böyle bir yoruma ve daraltmaya
gidilmeyerek 26. madde kuralı Anayasanın çalışma hakkı ve ödevlerinden sözeden
42. ve Sosyal güvenlikten söz eden 48. maddelerine uygun bulunmuştur. 1972/2
Esas, 1972/28 Karar sayılı bu ilk karar gerekçesi Anayasanın Sosyal Devlet ve
Sosyal Adalet ilkelerine ve Kanun Koyucunun ereğine daha uygun bulduğundan E.
1975/198, K. 1976/18 sayılı karar gerekçesine katılmıyoruz.
|
|
|
Başkan
Kâni
Vrana
|
Üye
Halit
Zarbun
|
Üye
Hasan
Gürsel
|
KARŞIOY
YAZISI
İşverenin
de kusurlu olduğu bir iş kazası sonunda ölen işçinin hak sahiplerine Sigorta
Kurumunca o günkü kanun hükümlerine göre ödenen tüm giderlerin işverenden
alınması yolundaki dava, mahkemece bütünüyle kabul edilmiş ve hüküm
kesinleşmiştir. Kurum, sonradan çıkan 1474 ve 1698 sayılı kanunlarla gelirlerin
artırıldığından ve 506 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinin l nci fıkrasında yer
alan "ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile,
gelir bağlanırsa gelirlerin 22. maddede yazılı tarifeye göre hesap edilecek
sermaye değerleri toplamı işverenden alınır." hükmünden yararlanmak
suretiyle, yeniden bir dava açmıştır. Mahkeme, gerekçeleri kararda özetlendiği
şekilde, sonradan çıkacak kanunların geçmiş olaylara uygulanmasının Anayasa'ya
aykırı düşeceği görüşü ile, davaya dayanak söz konusu hükmün iptalini
istemiştir.
Çoğunluk,
ne Anayasa'da ve ne de 44 sayılı Anayasa Mahkemesinin kuruluş ve yargılama
usulleri hakkındaki kanunda, Anayasa Mahkemesinin denetim görevi yaparken bir
kanun hükmünün yüksek mahkemelerce uygulanmasında benimsenen görüşlerle bağlı
olduğunu gösteren bir hükmün yer almadığı, yüksek mahkeme içtihatlarının
değişmez olmadığı Yüksek Mahkeme daireleri ile, genel kurul kararlarının aynı
kuruluş içindeki daireleri dahi bağlayıcı bulunmadığı gözönünde tutulunca
Anayasa Mahkemesini bağlayacağını savunabilmek için haklı hukuki bir neden
gösteremeyeceğini, bu yönün Anayasa Mahkemesinin 969/30-65 sayılı kararında
"Anayasa Mahkemesi, gerek iptal davası gerekse itiraz davası yoluyla Anayasaya
aykırılığı ileri sürülen bir kanun hükmünün anlamını, kendi hukuki görüş ve
anlayışı açısından incelemeli ve o hükmün bu anlam içinde uygunluğu
denetlenmelidir." şeklinde belirtildiğini saptadıktan sonra :
İş
kazası neticesinde, değişmeyen kesin fiili ve hukuki bir sonucun ortaya çıkması
halinde, işverenin sorumluluğu ve bunun sınırları kesin bir biçimde ortaya
çıkmıştır. Bu durumda yargı organının görevi ölen işçinin hak sahiplerine
Kurumca bağlanan gelirlerin, varsa kusur oranlarını ve kanunun 22. maddesinde
belli edilen sermaye değerini saptayarak işverenden tahsiline karar vermekten
ibarettir. Bu işlem sonucunda işverenin olayla ilgisi kesilmekle ve sorumlu
tutulduğu yüküm böylece yerine getirilmiş bulunmaktadır. Kanuna uymayan eylemin
sonucu, hukuksal yaptırıma maruz kalan ve bunun neticesi olarak da bağlanan
gelirin sermaye değerini kuruma ödeyen ve böylece ilgisi ve ilişkisi kesilen
işverenin sosyal hukuk devletinin gereğinden olmak üzere çıkarılacak hükümleri
ile, kurumca bağlanmış eski gelirlerdeki artışlardan ve bu artışların peşin
sermaye değerinden sorumlu tutmak, devlete yükletilmiş kimi ödevlerin
işverenlere devredilmesi gibi bir sonuç ortaya koyar ki, Anayasa'nın böyle bir
neticeyi öngördüğü de öne sürülemez. Bu nedenlerle iptali istenen hükmün,
olayda uygulama yeri bulunmadığı gerekçesiyle, istemin reddine karar vermiştir.
Kanımızca
çözüm, yorum yetkisinin saptanması sorunu altında yatmaktadır. Bu bakımdan
yorum konusunda, iptali istenen kanun hükmünün yoruma ihtiyaç hissettirmeyen
açık ve seçiklikte olduğunu belirtmekle yetiniyor, başkaca bir açıklamayı
gerekli görmüyorum. Ne var ki soruna çözüm getirmediği ve çözümün yorum
yetkisinin saptanmasını gerektirdiği kanısı ile, yukarıda söz konusu edilen
kararın karşıoy yazısına göndermede bulunmakla kalmayarak, aşağıda yazılı
düşüncelerimin açıklanmasında yarar görüyorum.
Mahkeme,
yorum yoluna gitmeden ve doğrudan, iptali istenen hükmün olaya uygulanır
nitelikte olduğu kanısındadır. Mahkememiz çoğunluğu ise, yorum yolu ile, hükmün
olaya uygulanamayacağı görüşünde bulunmuştur. Mahkemeler önceleri benzeri
davaları kabul ederken, o zamanın denetim mercii yüksek Yargıtay 9 uncu hukuk
dairesi, "sonradan çıkan kanunların geçmişe uygulanmayacağı"
gerekçesi ile bu hükümleri bozmuş ve uygulamalar bu bozma doğrultusunda yön
değiştirerek, açılan davalar reddedilmiştir. Sonradan yapılan iş bölümü ile
denetim görevi 10 uncu daireye verilmiş ve bu daire ise, "kanunun hiçbir
ayırım gözetmeyen açık hükmüne ve esasen ayrıcalık getirmenin haklı bir nedeni
de bulunmadığına ..." gerekçesi ile redde ilişkin kararları bozmuş ve
bozmaya mahkemeler uymuş ve uygulamalar böylece sürdürülmüştür. Bu durumda
büyük bir olasılıkla iptal isteği reddolunan mahkeme açıkladığı kanaati
istikametinde işvereni mahkûm edecek ve bu şekilde yol gösteren ve görüşünü
ortaya koyan özel daire de hükmü onayacaktır. Hal böyle olunca, dolaylı
olarakta olsa, yorum gerekçesinde açıkça kabul edildiği gibi hükmün, mahkemenin
anladığı anlamda Anayasa'ya aykırılığı belirtilmiş iken, benzeri olaylarda da uygulanması
sürüp gidecek ve faturaları karşılıklarının işverenlerce ödenmesine devam
edilecektir. Ortaya çıkan bu sonucun küçümsenmiyecek ölçüde büyük bir
huzursuzluk ve ıstırap kaynağı olacağında kuşku yoktur.
Anayasa
mahkemesinin görevi, Anayasa'yı korumak, geçerlik ve işlerliğini sağlamaktır.
Sorun, toplumun huzur ve sükununu sağlayan sosyal hukuk devletinin korunması,
Anayasa'ya aykırı uygulamaların önlenmesi sorunudur. Oysa bu karar ne yukarıda
değinildiği gibi Anayasaya aykırı uygulama olasılığını ve Anayasa'nın
işlerliğini sağlayamamış soruna çözüm bulamıyarak amacına ulaşamamış ve o
açıdan bakılınca adeta havada kalmış bir karar hüviyetine bürünmüştür.
Gerçekten
çoğunluk, kendi hukuki görüşüne göre yorumunu yaparak bu anlam içinde Anayasaya
uygunluk denetimi yapmış mahkemenin anlayışına göre Anayasa'ya aykırı gördüğü
hükmü kendi yorumuna göre ve olayda uygulanamıyacağı nedeniyle iptal
etmemiştir. Anayasa Mahkemesi yorumu Anayasa hükümleri gereği mahkemeleri
bağlar olmadığı için Anayasa'ya aykırı uygulamayı önliyememiş çözüm yolu
gösterilmemiş ve kabul edilmemiştir. Böyle olunca, Anayasa'nın geçerliliği ve
işlerliği görevi yerine getirilmemiş olmaktadır. Deyelim ki konu hukuk ve
içtihatları birleştirme genel kurallarında görüşüldü ve mahkeme görüşü
benimsedi, kanun koyucu çoğunluğu da bu uygulamadan yanadır. Bu hazin o denli
açıklı durum ne olacaktır. Yüksek mahkemelerde, Anayasa Mahkemesi de kendi
hukuki görüşlerine göre yorum yaparlar deyip bırakmanın sorunu çözmediği ve
çıkar yol olmadığı anlaşıldığına göre konuyu enine boyuna düşünmek ve kesin
sonuca varmak gerek.
Kanımca
aynı konuda biri diğerini bağlamıyan ters ve çelişik görüşlerde çözüm yolu
göstermeyen bir çok başlı ve hepsi kendi başına buyruk hukuki bir müessese
düşünülemez. Böyle bir görüşün savunulması ve benimsenmesi kolay değildir.
Böyle bir görüşün akıl ve mantıkla olduğu kadar, hukuk kuralları ile de
bağdaşır yönü yoktur. Çoğunluk, ne Anayasa'da ve ne de kuruluş ve işleyiş
kanunumuzda yüksek mahkemelerin yorumu ile Anayasa Mahkemesinin bağlılığını
gösteren bir hüküm bulunmadığım öne sürmektedir. Sanırım ki daha çok doğrudan
veya dolaylı bir şekilde bu yetkinin kullanılmasını sağlıyacak bir hüküm
bulunmak lâzımdır. Uygulayıcılar için açık hükümler bir yana uygulamanın
icaplarından olarak yetkinin, uygulamanın tabiatında mevcut olduğunu kabul
etmek icap eder. Aynı konuda değişik kuruluşların yetkili kılınışını da burada
olduğu gibi daha bir çok emsallerinde de sakıncalı sonuçlar vereceği anlaşılmış
ve yetki belli bir kuruluşta toplanmıştır. Yorum değişikliklerini ortaya
koyarken mahkememizi düşünmemek olanaksızdır. Değişmezliğin sakıncaları
münakaşasız kabul edilmekte, yürüyen zaman ve değişen koşullar içinde
yorumların değişeceği de cümlece kabul edilmektedir. Genel Kurul kararlarının
bağlayıcı olmamasına gelince, onun ayrı bir prosedürü vardır. Gerektiğinde
içtihatları birleştirme yolu ile bağlayıcılık sağlanmaktadır. Bu durumda ileri
sürülen gerekçeler tutarı, inandırıcı ve doyurucu gözükmemektedir. Diğer
taraftan uygulama alanlarına giren kanun hükümlerini ve hükmün bu kanunların
tümü veya ilgili maddeleri ile bağlantısını Anayasa Mahkemesinden daha iyi
kurabilecekleri ve böylece daha isabetli bir yorumda bulunabilecekleri
düşünülebilir. Mahkememizin Yüksek mahkemelerin yorum görüşlerini saptamaları
olanağı da vardır.
Bütün
bunlar ve özellikle Anayasa Mahkemesinin yoruma ilişkin kararlarının
mahkemeleri bağlamayışı ve Anayasa'nın işlerliğini sağlama sorumluluğu
gözönünde tutulursa, yetkinin mahkemelerde olduğunu kabul gerekir.
Sonuç
:
Yukarıda
açıklanan nedenlerle, mahkemenin yorumunun doğru oluşu bir yana, yorum
yetkisinin mahkemelere ait olduğunun bir gerek ve zorunluluk bulunduğu
kanısıyla, iptal isteğinin kabulü oyundayım.
KARŞIOY
YAZISI
506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesinin birinci fıkrası, İş kazası ve
meslek hastalığının, işverenin kasdı veya işçilerin sağlığım koruma ve iş
güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılır
bir eylemi sonucu olmuşsa işvereni, Sosyal Sigortalar Kurumunca yapılan ve
ileride yapılması gerekecek olan bütün giderlerden sorumlu tutmaktadır.
Bu
hükmü aslında doğal karşılamak gerekir. Çünkü bu maddede sözü edilen kaza ve
meslek hastalığı, işverenin, maddede belirtilen işlem ve eylemleri sonucu
oluşmuş bulunduğundan, bunun sorumluluğunun Sosyal Sigortalar Kurumuna
yükletilmesi, Sigorta prensipleriyle bağdaşmadığı gibi işvereni bu gibi eylem
ve işlemlere özendirir, hiç değilse görevlerini yerine getirmede gerekli dikkat
ve ihtimamı gösterme çabasından alıkoyar, İlgisizliğe iter.
Ancak
bu maddede öngörülmüş bulunan yaptırımın haklı sayılabilmesi için, işverene
yükletilen yükümlülüğün, kaza ve meslek hastalığı ile bağlantılı ve onun sonucu
bulunması zorunludur. Bu bağlantıyı, işçinin hiçbir sorumluluğu olmaksızın,
hastalık ve sakatlıklarda zaman ile meydana gelecek ilerleme ve ihtilatlar
sonucu yapılması gerekecek yeni ödemelere kadar uzatmak da doğaldır.
Buna
karşı, sorumluluğu, kaza ve hastalıkla hiçbir bağlantısı olmayıp, sırf
Devletin, Sosyal Güvenlik görevini yerine getirme amacı ile alacağı yeni tedbir
ve düzenlemeler sonucu kabul edilecek yeni kanunlarla aylık ve öteki ödemelerde
yapılacak artışlara kadar uzatmayı ve bu çeşit ödemeleri de işverenin sırtına
yüklemeyi, haklılık ve sorumluluk ilkeleriyle bağdaştırmak da mümkün değildir.
Nitekim
yukarıki kararda da bu esas böylece benimsenmekte ve madde hükmünün bu düşünce
doğrultusunda uygulanması gerektiği görüşüne dayanılarak hükmün Anayasa'ya
uygun olduğu sonucuna varılmaktadır.
Ne
varki Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcı olmakla beraber, gerekçeleri aynı
niteliği taşımadığından, bu kararın da sadece sözügeçen madde hükmünün
Anayasaya uygunluğu belirtilen sonucu bağlayıcı olup, bu sonuca varılmak için
dayanılan ve maddenin ne yolda uygulanması gerektiğine ilişkin olan düşünceler
bağlayıcı değildir, İdare makamları ve öteki yargı organları, Anayasaya uygun
bulunmuş olan madde hükmünü, kendi düşünceleri doğrultusunda uygulamaya devam
edebilirler.
Böyle
bir durum ise, kişiyi Anayasa'ya aykırı kanunların uygulanmasından kurtarmak
için Anayasa'ca öngörülmüş bulunan Anayasa Mahkemesi denetimi amacına
ulaşmaktan alıkoyar.
Dosyadaki
belgelerden, Sosyal Sigortalar Kurumunca, madde hükmünün, sakatlık ve meslek
hastalığının durum ve derecesinde hiçbir değişiklikle olmasa bile, sırf Sosyal
Güvenlik düzenlemeleri amacı ile kabul edilen yeni kanunlar gereği olmak üzere
yapılacak yeni ödemelerden işverenlerin sorumlu tutulması cihetine gidildiği,
bunun için işverenler aleyhine davalar açıldığı, Yüksek Yargıtay'ın bu konulara
bakmakla görevli dairesinin kimi kararlarında da, Mahkememizin yukarıki
kararında belirtilen düşüncenin aksine, sonradan çıkacak, kanunlarla kabul
edilen yeni hükümler gereği yapılacak yeni ödemelerin de madde kapsamına
girdiği ve bu ödemelerden işverenlerin sorumlu tutulması gerektiği görüşünün
benimsenmiş olduğu görülmektedir.
Burada
bir Yüksek Mahkeme kararından söz edilmiş olmasını, bu kararda belirtilen
düşüncenin Anayasa Mahkemesini bağladığı ve Anayasa denetimi yaparken bu
düşünceye uyma zorunda bulunduğu yolunda değerlendirmek doğru değildir. Çünkü
yüksek mahkemeler kararlarının Anayasa Mahkemesini bağlamayacağı, kanunların,
Anayasa'ya uygunluk ve aykırılıklarını, kendi görüş ve düşüncesine göre
saptayacağı kuşkusuzdur.
Belirtilmek
istenilen konu şudur :
Sözü
geçen 26. maddenin birinci fıkrasında yer alan (ileride yapılması gerekli
bulunan) deyimine, uygulamada ve hatta bir yüksek mahkeme tarafından,
Anayasa'ya aykırı sonuç verecek bir mana verilmektedir.
Maddenin
açık hükmü, hiçbir ayırım yapmaksızın ileride yapılması gerekli her türlü
giderlerin işverenden alınacağını göstermekte olduğundan bu yoldaki uygulamanın
ve kararların kanuna uymadığı da söylenemez ve bu derece açık bir hükmün
kapsamı, yorum yolu ile daraltılamaz. Bu bakımdan Mahkememizin yukarıki
kararında yer alan yorum biçimini, maddenin pek açık ve kapsamı geniş olan
hükmü ile bağdaştırmak zordur. İdare makamlarının ve yargı organlarının,
zorlanmış niteliği ilk bakışta göze çarpan ve pek de kandırıcı olmayan bu yorum
doğrultusunda uygulamaya yön verecekleri şüphelidir.
Şu
halde Anayasa Mahkemesinin yukarıki kararına rağmen, sözü geçen hükmün
Anayasaya aykırı sonuç verecek biçimde uygulanmasının sürdürülmesi olasılığı
devam etmektedir. Halbuki Anayasa denetiminden beklenen bu değildir.
Özetlemek
gerekirse, maddenin yürürlükteki şekli, Anayasaya aykırı uygulamaya elverişlidir.
Bunu yorum yoluna başvurarak Anayasaya uygun biçimde dönüştürmek mümkün
değildir. Bu yüzden, maddedeki bu sonuca neden olan deyim iptal edilmeli,
böylece, sakatlık ve hastalıkların durum ve derecelerinde kendiliğinden meydana
gelecek değişikliklerle ilgili olmaksızın, sonraki kanun değişikleriyle sırf
Devletçe yapılan yeni sosyal güvenlik düzenlemeleri gereği olarak yapılacak
ödemeleri kapsam dışında bırakacak yeni bir kanun düzenlemesinin yolu
açılmalıdır.
Bu
nedenlerle 506 sayılı Kanunun 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan (....
ileride yapılması gerekli bulunan) deyiminin iptaline karar verilmelidir.
KARŞIOY
YAZISI
Anlamında
her tür sermayeyi de içeren "işyeri" ve "işveren" ile
"işçi", ekonomsal düzeyde yerini almış bir "işletme" yi
oluşturan ve fakat birbirlerine karşı öz varlıklarım koruyup sürdüren ve bunun
sağlanmasında sorumluluklar yüklenmiş "birey" lerdir.
Pazar
için hazırlanan "ürün" ve bunun paraya dönüşümü olan
"gelir" işletmede toplanır ve üretime katılanlar paylarını
"işletme" den alırlar. Diğer deyimle işçiye karşı her yönden sorumlu
olan "işletme" ve bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlü olan ise
"işveren" dir.
Hesabının
kapatılmasından sonra dahi olsa, bir dönem için tanınan yasal haklarım yalnızca
işini sürdürene teslimi, temeldeki "emek" in ve eşitlik ilkesinin
reddi ve hakkı teslim yükümlülüğünün geçmiş dönem işverenine ait olacağından
söz edilmesi ise "işletme" nin inkârı olur.
SONUÇ
: Anayasa'ya aykırılık itirazının reddi kararına katılışımın nedeni budur.
|
|
|
|
Üye
Nihat O. Akçakayalıoğlu
|